Deuss Ex Machina # 431 – nobody,not even the rain,has such small hands

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_431_–_nobody,not even the rain,has such small hands

24 Aralık 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
x. Stable Mechanism – Heads & Dimensions (Platforma-LTW)
xx. Stable Mechanism – Ice Oceans (Platforma-LTW)
xxx. ASC & Ulrich Schnauss – Theta (Auxiliary)
xxy. ASC & Ulrich Schnauss – Pyramids (Auxiliary)
xyx Sam KDC feat. ASC – All Roads Lead Somewhere (Veil)
xyxx. Sam KDC – Captured (Veil)
xxxz. Amen Ra – Low Maintenance (Keysound Recordings)
xxzzx. Amen Ra – One Toke Wonder (Keysound Recordings)
xxnxxx. Tunnidge – Twenty 12 (Deep Medi Musik)
xnxxxx. Tunnidge – Orion (Deep Medi Musik)
xxyxxxxx. Kryptic Minds – Rule Of Language (Osiris Music UK)
xxxbxxxxx. Kryptic Minds – The Divide (Osiris Music UK)

nobody,not even the rain,has such small hands
(431)

hayatın neresinde durduğumuzu hangi odaklarından nereye doğru yollandığımızı neresinde düz, neresinde eğrelti neresinde kararsızlık tarlalarında dolaştığımızı açık eden, belirgin kılan bir bütünlüğün parçalanmış haleti ruhiyelerinde nefes almaktayız. devinimimiz zorunlu gereksinimlerimizin yanında aslen en elzem olanlara karşı neler yapabildiğimizi yahutta yapamadığımızı meydana çıkartan bir görüngü toparlamasıdır. bir yahut daha fazla kararsızlık menzilinin birbirlerine rastgele, yeknesek makamdan çarpıştırıldığı senin sözün benim sözüm, senin dilin benim dilim, senin adetin benim adetim, senin meskenin benim meskenim diye uzatılarak gidebilecek bir karşıtlıklar kontrastında hayatın ne olmadığını idrak etmeye devam ettiğimiz bir deneysel sahanın ahvaliyiz. deneysellikten kasıt ha’bire kafamıza kakılıp durulan her ne olduysak o değil, her neyse o yanlış olarak onanan ona doğru koşaradım, doludizgin koşturulmamızın beraberinde taşıdıklarıdır. şekillenmiş doğruculuğun o yekten, tektipleştirildikçe başkasına nefes aldırmayan, düşündürmeyen, kararsızlığı normal belleten bir simyanın, eğrelti olanın düpedüz layığınız buydu hakkınızı teslim edelim artık seviyesinde derlendiği bir güncellik, gücümüzü, iflahımızı kesip durmaktadır.

sesin soluğun, meramın ve anlamın peşinden gidilmesinin farazi bir duruş olarak resmedilmesinden bu yana gündem ben ne dersem odur bahsinin etrafında dolaşıma çıkan muktedir algısının tam teşekküllü, donanımlı yapılandırmaları ortası beirgin sonu malum olan bir çizginin devamlılığını göstermektedir. gösterilen anlık kırılmaların, karşılıklar, karşılaşmalar içerisinde tahayyül ettiklerimizin değil beklmediğimiz yerden soruların çıkartılmasıdır. doğru düzgün bir tahayyül yahutta perspektif algısı olmadan entelektüelliğin daraltımının ilavesi, katkısı yok onu böyle demeseydik, bununla ilgili fikrinizi gözden geçirseydik kararsızlık anlarının toparlaması müştemilatın bütünlüğünde esas yeteneksiz sizsiniz türkiye portresini okuyabilmeyi kolaylaştırmaktadır. hazıra konulmuş her yeri törpülenmiş, sadelenmiş, sade suya tirit lafazanlıklar derdin kendisine kıymet vermezken hala gık v guk ikilisi ile şerh konulmasının iktidarın değirmenine su taşımaktan başka da bir işe yaramadığını fark ettiğimiz güncelliğin ortasındayız. şimdisindeyiz. ne feylezofik, ne de sokağın kendi seslenişinde karşılaşma buluşma vesair anlamlandırmalar ya da fiilllere denk gelmeyecek bir karaşınlık payımıza düşen, düşürülen daimi bir biçimde yıkımın kendisidir. nesnelliğidir.

avaz avaz çığlıkların paramparça edilmesi, üzerlerinde per per tepinilmesi, suskunlaştırmanın olağanlaştırılması gibi devamında eklentilenebilecek nice algı daralatımı hamleleriyle beraber bu cennet vatanın, cinnet kuyusuna dönüştürüldüğünü gözlemleyebilmek alenen mümkündür. görmemiz için teşvik edilenlerin, alttan alttan desteklenenlerin yanında hiç haberdar olmamamız gerekenlerin nasıl usul usul kenardan silindiğini, devre dışına, çerçevenin ötesine taşındığını idrak edip farkına erdiğimizde sanırız bu dediklerimizin karşılığı daha net anlamlandırılacaktır. unutturmak fiilinin neredeyse aralık verilmeksizin süreğenleştirildiği bir yerde durup ne oluyor yahu bahsinin etrafına iliştirilesi ne çok azap, gıybet, fecaat vardır. bir kere denediniz mi? heyhulanın içerisinde ortalığa salınıp durulan, iki gün bilemediniz üç gün konuşulup, nadasa terk edilen acıların bileşenlerinden sonra üç yüz altmış beş gün v altı saatin hesabını kitabını yapsak neye yarayacaktır! ne gördüysek salt bir karaşınlık, ne bellediysek afedersiniz ne mal olduğumuzu çemkirip duran bir algının bütünlüğüdür.

her şart altında olmamız gerekeni sır gibi sakladıkları dayatımların başka unsurlarını gün yüzüne kavuşturan erkin hamleleri karşısında özet geçmektense neticeleri gözlemleyebilmek bu meram sahasının az ötesinde ilgilendiğimiz sitelerin, portal, blog vs. aparatlarında iliştirilmektedir. sunulmaktadır. yargıların dönüştürüldüğü, aleni hedef almaların kolay bir yöntem olarak bellendiği, eskinin unutuşunun ne acılara mal olduğunun hatırda yer etmesine karşın halen ısrarla aynı yolların bir kere daha arşınlatılmasının karşısında dil neylesin, kelam ne yapsın tek başına. bir şey yapmalı kısmı elli yıllık bir slogan olmaktan başka işlevsellik kazandırılmadıkça. suyu çoktandır belirli bir seviyenin üstünde çekmeye başlayan, çekmiş olan, suyu alan bu geminin yolcularıyız ya o hesaptan ilerlersek kastedişlerin ardından yüzleşmeksizin nasıl nefes alacağız; ne hakla!. benim dediğim olur bahsinin emir demiri keser biçimleri ankara’dan istanbul’a, izmir’e bilindikliğin kocaman plastik metropollerinden tâ colemerg’e, amed’e, qileban’ın roboskî’sine, besta’nın haritalarda yerin dahi gösterilemeyen yok sayılmış yerleşkelerine, dört dağın arasında kalakalmış dersim’ine uzanan bir secerede böylesine zincirleme bir bütünlükte inatla zapt etmeyi sürdürürken dertlerin hangi birisinden dem vurmalıyız. neresinden başlamalıyız.

kolay lokma zannedilen esasında bildiğin ağır kaya nerende yük edinmek istersen oranda yüklen ya da taşı diye belirginleşen bu zehirli sarmaşıklarla örülü devlet algısının hiçbirimiz için şu yaşamı düzeltmeyeceği gerçekliğidir. söz konusu olan. kocaman bir yılı süre olarak ömürden belirli bir parçayı ardımızda bırakırken yanıtsız bırakılmış sorunlarımızın peşinde dolaşıp durmaktayız. gözümüzden akan yaşların hesabının o akıttığınız yaşlar bölücülüğe hizmet etmektedir, yeriniz yurdunuz neresi bilmeden, kafanıza dank ettirmeden sahibinize itaat etmeksizin olur olmadık seslenişlerinizden tabî ki hesap soracağız, gün de gelecek bunu yapacağız bahsinin diri tutulması nasıl sağlıksız bir toplumsal dönüşüm ile hemhal olduğumuzu anlamlandırmaktadır. birbirinin turnusol kağıdı gibi temize çeken hır gürün, şiddeti olağanlaştırması, beğenmediği her neyse ona karşı tahakkümü kolay kolay en kolayı o dikenleri batırmak, derdest etmek, yaparız inceden güzellikler hesabıyla rotası şekillendirilen, linç güruhlarına, üniformalı, formasız hizaya çekici mangalara bir ya da daha fazla sınırın içerisinde tutacak yardımcı ile sağlaması yapılan bir denkliktir bu kast ettiğimiz.

söz konusu vatansa tüm linçler teferruattır. söz konusu birlik ve bütünlük ise ölümler olağandır. söz konusu kardeşlikse o ev işaretlemeleri tamamen sevgi göstergesidir. söz konusu et tırnak ilişkisiyse roboski kırım değil afedersin mehmet mi ahmet mi! vur emrini verenlerin anlamadığı bir hatadır. söz konusu demokrasi ise bu olanlar tamamen onu ileriye taşımak içindir. söz konusu kürt sorunuysa bir elli sene sonra bir şeylerden özür dileyecek birileri çıkacaktır yerseniz. söz konusu ermeni, süryani alevi sorunuysa eğer açılımlar bütün o sorunları yerlebir etmiştir daha ne isteresiniz bre zındıklar!. hakkaniyeti yok ederek, sergüzeşt makamda yalana dolana, hiddete ve şiddete kucak açarak ilerleyen, koşan bir ülkenin perspektifinde nasıl olumlandırılabilir ki bunlar diye düşünmek halen geçerliliğini korumaktadır. cılkı çıkartılmış olan pespayeliklerin müsameresinde her defasında sahneye konmaya devam eden algı siz anlamazsınız, siz bilemezsiniz, siz yapamazsınız denklerinden dolaylarından hareketle kotarılan bizler yerine alınan kararların salt günü değil geleceğimizi de ipotek altına aldığının bilindikliğidir.

son kertede odtü’de havaya atılan gazların, bir sene önce yılbaşı arifesinde roboskî’de yağmur gibi yağdırılan bombaların, dur durak bilmeden hiddete yol verdirmeye namzet laf salatalarının yanında yanı başında ne oluyoruz sorgusu, ne yapmalıyız kısmı albenisini hala! hala korumaktadır. düşünmedikten sonra sorun yoktur. ses etmedikçe slogan atmadıkça, sloganlardan bağımsız bir biçimde hayatta varlık göstermedikçe bütün bu erkanın sağladığı moderen türkiye resminin bir hatalar, zincirleme yanlışlıkların birlikteliğine aymadıkça, uyanmadıkça daha çok masal işiteceğimiz gerçektir, haddizatında. beşerilerin koltuklarında evladiyelik olduklarını sanan yönetenlerin iki dudakları vicdan ve akıl tutulmaları etrafında şekillendirilenler, neticeye kavuşturulanlar söz konusu ülkenin kendisiyse yeterince açık ve seçik bir biçimde parçalanmışlığımızı ileriye çıkartmaktadır. sonuç kabilinden öne sürmekte her ne olduğumuzu ikide bir tekrar eden bir sonucu karşımıza çıkartmaktadır. anaakımın bütünlüklü uyumunda, darbelerle yüzleşirken! şimdinin darbelerine korunaksızlığımız salt bir cümle olmaktan öte hakikati tanımlandırmaktadır. görebilene.

teferruat, belagatli dil, tahakkümperver kalkışmalar, ustaya saygıda kusur etmemeler, ileri demokrasi bileşenleriyle akademiya’nın yüz karası kuzubeylerin! refakatlerinde onuncu yıl marşısının dönüştüğü hal iç parçalayıcıdır. (ulusolcu falan değiliz elhamdüllillah) herkeşler kck’li, illa ki tererist, olmadı bölücü, böldüren, haddini bilmez, vatandaş mı onlar bayağı böyle çook konuşan zavallılar sürüsü olarak nakş edildiği, atfedildiği, öğrencisinden akademisyenine, sıradan vatandaşından, emeğinin peşinde hayata tutunmaya çalışanlarına böyle bir ülke tahayyülü hayaldi şimdi abesle iştigal olmasa gerçek gerçekliğimiz! budur. masallar denk getirilirken ilerliyoruz, büyüyoruz, gelişiyoruz falan filan bildiğiniz medeniyet eşiğimiz ilkel çağları aratmatmayan bir seviyedeyken kelam malesef bir başına yeterli gelmeyecek. sözcüklerin şefaati tek başına bu gayya kuyusundan çıkışımızı sağlamayacaktır. bırakıldığımız, yalnızlaştırıldığımız, her ne olduğumuzun kafamıza kakıldığı koca bir üç yüz altmış beş günün ardından masalın sonu, sonlandırılması nasıl olacaktır yaşarken göreceğiz!. yaşarken belleyeceğiz.

şatafatla takdim edilenlerin hamurunda iğneleyici, daimi surette yaralayıcı, derdest etmenin ön koşulu olarak yaftalayıcı, perspektifin dil ve betimlemenin, güncenin dahilinde asılı duranların mevzubahis edilmemesine uğraş didiş canhıraş bir biçimde el verildiği bir aralıkta, takvimlere göre aralığın da sonunda işittiğimiz masallar tazelenir, durulur. bir biçimde yeknesaklaştırıldıkça kurgu ya da bir mizansen içerisinde yaşamadığımızı enikonu anlayabilmemize vesile olan bu çerçevenin sağının solunun allanıp pullanmasıyla bunun tadından yenmeyecek bir masal halinde sınıflandırılma gayreti şimdinin hakikatlerinden birisidir. böylesi bir vurgulayış ile hangi arada, derede ne dolapların çevrilmeye devam edildiğini fark edebilmemize olanak sağlayan bir “görüngü” hasıl olur. alelade saçmaların günün getirdiklerinde etkisi, dönüşümü, gelişimi yahutta alıkoymasının dinamikleri ortaya çıkmaktadır. gerçekliğimiz olarak ad verdiğimiz muktedirin bakışımının enikonu daralmasının, kapsamı v kapsayıcılığının ironi kaldırmaz bir eşiğe evrilmesinin, hiddeti, şiddeti, handiyse olmazsa olmaz bir unsur, el altında tutulacak yardımcı bellemesi beraberliğinde hiçbirimiz için o masallardan kaçış olmadığı günün dahilinde yinelenmektedir.

yinelenen sürü dahilinde sessiz kalmaya, olabildiğince gürültü çıkartmamaya, muktedire karşı laf, söz geliştirmemeye, eyleme girişmemeye dair tavsiyelerin uygulamalarıyla görünürlüğü, bilindikliği arttırılan masallardır değindiğimiz, işittiğimiz. gerçeklik genel resmin, ötesinde berisinde bunca yarayı, yazgınız budur diyerek sunulan yıkımları, hezimetleri, acı reçeteleri, şifa etmeyen dağarcıkları kinin şiddetin aslında kimlerin ellerinde nasıl kotarıldığını yine yeniden anımsatırken masal anlatmaya devam edilmesinin bütünlüklü bir anlam mahrumiyetini, her ne oluyorsa fena oluyor bahsinin önünü ardını, tamamen denkleştiren ve eksiksiz bir biçimde engellemelerin süreğenliğini hafızaya nakşettirendir. seyirliklere alıştırılmış belleğimiz için her anın bir sınav halini korumaya devam eden yörüngesinde karşılaşmalar ayrıntıların değil acının alt metinlerini, dipnotlarını ihtiva etmektedir. masalların cilasının altında acı yaşatılmaya devam ettirilmektedir. cilalanmış olanın muhteviyatında otuz dört yılın parametreleriyle aynı körlük ve bağnazlığı daimi kıldıran tahammülsüzlükleri görebilmek mümkündür.

otuz dört yılın hınç alma yöntemlerinin nasıl devamlılığının sağladığının, neyin nasıl bellendiğini idrak ettiren vesikalardan mürekkeptir. üzerine tek yahut daha fazla şey ilave etmemize gereksinim olmayacak doksan senelik başlangıcından bugüne bir cürüm haline dönüştürülen tabelası dışında içeriği boş sahayla beraber. kıyamet bile kopsa tek bir doğrunun günün ehveni olarak kabul edilip, yaşatılacağını gerisinin tatavla bellendiği işte bu gelenekselleştirilmiş, içselleştirilmiş olan şiddet eşiğinin ve ona bağışıklığın ne hallerde olduğunu netice kabilinden özetlemektedir. nokta ve aralıklarla denk getirilmiş, terk edilmiş çizgileri birleştirdiğimizde birlik ve beraberliğimizin hakkaniyetli karşılıklarını, temellendiricilerini değil utanç vesikalarının toplu geçidi karşımıza çıkmaktadır bu masalların diyarında!. noktaların tekabül ettiği avaz avaz bağrış çağrış yatıp kalkıp sığ argümanların tekrar edildiği bir muktedirlik dünyasının kendisidir. yaşamanın bedelinin zorlaştırıldığı bir ülke gerçekliği. nefes almaktan, nefes tazelemekten uzak soluksuzluğun kendisi atbaşı giderken, hayatı kapsarken halen “eyiye gidiye” kepazeliği. her bir noktanın yarıda konulmuş, yarıda bıraktırılmış bir tecrübenin yansıması hayata tutunmanın nedenlerini muhafaza ediyorken bütün bu utanç vesikalarından arınarak sağlıklı bir topluma ulaşmak nasıl olacaktır, oldurulacaktır? sorgunun tam vaktidir.

kullanılan dilin şiddeti önemseyen, hiddeti kendi algısına yoldaş belleyen ikilemde kalmış değil basbayağı hesaplı kitaplı çilelere zemin sağlayan, yol sağlayan muktedir algısı son kertede bütün bu hezimeti, ortak yazgımız diye yutturulmaya gayret edilen eğreltiliği, mesel ve sorunları sığlaştırarak, hakir görerek çözümsüzlüğe terk etmeyi süreğenleştirmektedir. masal olarak bilinenler temize çekilirken mürekkepden kan, irin, gözyaşı damlamaktadır. bütün erk, kurgunun biçimini v yönlendirmesini alaşağı ederken yıkıntılarının üzerinden o tahakkümü onaylatacak yeni lafazanlıkların dizgiye dahil edilmesidir. kuşatılıp ıssızlaştırılacak, biçareleştirilecek, biçar konulduğunda el aman feryatlarının kerhen kah duyacak kah sağır sultan olacak, dövlet mekanizmasının kendisi gösterilecektir. hatılatılacaktır. bu doğrultuda yapılıp edilenlerin kısmetinize bu çıktı sürprizlerinin karşılığı her defasında sorguyu öteye  taşırken, nedenlerin peşinden koşmamayı, niyetleri ise çoktan unutturmayı her durum ve şart altında behemehal devreye sokmaktadır. sorgulanabilirlik makamı devre dışı bırakıldı mı insanlık neye yarar bu sorgu ve düşüncenin henüz yanıtı bulunamadı bu harikalar diyarında.

töhmet, zan altında bırakma, yaftalama ile yolları kesiştirilenler için her gün bir yer cehennemken, o hale dönüştürülürken kanaat sahibi olmaktan da ötesine vakıf olmak ne ara? bütün bütün peyderpey denk getirilenlerin, kes yapıştır söylenceliklerin, ısıtılıp duran badiresavar! beton millet sakarya nutuklarının, her bireyin zikrine fikrine karışmayı marifet sayan, atarlar ile günü dar etmenin bu tahakkümü normalleştiren bir algıda köşeye kıstırılmışlık halini sürekli yaşayan insanların durumu bir gün muktedirliğin de kapısını çalmaz mı? çaldığında da böylesine sığ, asabiyeti normal adleden bir bakışımla karşılaşmak derdi anlatamamak hüzülendirmeyecek midir? nedir allasen!. saatler, günler, haftalar, aylar takvim yapraklarından üçer beşer tükenirken bir kerecik doğrunun varlığını görmek, çirkefleşmenin karşısında durun artık diyebilmek arşı alaya gönderilen göktürk uydusundan daha kıvançlanılası bir şekil olmayacak mıdır? oldurulmayacak mıdır? idenin önemsenmezliği, fikirlerin başta bölücü ve yapıcı diye ayrıştırılmasının, tek adamlığın, tek adamdan türeyen doğruculuğun bunca yüceltilmesinde durmak yok yola devam eylemi bir hızarın gerçekliğini akla düşürmektedir.

hızar mütemadiyen bu başın üzerinde sallandırılmaya devam edilirken bütün olan biteni bir masal menzilinde gören, vurdumduymazlıkla beraber enikonu içselleştirilen bir vesikayı ne yana koyacağız!. otuz dört canın bir “gece” ansızın, bombalanması, paramparça edilmesinin hesabı bir türlü verilmezken, verilmemekteyken onlara sivil sivil deyip duruyorlar durun bakalım kazın ayağı öyle değil diye sayıklayan yazıklanan, başvezirin hiddetinin bu sıkışık kaldığımız acı ekseninden öteye çıkamayacağımızı yinelemesi düşündürücü değil midir? dövlet katil değildir, seri katildir bunun beyanatı bir hıyanet için değil onca insanın göstere göstere yok! edilmesinin sıradan bir kaza gibi görülmesinin üzüntü verici halini ne yana koymalıyız. vicdanı pas tutanlar için bu bakışımın devamlılığında mı barış gelecek, kalıcı olacaktır. devlet mekanizmasının, ses edenlerin sesleri elbet bir gün er ya da geç had bildirmelere denk getirileceği, hudut devşirmelerin -devlettir gerektiğinde sever gerektiğinde can alır.- menzilinin aralığından ortaya serilenler bir masalın dahilinde yaşamadığımızı alenen ortaya sererken düşünmek ne ara söz konusu edilecektir.gerçekliğin görünmez bilinmezliğini duyumsatmaya gayretkeş olan gazetecilerin halen mahpusluklarının sürdürüldüğü, milletin vekilliğini elde etmiş, seçim kazanmış olmalarına, halktan onay almalarına rağmen aidiyetleri, öncelikleri içimizdeki hainler kontenjanına entegre, sıkış tepiş edilen insanların durumlarının ilave ettiğimizde sonuç ne olacaktır? günyüzü uzakları işaret eden bir menzilin kendisi midir?

ne yana koyacağız siyasi tutsakların, dışarının umursamazlığına karşı görülmüştür damgalı mektuplarıyla hayatlarından kesitleri ulaştırdıkları gerçek yıkımların, tahakkümlerin neler olduğunu işitmek zor mu bu kadar. günlük yevmiyesine 1.1 tl zam ile asgari yaşamın en alt kademesinden hayatı idame ettirme sınavındaki emekçileri yanisi yüzde ellinin ötesini hasılı kelam; pek çoğumuzu ne yana koyacağız. görünen köy artık kılavuza gereksinim duymazken, görmeye uzak olanlar hiç etrafınıza bakıyor musunuz vurgusunu yineleyelim bir uyaran kabilinden. entelijansıyanın muhabbetinin bütün olup bitenler hakkında yüksek yüksek ahkam kesmekten başkasına ilişmemişken, alışmamışkenb hal böyleyken sokağın, avazının, ıssız konulanların seslenişlerinin, yaşamlarına kastedilenlerin nihayetinde fark ettirme çabalarında bunca kabusun varlığı karşısında nihai bir tepkimenin bina edilmesi hangi aralıkta gerçek olacaktır. aşağıda konumlandırılmış olanlar öyle bellenmiş olanlarımız adına bir mücadele yılı daha başlamaya hazır ve nazırken meram elbette dizilir. meram düzenlenir başka vesikalarla, iş o menzildekilerin başlarına getirilenlerin, yaralanmalarını, yaralarını onarabilmekte, muktedirliğe karşı; topluca ses etmekte, devinimi tam ve eksiksiz sağlamakla söz konusu olabilecektir. uyurgezerlikten uyanmamız ancak beraber olduğumuzda bir hakikat olacaktır. hala şüphesi olanların bilgisine…

>>>>>Bildirgeç

Roboskî Yoklaması: Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Reha RUHAVİOĞLU*

Ben Selim Encü’yüm; babasını anne karnında kaybetmiş, yavrusunu anne karnında yetim bırakmış bir yetimim… “Hayat zordur” demişler, böyle bir ölmek daha da zormuş, bu ölümle anladım… Kırk yaşına dört çocukla girecektim, karlar üzerinde kırk parça olsun istemezdim bedenim, ciğerime çektiğim cigaram ciğerimle beraber bir kayanın altında kaldı…

Ben Osman Kaplan’ım; babamın oğluyum, gözü pek, alnı ak… Yoksulluğu ite kaka beş çocuğa bakıyordum… Her bir yaşım bir tesbih tanesi gibi savruldu Roboskî’nin kayalarına, ben böyle ölmemeliydim…

Ben Hüsnü Encü’yüm; tam sekiz yıl hasreti ile kavrulduğum bir evlat müjdesi almıştım. Hayalimde yavrucağımın yüzü, yanımda kardeşimle beraber düştüm toprağa… otuz yıllık ömrümün bakiyesi, yanan bir ceset kokusu…

Ben Nadir Alma’yım; babamdan kalma bir işim vardı, kaçakçıydım, tütün içerdim, mezarıma çiçek ekin…

Ben Mehmed Ali Tosun’um; on bir kardeşin biriyim, beni beyaz kefene sarmayın, beyaz karın üzerinde donarak öldüm, ama siz anama öyle söylemeyin…

Ben Zeydan Encü’yüm; kara toprağın kara bağrına, yanyana yürüdüğü kardeşi Orhan ile yanyana değil parça parça düşen… Şerafettin Encü sayıldım otopsi raporunda, mezarlıkta düzelttiler adımı… Ölüm çemberinden kurtulamadık… Ömür çemberimizi kırdılar… Babam hangimizin acısına yansın şimdi…

Ben Selam Encü’yüm; mühendis olacaktım. 23’üncü yaşıma giremedim, beni bombalayan pilot’un ben yaşında bir oğlu varmış, mühendis olacakmış… bir bahar daha göreydim ne olurdu?!

Ben Seyithan Enç’im; Dağları delemedik, göğsümüzü deldi kara gülleler. Ferhat’la Mecnun’a haber salın. Teknoloji çağı deyip küçümsedikleri zamanda bir genç, sevdiğinin sesini duyabilmek için öldürüldü… Vasiyetimdir: Beni sevdiğimin gamzelerine gömün…

Ben Hamza Encü’yüm; otopsi raporuna “aidiyeti bilinmeyen kol ve bacak” olarak geçtim ben! 80 kiloluk Hamza’sının on kilosuna iki gün sonra kavuşabildi anam! Bedenimin 70 kilosu Roboskî’nin dağına bayırına savruldu. Anam her dağa, her taşa fatiha okumasın da ne yapsın?

Ben Fadıl Encü’yüm; ‘Yüzümün üstüne kaç yüz düştü’ sayamadım, kaç yüz parçaya ayrıldı bedenim… her birimizin kaç parçası kaldı karlar altında… üç gün aradılar beni, vücut parçalarım bulunamadı, birçoğu gibi ben de eksik gömüldüm… Saatim kolumla beraber kayboldu bulursanız kardeşime verin…

Ben Hüseyin Encü’yüm; bacağım yok, kan kaybından öldüm, ruhum santim santim, gram gram çekildi, nasıldı anlatamam size…

Ben Nevzat Encü’yüm; sekiz kardeşin ikincisi, ocağına ateş düşen “otuz dört”lerin bilmem kaçıncısıyım… Benimle beraber yedi kişi eksildi sınıftan… Roboskî, yediveren gibi büyüyen bir kahırdır artık… Yedi kardeşimin isyanını duyuyor musunuz?

Ben Şêrvan Encü’yüm; Şêrvan “aslan avcısı” demek… Sırtıma bir hançer gibi saplandı bomba! Arkadan vuruldum! Şêrvanlar hep böyle mi ölür!?

Ben Cihan Encü’yüm; 15’e girmeden yetim, 18’e ayak basmadan öksüz kalan, 20’sini göremeden toprağa düşen biriyim… Askerin biri “bu son kaçağınız” demişti, sonumuz oldu… Katilim istediği zaman lambayı söndürsün, ben onu karanlığından tanırım!

Ben Adem Ant’ım; nişanlıydım, bu son “kaçakla” Garibe’me bir çift küpe alacaktım. Katırı da emanet almıştım, iki kere mahcup oldum…

Ben Salih Encü’yüm; Anamın gözbebeği yanarak öldü… Herkesin babası buradaydı, bir benim babam yoktu… korkudan olacak unutmuşum, benim babam mayın kurbanı idi, tek ayaklıydı, onca yolu gelemezdi…

Ben Özcan Uysal’ım; amcamın düğününe hazırlanan kızların ellerinde kaldı parlak fistanları… kız  kardeşlerim, zülüfleri yerine gözyaşı dökecekler, yine yas tutmak kalacak bu toprağın analarına, yine yetim çocuklar büyütmek düşecek paylarına…

Ben Şerafettin Encü’yüm; 12’sinde öksüz kalan çocuk 17’sinde toprağa düştü, anasının yanına bir mezar daha kazıldı, domdom kurşunu değil koca bombalar bedenimdeki, yine teke tekte yenilmedik, yine haindi pusu, benim de hikâyem böyle bilinsin…

Ben Cemal Encü’yüm; okulun kantinine olan borcumu ödemek için gitmiştim kaçağa. Babam yanmış elbiselerimden tanımış beni, parçalarımı çuvala koymuş; Ceylan’ın annesi gibi…

Ben Aslan Encü’yüm; çıkmadan anama tembih ettim “kekliklerimi susuz bırakma” diye. Keklikleri sahipsiz, anamı da Aslan’sız bıraktı o koca bombalar. O gece, o beyaz karın koynuna bir Aslan düştü.

Ben Vedat Encü’yüm; üç gün sonra on sekizime girecektim, akan kanım buz kesmiş, ölmüşüm…

Ben Selahattin Encü’yüm; özlemlerimi soğuk toprağın bağrına gömen ve katırıyla ölenlerdenim. sizin hiç çocuğunuz bombalandı mı? Babamınki bombalandı, kahroldu!

Ben Salih Ürek’im; etrafa saçılan ceset parçalarını, katırların sesine karışan insan seslerini, kanı, acıyı, çaresizliği gördüm o gece. Yaralı bir ceylan gibi yüklediler bir katırın sırtına, ambulansların yolu kesilmiş, katır sırtında ölmüşüm…

Ben Yüksel Ürek’im; etlerim kıymaya döndü, katırımın etleriyle karıştı! bir parçam traktör yükü benim! yaşımı biliyor musunuz siz!?

Ben Bilal Encü’yüm; yaşım 16. Bir ailenin umudu, zor bir hayatın kahır dolu sonuyum… “Keşke biraz ölmesem” diyecektim, komadılar! Böyle yazılsın mezar taşıma…

Ben Celal Encü’yüm; Sizin hiç tebessümünüz çalındı mı? Benimkini çaldılar! Şimdi burada tebessümlerimin hırsızı, umutlarımın cellâdı olanlar hesap versin diye gözlerim açık bekliyorum…

Ben Serhat Encü’yüm; Şekerden hayallerim vardı benim, bombaladılar! Annem güvercininin acısını dindirecek merhem bulamaz, sorarsa siz ona şöyle deyin: O güzel insanlar, o güzel katırlarla gittiler, dönmediler…

Ben Mahsun Encü’yüm; sabaha çıkamadım, kardeşimi doktora götüremedim, doktorda olan babamın eve dönüp dönmediğini öğrenemedim. Artık büyüyemeyecek, evlenemeyecek, çocuk sevemeyecek, takım tutamayacak, ağlayamayacak, gülemeyecek, aşık olamayacağım.

Ben Savaş Encü’yüm; 14’ünde toprağa düşmüş bir fidanım… Ben doğmadan ömrüm kadar sürmüş ölüm yarışı, ömrümce de sürdü, ma êdî ne bes e!

Ben Orhan Encü’yüm; ak yeleli bir tay sırtladı beni, cennete uçurdu… Ben gittim, düşlerim kalacak bir ceviz ağacının kıyısında… Ağabeyim Zeydan ile artık ‘bir gömüyüz biz, bulutların altında…’

Ben Erkan Encü’yüm; ömrümün 13 senesini yaşadım, ‘üstü kalsın’ deyip ayrıldım aranızdan, ‘asker görürsen korkma’ dedi annem, bomba düştü, çok korktum… Bilmek ürkütüyor biliyorum, ama gene de söyleyin; kapanır mı bombanın açtığı yara çocuklarda?

Ben Şivan Encü’yüm; Şivan Perwer’in “Helepçe”sinde bir “ax hawar! hawar! hawar!” var ya o benim işte…

Ben Bedran Encü’yüm; yırtık elbiselerimin cebinden bir kek çıkmış, acıkırsam yiyecektim. Gövdemin sağ üst parçasını bulmuş babam, bacaklarım “kök saldı” toprağa,  “kökümüzü kurutamasınlar” diye…

Ben Muhammet Encü’yüm; “otuz dört kaçakçı” idik biz… Şimdi siz, “Otuz üç kurşun”un yanına “otuz dört kaçakçı”yı da yazın, üç’ler yedi’ler kırk’lara ‘otuz dörd’ü ekleyin ve unutmayın…

Ben tam 365 gündür Reha Ruhavioğlu Encü’yüm; şairin dediğini diyorum:

“katır sırtında taşınan ölüler /
unutursam kalbim kurusun!”

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Aslında gözümüzün önündekilerin, her ne ediliyorsa belirli bir doğrultuda hakikatin eğilip bükülmesi bugünlerin en büyük gerçekliği savını derinleştirmektedir. Yalnızlaştırıldıkça derdin önemini değil kopan tantananın kısa sürede unutturulması üstü ve yan unsurlarıyla beraber ele alındığı bir zamanelik hasıl olmaktadır. Meram bunun için değerlidir. Reha RUHAVİOĞLU imzasıyla Aşağıdan sitesinde yayınlanmış olan Roboskî Yoklaması, denk getirilenlerin yanında bilmediklerimizi, unuttuğumuzu yeniden öneren bir vesikayı tanımlandırmaktadır. Orada 28.12.2011’de yarıda konulan hayatların seslenişleri hepimize bir kalk borusudur aslında.. Kimin gözünde her ne isek onun göreceliliğini sorgulatan bir yetkinlikle beraber. RUHAVİOĞLU ve Aşağıdan ekibinin anlayışlarına binaen metni sayfamıza alıntılıyoruz….

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Belgesel: Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim – Ümit KIVANÇ
Tragic Turkish Bombing Still Unresolved – Joe PARKINSON via WSJ
Türkiye: Hava Saldırısı Kurbanlarına Adalet Yok – İnsan Hakları İzleme Komitesi
Roboskî Yoklaması: Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Reha RUHAVİOĞLU – Aşağıdan
Kervan – Deniz GEZGİN – Agos_Şapgir
Roboski – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Roboski’nin Direnişi Erdoğan’ı Yargılayacak! – Hamide AKBAYIR – ANF
Utanç, Yas Tutma, Adalet: Roboski Katliamı – Kaçakkova – Mutlak Töz
TMMOB-DİSK-KESK-TTB: “Roboski Katliamının Sorumluları Hesap Vermelidir” – Politeknik
Devlete “Adam Öldürdüm” Dedirtemezsiniz, Bu Ülkede.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Bir Türk’ün Gözünden: Uludere’nin Bir Yılı – Erkan BAYIR – Aşağıdan
Devlet Bize Ölümden Öte Bir Şey Göstermedi – Gözde TÜZER – Evrensel
Türklerin Roboskisi ve Devlet Anlayışları – Zübeyir ŞİVAN – Hürbakış
Roboski’nin Katili Erdoğan, Yeni ‘Angajmana’ Gerek Yok – Baki GÜL – ANF
Katliamın Yıldönümünde Roboski’de – İMC
Tüzel: Suçlular Susuyor – Evrensel
Roboskî, Maraş Katliamı ve AKP İktidarı – Sultan OĞRAŞ – Özgür Gündem
Rapor Belli Oldu, Katliam Aklanacak – Emek Dünyası
Safları Sıklaştırmayın Büyükler – Demiray ORAL – DYH
Yatıp Kalkıp Roboski Demek – Sendika.org
Uludere Neler Yaşandı? – Atilla GÜNER – Rusya’nın Sesi
Herkes Evladını Sever – Mehveş EVİN – ME’s Blog
Yeni’sini At, Elde Kaldı Yıllar – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
13 Yıl Önce Bugün: “Faili Meşhur” Bir Ölüm – Yurtsuz
15 Yıldır Kayıp – A. Vahap HARAN – Mustafa Emrah SÜER – DİHA – Yüksekova Haber
Polisin Gaz Bombası 11 Yaşındaki Bir Çocuğu Ağır Yaraladı – Muhalefet
Beşikçi: Son 30 Yılda Kürtleri Herkes Tanıdı – Hürbakış
Bu Dava Bitmedi!.. – Vahap COŞKUN – DYH
Kürt Sorunu Bağlamında Bazı Anayasal Tartışmalar (I) – Murat SEVİNÇ – Bianet
Sultandağı’nda Kürtlerin Ev ve İşyerlerine Saldırı – ANF – Özgür Gündem
Açlık Grevleri Sürecinde Sendikalar Üzerine – Hasan ALİ – Muhalefet
Kar Üstünde Bir Çift Terlik – Sarphan UZUNOĞLU – Akşam
Beş Silahlı Polis Kovalıyor – İMC
ODTÜ Yalnız Değildir – Özgür MUMCU – Radikal
ODTÜ, Şimdi, Sonra… – Onur ÖZGEN – Red Gençlik
ODTÜ Sefer-i Hümayunundan Viyana Bozgunu Çıkar Mı? – Foti BENLİSOY – FB’s Blog
Galatasaray Üniversitesi Akademisyenleri: ODTÜ’lü Akademisyenlerin ve Öğrencilerin Yanında Yer Almak Bir Sorumluluktur – Başka Haber
ODTÜ’de Polisin Öğrencilere Nişan Alma Görüntüleri! – Kollektifler.net
“Polisin Kurduğu Pusuda Darp Edildim, Orantısız Güç Demek Basit Kalıyor” – Doğu EROĞLU – Türkiye’den Şiddet Hikayeleri
Ankara’da Polisin Öğrenci Avı Devam Ediyor: Başbakan’a Mektup İletmek Terör Suçu – soL
İktidarın Rektörleri – Onur EREM – OE’s Blog
İki Haftalık Öğrenci Mücadelesinin Bir Bilançosu – İbrahim Q – Servet Düşmanı
Julius Oppenheimer ODTÜ’lü Müydü Hocam? – Mustafa ÖZCAN – Sol Defter
Sabahattin Zaim: Şaka Kaka Olmasın – Foti BENLİSOY – FB’s Blog
ODTÜ’yü Kınayan Öğrenci Konseyi Başkanı Yolunu Bulmuş! – soL
YÖK Yasasına Karşı Üniversite Kürsüsü – Dosya – Sendika.org
Şey Anayasacılığı! – Murat SEVİNÇ – Radikal 2
Derin Devlet Efsanesi – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Kuvvetler Ayrılığı ‘Hır Gürü’nün Sebebi İki Hastane – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Kuvvetler Ayrılığı Tartışması ve AKP Hegemonyası – Harun YILMAZ – Militan
Siyasi Tartışma Programları Demokrasiyi Nasıl Sömürür? – Defne ÖZONUR – Muhalefet
İMO: “1948 Karayolu Programından, 2012 Köprü ve Otoyolların Özeleştirilmesine” – Politeknik
Hikayesini Yazamayan Kadın – Gözde ÖNDER – Solukbeniz
Asabi Bello’yu Sahipsizlik Öldürdü – Zeynep KURAY – ANF
2012’nin Sınıfsal Bilançosu – Mustafa SÖNMEZ – Muhalefet
Şantiyede Ölen İşçilerin Ailelerine Bir Miktar Para Verildi, ‘Tüm Haklarından Vazgeçtiklerine’ Dair Sözleşme İmzalatıldı – Umay AKTAŞ SALMAN – Radikal / Başka Haber
İşçiyiz ve Haklılığımızla Mücadele Ediyoruz! – Halkın Sesi
Asgari Ücret Net 700 Lira Oldu – Sol Defter
34 Senedir Asgari Ücret Artmıyor! – Muhalefet
Sanat Değil Utanç Gecesi! – Ayşe GÜVEN – Onur ÖZTÜRK – Evrensel
Kış Güneşi – Karin KARAKAŞLI – Agos_Şapgir
Asgari Düşünce – Kemal YILMAZ – Sendika.org
Gerçeğin Kalbi “Tepenin Ardında”! – Büşra ERSANLI – Bianet
roboski katliamı “hayvan”ların işi degildir… – Marxist Öküz – Öküz Komünü
Transiktidar ve Transseksüel – Mahsum ÇİÇEK – Birikim
Ermenistan Başbakanı: “Suriyeli Ermeniler Zor Durumda” – Amerika’nın Sesi
Üç Farklı Ses: Suriyeli Muhaliflerle Röportaj – Betül Dilan GENÇ – Marksist
ABD ‘Mali Uçurum’un Kenarında – Rusya’nın Sesi
Naomi Klein: “İklim Değişikliği Zamanımızın İnsan Hakları Mücadelesidir ve Sadece Çevrecilere Bırakılamayacak Kadar Önemlidir” – Yeşil Gazete
Gelmekte Olan Ortaklık / Tienanmen* – Potlaç
Gelmekte Olan Ortaklık / Sınıfsız – Oğuzcan ÖNVER – Aşağıdan
1071 Nesli ve Mustafa Kemal’in Yurttaşları – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Tren Yolu – Bülent USTA – Birgün
Okuyamamak – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Direnç ve Umut – Zülâl KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
Eleştirel Psikoloji ve Toplumsal Mücadeleler Üzerine: Dennis Fox – Özlem ARKUN – Meydan
“Kötü Tohum Olmaktan Sıkıldım” – Osman KAYTAZOĞLU – Sanatatak

Stable Mechanism Official via Escala
Stable Mechanism Artist Page via Soundcloud
Stable Mechanism – Approaches To Understanding Nothing Album Informative via Platforma-LTW
ASC Official
Ulrich Schnauss Official
ASC w. Ulrich Schnauss-77 EP Informative via Surus
Sam KDC Official via Twitter
Sam KDC Artist Page via Soundcloud
Sam KDC – Synesthesia EP via Veil’ Tumblr
Amen Ra & Vibezin via Boiler Room
Amen Ra / Scene Selection: Keysound Recordings By Seb WHEELER via Mixmag
Amen Ra / LHF – Keepers Of The Light Album Critic By George BASS via Drowned In Sound
Tunnidge Official
Tunnidge Artist Page via Soundcloud
Tunnidge Interview By Laura CHARALAMBOUS via Knowledge Magazine
Kryptic Minds Official
Kryptic Minds Artist Page via Soundcloud
Kryptic Minds – The Divide / Rule Of Language Critic By Alexander THOMAS via Skanktfo

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
1st April – Typewriter Keys By *superhoop* via Flickr

>>>>>Poemé
Yüz Yıllık Yalnızlık… – Ömer Faruk HATİPOĞLU*

Roboskiler için…

I
bir çocuk bedene kırk uçak kaldırırlar
sabî bedene bir filo uçak       
öldürmeye arş-ı alâda gözler
kaldırmaya katırlar
elin bir ayağını biçmesi gibi
bu toprağın dişinden kalkar uçaklar   
vurur bu toprağın dilini
şehrinden bombalanır köylü çocuklar
bomba bir şehri yıkacak kadar
ölü duyar ölür taş duyar
dünya en fazla şöyle bir
şöyle bir yan değiştirir
her çığlık dehaka müsekkin
dehaka beyin her çocuk
mayına basmaya korkarken
kazan’la çiğnenen çocuk
bir sabî bedenden kırk uçak
döner taş yemeden muzaffer
mağlup cesetler geride
parçalanmış yalnızlık
haşa tanrı uykuda gibi
tekmil tanrılar uyanık
katırlar var yalnızlığa
katırlar katırlar sırtındaki
odun değil insan
canlı değil ölüsü
zulm ölümle bitmiyor
ey siniri nasırlılar
zulmün en dişlisi
bir ölüye işkence
ve gidenleri asıl götüren
yüzün avuç avuç körlenmesi
zalimleri görünce

II
önce sınır konulduydu aramıza
aramıza yumak tuzak
toprağın alnına saplanan nacak
enine boyuna saplanan
dağlar dağlılar kadar sınır
dört kez geçirildi her boyuna
eğilsin diye bir kolay
boyuna eğilsin diye
sonra tarla tarla mayın ekimi
an’lar boyu nemrut surlar
yakar ta ötede ibrahimi
devletin resmî dili silahtır
jandarma göçer aşiret
şirret kuşatmalarda sekerat
salt nefesi kalmış hayat
soluk, soluk siyahtır
toptancıdır buralarda azrail
yangınlarda kibrit gibi bir yalnız
bedeni soğurken hiç yalnız değil
salâsı salâlara karışır
musallası boşalmaz
öncesi sonrası fırtına talaz
fırtına talazda sis
sis kısık göz koca kulaklı
civadan buharlaşmış
kurşun kanatlı
gölge demektir kanat
girsen altına pençe
çıksan keklik ötüşlü ihanet
döldaşmış akbaba serçe
ah ihanet dağ’ı yar’a çevirme
gökten çevirme hattı               
yalnızlığı bilmez                       
her asiye bir hain
her enseye bir karartı
arkalı mazlumun sırtı
dişti tırnaktı hançer
şer yalnız koymadı
inkâr zihne çakılı ekser
ağza dil damaktı
çığ bombalar düştükçe coğrafyaya
çok ses kaldı altında
çok dünya
ses dilde ceset zaten
sessizlik ateşe yağan kar
hem ölüye kefen
kefen çok görülür bazen
bazen kömür tendendir
karşıcı yangınlar var
yangınlar çekirge sürüsü
köylerde mukim yangınlar
gezer mezrayı sıçrar ormana
dağa dal civana
sürü sürü boş bakış yok mu
benzin körük yangına

III
hayat yollar dolusu demir parmaklık
uygun adım geçirildi içinden bir halk
duvarlar duvarlar ruhlara
çıkılmış duvarlar geçti bedenden
taş mı can hayır taş ocağı
dağıttığı dinamit
bahane yalnız bırakmadı
dönek amalar
yamayı eskilerle yamar amalar
bu kumaş yanlış dikişlerle çürük
devlet nehri bu kumaşı akıtır
kızıl akar öteki tene eğreti kürk
tenleşir kürk ve altını boşaltır
al işte beyaz kimlik giyersen
bolca kimlik onura dar
al işte
yanlış mıydı uzanan el geçmişte
el uzak misafire açılan kucak
bu toprak bereketli bu toprak
ve bencile mahsus yalnızlık
diye omuz verildiydi yer yatak
niye el kapısı oldu ev sahibine
derken çınarı yerinden yolmak
yolmak sürgüne
şimdi kapıda nöbetçi fail-i meçhûl
malûm dünün mirası
her sokak bir cinayete çıkan yol
kırk uçlu ipe bağlı her katil
dil budar paslı devlet makası
tarihle bağ keser
yerine mezra başı karakol
ve her sivile hapishane

IV
arsız bir tekrardır uludere
roboski zalim kere tekrar
dağlarda sınır dışı çocuklar
dağlar sınır dışıdır
tepede kılavuz ‘neron’lar
negatife bilmem kaç uçak
kaçak gezinin resmine
önce flaşlar patlayacak
sonra…
sonrası çığdan sonrası
sessizlik yalnız koymaz dedikti
kimsesizliğin hası
yüz yıldır yalnız değil bu halk
cehennemler cellatlar içinde
içinde cehennemi celladı
aşk da öyle kalabalık
bu halk ateşine aşık
hem ipine aşık bu halk
ah be yüz yıllık yalnızlık
yüz yıllık kalabalık ah

V
cehennemden sıyrıldı ya bir çocuk
umuda yeniden giriş cennete yol
yolda daha çok cehennem varmış
olsun yok umutsuzluk
ölüm var olacak
umuda ölüm yok      
her omzuna bir bomba düştü
düştü diz çökmedi bir çocuk

kaynakça: özgür gündem

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)
Deuss Ex Machina # 426 (19.11.2012)
Deuss Ex Machina # 427 (26.11.2012)
Deuss Ex Machina # 428 (03.12.2012)
Deuss Ex Machina # 429 (10.12.2012)
Deuss Ex Machina # 430 (17.12.2012)

Deuss Ex Machina # 426 – lever vi i eventyrland

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_426_–_lever vi i eventyrland

19 Kasım 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
0a1.Namlook – Canned Love (Fax +49-69/450464)
0b2.Pete Namlook & Lorenzo Montanà – Laybyrinth • Path IV (Fax +49-69/450464)
0c3.Fax – 1,000 Noches (SEM Label)
0d4.Fax – Supernatural (SEM Label)
0x5.Philip Glass & Jóhann Jóhannsson – Protest (The Kora Records)
0e6.Philip Glass & Memory Tapes – Floe ’87 (The Kora Records)
0f7.Kiasmos – Wrecked (Erased Tapes Records)
0g8.Kiasmos – Thrown (Erased Tapes Records)
0n9.Yagya – Tears Will Fall (Feat. Ellen Kristjánsdóttir) (Klik Records)
1n0.Yagya – Drowned in Dreams (feat. Elisabet Eyþórs) (Klik Records)
1h1.Stumbleine – Cassette (Hija De Colombia)
1j2.Stumbleine – Try To Remember Me (Hija De Colombia)

lever vi i eventyrland
(426)

kesintisiz bir saiğin içerisinde, handiyse ara vermeksizin hiç dur durak bilmeden bir şeyleri anlatabilmektir payımıza düştüğünü bellediğimiz. anlatabilmekten çok göstere göstere, davullu zurnalı ortalık yerde olanı biteni tanımlandırabilmek çabasıdır derdine düştüğümüz. dert ortağı olduğumuz. bu sathı mahalin kolaylamasının yaşam değil ölüm vesair edimlerle, her dem olumsuzluğu yücelttiği, yükselttiği bir zaman mevhumu içerisinde ayakta kalabilmenin belki de öteki adı olanı anlatabilmek. çok şey duyuyoruz, çok şey işitiyoruz, çok şey bildiğimizi sandığımız anda nasıl hiçbir şeyden haberdar olmadığımızı belliyoruz bir kere daha. bir kere daha muğlaklığın, üzeri çizilmesinin hala kolay olduğunu bellediğimiz şeylerin nasıl paldır küldür bu sahnede, kadrajda bir o yana bir bu yana çekiştirildiğini görüyoruz. bellediğimiz, anlatmaya çalıştığımız hemen hiç kolay olmayan şeylerin bunca hakir görülmesinin karşısında belki, bir ihtimal seslendirerek, ses ederek onlardan canımızın, canlarımızın ne kadar yakıldığını idrak ettirebilmektir. meram. can yakmanın müspet olanı tanımlandırma çabası ile muktedirin el kitabındaki korunaklı yerinin, başımıza açmaya devam ettirdiklerini işttirebilmektir tüm bu bulmacamsı görünümün. görüntüler akıyor, zihinlere yazı akarlardan bir şeyler söylenceler, değiniler vs. hatırda bıraktırılacak bir biçimde özenle işleniyor.

devlet erkanının dünyanın tüm sorunlarına! yetişebilmiş halleri ve özgüvenleriyle, sanki buranın sorunu hakikaten tükenmiş gibi bir oraya bir de buraya yetişmesinin yanında hemen hiç bahislerini açmaya tenezzül etmediklerinin duyumsandığı bir grilik gri iklimin kendisidir dillendirmeye gayretkeşliğimiz. sathı mahal bu, ahval de hallice, yol dersen pek kalmadı, izan şimdi tükendi, vicdan paratoneri çemkirmekten öte başka bir amaca yaramıyor. sorun mu yok be gülüm herşey güllük gülistanlık falan fişmekan. elimizi neye atarsak onu da kendimizin bilincinde yer edinmiş olana göre çevirip, dönüştürmeye alışkanlık, bağışıklığımız olduğu için ne o öyle ne bu böyle diye uzayıp gidiyor. sorun mu mesel mi dert mi bütün bunlar o hırgür içerisinde duyumsanmaya hiç zahmet edilmeyenlerin dört duvarlarının arasında baş köşeliğini korumaya devam ediyor. görüyor musunuz? nicesinde ders aldığımızı varsayanların bunca hezimetin topyekün günün getirdikleri bunlar diyerek önümüze sundukları portrenin kendisi can sıkmaya devam ederken bir tabii ki insancıl olana sıra gelmiyor. gelmeyecek de sayelerinde. dünün kesintisiz tahakkümü ile hesaplaşıyoruz görünürken bugün aşılmazını bina edebilmek, yükseltebilmek için bir araya gelenlerin oluşturdukları yeni takısına sahip ülke profiline sadece göz ucuyla bakıldığında sanırız ne demek istediğimiz daha net bir biçimde anlamına kavuşacaktır.

kolay kolay sindirilemeyecek şeylerin bir gümbürtü, bir telaşe içerisinde yaptık oldular ile nihayetlendirilmesi çabası basbayağı birilerinin bizlerle kafa bulduğunu yinelemektedir. görüyor musunuz? sorguların tüm vakitliliğine karşın hala sırası gelmedi söylenceliğinin hepimizi bir muammadan bir diğerine taşıdığı belirgindir. muammalar cehennemi. yok o değil yok bu değil yok bunlar da değil, bunlar bizlerin görmek istediği hiç değil şöyle gak guk diyemeyen, ağız tadıyla gaz yemeyen, cop yemeyen, ağzı burnu kırılmayan, sinkafın yerini hiddetin bilakis beteri olan bir türk neye bedeldir sorgusunun karşılığı olan cevvaliyet ile ‘kutsal’ olarak simgelenen linç etmelere kapısı aralık tutulan cerahatli bir bakışımın tam karşılığına den düşürülebilecek bir simyadır beklentilenen. dört elle sarılıp durulan. her yerde sergilenmeye doyulmayan. hiddetliliği kutsal bir vazife gibi çıkarsayışın, tek bir söze bayağı bildiğiniz bir ömür biçilen, tek bir hamleye bunlar kimlerin oyuncağı biliyoruz bizlerin en usturuplu ton olarak yankılandığı karşılığını bulduğu bir evrenin eksik gediği olmayan karşılığını bulabilmektir anlatmaya çabalandığımız. görünenin bilakis eksiğinin gediğinin nasıl önemsiz bir detaymış gibi değerlendirildiği hep bu statükocuların işleri diye kestirilip atılanların aslında, basbayağı bir devamlılık süreci dahilinde belirli açılardan insanlığı sonlandıracak, demokrasi mevhumunu boşaltacak, düşünmeyi olanaksız kıldıracak bir çabalanımlar kümelemesinden mürekkep olduğunu aralık vermeden tekrar ettirmektedir. görüyor musunuz?

şiddete meyyalliğin düpedüz bir hüsnü kuruntu olarak geçiştirildiği bu sathın muktedir dünyasında ol teferruatların nelere yol açtığından dem vurabilmek bayağı bir dert sahibi olunmasının anahtarıdır. belirginleştiricisidir. resmin eğriliğini bir kenara koyduğunuzda, kahkahalarla geçiştirilen idris naim şahin vakasını göz ardı ettiğinizde, akitiyle, sözcüsüyle, hürriyeti, netevesi yerelleşmiş sieneniyle, başvezirinden başlayıp yurdun cendereci başılarına bu kadar hevesli diğer emir erlerine kadar kesintisiz bir hiyerarşik düzlem içerisinde karşılaştıklarımızın ederi ve toplamıdır şimdilerin bu sığ bulmacasından yansımaya çabalandığımız. sığlık bir durağanlık, olağanlık dahilinden değil neredeyse güvercin tedirginliğini yaşamadığımız anın bırakılmadığı, o karşılaşmanın ilk dillendiricisi olan hrant dink’in değinisinde bahsedildiği gibi yaşayıp gitmenin bile handiyse imkansız kılınmaya çabalanıldığı bir sathı tarif etmek gayretidir. kendiliğimiz, benliğimiz, vicdanlarımız nasıl basbayağı piyasa malı haline dönüştürülerek bunca kolay bir biçimde kalıplara sokularak, kah kahkaha kah hizaya çekmek için aba altından sopalar ve söylemlerle beraber sürünün dahilinde tutulduğumuz tek bir anlığına bile fark edildiğinde eminiz meram dahilinde denkleştirmek istediklerimiz fakatsız, amasız sonuca bağlanacaktır.

yurt dediğinin basbayağı belirli normlara uygun olarak yaşam sürenlerin, ses etmezlikleriyle donatılmış, oy zamanı oyunu verip kenara çekilenlerden mülhem bir kurgu-masal olduğu yanılgısı epey zaman önce boşa çıkmıştı. kah darbeler, kah darbe kadar beter tahakküm evreleriyle beraber. kah dört duvarın arasında kalacağından dem vurulup, o dört duvarın içine hapsedilmiş gerçekliğin ağır yüklenişi tahakkümler, işkenceler ve daha fazlasının bilindikliğiyle beraber. kah ahmet mi mehmet mi bilinmez nereden bilecekler kar’şim pozlamasıyla, kin tutmaz görünüp de basbayağı ayrımcılığın kralını sergilendiği demeçlerin yansısında otuz dörtlerin katliyle beraber. kah bastığın yeri toprak deyip geçme vecizini ortaya çıkartmış bir ahvalin yurdunda, tam da değiyi tam ve eksiksiz donatan kemiklerin fışkırdığı, tarihi eser bunlar diyerek hangi hayatların sonlandırıldığının bilindikliğinin ifşaasıyla beraber. bu kadar da değildir de üstelik demokrasinin çehresi, çerçevesi böyle “ileri” kavmine ulaşmış, o eşiği aşmışken halen darbelerle yüzleşme komisyonlarında bülbül gibi şakıyanların, afedersiz ne idüğü belirsiz bellediklerine karşı yaptıklarına karşı gıyaben de, yüzüne bakarken de söylemek konusunda çekinmedikleri kibirli tavırlarının aynalamasıyla beraber.

kentsel dönüşüm diye rantsal bölüşüm diyerek zihniyeti mundar edilenlerin yaşam alanlarını daha da içinden çıkılmayacak açık cezaevleri kalıtı haline dönüştürülürken cümbür cemaat. sulhun ne demek olduğunu bildiğini varsayanların bizahati sulhü lağvedip noksansız, eksiksiz bir tatavlaya tutunarak buraya günyüzü göstermeyeceklerini yineleyebilmeleri ile beraber. dönüp dolaşalım, sonuca ulaşalım. bilindikliği üzerinden şekillendirilmeye doyulmayan tahakkümperver siyaset sahnesinin getirdikleri her bir anımızda yarıda bırakılmışlığımızı, derinlerine kadar nüfuz etmiş olan yaralarımızın her ne hallere konulduğunu ifşaa etmektedir. böyleyken böyledir. diyalog yanlısıyız biz diyerek, balkondan her önüne geçenle kucaklaşıp onların da başveziri olacağından dem vuran erk, muktedir ve iktidarın, onlarla beraber yönlendirmelerine maruz kalan ona göre kararlar biçen, alan, sonuç olarak bunu yiyeceksiniz diyerek sunanların yargılarının, adaletlerinin, hakkaniyetlerinin, bizahati gerçek dediğimiz ile aramızda ne kadar mesafe konulduğunu anlaşılır kılmaktadır. gerçek başka şeyleri sufle ederken, bunca hezimet müsameresinde “cehennemi” tasvirlerin eksik konulmazlığı hepimizi yutacak bir kara deliği, karanlık kuyuyu metafordan çıkartıp hakiki kılmaktadır. hakikat haline dönüştürmektedir.

yergilerden, sövgülerden, belaltı vuruşlardan, kimlerce fonlandığımız vurgusundan, şundan bundan kısacası kafayı kuma gömmek için mazeret üretmekten, ona sığınmaktan, boşa lafı eveleyip geveleyenlere karşı illalllah deme çabasına düşmeden bu hallerden kurtulamayacağımız kör kuyuya mahkumiyetimizin sonlanmayacak bir sonuç olduğu tekrar edilesidir. bilinesidir. kakofoni ahvalin şimdisinde güleç yüzlü seremoniler sergilemeye doymazken, hiç değilse elimizde kalan o son fırsatları, uyanma şansını kaybetmeyelim diye zihiniyeti dökümleyelim bir kere daha. belki bir duyan daha olur diyerek, umut ederek. harikalar diyarının kusursuz mükemmeliyetçiliğini, göz önüne çıkabilecek tüm kusurların törpülendiği gizlendiği yerli yersiz vavelyalar kopartmak yerine güllük gülistanlık hayhulasında kaybolunup gidilmesini salık veren, bir tek bunu denkleştiren bir imgelem olarak bugünleri tanımlandırmaya yardımcı olarak ele alabiliriz. okuyabiliriz. cerahatin o keskin kokusu her yanımızda biriktirilen irinin yoğunluğu, biz dedik oldu yanılsamasının şaha kaldırdığı ütopya da neymiş hakikattir bu hakikat diye dört nala koşturulan bir mesude mesirlik olarak nakşedilendir, harikalar diyarı. bir örnekleştirildikçe tektipleştirilen, sessizleşen, yekpareleştikçe ötekisinin seslenişini duyumsamayan önemsemeyip bir vur patlasın çal oynasın halinin bizahati turnusolüdür o ahvalden gözüken. görebilmemize bile rica minnet müsammaha gösterilen.

sadece biat edip yeterince sebatkar kalabildiğimizle orantılı bir biçimde suskunlaşma katarının en ön koltukları için mücadele edebildikçe aralıksız yerimizin açılıp ayrılacağı  muştulanan harikalar diyarı. topyekün ağrılarımız, yaralarımız bunca çoğaltılmışsa da ne önemi var gülüp geçiyoruz işte allasen güdüklüğüne tutunulan tutumların sergilendiği, tasvip edilip “akil” olan budur diyerek tescillendiği bir lamekan bu harikalar diyarı. korkutmaktan gayrısını bahşetmeyen hemen hemen hiçbir fikre zikre buluşmayı düşündürmeyen, dokunmayı teşebbüs etmeyi, doğru diye belletilmiş kimi eğrilerin her şart ve koşul altında onlara karşı ses edişi, kalem oynatışı, dil döküşü hunharca aşağılayan alaşağı etmeye çabalayan müktedir dünyasının paraleline yerleştirilebilecek öyle de okunabilecek bir sahanlığın kendisi olandır harikalar diyarı!. insan eliyle kotarılandır. adı üzerinde sorunsuzluğun, yarasız beresizliğin, pir-u paklığın cenahı diye kestirilip atılan harikalar diyarı. reklamı, duyumu böyle simgeleştirilmeye çalışılması bir yana da o panonun, dört taraflı korunaklılığın yamacı olanlar atfedilenler gibi değildir. olmamıştır, oldurulmamıştır. o ilan panosunun etrafında bunca sessizliğe gömülü bunca arsızca kulakların tıkalı olmasına epey hallice bir kısmımızı ilgilendiren sorunlar yatmaktadır.

sorgusuzluğun ikliminde sorumluların sıra savmalarının başımıza hangi işleri açmaya devam ettiğini haberdar eyleyen bir diyarın varlığıdır aslolan yaşatmamak adına direten, uğraşan linç güruhlarının koltuklarını kabartan, yücelten, belleğe dank edenleri bile isteye önemsiz şeyler kategorisinde yaftalamayı amaç edinen, ona bu buna şu derken kırılan fayların derinliğini kat be kat arttıran, özgürlük, demokrasi ve adaletin, eşit olmanın, makule varmanın imkansızlığı, olanaksızlığından dem vurulan bir simya ortaya çıkandır. çıkartılandır. akil olanın, vicdandan türetilebilen, vicdanlı olmakla alakadar bir bakış açısı ile sağlanabilirliği söz konusuyken hala mış ve muş’larla beraber kocaman acabaların, fakatların dokundurtmayız o ‘kırmızı çizgilerimize’ inadının yansımaları günyüzü bulmaktadır. masalsı harikalar diyarının yanı düpedüz şantiyedir her gün başka bir yeri ameliyata alınan, müdahalede bulunulan, özensizce yıkımına önayak olunan, silen ve sildiren sindirdikçe tek renge kapkaranlığa mahkum  kılan bir yapılandırma sahası. tekmili birden fecaatsal dönüşüm!.topyekün düşünselliğe kast eden bir dövüşüm. gayretinin başka bir evresine ev sahipliği yapan. dönüşüm biteviye yerginin, algıya yerleşmiş köhne v izbeliğin, vurdumduymazlığın karşısında daha iyi daha iyisini reçete eder.

çalakalem yahutta üstü kapalı bir biçimde değil doğulardan düzenlenilmesi ivedi olan sorun yumağının kördüğümlerinden birisini veya fazlası söz konusuysa eğer aşılması, çözümlenmesi için teşvik eder kitleleri. eğreltiliğin günün süsü kıvamında değerlendirildiği bu cenahta ise her durumda ikilemler polemikler monologlar tahakküm ve dayatımların tam karşılığıdır dönüşüm. harikalar diyarında güllük gülistanlık yaşayıp giderken nereden çıktı bu hinlikler, acılardan kuvvet alan ayrıştırmalar, bildiğiniz ötekileştirmelerin yansısını tanımlandıran tümceler ve vavelyalar gazze’nin başına getirilmişlerin, kıyamların ve tahakkümü sağlama almak adına savaşımın bir benzeri bu yurdun güncelindeyken, roboski gibi üç yüz altmış beş güne yaklaşan bir devletin katillik vesikası ortalıkta, ortadayken halen hesabı verilmemişken, hala uğraş didiş sümenaltı etme gayreti meydandayken olan biten avaz avaz insanlık hakkı hukuku diye söyleme tutunulmasıdır dönüşümün kendisi. evresine denk gelen. oradaki acıysa buradaki necidir diye sormak bir yana bunu politik bir dolgu malzemesi olarak kullananların ellerinde koz ettirilendir otuz dört can. (bilgi notu: istisnalar devre dışıdır bu ahkamda). kolay yoldan, karikatürize edilerek günlük söylenceliğin hazımsız çıkarsamalarına peşkeş çekilerek olur olmadık zamanlarda sorun mu sorun morun yoktur kıssasına denk düşürülerek, yolun şaşırtılarak yahut tersi merkepliğin azami etkisini gözardı etmek söz konusu değildir.

buradaki bahis orada ya da burada kıyaslaması değil hakkaniyetin işlevselliğinin nasıl manipüle edilip, çekiştirildiği kartların ikili oynamaya açık tutulduğu yinelenesidir on üç yaşındaki uğur’un katledilmesi neyse on biri’ndeki faris’in kıyamının gösterile gösterile icrası neyse, otuz dörtlerin bir gece ansızın ahmet mi mehmet midir anlamayacak olanlarca, bütün bu kadük bakışıma sahip çıkılarak ölümlerine bilakis sebebiyet veriliyorsa, açlık grevinden geçmiş siyasi tutsakların haklarında henüz iddianame bile bulunmayanları da dahil terörist yaftası mıhlanıp, linçlerine koşa koşa teşebbüs ve teşvik ediliyorsa, kocaman bir on iki eylül gerçekliği ile yüzleşmeyi zor zahmet iki yatalak darbecinin istemsizce demeçlerindeki vardır yokturlarla nihayete erdirme çabası sergileniyorsa, bütün bu denklem sathı dahilindeki duyarlılığın nasıl yönlendirildiği az çok ortaya serilecektir. istanbul üniversitesi’ndeki protesto eylemi gerçekleştiren gençlerin üzerlerine kimyasal madde kullanımının, her hakkaniyet için çabalayanlara bu devleti alinin sizlere şükran nişanesi diye takdim edilen hınç almaların bildiğiniz düzayak kılındığı bilinesidir. farkına erilesidir. yaşadığımız güncelliği gerçekten içinden çıkılamaz, baş edilemez, karşı gelinemez, tek bir söz dahi söylenemez mevzubahis dahi eylenemez kılan idris naim şahin gibilerin gensoru önerisi görüşmelerindeki attıkları kahkahalarda gizlidir.

o kahkahalar sırasında vuku bulanın, tezatlıkların alelacele, paldır küldür izole edilip bu sathı mahalin gerçekliğinin üzerine ölü toprağı serpilmesi çabasıdır meydana gelen. hiddet bu yanda boyuna filizlendirilip serpiştirilirken bu harikalar diyarında yaşayabilmenin her dem mutlak bir kayıtsızlıktan geçtiği yinelenmektedir. kayıtsız kalabildikçe, ana akım muktedirliği, payandaları, muhalefeti, basını, akil adam diye öne sürdükleri ile sistemin tüm kusurlarının halledilebilir, aşılabilir, her dem düzeltilebilir olduğundan dem vurulur. oysa bilinesi hiçbir şeyin o gösterilenler kadar net bir biçimde düzenli olmadığıdır. düzenin d’sine sahip bulunmadığıdır. o raddede görünen dört yüz haftadır seslerini ve soluklarını birilerinin, belirli başlı kurumların düşman bellemeleri vs. anlamlarıyla kollamalarıyla, denk getirilmesiyle ortalıktan kayıp edilen, yokedilen yakınlarını duyumsatmaya çabalayan ‘analar’ karşımıza dikilir. cumartesi anaları. o raddede kim olduğu durmadan kafasına kakılan insanların çocuklarının katledilebilmesinin, nice uğur, ceylan, faris, adını anamadığımız nicelerinin, nice akranlarının bu katarda ölümün soğuk yüzüyle hemhal olmalarının acısının tazeliği yinelenmektedir.

o raddede masumiyet karinesi denilenin paramparça edildiği, alenen ifşaatin, göstere göstere tahakkümü ve boyunduruğun bir başka evresine çoktan taşınılmış olan içerideki gazeteciler gözükmektedir. dokuz sütuna işkencecilerin hal ve tavırlarıyla rahatlamamız, yüzleşiyoruz ya daha ne istiyorsunuz diye buyurulurken bir emniyet mensubunun suç mesnedi diye yaptıklarını tastamam ortaya çıkartanlardan şikayetçi olmasının garabetliği görünmektedir. dünün erki neyse bugünün erkinin rahatlıkları, kahkahaları arasından insanların çığlıkları, çağrıları duyumsanmaktadır!.. ne kadar izole edilirse edilsin, üzeri örtülmeye gayret edilirse edilsin bu hayatın rutininin yaşatmaktan çok hayatı zehir zemberek kıldırmak olduğunu anlamlandırabilmek söz konusu edilebilir. o raddede üstünlük taslayanların aşağıya, aralarından çıktıkları halka karşı nasıl körleştiklerinin vesikaları irdelenebilir. bu bir enstalasyon değildir. farazi bir söyleniş değildir bir iki satır bahsedince gönlü feraha erdirecek, ruha huzur bulduracak. aklı başa devşirtecek. herşeyi o çok sevdikleri güllük gülistanlık kıldıracak bir bahsediş değildir. o raddede elbirliğiyle çabalar neticesinde, nasıl insaniyetin mesnetsizce çarçur edilmesine karşılık bir ağıttır. ağıtlarımız farklı lehçelerde, dillerde veya seslenişlerle şekillenmektedir. o ağıtları can kulağıyla duyabiliyor muyuz? bu sorgunun kendisidir derdimiz ve kederimiz!… anlayana…   

>>>>>Bildirgeç

Ölü Hakikatler Zehiri – Bülent USTA – Birgün*

Sonbaharda hüzün, en güzel sokaklarda yaşanır, özellikle güneş battıktan sonra. Kış gelene kadar eve giresim pek olmaz bu yüzden.

Bu gezintilerim sırasında, ara sokaklardan birinde eski bir dostumla, Sanskrit Sadri’yle karşılaştım. Ona “Sanskrit” dememizin sebebi, Sanskritçe öğrenmeyi kafaya takmış olmasıydı. Öğrenmişti de o dili. Hindistan’a filan gittiğini hatırlıyorum. Neden öğrenmek istediği, metafizik bir mesele. Sadri benimle izbe bir sokakta karşılaşmış olmasının rastlantı olamayacağını söyledi, çünkü özel bir davete, Hintli bir sinemacının dünyanın değişik yerlerinde gizlice gösterdiği bir filmin gösterimine gidiyordu. Onunla filmi izlemem konusunda çok ısrar edince, hem yapacak daha iyi bir işim olmadığı, hem de filmi merak ettiğim için kabul ettim teklifini. Çok aşağılara, yıkık dökük binaların bulunduğu sokakları geçerek filmi izleyeceğimiz yere vardık. Eskiden karate ve seks filmlerinin gösterildiği “üç film birden” sinemalarından birine benziyordu vardığımız yer.

Kapıda bizi eski usul yer gösterici kıyafeti giymiş iri yarı bir adam karşıladı. Sadri’de sadece bir tane bilet olduğu için, adamı ikna etmemiz biraz vakit aldı. Ama yerimize geçip, ışıklar da sönünce, hayatım boyunca unutamayacağım bir filmi izlemek üzere olduğumu hissetmiştim.

Nasıl başladı film, tahmin edin. Recep Tayyip Erdoğan’ı andıran bir politikacı, arkasında 2023 yazan bir afişin önünde konuşuyordu. Size filmle ilgili daha fazla ayrıntı veremeyeceğim maalesef. Böyle bir filmin varlığından sizleri haberdar etmem bile, o Hintli sinemacının isteyeceği bir şey değil çünkü. Sizi meraklandırdığımın farkındayım. Madem gördüklerinden bahsetmeyeceksin, ne diye böyle bir filmin varlığından haberdar ediyorsun diye kızabilirsiniz. Öncelikle filmin alışık olduğumuz biçimde bir kurgusu yok, daha çok Tarkovski’nin filmlerindeki gibi şiirsel bir perspektifle anlatıyor geleceğimizi yönetmen, kahve falı bakıyormuşçasına. Ben size o filmin bende uyandırdığı duygu ve düşüncelerden bahsedebilirim ancak. Belki siz de bir gün o özel gösterimlerden birine denk gelirsiniz, kim bilir…

Öncelikle film, sürekli olarak kandırıldığımız üzerinde duruyor. Geleceğimizi şekillendiren kandırma ritüellerinden bahsediyor. Gazetelerin, televizyonların pek çoğu bu kandırmacanın içinde. Şimdi fark etmiyoruz ama her şey hızla kötüye doğru gidiyor. Mesela açlık grevleri sona erdi diye, köşe yazarları iyimser yazılar yazmaya başladı ya, siz onlara kulak asmayın. Böyle devam ederse, 2023’te bile Kürt sorunu çözülemiyor. Yükselen gökdelenleri, yolları tıka basa dolduran otomobilleri gösterip geliştiğimizi söyleyen politikacıların tam tersini görüyor Hintli yönetmen: Sefalet… Hem de korkunç bir sefalet görüyor. Ama filmde, çoğunluk sefalet içinde yaşadığının farkında değil, şimdi olduğu gibi. Çünkü hakikatleri öldürmek konusunda uzmanlaşmış iktidar mekanizmalarıyla kuşatılmışız. Ve Nietzsche’nin dediği gibi, öldürülen her hakikat zehir saçar. Nasıl savaş uçakları, roketler insanları öldürüyorsa, hakikatleri öldürmek için de yeni stratejiler geliştiriyorlar ve ölen her hakikatin yaydığı zehir, öncelikle sizin kendinize bakışınızı bozar. Kendini göremeyen biri nasıl görür etrafını saran sefaleti? Görmüyoruz, yeterince görmüyoruz ve yavaş yavaş büyüyor sefalet gökdelenlerin arkasında. Sokak, geçip gittiğimiz yer sadece, vapurun güvertesinden sadece güzel bir manzaraya bakıyoruz, çünkü görmek istediğimiz şey güzel bir manzara.

Ama izlediğim filmde, o güzel manzarayı da bir süre sonra görmeyi unutuyordu insanlar. Öldürülen hakikatlerin zehiri, insanda bir süre sonra sapıkça dürtülerin oluşmasına neden oluyordu. Ve o dürtüler ahlakçı bir maskenin, yüksek ideallerin arkasına gizlenerek gelişiyordu. En son açlık grevleri yaşanırken tanık olmadık mı, politikacılardan sıradan insanlara kadar o vicdansız dile. Sivas’ta ya da Uludere’de yaşanan katliamları bile ortak bir akıl ve vicdanla değerlendirmekten yoksunuz hâlâ…

Öncelikle, siyasal sorunların uzmanlar tarafından çözülecek teknik meseleler olmadığını kavramak gerekiyor artık. Açlık grevlerinin sona ermesinin ardından, Başbakan’a ya da BDP’ye akıl verme yarışına girdi pek çok gazeteci, köşe yazarı, aydın… Sanılıyor ki, sadece iki taraf ve onların temsilcileri uzlaşırsa bütün meseleler hallolur. İzlediğim filmde, hallolmuyordu. Uzlaşmanın liberalizmin bize dayattığı bir şey olduğunu gösteriyordu film. Uzlaşma ile ortak akıl aynı şey değil çünkü. Her uzlaşma çatışmanın varlığını içten içe sürdürür, sonlandırmaz. Ve ortak akıl, ancak hakikatlerle, öldürülmemiş hakikatlerle mümkün olabilir ki, geleceğimizi sefaletten kurtaracak olan da o hakikatlerden başka bir şey değil…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Bülent USTA sıklıkla yazdıklarına odaklandığımız, feyiz aldığımız bir kalem. Toplumsal dönüşümün en hiddetli günlerinden paldır küldür geçerken hiç değilse elimizde az da olsa bulunan kani bir meram paylaşımcısı. Ölü Hakikatler Zehiri başlıklı Birgün Gazetesi’nde yayınlanmış makalesi de bu çözümleme paralelinde değerlendirilebicek dikkatle okunmasını salık verdiğimiz bir makale. Bülent USTA’nın ve Birgün Gazetesi’nin anlayışlarına sığınarak metni bloga iliştiriyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Ölü Hakikatler Zehiri – Bülent USTA – Birgün
Açlık Grevlerinin Getirdiği: Kürt Halk İttifakına Dönüş – Sarphan UZUNOĞLU – Kaos GL
Barışı İpten Almak – İshak KARAKAŞ – Özgür Gündem
Açlık Grevlerinin Ardından – Gülay TÜRKMEN DERVİŞOĞLU – Başka Haber
Açlık Grevlerinin Sona Ermesi ve Barışın Tesisi – Ali BİLGE – Açık Radyo
‘Açılıyor Zamanın Yara İzi… Ve Bütün Ülkeyi Kana Veriyor-’ – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Yeniden Abdullah Öcalan… – Berxwedan YARUK – ANF
“Öcalan Açıklama Yaptı Dağılın” – Ahmet SAYMADİ – Bianet
Yahşi Öneriler, Heywanî Kafalar… – Özgür AMED – Yüksekova Haber
Pınar Selek: Beni Mutsuz Bir Kadın Haline Getirmeyecekler – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
‘Üç Çocuk Doğurun’dan Kutsallaştırılan Anneliğe: Kadına Yönelik Şiddetin Bir Başka Yüzü – Melda Yaman ÖZTÜRK – Sendika.org
Cumartesi Anneleri ‘Âhım Tarihi Karalar’ – Sibel YERDENİZ – T24
Haydi Paşalar Galatasaray’a – Ali TOPUZ – Radikal
Hestî ya da Adaletin Mahrumiyeti – Ayhan S. IŞIK – BiaMag
400′üncü Haftada Binlerce Kişi Annelere Eşlik Etti – Sol Defter
Uludere Raporu – Raportör: Hira Selma KALKAN – Türkiye Psikiyatri Derneği
Roboski’de Hukuki Süreç İşlemiyor – Ali Barış KURT – ANF
Yara – Berkun OYA – Radikal
Uğurum… – Reşat KAYMAZ Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi (Uğur Kaymaz’ın Amcası) – Özgür Gündem
Adalet Nerede? – Uğur’un Gözleri Soruyor – Erdal İMREK – Evrensel
Sadece ‘Uğur’ Değildi Aramızdan Kopartılan… – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
13 Kurşun Var Bedenimde – Gulan Çağın KALELİ – Ajans Amed
Ceylanpınar’da BDP’lilere Polis Saldırısı – soL
Demokratik Çözüm Çadırı Davası 27 Kasım’da – Sendika.org
“Fişlemeye Boyun Eğmeyeceğiz” – Korsan Dergi
Gereği Düşünülse… – Demiray ORAL – Taraf
Darbe Duruşması Notlarım…. – Senih ÖZAY – BiaMag
Neyse Ki Darbe Olmuş Yoksa Ertuğrul Özkök’süz Kalacaktık – Gökhan KAYA – Turnusol
S.S AY (Sedat Selim AY ) 23 Gazeteciyi Savcılığa Şikayet Etti – Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube – Halkın Sesi
Müdür Beyin Şikayeti – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
‘Engin Çeber Ağır İşkence İle Öldürüldü’ – ANF
‘Faili Meçhul Cinayetlerin Belgeleri Kozmik Odalarda Araştırılmalı’ – T24
“Faili Meçhul”ler ve Cezasızlık – Turgay OLCAYTO – Bianet
‘İçimden Geçen Zaman’: Öznel Bir Yazı – Özge MUMCU – T24
Koster Değişse De Niyet Değişmedi! – ANF
Pasifist Toplum Denklemi ve Çözümü – Şizo Krat – Aşağıdan
Kuyudaki Taş: AKPM’nin ‘Siyasi Mahpus’ Tanımı – Ertuğrul KÜRKÇÜ – Özgür Gündem
NATO’culuk Katıksız Amerikancılıktır – İhsan ÇARALAN – Evrensel
“Adam Gibi Ölmek” ve İnsanlık! – Meryem KORAY – Birgün
Amira Hass: İsrail Ortadoğu’yu Yanlış Yorumluyor – Fatih Gökhan DİLER – Agos
Filistin’de Doğru Söyler Memleketinde Şaşar – Kemal BOZKURT – KB’s Blog
Yeni Ortadoğu’da İsrail’in ‘İşi’ Daha Zor – Ergin YILDIZOĞLU – Cumhuriyet – Muhalefet
Ortadoğu’da Türkiye “Karavana” Atıyor… – Sol Defter
Photo Of Dead Baby In Gaza Holds Part Of The ‘Truth’ – Patrick PEXTON – The Washington Post
“Şeytanla Çıkılan Yolda” Suriye Kürtleri – Foti BENLİSOY – FB’s Tumblr
Rojava’da Genel Durum ve Kürtlerin Acil Sorumlulukları – Sait İKE – Ajans Amed
From Opposition To Puppet: Morocco’s Party Of Justice And Development – Samia ERRAZZOUKI – Jadaliyya
Redhack Davası Başlıyor: ‘Bu Davada Faşizmi, Zulmü Görmek Mümkün’ – soL
Redhack Anayasa Mahkemesi’ni Hackledi – Evrensel
Hedef 2016: AKP 80 Bin Kişiyi Daha Cezaevine Koyacak – Barzan ŞEREFHANOĞLU – ANF
Biz, Türkçe Yaşayan Kürtler – İrfan SARI – Yüksekova Haber
“Biri Alevi, Biri Türbanlı, Öteki Gayrimüslim, Biri Tinerci… Ne Oldu Birlik Beraberliğe?” – Ararat ŞEKERYAN – Agos ŞapGir
Türkdoğan: Kürt Sorunu Muhataplarıyla Çözülür – ANF
1915’in Kayıp Çocukları – Lilit GASPARYAN – Agos
Mahkeme Kararını Verdi: Cemevi İbadethanedir – Dersim News
Aleviler Sünnileşsin Kürtler Türkleşsin İsteniyor – Mustafa KARASU – Yeni Özgür Politika
Hamburg Alevi Anlaşması ile Ankara Alevi Açılımı – Turan ESER – Muhalefet
İslam ‘Ulema Sınıfı’ Sınıfta Kaldı – Mistefa DEWLEMEND – Ajans Amed
Nefret Cinayetlerine Karşı; Yaşasın Ötekilerin Eylem Birliği! – İstanbul LGBTDD & Hebun LGBT – Nor Zartonk
Türkiye’nin Tarihi ile Benim Kişisel Tarihim Aynı – Karin KARAKAŞLI – Agos
İnadına Anayasa – Ferhat KENTEL – Taraf
Spain: Citizenship Process Eased For Sephardic Jews – Raphael MINDER – The New York Times
Intelligence Study Links Low I.Q. To Prejudice, Racism, Conservatism – Rebecca SEARLES – Huffington Post
Rafeef Ziadeh: Biz Hayatı Öğretiyoruz, Bayım! – Aşağıdan
Obama ve Siviller – Zülâl KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
“Sokak Kürt Çocukların Özgürlük Alanı” – Yücel YÖNEY – Bianet
Bu Kıtada Grev Var! – Kıvanç ELİAÇIK – Sol Defter
Eti Bakır İşletmesi’nde Felaket – Korsan Dergi
Sosyal İş’ten Sessiz Çığlık Eylemi – Muhalefet
Taşeronda Müjde Yok, Hile Var! – Aziz ÇELİK – Birgün
‘İşsizlik Kadın Cinayetlerini Artırıyor’ – Yüksekova Haber
Görünmeyen Emek Sesini Yükselt! – Fatma GENÇ – Sendika.org
Velev Ki Namussuzuz! – Banu SERVETOĞLU – Sendika.org
Francis Alys’den Taliban’ın Yaktığı Filmlere Cevap – Ahmet TULGAR – Sanatatak
Biz Bizden Koptuk Mu? – Halil DALKILIÇ – PolitikART
Habertürk Copy-paste Yapmayı Beceremedi – Medyatava
Emrah Serbes: Behzat Ç.’nin 80. Bölümünde KCK Tutukluları Olacak. Hodri Meydan. İsterseniz Yayınlamayın. – Başka Haber

Pete Namlook Official
Lorenzo Montanà Official via Facebook
R.I.P. Pete Namlook via Phonaut
Pete Namlook Değinileri ve Röportajı – Sühan GÜRER – Proodos Arşiv
Fax Official
Fax Artist Page via Twitter
Fax – Circles Album Review By Jordan via Music Review Database
Philip Glass Official
Philip Glass – Rework: Philip Glass Remixed Album Informative via The Kora Records
Philip Glass – Rework: Philip Glass Remixed Album Review By Kitty EMPIRE via The Guardian
Kiasmos Official via Erased Tapes Records
Kiasmos – Thrown EP Review By Bob CLUNESS via The Reykjavik Grapevine Music
Kiasmos – Thrown EP Informative By Glenn JACKSON via XLR8R
Yagya Official via Facebook
Yagya – The Inescapable Decay Of My Heart Album Informative via Klik
Yagya – The Inescapable Decay Of My Heart Album Review By James KNAPMAN via Igloo Mag
Stumbleine Official via Facebook
Stumbleine – Ghosting EP Informative via Hija De Colombia
Stumbleine – Ghosting EP Review By Gordon GIESEKING via Finest Ego

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By  Chillbill via Flickr

>>>>>Poemé
Yokluğun İklimi – Odisseus ELİTİS
I
Dünyanın bütün bulutları günah çıkardı
Yerlerini tasam doldurdu

Ve saçlarımın içinde üzgün düşüverince
Pişmanlık duymayan elim

Bir acının düğümüne bağlandım.

II
Saat unuttu kendini akşam olurken
Anıdan yoksun
Ağacı sessiz
Denize doğru
Unuttu kendini akşam olurken
Kanat çırpmalardan yoksun
Yüzü kımıltısız
Denize doğru
Akşam olurken
Sevgiden yoksun
Ağzı kararlı
Denize doğru

Ve ben içinde, kendime çektiğim durgunluğun.

III
Öğle sonrası
Ve onun imparator yalnızlığı
Ve rüzgârların sevecenliği
Ve atılgan çekiciliği
Hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir şey
gitmiyor.

Bütün alınlar çıplak

Ve duygu yerine bir duru cam.

Herkül MİLLAS’ın Türkçesiyle
Kaynakça: Şiir

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)

kenarlık # 10 – grzegorz bojanek – remaining sounds (do-019 / dynamophone records)

Leave a comment

tane tane dizilip düzenlenmiş, tasnif edilerek ayrıştırılmış iş bu güncelliğin rutininde hep aniden çıkagelen kimi karşıtlıklar zaman mevhumu dahilinden, yaşam dediğimiz bu serüvendeki gözlemlerimizi, yeniden gözden geçirmeyi olası kılar. olasılıklar dahiline eklemler. biçimlenen yahutta öyle adledilen şeylerin nasıl v hangi koşulların dahilinde dönüştürüldüğünü anlamlandırmak mümkündür. bir şeyler, olgular v edimler devinir, dönüştürülürken yeniden tanımlanıp şekli şemali düzenlenirken kontrhamlelerin, ters köşelerin nasıl da biçimli bir izlek, yol dahilinden sunulduğu her defasında kervana düzüldüğü meydandadır. ortaya çıkan dünün tahayyülerinden edinilmiş olanların nasıl zalimane bir algı ile yıpratıldığını, tahrif edildiğini ortaya serer. dünün getirdiklerini önemsiyormuş gibi yapıp, maskesini v ambalajını değiştirdikten sonra bugün içerisinde yeniden tanımlandırılmasının, kısa alanda dar paslaşmaların, darlık halinin enikonu görünürlüğünü sağlayan bir simyanın okuması gerçekleştirilebilir. dün dündür de bugün o dünden ödünç alınanlardan ne ders, ne adap öğrenildiği ne de kafaya bazı şeylerin dank ettiği rahatlıkla gözlemlenebilir. yolları daraltarak her koşul v şart altında dayatımları öne sürmenin, hakkaniyeti değil zulmü meydanda tutmanın kanıksanarak ilerletilmesi an içerisinde çatkapı eşiklerimizi yoklayan şeyin kendisini anlaşılır kılacaktır. tutkulu bir hamlenin diğerine peşkeş çekildiği faşizan bir görüngü hasıl olur. bina edilen dönüp dolaştırılan bireyin kafası daha fazla karıştırıldıkça her duyumsanan yalan olarak tanımlandırılması biraz da erk’in istediği gibi at koşturmasından meydana gelir. böyledir. durağanlaştırılmış bir zaman dahilinde değil tam aksine herşeyin apar topar, paldır küldür yönünün değiştirildiği, tasfiyesine girişildiği bir zamanda insana ulaşmaya kaç vardır. o bu şu değil, sıfalar, tanımlandırma v yaftalamalar değil düpedüz yalın insana ulaşmak söz konusu mudur? söz konusu edilebilir mi?

işittiğimiz seslerin deneysellik kanadı çoğunlukla kulağa ulaşan frekanslardan, kayıt altına alınmış anlık tasvirler duyumsatımlar, duyargalara ulaşmış olan çığlıklar, fısıltılar v daha fazlasıyla yukarıdaki betik dahilinde sunulanın anlamlandırılabilmesini kolaylayan bir yapıyı kulaklarımıza ulaştırır. deneysellik zordur zor olmasına a bağışıklığa ulaştıkça o makamdan işitilenlerin ta kendisi bazen kocaman bir külliyatın, bazen de doksan dakikalık bir seyirliğin sunduklarıyla parallellikler barındıran bir çözümlemeyi beraberinde getirir. ulaştırır. dinlemek biraz da bunun için önemli v meşakkatli bir yoldur, deneysellik sahanlığında.. normal hallerinde kendi başlarına bir şey ifade etmeyenin bir bütünlük dahilinde sunumlandırıldığında ortaya çıkarttığı anlam bütünü; bu kurguya dahil etmek istediğimiz kayıt v albümler dizininin pek çoğunda yadsınamaz bir biçimde kullanılan bir metafordur. harmanlayıcıdır. 2005 yılından bu yana faaliyetlerini sürdüren deneysel-ambient-elektronik müzik cenahının çatılarından birisi olan “etalabel”ı kuran, polonya’lı prodüktör grzegorz bojanek’in dynamophone records etiketinden yayınlanan “remaining sounds” kaydını da bu meselin sınırlarına dahil edebileceğimiz bir bileşenler toparlaması olarak ele alabiliriz. akustiğin duyumsatılması, elektronik seslendirmelerin, yap bozların birbirilerine eklemlenmesi neticesinde adım adım ördüğü ses sağanaklarının birbirine lehimlenmiş kolajlamaların toparlaması bütün bu anın getiridiklerinde neleri ‘es geçtiğimizi gözlemleyerek anlamamıza vesile teşkil edebilecek birer kurgulamadır. bir kurgumasal değil tam aksine bir hakikattir. rast gelenin karşılaşılanın nelerden mürekkep, nasıl bir damıtımın neticesinde olduğunu sorgulayabilme şansını sunan bir müziğin varlığı, günün şartlanmışlığı dahilinde giderek önyargılarına göre hareket etmeye bağşıklık kazanan persona için de deneyimlenmesi zorunlu bir u dönüşü sağlayacağına kuşkumuz yoktur. musique concréte, elektro-akustik simyanın her an v akışı içerisinde zihnin imdisinde çağrışımları tetikleyen birer damıtımdır, grzegorz bojanek’in “remaining sounds” albümünü de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. metaforlar v anlatımlar görmek isteyen, işitmek isteyen, gerçeğe nail olmayı arzu edenler için birer yardımcıdır. bu yarenliği beraberinde taşıyan güncel bir elektronik müzik kaydı dinlemek isteyenlere kaçırmamalarını salık vereceğimiz, basitten zora ilerleyen bütünlüğüyle yılın adı anılasılarına rahatlıkla eklemleyebileceğimiz bir kurgu “remaining sounds”.

grzegorz bojanek official
grzegorz bojanek official via etalabel
chop project official
grzegorz bojanek artist page via soundcloud
grzegorz bojanek – remaining sounds official page via dynamophone records bandcamp
grzegorz bojanek – remaining sounds review by nepets via avant music news

Deuss Ex Machina # 418 – truth is that which makes a people certain, clear, and strong

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_418_–_“truth is that which makes a people certain, clear, and strong.”

24 Eylül 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1>2>3>4>5>6>7>8>9>10

“truth is that which makes a people certain, clear, and strong.” martin heidegger
(418)

bilindik hikayeler, arşı alaya salınıp durulan terennümlerin benzeşliği, hiddetin körlemesine sahiplenilişi karşısında durmak yol yola devam seçeneğinden başkasına tahammül etmeyen bir iklimin ortasında, kararlı, kararlaştırılmış, devinimi iyiye doğru değil ataleti sağlam kazığa bağlamaya meyilli olanların müsamere heyecanlarına kendilerini kaptırdıkça geride bıraktıkları yaraları iyice onulmaz kıldıkları bir cenahtayız. günü kurtarmak adına dile dolandırılanların mesnetsizliği bir yana her defasında atılınca mangalda kül bıraktırılmayan büyük efelenmelerin, seslendirişlerin kelimelerin yanında görünürlüğü için çaba sarf edilmesi gerekli olanlara sıra ne ara gelecektir hala düşünmekteyiz. sıra onlara getirilmeyecektir elbette. bunca kadük söylenceliğin, afedersiniz yetmiş iki buçuk milletten sadece çıkarımıza faydası dokunmuş bizleri hançerlemek bir yana her dem yanımızda, canımızda bulunmuş olanların isimlerinin zikredildiği, tüm ötekisinin toptan tefe konulduğu hikayelerin seslendirildiği bir güncellikte sıra elbette o atfedilmeyecek olanlara bir türlü tamı tamına vakitlice gelmeyecektir.

önemsenmediği her defasında yinelenen, birlik v beraberlik ambalajlaması dahilinde bir isteğe karşı binlerce teferruatın aynı bozuk plakla aşılmaz duvarlar örmeye devam ettiği bir iki değil sürekliliğine çabalanılan bir zaman mevhumunda acıları sidik yarıştırır gibi yarıştırmak, hesap verilmesi gerekli olanları değil gündemin tozunu dumana katıp hemen sonra unutulacak olanları dillendirmenin kime ne faydası olmuştur. olacaktır. derman aranıp da bulmak üzere yola koyulanlara, dermanı kendileri kotarmak isteyenlere siz hele bir soluklanını! geçeli çok zaman olan bu ülkede, ataletle dış kapının en dış mandalı olarak belletmekle, söylemleri geliştiriyoruz biz yahu diyerek ne edep, ne ahlak bıraktıran veçhelerle muktedirliğin dilinin v pespayeliğinin yeni biçimlendirmelerle ortaya çıkartılması bunun v benzerlerinin ahım şahım şeyler olmazsa da ana akım medya tarafından sahiplenilişi neticesinde bir kanaat haline dönüştürülmesi, yerleşikleştirilmesi son kertede düşündürücüdür. toptan kıvama getirilmiş olan, düşünme edimi v çabalanışını daha en başında saf dışı bırakarak sadece önüne ne çıkartılırsa ona taham edip, eyvallah çekip gerisine karışmayan bir halk kitlesinin önünün açılması çalışması bugünlerimizi daha belirgin bir şekil dahilinde çözümleyebilmeyi sağlamaktadır.

propaganda unsurlarına el ayak olundukça, onlar yerine karar mercii haline dönüştükçe, benim yok dediğim yoktur!, var dediğim ilelebet var olacaktır! çıkarsamasının peşinde koşturulup, kervana düzülenler hemen çekincesiz söyleyelim sansürün, suskunlaştırmanın hangi raddelere ulaştığını belirginleştirmektedir. bir kongreden yola çıkarak bunlar denk gelmeyecektir elbette v bir yerden görünenlerden ibaret değildir bu sonuca bizleri götüren. yıllar yılıdır süregiden hain belletmelerin, ötekisi yakıştırmalarının, yaftalardan yafta iliştirmelerin, tüm genellendirmelerin karşısından mazlumların yamacından sesleniş v konumlandırmaların belirli başlı hesaplarla dönüşümünün sağlandığı, bekasının teminat altına alındığı  bir izlekte durmaksızın yeniden dönüştürülen hakim olma savının gelip ulaştığı seviyeyi göstermesi, iktidar olmanın belagatli yanlarından belki de en önemlisi olan kendini kaptırıp gitmenin örneklemini capcanlı sunan, pekiştiren bir durumdur karşılaştığımız. sorun dediğin yoktur haddizatında. bunca, hallice söylenenin, kelam haline dönüştürülenin, acı olarak resmedilenin hakkaniyeti söz konusu bile edilmeyecektir o cenahta. ne bahsi açılacaktır ne de layığıyla tanımlandırılacaktır. ölen ölmüştür kalan sağların topu da o yola gönderilmek için teminat altındadır.

hem faşist olunmaz! hem de değme faşizan gözlemlere, kelamlara ev sahipliliği yapılır. gelgelelim toz kondurulmaz. hem sorgunun merkezine konumlandırılması gereken insana değerinin ne olduğunun hatırlatılması söz konusu edilir ucundan kıyısından, hem biteviye sormayın artık şu öteki basınının, öteki hainlerinin seslendirdiklerini diye bir gaz, iki gaz. hem dindar olanın kindarlığı şüphe taşınmaz bileşen olarak, gayet emin bir dille içişleri zabıtı tarafından zikredilir hem her yeni günde peydah olan lincin ise kimlerin elinden çıktığı bahsinin üzeri tam tekmil örtülür. kaçağa gitmesinin memlekette alenen hırsızlık yapıp edenler kadar imkan bulunduğunda kıyasıya eleştirildiği!, gel gelelim elli tl için hayatta kalabilmek için kaçağa gitmek zorunda kalan otuz üç (33) bedenin üzerine hangi mesnetle bomba yağdırıldığını, bunu reva gören sorumluların bulunamaması için dört elden saldırılır. hem kürt sorununun (sorun yoktu halbuse değil mi cevdet) çözümü için eli kana temas etmemişlerden bir diyalog çağrısı yineletilir. kimin eli kanla temas ettiği belirsizlikten ötesine netleşmişken. hem muallaktan beslenilir aralıksız hem muğlaklıktan feyiz alınır, araya iki gıdım da şairden bir alıntı eklentilendi mi değmeyin pastorize ileri demokrasi çorbasına! yerin yurdun sahibeliğinden, paylaş paylaş öldük bittik! kimselere yad etmedik bu kadim topraklardan dört cenahtan üçünü kovduk ettik!…

kimsenin hayat tarzına karışılmamasından dem vurulur, bundan yılmadan bahis açılır hem de dünya yaşam endeksinde bunca vehamete karşı iyi sonuncu olmayıp doksanlardan bir basamak alan işte o halkın bunu nasıl becerebildiğine dair ahkamlar- düzülür. dert bu kadarla kalmayıp ivedilikle çoğaltılıp çoğalırken vehamet vesikası, utanç abideleri ucubelik numuneler halen söz konusuyken deneklikten memnun değil misiniz diye bir sazanlık seremonisi sergilenir. yem atılır oltaya takılacaklar yeni operasyonlar kapsamında necip halkımızın hiddeti, değmeyin küçük eniştelerimize!! münferit linci karşısında abad olacaklar olarak sıraya konulur. el altında tutulur. hem sopa yoktur sallanan hem de giyotini çekiştirip duran cellatın aşındırmasından yorgun ip bir gün pattadanak kafalarımız hizasına denk getirilmeye çalışılır. ikibin yetmiş bir bahsi açılabilir bir vesileyle bunca kadüklüğün altında kalakalması gerekli olanların hala bir ümit gelecek tahayyülünün böylesi bir ironi dolu betimlemede neyin dile dolaştırıldığından habersiz seslendirmeleri karşısında polyannacılık bir güzeldir! belki ama arkasından çıkacaklar hemen hiç hoşnut şeyler olmayacağı yinelenesidir. cinnet ül arzın orta yerinde ironisi tükenmeyen ahvallere yeni mütereccimlikler sergilenir, peydah olunur. kardeşlik ona buna bırakılmaz aman laf, söz olur diyerek bilinmeyen dilden konuşan konuklar alkışlanır.

adaleti sadece v düzayak adaleti talep edenlere ise bu cenahta o misafire hürmetin onda birisi bile gösterilmez, zul olunur, dayak olunur, adı konulmaz işkence olunur bir şekilde görünür kıldırılır hayatı dar etme araçları. nifak tohumu ekiciliği de söz konusu değildir elbette. hem herkesle can ciğerizdir hem herkesin dostuyuzdur devlet-u ali olarak. gel gelelim gel bir daha dönüp dolaşıp meydana çıkartılan söz öbeğine bakalım milliyetçi söylemlerle, ayrıştırıcı dille işimiz olmaz buyrulurken aradan bir ermeni vavelyası, o bildiğimiz teranenin işitip de adabımızla yaşamlarımız söz konusu olduğunda aklımızda tuttuğumuz kırmızı çizgilerden bir diğeri destan gibi serilir. kırmızı halılara gerek yok senin onun gibi eşit olduğun zikredilmesi beklenirken, al başına birrr kere daha ne olduğunun mazbatası şiarıyla ermeniler bilsinler ki azeri kardeşlerimizin yanındayız. imza başvezir. dile getirilir. lafın kısası, hasbıhalin özü bu memlekette halen geçerliliği sağlanan belirli genellemeler birer ikişer güncelliğimiz dahilinde varlığı cilalanarak, gerektiğinde kullanılmak üzere o saklandıkları sandıklardan ortalığa salınır. biliniz, işitiniz diye değil sadece hiddetimizden payınıza düşeni almayasınız diye itaat, biat veya sebat ediniz diskuru yenilenmektedir. bu yanın öte tarafında belirsizliği itinayla korunup kollanılan bir savaş iklimi devam ettirilirken, can pazarları ortalıkta konulurken bu tarafın sorunlarını polemik düzeyinde tutup, gündemi belirli başlı şeylerle oyalarak günü kurtarmanın, geleceğin yolunu nefasetli kılmayacağı, negzel eylemeyeceği meydandadır.

görünüşün, gidişatın kendisi yeterince açık v seçik bir biçimde bunları anlaşılır kılmakta haddizatında ilaveye gerek duymadan seslendirirken anlamak için çaba sarf etmek ne aradır!. hayali kurulanların topyekün bir nefretten başka bi’nefret yumağına doğru dönüştürülmesi karşısında hakanniyetlilik edimine sıra gelebilecek midir. yüzleşilebilecek midir bütün bu atfedilen kadüklüğün hasmane bekçiliği ile (insanlarla değil edimlerle!) yoksa pek muhterem jöleli yiğit beylerin diline doladığı; inorganik bir ülkeden nihayet organik bir ülke olma şansının, o katarın yakalanmışlığı gibi bir terane midir hepimizin layığı. engin sansür ile perdelemelerden işte bu derin sığlıklara tekmili birden yekpare bir organiklik. nefes alamayıp, bitkisel bitkisel takılacağımız!.. hazinleşen, bir melodramatik öğe tahayyülünden ötesine demir atan, çokça dillendirilen gel gelelim üstten üstten bir bahis açılması v alelacele bir hızlılıkla üzerinin örtülmesine çaba sarf edilen her dem buna denk getirilen, denkleştirilen, didişilen anlamlandırılmasına çaba sarf edilenlerin değil tersi hayal kırıklıklarının bina edilip, kervana düzüldüğü bir yerde karşılaşılan, dediklerimiz ile bağlar oluşturacak öğeler ihtiva eden bir ayrışmaz ikilidir kardeş v kalleş. soluk alıp verilir gibi bir mutlak gereklilik savlayışıyla beraber birinin ötekisini koşar adım takip ettiği bir dünya tasvir olunur. bu dört tarafın da büyük birader’in gözleriyle donatılmış cenahta, cenahımızda.

bir yerinden başlanacaksa atfedilmeye o da her defasında ne de iyi insanlardık tıpkı kardeş gibiydik bahsinin çatkapı ardına dikiliveren, sonra her ne olduysa, olup bittiyse o dediklerimiz, canımız ciğerlerimiz kalleş oldular, o yola baş koydular düzeyi mütemadiyen tekrarlanan, tekrarına kaptırıldıkça hiddetin dozu daha da artan biçimlendirme v anlamlandırma okumalarına girişilen bir ayrılmaz ikili. önümüz arkamız, sağımız solumuz dahili v harici bedbahtlar, düşmanlarla donatılması yetmezmiş gibi iki araya bir dereye sıkıştırılan bir çıkarsamadır kardeş v kalleş. kimin ne olduğunun kafa kağıdında yazana göre düzeyini, karşılığını bulduğu bir yerde ikame olunan savlandıkça önyargıların nasıl eksiksiz tastamam korunaklılık zırhıyla donatılıp çelik gibi yekpareleştirildiğini simge, sembolleştiren bir odaktır kardeş v kalleş. simya her dem şüphenin sınanışın öteki adıdır. o olurken ne, bu meydana gelirken ne, şu şunu dillendirirken hangisini seçtiğimiz bu ayrışımın, kör kör parmağım gözüne  de olsa daimiliği söz konusuysa eğer sağlamlaştırıldığını ilave edebiliriz. herkes kardeşimizdir, ama aralarında serpiştirilmiş, seçmece kalleşlerimizle beraber. bir arada.

dediğim dedik çaldığım düdük laf ebeliğinin tüm mabadı boyunca seslendirilen, nefret söylemine kim ki karşılık vermez, kuralsız kaidesiz, sorgusuz sualsiz kardeş kabilindendir diye olur verilir bizdendir. kim ki daha ilk cümlesinden akıp duran irinin aslında hiçbirimize bir faydasının olmayacağından bahis açacaktır, daha yolun en başında nankördür tabi bir de kalleş. tırpan boylu boyunca indirilirken başımıza fikriyatımıza her defasında giyotinin çelik yüzeyi, yay gibi gerginliği yine yeniden bir sınavın daha varlığını belirginleştiriyorken, bunu duyumsatıyorken sıranın dahilinden ses etmemektir dillendirilen kardeşlik. beklentilenen el pençe divaneliğin yanında arzu edilip talepkar olunan yegane ley olan biteni sorgulamayıp, serzenişleri bir dolu sinkaf, hiddet v paylama olsa da sineye çekmek içselleştirebilmektir beklentilenen. budur bunca dillendirilmesi gereken eğrinin yanında sadece v sadece suskunluk, biattır referans olarak gösterilip tamah ettirilmeye zorlatılan. tın tın teneke zorlaması!. duyumsadığımız, gördüğümüz, belleğimize dahil ettiğimiz kadüklükler n’olacaktır sorusu hep bir diğer yan tarafa ötelenir. hep o birlik beraberliğe musallat, tebelleş olanların sırtına yük bina ettirilir. basitçe düz mantık böylesi bir paylaşımı reva görmese de, layığı o olmasa da tutturulmuş gidilen rotanın ezcümlesi iş bu noktada saklıdır.

biçimler alt üst edilip sorun tahrif edilirken hemen herşeyin olağanlığından şüphe duymaksızın, nedamet göstermek, boyun kıldan incedir demek bu düzenin talepkarlığının bu alanda da bitmez, bitmeyecek ricalarının bir diğerini sunumlandırmaktadır. gün yenileniyor, fikirler dönüşüyor, umutsuzluğun ikliminde yeni dayanaklar, tutunacak dallar ortaya çıkıyorsa bu her dem riayet edenlerin çabalandıkları ileri demokrasi güncelleştirmelerinden her dem ayarlanan fikir cambazlığı örüntüleyen kurnazlıklardan ileri gelmektedir, yerseniz!. biat etmeyen içinse bu yenilir yutulur olanın sağladığı sözde özgürlüğün esamesi, gölgesi okunmayacaktır. içinde kalakaldığımız zaman mevhumunun öylesi ya da böylesi bir dar alana hapis edilmesi, en azından bu tecrübenin daimiliği adına direnç gösterilmesi bile kardeş-kalleş ayrımının nasıl düpedüz hile hurdaya başvurulmadan, normal adledildiğine dair vakıalar toparlamasıdır. yol ayrımlarında, kervan ortasında biteviye tetkik v tahlillerle kimci olduğunun sorgusu buna gösterilen özenlilik hallerinin, ensede pişirilmeye devam eden hainler iş çeviriyor bozasının kanıtları için yıldırılamayacak yeni türetimleri beraberinde duyumsatmaktadır. nereye kadar böylesine bir kapsamsız hazımsızlık nereye kadar tuttuğu v denk getirdiğini kolundan çektiğim gibi karanlığa teslim ederimcilik.

bir gün önce ad verip, hedef gösterip ertesi gün i.n.ş. mangalarının insiyatifinde yeniden kotarılan otokratik görüngüyü daimi kılan vatan haini avcılığının sergilenmesi. ennn organik biber gazıyla allanıp pullandırılarak. bir belgesel seyretmiyoruz yahutta olan biten fi tarihinde olup bitmiş şeylerden mürekkep değilken acıları merhem belletmek, işkenceyi normal bir tavra indirgemek, hiddet v nefreti milli hassasiyetlerle iliştirip şirinleştirmek, linçleri, kristal geceleri premiyeri yapılan bir sahneleme gibi tek gösterimlik hep münferit işi olarak kestirip atmak, yanında, yamacında savaş tamtamları aralıksız çalarken ölüm kusturuculara para yetişmediğinden daha büyük güncellemelerle fedakarlıklar beklemek bunu çekincesiz dillendirmek, karın tokluğunun yanında bir de canın derdine düşürmek oradakini gece, buradakini gündüz mütemadiyen yedi yirmi dört istim üzerinde tutmak tahlil edilesidir. upuzun bir soluk boyunca düşünülesidir. eğrilik bu kadar kolay doğru diye savlanabildiği v savunulabiliyorsa elimizdeki son şanslarımızı değerlendirmenin vaktinin çoktan geldiği yinelenesidir. düşünselliğin temeli idelerden küçük fikir kırıntılarından ibarettir. gel gelelim, bakıp görelim bize sunulanlar er dem kıyaslandıkça daha meziyetlisi bu diye iteklendikçe, öne sürüldükçe bu sürümünde hemen hiçbir konuyu derinlemesine, kesin bir biçimde çözümlemeyi tasvavvur etmediği meydana çıkmaktadır.

bunca saik içerisinde atıl bir biçimde rol pay edilmiş, bir görünüp, bir kaybolan vesayet aksamının, zırhının çok canımızı da sıkarlarsa yaparız bir rererörörür kumpasının hatırda tutulması ile bağlantılı olarak öteklieştirme, hedef haline dönüştürmei yerinden yurdundan en önemlisi özgürlüğünden men edebilmek gibi varyantlarla beraber tekmili birden güncellikte yeniden canlandırılmaktadır. berhava olanın, bigane kaçırılan “yalan” dünya’nın bilindikliği karşısında hala sultanın, devamlılığının v tahakkümün başka ağır sınayışlarına tabii tutulmamızdır. denek bellendikçe bir öncesinde hayır n’olamaz nidalarının yerini ikame olaraktan bi’tabii ki buyrunuzlara denk getirilebilirliğinin, görünmesi biçem kazandırılmasıdır. gayya kuyusuna dönen bu karanlık güncellikte tek bir sesin işittirilmeme, ötesinin duyumsatılmama çabasıdır. vizyon, vitrin, öngörüler; şu veya bu endeks durmaksızın yeni parametreler ortaya çıkartsa da varsa yoksa aynı teranelerle hem üzümü yiyip hem de bağcıyı dövmek muktedirin odaklarından birisi olarak sürdürülmektedir. çözdürülmezlik şiarına iliştirilmiş barışın, handiyse her gün bir yanımızı harap etmeye devam edilen bir sathı mahalde, konuşmanın, müzakere etmenin, adını koymanın bi’yandan olabilirliğinden dem vurup öte yandan inatla vatan hainliği olarak resmedilme çabası, didişi buna bir örnektir.

otuz yıl, elli bin canın üzerine eklenen her yeni bir rakam soluk bir istatistik verisi değilken, hemen hiç öyle değilken yok kararlılıkla savaşa devam şıkkı v yolunda daimiliğine teşebbüsüne kendisidir üzüm bağ ilişkisinde atfetmek istediğimiz. bir yerlerde olan bitenin üzerini örtebilmenin yolunu daha fazla dezonformasyon, tahrifat v diğer unsurlarla donatmanın tüm biçarlığına teslimiyetten hemen hiç goculmamasıdır zikredilmesi gereken. sağduyu nerededir. vizyon ne yandadır. adalet hangi kıstaslarla mengenelenmiştir. eşitlik hangi dağın ötesindedir. sorular v sorgular……. bitmek tükenmek bilmeyen naçarlığın birebir görünürlüğünü ikrar ettirecek sorgular. gerçekliğe ulaşmanın yolunun kör sapalardan hep bilinmez yollardan arşınlatıldığını belirginleştiren bu uğraşı mümkün mertebe tamamlayamamayı düşündüren ide belleyen çıkarsamalar.

üç koca yıl geçer bir arpa boyu yol tek bir sorumlu veya sorumluluk sahibi erk hakkında soruşturma, bu iş nicedir sorgusu gerçekleştirilmeyen ceylanın bedenidir, yanıtları bekleyen ben niye öldürüldüm diye?. günler günleri kovalar yaptık ettik hele bir soluklanın niye ettik diye laf salatasına boca, heder ettirilen otuz üç canın roboskisinden geriye bıraktığı sorgu v soruların kendisidir. her şeyi kaçak göçek olan, al takke ver külahla, yalan v dolanla talan serbestken bu mümkünken, elli tl kazanç uğruna canından olmanın makul bir gerekçesi olabilir mi diye yanıt bekleye duran ruhlar, gitmesek de görmesek de kafalarında hala giyotinin sallanmaya devam edilenlerin yaşamak için sorgularını sürdürdükleri bir yerin seslenişidir zikredilmesi elzem. bir gerilla öbürü asker biri leş diğeri şehit diye tavır alınmışken bunun politikası gündelik dilde, karşılıklarının nice hazımsızlıkların güne kavuşmasını sağlamışken barışı yad edenlerin başlarına gelmeyenlerin eksik konulmadığı en son cerrah efendinin nefret iklimlendirmesine haiz olan osmaniye’den geçirilmeyen halil savda gibi sözü bayrak bellenisi insanlar için, tüm kalıplaşmış algıları bir kenara terk edilip barışın kendisine ulaşılabilirliği göstermek için burada yürünmesine bile mani olunan bu yurtta, dört köşesinde yanıt bekleyen sorular. ötele ötele nereye kadar? bir ses yanıt verir ekranlardan… 2071’e kadar… düşünelim.

>>>>>Bildirgeç

Ataşla Kıstırılmak – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün*

Ataş, heykeli dikilesi bir devlet adamıdır, nitekim Norveçliler 1989’da başkentleri Oslo’ya yedi metre boyunda heykelini dikmişlerdir. Kökeni tartışmalı olsa da Norveçliler ataşı kendilerinin icat ettiği konusunda ısrarlıdırlar. Norveçli Johann Vaaler yirminci yüzyılın tam başında, 1900 yılında ataş tasarımının patentini almıştı.
Ataş Norveçliler için salt bir büro nesnesi olmanın çok ötesinde anlam taşır. İkinci dünya savaşı sırasında Nazilere karşı direnen Norveçliler milli birlik ve dayanışmanın göstergesi olarak yakalarına ataş takıyorlardı. Savaş sonrasında Amerikan askeri istihbarat örgütü Nazi Almanya’sından biliminsanlarını yakalayıp ABD’ye getirmek ve ıslah etmek amacıyla Ataş Operasyonu (Operation Paperclip) başlığı altında bir program devreye sokmuştu. Dediğim gibi, ataş yüzyılın başında dağınıklığı gidermek, birlik ve beraberlik ruhunu canlandırmak için icat edilmiş bürokratik bir devlet adamıdır. Ayrı ayrı duran ve kaosa yol açabilecek öğeleri yakalarından tuttuğu gibi tomarlar halinde kıstırarak anlamlı bütünlükler yaratır.

ATAŞIN İŞLEVİ
Her evde ve büroda bulunan, notları, sayfaları, dosyaları ve elbette zihinleri bir arada tutmaya yarayan, çok basit olsa da dönemin zihinsel yapısını yansıtması açısından vazgeçilmez ve mutlaka yaratılması gereken bir icat olduğunu görüyoruz ataşın.  Tıpkı Japon kâğıt katlama sanatında olduğu gibi bir tel parçasının katlanmasından oluşmuş. İcat edildiği andan itibaren şeylerin ayrık durmalarına ve aralarında kendiliğinden ilişki kurmalarına izin vermiyor. Toplumsal kolajın hiç hesapta olmayan yatay bağlantılarından hiç haz etmez. Tutturduğu şeyler arasında tutarlılık arar; ‘ya/ya da’cıdır; ya bu tomara girecektir parça ya da bir diğerine. ‘Ya sev ya da terket’çi davranışın izlerini görürüz ataşın işlevinde. Yakaladığı, kıstırdığı şeyleri tutarlı cümleler haline dönüştürür, kekelemeye tahammülü yoktur; hele ki ‘VE’lerle kekelemeye.

VE’LERİN İFADELERDE YERİ
Fransızca attache sözcüğünden dilimize geçen bu sözcük halk arasında çoğu kez ataç olarak da söylenir ve ister istemez eleştirmen, denemeci, şair Nurullah Ataç’ı akla getirir. Sadece isim benzerliği olsa yine iyi, VE’lere karşı tutumunda da ataşvari bir tavrı vardır Nurullah Ataç’ın: “Türkçede, konuşma Türkçesinde, VE’den bir kaçınma, bir tiksinme var. Oysaki yazılara dolduruyorlar Ve’yi, onsuz olmazmış, anlaşılmazmış ne dediğimiz, daha bir takım lakırdılar. VE’yi konuşurken gerekli bulmadığımıza göre, atabildiğimize göre, yazı dilinden de atabiliriz! İşlerine gelmez, onun yazıya bir kibarlık, derinlik verdiğini sanıyorlar, boncuk diye kullanıyorlar onu. Nazar boncuğu yahut katır boncuğu…” (Günce 1953-1955, YKY).  Ataç haklı, VE’ler boncuk diye kullanılıyor, daha doğrusu VE’ler araya girerek her şeyi boncuklaştırıyor, bir boncuk dizisi gibi yan yana geliyor şeyler: “ve Türkler ve Kürtler ve Araplar ve …” diyebiliyoruz örneğin.  ‘Ya/ya da’cı ataşın aksine, birbirini dışlayan, diklemesine hiyerarşik, totaliter bütünlükler kurmak yerine, her zaman ortada, arada yer alacak şekilde düzenliyor VE şeyleri.  Deleuze ve Guattari’nin vurguladıkları gibi, dır/dur ile biten cümlelerin ontolojik tutarlılığını çökerterek boncuklar arasında yeni ilişkilere yol açıyor, dili sonsuz bir varyasyon içine sokuyor. Artık şeylerin ne başı ne de sonu vardır, VE bağlacı sayesinde bir içkinlik düzleminde şeyler yan yana gelerek, tıpkı müzikte olduğu gibi kontrpuansal bağlantılar kurabilirler aralarında.

ZAMAN KAZANMA SÖZLERİ
Devletçi zihinler VE’leri pek sevmezler o yüzden; VE kekelemeye yol açarak dilin bütünlüğünü bozacak, ataçla tutturulmuş tomarı darmadağın edecektir çünkü. Dildeki iktidar ilişkilerinin tam da kekelemeye başladığımız an çırılçıplak görünür olması ve bizi doğru yola sevk etmesi de manidar. Konuşurken, dilin dağılıp gideceğini, kekeleyeceğimizi hissettiğimiz an, nedense bir efendi giriyor hemen devreye. “Efendime söyleyeyim” diye bir zaman kazanma sözü var bizde. Tam da gramerin bozulacağı an.  Dilin görünmez efendisi çizgisellikten, doğru yoldan çıkıp ara yollara sapmamızı, dallanıp budaklanmamızı engelliyor, dilin yasalarını hatırlatıyor bize. Sadece konuşma dilinde değil, sanat, kültür, politika üzerine yazarken de dilin görünmez efendisinin ataşvari kıstırmalarına maruz kalıyoruz.
‘Ya/ya da’cı ataşın bizi ikili karşıtlıkların kutuplarından birine kıstırmasından VE’lerle kurtulduğumuzda, aynı anda hem bu hem de şu olabileceğimiz yeni bir deney alanı açılacak önümüzde.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Rahmi ÖĞDÜL uzunca bir zamandır Birgün Gazetesi’nde gündelik teferruatların tam da lazımgelen söz söylenesi, bahis açılası konularında anlak, sanatsal izdüşümler, perspektiflerden ilham alarak okura yeni okumalar sağlıyor. Gördüğüne kani olmaktansa, yetinmektense başka şeyleri; sorgular, tahlil eder bir pozisyona teşvik ediyor. Ataşla Kıstırılmak başlıklı makalesi de bu merhalede değerlendirilebilecek bir metin. ÖĞDÜL ve Birgün Gazetesi’nin anlayışlarına sığınarak metni sayfalarımıza iliştiriyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Engin Çeber İçin Adalet İstiyoruz – Amnesty Int’l
Ataşla Kıstırılmak – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün
Bugün Günlerden Siyah / Ceylan’a… – Gulistan Gulê DEPÊ – Ajans Amed
Bitmeyen Soruşturma, Açılmayan Dava – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
Kayıp Yakınları Ceylan Önkol’u Andı – ETHA
AKP Döneminde 183 Çocuk Öldürüldü – Evrensel
Yaşasın Adalet! Ki İnsanlık Ölmesin… – Reha RUHAVİOĞLU – Gazete İpekyol – Gyank
Çok-Aydın Türk’ün Hayal Kırıklıkları – Têkoşer QEMEROKÎ – Ajans Amed
Savda 1 Ay Boyunca Barış Yürüyüşünde Neler Yaşadı? – Ali Barış KURT – ANF
Vicdani Retçi Halil Savda’nın ‘Barış Yürüyüşü’ Durduruldu – Birgün
Yalan – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
“Bütün Bu Yaşananlar Bir Dejavu Gibi…” – Aslı KAYA – Korsan Dergi
Zehirli Sahtekarlık Kültürü – Göksel ARSLAN – Başka Haber
Her Türlü Milliyetçiliğe Karşı Olmak – Zana GÜMÜŞTEKİN – Gyank
Kürtler Karşısında Yenilgi Alan Devletin Yeni Bir Planı Var Mı? – Dr. Mustafa PEKÖZ – Sendika
Oyalama Taktiği – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Kürtlere Haklarını Salam Taktiğiyle Veremezsiniz – Ezgi BAŞARAN – Radikal
PKK Devlet İstiyor Dış Desteği De Var – Şenay YILDIZ – Akşam
Barış İçin Ölüm Şart Mı? – M. Latif YILDIZ – Yüksekova Haber
Görüşme(me)! – Şeyhmus DİKEN – BiaMag
Botan Sendromu – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Yeni Stratejik Hamleler – Aysel TUĞLUK – Radikal 2
Müzakere, Halk İçin Geç Devlet İçin Erken – Ayhan BİLGEN – Yeni Özgür Politika
Savaş Emri Verenler Esneyiniz – Demiray ORAL – Taraf
Müge Tuzcuoğlu Dahil 9 Kişi Serbest Bırakıldı – Faruk AYYILDIZ – Evrensel
Arat ve Doğan Ailelerinden Devlete Çağrı – ETHA
Militarizmin Sonu Burası Mı? – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Peki Bu Kadınlar Terörist Mi? – Mehveş EVİN – Milliyet
Haksızlığın Gümbürtüsü – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Balyoz Davası’nın Toplumdaki Yankısı ve Yargı Süreci – Ahmet İNSEL – Açık Radyo
Balyoz Davasından Çıkan Dersler – Osman KAVALA – Radikal
Hani Bu Kilisenin İlk Sahibi? – Emre ERTANİ – Agos
Başbakan’da Çocuk Yapsın, Örnek Olsun! – Özgür AMED – Ajans Amed
Uzmanlar ve Zamlar – Metin YEĞİN – Özgür Gündem
Gidişat Gidemeyişata – Sezin ÖNEY – Taraf
Hakikat Şimşeği – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Unutmadık, İzlemeye Devam Ediyoruz! – Murat ÇAKIR – Emek Dünyası
Medyanın Objektivizm Yalanı ve Kitlelerin İradesi – Sarphan UZUNOĞLU – Gyank
İçişleri Bakanı: Dindar İnsanlardan Zarar Gelmez – T24
İşte Polis Kayıtlarındaki Aydın Erdem Cinayeti! – ANF
Çünkü Onlar Mazlumdu… – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
Sizin Eseriniz – Ferhat KENTEL – Taraf
Behçet Hastası Hasan Alkış’ın Hayati Tehlikesi Var – Görülmüştür
Militerler İçerde, Militarizm Zirvede – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Türkiye Susmuyor – Can DÜNDAR – Milliyet
Bu Da Memleketimden Hıristiyan Manzaraları – Ferda BALANCAR – Agos
‘Burası Askeriye, Olur Böyle Tacizler’ – Kemal ÖZER – Evrensel
Sağır Dilsiz Sınıfı – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
“Dün Bir Öğretmen…” – Sultan KOMUT – Bianet
Ağam Ayağının Turabı Ben – Mehmet Said AYDIN – BiaMag
Önce Hatırlamalı… – Bülent USTA – Birgün
“Bize Garipler Derler…” – Kıvanç KOÇAK – Birikim
Neşet Ertaş Hep Vardı, Biz Neredeydik – Türler Arası – Açık Radyo
Neşet Ertaş’ın Vedaı: “Bilmem Azdan Çok Anlar Mısınız?” – Ulaş ÖZDEMİR – Derya BENGİ – Bir + Bir
Neşet Ertaş’ı Dinliyor Muyduk Sahi? – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Son Ozan – Veli BAYRAK – Gyank
Neşet Ertaş Senin Diline Gelmez, Orada Dur Pala – Orhan ALKAYA – T24
Selçuk’ta Bir İrtica Vakası – Sevan NİŞANYAN – Nişanyan Facebook Sayfası
Nubar Terziyan 6-7 Eylül’ü Anlatıyor – Sevag BEŞİKTAŞLIYAN – Agos
Dêrsim Ermenileri Bugün Hanau’da Toplanıyor – ANF
Dengbêjliğin Tarihine Yolculuk – Suna KÖSE – Yeni Özgür Politika
Yeni Başlayanlar İçin İtiraz Engelleme Kılavuzu – Bilge TERZİOĞLU – BiaMag
‘Kusura Bakmayın İmam Hatibe Gideceksiniz’ – Emek Dünyası
Türkiye: Bir Kapitalist Cehennem – Uzay BULUT – Özgür Gündem
Gündönümü – Ümit İZMEN – Radikal
İş Kazalarında ‘Kader-İhmal’ Devri Yasalaşırken – Alp Tekin BABAÇ – Sendika
‘Wall Street’i İşgal Et’ Hareketi Teorisyenlerinden Charles Eisenstein: Krizden Kurtulamayacağız – Kıvanç ÖZVARDAR – DW Türkçe / Başka Haber
‘Hedef Yarın , Ezilenlerin İktidarı’ – Adil Medya
5 Ekim’e Doğru – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Vakit Tamam Yıkım Saldırısı Başlıyor – Sendika
Freedom On The Net 2012 – Freedom House
Kişisel Gizliliğe Veda Vakti Geldi Mi? – Berkin BOZDOĞAN – Başka Haber

Kane Ikin Official
Kane Ikin – Sublunar Album Official Informative via 12k
Kane Ikin – Sublunar Album Critic By Creaig DUNTON via Brainwashed
Silent Harbour Official 
Silent Harbour aka. Conforce – An Ambient Assault via Kana Broadcast
Silent Harbour – Silent Harbour Album Critic By Will RYAN via BPM
Mohn Official via Kompakt
Mohn – Ebertplatz 2020 (Wolfgang Voigt HardTranceAtlanticXSMix)  Stream via Kompakt Soundcloud Page
Mohn – Mohn Album Critic By Jess HARVELL
Niederflur Official via Facebook
Niederflur – DJ Mix via Soundcloud
Niederflur – Archipel Soundtracks
Deadbeat Official via Twitter
Deadbeat Mix For Trax Magazine
Deadbeat – Eight Album Critic By Ben DONNELLY via Dusted Magazine

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel three crowds make a flock by scorpocat – nicht zu hause
scorpocat – nicht zu hause’s flickr page

>>>>>Poemé
Kapı – Birhan KESKİN

geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu..
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni…

Kaynakça: Sırça Fanus

Deuss Ex Machina # 417 – a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_417_–_a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis

17 Eylül 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Loscil-Cascadia Terminal (Kranky)
>2<-Loscil-Fifth Anchor Span (Kranky)
>3<-Autistici-Sleep State For Carl Wark (Hibernate)
>4<-Autistici-Mam Tor Soarers' Workshop (Hibernate)
>5<-Shinsuke Matsumoto-Soundscape (AY)
>6<-Shinsuke Matsumoto-Hana-Hina (AY)
>7<-Method One-Ziba's Lullaby (Auxiliary)
>8<-Method One-Foundry Dub (Auxiliary)
>9<-Atoms For Peace-Other Side (Stuck Together Remix) (50Weapons)
>10<-Other Lives-Tamer Animals (Atoms For Peace Remix) (50Weapons)

a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis
(417)

düşünselliği imtihanlardan geçirmekten değme yalanların v yanlışlıkların olurunun halinin rotasının ortaya çıkartıldığı, kimin neyden şikayetçi neyi dillendirici veya ne bahisle ortaya çıktığının koparttığı gümbürtü ile orantılı olarak şekillendirildiği, öyle varsayıldığı bir zaman diliminde ajanslara düşüyor bol şoklu, epey flaşlı metinler. bir yerlerde bir şeyler vuku buluyor. vakia olarak ele alınıyor günü, gündemi ele geçiriyor. bir iki v daha fazla yetmez ama yaygarası v şiarıyla aslında kaskatı kesilmiş olan, koskocaman bir aysberg’in sadece görünebilir bir kısmının etrafında kopan şu kadarlık fırtınanın bile has resmi esirgediği, neler ettiği görünmezliğini tam v eksiksiz olarak konumlandırdığı bir aralıkta yaşam sürdürülüyor. yaşam sürdürülmeye gayret ediliyor. rutin kendisini belirginleştirirken her yeni gün başka bir imtihanın, yoklamanın işin hangi tarafından bakıldığının, aynanın neresinde, köprünün hangi başında durulduğunun vesikası için birer araç eyleniyor. sorgular, yıldırmaları, pejmürdelikler simyası epey hallice bozulmuş olanların daha fazla suskun, laletayin, atarı v gideri bol söylenişlere kendilerini yekten teslim etmesinin önünü açıyor. hem ne olacak ki memleket mi kurtulacak.

bugünden yarına dünyamız mı değişecek. acele etmeye gerek yok da; yığıntıyı, oluşan birikimi zamanında ön görülmedik bir biçimde önemsemeyişin faturasının hep bir sonraki nesillerin ödediği, onlara borç bırakıldığı bir yaşam ritüelinde daha yarınlarımıza devredeceğimiz kaç sorunumuz v kaç yılgınlığımız, denedik olmadı, çabaladık mamafi aşamadık serzenişimiz baki kalacaktır. sorgusuzluğu hazır ahir zamanın zemini buna müsaitken mümkün mertebe yaygınlaştırmaya gayret eden erkin topyekün dimağlara kazıtmak istediği yegane şey sıradanlaştırılan, öyle atfedilen şeyler ile aba altından sallanan sopaların halının altına süpürülmüş olan sorunların görünmezliğini biraz daha canlı tutmaktır. olabilecek kadar ki bu daimi karabasan sanrısı ivedilikle yıkılamasın, ayrışmaz birer parçamız, belleğimizin has öğesi olabilsin. ne biz ona ilişebilelim ne de bunca pejmürdelik, afaki yalan talanın ortasında kurulan can pazarlarının, kumpasların, hedef haline dönüştürmelerin, hesap soruyoruz biz yae demelerin gerçekten olup olmadığını idrak edebilelim.

sorgulamalar bir yana da olup bitenler çarpıtılıp durulurken, ne yapacağıdık bir de okşayacak mıydık diye buyurganlıkların değme empatiyi çoktandır geçtik nakarat gibi şakınılan kardeşlik masalının, özgürlük merhalelerinin nasıl da bir yanılsama olduğunu bunca belirginleştirirken sorgulamak biz cahillere pek tabii ki düşmez, düşmemelidir baş vezirimizin izanında!. hele bunu dillendirmek, yazmak, seslendirmek veyahutta beklenmedik bir anda pat diye önüne çıkartabilmek yeterince cesur olmayı gerektirmektedir yahu cevval. altından kolay kalkınılamayacak bunca vehametin birbirini iteklercesine eşikten hayatlarımıza karıştığı bir zaman mevhumunda sürünün içerisinden mümkün mertebe ayrılmayın, gerisine karışamayız! aman ha uyaranının güncel bir edisyonu değilse nedir ki bu kekremsi vurgulama. her durumda bir ipe çekilecek, yular geçirilecek birilerinin varlıklarına tutunarak bir tane doğrunun olabileceği onu da sadece biz v bizim ekkaliyetimiz kesinleştirip duyurabilir, beğenirseniz yersiniz beğenmezseniz de yersiniz seçeneğinden başkasının esamesinin okunmadığı bir duruş toplamı hal midir, vesika mıdır. bütün bunlar bir diyetlerin bitmeyen listesindeki bilmem kaçıncı kez zikredilenlerden, talep edilenlerden hangisidir, hangilerindendir?

kaynakçalık, gördüğünü kayıt altına almak elbette bu durağanlaştıkça, yerine sabitlendikçe, dimağı dara kıstırdıkça daha ötesini tahayyül etmeyen, dahası düşünmeyi gereksiz bir jimnastik olarak değerlendiren her durumda bunu yapmaya devam edenleri yardakçı, ispikçi, rererrerörü işbirlikçisi, vatan hayını vd. gibi yazınsal hatalarıyla beraber dolaşıma çıkartan dillendirilen bir iklimin şifasının karşılığı olabilir mi? böyle bir tanımlandırma mümkün mü? ambarın pardon memleketin altını üstüne getirip durdukça, onu buna kırıp, bunu ona yamadıkça, lehimledikçe nefret parsellerini başka derdi olanlarla, dilinden dökülenlerin sadece kendi aidiyeti için değil de herkesler için daha yaşanılabilir bir ülke vurgusuna ulaşma çabalanımını daima sığlıkla gözucu ile değerlendirdikçe bu kendine göre çoğulcu ama insanlık düzleminde belirgin ekkaliyetin demokrasisi ilerisi, moderni, vesayetten arınmışı şusu busu ile tanımlandırılmasının vitrin değiştirmek, hep ambalajı yenilemek dışında başkaca bir itki ile bağlantılanamayacağı aşikar v yinelenesidir. ambalaj değişirken içerik mutlak korunaklılık zırhıyla, kırmızı çizgilerle, daraltım kavisleriyle donatıldıkça gündemin her anına sinen, iliştirilen önyargıların, nefret turnusollerinin peşimizi bırakmayacağı bilinesi v tekrar edilesidir.

tutturulan yolun aklın alabileceği, hafzalanın görebileceği kadarıyla şekillendirilip, duruma v adamına göre muamele edilmesinden uzak bir ferah~fezalığı yakalayamamasının belki de en önemli nedenlerinden birisi de bu tutukluluk halinin, başımıza çoban olanların değme arsızlıklarını sesi de çıkıyor nasıl olsa, hemi de karizmatik adam! gibi kadüklüğü tescil etmeye, derinleştirmeye gerek duymayacağımız bir tahayyül sınırından kestirip atmak, bütün bu olan bitenlerden aslında hiçbir şeyin anlaşılamadığının neticesine ulaştıracak v kesinleştirecektir. yargılar, değerlendirmeler v nihai sonuç olarak önümüze getirilenler ya anın ya da geniş vadede tüm hayatı etkisi altına alacak, etkisiz kılacak, izole edecek bir toparlamanın, nümayişin bizzat kendisidir. duruma uygun olsun, laf olarak dolgu yapılabilsin kabilinden değil cümleten yarı açık, bolca kaçıklığın sergilendiği bir (c)ezaevi yurdumuz, yurdunuzdur v sonucudur. ide uygulanan tecrit, akil olanların hemen tümüne uygulanan ayrıştırma, fikriyatın kendisinden çekinilmez görülüp giderek daha baskın, otoriterliğin vesikalanmasının beraberinde getirdikleri bu ezaevi metaforunu salt bir tanım olmaktan alıkoyarak bir gerçeklik haline dönüştürmektedir.

ayrıştıkça, dilinden çekindikçe, meramından korktukça belirsizlikler içerisinde tam tanımı bıçak sırtı olan aralığa ulaşmış olmamız, hayatımızı sorgulardan arındırıp sadece v sadece insani asgari müştereğin tesis edilebilirliğine biat edişin bir masaldan başkacası olmadığını kafamıza kakıp duran bir yönetişim tavrının sorgusu ne aradır. sorgulanabilirliği ne zamandır. hayat bu kadar ele alınıp kolaylıkla derdest edilip dönüştürülebilecek, ne diyorsak o sığlığına hapis kılınacak kadar kolay mıdır? bütün anlamlar bir yana bir gün şemzinan’da, bir gün gever’de ertesi gün amed’de, colemerg’de, wan yahutta besebbab’da az gelelim hatay’da, biraz yukarısı bingöl v uşakta, az daha batıya geçelim şehristanbul’da v nice başka yerde vuku buldurulanlar hezeyanlardan değil çekincelerden sınırsızca korkuya sığıntı davranılarak, duhul eylenerek korunulabileceği inkişafına sımsıkı tutunarak, korku dağlarını öcüler yaratarak, onlara karşı demediğini bırakmayıp yapmadığını koymayacak ama gelgelelim münferittir o münferit! seslenişiyle güllük gülistanlık bir idarenin, hayatı idame etmekten ne anladığının, neyi nasıl konumlandırdığının hazin gerçekliğiyle karşılaşmamızı sağlamaktadır. hayatlarımız derdest…

hayatlarımız prangalarla bağlı, adım atılamayacak kıvama getirilmişken başka şeyler de var, başka bir yol daha var seçeneğinin izini takip etmeye, düşünmeye daha kaç yol, yenilmesi gereken kaç fırın ekmek vardır. resim yangın yeriyken ee, gım gım, eee… yok yok karışmayalım biz lalelatayinliğinin taşıyacağı yer günün şartlanmışlıklarıyla oluşturduğundan daha beteri olacakken hala ama v fakat mıdır. keşkelere yer olmayacak bir süre sonra keşkesiz kalıp ona ilişmeden bu hayatı şekillendirmek, sessizliklerin ortasında kopan esas çığlıkları işitebilmek her birimizin boynunun borcu, nasip kader kısmet işinden daha gerçekçi birer sınavdır. hala öyledir. görebilenlere..kemikleşmiş, keskinleştirilmiş ucunun batmazlığı bir yana deler geçerliği defaatle sınanıp onanmış halen kurcalanıp daha derin yaralar açmasına ön ayak olunmuş, dimağı alt üst ederken olan bitenler varlığını esas resmin içinde korunaklılığı daha da fazla arttırılmış, buna sabitlenmiş bir edim olgusunun ötesinde, tanımdan çok geçerlilik düzeyini şimdilerde yakalayan bıçak sırtı günlerin dahilindeyiz. üstünkörü, ıvır zıvır, çevir kazı yanmasın sufleleriyle beraber gündemin sunisinin yanında asla sümenaltı edilemeyecek, edilmeyecek şeylerin vakıaların vd. gündeliklik içerisinde karambole bu kadar ivedi bir biçimde getirilebilmesinin yanı v yamacında ucun nereyi deldiği, nereyi kanırttığı çok sonraları fark edilebilen bir simyanın tam ortasındayız.

kararlılıkla sürdürülen karanlığı daimi kılmanın, kelamı müdanasız gereksiz bir edim olarak kıstılayıp, durmaksızın yinelenenlerin her dem güncellenen öfke ufuklarında yeni patlamaları kolaçan edip buna yol veren, olur veren durmadan dönüştürülen birer ikişer oh olsun!lar düzeyi v daha derin bedduaların eksik edilmediği bileşenlerden mürekkep bir daraltım sahasındayız. daraltıldıkça yolun ötesini görmek bir yana anın içerisinde olan bitenlerin bile alelacele derdest edilmesine çalışılan bizahati buna uğraşılan her mevzu v sorunu işine geldiği gibi değerlendirip ona göre hareket eden, aslen sabitliği bu deryada tescilli statükonun başka yüzeylerinde kayboluyoruz. kayıp ediliyoruz. günü anlamlı kılmaktansa, bunca naçarlığı ezayı v cefayı bir kere daha yaşamaktansa yeter artık seslenişinin kasten önemsenmediği bir düzenin bekası için kurbanlık belleniyoruz. beklentileri asgarinin altında tutup dokunursan yanarsın, ilişirsen kavrulursun, soru v sorgulara girişirsen hiddetimizden payını alırsın, kurcalarsan münferit linç mangalarımızın insaflarından hak ettiğini bulursun vb. gibi derinlemesine bir korku dağarcığının, aba altından üstünden sallanan sopaların görünmesine çabalanılan, neticesiz yarınsız illa billa çözümsüz ama halen sürünün içinde emirlere riayet etmeye devam eden, ettiren bu v benzeri çabalanımların yekününe ses çıkartmayıp uysal koyun belletilerek bu dikte ettirilen, buna alıştırılmaya gayretkeş olunan bir mizansenin yıkıntısı, döküntüsü arasında yol kat ediyoruz!

modernleştirme görünümüyle yıkılıp dönüştürülünceye kadar!. yol ilerletilmeye çalışılırken günü kapsayan gündem dediğimizin orta yerinde daha önce işitmediğinizi düşündüğünüz, kırk yıl geçse hatra getirmeyeceğiniz şeylerin dile dolandırılıp allem edilip kallem edilip yeni doğrular bunlar türünden yaklaşımı önümüze çıkarttığından dem vurulabilir. masal değildir atfedilen boşta bulunup güzelleme değildir söylenen varsa yoksa o bıçak sırtılığın sürekliliğini, beraberinde taşıdığı sürek avını daimi kılacak, devamlılığını da getirecek bir tahayyül çabalanımının kendisidir. ucundan kıyısından mesnetsizliği yüceltip bir tabii ki statükoyu koruyup kollayacak yeni bir ambalajlama çalışmasıdır. çalakalemlik su üstüne çıkan. hiddet o kadar olağandır ki her esip gürleyişte bizahati nefret söyleminin ta kendisinin kapsamından nitelikli! önermelerinden bir başkasıdır altına imza atılan avaz avaz çağrılan. sabah vakti kck operasyonu ile isimsizlerin tecriti, toparlanmasından, kameralar önünde gösteri niteliğinde müzisyenlerin önce derdest arkasından işkence ile buluşturulmasına, i.n.ş. mangalarının tıpkı başlarındaki ismin söylemindeki ezip geçeriz, yakıp yıkarız v gerekirse bir yüz yıl daha savaşırız roargh! hesabını da verecek değiliz! bağlamının bir başka vesikasını oluşturan, güne eklenen insaniliği yitirip tanımsız, mesnetsiz bir yıkım, yerlebir etme hadisesine, halk vekilini belirli başlı, okuma yazması bulunup kulağı olanın işittiği gibi direktiflere uygun bir biçimde tutukluluğunun tesciline, dokunulmazlığının da yaka paça kaldırılması sürecine kadar varacak zincirleme yargılamaların v kararların aldırıldığı, imzaların atıldığı bir yandan da savaş yok denilirken bu algı yaygın bir biçimde söyleme dönüştürülürken tetiklerin nasıl düşürüldüğünü ortaya koyan can pazarlarının hala bu kubbede yerini aldığı bir güncellik hasıl olunur. otuz iki kısım tekmili birden cinnet ül arz.

cehennem tabelasında her ne yazıyor bilinmezliğini koruyor ama şu iki satır boyunca dillendirdiğimiz şey birleştirdiğimiz parçaların oraya bile fazla kaçacağına kani olduğumuz karabsanlar, karanlıklar. suçlu yaratmaktan, suç mesnedi türetmekten, suçu yıkmaktan, ciğerini patlatırcasına çemkirip beddua okumaktan, baştaki neyse erkanın, ahvalinin de o düzeyde tahammül etmeyen küfür eden, anlamadan komuta göre tepkime veren, sokakta yan yana durduğundan bile şüpheye düşüren bir dönüşüm, dile getiriş v fazlasının perspektifini gün yüzüne çıkartır. her günün bir anlamı varken varken bu cenahın günleri durmaksızın karabasanlardır her yeri kaplayan. her gün yeni bir umuttur pek çok yerde gelgelelim bizde sustukça, yılkıldıkça sıranın kime geleceğini hangi mesellerin flaş flaşlar ile duyurulacağını kestiremediğimiz bir karambolün beşiği edilir. yurdu kılınır. duyumsatılması lazım olan hezeyanların peşisıra diziliminin ardından, reklamsız arasız istiflenmesinin, döke saça, bata çıka tıkabasa doldurulmasının ardından bıçak sırtı hayatlarımızın ne kadarını koruyup kollayıp önemsemekteyiz sorgusu hasıl olmaktadır.

insanlık ayaklar altına alınırken sergilenen şeylerin acelecilik bir an önce töhmet altında bırakabilme alışkanlığı, kodlara, renklere v aidiyetlere göre ezberlerin ikrarının yanıbaşında yapay, steril değil tam aksine kirden hiçbir şey göstermeyen bir faunada yaşamakta olduğumuz bu v benzeri bir sistematiğe mecbur kılındığımız işittirilesidir. kirlendikçe ortalığın daha da mükemmel bir hayat diskürüne dönüşümüne dair teferruat bellenmişler dillendirilesidir. masumiyet karineleri ayakla, kollarla çiğnenip lime lime edilirken, kulak patlatma, kol kırma branşlarında muhafazakarlığın, muhafazacıları yeni münferit hamlelerine girişebilirler. ki bu doğaldır!. kirlenişimizi, aymazlığı sorgu, sualere tabii tutmaz iken, daha yaratıcı olabileceğimizi haklı çıkartmak istercesine, hakkaniyet kazandırırcasına her dem başvurulandır sanal gerçek işkence. vekaletin dar alanı içinde el kaldırılıp, bankamatik memuru gibi aybaşında maaş çekerek kıt kanaat geçinmek dururken, halk denilen ama durmadan ayrıştırılmaya devam edilen her dem kusana kadar propagandist bir hegemonya, tahakküm dizgesinde dilinden, aidiyetinden, inancından vb. sorgulanıp durulanların haklarını savunmak, bu yola baş koymak seçeneği tercih edildiğinde hele bir de kadın olunduğunda, sosyalisti de eklemlediğinizde değme turnusollerin, ide yapısındaki köhneliği enikonu ortaya koyan vehamet vesikalarının çat kapı terör örgütü yardakçılığı, olarak ilanına ulaşan bir sonuç karşımıza çıkartacaktır.

insanlıktan çıkılması adına bu v benzeri önermeler yargılamalar ucunda kıyısında hep   nefretini dile döküp, gerektiğinde asil duruşunu sergilemekten kaçınmayacak linçci gürüh için de bir hedefleyiştir. fonda bir başkadır benim memleketim. algı daraltılıp ne verilirse ona tamahın yolu sağlama alınıp sabitlendikçe roboski’de, şemzinan’da, afyon v bingöl’de olanlar hep o mesnetsizlerin işi gücü olduğuna biat adına öne sürülüp durulan bir argüman olmaya devam edecektir. hazır kıtaların klavyelerinden, ayıla, bayıla döktürdükleri! meramlar, yüz kırk karakter analizler değme akil olanı mundar edecek tespitler, bu koyverin arenaya salın gerisi hallolunur bıçkınlığının, tahammülsüzlüğünün nasılsa unutulur yahu beklentisi v pratiğine tutunulmasının ders alınası bir yansısıdır. yaralarımız derinleşiyor. içten içe kemirici olarak zerk ettirilen nefret ediminin bizahati kotarılmasıyla, sahneyi kapsamasıyla hangi söz, hangi konu veya sorun olursa olsun giderek daha nefessiz kalınan bir iklim tasavvur ediliyor. alışırsınız diyerek bunun da suflesi veriliyor. kadimliğin de kardeşliğin de canı cehenneme! ön okumasıyla beraber erkanın toptan fiştekleyip durduğu muhalefetin bu pasları her dem yeyip hücuma geçtiği bu oyunda skor insanlığın aleyhine yazılmaya devam ediyor.

derdin biganeliği, çözülmezliği üzerine bina ettirilen her yeni görünen hamle hep statüko bağlacına, bıçak sırtılığına göndermede bulunuyor olsa da bu da geçer türküsünün dillendirilmesiyle o hayatın sürekliliği sağlanıyor. yankısının ikrarı, olan biteni bu sefer onlar düşünsün ayrıştırması bi’fiil bu sınırın gününün de yarınının da töhmet altında bırakıldığını yineletiyor. bıçak sırtılık yineletilirken önce biçem tazeleniyor ardından da döküp geçeceği menzil geliştiriliyor. ona buna derman, akıl fikir tahsis eylenirken bu yerin bedbinliği nasip işiyle, kaderi kısmetle birleştiren mide bulandırıcı bir algıyla baştan en sona örülüyor. çıktık açık alınla diye yola koyulan bir eşik, atak yakalayıp medenileştiğinden dem vurulan bir yer, yurt bahsinin basbayağı başı öne eğikliği, kararsız kazımlığı, şiddete her dem meyilliği, en altından en üstüne mukyedirin lafazanlığından belirginleştirilebilir. kaldı ki naçarlığımız, her birimize farklı sirayet edebilsin diye ön ayak olunan budur. yergilerle yıllardır dillendirilenler insana dair olanın ne olması, nasıl şekillendirilmesi gerektiğine dair bir perspektifi sunmuşken, tam da 444lük, bir kondusal kadüklüğün mizacında “hayat” sorgusu vuku buluyor. canlanıyor istikamet nereye ey insanlık!…

>>>>>Bildirgeç

Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek – Göksun YAZICI – Bir + Bir*

“uslu bir oymağın boğumlarının / çocuklarının itaatine karşı…”

Egemenlerin politikasıyla gündelik hayat arasındaki ilişkiselliğin zor kurulacağını,  makro politikalarla yaşamın ince damarlarından geçen mikro politikaların kendilerine ait, hatta ilgisiz dilleri olduğunu söyleyenlere, “hangi gündelik hayat, hangi mikro politikalar?” sorusunu sorarak başlayalım. Hakkâri’de polisin biber gazı sonrasında ortalarda sivrisinek bile kalmaması, gündelik hayatın en mikro (sivrisinek kadar!) alanlarına dahi egemen güçlerin müdahil olduğunu gösteriyor. Elbette bu bir kara mizah. İnsanları sivrisinek sanan bir şiddetin karanlığı; insanları gazlama / sinekleri ilaçlama teknolojilerinin birbirine karışması. Direnişçi bölgelerle egemenin çocuklarının, yani uslu çocukların gündelik hayatları arasındaki dramatik farktan politikanın makrosunun da, mikrosunun da nasıl çalıştığını görebiliriz.

“Normal” yaşamın mümkün olmaması savaşların alâmet-i farikası olsa gerek. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, ülkelerin bütün vatandaşlarının etkilendiği savaşlar yapılmadı. “Bölgesel çatışmalar” olarak adlandırılan savaşlar yürütüldü. İşgalci kuvvetlerin bütün vatandaşları bu bölgesel savaşlardan etkilenmezken, işgal altında olanların tüm yaşamı altüst oldu, tabii eğer ölmedilerse. 21. yüzyıl geçen yüzyılın son modasını devraldı. Bölgesel direnişlerle karşılaşan egemenler bölgeleri istila etti. Bu ülkedeki denklemde de benzer bir şey var. Gazlar altında kalan, apar topar evlerinden edilen insanlar için savaş, yaşamlarının tek gerçeği. Direnişçilerin neden direnmeye geçtiği bu noktada daha da açığa çıkıyor: “Normal” yaşam, sadece egemenin uslu çocukları için vardır; bu “normal”in sürdürülmesi için diğerleri ikinci sınıf muamelesi görür, bunlar müstakbel direnişçilerdir. Direnişçiler başkaldırdığında, onursuz yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiklerinde, egemenin “normal” yaşamı sağlamak için uyguladığı yasa koyucu / yasa koruyucu şiddet açığa çıkar. Direnişçinin üzerine binen şiddet ya da açılan savaş, uslu olsa direnişçinin üzerine gitmeyecek bir şiddet değildir. Bu şiddet, uslu olsalar direnişçilere “ikinci sınıf” muamelesi yapacak “normal” yaşama içkindir. Direnişçi değildir bu şiddetten sorumlu olan, o sadece “normal” muameleye karşı çıkarak “normal”in içindeki görünmez şiddetin görünür olmasını sağlamıştır. Bu anlamda, Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır’ın Antep olayından sonra “kim yapmış olursa olsun sorumlusu PKK’dir” diyerek “kör terör”den onları sorumlu tutan sözleri egemenliğin içkin şiddetini görmezden gelen uslu çocuğun babasının hakkını savunurken gösterdiği öfke hareketlerinden başka bir şey değil. Kürt hareketi sivillere saldırmamayı ilke edindiğini defalarca açıkladı, Türk halkı otuz yıldır babası egemenle işbirliği içinde bu savaşı desteklerken Türk halkına bir sitem sözü bile etmedi, çünkü hâlâ halkla konuşmaya çalışıyor, sesini duyurmaya çalışıyor. Ruşen Çakır, Etiler’de patlayan bombalarla nasıl yüreklerinin ağızlarına geldiğini anlatıyordu aynı yazısında. Elbette patlamasın hiçbir yerde bombalar, ama “normal”e içkin olan şiddet de diğerlerinin üzerinden kalksın. Etiler’in varlığı şiddete dayanır; egemenliğin, özel mülkiyetin, sermayenin, nezihliğin varlığı başkalarını dışlamaya dayanır. Başkalarını dışlayarak temellük ettikleri güzellikleri kıskançlıkla koruyanlar, başkalarının ikinci sınıf olmasına aldırmaz, çünkü böyle kurulur kendi birinci sınıflıkları. Etiler şiddettir Sayın Çakır, elbette kimse sizlerin korkmasını istemez, ama sizin huzurunuzun bedeli neden başkalarının ikinci sınıf sayılması olmak zorunda? Siz Karadenizli akrabanızı, Metin Lokumcu’yu başbakanın karşısında savunamadınız diye, başkaları kendi çocuklarını devlet şiddetine karşı niye savunamasın? Eşlerinizin ellerinin pamuk gibi kalması için neden başka kadınların elleri mahvolsun, ama hakkınızı yemeyelim, bunların antropolojisini yapacak kadar da kültürlüdür eşleriniz.

Ahmet İnsel, seçimler öncesinde Birikim’de yazdığı yazısında, Kürt çocuklarının Molotof atarak polis şiddetini provoke ettiklerini, böylece mağduriyeti artırarak bu mağdur söylemiyle hak kazanmayı umduklarını yazmıştı. Ne denir ki bu sözlere: ISKA. (İngilizcesi “totally off”, yani yanından bile geçmemiş.) Şiddet oradaydı Sayın İnsel. Mağduriyet yaratacak kadar ağır olduğu kesin, ama bu çocuklar mağdur değil, özne olmak istedikleri için yöneliyor şiddet onlara. AKP’nin egemen olmak için oynadığı mağduriyet oyunuyla karıştırmış olmayın. Mağduriyeti şantaj olarak kullananlar hükmetmek isteyenlerdir; duygusal şantajlar ve pasif agresiflerle karşılaşanlar bunu çok iyi bilir. Rancière, “siyaset, zamana sahip olmayanlar ortak bir mekânın sakinleri olarak kendilerini ortaya koyduğunda ve ağızlarından yalnızca acıyı işaret eden bir söz değil, pekâla ortak olanı dile getiren bir söz de çıktığı zaman gerçekleşir” diyor. “Ortak olanı dile getiren söz”den “normal”de dışlanan insanlar bu dışlanmaya karşı durduklarında, ortak olana dahil olmayı istediklerinde onları dışlayan şiddet görünür oluyor. Mağduriyet söylemi yok ortada, ortak olana eşit biçimde katılmak istediği için haşat edilen gövdeler var, bu durum onları mağdur değil, özne yapıyor.

Savaş, normale içkin şiddete karşı çıkanların yarattığı bir şey değil, normali şiddetle kuranların marifetidir. Özne olmak istediği için haşat edilen gövdeler, karşı çıkmasa “köpek gibi” yaşamaya mahkûm edilecek insanların gövdeleridir. Gültan Kışanak’ın Roboski katliamından sonra Meclis’te yaptığı konuşmasındaki “bizim sizden ne farkımız var” sözleri,  kendilerine biçilen yaşamın ve ölümün kabul edilemezliğini dile getiriyordu. Ramazan Kaya’nın söylediği gibi, doğal yollarla ölüm artık sadece egemen sınıfların ayrıcalığı haline geldi; ölüm karşısındaki ilâhî / doğal eşitlik bile bozuldu. Hepimiz öleceğiz, ama bazılarımız öldürüleceğiz, bombalanacağız, sivrisinekler gibi gaz ortasında düşeceğiz. Joseph K. “Dava”sının sonunda bir kuytuda karnına giren ve içerde çevrilen bıçaklarla öldürülürken “bir köpek gibi” diye düşündü. “Bunun utancının sanki kendisinden sonra da yaşaması gerekiyordu.” Ama deri kalın, “şehitlik, gazilik nasiptir” diyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Türklerin yoksul çocuklarına biçilen ölümü Tanrı’ya havale ederek, “ilâhî” olarak nitelendirilebilecek ölüm karşısındaki eşitliği yine Tanrı’ya düzelttiriyor. İktidar oyunlarına Tanrı yeniden katılıyor. Acil durum freni olarak Tanrı.

“Asgarî suskunluk” payı

Ortak olandan dışlananların ortak olana yeniden dahil olmak için, “ağızlarından yalnızca acıyı değil, ortak olanı da dile getiren bir söz çıkması” için katlandıkları zorlukları savaşı bilfiil yaşayan insanlar biliyor. “Normal” olanı yaratan şiddet onların üzerine biniyor; “normal” olmak isteyen şartlar onlara savaş olarak kendini dayatıyor. Peki üzerlerine görünür şiddet binmeyen egemenin uslu çocuklarının durumu ne? Birilerini dışlamak için şiddet uygulayarak kurulan “normal”in şiddeti içerde olanlara neler yaşatıyor? Dışlananlar özne olmak için ayaklandığında, içeriye kabul edilenler de teba olarak kalabilmek için kendi uslu öznelliklerini kuruyor. Kendi huzurunun bedelinin ne olduğunu görmezden gelmekle başlıyorlar işe. Garip bir kayıtsızlık hali, sıkıcı hayatların gündelik kaygıları. Sıkıcı, çünkü “normal”in içinde olanlar “ortak olan”dan koptu. Dışlananlar ortak olana dahil olmak için en büyük ortak olan dünyayı kucaklayarak büyürken, içerdekiler bırakın dünyayı kucaklamayı, yan komşusunun kuyusunu kazmaya çalışarak küçülüyor. “Normal” olanda, içeride kalanlar, “asgarî suskunluk”u kabul ederek özneliklerinden vazgeçiyorlar. Görme, duyma, söyleme. Yaşanır hayat değil. Hüseyin Çelik’in “birkaç Mehmet öldü diye Meclis’i açmayız” sözlerinde örneklenen “önemsiz işte” anlayışı, tüm uslu çocukların şiarı haline geliyor, savaş böylece sıradanlaştırılıyor. ABD’de kişisel silahla öldürülen insanların sayısı, birçok ülkedekinin birkaç bin katı. Dünyanın egemeni Amerika’nın uslu çocukları çok korktukları için, kendilerini tehdit altında hissedip silahlarına sarılıyorlar. Öldürmekten başka bir şey bilmiyorlar. Korkuyorlar, çünkü suskun kalmak için geceleri egemen babalarının anlattıkları masalları dinliyorlar. Babalarının başkalarına yaptıklarını görüp korkuyorlar, ama yine de babalarıyla özdeşleşip onun gücüne sahip olmaktan alamıyorlar kendilerini. Korkuyla özdeşleştikleri babaları, asgarî suskunluk, yani aktif özne olma sevdasından vazgeçmelerini buyuruyor. “Ortalama Amerikalı” denen, ne yapacağı söylenmeden hiçbir şey yapamayan, kendinden istenen asgarî suskunluğu sağlayabilmek için tüm dünyaya sırtını dönen, kendinden başka kimseyi duyamayan, kullanım kılavuzu olmadığında ne yapacağını bilemeyecek kadar acizleştirilmiş bir “yaratık”. Egemen baba, kendi çocuklarının acizliği üzerinde yükseliyor; en büyük acizlik de ortak olanın herkesi kapsamayacağı yalanına inanmak.

Savaşın sıradanlaşıp insanların kulaklarını tıkadığı bu ülkede de “normal” insanlar, yani içerdekiler farklı bir durumda değil. Asgarî suskunluğa karşı dünyayı kucaklamaktan vazgeçip kendilerine tehditler icat ediyorlar. Ortak olan sözün ne olabileceğine dair bir imge bile yok. Babaların sözlerini kendilerine şiar olarak benimsiyorlar. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu BDP’yi “suç makinesi” ilan ederken 757 dokunulmazlık dosyasının 579’unun BDPli milletvekillerine ait olduğunu söyledi. “Asgarî suskunluğu” devam ettirmek isteyen bir teba susabilmek için ne düşünmeli ya da düşünmemeli? Öncelikle, susabilmek ve inanmak için, bu dosyaların egemenler tarafından birilerini dışlamak için çeşit çeşit bahaneyle hazırlandığını düşünmemek zorunda. Kuzu Meclis’in bir dönem bunları görmezden gelerek “tolere ettiğini” söylediğinde, teba susmaya devam edebilmek için kendisinin tolerans gösteren büyük abi olduğuna inanmak zorunda ve her abi gibi istediği zaman dövebileceğini de düşünmek durumunda. Ve Kuzu, BDP milletvekillerini ve Kürt halkını kastederek “demiyorlar ki yetmez ama evet, ne yapalım bu kadar olsun, Allah bereket versin, kalanı da başka zaman alırız” dediğinde teba, Allah’ın hikmetinden sual olunamayacağı gibi, egemenlerin sözlerinden de sual olunamayacağını öğreniyor. Önüne atılan, ona lûtfedilen her şeye Allah bereket versin demeyi öğreniyor. Ortak olana dair tek bir söz bile edemeyeceğini, kötünün iyisine razı olmanın en iyisi olduğunu öğreniyor.

“Normal” hayatın “içeridekiler”e dayattığı şiddet bu. Burhan Kuzu’nun sözlerinde örneklediğimiz, teba kalmak için, asgarî suskunluğu sağlamak için bir kişi nasıl düşünmeye başlamalı sorusunu egemenlerin farklı sözlerini düşünerek ele alabiliriz. İçerde kalanın içerde kalması için bu şiddeti içselleştirip kendinden görmediği insanlara uygulaması gerekiyor. Kendini susturmak için bir ton dayak atıyor kendine, “yaşam yaşamıyor”.  Başbakan Erdoğan, “sen işine bak” diyor; orada herkesin tepesinden konuşuyor. Bu sözlere inanç istemiyor, sadece itaat istiyor. Allah bereket versin bile demeyin. Antik Yunan’da tiranlara acırlardı. Eşit insanlar arasında yaşanan hayatı en iyi hayat olarak nitelendiren Antik Yunan anlayışı, tiranlar kimseyi kendilerine eşit kabul etmediği için en yalnız ve en kötü hayatın bu hayat olduğunu söylerdi —kölelerin hayatı da aynı şekilde, eşitleri arasında geçmediği için kötü sayılırdı. Tebası da kendine eşit / ortak istemiyor, egemeni de. Sizinki de hayat mı?

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Göksun YAZICI’nın Bir + Bir sitesine yazdığı Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek başlıklı makalesi tahayyül ederken, iliştirmek istediklerimizin tamamlayıcısı olabilecek önemli bir okuma parçasını oluşturmaktadır. Günün getirdiklerinden arta kalan, geride bıraktırılan tortusu içinde esas hasbıhal edilesi şeylerin neler olduğuna dair bir çağrıdır makale. Göksun YAZICI ve Bir + Bir’in anlayışlarına binaen meramı sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Engin Çeber İçin Adalet İstiyoruz – Amnesty Int’l
Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek – Göksun YAZICI – Bir + Bir
Sinemadan Çıkanlardan Mı Olacaksınız Yoksa? – Zeynep KURAY – ANF
Türklerin Çıkmazı Kürtlerin Çıkışı! – Zana GÜMÜŞTEKİN – Jiyan
Çocukları Diyor Ki Bugün Günlerden Müge Tuzcuoğlu – Murat SABUNCU – T24
İktidar Hastalığı – İrfan SARI – Yüksekova Haber
İsmail Beşikçi’nin Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü Alırken Yaptığı Konuşma – Açık Radyo
‘Demokrasi’ Mi Dediniz? – Faysal SARIYILDIZ – Radikal 2
Mezarlarınıza Tüküreceğim! – Şebnem Korur FİNCANCI – Evrensel
Yanmalı Ama Nasıl? – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün
Aritmetik II – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Nuray MERT: ‘Ölü Yarıştırarak Kürt Sorunu Çözülmez’ – İMC TV
Rutinleşen Ölümün Ağırlığı… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
1993’ten 2012’ye – Özgür MUMCU – Radikal
İki Dil Bir Açılım – Devrim AVŞAR – Korsan Dergi
Gözlemci Heyet: KCK Davası Tam Bir Monolog – ANF
Bu ‘Süreç’ Size De Bir Yerden Tanıdık Geliyor Mu? – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Duygusal Cehalet – Can DÜNDAR – Milliyet
Linç Kampanyasına Galatasaray’dan Da Destek – ETHA
Basına ve Kamuoyuna: BDP’li Milletvekillerine Yönelik Medyatik ve Siyasi Linçe Son Verilsin! – Kaos GL
Tuncel, Galatasaray Üniversitesi’nin Tavrını Değerlendirdi – İMC TV
‘Tuncel Barış İsteyenlerin Vekilidir’ – Hayat TV – Evrensel
Tuncel: Başbakan Dağın Yolunu Gösteriyor – ETHA
Bingöl’deki Saldırıya Karşı Halkın Kararlılığı Nettir – Sol Defter
Etkisiz Hayat Düşleri – Bülent USTA – Birgün
Böyle Yaşamaya Devam Edecek Miyiz? – Mehveş EVİN – Milliyet
‘İnkarcı Mantık Artık Sürdürülemez’ – Yüksekova Haber
Sömürgecilik Kişiliksizleştirir – Meral ÇİÇEK – PolitikART
“Will Turkey Turn Out To Be The Pakistan Of The Middle East?” – Robert FISK – The Independent
Balyozuna Sağlık – Sevan NİŞANYAN – Siyaset v Tarih Yazıları
‘Annem Ölmeden…’ – ETHA
Faili Meçhul Değil: ‘Faîlî Dewlet’ – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Apê Mûsa – Seydayê GEROK – Ajans Amed
Çağrılan Musa – Sema KAYGUSUZ – BiaMag
Bir Halk Sancağı: Apê Mûsa – A. Hicri İZGÖREN – Özgür Gündem
O Makus Talihi Alt Edebiliriz – Baş Yazı – Agos
Şekerden Azınlıklar – Sezin ÖNEY – Taraf
DYG Davasında Altı Tahliye – Ahmet SAYMADİ – Bianet
Çocuk Mahkemesinde Dokuz İhtiyar – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Sorumsuzca Yapılmış Yasası – Söz Küçüğün – Açık Radyo
4+4+4’’lük Bir Asimilasyon – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
“Benim Çocuklarımın Günahı Ne?” – Korsan Dergi
Bir Gazetecinin “Leş” Hayalleri – İrfan AKTAN – Bir + Bir
Ölümün Gündemi, Nasibi Kısmeti! – İlhan CANAN – Emek Dünyası
“Bu Fotoğrafın İzahı Yok!” – Ekin KARACA – Bianet
Bingöl’dekiler Mi Ölü Resimdekiler Mi Ölü? – Veysi SARISÖZEN – Jiyan
Şemdinli’den Notlar – Baki GÜL – ANF
‘Yaşam Bizim Karakollar Sizin Olsun!’ – Yeni Özgür Politika
The Fight For The Kurdistan – Jenna KRAJESKI – New Yorker
‘Biz Zaten Sine-i Milletteyiz’ – İMC TV
AKP Sıkıştıkça CHP İmdadına Mı Koşuyor? – Ferda KOÇ – Sendika
Yeni Oslo Mümkün Mü? – Mete ÇUBUKÇU – Akşam
İnsanlık Ölürken Osloculuk Oynamak – Demiray ORAL – Taraf
Oslo Süreci mi, Kılıçdaroğlu Süreci mi? – Gün ZİLELİ – Jiyan
CHP, Ezber ve Oslo Görüşmeleri – Ender İMREK – Evrensel
‘Bu Haberi Yapanlar, Lağım Fareleridir’ – Mehmet ÜÇAR – Ajans Amed
Sinan Çetin Profesyonel Asker Olsun! – Ferda ÇETİN – Yeni Özgür Politika
Dindar Nesil, Nasip İşi – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Nasip İşi Mi? – Derya SAZAK – Milliyet
Sevag Cinayetinde Skandallar Bitmiyor – Sarkis GÜREH – Nor Zartonk
Yassıada’da Ölen Ermeni Milletvekilinin Hazin Öyküsü – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Bülent Arınç – Ertuğrul Kürkçü Zıtlığı – Ragıp DURAN – Bir + Bir
“Türkiye Üzerine Konuşmak: Umut, İnat ve Gelecek” – Ece TEMELKURAN – Analiz Türkiye
IKEA Ne Kadar “Beyaz”? – Okan NALÇACI – BiaMag
Bu Cellatlık Değil De Nedir? – Şule KÖKTÜRK – Cumhuriyet
Güvenlik Harcamalarındaki Artış Korkunç – Çiğdem TOKER – Akşam
Nefret Bilimi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Sefo Deresi, 33 Kurşun ve Onbaşı Mustafa Epli – Nihad GÜLTEKİN – PolitikART
Kürt Siyasetçiler Açlık Grevinde – Evrensel
“sistematik duyarsızlaştırma”ya hizmet etmeyelim – Mustafa SÜTLAŞ – Bianet
İnsanın Hikâyesi – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
‘Vatan’ Bedenin Kadardır… – Kemal BOZKURT – Herşey Hakkında Hiçbir Şey
‘Cumhuriyet’in İyi Çocuğu’ Hagop Martayan ya da A. Dilaçar – Levent ÖZATA – Agos ŞapGir
Magna Carta’yı Yeniden Düşünmek – Noam CHOMSKY / Çeviren: Ariya TOPRAK – Özgür Gündem
Occupy’s New Ground: Debt Resistance – Natasha LENNARD – Salon
Roundtable: After 1 Year, OWS Gives Voice To Resistance Of Crippling Debt And Widening Inequality via Democracy Now!
Yahu Bi Dur – Tufan SERTLEK – Sendika
Texim Direnişi 43. Günde: İşçilerden Sendikalaşmaya Çağrı! – Sol Defter

Loscil Official
Loscil Official via Kranky
Loscil – Sketches From New Brighton Album Critic By Jake HOLLIS via Sputnik Music
Autistici Official
Autistici – Beneath Peaks Album Official Informative via Hibernate
Autistici – Beneath Peaks Album Critic via Wajobu
Shinsuke Matsumoto Official via MySpace
Shinsuke Matsumoto At Soundcloud
Shinsuke Matsumoto – Lantern Album Official Informative via AY
Method One Official via MySpace
Method One At Soundcloud
Method One “Time Capsule – Volume 1: 1991-1993 Megamix ” Official Download
Atoms For Peace Official
Atoms For Peace Official Informative via 50 Weapons
Atoms For Peace Albüm Hazırlığında – Sarkis MÜHENDİSYAN – Agos ŞapGir

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel ancient eye is watching you by luca biada
luca biada’s flickr page

>>>>>Poemé
Habil ve Kabil – Charles BAUDELAIRE
I.

Habil’in soyu, ye, iç ve uyu;
Tanrı sana gülümsüyor hoş görerek,

Kabil’in soyu, bir çirkefte dizboyu
Sürün ve öl sefalet çekerek.

Habil’in soyu, senin kurbanın
Büyütüyor İsrafil’in burnunu!

Kabil’in soyu, çektirdiğin azabın
Hiçbir zaman gelmeyecek mi sonu?

Habil’in soyu, gör ekininin
Ve sürülerinin iyiye gittiğini;

Kabil’in soyu, barsakların senin
Gurulduyor ihtiyar bir köpek gibi.

Habil’in soyu, baba ocağında
Karnını sıcak tut, öyle kal;

Kabil’in soyu, küçük mağaranda
Soğuktan titre, zavallı çakal!

Habil’in soyu, sev üreyerek:
Çoğalacak altının senin de;

Kabil’in soyu, ey yanan yürek,
Dikkatli ol bu büyük hevesinde.

Habil’in soyu, beslenip büyüyorsun
Tıpkı tahtakuruları gibi!

Kabil’in soyu, üzerinde her yolun
Al götür güç durumdaki aileni.

II.

Ah! Habil’in soyu, senin leşin
Besleyip büyütecek tüten toprağı.

Kabil’in soyu, gereksinimlerin
Yeterli ölçüde karşılanmadı;

Habil’in soyu, utancın artık:
Kılıç yenik düştü mızrağa yine!

Kabil’in soyu, gökyüzüne çık
Ve at Tanrı’yı yeryüzüne!

Türkçesi: Ahmet Necdet
Kaynakça: S’imge

Older Entries