kenarlık # 3 – ekoclef – tapeswap (mad013/magic + dreams)

Leave a comment

farkındalılık sağlatan seslerin birbirleri içerisindeki devinimleri değildir sadece. bir istikamet doğrultusunda eklentilenen, bütünleştirilen her dem yenisi her dem tazesi olması illa ki gerekli olmayan eskilerin tabiriyle ‘miadını tüketmiş’ varsayılan sesler de güncelliğin bu gri sahnesinde illa ki bir şeylerin hala önemli olduğu vurgusunu zihne taşımaktadır. zihne ulaştırmaktadır. kolaycıl yoldan bir örnekleştirilmiş, hep aynı tornadan çıkan nağmelerin ötesindekini arşınlayabilmek başlı başına cevval bir iş bellenmişken aslolan kaybettiğimiz öz sesimizdir! kendiliğinden sindirilmişlikle terbiye edile edile, unutuşlardan unutuş beğen(diril)erek çizmeye çalışılan profil içerisinde geleceğe adımlayabilmek mümkün değilken hala işitilmezliğin yüceltilmesi düşündürücü değil midir? hala körlemesine bir ilericilik curcunası içerisinde her ne varsa eskiye dair sonuna kadar tüketilmesi midir elzem olan? hala yanıtları bulunamayan bunca şey içerisinde tahakkümün ezici üstünlüğünü tartmak, sineye çekmek midir üzerimize vazife edilen. nicedir soluk almaksızın resmen alelacele yaşadığımızın, yaşam dediğimizi bir+bir+bir rutin hareketlerden ibaret çiğ bi’form haline dönüştürdüğümüzün farkında mısınız? hemen hemen her şeyi olağan karşılamaya epey alışkın olduğumuzdan hayatlarımızı şekillendiren en büyük biraderin varlığını hala duyumsamıyor musunuz? gözlerini mütemadiyen handiyse saniye v sekans kaçırmaksızın üzerimizdeyken. bulunduğumuz konumlar, hatmettiğimizi sandığımız olgular, arşınlamaya gayretkeş olduğumuz bu serüven içerisinde ne kadar da çok miadı dolmuş şeyin hala taze diye yutturulduğunu açık v seçik bir biçimde sunumlandırmaktayken üstelik. hiç değilse sınırları şükür ki dinleyenin tahayyülüne terk edilmiş olan müzikal alanda bu eskiyi yeni diye tanımlandırmaları aşabilecek, alaşağı edebilecek sınırlı sayıda da olsa önermeler bu güncelliği çok daha derli toplu bir biçimde çözümleyebilmeyi mümkün kılmakta…

deneysellik mihmandarlığı üzerinde giriştiği her kayıt tecrübesiyle doğal ses erimlerinden, olağan saha kayıtlarından bambaşka hayat okumaları gerçekleştiren nick edwards aka ekoplekz ile dubstep’in ana akım içerisindeki yankısından özenle uzak durmaya çalışan ses erimlerinin türeticisi ralph cumbers aka bass clef tarafından temellendirilen, ‘ekoclef’ projesinin ismi ile müsemma bir biçimde iki taraf arasında değiş tokuş – takas edilen meram v seslerin dünyasında miadı tüketilmiş sanılanların izlerini tekrardan belirgin kılmaya gayretkeş önermelere girişmelerinin yankısıdır bu girinin maksadı. topyekün deneyselliğin hallice uzak durulası bir tür olarak resmedilmesi riskine karşın maksamsal devinim ile 23 dakikalık tek kanallı bir ‘ekoplekz’ taslağının ikili arasında paslaşılarak kotarılması neticesinde dört kanallı, toplamda 46 dakikalık bir dinlencelik kulaklarımıza ulaştırılır. kesit v bölüntüler üzerinde sıfır bilgisayar hakimiyeti ile deneysel elektronika sınırlarının yamaçlarında dolaşan çeşitlemeler gerçekleştirilir. kulağa ulaşan her ses öbeği ahir zamanlardaki duyargalarını paslanmaya inatla terk etmeyenlerin halet-i ruhiyelerini kulaklara servis eden dikkatle dinlenesi bir secereyi dökümler. her ses deneyselliğin en karaltılı, düşünsel noktalarından (ekoplekz), vurgusu baki etkisi değişken koyu tonlara v dans ettirir vurgulara dokunan (bass clef) bir kompozisyonlar toplamına dönüştürülür. belirginleştirilen elektronika nüvesinin kapsayışı altında yer edinen, ilintilenen tüm alt türlerin belirgin bir okumasıdır ha keza. bir rubâi dizisini çağrıştıran, sinematografik pasajlar ile bezeli, vokal kesidinin hemen dibinde bitiveren endüstriyel dub hamleleriyle technonun kesişiminden mülhem “i was a tree in the forest; they cut me down” bu bağlamda tapeswap’den öne çıkan ve ortaya konulan ses imini net bir biçimde anlaşılır kılan bir yapı olarak iliştirilebilir. isimlendirmelerin, tanımlamaların az ötesinde bileşkesi oldukça sağlam lehimlenmiş olan ses çeşitliliği ile kulak kabartılası, 2011 yılının adı anılası v feyz alınası bir kaydıdır tapeswap…

ekoplekz official site
bass clef / magic + dreams official site
ekoclef – tapeswap album buy via magic + dreams
ekoclef – tapeswap album critic by robert mccorquodale via hyponik
ekoclef – live at fag studios concert review by alex digard via tape-echo
ekoplekz – mondo urbano podcast #27
gagarin – third rail (bass clef derail mix) via xlr8r

>Deuss Ex Machina # 291 – When The Word Comes From Your Mouth We’ll Begin To Live

2 Comments

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_291_–_When The Word Comes From Your Mouth We’ll Begin To Live

08 Mart 2010 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Four Tet – There Is Love In You (Domino Recording Company Ltd.)
>1<-Hayko Cepkin-Yolun Sonu (EMI Müzik Türkiye)
>2<-Valgeir Sigurðsson-Cold Ground, Hot (Bedroom Community)
>3<-Valgeir Sigurðsson-Dreamland (Bedroom Community)
>4<-Flica-Seing (Self Released)
>5<-Flica-Commes (Self Released)
>6<-Murat Esmer-Shangri-La (MP3 / Bağımsız Yayın)
>7<-Murat Esmer-İhtimaller (MP3 / Bağımsız Yayın)
>8<-Four Tet-Angel Echoes (Domino Recording Company Ltd.)
>9<-Four Tet-Plastic People (Domino Recording Company Ltd.)
>10<-Ripperton-A Simple Thing (Green)
>11<-Ripperton-Farra (Green)
>12<-Pawel-Wasting My Time (Dial)

When The Word Comes From Your Mouth We’ll Begin To Live (291) – Zor Değildir Aslında Muteber Bir Yolda Karşılaşmalar. Karşıtlaşmadan Cephe Almadan Sözü Anlamaya Gayret Edebilmek. İşttiğimiz Kadarından Ne Kadarını Bilmiyoruz Hiç Düşündünüz Mü? Masalları Değil Gerçekleri Konuştuğumuzda Yaşanası Bir Dünyamız Olacak [Fi Tarihinden Bu Yana Medeni Olmak? Trapezler Arasında Sözcükler Dizininden]

>>>>>Bildirgeç

“Önümde dursan ve bana baksan; içimdeki acılar hakkında ne bilebilirsin ki; ben seninkiler hakkında ne bilebilirim ki? Ve ayaklarına kapanıp ağlasam ve anlatsam; sana cehennemin sıcak ve korkunç olduğunu anlatsalar; benim hakkımda cehenneme ilişkin bildiklerinden daha fazla bilecek misin? Bu yüzden bile biz insanlar cehennemin kapısının önündeymişiz gibi birbirimizin karşısında o kadar saygılı, o kadar düşünceli, o kadar sevgiyle durmamız gerek.” Franz KAFKA

Doğruluğuna kâni olabilmek için didişip durduğumuz, her sıkıntılı anımızda yılmadan yeniden sözle, cümlelerle ilintilemeye çalıştığımız mütemeddin zamanımızın tüm alışılmadık sesleri hayat sahnesini kapsamaktadır. Birbirlerine benzemekten kaçınmayan, sorunların aynı tonlardan hep aynı söylemlerle bina edilerek, ayrıştırmaları körüklediği vâredilmiş tüm dengeleri tarumar etmek dışında da başkaca bir sonuca ulaşılamayan, alışkın olmadığımız seslerdir bu notumuzda paylaşmaya çalıştığımız. Hemen her an apayrı bir eşikte kopartılan fırtınaların yankılanmasıdır. Bir an olsun tereddüt etmeden, düşüncelerin nasıl olur da bu kadar ivedi bir biçimde yeni ayrıştırmaları beraberinde getirebildiğinin ibretlik yansılarını ihtiva ettiğine zihnimizi yoramadığımız bir yığıntıdır alışılmadık sesler. Kurallar olarak sunumlandırılmışın dışındaki her ne varsa en başından sorgulamanın gerekliliğini unutmamızı salık veren bir evredir alışılmadık sesler. Çıkartılan her bir vavelyada esasları değil dolambaçlı yolların çözümsüzlük sokaklarında daha fazla vakti heba etmemizin amaçlanıldığı bir düzenektir alışılmadık sesler. Makul olanın tanımlandırılmasına itinayla yaklaşabilseydik bugünlerde bambaşka bir dünyada yaşıyor olacağımızı idrak ettirendir alışılmadık sesler. Kabuslar dört bir yanımızı sarmalarken, kimin kime, hangi sözün nereye bağlantılanabildiğini ve aslında neler olduğunu idrak etmekten uzakta kalışlarımızı simgeleştirendir alışılmadık sesler. Varsa yoksa aynı girift döngünün içerisinde işitilmeye ramak kalmış yaftalamaların, sorunların çözümsüzlüğü üzerinden kurulmuş yeni düzenlemelerin saha daraltımlarıdır karşımıza çıkartılanlar. Öyle ya ne gereği var anlamaya, insanlığımızın geldiği noktada hala aşamadığı sorunları çözmeye uğraş vermeye, fikir olarak tanımlandırılanların belirli bir tarafa ait olmadan, dahası en başından hakir görülmeden sağduyuyla kulak kabartılmasına izin verebilmenin mümkünatlığına bir şans tanımaya. Değersizleştirerek herşeyi, içeriği boşaltarak, gerçekliklerin yerini tantanalarla doldurmamızdır bizlerden beklenen bu alışılmadık sesler diyarında aba altından sopayla gösterile gösterile uygulamaya çaba sarf edilmekte olanlar. Kaderin taşıdığı bir merhale değildir, yazgı olarak sınıflandırarak, kabullenmeye daha dünden razı olup! sesimizi iyice kıstığımız. Kısmak zorunda bıraktırıldığımız. Zorunlulukların hiddetinden kaçabilmeyi hemen her yeni eşikte bir önceki sorgudan arta kalanlar ile sonu gelmeyecek bir döngünün içinde boşa dolaştırılmaktan kurtulmanın öznesidir. Ayrışıtırılıp faydalı, zararlı diyerek hangi konuda üzerimize ne gibi tanımlandırmaların eklentilendiğini anlayabilmenin anahtarıdır alışılmadık sesler. Çağrısını duyumsamaktan uzakta kaldığımız âkil idelerin görünürlüğünü çoğaltabilmek taşın altına koyduğumuz elin çokluğu, çoğaltımlarıyla mümkün olacak, bir hakikate dönüşecektir alışılmadık seslerin diyarında. Hizadan çıkarak dile getirilmeye çalışılan töz aslen bugünlerde içinde bulunduğumuz karamsarlık özneli, yılgınlıkla terbiye edilen, hiddetli sözler ve kinayeli imalarla dile getirilmeye çalışılanların, çözüm önerilerinin hangilerinde nasıl da büyük hatalar yapmakta olduğumuzu ortaya çıkartacaktır. İnsanlığımızdan başka çözümlemeleri gerçekleştirebilecek herhangi bir varlığın bulunmadığı bilinmesine karşın hala bu kadar kine tutkun, ötekileştirmenin ve yargıların boyunduruğu altına almaların hezeyanına vurgunluğun karşısında nasıl bir yol irdelememiz gerekmektedir? Kördüğüm haline dönüştürülmüş olan açmazlarımızdan kurtulabilmek için daha hangi uyarmalarla yüzleşmemiz gerekmektedir? Alışılmadık sesler dört bir yanımızı kapsamaya devam eder, ufkumuzu daraltmayı sürdürürken yönlendirmelerden kurtularak elbirliğiyle bir adımlamayı gerçeğe dönüştürmek hala mı bu kadar zordur? Kendiliğinden çözülmesini umduğumuz veyahutta o beklenti içine saplı kalarak ardımızda bıraktığımızı varsaydığımız tüm sorunlar için geçerli olabilecek, durup birkaç dakika üzerinde düşünülmesi gereken bir eşiktir alışılmadık seslerin günyüzüne kavuşturduğu detaylar. Daraltılmışlığın içerisinde hakikatli sorulara hangi aralıkta sıranın gelebileceğini düşündüren haller. Anlamak konusunda çabalanmadığımız tam aksine, içlerinden birisi olduğumuzu zannettiğimiz tarafımıza ait önermelerin dışarısındakilere kelam dahi ekleyemediğimizi belirginleştirmektedir. Bu doğrultuda dur durak bilinmeksizin bir yenisinin daha bina edilmeye çalışıldığı sorun kümeleri karşımıza çıkmaktadır. Beklentisizlikler içerisinde işitilmez olduğu sanrısına kaptırılıp gidildikçe, nasıl olsa bu sorunlara sıra gelmez diye istiflerini bozmayanların da mevcudiyetleri çoğaldıkça alışılmadık seslerle olan sürekli imtihanlarımız devam edecektir. Tâ ki koşmaktan yoruluncaya kadar, tâ ki ucu hepimize dokunup can kırıklarımızla başbaşa kalakaldığımız anlara kadar sürecek bir devinim tekrar sahnede olacaktır.

Dört bir yanımızı korkularla donatarak, daraltarak söylemleri, kalıplara dökerek eylemleri, yaftalarla birbirlerine tutturarak olguları ve yeni bir başlangıç için sabrederek adım atmaktan çekindiğimiz müddetçe bu portrenin tersinin mümkün olamayacağı âşikardır. Bizlerin, onların sorunları diyerek ötekileştirme gayreti içerisinde bulunduğumuz olgulardan başlayarak güncelliğin sınırlarında kısa bir turun ardından gözlemleyebileceğimiz detaylarla beraber bu durumu irdeleyebilmek olasıdır. Nasıl da kolaylıkla safların keskinleştirilebildiğini, sözlerin işitilmez kılındığını, yaftalara dayanak aramak için nasıl da çarçabuk tefrikaların çoğaltıldığını görmek söz konusudur. Anlamak bir yana kulaklarımızı daha çok tıkayarak, hemen her şeyin tozpembe olduğu yanılgısına zemin teşkil eden görmezden gelmelerimize bir çözüm bulamadan, gördüğümüz hakikatleri başkalarına da faydası olabilir! diyerek anlamazdan gelerek alışılmadık sesler diyarından bir arpa boyu yol alamayacağımız hüzünlendirici ama yalın bir gerçek olarak önümüze serilmektedir. Sorunları aşma çabasına girmedikçe epey uzunca bir süre daha bu eşikte dört dönmeye devam edeceğiz. Önyargılarımızı zihinlerimizde taşımaya ısrarla devam ederek, ayrıştığımız konularda illa ki hak sahibi olduğumuzun inadına ve ısrarına sonuna kadar sahip çıkarak, çözümlenmesi gerekli olanları değil de vakti heba eden, köprünün altından çok suyun akmasını sağlayan günübirlik heyhulalarla ilgilenerek daha da ötesini zaten tahayyül edemiyoruz. İş bu noktada sanrılarımızın bağlayıcılığı, ya tersi olursa bir gün sorusunun devamlı olarak yankılanmasının da bu kısır döngünün devamlılığını sağladığından bahis açabiliriz. Baskın olanın karamsarlık olduğunu nefessiz kalışlarımızdan, sözün durmaksızın aynı kırmızı hatlara ne hikmetse takılı kalmasından da çıkartabilmek olasıdır. Geçtiğimiz senenin temmuz ayından bu yana üzerinde uzlaşılmaya çalışılan ve nihayetinde sol hareketin artık doğru düzgün bir alternatif yapısı olarak temellendirilme gayretiyle yola çıkılan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin henüz kuruluş aşamasında vermiş olduğu firelerle parçalarına ayrılmayı nihayetlendirilemeyen solun nasıl düze çıkartılabileceğinin sorusuyla gündemin satırları arasında dolaşmaya başlayabiliriz. Alışılmadık seslerin hep aynı nağmeleri duyumsatmasının yanında nihayet farkındalılığı arttıracak, artık hissedilmez kılınan ayrışımları çözümleyebilecek bir oluşumun temellendirilebilirliği neden bu kadar yokuşa sürülmüştür? Şimdi anlamlandırılması gerekli olan, yanıtı bulunması lazımgelen budur. Ortak bir dil ve kimlik yaratabilmek için hangi şartların olgunlaşmasını beklememiz gerekmektedir. Bekleye bekleye göçüp gideceğimiz hakikatini kinayesiz bir biçimde ilave ederek. Geçmişi unutuşumuz, elimizde kalanlarla yeniden yola çıkamamız biraz da hassas dengeleri oynatmak istemediğimiz için olabilir mi? 39 yıl önce memlekette hemen her şeyin topyekün değişimini tertipleyen, düzeni dönüştürürken insanları yalnızlaştıran, sorgusuz sualsiz itaate zemin hazırlayan darbenin bugüne izdüşümü hakkında 68’liler Dayanışma Derneği ve Devrimci 78’liler Federasyonu ortak bildirgesinden kısa bir alıntı gerçekleştirelim “39 yıl öncesinden 12 Eylül 80’lere, olağanüstü hal rejimlerine, yeni darbe girişimlerine, Susurluk, Şemdinli, Botaş’taki ölüm kuyuları ve Ergenekonlara, balyoz darbe planlarına uzanan darbe düzeni, emperyalizmle bütünleşmiş kontrgerillanın sinsi plan ve provokasyonlarıyla bugüne kadar uzandı ve hala da sürüyor. Sosyalizm ve demokrasi mücadelesinin açık kalmış bu hesabı kapanmadıkça, cunta geleneği ve doğurduğu kirli ilişkiler, faili meçhul cinayetler, emek ve demokrasi güçlerine saldırılar, katliamlar sürecektir. Darbe düzeninin kurumsal bir güç olarak karşımıza çıkmaması için askeri vesayet rejimi tasfiye edilmeli, darbe ve muhtıraların hesabı sorulmalı, 12 Eylül Anayasası lağvedilmeli, yerine katılımcı ve demokratik bir Anayasa yapılmalıdır. Darbelerin bahanesi yapılan TSK İç Hizmet Kanunun 35. Maddesi kaldırılmalıdır. Darbecilerin rütbeleri sökülmeli, ünvanları geri alınmalıdır.” Gerçeklerin herhangi bir kısatasa ve ön şarta bağımlı bırakılmadan dillendirilebildiği bir ülke özlemi hala mı çok uzaklardadır? Ütopyalar değildir beklentilerimizim tümü nihayetinde yolunu oluşturmak artık bir yerinden başlamak zorunda olduğumuz demokrasinin gerçekten temellendirilip, yaşanabilir kılınacağı bir ülke özlemidir. Hep aynı terennümlerle alışılmadık sesleri işitmektense her birimizin farklılıklarını duyumsayabileceğimiz, korkusuzca fikirlerimizi öne sürebileceğimiz, yılmadan yoldan çıkmadan da duvarları aşabileceğimiz günlerin özlemidir notumuzun ezcümlesi. 10 Mart tarihli Birgün Gazetesi’nde yayınlanan, Tanju Arman tarafından gerçekleştirilmiş Noam Chomsky röportajını bu bağlam dahilinde tamamlayıcı detaylarla bezeli bir okuma olarak sonsöz kabilinden ekliyoruz.“Noam Chomsky ile Türkiye-ABD ilişkileri, Ergenekon, TEKEL ve DTP hakkında Boston’da konuştuk. Profesör Noam Chomsky seminerlerde ve söyleşilerde tanıtılırken New York Times tarafından kendisine atfedilmiş olan “…belki de dünyanın en etkili aydın lideri” tanımı kullanılır. Chomsky bu tanımı hep gülerek düzeltir; zira iltifat sanılan kısım cümlenin yarısıdır ve cümlenin ikinci yarısı “….peki neden Amerika hakkında bu kadar kötü şeyler yazıyor?” şeklinde devam eder. ABD eşrafı ile pek hoşlaşmaz. Boston’daki M.I.T. ofisinin kapısı açıldığında karşımda yüzü aşkın kitabın yazarı, hakkında belgeseller yapılmış, dünyanın en çok tanınan düşünürlerinden 82 yaşındaki dev Chomsky, tevazusu ile heyecanımı dindiriyor, bahsettiği tüm insani değerleri birebir uygularcasına, törpülenmiş bir ego ile sorularımı sabırla yanıtlıyor. Türkiye ile gayet haşır neşir olduğunu bildiğimden sorulara verdiği detaylı yanıtlar şaşırtmıyor, ancak bakış açısının kapsamı bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız konulara derinlik kazandırıyor. Memleket ahvalini eğrisi ile doğrusu ile ondan dinlerken büyüdüğüm coğrafya ile sanki yeniden tanışıyorum.”

»Türkiye şu sıralar Ergenekon davasından TEKEL işçileri ve destekçilerinin protestolarına kadar ilginç evrelerden geçiyor. Din bazlı muhafazakâr iktidar parti Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk kez ‘dokunulmaz’ bir orduyu darbe girişimleri konusunda sorgulayabiliyor. Sizinle darbe konusunu ele almak istiyorum.
Hükümetin din bazlı olduğu kesin ama muhafazakâr olarak tanımlanmalarını ilginç buluyorum. Zira laik hükümetlerden daha yenilikçi oldukları bir gerçek.

»12 Eylül 1980 darbesi bir ‘demokrat’ tarafından, Jimmy Carter ABD başkanı iken desteklenmişti…
Evet, bu doğru.

»Söz konusu darbenin ve bu dönemde oluşturulan anayasanın reformu için Avrupa Birliği’nin yönlendirdiği bir süreçten geçiyoruz ve Cumhuriyet tarihi darbelerinin olumsuz etkileri hâlâ gündemimizde. Sizce ABD ve Türkiye ilişkilerinin evrimi çerçevesinde Obama yönetimi yeni bir darbe girişimini destekler mi?
En son 2003 yılında ABD yönetimi bir darbe istemişti zaten. Hatırlarsanız Paul Wolfowitz Türk ordusu yöneticilerini darbe yapmadıkları için epey azarlamıştı. Türkiye herkesi şaşırtarak halkın yüzde 95’inin iradesi ve isteği doğrultusunda Irak savaşına ‘hayır’ dedi ve ABD’nin yanında yer almadı. ABD’de bu hareket bir hakaret olarak algılandı. ABD’nin demokrasiye olan nefreti o kadar uç noktalarda ki (Türkiye’nin bu seçiminin nedeni) fark edilmedi bile. Wolfowitz’i örnek vereyim, New York Times ve Washington Post gibi gazeteler onu ‘İdealist Şef’ olarak nitelemişti, hatta bu kadar demokrasiye ‘âşık ve adanmış’ birinin kendini biraz tutması gerektiği bile ima edilmişti. Wolfowitz ve Collin Powell demokrasiye olan ‘tutkularını’ 2003 yılında Türk ordusunun kulağını çekerek ifade ettiler, hatta Wolfowitz darbe yapmadıkları için Türk ordusunun ABD’den özür dilemesini bile ‘rica’ etti. Çok net bir şekilde Türkiye’nin görevinin ABD’ye yardım etmek olduğunu hatırlattı ve halkın seçiminin pek birşey ifade etmediğinin altını çizdi. Unutmayın, kendisi aynı zamanda demokrasi aşığı ‘İdealist Şef’! ABD popüler basın/medyasında bu davranışı eleştiren bir yazı bulamazsınız. Neden? Çünkü bu davranış, bu tepki gayet ‘normal’ ve sistematik. Bir başka ilginç nokta, bu gelişmelerin ortamını hazırlayanlardan Donald Rumsfeld ve ürettiği Eski Avrupa/Yeni Avrupa tanımı. Bu tanıma göre Eski Avrupa halkın çoğunluğunun iradesini savunan/uygulayan hükümetler, Yeni Avrupa ise İtalya’da Berlusconi-İspanya’da Aznar gibi liderlerden oluşuyor. Hatta ABD demokrasiye olan sevgisini Berlusconi’yi de Beyaz Saray’a davet ederek İtalyan halkının yüzde 80’ninin onaylamadığı bir süreci göz ardı ederek gösterdi.

»Şu meşhur ‘gönüllülerin kolalisyonu’ (Coalition of the willing)…
Evet, bu ‘gönüllüler’den Aznar ABD’de o kadar seviliyordu ki Bush ve Blair onu davet edip savaş ilanını beraber yaptılar. Aznar bu dönemde İspanyol halkının yüzde 2’sinin desteğini almıştı. Geleceğin örnek demokratik lideri!
Elbette bütün bunlar gayet sistematik ve popüler basın yayın/medya bunları size anlattığım biçimde yayımlamaz, ABD ve İngiltere’nin demokrasiye olan nefreti o kadar yer etmiştir ki bu gerçekler görülemez hale gelmiştir. Bir başka örnek; New York Times Türkiye muhabirinin (Stephen Kinzer) 90’lı yıllarda Türkiye’ye akan silah desteğini tamamen yok saymasıdır. 1984’te başlayan ve Clinton hükümeti döneminde zirve yapan bir silah akımından bahsediyoruz. Türkiye, Clinton döneminde ABD’nin desteklediği (İsrail hariç) en büyük silah alıcısı konumuna geldi. Bu silahların kullanımının sayısız vahşetin yaşandığı 3500 köy ve kasabanın tahribi, onbinlerce kişinin katledilmesi ve milyonlarca kişinin göçü ile sonuçlanması şaşırtıcı değil. Clinton silah gönderdikçe vahşet arttı. Unutmayın, Clinton’un bu dönemde Türkiye’ye gönderdiği silah adedi tüm soğuk savaş döneminde yapılan silah yardımından daha fazladır. Kinzer bu konuda herhangi bir bildiride bulunmamıştır. Elbette İstanbul’da yaşayıp milyonlarca kişinin göçünü fark etmemek imkânsızdır, ABD ve genel medya bu kadar acımasız bir dönemden herhangi bir rahatsızlık duymamıştır.

»ABD yine aynı dönemde Balkanlar’da bir kahraman olarak algılanılıyordu.
Kesinlikle. Hatta 1997’de popüler basın yayın kuruluşları Clinton’ın dış politikasının en saygın dönemini yaşadığını büyük bir onur, gurur ve rehavet ile bildiriyordu. Sırbistan’da yaşananlar NATO bombardımanından evvel elbette olumlu değildi ancak uluslararası standartlara göre fark edilemez seviyedeydi. Bombardımandan evvel toplam 2000 kişinin öldüğünü biliyoruz ancak asıl katliamın NATO bombardımanından sonra zirve yaptığı batı basınında yer almıyor. Orada yaşanan trajediyi asıl bu bombardıman alevlendirmiştir. Sırbistan Batıda hazımsızlık yaratırken NATO sınırları dahilindeki vahşet ABD, Almanya, Fransa gibi ülkeler tarafından desteklenmiştir. Bu ikiyüzlülük o kadar uç noktalardadır ki, bahsettiğinizde Batıda hırçın bir tepki ile karşılaşırsınız. Sırbistan’da yaşananlar elbette kötüdür ancak büyük güçlerin desteklediği felaketler çok daha kötüdür. Büyük medyada bunları yazamaz, konuşamazsınız.

»Dolayısı ile ABD hükümetinin başında hangi parti olursa olsun bu düzenin, zihniyetin değişmeyeceğini söylüyorsunuz.
Clinton’dan daha liberal birini düşünebiliyor musunuz? Obama’ya bakınız. Mısır’daki meşhur konuşmasında İslam alemini ne kadar sevdiğini ifade etmiş ve hep beraber barış türküleri söylemek istemişti. Basın toplantısında baskıcı Mısır hükümeti hakkındaki düşünceleri soruldu -bu arada bu hükümete ‘baskıcı’ demek iltifat olur, en zalim yönetimlerden biri olan Mübarek hükümeti halkının yüzde 99’una oy hakkı vermezken herhangi bir itiraza işkence ile yanıt verir- Obama’nın bu soruya cevabı: “Ben ‘baskıcı’ gibi ifadeler ile kimseyi tanımlamayı sevmem.” Mübarek’i düzeni koruyan bir güç olarak görüyor ve arkadaşlığını sürdürüyor. Ortadoğu’da yaşayan ve İran’ın insan hakları suçlarından bahseden bir ABD’ye kahkahalarla gülmeyen birini düşünebiliyor musunuz? Mesela Türkiye’de yaşayan vatandaşların bunları görmemesi mümkün mü? Fakat batı ezberini bozmuyor, bunlar sorgulanmıyor.

»Beni şaşırtan da bu oldu. Bahsettiğimiz konular hakkında Batıda çok kısıtlı bilgi var.
Doğrudur. Beni Türkiye ziyaretlerimde etkileyen ve dünyanın hiçbir yerinde örneğini pek görmediğim unsurlar var; aydın, yazar, sanatçı, akademisyen, yayımcıların iktidar/güç odaklarına olan itirazları, protestoları ve sivil direnişleri örnek olacak düzeyde, hiçbir yerde böyle birşey görmedim. Bazen Avrupa seyahatlerimde Avrupa’lılar Türklerin AB’ye girecek medeniyet seviyesinde olmadıklarını söylüyorlar; bence Avrupa ve ABD’nin Türkiye’den demokrasi, dürüstlük ve entelektüel onur adına öğrenecekleri çok şey var. Bunu Avrupa’da birine söylemeye kalkın, size ay’dan inmiş bir yaratık gibi bakar. Bu gerçek tüm şeffaflığı ile ortadadır. Aydın kesimin Türkiye’deki direncine dünyada bir başka örnek düşünemiyorum.

»Sizce TEKEL işçileri ve destekçilerinin mücadeleleri Ortadoğu’da demokrasi adına bir sivil direniş örneği olabilir mi?
Elbette, Türkiye bir sürü konuda Ortadoğu’ya örnek olabilir. Bölgeye sunabileceği, önerebileceği çok şey var. TEKEL mücadelesi gibi bir direnişi Mısır gibi bir ülkede düşünebiliyor musunuz? Mübarek hakkında herhangi bir aydın ılımlı bir eleştiride bulunsa hapsi boylar.

»Suudi Arabistan’da da tabii…
S. Arabistan dünya rejimlerinin en vicdansız, en zalim, köktendinci örneklerinden biri. Petrol kaynakları onları ABD’nin sıkı dostu yapar ve eleştirilmez.
Güneydoğu’da bizi takip etmişlerdi
»Kürt kökenli vatandaşların temsiline değinecek olursak, sizce DTP’nin kapatılması sonrasında hâlâ bir gelişme söz konusu mu?
2002 yılında Güneydoğu’ya iki ziyaretim oldu. Farklı aralıklardaki ziyaretlerimde bile önemli gelişmeler tespit ettim. Ziyaretlerimden birinin nedeni kitaplarımı yayınlayan kişinin davası idi, bu davada yayımcımın yanında yer alacağımı öğrendiklerinde yetkililer kötü reklam olur diye davayı düşürdüler. Ancak tespitlerimde gözden kaçmayacak gelişmeler de vardı. Mesela oradaki avukatım ikinci ziyaretimde bölge valisi olmuştu. Gittiğimiz her yerde takip edilsek de, halkın ifadeleri konuşmalarımda bile etkili idi -mesela konuşma sonrasında bir Kürtçe-İngilizce sözlük hediye etmişlerdi bana- bu o dönemde, belki hâlâ, cesur bir davranıştı. Güvenlik görevlileri sıkıca takipteydi. Hatta arkadaşlarım ve bazı insan hakları gönüllüleri vatandaşlarla konuşurken dikkatli olmamı, biz gittikten sonra onların hayatlarının ‘zorlaştırılabileceğini’ söylüyorlardı. O tarihten bu yana gelişmeler bazen geriliyor, bazen adım adım ilerliyor. Böyle bir mücadele ABD’de Afrika kökenli Amerika’lılar için dört asır sürdü, sürüyor. Demokrasi adına kestirme bir yol olmadığı gibi özellikle Amerika’da bu mücadelenin evrelerinin ne kadar zaman aldığını belgelemek mümkün.

(Bu söyleşi editörler tarafından kısaltılmış ve modifiye edilmiştir. Noam Chomsky ile söyleşinin tamamını İngilizce olarak http://www.facebook.com/tanjuarman adresinden izleyebilirsiniz.)”Binlere kök salarak Kavramak hayatı derinden Ve ortasından geçerek acının Olgunlaşmak hayatın taa ötesinde, Taa ötesinde zamanın!” dizeleri yazılmıştır Rainer Maria Rilke tarafından. Külliyatının engin derinliğinde saklı duran bir dörtlükte. Beklemediğimiz anlarda aldığımız yaraların, bir türlü ötesine geçemediğimizden kendimizi suçlar hale düştüğümüz ataletimizin, anlamaktan çok yargılamalarımızın çoğaldığı, nereye gidersek gidelim maalesef yanımızda taşımaya devam edeceğimiz gem ve kederin tıpkı ümit ve neşe gibi varlığının devamlılığını sürdürdüğü çemberin içerisindeyiz. Yazgılarımız olarak nakledilmiş işin aslında kurbanlığımızı anlamamıza vesile olan döngüdür adına hayat dediğimiz bu kapsam bütünü. Nicesinde toz kondurmadığımız hayallerimizin teker teker parçalandığına şahitlik mi etmemişizdir? Yıkıntıları arasında durduğumuz daracık alanda bir ışık hüzmesi yakaladığımızda tüm o yitirilmiş kuvveti bir gün geri kazanacağımıza olan inancımızı mı fark etmemişizdir? Nasıl olsa yolun henüz çok başındayız diyerek bir sonraki sahneye mi atmamışızdır layığıyla işitmelerimizi ve hakikatle birilerinin kaosunda yılmadan hayata tutunma isteğimizi tüketişlerimizi? Neresinden tutulursa tutulsun elde avuçta kalan son kırıntıları da mümkün olduğunca çabuk bir biçimde tüketmeye devam ediyoruz. Ne kimsenin derdine kendimize göre çok değerli olan vakitlerimizden paydalar ayırmakta özenli davranıyoruz. Ne dile getirilenlerin gerçek olabileceğine itimat gösteriyoruz. Ne de kasvetin bu kadar yoğun bir biçimde dört bir yanımızı kapsamasına karşın inatçılığımızdan vazgeçiyoruz. Anlamaktan kaçındıkça, işittiklerimizden korkar hale geliyoruz. Bir sonrasında bizleri mi bulacak yoksa bütün bu sert iklimin getirdikleri diye hayıflanır buluyoruz kendimizi. Endişeleniyoruz ama dörtlükte karşımıza çıkmakta olan yeniden başlayabilme dirayetini kendimizde bulamıyoruz. Yüzleşmekten kaçınarak, sert sessizlere fazlasıyla sahip çıkarak, dışarıya esip gürleyerek içinde fırtınalarını yaşamaya devam ederek yaşamı sürdürmeye devam ediyoruz. Eksik gedik de olsa yetiştiğimiz kadarına, özlemini duyduğumuz eskinin hatıratına yakın durabilmek için bir derman arıyoruz, sözcüklerden, dinlediklerimizin satır aralarından duyumsadıklarımızla bir bütün olarak. Belki de bu duruma fazlasıyla yatkın olduğundan, çözümlemelere imkan sunduğu için müzik hepimizin içinde bir o yana bir bu yana çırpınmaya başladığımız, boğulmaya resmen ramak kalmış hallerimizden kurtulabilmemiz için gerekli olanı sağlayacaktır diye bir ümit taşıyoruz. Ehveni şerin müziklerin arasında bir yerlerde saklı kalabileceği ihtimaline itimat etmek istiyoruz. Kulağımıza varmış olan tınıların makul nedir tekrardan tanımlama konusunda bize yol gösterebileceğini düşünüyoruz. Dream Endless’ın Limbo Pillow blogunda kaleme aldığı yazılarda değindiği gibi yazı yazmanın nedenleri üzerine düşünürken bu seslenişler karşımıza çıkmaktadır. Kendimize dair detayları anlamlandırırken işittiğimiz seslerin, duyumsadığımız notaların aslında görebilmek için çok da mahir olmaya gerek bıraktırmayan detayları önümüze serdiğini ifade edebilmektir bütün çabamız. Elbette mümkün olsa daha iyilerini sunabilsek Deuss Ex Machina çatısı altında tıpkı imrenegeldiğimz ve pek çoğunu sağ sütunda sizlerle paylaşmaya çalıştığımız diğer günce veya sitelerde karşılaştıklarımızla paralellikler barındıran içerikler kotarabilsek. Kişisel detaylarımızın tekil satırlarından öte hepimizi ilgilendirecek sorunlara bakış açıları getirebilmek için buralarda yer ediniyoruz. İşgal ediyoruz şu sanal alemin bir kuytusunu. Dertler bir olmadığından herhangi birisi için üzerinde düşünebilmeyi seslerle gerçekleştirmeye harala gürele uğraşıyoruz. Kimliklerimizden ve dinlediklerimizden bir eşik yapılandırabilmek, hemen her şeyin hazır lokmalar halinde sunulduğu, dışı farklıklar barındıran ama içi kof örneklerinden ayrı durmaya itina göstererek, bazen sözü fazla uzatarak ama esasında ne kadar da çok şeyi bilmediğimiz gerçeğini sizlerle beraber öğrenerek Makina çarklarını döndürebilmeyi amaçlıyoruz. Deuss Ex Machina’nın Pazartesi akşamı yayınlanan bölümü dahilinde iliştirip örneklendirme gayretkeşliğinde olduğumuz sunumlar bu muhteviyatın işitsel ayağını oluşturan bir kurgu yığını olarak Dinamo FM’den sizlerle buluştu. Akıp gitmekte olan zamanın hakkaniyestizliği karşısında hiç değilse birkaç kelamı çekincesiz ulaştırabilirsek ne mutlu bizlere. Kazım Koyuncu’nun sesini John Zorn’un melodikasında aramaya, Sabahat Akkiraz’ın sözünü Muslimgauze’un belgeleyici, iğneleyici, uyandırıcı kolajlarında bulabilmeye, Tuluğ Tırpan’ın tuşesini Adolf Plays The Jazz’in sesler ile kurduğu enstrümantal parçalarda anlamlandırabilmeye elbirliğiyle devam. Elektronik müziğin çok katmanlı yapısı içerisinde nev-i şahsına münhasır örneklendirmeleriyle zaman kesitlerini durdurarak ummadığımız çözümlelemeleri beraberinde getiren Kieran Hebden aka Four Tet’i beşinci uzunçaları olan There Is Love In You’nun başatlığında sizlere haftanın albüm önerisi olarak takdim ediyoruz.Duymakta olduğumuz müzikal sesler oluşturdukları çağrışımlarla beraber içselleştirilip, kendimize en uygun bulduğumuz anlamlandırmayla karşılaşmamıza vesile olan aracılardır. Kabuğumuza çekilip kaldığımız, sınırlarımızın dışına hemen hiç çıkmadığımız asri zamanda farkındalılığı arttırmaya gayret eden, çeşitlendirmelerin tek bir bakış açısından ve tek bir doğrudan ibaret olmadığını idrak edebilmeye imkan sağlayan bütünlük ortaya çıkartılır. Duyumsanan sesler, üretim biçimleri farklık gösterse de endüstriyel tını pasajlarından ortam müziği formüllerine kadar her yapılandırma dahilinde detaya kavuşturmaya çalıştığımız önermemizi pekiştiren örnekler karşımıza çıkartır. İhtimallerin gerçeklerle terbiye edilerek aşınıdırılması karşısında işitmekte olduğumuz sesler, okumakta olduğumuz yazılar, seyretmekte olduğumuz filmler özünü kaybetmemiş önermeleri ambalajından kurtardıktan sonrası bize kalmış bir aralıkta keşfetmemiz için hazır ve nazırdır. Keşmekeşlik ve kakafonik gürültülerden dertli dertli hayatta karşılaştığımız sorunların yansılarını ihtiva eden ağıtlara kadar bu bezeyişi ve üretimleri derinleştirebilmek mümkündür. İş ki ayırdığımız vakti yeterince iyi kullanabilmekten geçmektedir. Ne duyduğumuzu bilerek yola çıkılan her serüven olduğumuzdan daha farklı yapmayacaktır belki bizleri ama mümkün mertebe izansızlık ile donanmış olan, beklentisizliklerin kuyusunda terk edilmiş kalan hayalleri, düşünceleri ve hakikatleri bir şekilde yolumuzla bütünleştirecektir. Varabilmek için çaba sarf ettiğimiz, anlamlandırabilmek için itinayla kulaklarımızı dört açtıklarımız birbirlerine domino taşları gibi bağlı kalmış ve hamlelerin ona göre düzenlenmesi gereken hayat sahnesinde olan biteni tevekkülle karşılayabilmemizi de sağlayacaktır. Hafif bir meltemde yıkılmayacak, karşılaştıklarını her nasıl şartlar altında bulunursa bulunsun gözlemleyebilme ve idrak etme yeteneğine ulaşabilmek için müzik aslında gerçekçi bir yoldaşlığı sağlamaktadır. Herhangi bir beklenti içerisinde bulunulmadan, sözcükleri yanlış mı anlaşılır acaba diyerek engellerle donatmadan, basitleştirmeden akla gelenlerin dökülebildiği, ortaya çıkartılan her nitelikli müzikal prodüksiyonun dahilinde en başından bu yana savunageldiğimiz aynalamaları, gözün gör dediklerini buluşturan bir düzenek ortaya çıkartılır. Kieran Hebden’ın müzikal kariyerinin başlangıcına ulaştığımızda da bu mukabele yeteneğinin, etrafta olup biten seslere olan aşina halleri irdeleyebilmek mümkündür. Salt bir fon oluşturmasının dışında müziği hayatının merkezine konumlandırma yolunu seçenler için dikkat çekici bir odak olan İngiltere’nin çok katmanlı müzikal türetimlerinin Four Tet’e yolu ulaşana kadar sanatçının biriktirmelerinin sağlayıcısı olduğunun altını kalın kırmızı kalemle çizmeliyiz. Hebden’ın bağdaştırmaya çalıştığı kulağa yerleşmekte olan sesleri derleyip toparlayarak anlamlı birer görünüm haline dönüştürme yetisi olduğunu da ilave etmeliyiz. Ses muhteviyatına yapılan her müdahaleyle, kadrajın dışında kalanları anlayabilmek için birer çözümleyici, eşik atlatıcı imgelem dinleyicilerle buluşturulur. Sam Jeffers ve Adem İlhan ile temellendirdiği Fridge grubu müzikal kariyerinin temellerini oluşturur. Elektronik döngülerle bağlar ihtiva eden, post-rock terennümler o çatı altından Ceefax ve Semaphore albümleriyle dinleyicilere sunulur. Kieran Hebden’ın üniversite eğitimi sırasında edindiği bilgisayar ile yola çıktığı Four Tet projesi ise kişisel, avantgarde caz ile elektronik müziği birbirleriyle buluşturan denemelerin etrafında şekillendirilen bir yapı olarak 1998’den günümüze kadar deneysel, resmedilebilir kurgulamaların merkezindeki bir odağı temsil eden bir bütünlüğün temsilcisi olur. The Milk Factory’ye 2001 yılında vermiş olduğu röportajda değindiği üzere tekil seslerle yola çıkılan hemen pek çok ses örneğinin televizyon, radyo veya müzik çalardan tertip edildiği ve bilgisayar üzerinde birbirleriyle bütünleştirildiği bir üretim mekanizmasıyla kayıtlar ortaya çıkartılır. Trevor Jackson’ın Output plakevinden sunulan debut kırkbeşlik Thirtysixtwentyfive bu önermelerin ulaşılabilir ilk örneğini oluşturacaktır. Birbirleri arasında köprülemeler gerçekleştirilip serbest caz vezninden elektronik titreşimlere ulaşan deneysellikle mürekkep ve adıyla müsemma bir biçimde otuz altı dakika yirmi altı saniyelik bir kompozisyon ortaya çıkartılır sanatçı tarafından. Örnek sesler etrafında dolaşıma dahil edilmiş her unsurla beraber etkisi altına dinleyiciyi çekmekte pek de zorlanmayan bir kurgumasal bütünleştirilir. Eksik parçaların yapının içerisinde rutini durağana çeviren ve bir sonraki evrede kulağa çalınan yapılandırmada ulaştırıldığı deneysellik dozu kararında bir kurgu Four Tet’in zamanla geçeceği eşikleri çözümleyebilmemizi kolay kılan detaylarla süslenmiş bir temel kaydı temsil eder.1999 yılında Output etiketiyle yayınlanan debut uzunçalar Dialogue bu biriktirmelerin üzerinden yola çıkılmış hip hop ritmleriyle serbest caz müziğinin buluşturulduğu denemeleri içeren tümü bilgisayarda kaydedilmiş olmasına karşın akustik orkestrasyon hissiyatını fark edilir bir şekilde öne çıkartan detaylara haiz dönem içinde yayınlanmış olan elektronik müzik özneli kayıtlardan farklı bir temas noktasını arşınlamaya gayret eden müzikal bir derinlik karşımıza çıkartır. Formüllere bağımlı kalınmış ses erimlerinden mümkün mertebe uzakta durarak Kieran Hebden yeni olarak tanımlandırmaya ihtiyaç duyulacak katmanlarla bezeli ses yüzeylerini bütünleştirecektir Dialogue uzunçalarında. Akustik döngü üzerine bina edilmiş elektronik sinyallerin karşıladığı Space Of Two Weeks parçası özellikle son iki dakika içerisine sıkıştırılmış olan eklektik dans ettirir kurgusu ile farklı bir dinlenceliğe başladığımızı ifşa eden kurgusuyla kayıt açılır. Anticon etiketinden aşina olduğumuz folk nağmelerinin hip hop içerisinde kullanılmasıyla özdeştirebileceğimiz bileşeniyle Chiron, melodik kesidiyle psychedelic caz detaylandırması 3.3 Degrees From The Pole, kırkbeşlik olarak yayınlanmış 60’ların caz orkestralarını anımstan Misnomer gibi detaylarda ayrıştırılabilecek önermeleri kulaklarımıza ulaştırır Kieran Hebden Yarıda bırakılmış cümlelerin duyumsandığı egzantrik davul orkestrasyonu ile epey uzun bir süre sonra bile dinlenildiğinde etkisinden hiçbir şeyi kaybetmemiş olan serbest vezin caz sarmalı Liquefaction, breakbeat gibi aksak elektronik dans müziği disiplinlerinden apartılarak geliştirilmiş, doğallaştırılmış bir yapılandırmanın temsilcisi olur. Albüm doruk noktaları arasında anabileceğimiz ritmik döngünün hüzün yüklemli çoğaltımlarından kısa bir süreliğine de olsa ayrı kalmamızı sağlayan The Butterfly Effect, doğu ile batının müzikal yansılarının birbirlerine kavuşturulduğu farklı bir dinlencelik Aying ile kaydın sonuna ulaşırız. Albümün ilk nağmelerinden bu yana savunageldiği konuşmanın gerekliliği üzerine, karşılıklı olarak birbirimizi anlamamızın önemine dair çıkarsamaların birbiri peşisıra sunulduğu yapıların nihai olarak ulaştığı sonuç olan Charm, enstrümantal yüzyeleri arasına dahil edilen hint ezgileriyle çağrısını görünür kılan elektronik titreşimlerle kaydı nihayetlendirir. 2001 tarihli Pause uzunçalarında Hebden caz sınırlarından uzaklaşmadan oluşturduğu önermelerinin elektronika, ambient ve lo-fi disiplinlerinden terennümlerle yeniden şekillendirildiği rahat dinlenebilir ama nasıl bir kurguyu oluşturmaya çalıştığının temellerini anlaşılır kılabilecek ve debut albümün seslerini tekrar etmeden değişikliklere girişildiği bir önerme olarak dinleyicilerle buluşturulur. Rastlantısal geçişlerle, birbirini takip eden döngüler dahilinde iliştirilen seslerle beraber geliştirilmeye müsait bir ses evreni Four Tet’in müzikal çehresinin genel çerçevesini yavaş yavaş belirginleştirecektir. Pastoral müzik tanımının ilk kez hakkaniyetle kullanımına da Pause albümün aracılık ettiğini kısaca ilave etmeliyiz.Yüzeyler arasında derinlikli ses alıştırmalarının Kieran Hebden’ın çoklu yapılandırmalar olarak tasvir ettiği kurgu bütünlüğünde şekillendirilmesinin bir sonraki durağı Domino Recordings Co. etiketinden yayınlanan Rounds albümü olacaktır. Müzikal yeterliliğin az ama öz alet edevatla türetilebilir olduğuna yetkin, dinlendikçe farkındalılık sağlatacak önermelere sahip, elektronik titreşimlerin giderek hissiyat kuramı üzerinde ilerletildiği atmosferlerin duyumsanabileceği bir yapı ortaya çıkartılır. İlk iki albüm içerisinde yer edinmiş hip-hop nağmelerinin caz müziği ile buluşmasının tezahürleri Rounds kaydında genel anlamıyla elektronik müziğin deneysellikle bağlar barındıran tüm türevlerini kapsamaya gayret eden çözümlemelere dönüştüğünden bahis açmalıyız. Kolaylıkla sınıflandırılan, günübirlik üretimlerin yanında Rounds muhteviyatını oluşturan bileşenleriyle uzun soluklu bir dinlenceliği sağlar. Herşeyden önce zihinin bir köşesinde saklı durduğunu zannettiğimiz unutulmuşları birer birer yeniden canlandıran bir tılsım taşır. Dinlenen sesler açmazlarımızın üzerinden nasıl atlayarak yolumuzu düze çıkarttığımızı sandığımızı ama aslında herhangi bir yere ilerleyemediğimizi açık eden seslenişleri barındırır. İhtiyaç duyduğumuzda nasıl birdenbire tel başımıza kaldığımızı açık eden, kalp atışlarının atonal kesidiyle başlayan Hands parçası aradığımızın bir yardım eli olduğunu belirginleştiren doğaçlama caz hip-hop arasında bir noktaya tekabül eden vurgulama ile kaydın açılışını gerçekleştirir. Akustik gitarın derdest edilip, dönüştürülerek kurgulandığı elektronik sinyallerde gidişlerin izini süren She Moves She, kısacık süresine karşın elektro akustik dönence First Thing gibi birbirleriyle bağlantılar barındıran süreklilik arz eden yapıların kulağımıza ulaştığı bir deryadır Rounds. Kimseden icazet almaya gerek kalmaz kimi zaman, gördüklerimizi anlamlandırmak için. Ne kadar didinirsek didinelim, uğraş verirsek verelim bir türlü boyunduruğundan kurtulamadığımız karaşınlığın, türlü çeşit müsibetin kapımızı yokladığını hissederiz. İçimizden kalan son ümit zerrelerini de sıkıştırılmış zaman aralıklarında harcamak zorunda olduğumuzu anladığımızdan bu yana bitmek tükenmek nedir bilmeden daha iyisine ulaşabilmek için uğraş vermemiş düşünüp taşınmamış mıydık? Nedir bu kadar karanlığa gömülü kalmamıza sebep olan, işittiğimizi bile anlamazdan gelmemize neden olan. Beş dakikalık süresinde neredeyse bir ömür boyu ayrıntılarla şekillendirilebilecek sözcüklerin tümlendiği, herşeyin sona erdiği nihai anda artık huzurdan başkasının olmadığını koca koca laflar etmeden basit bir armonika içerisinde duyumsatan sadece Rounds albümü için değil, Four Tet külliyatının da başat kayıtlarından birisi My Angel Rocks Back And Forth güzellemesi elektronik sesler ile akustiğin uyumu yakandığında nasıl da hayata dair teferrauatlardan arındırılmış bir bakışımı sağlayan yapının ortaya çıkartılabildiğinin örneğini oluşturur. Salt müziğin sunageldiklerinin sınırlarını zorlamayı başaran bir diğer örnek olan Unspoken parçasını da bu minvalde çözümleyebilmek mümkündür. Kesinliklerle başımıza zaten dertte, mümkün mertebe ne elimizi açık etmeye çalışıyoruz, ne de yediğimiz nanelerden sonra başımıza gelebilecekleri düşünüp tartıyoruz. Tâ ki yeterince dibini bulduğumuzu düşündüğümüz artık bu kadarı da fazla dediğimiz ana kadar sürecek bir heyhulada dolanmaya devam ediyoruz. Keşmekeşlik öylesine yorucu bir hal alır ki o evrede hangi dayanağa tutunup yola devam edebileceğinizi düşünmek bile zor gelir. Unspoken böylesi bir karar vermenin getirdiği sorumluluğu fark ettiren, nerede hata yapmıştım sorusunu çözümlemeyi sağlayan, dört başı mamur bir dinlenceliği oluşturur. Caz serbestlemesi içerisinde deneyselliği ağıdımsı lir melodisiyle perçinleyen And They All Look Broken Hearted ile Rounds’un final parçasına ulaşırız. Tüm kayıt boyunca iliştirilmeye çalışılan düşüncelerin tekmili birden sahnelendiği, mekanik dipnotları hüzünbaz gitar melodisinde duyumsayabileceğiniz, sözlük anlamıyla arabesk Slow Jam ile Rounds tamamlanır.Kieran Hebden’in solo albümleri aracılığıyla sunmuş olduğu perspektifin detaylarına vakıf olabilmek için uzun soluklu kayıtlarının yanısıra ortaklaşa gerçekleştirdiği projelere de kulak kabartmamız lazım gelir. Bu satırlar içerisinde yer veremediğimiz; Stefan Betke aka Pole ile ortaklaşa kaydedilmiş Pole v Four Tet EP’si, Caz müziğinin hemen tüm alt disiplinlerinde yetkinliğini ortaya koyan çalışmaların altında imzası bulunan, emektar müzisyen Steve Reid ile kaydettikleri The Exchange Session Vol. 1 ve 2 albümleri, Okul günlerinden tanışık olduğu Burial ile geçtiğimiz sene içerisinde yayınladıkları dubsteple elektronika’nın buluşturulduğu Moth / Wolf Cub kısaçalarını, Aphex Twin’den Radiohead’e kadar parçalarını yeniden yorumladığı/biçimlendirdiği şarkıları derleyip, Four Tet kayıtlarının elden geçirilmiş halleriyle buluşturduğu Remixes başlıklı çalışmasını bu bağlamda dinlencelik listenize dahil etmenizi salık veririz. Kieran Hebden’ın birbirlerinden bağımsız zaman aralıklarında oluşturduğu, derleyip toparladığı, kayıt altına aldığı seslerle elektronik müziğin hissiyat vurgusunu ön plana çıkartan önermelerinin sonuncusu Domino Recording Co. etiketiyle 25 Ocak 2010 tarihinde yayınlanmış olan There Is Love In You albümü ile ilgili notlarımızı paylaşalım. İlk önce anılması gereken Ringer kısa çalarından bu yana dans ettirir kurgulamların üzerinde bu kadar yoğun bir biçimde emek sarf edildiği bir kurgu ortaya çıkartılır Hebden tarafından. Four Tet’in melankolik yansılarının her bir albümde daha fazla geliştirilmesine yorulan zihnin, şimdi bu formülü dans pisti üzerinden dinlenceliğimize katmasına tanıklık edebileceğimiz, yapılandırmalara evsahipliği yapmakta olan bir kayıttır There Is Love In You. Biçimlendirilmiş olan müziğin dinamikleri değildir sadece dinlenmeye başladığınız ilk andan itibaren tüm kayıt boyunca peşinizi bırakmayacak olan hatıraların canlandırılmasına neden olabilecek kadar gerçeği yorumlama kabiliyetidir iş bu albümü bu kadar üzerinde düşünmeye sevk ettiren veyahutta sözü dolandırmadan önemli adletmemize sebebiyet veren. Damıtmış olduğu tınıların, bağlantılarının uzun soluklu Eat Your Own Ears gecelerinden alıntılar barındırdığını da söze eklemeliyiz. Techno’nun Four Tet’in müzikal yelpazesinde nasıl konumlandırılabildiğinin yetkin önermelerini ihtiva eder. Açılış parçası Angel Echoes, temize çekilmiş zil seslerinin elektronik titreşimlerle tertip edildiği hızı giderek arttırılan bir trip hop düzenlemesini tanımlandırır. Alışageldiğimiz müstehzi melodramatik yansının üstüne eklentilenmiş olan, tekrara alınmış vokalin minimalist özelliği de parçanın şahsa münhasırlığını arttıran bir kıvam arttırıcı olduğunu eklemeliyiz. Elektronik sinyallerin doğaçlama davul partisyonunda karanlığın içerisinden kopup gelen çığlıkları resmettiği, There Is Love In You albümünün en karanlık ses birleşimlerinden birisi olmayı başaran egzantrik dans müziği Love Cry parçası ile katmanların daha fazla derinleştirildiği bir sorgu anına dahil oluruz. İlerlediğimizi sandığımız eşiğin bir ucunda nasıl tek başımıza kaldığımızın dosdoğru mesajını anımsatan, kimine aşkı meşki hatırlatırken kimine mücadele etmenin gerekliliğini bir kere daha tekrarlayan bir yoğunluk hoparlörlerden yayılır. Parçanın albümün merkezini kapsayışını, kaydın meramını bu kadar isabetli bir biçimde yansıtmasının nedenleri arasında Burial aka Will Bevan’ın da konuk prodüktör olarak şarkının dramatikliğini arttıran unsurlarda takviye ettiğini eklemeliyiz. Minimalist elektronik nüvesiyle Steve Reich / John Cage gibi üstadların izlerinin takipçisi olan ‘synthesizer’ kesidi üzerinden biçimlendirilmiş, içten dışa katmanların çoğaltıldığı yapım olan Circling, elektronik müziğin yetkin alternatifini dinlemek isteyenler için biçilmiş bir kaftan olarak kayıttaki yerini alır. Kieran Hebden’ın geliştirmeyi sürdürdüğü hissiyat dolgulu ses harmanlamasına örnek teşkil edebilecek Sing gibi daha yüksek perdeden dans müziği bakışımının da There Is Love In You albümünün muhteviyatında yer edindiği söyleyebiliriz. Zaman tüm yıpratıcılığıyla elde avuçta kalan son beklentilerin kullanım sürelerini sonlandırırken bir karar anına ulaştığımızda ne yapılması gerkeli olduğunu seslerle ifadelendiren, elektronik tınılar ile akustik çoğaltımların birbirlerinin içinde bütünleştirilmesini duyumsatan, Four Tet külliyatının en olgun kayıtlarından birisi olduğunu rahatlıkla ifade edebileceğimiz This Unfolds gibi enstrümantal müziğin başlı başına geniş dünyasında kendimize uygun bir karşılık bulabileceğimizi imgeleştiren örnekler There Is Love In You albümünü 2010 içinde yayınlanmış nitelikli, sözü bol kayıtlarından birisiyle karşı karşıya olduğumuzu imler. Özgünlüğünü katmanlar üzerinde yapılandırdığı seslerin direkt olarak iliştirilmeye çalışan mesajların dinleyicinin zihninde canlandırılması üzerinden hareketle oluşturulan anımsatıcılar olduğunu kanıtlayan bir başka örnek olarak Deuss Ex Machina dahilinde de paylaşmış olduğumuz Plastic People parçasını örnek gösterebiliriz. Dial Records çatısı altında kayıtlarını dinleme imkanı yakaladığımız Pantha Du Prince, Carsten Jost, Efdemin, Pawel gibi üreticilerin Hamburg minimalizmi olarak adlandırılan melodikasının dip bucağında muhakkak duygu yoğunluğunu yakalayabileceğiniz önermeleriyle paralellikler taşıyan kurgumasal bir çoğaltım kulaklarımıza ulaştırılır, Hebden tarafından. Geçmiş kayıtların taslaklarından çıkartılmış gibi kulağa aşina gelen, akustik gitar kesidine Hebden’ın müdahaleleriyle elektronik bir tasvire dönüştürülen She Just Likes To Fight parçasıyla albüm tamamlanır. Kieran Hebden, Four Tet adı altında çoğalttığı seslerle hayata dair kulak kabartıldığında fark edilecek incelikli detayları paylaşıp yeni yollar keşfedebilmemiz için aracılık etmeye mütemadiyen devam ediyor. Sıkışıp kaldığımız hep aynı sözcüklere sığınmaya çalıştığımız çatının ilerisinde de bir şeylerin olduğunu anlamlandırıyor.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Noam CHOMSKY: Avrupa ve Abd’nin Türkiye’den Öğrenecekleri Çok Şey Var – Tanju ARMAN – Birgün
Yeni Partiden Ayrılanlar Anlatıyor: Biz Başka Parti Hayal Ediyorduk – Bawer ÇAKIR – Bianet
Mart Ayı Katliam Ayıdır – Yitirdiklerimizi Sevgi ve Özlemle Anıyoruz – 68’liler Dayanışma Derneği – Devrimci 78’liler Federasyonu Ortak Metni
Demokratlığa İnce Ayar – Ayşe KADIOĞLU – Radikal 2
Sol = Eşitlik + Özgürlük – Ümit KURT – Radikal – Tartışı-Yorum
Ümit Kıvanç ile Söyleşi: Türkiye’nin Temel Meselesi Riyadır – “Taraf Türkiye İçin Solcu Bir Gazetedir” – Başar BAŞARAN – Burak COP – Yeni Harman / Birikim
Faşizm Çok Ayıp Bir Şeydir – Sırrı Süreyya ÖNDER – Birgün
Nazar Etme Ne Olur, Çalış Senin De Olur! – Umur TALU – Habertürk
Öcallarla, Hıncallarla Savaşa Devam! – Gündüz VASSAF – Radikal
“Eskiden Bilmezdik Böyle Kürtlük, Ermenilik Gibi Şeyleri…” – Ferhat KENTEL – Taraf
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Köprü Cesareti – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2 / Kronik Muhalif
Ölüleri, Usulüne Uygun Gömmeden – Markar ESAYAN – Taraf
Başbakanın Roman-tizmi Yahut İllüzyonizmi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Akrebin “Tabiatım Böyle” Dediği… – Adnan BOSTANCIOĞLU – Birgün
Seçmece Eşitlik Ülküsü – Yıldırım TÜRKER – Radikal 2
Borges ve Alçaklık-İhanet Kuramı.. – Ulus Baker – Borges Defteri
New York’da Bir Gün! – Eleştirel Günlük – Eleştirel Medya Günlüğü
Bakışım’lar – Kristensenn – Kristensenn
Yazabilmek Veya Yazamamak – Dream Endless – Limbo Pillow
Müziği Yazmak – Dream Endless – Limbo Pillow
Rough Trade East – Defne TEOMAN – Reset!
Alan Wilkinson, Steve Noble, John Edwards – Live At Café Oto Albüm Eleştirisi – Okan AYDIN – Cazkolik

Four Tet Official
Four Tet At Myspace
Four Tet At Domino Recording Co.
Four Tet Interview – Patrick SISSON – Pitchfork
Four Tet – Live AT LPR NYC 17/02/2010 – Via Four Tet Soundcloud Page
Four Tet’s Nine Lives – Adam PARK – Boomkat
Four Tet – There Is Love In You Album Review – Matthew COLE – Slant Magazine
Four Tet – There Is Love In You Albüm Eleştirisi – Cem KAYIRAN – Reset!
Four Tet Angel Echoes At Pitchfork.TV
Kieran Hebden & Steve Reid Official
Fridge Official
Fridge At Myspace
Hayko Cepkin Twitter Sayfası
Hayko Cepkin Sandık Albüm Sayfası EMI Müzik Türkiye
Hayko’nun Sandığından Çıkanlar – Eray AYTİMUR – Radikal
Valgeir Sigurðsson Official
Valgeir Sigurðsson At Myspace
Valgeir Sigurðsson Draumalandið Album Review – The Milkman – The Milk Factory
Flica At Myspace
Flicker Of Hope: The Electronic Genius Of Flica – Rachel – Junk
Flica Telepathy Dreams Album Review – Tobias FISCHER – Tokafi
Murat Esmer Resmi Sayfası
Murat Esmer Myspace Sayfası
Murat Esmer Uzak Albüm Değerlendirmesi – Tolga SELÇUK – Meçhul Öğrenci Anıtı
Ripperton Official
Ripperton At Myspace
Ripperton Niwa Album Review – Derek MILLER – Resident Advisor
Pawel At Myspace
Pawel At Kompakt
Listed: Pawel Article On Dusted Magazine

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.
Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
“A Flight of Pigeons” New Delhi 2009 – Zlight Zlight’ Flickr Page

20090922_Tokorozawa_14 – Pqw93ct Pqw93ct’ Flickr Page
Mirage – Eric Vondy Eric Vondy’ Flickr Page

Four Tet Photos Courtesy From Below Listed Web Site:
Four Tet @ KEXP 2.23.2010 By Shelly Corbett On Flickr
Windish Agency Four Tet Artist Page
There Is Love In You Cover Artwork Mxdown.com

>>>>>Poemé
Dünyayı Taşıyor Omuzların – Carlos Drummond De ANDRADE

Bir gün gelir, “Tanrım!” diyemezsin artık.
Toptan bir temizlik zamanıdır.
Artık “Sevgilim!” diyemeyeceğin bir gün.
Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın.
Ve gözlerden yaş akmaz.
Ve ancak kaba işlere yarar eller.
Ve kuruyup kalır yürek.

Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın.
Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş
ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.
Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık.
Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.

Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki?
dünyayı taşıyor omuzların
ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.
Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları
hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor
ve kimsenin özgür olamayacağını.
Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka
yürekliler)
ölmeyi yeğ tutacaklardır.
Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz.
Bir gün gelir bir komut olur yaşamak.
Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.

Cevat ÇAPAN’ın Türkçesiyle
Kaynakça: Şiir.gen.tr

>Deuss Ex Machina # 280 – Ancient History Of Nothingness Echoed Louder

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_280_–_Ancient History Of Nothingness Echoed Louder

21 Aralık 2009 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: King Midas Sound-Waiting For You (Hyperdub)

>1<-Tayfun Karatekin-İki Çift Laf (Melodi Plak)
>2<-Brazzaville-Peach Tree (Doublemoon)
>3<-Brazzaville-Magura (Doublemoon)
>4<-Guts-I Want You Tonight (Pura Vida)
>5<-Guts-We Hope (Pura Vida)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>6<-GonjaSufi-Ancestors (Warp Records)
>7<-GonjaSufi-Candylane (Warp Records)
>8<-Shlohmo-Blankets (Error-Broadcast)
>9<-Shlohmo-Socks (Error-Broadcast)
>10<-King Midas Sound-Outer Space (Hyperdub)
>11<-King Midas Sound-Earth A Killya (Hyperdub)
>12<-Ikonika-Fish (Hyperdub)
>13<-Ikonika-Shara Michael (Hyperdub)
>14<-Omar Faruk Tekbilek-Omar’s Chocco (Kodomo Remix) (5 Points Records)

Ancient History Of Nothingness Echoed Louder (280) – Yazılmış Olanın Tahrip Edilmesi, Unutulur Kılınması, Unutturulmaya Çablanması, Belleği Tarumar Eden Hiçliklere Teslim Olduğumuzu Anlaşılır Kılıyor. Titreşimlerin Arasında O Bilmezden Gelinenler Yankılanıyor. Duyun Artık Sesimizi Der Gibi, Aynen Öyle (Yakılmış Tarihin Sayfalarından)

>>>>>Bildirgeç

Bir an hasıl olur kelimelerinizin yetkinliğine sığınarak belirginleştirmeye çalıştıklarınız yetersiz kalır, dimağınız boyunca sıra sıra dizilmiş olan harflerin yansıttıkları hep yarım, her daim noksan. Bir başlamak istersiniz en bilindiklerden sonunun nereye gideceğini bir türlü kestiremediğiniz için gerçeklerinizde boğulup, nefessiz kalırsınız. Bir yol bulduğunuzu sanırısınız en hakikatlisinden ve fakatlara gebe bırakılmış, amalarla yolu şaşırtılmış bir duvarla karşı karşıya kalırsınız en kirlenmiş güncelliğinizin dahilinden. Bir tını duyduğunuzu zannedersiniz, sanki seslenişinizin duyulduğunun, nihayetinde birilerinin de artık sizi fark ettiği çıkarsamasında oysa duyumsanan şey geçen hafta derinlemesine yanıt bulmaya çabaladığımız kakafoninin bir yüzeyidir. Olsa olsa bir aksi sedadır umduğunuzu bulduğunuzu sanarak kendi kendinizi avuttuğunuz. Bir teşebbüse, girişime dahil olursunuz ne ötekisi ne berikisi olmadan, belirli bir kimliğin alt-üst propagandasına iliştirilmeden, kimseciklerin yönlendirmelerinin değil artık zamanın, şartların gereği hakikatlerin konuşulur kılınacağını ümit ettiğiniz çıkarımlarınızı sunarsınız. Önerilerinizi diliniz döndüğünce çözümlemeye gayret gösterirsiniz fakat ortak makus talihimizden dolayı yine bir türlü açılamayan beyaz sayfanın deforme edildiğini ve onun üzerindeki tahsislerden okunamayacak hallerine göz atarken bulursunuz kendinizi. Dört dolanırsınız nasıl bu kadar körlemesine kalınıp, sağırlığın ve anlamazdan gelmelerin hala muktedir kılındığına şaşar kalırsınız. Yalanlarla dolu bir dünyada nasıl yaşadığınızı birkaç deneyimin ardından fark edersiniz.

Söze katkı yapmak için emek sarf edip didinseniz de katılacağınız kervan, gidebileceğiniz yol çoktan tanımlanmıştır. Bir tur kataloğu değil hakikatin can yakıcılığından payınıza düşenler özenle takdim edilir, sayfanın ışıltısının ve albenisinin altındaki ufak notları okumaya müsade edilmeksizin. Takdim edilip buyur edildiğiniz, davetli sayıldığınız bu aralıkta kısıtlı bütçenize uygun şekilde önce tenkitlerle taksitlere bağlanır, bakılır ki işin içinden çıkılmaz tehditlere başvurulup ucundan kıyısından elleşmemenizin sizin menfaatinize olacağının senetleri ortaya çıkartılır. Ne gerek vardır yaşanmışlığın üzerine bir an da olsa kafa yormaya, zihni meşgul edecek onca şey varken, nefsi köreltecek bu kadar çok seçenek sunulmuşken denilir, dört bir yanda dört bir yönde aynı raks-ı temaşaya katılımınız beklenir. Kasvetin görünür olduğu her ana bu durumu ilintileyebiliriz. Nasıl içinden çıkılmaz kıldırıldığımızı, hengamenin tam orta yerinde kalakaldığımızı imgeleştirebilmek mümkündür bu hallerin derinlerinde. Kelimelerin vurguları anlatılmak istenenin teferruatlı yorumlardan arındırılmış en safiyane hallerini barındırır. Mümkün olan anlatım için seçilmiş olanları nasıl dizebildiğimiz, bu yılgınlık ve öfke dolu hallere düşmeden, düze çıkabilmek için çıktığımız yollarda alıkonulmadan nasıl açmazlarımızı giderebileceğimiz gerçeğinin günyüzü bulmaktadır. Düz bir çizginin sağladıkları, sayfalar boyunca süren makalelerin derinleştirmeye çalıştıklarını daha hakikatli biçimde anlaşılır kılar. Anlatmak istediğinizi en tez yoldan takdim eder. Evet sadece başı ve sonu belirgin olan bir çizgi bunu sağlayabilir. Pek mahir olmaya gerek duyulmadan resmedilen çizginin içine eklenebilecekler ile beraber bu kısır döngüyü aşabilmek olasıdır. En azından teşebbüs etmeye değer.

Anlam katmaya çabaladığımız, anlamaya gayret gösterdiğimiz bize sadece bir yönünün anlatılır olduğu konularda bilmediklerimizi görünür kılmaya yardımcı bir bütünleştiricidir çizgiler. Çizimin düz hatlar boyunca sağladığı kapsamsallığı geliştirilebilir bakışımdan, anlatmak istediklerimizi ilintileyebileceğimiz birer eşik yaratmak hepimizin ellerindedir. Anlaşılmazdan gelinerek, idrak edilmeye çaba sarf edilmeden heba edilmiş zaman mevhumunun içerisinde belki itimamla beraber daha fazlasını ortaya çıkartılacaktır. Notların sağlama çekildiği, anlaşılır kılındığı her bir imleme ile aslolan duyarlılığımızın hangi kademelerde takılı kaldığını görünürlüğüdür. Kimlere müsammaha gösterdiğimizin, hangi seviyelere kadar kabulümüz olduğunun, neye ve kime karşı ne kadar adil davranabildiğimizi yansıtandır. Çizginin dahilinde siyah ve beyazı aynı bağlamda görebilmek, anlamlandırabilmek mümkündür. Neden sorusuna bariz bir şekilde yanıt bulmak istediğimizde hiç ummadığımız bir kaynakçalık vazifesini de gösterecektir. Bir ucunun açıkta bırakıldığı çizginin kapsayıcılığında pek çok farklı okuma gerçekleştirilebilir. Görmek istediklerimiz bazen can acıtıcı, can yakıcıdır. Anlamak zordur nasıl bu kadar hızla nasır tutmuş olduğu yüreklerimizin. Kondurmak yaralayıcıdır kendimiz için reva görmediklerimizi, ötekilerine söz konusu olduğunda nasıl da hızlıca işlevsellik kazandırıldığını fark ettiren bir çözümleyicilik ihtiva eder. Sertçe bir kayaya çarpmış gibi aynı eşikte nasıl boşa dört döndüğümüzü, bilmediğimiz pek çok şey olduğu için, en önemlisi soru sormadığımız için karaşınlık dolu puslu gecelerde rahatça yastığa kafamızı gömdüğümüzün en bariz yanıtlarını barındırmaktadır. Anlamlandırmak için değil sus payımızı almak için konvoya dahil olduğumuzu ve sesimizi çıkartmadığımız vakit nihai ödülümüzü alacağımızı bildiğimizden yapmış olduğumuz rutinlerimiz simgeleştirilir.

Çizgiler kısa veya uzun her kesintisinde bu makullerin silindiği, öteki yaratımının hangi sorunları beraberinde getirdiğine dair canalıcı örneklemeleri barındırır. Basitçe bir çizginin sınırlarında günü hissedebilmek, gündelikliğin içinde giderek yükselen ötekileştirmeleri anlamlandırabilmek olasıdır. Kaçmaya özellikle çalıştığımız veya kendimizi koruyor zannettiğimiz yanılgı hallerinin nasıl da birdenbire ortalıkta ve tam suretimizin karşısında dikiliverdiğine anlam katmak söz konusu olacaktır. Pek tabii ki, yadsımadan ama biz o kısımları geçmiştik kolaylıklarına düşmeden görmek isteyenler için aralıksız bir biçimde tek bir çizginin başı ve sonu arasında bütün bu okunabilirlik keşfedilebilir. Okumaların belirgin kademeleri içinde bulduklarımız kaybettiğimiz yıllarımızdır aslında farkına varacağımız üzere. Hicap yüklü gündelik koşturmaca çarkının dişlileri arasına kendimizi kaptırdığımız günden bu yana süregiden hesap sorulmamazlık sınırlarının fark ettirilmesidir burada bahsini açmaya çalıştığımız. Tüm eksikliklerin nasıl anlamazdan gelinerek daha derinleştirildiği, insanların nasıl daha fazla suspus kesilmeleri için yeni korkuların bina edildiğini anlaşılır kılır. Manidardır vurdukça tın tın ses veren boş teneke suretinde bulunanların herhangi bir kırmızı çizgiye yakınlaşma çabasında koyverdikleri vavelyalar ile dünyaları koruyor zannetmelerinin karşı konulmaz dehşetengizliği de anlam kazanır Çizgilerin rotası dahilinde bilmek esastır. Korkuların, tedirgin edici hallerin, birbirleriyle zincirleme bir döngü içerisinde yine yeni ve yeniden aynı sahnelemelerin karşısında hakikati bulabilmek ve bilmek için çabalanmayı gerektirir.

Kulağı düzünden tutmak dururken nasıl oluyorsa hala tersinden tutup kendimize eziyet etmekten bir an olsun imtina etmediğimizi, geri durmadığımızı nihayetinde çetrefilliği biraz da kendimizin sağladığının idrakına vardırır. Senenin 2009 olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda daha neleri aşamadığımızı, hangi yanlış sunuların peşinde koşa durduğumuzu, makul olanın tanımına bir türlü yakınlaşma çabası içerisine giremediğimizi görmek düşündürücü olduğu kadar da sindirici bir hali sunmaktadır. Sindiricidir artık bir arpa boyu yol alamıyor olduğumuz gerçeğini görmek bütün bu durumlara neden olan sorun algılarında, çözümlemelerde yapılan hataların birbiri ardına ilintilenip koskocaman bir dağ oluşturduğunun farkına varamamaktır. Kendimize benzetemediğimizi nasıl yola ve hizaya çekeriz yanıtının peşisıra yaftalamaların ortaya çıkartılmasıdır birer ikişer bu sinik halleri yaşama dahil ettiren, çizginin bütün yapısını neredeyse tarumar eden. Konuşulacaktır diye tanımlar getirilen, yapılacaktır diye üzerinde uğraşılan, çözülecektir diye yeni umutlar bağlanılan nice hadisede çekincesiz bir dille ifade etmek gerekir ki, hayal kırıklıkları artık alışıldık bir sonuç olma yolunda ilerlemektedir. Her defasında bakınız biz yapmıştık ama önümüze engeller çıktının başka bir tezahürü ekranlarımızdan evlerimize ulaşmaktadır. Şair kimliğinin yanında provakatif söz bütünleştirme sanatında da mahir olan bir zatın, insanım diyeni düşüncelere daldıracak, hafsalanın neredeyse alamayacağı kadar abuklukta sicim gibi dizdiği kaskatı incilerinde bunu görebilmek mümkündür. Kendi inancının olduğu kadar diğer inançların da belirli kaideleri, doğruları olduğunu sıklıkla es geçmekte beis görmemiş bulabildiği hemen her fırsatta bir mezhebi, bir dini bu uğursuz çıkışlarına alet etmeyi kendine uygun bulmuş bir fikir önderinin! varlığında hangi sorunlar anlaşılır kılınır. Rotasından alınmış çizginin bir başka pervasız noktasını zapt etmiş olan yıllardır üzerine ne bir ilave ne bir aydınlatma gerçekleştirilmiş olan bir katliamın sorumlularından bir şahsiyeti canlı yayında neredeyse karşı tarafı siz hatalısınız sonucuna denk düşürmek için çabalanmalarda buluruz. Bir düz çizginin iki noktası arasında yaşamış halkların hangi kirli eller veya kimlikler tarafından aralarının açılıp, nifak tohumlarının yeşertilip iyice gerildikten sonra zembereğinden boşalırcasına insanların üzerlerine kin kusturulduğunun açık bir şekilde hesabının verilmesi gerekmektedir. Acizliğin, görmemezlikten gelmelerin ne biz insanım diyenleri, ne de yıllardır o acıyı yüreklerinde yaşamak zorunda bıraktırılmış Alevi yurttaşları bugün oldukları şartlardan daha makul bir seviyeye taşımayacağı aşikardır. Sorumluların artık bulunabilmesi, adaletin gerçekten tecelli edebilmesi için davanın yeniden görülmesi için çaba sarf edilmesi nasıl bir zorlayıcılık taşımakta olduğunu sizlerin engin takdirlerine bırakıyoruz.

Türkiye haritası üzerinde bir Amerikan televizyonunda yayınlanmış olan görüntülerin içeriğinde kullanılan tahrif edilmiş içeriğin hemen akabinde Dışişleri Bakanı için CHP Ardahan milletvekili Ensar Öğüt’ün demecinde belirttiği Dışişleri Bakanı sen ne işe yararsın? Senin soyadın Davutoğlu mu, Davutyan mı? Bilelim de. Davutyan’san sen Ermeni açılımı yapıyorsun. Adın ne, soyadın ne? Sen Türk müsün? Türkiye Dışişleri Bakanı mısın? suallerinin farzi bir ırkçılıktan çok daha fazlasına mana kattığını idrak edebilmek mümkündür. Ötekileştirmeler birbiri ardına meşreplerine uygun kılıflar bulurken hangi aralıkta nasıl bu eğri çizgiyi düzeltmeyi başaracağız? Nasıl elimizde kindarlıktan başkası kalmamış körlüğüne ısrarla biat ettirilmeye inat ve izansızlık ile devam ettirileceğiz? Haklarını arama yolunu tercih eden, uygulamalarda yer edinmiş düzensizliklere olabildiğince dikkat çekmeye, isteklerini duyurmaya çaba sarf eden Tekel işçilerinin mücadelelerine reva görülenler, yeniden bir fay kırığının daha ortaya çıkartılmasına, çizginin bir başka noktasından bir kere daha kırılması için olanak sağlamıştır. Hak verilmez hak mücadele karşılığında alınırdı ama bu kadar girift, bu kadar kin kusan ve bu kadar ağır zapturapt altına almaların görülmesinin neticesinde hangi sağduyu nerede ve nasıl tanzim edileceği iyice muamma pusunun içinde kalmıştır. Bu eğrelti hallerin çokluğuna yetişememe konusundaki dermansızlığımıza kederlendirken iyice köşeye sıkıştırılmış insanların yerinde bir dakikalığına da olsa kendimizi koyduğumuzda, düşündüğümüzde bu daraltımı, susturulmaları ve mağduriyeti daha rahat anlayacak fakatlara gerek kalmadan hakkın tesis edilmesine sıranın getirilmesi gerektiğini düşünmek mümkün olacaktır.

Adına açılım, demokratikleşme, milli birlik projesi gibi vesair namlarla beraber tanımlandırılmış olan sürecin dahilinde birbirlerinin peşisıra ortaya çıkartılan engeller, tam bir adım atılmasına teşebbüs edildiği zamanda cereyan eden istremezükçülük damarının karşılıklı olarak hissedilir kılınması barışın bir türlü işlevsellik kazandırılamamasını sağlıyor. Konuşmaktan çekinip, siyasi zeminden insanları uzaklaştırdıkça, ayrışımları derinleştirebilmek için elimize geçen her fırsat dizininde ötekisine uygun yaftalarımızı, yargılarımızı ve son tahlilde şiddeti yüceltme kültürüne destek çıkacak açıklamalar, uygulamalar karşısında sesimizi yükseltemediğimiz müddetçe Alevi, Ermeni, Kürt vd. gibi bu toprakları paylaştığımız, içiçe yaşadığımız insanlar ile sorunlarımızı aşmak bir ütopya olarak diri tutulmaya devam edecektir. Dökülen her damla kandan sağlanmış/acak rantın hesabının peşinde koşaduranların, kırgınlıkların istikrarının sağlanması için dört dönenlerin, ötekisi ötekisi diyebilmek için kenarda bekleyenlerin, ellerini ovuşturanların birini ötekisine kırdırmaktan uzakta artık barış tanımının yaşanılırlığını sağlayabileceğimiz bir çizgiyi türetebilmemiz gereklidir. Eğrelti hallere dönüştürülmüş, yolundan alıkonulmuş tüm çizgilerin birer birer yazgılarımız haline dönüştürülmemesi için şimdi harekete geçip iyice yok olmadan, iyice sağırlaşmadan tedbirlerimizi almaya başlayacak mıyız? Bir ortak noktayı bu seferinde, birbirlerinden ayrı görünen konuların tümünde sağlayabilecek miyiz? Mete Çubukçu’nun kaleminden Radikal 2’de yayınlanmış olan Gönül Bağları Koparsa! başlıklı öteki diyardan ses ve sözleri derlediği dikkatle okunası makalesini sizlerle sonsöz kabilinden paylaşıyoruz:

DTP tabelası indirilmiş, altında sadece Diyarbakır İl Başkanlığı ibaresi kalmış. Tabelanın üzerindeki çiviler ertesi gün asılacak Barış ve Demokrasi Partisi tabelası için hazır tutuluyor. 1990’dan bu yana sekiz partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ya da partililer tarafından feshedilmesinin Kürtlerde geliştirdiği bir tür pratik bu. Sekiz partinin de hikâyesi benzer: Tabela indiriliyor, yenisi takılıyor, çizgi devam ediyor. Ancak, yıllar içinde tecrübe kazanan, siyasetin kurallarını öğrenen, demokrasinin işleyişini kavrayan Kürt siyasiler, tabelalar gibi kolay geri dönemiyor. Her kapanan parti ve yasaklanan siyasetçi, demokrasi tecrübesini, siyasetin kurallarının yerleşmesini geciktiriyor. Bu yüzden DTP’nin kapatılması kadar, vekillerin parlamentodan çekilmesi, Türkiye kadar Kürt siyasetinin demokratikleşmesini bir kez daha sekteye uğratacak.

Diyarbakır’ın 90 kuşağı
Diyarbakır’ın Kayapınar beldesinde Kürt edebiyatının önde gelen isimlerinden Cigerxwin (Ciğerhun) adına açılan kültür ve sanat merkezinin alt katındaki karar toplantısı, saatlerce sürüyor. Eski DTP’liler parlamentodan çekilip çekilmemeyi tartışıyor. Sokaktan geçenlerin “Bizi istemiyorlarsa biz de Ankara’da olmayız”, “DTP’yi kapatabilirler ama PKK’yı nasıl kapatacaklar” cümleleri ile özetlenebilecek dışlanmışlık hissi, Ankara’ya yönelik hayal kırıklığını ortaya koyuyor. Sokakta da benzer tartışmalar var. Bu hayal kırıklığı sadece sözlerle sınırlı kalmıyor. Sokaklarda, özellikle 1990 kuşağı olarak adlandırılan gençlerdeki yansımasını tespit etmek güç değil. 10-15 yıl önce köylerinden kovulanların, metropollerin kenar mahallelerinde her türlü yoksulluk ve yoksunluk içinde büyüyen çocukları için TRT 6, Kürt Enstitüsü gibi “kozmetik” girişimler bir anlam ifade etmezken, “dağ yolu” hâlâ akıllarının bir köşesinde duruyor. Bu kitleyi değil DTP, PKK’nın bile kontrol edememesi, yükselen dalga konusunda ipuçları veriyor. Diyarbakır’ın önde gelen kanaat önderlerinden birinin cümleleriyle bu dalga çok tehlikeli bulunuyor. “Eskiden PKK dağlardaydı bugünse silahları olmasa da şehirdeler” diyor. Şehirdekiler ise işte bu 90 kuşağı gençler. 10-15 yıl önce dağlarda kanlı çatışmaların yaşandığı dönemlerde rastlanmayacak derece farklı bir bakış, bir öfke okunuyor gözlerinden. “Biz” ve “siz” sözcükleri daha çok telaffuz ediliyor sohbetlerde. Medyanın hep “yanlı”, “Kürtlere önyargılı” yayınlarından şikayetçiler. Ne söyleseniz kâr etmeyebiliyor. Kürt aydınları bu yüzden Kürt açılımının daha somut, daha net, daha hızlı devam etmesinin aciliyetini dile getiriyor. Çünkü gönül bağlarının bir kez kopması halinde onarmanın ne kadar zor olduğunu onlar da biliyor.

10 yıl önce
Bölgede bir süredir havanın değiştiği belli: Açılım süreci ile başlayan umut ışığıyla DTP’nin kapatılmasıyla başlayan umutsuzluk arasında gidip geliyor birçok kişi. Bu ruh halini Batı’dan bakarak anlamak zor. Hele Kürt meselesini, DTP’nin kapatılmasını “aman canım daha ne istiyorlar” yaklaşımıyla bakanların anlaması daha da zor. Ama bir şeyler uçup gidiyor gibi. DTP’li vekiller de parlamento zemininden çekilerek sanki kendilerini dışarıya kapatıyor; sanki kendilerini Türkiye’deki geniş kesimlere anlatmaktan vazgeçiyor. Oysa bölgeye olduğu kadar Türkiye’nin diğer yakasına seslenmek zorunluluğu var. Çok değil 10 yıl önce sokaklardaki Batı algısı ile bugünkü durum arasında tehlikeli bir hal alan zihinsel kopuşun izlerine rastlamak mümkün. Çanakkale Bigadiç ya da İstanbul Tarlabaşı’nda olanların “Doğu illerinde Türklere karşı yaşanması halinde ne olacağını soruyor” Diyarbakırlı Kürt bir vatandaş. Bu soruyu sormak 10 yıl önce akla gelmezdi. Öteki yakadaki her türlü Kürt karşıtı gösteri bölgede geç milliyetçiliğin tohumlarını ekmekten başka bir işe yaramıyor.

Meclis’te kalmak
DTP milletvekillerini taşıyan parti otobüsü havaalanından il merkezine doğru zorlukla yol alırken bir yandan zafer işareti yapan, diğer yandan polise taş atan çocukları, gençleri, kalabalıkları, Diyarbakır’daki gibi kontrol altına almanın giderek zorlaştığı anlaşılıyor. Özellikle yeni kuşak gençler, onlarca farklı nedenden dolayı daha şiddet yüklü. Zaten onlara da altyapıyı hazırlayanlar var: DTP’nin kapatılması da nedenlerden sadece birisi. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın ifadesi ile artık “cin şişeden çıktı”. Kürt sorununun çözümünde geri dönüş mümkün değil. Üstelik talepler öyle TRT Şeş’le, Kürt Ensitüsü ile sınırlanacak gibi değil. DTP’liler akşam saatlerinde kararlarını açıkladıktan sonra milletvekilleri kültür merkezinin giriş katında soruları yanıtlıyor. Bir kısmının yüzlerinde şaşkınlık var. Bir kısmı üzgün. Yeni dönemde kendilerini nelerin beklediklerini bilmiyorlar. Ama bildiğimiz en az dört-beş milletvekilinin parlamentoda kalıp siyaset yapmaları gerektiğinin savunulduğu. “Meclis’te kalmamız gerekirdi ama çoğunluk kararına uyduk” diyor bir DTP’li milletvekili, karara saygı duyarak ama çok da içine sindiremeyerek.

Medya
Kapatma kararı ile birlikte Diyarbakır sokaklarındaki kızgınlığa, gösterilerde sadece çocuklara zoomlanan kameralara, TV’lerde hemen her gün yapılan yorumlara gösterilen tepki ekleniyor. Bölgeye gelerek onlarca konu, sorun arasında sadece ve sadece çocukları görüntülemeyi kendilerine görev edinen ya da yöneticilerinden bu talimatı alan habercilerle, bölgede olan bitenin ruhunu yakalamak, bu ruhu Türkiye’nin diğer yakasına anlatmak, yansıtmak mümkün olmadığı gibi, haberciliğin hâlâ 15 yıl öncesinden bir adım öteye gidemediğini de gösteriyor. Belki de tüm bu yaklaşım kötü bir niyetin göstergesi. Güneydoğu’da siyasetin nabzı hep farklı atmıştır. Orada tartışılan konularla İstanbul merkezli medyanın gündeminin makası giderek açılıyor.

Hukukta çifte standart
Kürt açılımı sürecinde bölgedeki algılamayı ve muhtemel bir şiddet dalgasını önlemek için acil somut adımlar gerekiyor. İnsanların güveneceği bir hukuk sistemine ihtiyacı var. İlk iş olarak hukuktaki çifte standardı önlemek gerekiyor. “Taş atan çocuklara 15 yıl verip Dolapdere’de göstericilere silah çekenleri serbest bıraktığınız zaman insanların ne düşündüğünü tahmin edebilirsiniz ve böyle bir hukuk sistemini de kimseye anlatamazsınız” diyor Baro Başkanı Emin Aktar. Aktar da eski DTP’lilerin Meclis’te kalmalarından yana. Ticaret Odası eski başkanı Mehmet Kaya da “Bu karar DTP’ye değil Kürtlere yönelik olarak algılanmıştır. Doğru ya da yanlış, algılama böyle. Bu istenmiyoruz hissi gençlerden yaşlılara kadar herkese hakim” diyor.

Kendini anlatamamak
Peki ya DTP’nin hatası? Eski Grup Başkan vekili Selahattin Demirtaş’a göre sorun kendilerini Türkiye’ye iyi anlatamamaları. Kürtlerin taleplerini, ne istediklerini anlatmak için daha çok çalışmaları gerektiğini söylüyor.
Ancak, DTP çizgisindeki Kürt siyaseti yeni parti ile pek değişecek gibi görünmüyor. Şu istifayı düşünen 19 milletvekilinden yarısını muhtemelen 2011’deki aday listelerinde görmeyeceğiz. Bu da Kürt siyasetinin nasıl yönlendirildiğinin bir kanıtı. Türkiye, Kürtler için bir parti mezarlığı haline geldiyse, DTP çizgisindeki partiler de siyasette tecrübe kazanan, dersler çıkaran siyasetçilerin mezarlığı gibi. Sinn Fein ve Batasuna da böyle mi acaba? Bu durumda Kürt siyasiler hata yapmamayı ya da yapılan hataları yönetebilmeyi nasıl becerecekler? Dost meclislerinde konuşulan bu konuları Kürtlerin daha yüksek sesle dile getirmelerinin zamanı gelmiş gibi görünüyor.

PKK daha da güçlendi
21 milletvekilinin istifa kararıyla Diyarbakır’daki sokak olayları bıçakla kesilmiş gibi sona eriyor. Bu süreçte iki tarafın şiddet yanlılarının kazandığı kesin. Özellikle PKK’nın yeniden süreci kendi lehine çevirmesi, inisiyatifi ele alması, DTP’nin sahneden çekilmesinin ardından daha da boşalan alanı doldurması, demokratik açılım sürecinde muhatabın kimin olabileceğini gösterme açısından önemli. PKK’nın hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu söyleyenlerin sayısı az değil. Ancak Reşadiye saldırısı, DTP’nin kapatılması, milletvekillerinin istifa kararının aynı zamana denk gelmesi tesadüf gibi görünse de, hepsi biraraya gelince PKK ve devletin görünmeyen elinin, demokratik açılım sürecinin frenine birlikte basmış olabileceğini düşündürüyor. PKK, bu süreçte istediği mesajı yollamış durumda. Hoş, bölgede sadece DTP’liler değil farklı kesimlerden Kürtler, Öcalan kaale alınmadan bu sürecin sağlıklı işlemeyeceği kanaatinde. Zaten sokaktaki bir vatandaşın “DTP’yi kapattılar peki PKK’yı kapatabilecekler mi” sözleri de durumu özetlemek için yetiyor. Herkes silahların susmasından söz ederken kimse PKK’nın hemen silah bırakması gerektiğini vurgulamıyor. Her şeye rağmen Kürtlerin bu süreçten geriye dönmeyeceği ama AKP’nin sunduğu çerçeve ile yetinmeyeceği belirtiliyor. AKP için bunun en acil test alanı, 2011 öncesi siyasi partiler kanunundaki değişiklik ve yüzde 10’luk barajın indirilmesi. Diyarbakır’da ilk anda duygusallık ağır basıp vekillerin istifa kararı destek bulurken akl-ıselim her şeye rağmen parlamentoda devam diyor. Çünkü Kürtler, partileri parlamentoda olmadan açılımın yürüyeceğini düşünmüyor. Bir alemdir ki şu dünya ne yazılmış metinler tam manasıyla hatmedilir, ne niyetler katakullisiz belli edilir. Ne bir konuda uzlaşılır ne sorunlar çözüme kavuşturulur. Varsa yoksa o griliğin yüceltildiği, nefeslerin lafazanlıkla tüketildiği yerkürede sunileşen yaşamımızın devamlılığı ön planda tutulur. Nefessiz, bilinçsiz us ile dilin birbirlerini bir türlü bulamadığı, zihnin teferruatlarla doldurulduğu bir görüngü hasıl olur. Kesifleşmiş kokular dört bir yanımızı sarmışken, birbirlerine demediklerini bırakmayan insanların ortalığı daha fazla politize ederek, üzerinden rant sağlamaya, daha fazla ayrışıma zemin oluşturmak için doksandokuz doğurdukları bir eşikte neleri kaybettiğimizi bulmak olasıdır. Yoksun tutulmaya devam ettiğimiz müddetçe kendimizi doğru olandan, kötümserliğin giderek münasip porsiyonlarda tüketimimiz için arz edildiği günleri yaşamak mecburiyetine dahil olduğumuzu layıkıyla açıklayacaktır. Anlayış ve izanın zerresi okunmazken, kin ve öfkenin akil düşünceden sayılarak muktedir olduğu, yanılgı hali sarmalar iken dört bir yanımızı. Daha dünümüz hakkında net konuşamazken geleceğimiz için bu kadar aceleci bir biçimde kararlar almak, yeniden yol ayrımlarında seçimler yapmaya heveskarlığımız ise düşündürücüdür. Kendimizi kendimizden saklı tutmaya, bilinenleri bilinmedik ilan etmeye çaba sarf ettikçe, dile gelenleri yutmaya, akla düşenleri yaftalamaya devam ettiğimiz müddetçe sanırız pek çok kere daha o filmin parçası olmaya devam edeceğiz. Bir tekrar sahnesinden diğerine uzanan bir döngünün dahilinde hesap sorulamazlığı, öfke nöbetlerinin nasıl oluyorsa oluyor yeni makul olarak ısıtılıp tekrardan yememiz gereken bir acı reçete haline dönüştürülmesi bu aralıkta irdelenebilir. Mümkünatlar ve imkanların çoğaltımı, teknolojik gelişim ve bilgiye erişimde bu kadar ilerisine ulaşmışken hala aynı kederden tükenmek evla mıdır? Yıkmak, yıkmak ve sadece yıkmak üzerine kurulu bir düşünce tüketiminin akışı, itham etmek, ötekileştirmek veyahutta sindirmek haline indirgenebilecek bir makulleştirme düzeneğinin varlığını hangi zaman aralığında sorgulamaya başlayacağız? Nedenleri aramaya çaba sarf etmeksizin ne kadar gri olursa, ne kadar pusun içinde damıtılmışa ve belirsizliklere örülmüş ise o kadar makbulümüzdür yargısına uyulması mı gerekiyor? Düşünceler birbirleriyle bağlantılı şekil ve hüzmelerde kaynağından alınarak yeniden yorumlandırılır. Notanın sağladıklarıyla beraber ya da bir satırlık fikrin havanında bu işleyiş gerçekleştir. Anlaşılır kılınabilecek, detay katılacak öğeler eklemlenir. Bizim bu sayfalar aracılığıyla sizlerle paylaşmaya çalıştığımız müzikal izleklerde de bu damıtımı ortaya çıkartacak tınıları birbirlerine ilintilemeye çalışıyoruz. Sözün kafi olmadığı anlarda müziğin sağladıklarından, kulaklarımıza sunduklarından yeni yorumlar aramaya gayret ediyoruz. Bir anlam kazandırma çabası olarak değerlendirilmesini salık verdiğimiz hayat-müzik bağlantısı dahilindeki arayışımız Deuss Ex Machina’nın 280. bölümünde de devam etti. Bağsız ve bağlantısız kendi sözleri, müzikal iklimlerini yaratmak konusunda çaba harcayan bağımsız müzisyenlerin işleri bu yapının temel öğelerinden birisi olarak yıllardır disturumuzu oluşturmaktadır. Yoksa iki-üç adet indie sanatçının / grubun isimlerini öğrendiklerini varsayarak, bütün günü birbirlerinin benzeri kaşif sitelerden, kendi kıt zevklerini tatmin edecek teneke tınılarla case’lerini donatarak, sağda solda buldukları her fırsatta sözümona “bağımsız sanatçı kaşiflerinden” olmadı Deuss Ex Machina. Kimilerinin dillerine pelesenk olan kanaat önderliğinin zamanla yapılandırılabilecek bir olgu olduğunun bilinciyle müziğe dair cümlelerimizi sizlerle beraber öğrenip pekiştirme yolunu tercih ettik. Pazartesi akşamı Dinamo FM’den canlı olarak sunduğumuz Deuss Ex Machina’da da ilk kısımda ilettiğimiz çıkarsamalardan yola çıkarak bir saatlik dinlenceliği ortaya çıkarttık. Sesler yeni rotaların izlerini, yeni rotalar da farklı müzikal dimağları okuyabilmemize bir kere daha vesile oldu. 1990’dan günümüze gerek solo, gerekse de üyesi olarak yer aldığı gruplar dahilinde modern alternatif müziğin sınırlarına dair yetkin önermeler gerçekleştirmiş, deyim uygunsa on parmağında on marifet prodüktörlerden birisi olmuş Kevin Martin’i son projesi olan King Midas Sound’un Hyperdub çıkışlı debut albümü “Waiting For You”nun rehberliğinde sizlerin beğenisine sunuyoruz.

Elektronik müziğin sınırlarında deneyselliğin yoğun olarak kurguya dahil edildiği, gürültü kavramı altında nicesinde alışkın olmadığımız sürprizler sunan yapılarla tanışmamıza vesile teşkil etmiş bir tını kümesi endüstriyellik çatısı altında toplanır. Harmanı ortaya çıkartan yapılar kah punk’dan, kah psychedelic rock öğeleri ile bağlar ihtiva eden kuşaklara, techno ve hatta dub müziğinden apartılmış detaylarla belirginleştirilir. Endüstriyel disiplininde yapılar birbiri ardına işlenen kocaman bir ses enstalasyonu imgeler. Sürekliliği sağlanmış olanın tavizsiz gürültüler, bir anda görünüp kaybolan fısıltılar, vurgular, gündelikliğin çığlığı haline dönüşen saha kayıtları dahil olmak üzere değişkenlik üzerinden hareketle kotarılmış kurgulama metodu bu müzik sentezini anlaşılır kılacaktır. Müzikal olarak gürültü kavramının yanında eleştirinin bizahati dönem dönem hayatı etkisi altına alan politik yansımalara, yaşamı zor kılan ani değişimlere ve bir noktadan sonrasında da hayatı ciddi anlamda çekilmez dertlere sevk eden, faşizm gibi geleceği ipotek altına alabilecek ideolojilere karşıtlığından destek almış bir duruş sergilenir. Tınılar sertliğe enikonu kavuşturuldukça, rock müziğin ana akım kanadına, elektronik seslerin kendi hallerinde takılan tüketilip unutulur projelerine karşı sanatsal duruşu simgeleştirmeye gayret eden, tavır almanın bir rockstar olmaktan daha evla bir tutum olacağının ısrarını sahip çıkıp sürdürenlerin endüstriyel müziği geliştirdiklerini iletebiliriz. Edgar Varese, Karlheinz Stockhausen, Pierre Boulez, Arnold Schoenberg, Frank Zappa, Embryo, Can, Sonic Youth gibi modern müzikte kaynakçalık vazifesi göstermiş ses üreticilerinin-grupların ve kompozitörlerin müzikleriyle de paralellikler bulunan bir yapılandırma ortaya çıkartılır. 1990 yılında Napalm Death’in ilk kurucu kadrosunun üyesi aynı zamanda da Godflesh gibi İngiltere’nin deneysel / endüstriyel müziğinin adı anılası ekiplerden birisinin üyesi olan Justin K. Broadrick ile Tenor Saksafon ve vokallerde yer aldığı GOD projesiyle beraber Kevin Martin’in müzikal kariyeri başlangıcına ulaşırız. GOD bir kollektif yapılandırma halinde kayıtların birbiri peşisıra yayınlandığı bir imece usül endüstriyel – jazzcore topluluğu olarak varlığını sürdürür. Punk, Elektronik, Ambient ve Caz Serbestlemelerinden derlenerek şekillendirilmiş kayıtlarla anılabilecek, çığır açıcı gürültü kuşakları bina edilmiş projenin devamlılığında Broadrick ile 2004 yılının sonuna kadar sürecek olan beraberlikleri Techno Animal projesiyle yola devam eder Kevin Martin. Gürültünün takdis edildiği, Ghosts albümü 1991 yılında Pathological Records etiketinden dinleyicilere sunulur. Çiğ vokallerin, punk tavrından techno’ya uzanan genişçe bir müzikal alemin içinde yorumlandığı bütüncül bir kayıt ortaya çıkar. Ghosts aynı zamanda da metalik yüzeylerin yankılandığı ilk techno deneyimlerinden birisini oluşturabilen albümler arasında değerlendirilebilir. Endüstriyellik ile deneysellik arasında bağlaçlar kurmaya çaba sarf eden projenin devamlılık kayıtlarını oluşturan Unmanned, Demonoid, Phobic kayıtlarında da gürültü ile hip-hop’un birbirlerine yakınlaştırıldığı şimdilerde dinlenilmekte olan pek çok underground hip-hop kollektifinin, üreticisinin de öncülleri arasında anabileceğimiz taviz barındırmadan nitelikli ses kolajlarının yer bulduğu bir kayıt dizisi ortaya çıkartılır. Müzikal yönleri birbirleri arasında direkt olarak bağlantılamak yerine gerek akustik enstrümanlardan derlenmiş örneklemler, gerekse de synthesizer destekli dijital seslerden yeni bir form oluşturulmaya çalışılır ikili Techno-Animal projesinde. 2001 tarihinde Matador’dan sunulmuş The Brotherhood Of The Bomb albümü bu kısıtlı satırlarımız aracılığıyla iletmeye çalıştığımız müzikal yetkinliğe anlam katmanıza imkan sağlayacak önemli bir kayıttır. Özellikle albümün açılışında yer alan Rubberboom vokalleriyle desteklenmiş Cruise Mode 101, dubstep’in atası olarak anılabilecek birkaç kayıttan birisi olan Hypertension, psychedelic hiphop güzellemesi Robosapien, dimağ açan gürültü kavisli El-P ve Vast Aire vokalli ferahfeza We Cab Build You parçalarını ilk elden kaydı, Techno Animal’ı dinlemek isteyenler için yeterli bir ön dinlenceliği sağlayacağını belirtmeliyiz. Kevin Martin’in solo kariyerinin belki de en dikkat kesilerek dinlenilmesi gereken bölümünü oluşturan The Bug ile ilgili notlarımızı aktaralım.Endüstriyel ses kuşakları arasında birbirlerine ilintilediklerinin rotasında yeni keşifler gerçekleştiren Kevin Martin’in The Bug projesi ilk elden bu yeni önermelere çatılık görevi üstlenen bir yapılar dizinini oluşturur. Melodik kurgulamalar, damıtılan endüstriyel seslerin önceki kayıtlara ve projeler göz önünde bulundurulduğunda daha elektronik seslere yakın durduğu, bahsini açtığımız türlerin yanısıra dub, dubtronica ve Basic Channel gibi ekol dubtechno mihmandarlarının müziklerinin de bu yapının içerisinde görünür kılındığı, bir çeşit deneysellik bütünü ortaya çıkartılır. Alex Buess (Klarnet), David Cochrane (Bas Gitar), Simon Hopkins (Gitar) gibi ortak projelerde çalıştığı isimler ve Andre Gurov aka DJ Vadim’in (Sampler) katkılarıyla gerçekleştirilen Tapping The Conversation albümü 1997 yılında WordSound etiketinden yayınlanır. 1974 tarihli Francis Ford Coppola’nın The Conversation filmine ithaf edilmiş alternatif film müziği çalışması olduğunu kaydın ilk elden belirtmeliyiz. Filmin katışıksız süslenmemiş geriliminden temellendirilerek yola çıkılan, ilintilenen her bir sesle beraber filmi daha seyretmeden de belirli başlı fikirlerin canlandırılabileceği bir dinlencelik şöleni karşımıza çıkartılır. Kaydın açılışında yer edinen pedallarla oluşturulan drone elektronik döngülerin aksettirildiği Harry’s Theme parçası yer alır. Endüstriyel kurgunun nispeten Techno Animal kayıtlarında kimi zaman karşımıza çıkmış olan aksak hip-hop ritmlerinin düşük tempoda seyrüsefer eylediği Invasion Of Privacy ve Countdown To Elimination parçaları gibi yorumlar Kevin Martin’in King Midas Sound’a uzanan müzikal değişim ve dönüşümlerinin temellendirilebileceği ilk önemli eşiği tanımlandırır. Kontrollü ses karaşınlığı yer yer deneysel caz sınırlarında dolaşıma çıkartılmış olan ara partisyonlarla beraber elektornik müziğin de pekala emek isteyen, sadece makinelere bağımlı olmayan bir müzikal form olduğu bileşenini bir kere daha hatırlatır. Coppola’nın filminde uygulamış olduğu gerilim unsurunun son derece rafine bir biçimde albüm boyunca filmden tek bir ses örneği alınmadan gerçekleştirilmiş olması dahi kaydın nevi şahsına münhasırlığını belgelemeye yeterli gelecektir diye düşünmekteyiz. Fake Auto Crash’i bu minvalde değerlendirebileceğimiz ilk örnek olarak iliştirmeliyiz. Burial’ın seneler sonra deneyeceği estetize edilmiş alan-saha kayıtlarının ses dehlizlerinde yankılanan bir dubstep ağıdı Seduction & Betrayal, endüstriyel akustiğin pik noktası Nightmare Messenger ile kaydın final parçası olan 24 Hour Surveillance’a ulaşırız. Dubtechno’nun hip-hop tabanında canlandırıldığı enstrümantal yapı albümün en başından bu yana istikrarlı bir biçimde sürdüregeldiği belgeleyici ses dokusunu mahir bir biçimde kulaklara ulaştıran bir yapı olarak döngüyü tamamlanır. Richard D. James ve Grant Wilson-Claridge’in temellendirdikleri braindance’den, akıllı dans müziğine, breakcore’dan, techno ve ötesine ulaşan bir ses yayınlayıcısı olan Rephlex Records’dan 2003’de yayınlanan Pressure albümü, Kevin Martin’in müzikal çözümlemelerinin Dub / Reggae Soundsystemlere ve Dancehall’a entegre olduğu bir aynalamayı dinleyicilere ulaştırmaya aracı olmuş bir kayıttır.Endüstriyel yapıların ara kesitlerde kendini gösterdiği, uzun soluklu pekçok farklı projeden sonra Kevin Martin’in zihninin bir köşesini meşgul eden kudretli baslar ile donatılmış dancehall müziğine dair önermelerinin yer aldığı, dinlencelik açısından da önceki düzeneklerden daha rahatça adapte olunabilecek nitelikte bir albüm olur Pressure. Düzeneğin kolaylıkla ana akımca popülerleştirdiği, başı sonu ayrı havalardan müteşekkil parodilerden apayrı olduğunu Daddy Freddy’nin vokalleriyle desteklenmiş olan Politicans And Paedophiles parçasıyla albümün henüz başında keşfederiz. Sert nağmeler, elektronik döngüler, aksak ritmler ve reggae müziğinin bu en deneyimlenmesi keyifli ancak nitelikli yorumların sık çıkmadığı türünde farklı soluğun Kevin Martin tarafından getirildiğini ilave etmeliyiz. King Midas Sound projesinin de sacayaklarından birisi olan şair Roger Robinson’ın okumasından güncelliğe dair çıkarsamalarını işitebileceğiniz Executor, Rhythm & Sound’un daimi vokali olan yaşayan efsaneler arasında rahatlıkla anabileceğimiz müziğe ruh veren vokallerden Paul St. Hilaire’in yorumladığı Live & Learn güzellemesi gibi hemen hemen aynı bas vuruşlarına haiz olan bir ses eriminde nasıl alternatifin yansıtılabileceğine dair yetkin bir önerme kulaklara ulaşır. Dubstep’in henüz tanımının yapıldığı günlere denk gelen, eleştirel kimliğin nihai biçimde müziğin yapısı üzerinde etkileriyle daha da hakkaniyetli bir kulvarı imleyen albümün de doruk noktalarından birisi olan Thief Of Dreams gibi kurgular ses yelpazesinde adım atılmadık nokta bırakmayan bir sanatçının daha keşfedilecek nice şey olduğunu hissettiren bir vurgusunu ortaya çıkartır. Kevin Martin sesler arasında bağlantıladığı kurgu biçemleri ile modern yaşamın rutine bağlanmış hallerine dair yetkin vokallerle bu içeriği daha doyurucu bir dinlencelik haline dönüştürür. Braindance ses eriminden alıntılanmış yüksek dub baslarıyla terbiye edilmiş dans kurgusu Night Steppa, ritmik gürültü kavislerinin endüstriyellikle buluşturulduğu Wayne Lonesome vokalli Fuck Y-Self, John Bolloten aka The Rootsman ile ortaklaşa gerçekleştirilmiş Razor X Productions projesinden tadımlık Killer parçası gibi değişik odaklarda dub / reggae soundsystem ile bağlantılanabilecek deneysel yaklaşımların sergilendiği kurgular Pressur boyunca dinleyicilerin kulaklarına sunulur. Kaydın kapanış parçası olan Living Dub, ambient tonlarının hakim kılındığı egzantrik bir gece düşü ile Pressure albümü tamamlanır.Temmuz 2008’de Ninja Tune etiketinden yayınlanmış olan London Zoo, özet kabilinden yukarıda kısaca detaylandırmaya çalıştığımız müzikal izleklerin beslenerek giderek daha dans pisti çevresinin yoklandığı bir dinlenceliği bütünleştirir. Endüstriyel, techno, dub, reggae, dancehall ve en son olarak da bu bütünleştirmeye dahil edilen grime ve dubstep türlerinin birbirleriyle ilitilendikleri örnekleri ihtiva eden bir ses kapsayıcılığı işlenir. Güney Londra merkezli reggae’nin alt türü olarak tanımlandırılabilecek Lovers Rock disiplininden (aynı zamanda da günümüze de süren kollektifin adı), Tippa Irie’nin vokalleriyle kimliğini bulmuş olan dancehall Angry ile kaydın açılışı gerçekleştirilir. Kıvamı ve dozu kararında tutulmuş bir eğlencelik albüm boyunca duyulacak sürprizlerden sadece birisini oluşturur. UK Garage / Grime ekibi Roll Depp’den Killa P.’nin Flowdan ile albümün en yüksek noktalarından birisini henüz üçüncü parçada sağladıkları 2008’in başlıbaşına underground fenomenlerinden birisi olmuş Skeng tutturulan kökler ile şimdinin müziğini tanımlandırma çabasında önemli bir eşiğin aşılmasını ilintiler. Yeni nesil elektronik sesler konusunda kulağına güvendiğimiz birkaç eleştirmenden birisi olan Mary Anne Hobbs’un takdis ettiği Skeng başlıbaşına bir “dubstep vs. rhyme” karşılaşmasının nasıl olabileceği konusunda yetkin bir önerme olur. Keza Warrior Queen’in politik sözleri deyim uygunsa takır takır saydırdığı ensdüstriyel grime Insane, Steve Goodman aka Kode9’ın Memories Of The Future uzun çaları boyunca gösterdiği performansla hatırlayabileceğiniz The Spaceape’in mikrofon başında olduğu dubstep Fuckaz, albümün genelinde duyumsanan dub çıkışının bariz bir biçimde techno ile buluşturulduğu enstrümantal Freak Freak, etkisinden uzunca bir süre çıkamayacağınız Poison Dart gibi özgün denemelerle beraber London Zoo’nun finaline ulaşırız. İngiltere dans müziğinin itinayla dinlenesi alternatif güzergahlarında dolaşmakta olan kaydın son parçası olan Judgement’da da yetkin ses çözümlemelerinin bir başka evresi ortaya çıkartılır Kevin Martin tarafından. Tek bir yön veyahutta müzikal istikamette ilermeyen bir üreticinin bir çeşit vefa borcu olarak da anlam katılabilecek bir kurgudur London Zoo. Elektronik seslerin günübirlik tüketilir örneklerinden sıkılıp alternatif oluşunu, özgünlüğünü uzunca süre koruyabilecek bir müzik özeti kulaklarımıza sunulur. Bu albüm bağlamında Soul Jazz Records’dan yayınlanmış olan 500% Dynamite, Hustle! Reggae Disco, 100% Dynamite! Dancehall Reggae Meets Rap In New York City gibi derlemeleri ve Kevin Martin’in derlemiş olduğu Virgin Records etiketli Macro Dub Infection Volume 1 ve 2 albümlerini de dipnot kabilinden öneri olarak dinlence listenize dahil edebilirsiniz.İngiltere / Trinidad arasında mekik dokuyan şair, yazar ve Techno Animal ve The Bug kayıtlarında sesini işittiğimiz Roger Robinson, The Bug’ın dubplate plak kayıtlarından bu yana Kevin Martin’in ilgisine mazhar olmuş Dokkebi Q grubunun üyesi Kiki Hitomi ve bütün bu döngünün tamamlayıcısı olan ahir zamanın ses ozanlarından Kevin Martin’in kattıklarıyla ortaya çıkan King Midas Sound’un debut albümü olan Waiting For You ile ilgili detayları iletelim. Kevin Martin’in tüm projelerini üst üste koyduğunuzda genel bir resim ortaya çıkar. Tüm müzikal eşiklerden birşeyler barındıran, yönleri ve havasıyla beraber her albümde daha fazla insanı kendi içerisine çeken bir ses evreni sunulur. Soru ve yanıtlar dinleyicilerin belirleyebileceği bir güzergahta inci gibi dizilir. Aramasını bilen için birer cevherdir orada iliştirilmiş olan nağmeler. Bazen gizliden gizliye bir hayat eleştirisini bazen de dans müziğinin bir yerlerden aşina olduğunuz örnekleri arasında nitelikli, ayakları son derece sağlamca yere basan bir külliyat dizisi derlenir. King Midas Sound için ilk söyleyebileceğimiz şey de bu istikamette savların kulaklara ulaştırıldığı, dub müziğinden hareketle, folk’tan, reggae’ye Portishead dışında neredeyse ses verenin çıkmadığı triphop alemine ve hatta psychedelic nağmelere uzanan bir üst seviye kayıt olduğu gerçeğidir. Uzunca bir süredir albüm eleştirisi yazmak konusunda tereddüt etmeden kelam eklemenin mümkün olmadığı bir ustalık burada söz konusu olan her yazında bir eksik, her cümlede bir sunulamadık yönün varlığının yer alabileceğini ilk elde belirtmeliyiz. Eksiği gediği bulunmayan ve herşeyin dört dörtlük olduğu kayıtlara özlem duyanlar için bu satırlardan sonrasını okumalarına gereksinim duymadan Waiting For You albümünü edinmelerini ise ısrarla öneririz. Kevin Martin’in aşağıdaki ağ bağlantıları dizininde bulabileceğiniz The Quietus röportajı boyunca değindiği gibi üç tane birbirlerinden ayrı kariyerleri bulunan, belki de kendi tanımıyla da radikal olan insanların birbirlerini tamamladıkları bir hatırattır King Midas Sound’da duyduklarımız veya duyduğumuzu varsaydıklarımız. Dengelerin gözetildiği ama asla bir ön tanım mekanizması ve şu sekansta bu yorum girilecek klişelerine bağlı kalmadan tamamen serbestleme bir şehir müziği ihtiva eder Waiting For You. Minimal ses kompozisyonun üzerinde iletilen derinlikli bass döngüleri bir noktada da Burial’ın yapmış olduğu melankolik yansının uzunca süre tefekkür edilmiş haline kapı aralatan örnek Cool Out ile albüm açılır. Ambient’ın sisli bir perdenin ardından yankılandığı Kiki Hitomi ile Roger Robinson’ın düetine evsahipliği yapan, albümle aynı adı taşıyan Waiting For You bir nefes aralığına sığdırılmış aşık atışmasını meşrebine uygun bir biçimde işlemeyi başarır. Dub müziğinin, deneysel caz sınırlarında tanımlandırıldığı Earth A Kill Ya, tüketimin körlüğünde en sonunda kaynaklarının dibine ulaştığımız dünyanın bundan sonrasına dair, nasıl davrandıysanız şu andan sonra mükafatınızı ona göre alacaksınız uyarısını muazzam bir vurgu ile zihinlere kazıyan bir kurguyu iletir. Roger Robinson’ın parçalanmışlığı ve yıkımı olduğu gibi yansıttığı trip-hop ağıt Meltdown, 1 dakika 41 saniyelik kısacık bir keside hangi türden müzik ile donandığında can yakıcı hale dönüştürülebileceğinin yanıtını barındıran modern klasik Blue, Pitchfork sitesinde yayınlanan albüm eleştirisinde değinildiği üzere nevi şahsına münhasır müzik adamlarından Elvis Costello’dan altıntılanmış “Neşeyi bir daha hissedemeyeceğin bir acıyı dilerim” dizesinin kurguyu daha fazla belirginleştirdiği bir hesaplaşma kaydı Goodbye Girl, Kiki Hitomi’nin vokalleriyle beraber kırılgan, fısıltılarla doludizgin ilerleyen bir yapıyı pekiştirir. Roger Robinson’ın dingin bir havada sunduğu yorum ile nefesini kattığı kayıpların şarkısı Lost gibi gizli cevherleri de Waiting For You albümü dahilinde duyumsamak mümkün olur. Dubstep’in elektro akustik bir rüyada yeniden tasvir edildiği ya da derlenen her bir akustik sesle o yansımanın hissettirdiği müzikal yetkinliğin sıfatının bir türlü tam olarak belirginleştirilemeyeceği, programımız içerisinde de paylaştığımız Outer Space parçası ile albümün finaline ulaşırız. Didik didik edilmiş bir güncenin dahilinde bu kadar yumuşak bir ses erimi ile neredeyse endüstriyel bir şalalanın sağlayabileceğinden çok daha fazla derinlerde kabuk bağlamış yaraları belirginleştiren bir örneklem gerçekleştirilebilir. Miles And Miles ile kayıt sona erer iken bir yandan da nicedir unttuğunuz nitelikli müziğin disiplinlerden bağımsız özgünlüğünü koruyan yapısına dair, sözlerin henüz tükenmediğini anlamanıza yardımcı olan midenize ağır bir yumruğu yemiş olursunuz. Gregory Isaacs, Horace Andy, Lee Scratch Perry gibi mihenk taşlarının müziklerine adanmış, ithaf edilmiş bir albüm Waiting For You. İngilitere müzik sahnesinden etkiler barındıran, dört başı mahmur kayıtlara imzasını atmış Kevin Martin’i naçizane takdimimizdir.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Gönül Bağları Koparsa! – Mete ÇUBUKÇU – Radikal 2
Hangi Kürtler? – Mehmet BOZKURT – Sol.org.tr
İşte Devlet, İşte Şampiyon! – Umur TALU – Habertürk
12 Eylül’ün Hilkat Garibesi: Akp’li İşçilerle Laik Askerler – Nazım ALPMAN – Birgün
Umarım Bakan’ın Dili Sürçmüştür – Mehmet ALTAN – Star
Soykırım Anıtı’nı Neden Ziyaret Ettim? – Kadri GÜRSEL – Milliyet
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Çorap Söküğü – Bülent USTA – Birgün
Sağduyu; Sağdan Uyu, (Vicdanı Uyut) – Yıkıcı Tutku – Cengizche Fikir
Tekel Dosyası – 1 – Serbest Yazarlar
Tekel Dosyası – 2 – Serbest Yazarlar
Naomi Klein: Bürokratlar Dünyayı Kurtaramadı, Şimdi Sıra Bizde! – Bianet
Ebediyete Kavuşan Günlük Jamanak Gazetesi – Pars TUĞLACI – Radikal/Yorum
Avm y Cinema Nazionale Co. Ltd. Şti. – Dolphinished Monkey Business – Alter[ed] Native
Nils Petter Molvaer – Hamada (Sula, 2009) Albüm Eleştirisi – Sühan GÜRER – Dinleme Parkı
2000’ler Denince Müzik… – Hilmi TEZGÖR – Hilmitezgor.blogspot.com
The Goslings Tanıtım Yazısı – Urufixx – Son Yudum
Vijay Iyer Trio – Historicity Album Review – Mersenne – Undomondo

King Midas Sound At Blogger
King Midas Sound At Myspace
King Midas Sound At Fact Magazine 2009’ #1 Fact Mix
Rhythm And Blues: A King Midas Sound Interview & Album Micromix – Jonny Mugwump – The Quietus
King Midas Sound – Waiting For You Album Review – TheMilkman – The Milk Factory
King Midas Sound – Introducing To.. – The Guardian / Music
King Midas Sound: 10 Waiting For You Inspirations At Textura
The Bug At Myspace
The Bug – London Zoo Albüm Eleştirisi – Sühan GÜRER – Dinleme Parkı
The Psychopathology Of Kevin Martin – Uncarved
Roger Robinson Official
Roger Robinson At Myspace
Kiki Hitomi Official
Kiki Hitomi At Myspace
Techno Animal İncelemesi – Urufixx – Son Yudum
Tayfun Karatekin – İki Çift Laf / İnce Memed Albüm Tanıtımı – Luzumsuz Adam – TürkJazz
Tayfun Karatekin At Stardust International
Brazzaville In İstanbul At Myspace
Brazzaville In İstanbul At Doublemoon
Brazzaville In İstanbul – Jesse James Video At Myspace
Brazzaville’den İstanbul Öyküleri – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Hafta Sonu
Guts At Myspace
Guts At Mixcloud
Guts At AnalogLife.Fr
GonjaSufi At Warp Records
GonjaSufi At Myspace
GonjaSufi At Warp Records / 2010 A Compilation Of New Warp Music
Shlohmo At We Did It Collective
Shlohmo At Myspace
Shlohmo’ Shlo-Fi EP At Error-Broadcast
Shlohmo Podcast For XLR8R
Shlohmo’ Shlo-Fi EP Review – Mersenne – Undomondo
Ikonika At Myspace
Ikonika At Twitter
Ikonika Live At MSPRKT Moscow (12.12.2009) via Dubstepforum
Introducing: Ikonika At Bodytronic
Omar Faruk Tekbilek Official
Omar Faruk Tekbilek At 5 Points Records
Kodomo Official

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>Info Go-R-Sel
Surrender – Overdaforest

King Midas Sound At Blogger

Corsica Studios Soundcheck Photos By Niall O’Brien

>>>>>Poemé
Yürekten Yüreğe – Pierre REVERDY

Sonunda ayaktayım işte
Şuradan geçmiştim ben
Şimdi de bir başkası geçiyor o yerden
Tıpkı benim gibi
Nereye gittiğini bilmeden

Titremiştim
Odanın bir ucunda kapkaraydı duvar
O da titremişti
Nasıl aşmışım bu kapının eşiğini
Bağır bağırabildiğince
Duyan yok
Ağla ağlayabildiğince
Anlayan yok

Karanlıkta gölgeni buldum
Daha bir tatlıydı senden
Boynu bükük bir köşede dururdu
Eskiden
Sana bu erinci ölüm getirdi
Ama konuşuyorsun yine de baksana
Bırakıp gidesim geliyor seni

Birazcık birazcık hava gelse
Birazcık ışık sızsa dışardan
Boğulacak neredeyse kişi burada
Tüm ağırlığıyla çöküp kafama itip duruyor tavan
Nerede durayım peki nereye gideyim
Ölmesine öleceğim ama ölecek yer yok
Nereye gidiyor dersiniz şu benden uzaklaşan
Şu ta uzaklarda duyduğum adımlar
Gölgem ve ben yalnızız ikimiz de
İniyor sessizce gece

Çeviri: Tahsin SARAÇ
Kaynakça: Şiir.gen.tr

>Deuss Ex Machina # 277 – Soundboy’s Ashes Get Scattered Over The Plateaux

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_277_–_Soundboy’s Ashes Get Scattered Over The Plateaux

30 Kasım 2009 Pazartesi gecesi “banttan” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Peverelist-Jarvik Mindstate (Punch Drunk)
>1<-Demdike Stare-Regressor (Modern Love)
>2<-Peverlist-Revival (Feat. Pinch) (Punch Drunk)
>3<-Falty DL-Al+Pa+Fun = Alpafun (Ramp Recordings)
>4<-Al Tourettes-Dodgem (Apple Pips)
>5<-A Made Up Sound-Closer (A Made Up Sound)
>6<-Joy Orbison-J.Doe (Doldrums)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>7<-Derivate-L2 (Beto Narme's Dense Subspace Remix) (Sublime Porte)
>8<-Guido-Chakra (Punch Drunk)
>9<-Guido-Beautiful Complication (Feat. Aarya) (Punch Drunk)
>10<-Numan-7th Key (Wicky Lindows)
>11<-Michael Jackson-Smooth Criminal (Chimpo Dubstep Remix) (Bootleg)
>12<-501-Dangerous (Subway)

Download Episode / İndir

Soundboy’s Ashes Get Scattered Over The Plateaux (277) – Çekincelerin, İstemsizliğin Bir Kenara Bıraktırıldığı, Nihayetinde Boşa Dört Döndüğümüz Bir Görüntüyle Karşı Karşıya Kalmamızı Sağlanıyor. Küller Savruluyor Dört Bir Yana, Yitirilen İnsanlık, Kurda Kuşa Yem Ettirilen Özbenlik! Sır Değil Hakikatler Sese Karışıyor: Çiğlik Zamanında!

>>>>>Bildirgeç
Olamayan barış ortamında
Şiddet yüzünden
Acı normalleşiyor
Ardıcı susturan
sessizlik kadar sabit
ve sonsuz
ölülerin nabzı
Ardıcı susturan
bu dünyada yürüdükçe
kazınıyor avuçlarımıza
ölülerin gözleri
” John Berger

Sese söze tenezzül dahi etmeden görünür kılınanların oluşturdukları, gittikçe garipleşen bir seyirlik sahnesinin tam ortalık yerinde hayatımızı ikame ettirmekteyiz. Bilmekten, anlamaktan ziyâde zaman mevhumunu daha hızlıca ve olabildiğince boşa tükettirebilmek, zihni topeykün nadasa bıraktırabilmek için var güçleriyle çalışmakta olanların oluşturdukları bir sahneleme karşımıza çıkartılmakta. Sessizliğin baki kılındığı, sözsüzlüğün enikonu yüceltildiği bir daraltımın ortasında, vakurluktan uzakta bir pandmonim sanatı sergilenmekte. Görüntüye dahil olanlar el ve kol hareketlerinin sağladığı mimiklerle birbirlerine meramlarını anlattıklarını veyahutta anlaşılır kılındıklarını zannetmekteler. Dönüştürüle dönüştürüle daha az kelimenin yardımına ihtiyaç duyulduğunun belirginleştirilmesinin hemen sonrasında yaşananların tümü bizleri bilim kurgusal tasvir yığını ve sair anlamlarından giderek hakikatli, acı bir gerçekliğin yoluna doğru ilerletildiğimizi ortaya çıkartmakta. Kimilerinin neden bahsettiğinden de çok, kimin ne kadar fazla görünür kılındığından bahis açılmaya devam edildiği müddetçe, kesin olarak bu çelimsiz döngünün içinden dışarıya adımımızı atamayacağımız bir hakikat olarak önümüze serilmekte. Fazlasıyla gerçekliklerin yanıbaşımıza taşıyıp durduğu sorunların karşısında anlamsız bir suskunluğun yaygınlaşmasının yegane sebeplerinden birisi olarak da anabiliriz bu durumu. Görünenlerin ‘dar görüş’ alanıyla sağlamaya çalıştıkları sade ve sadece belirli bir açıdan konuların takdim edlmesinden ötesini sağlamamaktır.

Yetkin biçimlendirmeler ve çözümlemelerle beraber esasa konuyu taşıyabilmekten uzakta, olabildiğince topu kısıtlı sahanın dar yokuşlarında boşa çevirmektir. Bugün alenen karşılaşmak zorunda bıraktırıldığımız. İnsafına terk edildiğimiz görünülürlüklerde. Karşıtlıkların bir veya daha çok katmandan birbirlerine olan hınçlarını mimikleriyle beraber sergiledikleri ve maalesef gerçekliğinden şüphe duyulmayacak kadar hissedilir yargılamaların olumlandırılması burada mevuzusunu etmeye çabaladığımız. Derinliksiz, kendimiz işitiriz kendimiz uygularız, bu böyle gelmiş bundan sonra da böyle gidecek tenkitlerinin yardımcılığında binbir türlü hallerden dilediğinizi kumandanızın hemen üstündeki numaraları tuşlayarak keşfedebilirsiniz. Yoksun bırakıldıkça manalardan, sözsüzlüğe teslim edildikçe hakikatlerden giderek yalanların makul adledildiği bir düzeyin de oluşturulduğunun idrakına erişebileceğiz. Hakikatin peşinde koşmaktansa bizleri bir süreliğine daha oyalayacak olan yalanın girift biçemlerinde kurgulanmaya çabalanmış yeni görüntüler belleğimizde yer edinecek. Nasıl olsa sorumlu aramaktan, sorunu konuşmaktan, incesini düşünüp taşınmaktan geri dönüp, oldu bitticiliğe alıştırılmış olduğumuzdan bir şekilde bu uygunsuz kalıba da uyum sağlayacağız. Uyumluluğumuzu tescil ettirmek için çaba sarf edeceğiz. Mealen bize uygun düşen de budur!

Kurguların harcında kullanılan yalanlar öylesine kolay bir biçimde yönünü ve keskinliğini elde ediyor, o kadar kolay bir şekilde yaftalamalara eşiği araltıyor ki bulunduğumuz noktada zihnin bulanıklaşması için ilave herhangi bir olguya ihtiyaç dahi duyulmuyor. Yakınılan hataların görünür kılınmasına özenli bir çaba gösterilmesi beklenirken, olur olmadık yerlerden, ilerletildiği varsayılan eşiklerin yeniden sıfır noktasına tekabül ettirilmesini gerekli kılan bir zincirleme hata düzeneği oluşturuluyor. Gördüğümüzü sandığımız ve fakat hakikatliği konusunda şüphe duyduğumuz pek çok durumda bunu irdeleyebilmek mümkünatlar dahilinde ele alınıyor. Yaşayış rutinini korumaya çaba sarf ederken durmaksızın yapılan bu baskılar, yön değiştirmeler, gerekli görüldüğünde yapılan müdahaleler! ile beraber giderek iplerinin tamamen birbirlerine karıştırıldığı bir kördüğüm haline dönüşüm sağlamlaştırılıyor. Sorun olduğu gibi hayatımızda yerini korumaya devam etmesine karşın mümkün mertebe görünmez olduğu yanılgısına kendimizi kaptırarak nasıl olsa bize dokunmaz bu yalanlar denilerek saha iyice daralmasına tepkisiz kalınıyor. Yoksun bıraktırıldığımız gerçeklikleri artık yenisi bina edilecek yalanların satır aralarında manalandırmaya çalıştırılıyoruz. Kolaylıkla söylev halini alan görüntülerin, ustruptan yoksun, dillerini ayrıştırmacılığın en kör noktalarına tekabül ederek kurguladıkları cümleler ile doldurulmuş hallerinde bunu daha rahat bir biçimde algılamamız sağlanacaktır.

Ötekisine duyulan, kin ve nefretin son derece belirgin bir biçimde görünür, hissedilir kılınması, şirazesinden her an çıkmaya hazır ve nazırlığın hissettirilebilmesi için gösterilen çabalanım nedense asgari müştereğin tesisinde gözardı edilerek yadsınmaktadır. Gerçeklik bu kadar açık ve seçik bir biçimde karşılaşmamız için zemin sağlamakta iken, yılmadan, tükenmeden, sırtımızı dönmek, görmezden ve anlamazdan gelmekle mi demokrasimizi geliştireceğiz? Geliştirdiğimizi sanıp yine yeniden boşa kürek sallayacağımız bir ömrü hayatı idame ettireceğiz. Nakış gibi birbirini tamama kavuşturan söz dizilimlerinden sonra, şimdi ve burada ekranlarımızı kapsayan nefesin son raddesine kadar bilinçli bi’kin tutturulmasının örneklendirilmesine şahitlik mi yapacağız? Söyler misiniz, bir arpa boyu yol almak için daha ne kadar körlüğümüzden, işitmezliğimizden, anlamazlığımızdan, kendimize uygunluğuna göre bakışımları ve çabaları sınıflandırmaya devam edeceğiz? Barış sözünden bile isteye sakınmanın, yeni korkularla dört bir yanımızın çevirilmesinin, ülkeye nasıl bir yarar sağlayabileceğinin izdüşümünü sizlerin takdirlerine bırakıyoruz.

İdeler farklı beklentilerin doğrultusunda şekillendirilerek ortaya çıkartılsa da tarihin satır aralarında yazılacak olan tamamen hak mücadelelerinin ne gibi ortak bütünleştirmelerle gerçekleştirilebildiğine veya tersine dair ayrıntılı tasvirlerini barındıracaktır. Kimin kimi ne kadar anlayabildiği, önemsediği, ayrıştırmak yerine ciddi bir biçimde hassasiyetlere önem verdiğini hatırlatacaktır. Öyle veya böyle insanlık olgusundan uzak durularak, verilmesi gerekli olan asgari değerin zar zor takdim edilebildiği veyahutta verilmiş gibi yapılarak üstünkörü üzerinden geçildiği ‘açılım-kapanım’ bu kapsayış ve ileriye dönük çoğaltımları yarıda bıraktıracaktır. Feyiz alınması gerekli olan hatalarla yolları ayrırarak, bir daha aynı tekinsiz, dipsiz ve bucaksız noktalara gerisin geriye düşmeden yeni okumalara girişilmesi, vicdanın sadece birini veya ötekini eller üstünde tutarak değil, herkese eşit mesafede ve aynısı cümlelerin birbirilerinin ardılı tekrar ettirilmediği bir çoğaltımla mümkünatının aksetttirilebilmesidir. Her seferinde başka bir ayrıntısı ile tanışık olduğumuz darboğazların, horgörülerin aşılabilmesi ve izanın sağlanabilmesi ancak konuşularak, dile getirilerek sağlanabilecektir. Saklı tutulmaya devam ettirilen, istikrarı sağlanmaya çalışılan her bir aşılmazlık görüntüsünün ardılında düşünülmesi elzem olan kısım tam da burasıdır. Giderek daha fazla çetrefilleştirilmiş görüntülerin, ekranları kapsayan görünenlerin şimdi üzerinde durmaları gerekli olan, neleri tartışmalıyız sorusunu net bir şekilde ifade etmelerinin gerekliliği karşımıza çıkmaktadır.

Ezberleri aynen tekrar ettiğimizde oluşanın bir hakikat anlatımı olmadığının, sadece kendimizi kandırmaktan başkaca amaca hizmet etmediğinin zihinden çıkartılmadan yeni biçemlerin, yolların oluşturulabilirliğine odaklanmalıyız. Seslerimizi çoğaltmalıyız, hakikatli bir yolun tahsisini sağlayacak, yıllardır yaşadığımız kaotik düzensizliklerin, insanların birbirlerine körlemesine bir biçimde kırdırılmalarına iyice sessiz kalarak, tüm olup bitenleri takdis etmeden, konu açılıp henüz birkaç kelam eklentilendiğinde aniden bastırıveren kırmızı çizgilerin baskısından ötede tutarak, çözüme odaklanarak gerçekleştirilecektir. Sertliğinin gün be gün ve alenen ortalığı kapladığı yaftacılığın, şeklini korumaya devam eden x-y-z milliyetçiliklerinin, uyarı adı altında dozunun arttırıldığı tenkitlerin çoğaltımlarından uzaklaşabildiğimiz vakit bu görünümden de zamanla çıkmış olacağız. Görünür kılınanın sınırlarının da genişletilerek anlaşılabilirliğinin arttırılması için denemeye değmez mi? Köhneleşmeye yüz tutmakta olan, değişitirilebilirliği için çaba sarf edilmesi gerekli olana dair özden bir paylaşımın vakti hala mı gelmemiştir? Nice çabayı kırıp dökmekten, yıkmaktan bir türlü düzgün, hizasına oturtamadığımız demokrasinin işlevselliğini kazandırabilmek için yalanlardan arınmanın kapsamsız düz adamlığımızdan feragat etmenin vakti değil midir? Yoksaymaya devam ettiğimiz her sorun görünür olduğu vakitlerde biz bunlara çalışmamıştık deme lüksümüz var mıdır, yok mudur? Bu bir dizi kutunun açılıp vakit öldürülecek bir yarışma değil, bilakis hayatın ta kendisinin yansısıdır. Kısa notumuzu Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünden Coşkun Taştan’ın 25 Kasım tarihinde Radikal internet sitesinde yayınlanmış olan Milli Birlik versus Kültürel Çokluk başlıklı makalesini paylaşarak tamamlayalım:

AKP hükümetinin belki de en hayırlı girişimlerinden biri, önce kısa süreyle “Kürt açılımı”, daha sonra “milli birlik projesi” adını aldı. Hükümetin bu şekilde dereyi geçerken at değiştirmesini basit bir isimlendirme meselesi olarak görmek büyük bir yanılgı olacaktır. Bu değişikliğin ardındaki “hassasiyetleri” deştiğimiz zaman, Kürt sorununu çözmeye yanlış bir yerden başlandığı açıkça ortaya çıkacaktır. Kürt sorununun, tam da bu “hassasiyeti” ilmik ilmik işleyen bir kültürel paradigmanın ürünü olduğunu hatırlamanın tam vakti.

Bu “hassasiyetlerin” doğasını tartışamaya geçemeden önce, Kürt sorununu çözme girişimlerindeki mantık hatasından söz etmekte fayda var. Neredeyse insan aklıyla yaşıt olan şu kadim ve temel akıl yürütmenin tersine gidiyoruz: “Cessante causa cessat effectus”. Yani “nedenler ortadan kalkarsa, sonuç da ortadan kalkar”. Kürt sorununu en yakıcı haliyle avucumuzun içinde bulduğumuz günden bu yana onunla ilişkilendirilerek yaratılan siyasal bağlamlar, işte böylesi bir ters yola girdi: “sonuçları ortadan kaldır, nedenler de ortadan kalkar”. Semptomlar yok edilerek, hastalık ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Şunu bugün hâlâ bilmeyen veya kabul etmeyen var mı acaba: PKK bir semptomdur.
Hastalığın kendisi değil. Semptomları ortadan kaldırarak hastayı sağaltmak, evet mümkün. Bu nedenle PKK’nın silahlarını bırakarak dağdan inmesi, bir yönüyle sorunun çözülmesini kolaylaştıracak. Ama esas nedenler orada durduğu sürece, zamanla başka hastalıkların meydana çıkmayacağını söyleyebilir miyiz? Bundan daha da önemlisi, bizatihi Kürt sorunu bir semptomdur.
Bugün Kürt sorununu halletmeye yönelik bu plana ille de bir isim vermek zorundaysak ve ille de “hassasiyetleri” gözetmeliysek, hiç olmazsa şu ehven adı kullanmak daha iyi olmaz mı: “Milli birlik-Kültürel çokluk projesi”. Böylece hiç değilse “çokluk” fikri, kelime düzeyinde de olsa dolaşıma girer.

Gerçek çokluk
AKP hükümetini kısa zamanda projenin ismini değiştirmeye zorlayan şey, tam da projeye verilen yeni ad ile gözetilmeye çalışılan “hassasiyet”tir: Millî birlik. Taşıdığı masum anlamların yanısıra, “bir olma” fikrinin nasıl en tehlikeli hastalıkların esas nedeni olduğunu görmemiz lazım.
Türk milliyetçiliğinin en önemli ruhsal nüvelerinden biri olan “birlik” düşüncesi, Osmanlı’dan bu yana bu topraklarda yaşayan insanların, kültürel farklılıklar ile ilgili olarak üç aşamadan geçmesiyle cism-ü cân kazandı. Birinci aşamaya “gerçek çokluk” aşaması diyelim. Bu aşamada Osmanlı devletinin tebaasıyla kurduğu ilişki, son derece rasyonel bir ilişkiydi. Sahip olduğu toprakların envanterini, bu toprakların ekonomik değerlerini, gerçek üretim miktarlarını ve kapasitelerini, üzerinde yaşayan insanların ayrıntılı demografik özellikleriyle birlikte düzenli olarak kaydederdi. Daha çok ayrıntı, daha çok vergi demekti. Böylece, düşünülenin aksine, yekpare ve blok halinde bir “benlik” Osmanlı’da hiçbir zaman oluşmadı. Bu “benlik tasavvuru”nun mahiyetini görmenin en kolay yolu, uluslar arası anlaşmalara bakmaktır (Osmanlılar, kuruldukları zamandan yıkıldıkları güne kadar devamlı olarak “uluslar arası anlaşmalar” yaptılar. 1877’de basılan Muahedat Mecmuası, bu anlaşmaların çok büyük kısmını bir arada tutar). Bu metinlere baktığımızda “biz Türkler”, “Türk milleti” ve hatta “Osmanlı milleti” gibi yekpare bir benliğin hiçbir zaman varsayılmadığını görürüz. Anlaşmanın “Osmanlı tarafı” ya doğrudan Sultan’ın kişiliğine ve ailesine atıf yapılarak temsil edilirdi (“şevketlu Padişah-ı Al-i Osman Hazretleri” veya “Hanedan-ı adalet unvanımız” gibi), ya da topraklara atıf yapılarak temsil edilirdi (Memalik-i mahruse; memalik-i Osmaniye gibi. “Memalik”, “memleketler” demektir). Bazı durumlarda ise doğrudan devlete atıf yapılırdı (“Devlet-i Aliyem” gibi). Burada sözkonusu olan, sadece bir diplomatik üslup meselesi değil, ondan daha fazla bir şey. Büyük bir nüfus ve oldukça geniş bir coğrafyadan oluşan bir öznellikten söz ediyoruz. İletişim ve ulaşım araçlarının homojenleştirmediği, siyasal ve ekonomik sistemin birbirine yapıştırmadığı parçalı bir benlikten söz ediyoruz. Her şey bir yana bizatihi iktidar homojenleşmeyi yasaklıyordu (gayri müslimlerin kılık kıyafetlerde benzeşmesi, dinler ve mezhepler arasında geçiş yapması yasaktı).
“Çoklu benlik” tasavvuru, kartografik temsillerde de aynen karşımıza çıkar. Osmanlı döneminde, tüm İmparatorluğu bir arada gösteren, kesin sınırları ayrıştırılmış, bütünlüklü bir İmparatorluk haritası, 19. Yüzyıla kadar yoktur. Buna Piri Reis, İdirisi, ve hatta Katip Çelebi’nin çizdiği haritalar da dahil (Katip Çelebi’nin Cihannüma’sında Osmanlı toprakları bazen “Memalik-i Anadolu” (anadolu memleketleri) adıyla, yine çoğul olarak gösterilir). Bunun pek çok farklı izahı olabilir. Ama bence en önemli neden, iktidarın, zaten askeri ve bürokratik uygulamalarla egemenlik alanını “gerçek düzeyde”, pratik olarak ve mükemmelen belirlemiş olmasıdır. Size vergi veren en uzaktaki adam, iktidarınızın sınırıdır. Bunun kartografik temsille “bütünlük” halinde gösterilmesini gerektiren bir neden yoktu. Yerel olarak da sınırlar, zaten detaylı biçimde belirlenip, sınır komisyonları tarafından gerekli işaretlemeler yapılıyordu.

Demek ki modernleşmeden çok daha önce bu coğrafyada “çok kültürlülük” vardı. Burada “bak atalarımız ne kadar da hoşgörülü idi” biçimindeki milliyetçi ezberi tekrar ettiğim sanılmasın. Bahsettiğimiz “çok kültürlülük”, etik ilkelerden çok daha önce, pratik nedenlerle kendiliğinden ortaya çıkmış “de facto çokluk” durumunu işaret eder (Etik nedenler apayrı bir tartışma konusu, ama kısaca söylemekte fayda var: “Tesamuh”, “musamaha”, “tahammül” gibi kavramlar, Osmanlılar tarafından hiçbir zaman “kültürel çoğulculuk” ifade etmek için kullanılmadı. Tolerans sözcüğü ve onun çevirisi olan “hoşgörü” kavramları, modern kavramlardır).

Muhayyel birlik
İkinci aşamaya, “muhayyel birlik fantezisi” aşaması adını verelim. Bu fantezi, daha 19. Yüzyıldan beri Avrupa’da ortaya çıktı. Garibaldi, İtalya’yı birleştirmek istiyordu. Bismarck, birleşmiş büyük Almanya’yı yaratmanın derdindeydi. Napolyon, Fransa’yı birleştirmek için didindi. Amerika herkesten önce “birleşti”; İngiltere “Birleşik Kırallığı” ilan etti. Ve en trajik olanı, Balkan ülkeleri, başına “büyük” sıfatını ekledikleri “birleşmiş” toplumlarını yaratmanın derdine düştü. “Büyük Sırbistan”, “Büyük Hırvatistan”, “Büyük Makedonya” gibi. “Büyük olma” fantezisi ile “arınarak “bir” olma” fantezisinin ne kadar korkunç bir temizlik gerektirdiğini Hitler bize gösterdi. Avrupa’da 19. Yüzyılda başlayıp 20. Yüzyılda keskinleşen yabancı düşmanlığının, eşi görülmemiş kıyımların, etnik çatışmaların ve temizliklerin ardında bu “birleşme” fantezisi yatar. Ne yazık ki, bu fantezi 19. Yüzyılın sonunda Osmanlı aydınlarını da kasıp kavurdu. “İttihat” (birleşme) fikri, Avrupa’daki uyarlamalarından hiç de geri kalmayacak sertlikte, başlangıçta Müslümanları “birleştirmek”, (Balkan Savaşları’ndan sonra ise) Türkleri birleştirmek fikrine dönüştü.

Simgesel birlik
Üçüncü aşamaya “simgesel birlik” adını verebiliriz. Bugün farklılıklar karşısında otomatik olarak devreye giren “halkın hassasiyetlerini” bu aşama içerisinde görebiliriz. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları kartografik simgelerle kesin biçimde gösterilmeye başlanan, sadece topraklarının değil, etnik kökenlerinin de sınırları aynı derecede “kesinleştirilen”, yekpare bir benlik yaratıldı. Farklı insanların bir arada, farklılıklarını unutmadan ve bunları sorun etmeden yaşamalarının imkansız olduğuna dair milliyetçi bir fikir yaratıldı. “Başka türlü olmaz” denildi. Ve bugüne kadar başka türlü de olmadı. Oysa başka türlü de olur, olmalı. Sırf adları, renkleri farklı olduğu için kimsenin üstün olduğunu iddia edemeyeceği günler gelmeli. Kimsenin sırf kokuları, sesleri farklı diye aşağılanmadığı günlere, bu “simgesel birlik” düşüncesinin arkasına gizlenen habis ve kendini beğenmiş “yekvücutçuluğun” deşifre edilmesiyle yaklaşabiliriz. Bir arada, ama farklı olarak yaşayabilmek için bunu yapmalıyız.

Tenkitlerin giderek tehditlerin kapısını aralık tutmasına dair nice kelam ekleyebiliriz. Yolun giderek de daha fazlaca karmaşıklaştırıldığı, içinden çıkılamaz buhran halinin anlaşılır kılınmaya çabalanıldığı bir görüngü karşımıza çıkartılmakta. Her daim yâd edilen, özlemle anılan eskinin yerine yenisini koymaya çabalarken biz modern insanlar! olarak giderek daha anlayışsız, giderek daha tahammülsüz bireyler haline dönüşmemiz biraz da bu çıkarsamayı fazlasıyla içselleştirmiş olmamızdan kaynaklanmaktadır. Hayatta tek bir doğru olmadığı gibi zincirleme bir biçimde birbirlerini etkileyen onlarca yanlış da yoktur. Her görünmüş olan yüzde yüz doğruluğu belirginleştirmediği gibi, her bilinmeyenin de yine şerre hizmet etmeyeceği anlam kazandırılmalıdır. Bugün içerisinde bulunduğumuz toplumun özünde yer edinmiş olanları birer ikişer teferruat olarak görüp yoksayıyorsak, hatanın neresinden dönersek kardır sözünü bile bir kenara bile isteye ardılımızda bırakmayı talep ediyorsak durup düşündüğümüzde bu hataları birbiri peşisıra nasıl olup da yapmaya devam ettiğimize de bir kafa yormamız gerekmektedir. Aslolan yitirdiklerimizi belirli bir yönlendirme doğrultusunda zamanı geldiğinde, ya da moda olduğu ilan edildiğinde ölesiye tüketmek için değil elimizden yitip gitmeden gerekli özeni göstererek sağlayabiliriz. Yaşadığımız hengamelerin dolu dolu olduğu güncenin dahilinde hiç değilse bu vakitten sonrası için bir çaba göstermemiz her birimiz için de daha makul bir hedef olmayacak mıdır? Biribirimize duyacağımız kinden ve tahribattan daha fazlasını gösterebilmek için azıcık izanın makul bir anlayışın temel kazandırılması bu kadar zor mudur? Anlamsızlık kazanmaya başlayan taraf olma hallerinden, taraftarlık hallerine evrimden kurtulabilmek için, söze kadir kıymet verebilmek için daha ne kadar fazla acıyı tecrübe etmemiz, iş işten geçtikten sonra vah vahlanacak daha kaç teşebbüs atlatmamız gerekiyor?

Yolundan alı koyulduğumuz her bir ilerlemede vurulan ketlerin, çekilen setlerin bir şekilde karşılığını bulabileceğiniz notları birbirilerine iliştirmeye gayret ediyoruz. Asli konumuz olan müziği paylaşıma açarken, bildiğimizi varsaydıklarımızı sizlerle paylaşırken bu doğrultuda ne kadar çok kelam ekleyebilirsek o kadar fazla anlaşılır kılınması gerkeli olanı görünür kılabileceğimizi düşünmekteyiz. Sabitliğin pek çok kere değişimine dair, yeniden biçimlendirilmesine göndermeler ihtiva eden bu notlar müziğin kapsamında suınduklarıyla beraber daha da derinleştirilebilir. Ses yığınları arasında aramaya çalıştığımız hayatta karşılığı olabilecek anektotların görünür kılınmasıdır. Her bir notadan, her bir sesli tasvirden, her bir müzikal kurgudan çıkarsamaya çalıştıklarımız ile herhangi bir noktadan bu yitirilenleri hatırlatmayı başarabilirsek ne mutlu bizlere. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Dinamo FM’de yayınlanmış olan seçkimiz dahilinde bu istikametten hareketle sesli bir düşünselliği sizlere sunmaya gayret ettik. İliştirmeyi başaramadığımız cümlelerimizin karşılıklarına birer müzik parçasının tekabül ettirildiği yapılandırma, sıklıkla unuttuğumuz davranış biçimlerini, müziğin salt bir dinlencelik olgusundan öte gerçekten hayat ile bulundurduğu bağlantıyı ortaya çıkartmaya gayret eden bir tasvir teşebbüsü idi. Yetkin olduğumuz konu ise daha öğrenecek pek çok şeyimizin olduğudur. Eksiklerimiz bizleri yarım bırakmadığı gibi, üstünkörü bir hevesin peşinde işin sadece eğlendirici kısmına takılı kalmayan kurgu tümleyişi Deuss Ex Machina’nın genellendirmelerin karşısında bildiği yolda ilerleme gayretkeşliğini dayandırmaya çalıştığı önemli çıkış noktalarından birisini oluşturmaktadır. Ses bizlere yeni rotaları keşfettirirken bir yandan da düşük cümlelerimizin katkılarıyla beraber mevuzyu saadete getirmeye de gayret ediyoruz. Her defasında bir kere daha rutinin dışına çıkabilmeye gayret göstererek. Haftalık albüm önerisi dizininde sizlerle paylaşacağımız Tom Ford’un Peverelist projesi de müzikal yeterliliğin yanısıra detaylarla tamamlanabilecek yetkin hikayelendirmeleriyle beraber önemli bir çıkışı gerçekleştiriyor.Kollektif türetimler modern müziğin itinayla tüketilebilir alternatif kurgularını kulaklarımıza sunmayı başaran örneklemeleri barındırır. Tek yönden birbirlerinden pek fark barındırmayan, benzeş seslerden olabildiğince uzakta genişletilebilecek bir müzikal yelpaze bu türetim biçimin sathını tanımlandırır. Kurgu yapılandırılırken birbirinden bağımsız olarak yaşam sürdüren pek çok sesin, müzikal olarak birçok farklı katmanın birleştirilmesiyle beraberce ortaya çıkan harman, kollektif kurguyu daha aşina kılacaktır. Bir üretim şemasının, yabancılaştırıcı ve dinlenilen müziği itici hale dönüştüren dakikası ve saniyesine kadar detaylandırılmış hallerinin dışında kimi zaman iki veya daha fazla üreticinin ortak çalışmalarıyla şeklini bulan bir ses kaşifliği ortaya çıkartılır (Burada atıf yapılan tür elektronik dans müziğidir). Son derece dingin bir müzikal eşiğin bir anda dans ettirir bir yoruma kavuşmasından veya yüksek ritmlerle şenlendirilmiş melodik yapının en umulmadık anlarında ortaya çıkan elektronik titreşimlerle deneysellik vurgusunun belirgin kılınması, bu tanımımızı anlaşılır kılacak örnekleri de sağlayacaktır. Bahse konu olduğu üzere bu kulvarda üretilmiş müzikal sentezlemeler genelin dinlediklerinden farklı olana duyulan ihtiyacı da hakkaniyetli bir biçimde sağlar. 80’li yılların ikinci yarısından itibaren ivme kazanmış olan techno’nun başlangıç noktasından günümüze kadar hali hazırda sürdüregeldiği istikrarlı kollektif üretim yetisinin, ortaya çıkarılmış olan pek çok kaydın isimsiz kılınmasından tutunuz da, müziğin önüne geçebilecek hemen pek çok şeyin ısrarla arka planda tutma dirayetinden çıkılabilecek bir bütünlükten ve anonim üretim anlayışından dem vurabilmek mümkün. Sonuç itibariyle zaman değişimleri beraberinde getirirken bir yandan da varedilmiş müzikal çıkarsamaların gelişimi sürdürülen ses yelpazesinde nitelikli örneklerini kaybetmemesi sağlanır.

Tıpkı sırasıyla reggae, jungle, drum and bass, uk garage ve grime gibi birbirilerinin gerek devamı olarak ele alınabilecek, gerekse de birbirilerinden muhtelif etkileşimler barındıran müzik disiplinleri dahilinde adını sıklıkla bu günce içerisinde andığımız dubstep, kollektif üretim biçiminden hareketle kotarılmış pek çok üreticiyi barındıran bir dinlenceliği ihtiva eder. Kayıtlar birbirlerinin peşisıra yayınlanırken bir yandan da elektronik müziğin geliştirilebilirliğine dair pek çok önermeyi duyumsayabilmek mümkün kılınır. Her bir kayıt hem geçmişin iz bırakmış öğelerini, hem şimdinin seslerini, hem de geleceğe dair önermeleri birbirlerine iliştiren bir farkındalılık sağlar. Bu bağlamda 98 yılında temelleri atılmış olan Rooted Records plak evinden bu yana alternatif türetimlerin gayya kuyusunda yol almaya çalışan Tom Ford’un Peverlist projesini dubstepin takip edilesi ileriyi gözeten müzik örnekleri arasına dahil edebiliriz. Bir yönüyle kollektifliği-anonimliği müziğinin yapımında referans aldığını ekleyerek. Jungle geçmişinden başlayarak adım adım ivmesi dubstep’den techno’ya ve hatta deneysel müziklere ulaşan bir damıtım karşımıza çıkartılır. Bristol sahnesinin bir başka önemli ismi olan Rob Ellis aka Pinch’in Context ve Subloaded partilerinde djlik yaparak ismini duyurmayı başarır Peverelist. Ortaya çıkartılmış bileşke adını anmış olduğumuz türlerde de olduğu gibi Londra çıkışlı ses erimlerine alternatif yaklaşımların sergilendiği gerçekçi bir yeniden yaratım sürecinin detaylarını içerir. Müzikal yapılandırma dahilinde daha önce deffatle bahsetmiş olduğumuz üzere trip-hoptan, drum and basse uzanan bir ses yelpazesinin farklı üretimlerine ev sahipliği yapmış Bristol’un puslu havasını coğrafi bir özellik olmasındansa sesler dahilinde işlenebilen, dinleyiciye iletilebilinen bir eşiğe ulaştırılması söz konusu olur.2006 yılında kurulmuş olan Punch Drunk Records işin dinleyici için seçicilik (selector) kısmından dinleyiciye üretim kısmına dair türlü çeşit sesin sunulacağı Tom Ford’a atfen çıkış noktasının post-jungle olarak belirlenmiş olduğu bir türetim içeriğiyle yol almayı amaçlamış bir yapı olarak kurgulanır. Genel anlamıyla İngiltere’de tanımının oluşturuluğu ses iklimine dair göndermeler barındıran ama üreticilerinin Bristol’lü oldukları bir çatıdır Punch Drunk Records. Drum and bass’in zamanında önemli kayıtların altında imzası bulunan Smith & Mighty’den Rob Smith’in RSD projesi, Gatekeeper, Forsaken, Pinch ve Gemmy gibi yeni isimlerin kayıtlarının günyüzü bulduğu bir yapı. Dubstep’in daha fazla dinleyici tarafından keşfedilmesinin hemen ardından, üretilen bu kurgulara zemin sağlayıcı olarak adı sıklıkla zikredilmiş ‘Fruity Loops’ yazılımında amatörce gerçekleştirilen ses kurgulamaları artık esaslı bir biçimde üzerinde emek sarf edilerek kotarılan birer yapılandırma haline dönüştürülür. Peverelist külliyatının birbirlerini peşisıra takip eden plak dizisi içerisinde bu çözümlemelere dair çıkarsamalar dinleyenlerce fark edilebilecek bir biçimde örnekler çoğaltılarak sunulur. Türetilen kurgulama bir noktadan sonra varedilmiş olan seslerin ötesinde daha hangi seslerin keşfedilmediğini apaçık bir biçimde paylaştırmayı başarır. 2006 yılında yayınlanmış olan Erstwhile Rhythm / The Grind kırkbeşliği inceleyeceğimiz ilk örneği oluşturur. Birbirlerine yakın hatlarda bulunan aksak ritmler ile 4/4lük basların birbirleriyle buluşturulduğu bir derleme kulaklara sunulur. Techno’nun Detroit etkisine haiz kısmından derlenerek kurgulanmış, naif piyano kesidinin hemen ardından iliştirilmiş olan ileri geri dönüşümlü bas sağaltımlarında vücut bulan Erstwhile Rhythm kaydın a yüzünü tanımlar. B yüzünü oluşturan The Grind parçasında da dubtechno ses eriminin nevi şahsına münhasır ekiplerinden birisi olmuş Mark Ernestus ve Moritz von Oswald’ın Rhythm & Sound projelerinin paralelinde bir kurgunun tanımlandırıldığı, dans ettirir bir yapı ortaya çıkartılır, Peverelist tarafından. Yedi dakikalık süresi dahilinde dubstep’de çoğu zaman alışkın olmadığımız bir olumlandırma hali canlandırılır. Kederden arınmış gerisin geriye techno’nun mihenk taşı olmuş kayıtlarından kendi dilini oluşturma yolunu seçmiş bir kurgu olur The Grind.

Bu gelişim sürecinin bir sonraki adımı Roll With The Punches / Die Brücke parçalarını barındıran drunk5 katalog numaralı kayıt olacaktır. Shackleton ve Appleblim’in Skull Disco çatısı altında gerçekleştirmiş oldukları dub etkileşimine tabii tutulmuş techno’nun aksak ritmler deryasında yeniden tanımlandırıldığı yer yer deneyselliğin hissedilir kılındığı bir harman karşımıza çıkar. Peverlist’in sesler arasındaki seyyahlığı gerek geçmişin tınılarının gerekse de şimdiki zamanda üretilebilecek olanların nasıl okunabileceğine dair önerme yetkinliğini barındırır. Roll With The Pinches bu önermeyi gerçekçi kılan bir dans ritüelini simgeler. Detayların görünür kılındığı melodinin etrafına serpiştirilen dub vuruşlarıyla beraber nitelikli bir dans parçasının nasıl olması gerektiğini iyi bir biçimde işleyen örnekler arasında Roll With The Pinches’ı anabiliriz. Die Brücke minimal techno tılsımının henüz bozulmadığı zamanlardan yadigar bir derlemeyi çağrıştırır ilk birkaç dinleyişin hemen sonrasında. Endüstriyel tını hüzmelerinden kesitlerin ara bağlaçlar olarak kullanıldığı yapılandırma dahilinde dinlencelik aralıksız bir biçimde zihin jimnastiğine evrilen bir sürece doğru yol alır. Dinledikçe daha fazla benimsenebilecek bir kurgulamanın da varlığını koruduğunu ifade edebiliriz. Deneysellik bağlamında çıtanın daha da fazla yükseltilmiş olduğu bir diğer örnek ise Laurie Osborne aka Appleblim ile ortaklaşa kaydedilmiş olan Soundboy’s Ashes Get Hacked Up And Spat Out In Disgust EP’si olacaktır. Skull Disco’nun dubstep müziğine ciddi ciddi entellektüel bir bakış açısı kazandırmaya çalıştığı ve belirli bir ölçüde de başarmış olduğu on plaklık dizisinin sekizincisi olarak sunulan çalışma, gerek bağlantı kurmaya çalıştığı müzikal eşiklerle, gerekse de üretilen seslerin yol gösterdiği yeni rotalarla kollektif müziğin nevi şahsına münhasır örnekleri arasında rahatça eklenip takdim edilecek bir kayıt halini alır. Techno’nun bütüncül yapısı üzerinde Peverelist’in kuvvetli doğaçlama yeteneğinin, Appleblim’in ise deneysellik ile dub’ı birbirlerine yakınlaştırdığı toplamda on yedi dakikalık bir epik kurgu ortaya çıkartılır. Bir görünüp bir kaybolan puslu ses örneğinin üzerine kurgulanmış kavislerde saklı tutulmuş seslerle beraber iyice zenginleştirilmiş olan bir partisyonun vücut bulduğu Circling parçası bu deneyimin ilk kısmı olarak kayıttaki yerini alır. Ağır metalik drone seslerinin ilk bir buçuk dakikasını kapsadığı ardılına eklenmiş olan bugün anlam verebildiğimiz tabirle techno’nun orjinal hallerinden pek de uzakta durmayan bir havanın yakalandığı Over Here parçası, dans ettirir tescilinin yanında elektronik müziğin aslında çok daha fazlasını barındırdığını yeterince açık bir biçimde işleyen bir kurgunun temsilcisi olarak adı zikredilebilecek kayıtlardan birisi olur.Sürekli üretim halinin getirmiş olduğu, yer yer kendini tekrar eden müzik yapısının dışında kalmaya itina göstermiş olan Peverelist’in debut albümü Jarvik Mindstate ile ilgili notlarımızı paylaşalım. Yüzeylerin birbirlerini tamamlandırmaya elverişli kılındığı bir kurgulama yolu seçilir kayıtta. Pek çok farklı müzikal akımın birbirleriyle kesişiminin sağlandığı, çoğaltımların birebir tekrarlardan ise mümkün olanın en azamisiyle beraber yeniden tanımlandırılma yolunun seçildiği bir kurgu ortaya çıkartılır Jarvik Mindstate albümünde. Tamamen bilgisayar üzerinde yapılandırılmış olmasına karşın yer yer enstrümantal hakkaniyetliliği ile beraber akustik hassasiyetinin duyumsanabileceği bir gerçek resim ortaya konulmaya çalışılır. Dünyada ilk yapay kalbi üretmiş olan Amerika’lı bilim adamı Robert Jarvik’e atfen gerçekleştirilmiş albüm isminden tutunuz detaylarında farklı nüansların sergilendiği bir eser ortaya çıkartılmaya çabalanır Tom Ford. Çoğunlukla elektronik dans müziği kapsamında aşina olmadığımız bir biçimde derdi olan kayıtlardan biridir, Jarvik Mindstate. İnsan – makine ilişkisine dair meramını değişken ses alaşımları ile derlemeye gayret gösteren, belki de bunca zaman geçmesine karşın nerelerde halen takılı kaldığımız sorusuna yanıtlar aramaya çabalayan bir bütünlük nakledilir. Kaydın salt dubstep ses sınırlarının dışını arşınlaması biraz da buna benzer önermelere gebe kalınmış bir düşünsel paketin varlığını daha rahatça çözümleyebilmemizi sağlayacaktır. Yönü ve tasvirleriyle Jarvik Mindstate dahilinde değişiklik arz eden bir müzikal çeşitlendirme karşımıza çıkartılır. Albümün hemen başında büyük bir tantananın dinleyiciyi selamladığı Esperanto parçası yer alır. Sonik seslerden mülhem bir doğaçlamanın sergilendiği Carl Craig’in Innerzone Orchestra döneminden esintiler ihtiva eden bir techno parçasıyla Peverelist’in sunduğu müzikal dünyanın sınırlarında kulak misafirliğine başlarız. Pinch’in yardımcılığında prodüksiyonunun gerçekleştirildiği, Deuss Ex Machina içerisinde de paylaştığımız Revival parçası digidub’ın hakkını veren bir deneysel dinlenceliği sağlar.

Martin Clark’ın Pitchforkmedia’daki köşesinde de bahsettiği üzere uzunca bir süre ‘dubplate’ olarak elden ele dolaşmış bir parça olan Bluez, albümün müzikal çeşitliliğini belirginleştiren kuvvetli bir önermeyi barındırır. Richard D. James aka Aphex Twin’in Selected Ambient Works kayıt dizisinde uygulamış olduğu melodik kesitler arasında elektronika bileşkesinin son derece yaratıcı bir yansısı sergilenir Peverelist tarafından. Albümle aynı adı taşıyan Jarvik Mindstate derin, hipnotik techno simyasından finale doğru rave kurgusuna doğru uzanan bir yapıyı birleştiren bir kurgu olur. Parçaların birbiri ardına sürdürdüğü istikrarlı müzikal çeşitlendirmenin bir sonraki durağı olan Yesterday I Saw The Future bir yapbozun eksik parçalarını tamamlarcasına birbiri üzerine eklenmiş seslerin oluşturduğu bir metafor halini alır Müzikal herhangi bir tanımın eksik kalacağı, kollektif bir ses yumağı ortaya çıkar. Deneysel dozun kararında tutulduğu, bazılarımızın aşina oldukları efsanevi (((Godet))) günlerinin yadigarı tech-funk Not Yet Further Than gibi nitelikli yorumlarla da karşılaşmak mümkün olacaktır Jarvik Mindstate’de. Perverelist’in giderek koyudan açığa doğru ilerleyen, anlaşılır kılınan müzikal geçişlerinin en kudretli örneklerinden ikisi de albümün kapanış kısmına tekabül etmekte olan Valves ve Clunk Click Every Trip parçalarında sunulacaktır. Minimal techno’da sıklıkla duyduğumuz yerel vurmalılarının rafine bir dub harmanında yeniden şekillendirildiği Valves, nihayetinde de albümün tam bir özeti olarak kısaca değerlendirebileceğimiz, mikrotekno örneklemli Clunk Click Every Trip; Plastikman ayarında yeni bir şeyler dinlemek isteyenler için biçilmiş bir kurguyu tanımlandırır. Peverelist ya da Tom Ford oldukça farklı nüanslarda dubstep sahnesine yeni önermeler getirmeye gayret gösteren bir profil karşımıza çıkartıyor. Sunmaya gayret ettiği müzikal eşikler çoğu zaman tanıdık gelse de bir noktadan sonra ileri hamlesini sağlayabilecek yegane önermelerin böylesi riskleri göze alabilen çalışmalar ile sağlanabileceğini kanıtlıyor. Sadece dubstep dinleyicilerine değil techno’dan, ambient’a uzanan genişçe bir sahada notaları dolaşıma çıkartıyor. Elektronik müzik ile kulak aşinalığı bulunanlara yetkin önermelerde bulunuyor. Kulağınızın pasını giderecek kaliteli bir albüm arayışındaysanız Peverelist ve külliyatı sizlere uzunca bir süre yeterli gelecektir.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Milli Birlik Versus Kültürel Çokluk – Coşkun TAŞTAN – Radikal
Topu Taca Atmadan – Ferda KOÇ – Sendika.org
Vicdan Yazıları 5 – Bağımsız Aydın Manifestosu – Enver AYSEVER – Birgün
Sahiplenemeyenlerin Dehşeti – Etyen MAHÇUPYAN – Taraf
Adı Gitsin Eserleri Kalsın – İçeriden Kumandan – Erkan GOLOĞLU – Radikal
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Sokullu’yu Sadrazam Yapmak – Slavoj Žižek Röportajı – İpek Yezdani – Milliyet
Milliyetçiliğin Evrimi -5- – Göksel EREN – Serbest Yazarlar
Dersim’i Makulleştirmek – Murat UTKUCU – Radikal 2
Tabu ve Taraflar – Özgün ÜNVER – Bianet
İğrenç, Korkunç, Rezil, Canavarca, Kokuşmuş, Onursuz… – Sedat DEMİR – Radikal Kitap
Melankolik Sabahlar – Elif ŞAFAK – Gazete Habertürk
Kenti Caza Boyayan Adam: Önder FOCAN Röportajı – Ömür ŞAHİN – Radikal
Matrix Metals – Flamingo Breeze – Not Not Not Fun
Ars Electronics >> Festival-Documentation & Catalog-Archive – AEC
Ólafur Arnalds Röportajı – Sühan GÜRER – Dinleme Parkı

Peverelist / Punch Drunk Records At Myspace
Peverelist / Rooted Records
Peverelist Interview – Richard Carnes – Resident Advisor
Peverelist On BBC Radio 1 / Mary Anne Hobbs – Bristol Rise Up! – Benjamin SLINGER
Peverelist On BBC Radio 1 / Mary Anne Hobbs – Bristol Rise Up! Video
Peverelist On Pitchfork’ Grime / Dubstep – Martin CLARK – Pitchfork
Peverelist – Jarvik Mindstate Album Review – Prolly – Prolly Is Not Probably
Peverelist And Appleblim Live At The Villa (Oslo, Norway), 27.02.2009 – Core News
Demdike Stare Official Blog
Demdike Stare At Myspace
Demdike Stare – Symbiosis Album Review – Richard BROPHY – Little White Earbuds
Falty DL Official
Falty DL At Myspace
Falty DL At XLR8R.TV
Al Tourettes At Myspace
Al Tourettes At MPIII.com
Al Tourettes – Dodgem/Sunken Review – Chris MILLER – Little White Earbuds
A Made Up Sound / 2562 At Myspace
A Made Up Sound / 2562 RMBA Interview On Vimeo
A Made Up Sound / 2562 At Fact Magazine
Joy Orbison At Myspace
Joy Orbison At XLR8R – Artist To Watch Section
Joy Orbison Guestmix On Greenmoney Radio At Mixcloud
Derivate At Sublime Porte
Derivate / Havantepe At Myspace
Derivate – Lagrange Points I – Official Download / Sublime Porte
Beto Narme At Myspace
Beto Narme On Sublime Porte Podcast #2
Guido At Myspace
Guido At Resident Advisor
Guido – Beautiful Complication/Chakra Review At The Sonic Minefiled
Numan At Boomkat
Chimpo At Myspace
Chimpo & Hatcha At Get Darker
Michael Jackson Dubstep Remixes On Latest Grime
501 At Myspace
501 At Dubstep Forum

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————

>>>>Info Go-R-Sel Lebanon Is My Heart – Rajaz Rajaz Flickr Page
Biennale Di Venezia: Light Culture – Magicoda Magicoda Flickr Page
Peverelist Photos Courtesy From Below Listed Web Sites:

P V R

>>>>>Poemé
Düşman – Charles BAUDELAIRE

Tükendi gençliğim karanlıklarda,
Çılgın fırtınalarda ve yağmurlarda;
Güneş bazan açtı, kapandı derhal
Bahtımın yazgısı karanlıklarda;
Öyle harap ettiler ki gönül bahçemi
Dallar hep kırıldı, yapraklar yerde
Kuytularda birkaç meyvesi kaldı…

İşte ulaştım güz aylarına
Fikirler sararmış yapraklar gibi;
Kullanmalı artık her bir aleti
Küreği, tırmığı ve ötekileri,
Düzeltip onarmak için yeniden
Bahçemdeki bütün harap yerleri
Suların basıp da oyup açtığı
Kocaman çukurları mezarlar gibi…

Hayal ettiğim yeni çiçekler,
Acaba bulurlar mı kimbilir,
Ardıç kuşlarının bulduğu gibi
Güç alabilecekleri her bir gıdayı,
Gizemli gıdayı, özlü gıdayı
Bu sulak topraklarda. Bu hoş havada.

Ey acı! Ey acı! Yiyip bitiriyor hayatı zaman,
Ve yüreğimizi kemiren düşman
Bu anlaşılmaz, bu garip düşman
Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla
Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla.

Çeviren : Şevket SEYDİALİOĞLU

Kaynakça

>Deuss Ex Machina # 273 – Me Caillte An Traenach Nílait Ar Bith A

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_273_–_Mé Caillte An Traenach Níláit Ar Bith A

02 Kasım 2009 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Bibio-The Apple And The Tooth (Warp Records)
>1<-Nancy Elizabeth-Feet Of Courage (Paddy Steer Remix) (Leaf)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>2<-Fuji Kureta-Bonjour (Self Released)
>3<-Fuji Kureta-Slice Of Life (Self Released)
>4<-Bibio-Palm Of Your Wave (Bibio Remix) (Warp Records)
>5<-Bibio-All The Flowers (Lone Remix) (Warp Records)
>6<-Lone-Sea Spray (Brownswood Recordings)
>7<-Floating Points-Peroration V (Feat. Fatima) (Brownswood Recordings)
>8<-Flying Lotus-Breathe (Brabe Bootleg) (Self Released)
>9<-Ikonika-We Could Be Ikons (With Eero Johannes) (Planet µ)
>10<-Logos-Frontier Dub (Narcossist Remix) (Mindset)
>11<-Gus Gus-Thin Ice (Ben Frost’s Safety Pants Mix) (Kompakt)

Mé Caillte An Traenach Níláit Ar Bith A (273) – Anlaşılabilirliği Arttıracağız Diye Çıktığımız Yolculukta Birbiri Peşisıra Şanslarımızı Elimizden Kaçırır Kılındık. Kaybedenler Sahasına Dahil Olduk. Tren Son Seferine Çıkmadan Önce Son Bir Hamle Kalacak. Ya Hep Buradayız Aynı Kısır Döngüde Ya Da….

>>>>>Bildirgeç
Bellek zamanımızın olanca yıpratıcılığına karşı, yaşamımızın karakutusu olma işlevini sürdürmektedir. Görüp geçirdiklerimizden, feyiz alınması gerekli olanlar kadar, ibretlik vesikaların da yansımalarının yer edindiği büyük bir alandır. İnişleri ve çıkışlarıyla süredurduğumuz bu koşturmaca ve hengamenin ortasında neler oldu bitti sorularına yanıtlar bulabilmek için gereksinim duyulandır? Bellek kurgu ve gerçeğin birbirlerinden ayrıştırıldığı, uzunca süredir bahsetmeye çalıştığımız esas resimin herhangi bir eksik parçasını keşfedebilmemize vesile olandır. Şartlandırılmışlığın, suskun kalmanın nispeten yeğ sayıldığı bir zamanda, sözü doğruluğa getirebilmenin gereksinim duyulanıdır. İzlerinin görece derinlere saklı bıraktırıldığı, hayat derslerinin ve kıssalarının bulunabileceği bir eşiktir. Bellek kurgu alanıdır bir bakıma, hakikate ulaşmanın daha doğrusu hakikati oluşturmanın tek yolu gerçekliği yeniden kurgulamaktır, bellek bu gerçeklik-kurgu ilişkisini kurmayı olanaklı kılar. Önyargılardan bağımsız olarak, yaşamın karşılaşmamıza izin verdiklerini de çözümleyebilmemize yardımcıdır bellek. Eğrisine alışmış iken fazlasıyla, doğru nedir sorusunun yanıtını da buraya ekleyebilmek mümkündür. Döngünün içerisinde tekdüzeliğin hırçınlığında, başkalarının dediklerinin nispeten önemsiz kılındığı, yaftalarının birbiri ardına eklentilendiği bir düzlemde mümkünatların belirginleştirilebilirliğinin göstergesidir. Soru sorabilmenin adet yerini bulsun diye değil, kaçmaktan heder olduklarımız ile yüzleşebilmek için elzem bir araç olduğunu ortaya çıkartandır.

Yaşın yanında yanmaya terk edilmiş kurunun derdini anlayabilme, zihinde çözülmez kılınmışlara karşı bir söz söyleyebilme becerisini sağlama bu eşikte mümkün olur. Makus talihimiz olarak alnımıza kazınmış, çoğu zaman bile isteye kötücüllük ile taltif edilmiş yanılsamaların aşılabilmesi için gereksinim duyulan sağduyunun da temsilcisi olarak belleği kısa yoldan tanımlayabiliriz. Düşüncelerin tasarlanma aşamasından itibaren kademe kademe sağlamasının yapılabilmesini sağlayacak olandır bellek. Tıpkı bir tavan arasının en ücra köşesinde, belki de çoktan unutulmuş olan bir kapının ardında saklı duran sandukalar gibi, bellek de artık varlıklarını unuttuğumuz malzemelerle düşünmenin ve gerçekliği görünür olanın bir adım berisinde yeniden tasarlamanın zeminini sunar.

Yıllar boyunca itinayla saklanmış olanın, gün geldiğinde lazım olur denilegelenin varlıklarıyla da örtüşebilen bir haldir, sanduka ve bellek ikilisi. Düzensizliklerin aslında bizlere neler ettiğine, nasıl haklarımızdan bir haber olarak yaşamaya mecbur bırakıldığımızı, pek çok şeyi sineye çektiğimizi açık ve seçik olarak sunar, sandukalar. Belleğin hatim ettiklerinin yanında, önemsiz gibi duran nice detayın varlığıyla tekrar buluşmamıza neden teşkil eder pekala. Katmanları arasında bulduklarımızla (yadigar, eskinin izlerini taşıyan eşyalar, kitaplar veya resimlerle) nelere daha çok vakit ayırdığımızı, kendimizi avutmuş olduğumuzu hissettirir. Yol ve yordamı keşfedildikçe derinlerinde saklı duran biziz aslında kimliğimizdir, sandukalarda. Onlarca örtünün altında saklaya saklayan kendimizden uzak tutup görmezden geldiğimiz şeylerin resmi geçididir, kimi zaman ulaştığımızı sandığımız rahatlığımızın dev bir yanılsama olduğunu su yüzüne çıkartandır. Belleğin katmanlarında saklı duranların elle tutulabilir, gözle görülebilir, ruhla hissedilir kılınanlarıdır sandukanın beşeri coğrafyasındaki muhteviyatlar.

Girift bir biçimde döngülerin ve dengelerin yavaş yavaş çetrefilleştirildiği bir iklimin üzerinde hayat kendine yeni yollar keşfetmek isteyenleri zorlu şartlar uyarısıyla selamlıyor şimdilerde. Kindarlığın ve öfkenin pek çok karede, yazında, görüntüde kısa cümlelerle özetinin çıkartılmasına çaba sarf ediliyor. Hepimizin iliklerine kadar işlemiş olan çıkar beklentisiyle, sorgusuz sualsiz yaftalamaların peşisıra düzensizliğin sınırlarını şimdilerde yeni düzen olarak tanımlandırma gayretkeşliğine şahit oluyoruz. Belleğin sağladıklarının heba edilmesinin yanında, zamanı geldiği kanaatine vardığınız herhangi bir konuda söyleyeceklerinizle bile apar topar yargıların hedefine oturtulmanız içten bile değil hallere dönüştürülüyor bu giriftleşmiş seçeneklerin bolluğunda. Kavramların birbirlerinden uzaklaştırıldıkça, ana öznesinden ayrıştırıldıkça, birilerinin ellerine teslim edildikçe ve sorgulanamaz adledikçe ortaya çıkan seçenekler burada dikkatleri çekmeye çabaladığımız. İliştirmeye gayret ettiğimiz.

İnsanların birbirlerine olan tahammüllerinin, anlayışlarının neredeyse rencide ediciliğin en üst derecelerinde tahrifine çabalanarak ulaştırılmasının görüntülerini izliyoruz ekranlarımızdan. Okumaya gayret ediyoruz iki üç harfle dura kalka, nefes nefese kaldığımız heceli heceli parçacıklardan. Seslenmeye gayret ediyoruz bir daha olmasın diyerek, ‘fakat’larla ‘ama’larla bölünüyoruz giderek. Yoksun kaldıkça sesimizden her özgürlüğün, her kendinden emin adımın arkasını önünü kolaçan etme zorunluluğu hissediyoruz. Gereksinim duyuyoruz yıllar öncesinin Orwell’inin 1984’ündekine benzeş bir biçimde. Kontrol eden taraf olmanın getireceği güce tapıyoruz aslında, istemeye istemeye. Sonunda zincirlerimizden azade olacağımıza yeni eşiklerde daha büyük birer bağımlı haline dönüşüyoruz, büyük biraderin gözetiminde. Nasır tutmaya çok önceden başlamış olan vicdanlarımızda insanların aidiyetlerinin, bağlılıklarının, genel teammüler ile ters düşmesinin okumalarına girişip, işi dönülmez yokuşlara sürüyoruz. Kendiliğimizden yeni sınırların inşasına önayak oluyoruz. Yol katettiğimizi varsayımıyla giderek de dönülmez akşamın en son ufkuna doğru koşmaya devam ediyoruz. Nefesimiz yetmediğinden değil lakin durmaksızın aynı sözlerin ve vurgulamaların karşısında dut yemişten beter hallere düşmemiz asıl olarak kendi zihnimizi ve belleklerimizi kullanmıyor ya da kullanamıyor oluşumuzdan kaynaklanıyor.

Açılımın daha a’sı ortalığa düşmeden birbirilerimizin idelerinden hainleri aramaya çalışır kılınmamız biraz da bu seriye bağlantılı haldeki önyargıların içselleştirilmesinden ileri geliyor olabilir midir? Nicesinde ötelene ötelene açılımlar, intikamı soğuk yenen bir yemektir zannedenlerin ellerinde maskaraya çevrilmeye çalışılması biraz daha fazla insan olmanın gereklerini hatırlamamızı gerektirmemekte midir? Teferruatları alaşağı edildiğinde geriye kalanın ‘insan’ olduğunun bilincini idrak edemedikten sonra, hangi açılım halkları birbirlerine karşı daha açık ve samimi kılabilecektir. Söylenmesi elzem olanları illa hedef göstermeden, birilerinin canlarını daha fazla yakmadan ileri sürebilmek bu kadar zor mudur? Askeri vesayet ve darbelerle oluşmasına izin vermediğimiz demokrasi geleneğinin, olumlu bir yönde yol kat edebilmesi için attığımız adımlara ve söylediğimiz sözlere her zamankinden daha fazla özen göstermek zorundayız.

Kapsam daraltıldıkça, düşünceleri anlamlandırmaktan uzaklaştıkça, ‘hıyanet peşinde koşuluyor a dostlar!’ ikileminden bir türlü imtina etmedikçe daha çok kendi fasitdairemizde dolaşmaya devam edeceğimizi söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda muhteviyatı ve içerdiklerini ne kadar çok dile dökmeye gayret edersek o kadar fazla korkulardan arınmış olabileceğimiz hatırlardan çıkartılmamalıdır. Yolların birbirlerine kesiştiği kavşaklarda durup tüm olan bitenlerin birer mizansen olduğu yanılgısından, sandukalarımız içinde kalmış olan eskinin acı gerçeklerinden ayrılabilmesi için makulun ne olduğuu ifşaa edebilme konusuna odaklanmalıyız. Yıllar yılı bu topraklarda kendilerini yaşama kanalize etmiş, insanlara kendilerini anlatma yolunu tercih etmiş, inandırıldığımız masalların aslını faslını ayan beyan serebilmiş, belge haline dönüştürebilmiş, konuşur kılmanın birbirlerine silah tutmaktan daha olumlu ve daha hakkaniyetli bir tercih olduğu konusuna çabalamışlara karşı bir borcumuzdur.

Yaşamının tam da en ucuna kadar getirilmiş Güler Zere’nin ayağına takılmış pranganın, her birimizin ayağına takıldığının bilincine varabilmektir, ifadelendirmenin açığı. Kör karanlıklarda kendimize reva görmediklerimizi de başkalarına uygun bulmadığımızın ifadelendirilmesidir beklenen. Yadsıdığımız gerçekliklerimizi adını bir türlü koyamadığımız doğruların ne olduğunun tam manasıyla ibret alınası bir vesikasıdır. Ayrışımı, kanıksadığımız bir hal olarak yaşamımıza sokmaya gayretkeş odaklara karşı sözcüklerimizi değerinde kullanabilmektir de ha keza. Adana Demirspor ile Livorno maçında sırf bu görmezden geldiklerimizi bizlere tekrardan hatırlatanlara, belleksizliğimize yenik düştüğümüz unutkanlığımızı yüzümüze vuran insanların açtıkları pankartlara kesilen cezanın hepimiz adına kesildiğini anlamalıyız. İnsani olanın ne demek olduğunu bir pankart ile dile getirebilmenin hala korkulması gereken bir konu olmasıdır burada can alıcı olan.

Irkçılığın harının sürekli karıldığı bir güncellikte dahası Che Guevera’nin posterinden korkulması gibi garabetliklerle tanışmamıza neden olandır bu koyu karaşınlık. Dile getirmenin bazı konularda her daim limitlerinin olduğunun tekrar gösterimdir. Sizden bizden ayrışımının bir maçın üzerinden yeniden takdim edilmesidir. Veyahutta makalesinde mizah yaptığı zannıyla Serdar Turgut’un Rojin’in kürtlüğü ve kadınlığı üzerine dizdiği mübalağasız sinir bozucu cümlelerinin can yakıcılığıdır, insanı hakir görücülüğüdür burada bahsedilmesi elzem olan. Nefret söyleminin bir mizah unsuru olamayacağı gibi bir insanı usturupsuz fantezilerde başrol biçilemeyeceğinin, eğlendiriciliğin ötesinde bir ayrıştırmayı tetikleyebileceğinin günyüzü bulmasıdır.

Dönemecin bambaşka bir yerinde siyaseten dostluk maçı olarak anılmasına devletler düzeyinde imzalanmış bildirge ile sebep olunmuş, arkasından ise kopan onlarca fırtınalı gün boyunca da gündemin baş köşesini yer edinmiş olan Türkiye-Ermenistan milli takımlarının mücadelesi sırasında yaşananların bir detayını da ilave edebiliriz. Etyen Mahçupyan’ın 6 Kasım tarihli yazısında değindiği üzere: Ermenistan’lı gazetecileri stada götüren otobüs taraftarlarca taşlanmış, otobüs itilip sallanmış ve taciz edilmiştir. Ne işlerin döndüğünü düşünmemiz için yeterli bir hadisedir bu. Yıllanmış anlaşmazlıkların tabii bir biçimde yoluna ve yeni bir rotada dostluğa el uzatılması çabasında daha ne kadar yol kat edilmesi gerekliliğini de ortaya koyan bir başka vesikadır. Toparlamaya çalışırsak, genellendirmelerin dışında olan bitenlerin, ana akım medyanın anlamsız bir biçimde yoksaymaya, kendilerinden şüphe duymamıza neden olmasına çaba sarf ettiği olgularda belleğin işlevi bir kere daha ortaya çıkmakta. Haklar hiçbir şekilde otorite tarafından insana verilmemesine karşın, insanlar fikri mücadeleleriyle daha fazla kazanımları için çaba sarf etmiş iken, anlayışlı bir ülkenin gereklilikleri için taşın altına yüreklice ellerini sokmak zorunda olduğumuzu da iliştirmeliyiz. Tersi zaten 2012 yılında Marduk kıyametine gerek duyumalayacak kadar açık ve karanlığın ayak seslerinin bariz gürültüsü olacağını öngörmek için kahin olmaya gereksinimimizin olmadığıdır. Bu kısa notumuzu Filiz Gazi’nin Sendika.org sitesinde yayınlanmış olan Kapatın Televizyonlarınızı başlıklı makalesi ile tamamlayalım:

“Çakıl taşlarını bir kutuya koyun, hemen yerleşirler, hem de özene bezene yerleştireceğimizden çok daha iyi. İnsanlar da öyle, kendi başlarına bırakılırlarsa daha iyi teşkilatlanırlar.” (Fourier)

Yazmak için sesli bir ortama kaçtım bugün. Karışıklıktan berraklık doğar demişti adamın biri. Düşünüyorum da bişeyler diyen hep adamlar. (Ben bunları düşünürken büyük olasılık Kürt olduğunu düşündüğüm uzunca saçlı bir kız bir şey isteyip istemediğimi soruyor. Çay istiyorum ve gözlerinden bir coğrafyayı anlatmaya koyulacağım yazıma başlıyorum ve titrek barış umudum için naçizane önerimi paylaşmaya…)

O Coğrafya
Bu topraklardaki gözyaşı izlerini takip ediyorum, o coğrafyaya ulaşıyorum. Ölüm doğuran mezarlıkları görüyorum. Ağır ağır ölüm veren bu coğrafyada, yapayalnız tek başına yüzlerce acı. Ardı arkası kesilmediği için seslerin söylediklerinin yetmediği. Hoş hangi dilin serinliği iyi gelebilir ki bu can dağlamalarına. Ölülerin karıştığı, birbirlerine girmiş yasların eskiyemediği, insanca soyluluğun karantinaya alındığı; tedirgin, huzursuz uykuya dalışların ustası olunduğu bir coğrafya. Kara haber düelloların ortasında kocakarıların zılgıtları.

( Tanımadığım insanların memleketlerini tahmin etme hastalığım nüksediyor. Bölge bölge saç telinin kalınlığı farklılaşır memleketim insanında. Kürt’ün saç teli rüzgâra karşı inatçıdır. Yani M. Mungan’dan alıntılayıp, değiştirirsem Kürtçe’nin saçını taramak çok zor. Etrafımda her türlü saç kalınlığına sahip insan var. Adamın söylediği gibi, karışıklıktan berraklıktan doğar.)

Sebebi acı dalgınlıkların, ölülere takılmış gözlerin her yüzde nasılda olmayı becerdiği yer. Geceleyin koynunuzda bir yığın işkence, ölüm, korku… Ki niye çağırsın dağlar onları insan savaşçısı olmaya. Ölüm solukları ile damla damla dağlara düşüvermişler. Seyrelmişler, seyreltmişler. Toprağın yazgısı bu ya, kimsenin kılı kıpırdamamış yıllarca. Haritada kimin eli oraya kaymışsa kana bulanmış parmakları, bilekleri.

(Cebimdeki para ikinci bardak çayım için huysuzluk edebilir. Aramızı dengede tutmalıyım, kalkmalıyım. Ve teşekkürler güzel saçlı kız.)

Şimdi yılların “o gün” özlemiyle yollara koyulmuşlar. Süreya’nın dizeleri döküldü dilimden görünce. “Özgürlüğün geldiği gün, O gün ölmek yasak!” Binlerce gönül gelmiş karşılamaya. Kadınlı erkekli, derler ya yediden yetmişe herkesin gözünde cıs çıplak barış umudu…

Evimdeki kutudan izliyorum her şeyi, kalkıp şıp o sevincin ortasına uçasım geliyor. Sonra söylenilenlere takılıyorum. Öfke saçan tüm haber seçkisi oldukça samimi(!) Yıllardır içselleştirilen, alışılan savaş halinin devamını öğütleyen tüm yaklaşımlarda o derecede mubah gözüküyor, bu samimiyet içerisinde. Sokak röportajlarında yıllardır süren savaşın cephaneliğindeki replikler tekrarlanıyor ve tüm bunlardan “kana kan anlayışın devam etmesi” gerektiği sonucu çıkarken haber spikerinin yüz ifadesi “Bu şımarık barış girişiminden dolayı ölülerin dargınlığı var bizlere” der gibi yüzümüze yüzümüze tükürüyor. Haber metninde yeni ölümler çağıran pervasız faşizan kelimeler yan yana getiriliyor, olanca şiddeti ile savaşın devam etmesine karar veriyor kutunun içindekiler. Hayat bolluğu var memleketimde ve savaşseverler bunu kararına indirmek için nefret tohumları ekiyorlar en kuytu yerlerimize. Misafirim olan kuzenime denk geliyor o tohumlardan biri. Konfeksiyondaki Hüseyin amca, bürodaki Ayla, cafedeki Murat… Televizyondan yayılan radyasyona ilaveten bu tohumlar yakalıyor bedenlerini. Sokağımdaki Basri Amca bayrak asıyor evinin camına. Üst kadında Ağrılı Safiye Abla… Televizyonlarını kapatsalar sanki her şey sükûnet içerisinde güzel olana kavuşacak.

Protez bacağını kameraların önüne atıp, hesap verin diyen adamın kopan bacağı savaş gerekçeleri ayininde fetiş olarak kullanılıyor. Faşist alınyazıcılarımızdan bir TV kanalında seyrediyoruz tüm bu ayini. Acıyı çaputlaştırmanın becerisi, öfkeyi palazlıyor. Hedef gösterilen ve gösterilene gösterecek hayatlar karşı karşıya getiriliyor. O yüzden en azından haber saatlerinde kapatın televizyonlarınızı. (25 dakikalık reklam payını da hesaba katarak dizi saatleri ve günleri ezberimizde ne de olsa.) Hep kazanacaklarmış gibi gözükenlerin ifadelerinin becerisi ile bu “yeniyetme barış bekleyişi” bunca yıl birikip taşlaşmış ne idüğü belirsiz nefreti hazırlıksız yakaladı. Ne yazık ki, barış içinde stratejik hamleler gerekli gibi gözüküyor ve bunu sağlayacak şurup medyanın mutfağındaki imkânlarla oluşturulabilir. Ama durum tersi ise… Günün bilmem kaç saatini TV başında geçiren bir çağın insanları için en geçerli barış reçetesi bu, Kapatın televizyonlarınızı. Ve askerlikten soğutmamak için diğer önerimi söyleyemeyeceğim.

Devlet (lere) karşı, Barış halk(ların) sanatıdır. Açılım diye adlandırılanın peşine sen, ben, o düşmediği sürece paşalar, ağalar, bozkurtlar (…) bu süreci “Aç, Puştsun sen!”, “Kapa, Türksün sen!” oyununa çevirirler. Bu oyunu izlemek kişiliğinizi anlatacak sıfatların acayip bir terminolojiye bulaşmasına neden olabilir.

Savaş’ın tarihi bitmiyor. Barış’ın tarihini yazmak için yıllarımı vermek isterdim. O yüzden Diyarbakır’daki bir elin kartona yazdığı Birinci Dünya Barış Günü çok anlamlı benim için.

Barış için kapatın televizyonlarınızı, her şey daha kolay olacak… (27 Ekim 2009)Bembeyaz bir sayfanın sağlamış olduğu alanı mümkün mertebe kelimelerle donatmaya gayret ediyor, dile getirmeye çalıştıklarımızı bir noktadan sonra müzik ile buluşturmaya özen gösteriyoruz. Her defasında teşebbüs ettiğimiz bir alternatifin dha var olduğunu belirginleştirebilmek. Karaltılı renklerin hakimiyetine aşina olduğumuz güncelliğin ötesinde bir umudun taşınması gerektiğini bir kere daha sunabilmek bütün bu dizin içerisinde iliştirmeye çalıştıklarımızı tanımlayacaktır. Tamamlayacaktır. Suskunluğun artık kar etmediğini, sözcüklerle ne kadar fazla karşılaşırsak o kadar fazla ilerleme kaydedebileceğimizi ortaya çıkartmanın da diğer bir erk olduğunu iliştirmeliyiz. Yoksun kaldıkça, sessizleştikçe anlamları yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olacağımız aşikar iken gönlün razı gelmediklerini dile getirmeye olanca gayretkeşliğimizle devam ediyoruz. Derlemeye çalıştığımız kelime kümeleri aramaktan heba olduğumuz doğruların ne olduğuna dair bir ihtimal yeterli verileri de sağlayacaktır. Sunulmuş olanın kırmızı çizgilerini aşabilmek için gereksinim duyulandır. Bahsini her defasında açmaya ısrarla devam ettiğimiz yolun ve yordamın bulunabilirliği için anlayışın bina edilebilmesidir sözü getirmeye çalıştığımız. Kasvetin döngü içerisinde, adına yaşam dediğimiz çemberin dahilinde görülmez, işitilmez, anlaşılmaz kıldıklarına dair ne kadar fazlasına ön ayak olabilirsek o kadar aladır diye düşünmekteyiz. Ne ki yapmaya çalıştığımızı bir nebze olsun sizlere aktarabilirsek, derdimizi kederimizi paylaşabilirsek, fikri paylaşıma girebilirsek ne ala. Müzik bu bağlamda, gerek içeriği derinleştiren gerekse de sözün kifayetsiz kaldığı halleri pekiştirir. Herkeslere anlaşılır kılar. Belirli bir düzenek içerisinde birbirlerini takip eden notaların değil aynı zamanda da güncelliğin sert ve tavisiz kararlılığında bir gedik açmaya çava sarf eder. Onun içindir ki, müziği fazlasıyla sizlere sunabilmeye bu minvalde sözcük dizileriyle başlamaktayız. Yaşadığımızı sandığımız, gelip geçiciliğin asıl hakkaniyet olduğu yerkürede ardımızda bırakabileceğimiz bir sedadan ötesi olmayacaktır. Ne uzun ne kısa en dosdoğrusu sözün kıssası olarak. Deuss Ex Machina’nın Pazartesi akşamı canlı olarak sizlere sunduğumuz bölümü içerisinde bu fikriyattan hareketle bir kolaj oluşturmaya çalıştık. Tüketilen sesin aslında ne gibi anlamlar ihtiva ettiğine dair bir kaç söz ekleyebilmenin şevklendiriciliği ile beraber. Yorumlar çeşitlendirilebilir bu noktada. Müzik dinlenceliğinin ileri noktalarında açmazlara gebe kaldığımız hayat hallerine dair göndermeler barındırır. Doğruluğundan emin olmadığımız, şüphe taşıdığımız konular bütününde bizlere yeni eşikler sağlar. Sağlamlaştırır. Aramasını bilen için bir bellek vazifesi gösterir tam da yazının başından bu yana değindiğimiz sandukalar gibi. Sadece tek bir yönüyle değil genelin algısında yerini edinmiş katıcıllığın anlaşılabilir kılınması için çok yönlülüğü teşvik ederek. Ötelemekten artık vazgeçip bir an önce düşünmeye ve konuşmaya daha fazla önem verilmesini sağlayarak. Yön göstererek. Mush plakevi çatısı altında 2005 yılından itibaren sunduğu müzikler ile elektronik seslerden giderek organik kurgulara doğru yol alan bir müzikal seyyahlığın sahibi olan Stephen Wilkinson’ın Bibio nam projesini sizlere Warp Records etiketli son çalışması olan The Apple & The Tooth’un rehberliğinde sunuyoruz.Elektronik müziğin sınırları konusunda yetkin bir dilin oluşturulabildiği, türetilen her bir yeni kurgu ile beraber giderek genişleyen bir sahanın varlığının ortaya çıkartıldığı belirtmeliyiz. Bir dinlencelik öğesi olmasının ötesinde, işaret ettikleriyle de yer yer alt okumalarıyla elektronik müzik, yılların geleneksel sesleri ve popüler müziğinin üzerinde yeni sözlerin tasavvur edilebilmesine vesile olmuş bir forma dönüştürülür. Kimi zaman makinelerden sağlanmış olan endüstriyel kurgulamalarda kimi zaman da pek yakınımızda duran bir doğal sesin izleri üzerinde yeniden şekillendirilir. Tasvir edilen melodilerin bir noktadan sonrasında eğlendirici unsurunun dışında, dinleyici için de yeterince verimli bir aşamayı tanımlandırdığını belirtmeliyiz. Klişelere bağımlı kalınmadan yıllar boyunca oluşturduğu ses erimiyle beraber tazeliğini koruyan bir müzik yaratımının öncüsü Stephen Wilkinson. Bibio adıyla yayınlamış olduğu çalışmalar dahilinde, Boards Of Canada’dan Nick Drake’e uzanan bir ses yelpazesinin varlığı üzerinde müzikal kesitler ilintilemeye gayret gösterir. Duygusal iletişimin duyusal yönlerinde mahir tasvirlerin altına imzasını atacaktır. Vurgulanan, ortaya çıkartılan her bir kayıt dizini dahilinde Bibio alameti farikası haline dönüşecek olan sınırsızlığı belirginleştirmeye çaba sarf eden, ulaşılmış olan elektronik bağlaçlı seslerin ilerisini ortaya sermeye gayret eden bir müzisyenlik kimliğini sunar. Her bir albümün kapsamı dahilinde muhteviyata eklentilenmiş olan seslerin sağladıkları hayatın tam da kendisidir diyebilmek de mümkündür. Bibio’nun müziğinde dinleyeni içerisine çekiverne bir mekanizmanın varlığı parçaların ve albümlerin oluşturduğu uzunca bir dinlencelik listesini ve hayat bağlantılarını ihtiva eder. Yorumlayıcının sağladıklarıyla beraber dinleyici tarafında olan bizler için fazlasıyla mesudelik vaat eden bir seremoni timsali Bibio’nun müziği ile ilk defa tecrübe edecekler için önemli bir ayrıntıyı sunacaktır: tanımlarıyla tecrübe edilmemişliği denenebilir kılmıştır. Londra’da Middlesex Üniversitesi’ndeki eğitimi sırasında temellendirdiği çalışmaların giderek ana akım müzik dinleyicisinin beğenilerine hitap edebilir hallere dönüştürülmesinin de Stephen Wilkinson’ın aldığı aşamayı belirginleştirebileceğini belirtmeliyiz. Deneysellik ile elektroniğin birbirlerine kavuşturulduğu debut kayıt olan Fi albümü 2005 yılında Mush etiketiyle yayınlanır. Kısaca değinmeye çalıştığımız ide üzerinde şekli kazandırılmış, ambient kavislerinden shoegaze hüzünbazlığına kafi miktarda elektronik deneyselliğinin günyüzü bulduğu bir çalışma olacaktır Fi. Bibio’nun daimi enstrümanı olan gitardan elde edilen pasajın minimalist elektro akustik öğelerde derlendiği Cherry Blossom Road ile kayıt açılır. Ses eriminde melodikanın önemini ortaya çıkartan bir kurgumasal olarak yola çıkmış giderek drone efekti ile beraber farkındalılık sağlayıcı folk müziğinin sınırında belirsiz kalmış alanları kulaklara ulaştıran Bewley In White gibi önermeler ile kapağı aralık bırakılmış bir not defterinin sayfaları arasında dolaşılmaya devam edilir. Puslu Londra havasının müzikal yansısı nasıl olabilirdi sorusunun yanıt bulduğu, gitar kayıdı üzerine bina edilmiş olan ambient katmanlarıyla beraber yıllar boyunca referans noktası olarak kabul ettiğimiz Boards Of Canada, Autechre gibi zaman zaman bu dolaylardan müzikler ortaya çıkartmış grupların sağladıklarının yamacında bir ses tahlilini sağlanır London Planes ile beraber. I’m Rewinding It… elektronik müziğin dikkat isteyen yüzeylerinde seyyahlık eyleyen bir gürültü karaşınlığında modern zamanların tasvirini gerçekleştirir. Yitirmekten korkmadığımız için artık çok daha fazla kaybetmeye mahkum olmuş hallerimizi, gözü karalığın yerini umursamazlığın aldığı bakışımı kıyasıya eleştiren bir toplam ulaştırılır. Puddled In The Morning parçasında da bu ağıt havasının elektro akustiğe sırtını vermiş bir örneğini dinleyebilmek mümkün kılınır. Fi albümün kapanışında yer alan Poplar Avenue bir taslak metin halinde önümüze serilmiş olan hissiyat vurgusunu düşük yoğunluklu elektroniklerde yeniden tanımlandırma yolunu seçmiş bir odağı oluşturur. Bibio’nun müziğinde aşina olduğumuz sesin yankılanması değil aynı zamanda da hüzünlendirici unsurlar taşıdığına dair bir önermedir. Bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen müzikte hissiyat var mıdır yok mudur tartışması hakkında açık bir sunumlandırma gerçekleştirilir. Müzik hissedilir! Dinlemesini bilin yeter ki dercesine kendinden emin çıkışlarıyla.Bibio’nun bu kendi haznesinde kaynaştırmaya çalıştığı müzik türlerinin bir sonraki durağını 2006’da yayınlanmış olan Hand Cranked albümü oluşturacaktır. Elektronik seslerin varlığını korumasına karşın git gide gitarın ve dolayısıyla folk müziğinin merkeze taşınmaya çalışıldığı bir geçişkenlik söz konusu olur. Plak metaforunun, çıtırtıların da kullanıldığı bir eskitilmişlik nakş edilir parçalara. Ayrımsız bir biçimde parçaların tümünün sağlamış olduğu dosdoğru bir nostaljinin tüketilmesinden ise varedilmiş ses ile entegre hale dönüştürülebilirliğine dair yeterince kuvvetli önermelerde bulunmaktadır Bibio. Bu durumu elektronik serpintilerin arasında kendini göstermekte olan folk müziğinin kulağa yakın halleri üzerinde çeşitlendirmelerden başlayarak derinleştirebilmek mümkündür. Zaman içerisinde bir gezinti halini yansıtan “sonik” seslerin hemen dibinde kayda girmiş gitarın melodikası ile beraber bir masal kutusundan yankılanan seslere ev sahipliği yapan The Cranking House, oluşturulan döngü içerisinde sık sık geri dönüşlerin mümkün kılındığı modern zamanlar elektronika dinletisi Cherry Go Round gibi örneklemler kayıtta yerlerini alırlar. Touch, Spekk, Mego gibi elektronik müziğin öncül kayıtlarını dinleyicilere sunmuş plak şirketlerinin müzikal kökenlerine sadık bir dinlenceliği sunarak albümün gayesinin de ön plana çıkmasını sağlayan önermelerden birisini oluşturan Black Country Blues, kasvet halini dağıtabilecek kadar kuvvetli bir önermenin sunulduğu Dyfi, yerel folk melodisinin tersyüz edilip elektronik bağlarla yeniden tanımlandırıldığı Woodington gibi kayıtlar ile Hand Cranked albümünün finaline kavuşuruz. Boards Of Canada’nın yarısı olan Marcus Eoin’in Bibio’yu Mush’a takdiminin ne kadar isabetli bir seçim olduğunu ortaya çıkartan, tıpkı önermeyi gerçekleştirmiş sanatçı gibi müziğin alelade bir tasvir yığıntılamasından çok daha özlü sıfatlarla anılabileceğini ortaya koyan Overgrown ile kayıt tamamlanır. Bibio henüz ikinci albümünde müzikal sınırlar arasında kalmış olan belirsizliklerin üzerine gidebilmiş, onları yeniden birbirleriyle kavuşturmayı kendince başarma konusunda epeyce yol kat ettiği bir kaydın altına imzasını atar. 2009 yılı içerisinde Warp Records etiketiyle sunulmuş olan Ambivalence Avenue ise gerek bu iki kayıdın sağladıklarını derleyip toparlayan, gerekse de artık çok daha sağlam bir biçimde eskinin seslerini günümüzün müzik dinleyicisinin beğenilerine uygun olarak sunabilen bir müzikal tertibatı tanımlandırır. Elektronika, lo-fi, drone, ambient ve folk müziğine ilaveten 70’li yılların soul müziğini, bir ucu Jay Dilla ve Madlib’e öte ucu ise Flying Lotus ve Hudson Mohawke’a uzanan hip-hop’u hatta kimi yerlerde technoya dümen kıran çıkarsamalara ulaşabilen bir tertibat. Tıpkı bir djin seçtikleri gibi zaman tüneli içerisinde müzikal gelişimleri, yönlendirme ve öneri bütünlerini bir arada sunabilen bir derleme olduğu Ambivalance Avenue için ilk olarak söylenebilir. Brezilya’lı sanatçı Marcos Valle’nin kayıtlarından esinlenilerek kotarılmış olan albümle de aynı adı taşıyan Ambivalance Avenue, popüler müziğin niş odaklarında dolaşıma çıkmış bir tadımlık ile albüme buyur eder dinleyiciyi. Gayet kıvamında bir melodika çeşitlendirmesiyle beraber. Kaydın bu şen şakrak havasını devam ettiren, kuvvetle muhtemel ana akım dinleyicisini de Bibio’nun müziğinin etki alanına dahil olmasını sağlamış funk güzellemesi Jealous Of Roses, kısacık süresine karşın ilginç bir anketodun tamamlayıcısı haline dönüşen, oluşturulmaya çabalanan eleştirel bakışımı da sürümcemede bırakmdan iletme yolunun tercih edildiği All The Flowers gibi birbirleri ile gerek bağlantı gerekse de bağımsız olarak dinlenebilecek bir müzikal çeşitlilik kayıtta karşımıza çıkartılır Bibio tarafından. Bir melodram sahnesinin canlandırıldığı, ikili ilişkilerin tahribatına göndermelerin yer edindiği ve bir noktadan sonra da yıllardır dinlediğimiz Yoni Wolf ve çetesi Why?’ın kayıp kardeşi intibasını uyandırmış Haikuesque (When She Laughs) gibi gizli cevherler ortaya çıkar. Pop müziği kıvamında derlenip şekillendirilmiş birer sunuş gerçekleştirilir, Bibio tarafından. Her defasında farklı bir okumaya gereksinim duyuracak kadar iyi gözlemlerin, müzikal halllerin karşılaştırıldığı bir toplam. Flying Lotus’un GNG BNG parçasında olduğu gibi elektronik ses örneklerinin braindance ekolünden ödünç alındığı Sugarette gibi Bibio için yeni sayılabilecek bir kurguyu da dinleyebilmek, S’Vive gibi enstrümantal hiphopun adının resmen konulduğu çıkarsamalara kulak kabartmak mümkün. Kaydın en uzun parçası olan Dwrcan aynı zamanda albümün de finalini oluşturur. Parçaların sürekli yer değiştirildiği bir müzikal tanımlandırma Dwrcan için de geçerlidir. 8bit ses kesitlerinin başlattığı ses kavislerinin finale doğru Autechre’nin en dingin yüzeylerinde sağlanmış hüzünlerle buluşturulduğu bir yapılandırma ortaya çıkartılır. Kirli endüstriyel seslerden bir dünya tahliline girişilir.Bibio’nun gelişiminin süreklilik gösterdiği müzik kaşifliği ve damıtımının şimdilik son durağını ise The Apple And The Tooth adıyla sunulan kayıt oluşturur. Warp Records etiketinden yayınlanan çalışma Ambivalence Avenue’nin de bir yerde devamlılığını sağlayan dört adet günyüzü görmemiş parça ve deneysel-hiphop-elektronika disiplinlerinin kesiştiği sınırlardaki sesleri türetmeye girişen projelerin sıklıkla başvurdukları bir yöntem olan dinleyici ile aralarını soğutmama geleneğinin bir parçası olarak ellerinin altında tuttukları bir ara kayıt olarak değerlendirmek mümkün. Burada istisnai olan Bibio’nun müziğinin deviniminin istikrarını koruması. Bir yandan da birbirlerine paralel müzikal disiplinlerden el alarak parçaları yeniden tanımlandırılabilirliği ortaya çıkartılma çabası olduğunu ifade etmeliyiz. The Apple And The Tooth parçası bossa nova ile rhyme geleneğini birleştiren, Bibio’nun kimi zaman modifiye edilmiş yetmişler film müziklerinin albenisine kendisine teslim ettiği bir kurgu içerir. Tek bir cephede ilerlemektense mümkün mertebe seslerin genişletilebilir alanları üzerine kafa yorulduğunu daha da belirginleştiren Rotten Rudd braindance aksanıyla hiphopun kaynaştırıldığı bir deneyim olacaktır. Birkaç satır öncesinde değindiğimiz Why?, Themselves, Clouddead gibi Anticon etiketi dahilinden çıkmış grupların tüettikleri müziği hatim etmiş dinleyiciler için biçilmiş birer dinlencelik olarak tanımlayabileceğimiz Bones & Skulls, dubstep ile pop müzik arasında bir bağlacı tanımlayan Steal The Lamp parçasıyla ilk bölüm nihayetlendirilir. Empty The Bones Of You gibi IDM söz konusu olduğunda bir başyapıtın ardındaki isim olan Christopher Stephen Clark’ın yapmış olduğu, mekanik melankolik S’vive, Ambivalance Avenue’nun kapanış parçası olan Dwrcan’in Brendan Angelides aka Eskmo tarafından yapılan elektronika, darkstep düzenlemesi üretilen müziğin değişik bakışlarda nasıl da bambaşka karakterleri ileri sürebildiğini son derece kulağa yatkın bir biçimde sağlamayı başarır. Bibio gibi nevi şahsına münhasır kayıtlarla, sonik / elektronik seslerin soul müziğinden etkileşimli hallerini ortaya çıkartan Lone’nin düzenlediği All The Flowers, albümdeki halinden görece daha temiz bir düzenleme ile kayda dahil olmuş Palm Of Your Wave’in Bibio’nun ellerinden çıkmış yeni yorum, pop standartlarını yeniden gözden geçirmek isteyenler için öznel bir çalışma olacaktır. Sözün kısası Bibio bir müzikal resim nakşediyor. Naklettiği sesler ve sözcüklerle hayatın bilinmeyen yüzeylerinden çok aşina hikayeleri birbirine ilişitiriyor. Tasarladığı her bir kayıt ile modern müzik seceresine kuvvetli bir çentiği atmayı, Warp Records’un kataloğu için de önemli bir köşeyi kapsıyor. Uzun soluklu, dinlendikçe değerinin anlaşılabileceğini düşündüğümüz kayıtları ile Bibio adlı müzisyeni takdimimizdir.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Dipnot: Notumuzun ilk kısmının ön okumasına ve düzeltmelerine vakitlerini ayırıp yardımcı olmuş arkadaşlarımıza müteşekkiriz.

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Kapatın Televizyonlarınızı – Filiz GAZİ – Sendika.org
Türkçe ve Kürtçe İçin – Ahmet TULGAR – Birgün
Kastımız Yoğundur Efendiler! – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Uzaklaştırmaya İnat Yağmur Altında Ders – Ece TEMELKURAN – Milliyet
Utanç – Erdal GÜVEN – Radikal
Solda İkon Durmaz – Uğur KUTAY – Birgün
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
TRT’de Koyunluğa Övgü – Burak TEKİN – Bianet
Facebook Eylemcileri – Bilge TERZİOĞLU – Sendika.org
Youtube, Irak, Binali – Seviyesiz – Seviyesiz Siyaset
Sarardıkça Güzelleşen Dergi Roll – íí – 13Melek
Imaginary Soundtrack For A David Lynch Movie – Moka – Motel De Moka
Tristesse Tropiques – Mersenne – Undomondo
Shackleton – Three Eps Critic – Jordan Rothlein – Little White Earbuds

Bibio Official At Myspace
Bibio At Warp Records
Bibio At Mush
Bibio Interview – Lee Hutchinson – Liberation Frequency
Bibio’s Ambivalence Avenue Review – Brian Howe – Pitchfork
Campfire Headphasing – Stephen Wilkinson – Bibio’s Myspace
Bibio İncelemesi – Hümeyra – Yedi12
Nancy Elizabeth Official
Nancy Elizabeth At Myspace
Nancy Elizabeth At Leaf
Nancy Elizabeth At RCRD.LBL
Fuji Kureta Official
Fuji Kureta At Myspace
Fuji Kureta Röportajı – Radnor – Bozuk Kaset
Fuji Kureta – Lucid Dreams EP Free Download Page – Last.FM
Lone Official At Myspace
Lone At Twitter
Lone At Werk Discs Blog
Lone New Album Informative – Thomas Rees – XLR8R
Floating Points Official At Myspace
Floating Points At Last.FM
Brownswood Bubbles Volume 4 Informative At Brownswood Online
Flying Lotus Official
Flying Lotus At Myspace
Brabe At Myspace
Brabe At Twitter
Ikonika At Myspace
Ikonika At Planet µ
Ikonika At Get Darker TV # 33
Eero Johannes At Myspace
Narcossist At Myspace
Narcossist At Virb
Gus Gus Official
Gus Gus At Myspace
Ben Frost Official
Ben Frost At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>Info Go-R-Sel C215 – I_Follow I_Follow’s Flickr Page
Static Memories – Nick GENTRY Nick GENTRY’ Flickr Page
Bibio Photos Courtesy From Below Listed Web Sites:
BBO

>>>>>Poemé
Nazım’dan Ve Cendrars’dan Sonra – Onat KUTLAR

Geceyarısı geçen güzden kalma birkaç yaprak kırk yıllık kahve
renkli bahçeler ve bir mimibüste
Kartaldan eminönüne giderken uyumuş titreyen bir çırak
Karanlık denizi köpürten dalgaları yararak çook gizli bir yere
giden tenha bir üsküdar alanı gemisiyle
bu yolculuğa başladım senden ayrılınca

Balığın karnında yunus bir kumul masalı anlatmaya
başlarken solgun belleğinde
Söğütler ve leylak ve kara lale soğanı çorbasıyla
işe koyulan balıkçıların ilk çektikleri ağa
takılan dülger balığı gibi çirkin ve şaşkın ve öfkeli
Yaralı bir arap kısrağı gibi bekleyerek ensemde yağlı kurşunu
alanın güvertesinde öylece
kaptan miyim kürek mi bilmeden duruyorum

Bekçiler görünmez oldu çırak çocuklar ve köpekler
gizlendiler kuytu köşelere
Büyük ve paranoyak kaya devinin geniş çeneleri
boğazından soğuk sular akıtarak çarpıyor
birbirine ve karşı kıyıda duran solgun sevgilimin
saçlarına kül bana ateş savuruyor
Bütün ölü şeyler yangın yerleri eski savaşlar ve ne yapsam
geçip gidiyor ayrılığın günleri

Nereden çöküyor bu sis karadenizinin sularını akdenizin kuytu
ve narların portakallara karıştığı derin koylarına ulaştırıyor
Nereden başladı bu hüzün güz yapraklarını taa nisan günlerine
eşiklere rıhtımlara sürükleyip
yeniden çamura bulaştırıyor
Alanya kalesinde uçuruma yakın doğan kara saçlı bir oğlanın
kara keçi pöstekisinde kabaran bir kedi dili gibi diklenerek attığı
Beyaz niyet çakıllarıyla denizin dibinde yuvarlanan binlerce milyonlarca
büyük ve mermer güllenin uğultusu ters akıntılarla
üsküdarın karanlık sularına nasıl geliyor?

Alanya’da doğdum babam hakimdi
düzlüğe, kız kaçıranlara, denizin yakın sularına geceleri
koyunların çene kemiklerinden çift hörgüçlü develer yapıp ablamın
ağzını büyük bir çuvaldızla diken ve bana
korkulu masallar anlatan sırmalı nineye
O günlerden kaldı kulağımda “yeni kesilmiş” nar
çiçeği ve portakal yapraklarının sesi
Ve yaşamımdan hiç eskilmeyen uçsuz deniz duygusu
İki jandarma belirdi alanda, kaptan köprüsünde dolaşıyor
hergele bir ekip otosunun homurtusu
Sonra iki daha ve üç daha ve dört
acı bir hınç rüzgarı kasıp kavuruyor içimi
Yapraklar savuruyor derin ve çamurlu bir kuyuya
Üstüne müsteşarların kapıcıların şoförlerin
yarasa gibi dolaşan ozanların çocukluk anılarımın
kocalarının dizi dibinde kadınların perşembe tacirlerinin puştların
ve alanda kurumuş bir zakkum ağacı gibi duran benim üstume
Bir yere gidiyor bu bozkır gemisi ardında kuyunun çevrintisini bırakıp
ve senden uzaklaşıp sürekli
Atlasam karanlık bir deniz

Hep giden bir bozkır gemisiydi antep, yelkenlerini sam yeli
yapraklardı
Boz abalı köylüler geçerken develerle kapımızdan
Önünde bir yasemin ağacıyla korunan karanlık ve kör mutfağın
geniş taş döşemelerinde bir kurbağanın
küflü ve güherçileli duvardan korkusunu
uzun bir çocukluğun tek düşü olarak yazdım
çiçekli sayfalarında şiirler bulunan bir deftere
O defter araştanın ortasında elinde zindiyan asasıyla
geçmişimize geleceğimize söven bir dilenciden
kaçarken tekke istiklal ilkokulunun yosunlu havuzuna
kücük bir kağıttan kayık olup battı
Beni o gün olağanüstü öğrenciler tahtasına çaktı
kurutma baskısıyla hocam Ali Rıza

Saat iki. Genel iş üyesi ve bıçkın şöförüyle bir otobüs
ışıklarını bir erken vapur gibi yakarak ve harmanlayıp
gecikmiş sarhoşlarla erken işçileri yola koyuldu
Bomboş alanda sıkıntıyla hatirladığım öğrencilik yıllarının
kapısı zor kapanan kırmızı tramvayında
balık istifi duruyorum sanki ayakta kızgın sıkışık
Oysa yapayalnızım ve ellerinde kovalar, sopalar ve zamklarla
uzun bacaklı yabancı kuşlar gibi gölgeleri geçen öğrenciler duvara
bir anıyı çiziyorlar: Yarın…

Kuru ve beyaz çakıllarla döşeli dere yataklarından
geçerdim yağız parlak sağrılı bir atla
Postalıma takılı bir devedikeni, şebboy kokusuyla havada
derinlere kırmızı çiçekler çizen arıkuşları ve Lorca
Aklımda safonun küçük memeleri saçım ateş gibi ve saman
kokusunu uzak kentlere kadar uçuran rüzgar
Bütün bir yaz bekleyerek sevgilimi göreceğim günü
gene aşk şiirleri yazardım dalgın bakarak kağıtların
denizinde yürüyen şiir gemisine o yıllarda
fransızca öğrendim ve Hafızdan okumak için biraz farsça

Ay battı dindi fırtına iskele ışığı sabaha karşının kör sisine
bulanmış görünmüyor ortalık sessiz jandarmalar
potinlerini sürüyerek çekip gittiler köfteciler sarhoşlar sabahcılar
Kimse yok ortalıkta şimdi sen uyuyorsun bir çocuk gibi gülümseyerek
korkularını çoğaltan düşlere bakıp
yanımda ufacık ve gülünç bir seyis sırıtarak
atasözleri söylüyor; demir tavında dövülür
Herkes uyuyor gümüş saplı bir bıçak… boşver o da olsun
Yüreğime saplanarak taa derinlerden ve aynı soruyla kıvrılarak
acıtıyor kararan yüzümü “niçin?” anamın çini bir sandukadan
çıkarıp şimdi bir bir bavuluma doldurduğu
zakkum ve ateş ütüsüyle kırıştırılmış
İlk gençlik anılarını yırtan boynuz saplı bir bıçak
gölgeye düştü artık hiç titremeyen dünyamızı
tam ortasından acımasız ikiye ayırarak

Veznecilere abanoz sokağı arasındaki uzun kanalı bir laz
arkadaşımın tekleyen motoruyla günaşırı
geçiyor ve sakız çiğneyen ve bana kocam demeyi seven
Ve adı kadriye miydi? göbeğinin altında uzun bıçak iziyle
orospu sevgilime ulaştırıyordum tramvay durakları arabın
kahvesi palamut tava şiirler ve polislerle
vuruşurken ölen genç arkadaşlarım ıhlamur ağaçları

Gölgeleri sahaflar ve asaf halet’in kaldırımlara düşmüş büyük
yazı defterleri gibi ucuza satılan gençlik yılları
O yıllarda öykülere başladım.

Sabah oluyor ölümle yaşamın
gerçekle düşün geçmişle geleceğin birbirine karıştığı
Acının keskin düşüşün derin ölümün hazır olduğu saat
Uzun bir hesaplasmayı bitiriyorum sanırım
üsküdar gemisi dar boğazın
en sıkışık en dolaşık ağlarından geçıyor
Sırtımda dolu bir tabancanın horozu öttü ötecek
Ve kupkuru dereden bir yıldırım gibi geçen şimdi’nin atı
Artık düşle gereği iyice karıştırıyorum uyku
ya da artık yüzünü bile unutmanın saati
Paris bir yılbaşı gecesi karların
üstüne düşen aydınlık ve sisli
katedralin karşısında oymalı tahta gaveau saydam bir konyak
Sonra yeniden gittim oraya eski kahvelerin
yerinde yangın artıkları gibi çılgın
ve amerikalı bir manyak
chaillot’nun delisi bayan meerson’in her geceyarisi
lazare’ı ölü anılarından çıkararak helva yedirdiği
müzeler ve yaşamıma görüntünün
bitmez tükenmez şeridini sokan sinema paris

Üsküdar gemisi boğazdan çıktı seni düşünerek
yazdığım bu şiir bitmek üzere
Filmin sonu buluşamadığimız günlerin
ayların ikindi güneşinin sonu
Hesabı kapatan bir çizgi gibi
karşı tepelerde ışıyan gün kırçıl bir kalabalık
Asker asker asker bugün kızıldere bin dokuz yüz yetmiş dokuzun
bir nisan günü ve aslında çok uzun
bir acının bir ayrılığın bir susuzlugun
Ardından ışıyan gün iskelede
elele tutuşmuş bir delikanli bir kız
günlük şeylerden konuşuyorlar derslerden vapurdan
çok geciken devrimlerden ve yüzleri
Tertemiz deniz gibi aydınlık sakin ve onların
serinliğinde yeniden başlıyor yaşantımız

Artık bu şiir bitti, sanırım

Kaynak: Pera’lı Bir Aşk İçin Divan
Ağ Bağlantısı: Şiir Defteri

Older Entries