>Deuss Ex Machina # 233 – A Esperança é A Coisa Com As Penas Essas Varas Na Alma

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_233_–_A Esperança é A Coisa Com As Penas Essas Varas Na Alma

24 Kasım 2008 Pazartesi gecesi yayınlanan programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week – Distance-Repercussions (Planet µ)
>1<-Headhunter-Axis (Tempa)
>2<-Ramadanman-Core (Soul Jazz Records)
>3<-Likhan’-Daoine Sidhe (7even Recordings)
>4<-Obeah-Kiss (VIP Mix) (Kraken Recordings)
>5<-Distance-No Sunshine (Planet µ-Chestplate)
>6<-Distance-Present Day (Planet µ-Chestplate)
>7<-iTAL tEK-Wind Tunnel (Planet µ)
>8<-PhoneCall & Kadri Hansen-Last Turn (Lejal Genes)
>9<-Cotti vs. Chefal-Latest Technology (Soul Jazz Records)
>10<-Ebola-Neck Sprain (Proboscus)
>11<-Bar 9-Malicious Thoughts (Audio Freaks)
>12<-Mackjiggah-Cheap Trick (Police In Helicopter)
Download-İndir

A Esperança é A Coisa Com As Penas Essas Varas Na Alma Bölüm (233) – Tazelenebilecek Bir Dirhem Ümidimiz Kaldı, Onu Da Elleriniz Arasında Arzu Ettiğiniz Şekilde Dejenere Edip İflahımızı Kesmeyin!!!

>>>>>Bildirgeç
Yaşamı idame ettirmemizi sağlayan olgu bütünlerinin, temelinden sağlama alınarak, ilerisi tahayyül edilerek, çekincelerin asgariye indirilmesi neticesinde ortaya çıkan, bir şekilde yaşam döngüsünü de kolaylayabilmemizi sağlayan ümidi sayfalarımız aracılığıyla irdelemeye çalışmıştık geçtiğimiz yazı dizini dahilinde. Kolaylıkla pes edilemeyen, direnci arttırıldıkça, yeni çıkışlar keşfedildikçe daha da artan bir ivme ile özgüven tazelememizi kolaylayan bir imge olan ümit. Dönüşümlerin kendi ekseni içerisinde hızlanmasına karşın, tedbirliliği elden bırakmamamızı sağlayan bir aracı olan ümit, şimdi ve şu anda üzerinde daha fazla kafa yormamızı gerektiren sorunlar karşısında yılmadan, hatalardan ders almamızı da sağlayarak yolumuza devam etmemiz için bir vesile teşkil eden konumuna değinip çıkarımlar gerçekleştirmek istiyoruz. Sorunların tam merkezine odaklanabilmemizi, etkisi olayların gelişimine sebebiyet veren diğer unsurların perdelemesinin önünü alabilmemizi sağlayan yegane bir olgu, ümit. Vakıf olduğumuz, idrak ettiğimiz, düşüncesine de ortak olmaya çaba sarf ettiğimiz hayat gailesinin rayından, alı koymadan, bi’çareliğe de düşmeden karşıt duruşumuzu yapılandırabilmemizi sağlıyor. Kös kös düşüncelerin taşıdığı, aşina olunan ama farklı ambalajlarıyla yeni görünümlü eşik, ayrımlarda, gözyaşlarımızla, kendi korkularımızla, sözleştiklerimizle, sözcüklerimizle bünyeyi sarıp çevreleyen, dar alana kıstıran fırtınaların etkisini azaltmaya çabalıyoruz. Kelimelerden, yeni koruma kalkanları türetmeye çalışıyoruz, ümit olgusunun direncini arttırmaya biat ederek. Kendimizi telkin ederek, giderek makinaların ruhuna teslim olma kolaycılığına alışmış, kanıksamış modern zamanlar bireyleri olarak, farkındalılığımızı arttırmaya çaba sarf ederek. Rutin döngülerin dışında da, zaman zaman hissiyatımızı yitirdiğimiz anların ötesinde de hala bir ışık hüzmesi imgesine bürünen ümidin varlığını hat’ra düşürmek olarak betimleyebiliriz, ezcümle.

Açmazlar çoğaldıkça, yerini dolduramadığımız kaybettiklerimizin, elimizden kayıp gidenlerimizin, muğlaklığını aşabilmek için de gerekli olanı konumlandırır aynı zamanda, ümit. Pusun içerisinde de pusulasız yön tayin çalışmasına benzetebileceğimiz, akışı donduran, tersine giden durumun farkına vardığımız anlarda hedef olarak kendimize belirlediğimiz, ulaşmaya çabaladığımız bir boş sayfayı da temsil eder ümit. Yılgın davranışlarla karşı karşıya kaldığımızda hasılolagelen sindirilmişliğin ve yıkılmışlığın üzerine korkularımızı yenerek gidebilmemizi temsil eder. Her ne olursa olsun. İnsancıl kaygıların, metodlaştırılmış önce-sonra çizelgesi belirlenmiş istikametlerdeki “duygu” kaymalarına, karmaşıklığı egale edebilmeye de vesile teşkil eder. Söylenmiş ‘feylezofik’ sözlerin ortaya çıkarttığı ana resimde de kabaca bu kavis, düzenek, yol (tarifi size kalmış) gibi imgelerle anılan, mürekkebin artık görünmez kıldıdığı hayat imgesine ev sahipliği yapan kirlenmiş sayfanın yenilenmesine imkan sağlar. Çözüm olarak tanımlandırılan, bu giriftleşen yumağın içinden çıkılmaz bir kördüğüm haline dönüşmesine neden olan çözümsüzlüğün yanılsamasından ayabilmemize imkan tanır. Yönelişimler, rastgele oluruna bırakılmış karşılıklar karşılaşmalar, tavizlerin artık verile verile sonuna geldiğimiz gerçekliliği gibi pek çok alt detaylandırma ile beraber bir bütün toplamında “umut” olgusu, akışın düzenini de sağlayan bir etmen haline evrildiğini rahatlıkla iletebiliriz. Sonsuz bir kümenin, belirsiz kesişimlerinde ortaya çıkartılan karaşınlığın, bilinmezliğin önüne farklı tedbirlerle çıkabilmemiz de cabasıdır, ha keza.

Kısa değiniş ve alıntılar ile beraber farklılaşan okumalara, çıkarımlara izin veren ümit, günceyi de sağlatan, sıklıkla bahsettiğimiz üzere hayatın basitleştirildiğindeki getirilerden birisini oluşturan bir yapıyı temsil eder. Handiyse tüm hayatımızı kaplayan -bilgi- ekranlarının, izleyicisi olarak kalmış olsak da, kimi zaman dahil olduğumuz genel temsillerin sağlayıcısı, kameraların, tepegözlerin, gizil kayıt edicilerin, ses alıcılarının, ağ yapılandırmalarının vs. komplike bütünlüğünde insancıllığımızın özüne vakıf olabilmemizi, değişkenliklerin tüm o sabit matematiksel parametrelerinden farklı olan, salt gerçekliği idrak edebilmemize imkan tanır. Kimlik ve aidiyetlerin deyim uygunsa çivisi çıkana kadar deşildiği, birilerinin fikirlerinin mutlak karşıtlığında olduğuna kanaat getirdikleri ötekilerine, öteki addetiklerine dair bir bilgi kırınıtısından bile çokça gündemin altını üstüne getiren söylemlerin ortaya atıldığı zaman diliminde, elbette ki tek başına ümit bizleri farklı bir konuma taşımayacaktır. Ancak, kendi kendimizi sıkıştırdığımız düz idelerin, aralıksız tekrarlarına dayalı olan görüngülerin, birbirinden hiç te farklı olmayan girişimlerin, sadece olduğumuz noktada sabit kalmamızı sağladığı aşikardır. Ümit, bu değiştirilemezlik kartına sıkı sıkıya tutunan birbirleriyle bağlantılı iliştirmelerin, yaşantıların, teşebbüslerin neticesinde ortaya çıkan mutsuzluğun, bedbinliğin tersi bir aynalamayı yapabilmemizi sağlar. Mutlak doğru olarak kabul ettiğimiz pek çok önermenin, sorgulanabilirliğine imkan tanıyan ümit, sorunların üstesinden gelebilmemize, tesbitlerle, kendi bilincimizle alternatifler oluşturabilmemize olanak sağlar. Bir nevi kafa ayarı kabilinden.. Bireyi sonuca götüren ince işçiliğe zemin sağlayarak. Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno’nun yapıtı Minima Moralia’dan alıntılarla sözümüzü bağlayalım: “Umutsuzluk karşısında sorumlu bir biçimde sürdürülebilecek tek felsefe, herşeyi kurtarılmanın bakış açısından görünecekleri biçimiyle düşünme çabasıdır. Kurtarılışın dünyaya saçtığı ışıktan başka ışığı yoktur bilginin; başka her şey kurgudur, tekrardır, sadece tekniktir. Perspektifler oluşturulmalı, öyle perspektifler ki dünyayı yerinden uğratsın, yadırgatsın, onu bütün çatlakları, kırışıklıkları, yara izleriyle birlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi sefalet ve çarpıklığıyla göstersin. Keyfiliğe ya da cebre kaymadan, sadece nesnelerle temas yoluyla böyle perspektiflere ulaşmak- düşüncenin görevi sadece budur. En kolay şeydir bu, çünkü durum bunu istemektedir bizden, çünkü sonuna kadar götürülen negatiflik, adı konduğunda ve göz kırpmadan yüzleşildiğinde, kendi karşıtının ayna imgesini verir. Ama aynı zamanda en imkansız olan şeydir, çünkü varoluşun menzilinin dışında duran, bir milim bile olsa dışında duran bir bakış açısını gerektirir; oysa hepimiz biliyoruz ki herhangi bir geçerli bilgi ancak varolandan elde edilebilir, ama böyle olduğu için de kaçmaya çalıştığı sefalet ve çarpıklığın izlerini taşır. Düşünce, koşulsuz olan adına kendi koşulluluğunu ne kadar yadsırsa, dünyaya da o kadar bilinçsizce ve dolayısıyla o kadar yıkıcı biçimde teslim eder kendini. Sonunda kendi imkansızlığını bile mümkün olan adına kavramak zorundadır. ama düşüncenin böylece altına girdiği yükün yanında, kurtarılmanın gerçekliği ya da gerçekdışılığı sorunu da pek önemsizdir.”

Müziği hayatın içerisindeki olguların aynalaması olarak değerlendirmeye gayret sarf eden Deuss Ex Machina, Pazartesi akşamı Dinamo 103.8’de yayınlanan bölümünde ümidin aklımıza da düşürdüğü yansılarına göndermeleri barındıran bir seçkiyi sizlerle paylaştık. Salt melodik kurguların birbirleri ardılınca dizilimden mümkün mertebe imtina ederek, alternatif geçişlerle kotarılan bir bütünlemeyi, yüzeyler arasından geçişimlere de imkan sağlayarak kotarmaya çalıştık. Seslerin de bizlere sunduğu müzikal atmosferin, yanıtsız kalmış sorularımıza, biriktire biriktire irice, yığın haline dönüşen sorun yumaklarına, isteyip de ulaşamadığımız, gün gelir belki ümit bir şans bulur diyerek kendi kendimizi avuttuğumuz, hayallerimize, gün ve geleceğimize dair gözlemlerin tümüne dair bir açılım sağlama teşebbüsüyle 233. bölümü ardımızda bıraktık. Deneyim ve kurgulama tekniği açısından da, tüketim çılgınlığına dahil olmadan kendi karakteristliğini yakalanması konusunda önemli bir eşik oluşturan elektronik müzik formlarından Dubstep’in sacayakları arasında anabileceğimiz etiketlerden “Planet Mu”nun keşiflerinden Greg Sanders aka Distance’ı ikinci albümü olan “Repercussions”ın arifesinde sizlerin ilgisine sunuyoruz.Puslu bir atmosferin kendini sıklıkla gösterdiği bir şehir olan Londra’nın modern ‘elektronik müzik’ sahnesi üzerinde yaygınlaşmakta olan, akım olarak Dünyanın herhangi bir noktasındaki dinleyici ve üreteçler için de yeterli beslenme noktasını oluşturan müzikal iklimi yeni ufukları keşfedebilmemizi sağlıyor. Deneysel izleklerin cesurca uygulanmasına olanak sağlayan, melodinin kuvvetli olmasının yanı sıra sözlerin günceye dair önemli anektodları barındırdığı, karakteristik, kişiselleştirilebilecek, ayrıntılardan mülhem türetimlerin odağı, güncel olduğu kadar özümsenmiş eski seslerin de kıymeti konusunda tereddütsüz saygının tescil edildiği müziklerin merkezi olan Londra, sekiz yıllık geçmişi üzerinde yeni müzikal konumlandırmalar konusunda, günümüzün en heyecan verici müzik disiplini haline dönüşen Dubstep’in yer altından yükselen sesinin ana akımı zorlamasına şahit oluyoruz. Her geçen gün üretilen çalışmaların birbirlerinden farklı ses temasları ile salt bir müzikal form olmanın ötesindeki anlamları konusunda, yıllar öncesinde Minimal Techno için duyduğumuz heyecanı yine yaşayabilmemizi sağlaması bile başlı başına önem arz ediyor, kısacası. Alternatif üretimlerin hızlıca yayılmasında, kendin üret akımının yaygınlaşması neticesinde oluşan bu türetim çeşitliliğine vesile teşkil ediyor olması da Dubstep’in genel geçer bir müzik formunun ötesine taşımaya yetiyor. Tıpkı, öncüsü olarak kendi alt türlerini de geliştiren dub-reggae formu veya dubstepe geçişi kolaylamamızı sağlayan Grime ve 2step gibi disiplinlerin gri atmosferi tumutraklı ses şenliklerine çevirmesindeki yetkinliği irdeleyebilmeniz mümkün. Greg Sanders’ın Distance namı ile yayınlamış olduğu kayıtlar da bu minvalde, deneysellikle imtihanın henüz çok başında olan bir akımın ilerisi için itinayla kulak kabartılması gereken örneklemeleri barındırıyor. Endüstriyel seslerin yoğunlukla parçaların içerisini kuvvetlendirdiği ayrıntılamalardan tutun da, gitarla olan 18 yıllık haşır neşirliğin neticesini yansıtan ses kesitlerinden beslenen yapılar Distance’ın ana eksenini oluşturuyor. Sınırsızlığa özellikle vurgu yapılan “distorte” edilmiş gündelik seslerin nasıl birer birer müzikal izlek haline dönüşebileceğinin de altını doldurmayı başarıyor, Greg Sanders ürettiği kayıtlar dahilinde. Henüz dinleyici tarafında olduğu dönemlerden Pantera, Sepultura, Fear Factory gibi Rock müziğinin haşarı ekiplerinin azami limitleri zorladığı müzikal tedrisatlarını dinlemiş, özümsemiş sanatçının, kolej günleri dahilinde de başta Dillinja gibi Drum & Bass’in yüksek temposunun yanında, atmosferinin karaltıyı, biraz önce değindiğimiz gibi, Londra’nın atmosferindeki koyuluğu da yansıtan melodik kesitlerden titreşimler ortaya çıkartan prodüktörleri takip etmesi ve Aphex Twin, Red Snapper, Portishead gibi elektronik müziğin genel çehresindeki gelişimi irdeleleyebileceğiniz mihenk taşı ekiplerinin yaratıcılıklarından birer tutam eklentiler barındıran bir içerik Distance’ın dubstep bakışımını tümletmemizi kolaylıyor. Tıpkı bir filmin detaylandırılmış senaryosunu okumak gibi, Distance’ın müziğinde de kulağa aşina gelen sesleri takip ederek, hayata dair çıkarımlar gerçekleştirebilmek, müziğin salt bir fon olmasının ötesindeki anlamlandırmaları yorumlayabilmek, bir kaç dinleyişten sonra mümkün.Greg Sanders’ın Distance olarak müzikal kariyerinin başlangıcı da bu izleme, dinleme, gözlem gibi birbirleriyle bağlantılı bir güzergahın takibi neticesinde ortaya çıkar. Phil adlı arkadaşının tavsiyesi üzerine, garage ve 2step gibi, dubstep ile aynı soy ağacında yer alan müziklerin izlerinden, Kiss FM de DJ EZ’nin Wookie, Zed Bias, Oris Jay, DJ Zinc gibi üreticilerden seçtiği parçalarla oluşturduğu, karanlık yönleri ağır basan setlerde duyumsadıklarının etkileşimi ile kendi müziğinin oluşturabilme gayreti içerisinde kendisini bulur. Bu yönelişimin ilk meyvesi olan “Trust My Logic” parçası yıllar boyu dinlediği DJ EZ’nin programında yer almasıyla beraber Distance ismi yavaş yavaş duyulmaya başlar. Bu satırlar dahilinde sıklıkla adını andığımız, bir şekilde dubstepin sınırlarında kendine yer bulan üreticilerin çalışmalarının ilk dinletişlerini gerçekleştiren, onların, deyim yerindeyse ellerinin ısınmasını sağlayan, destekçisi olan, sınrısızlıklarına dair gözlemlerini paylaşmaya çalışan, yapımcı Mary Anne Hobbs’un 2006 yılında BBC Radio1’da küratörlüğünü üstlendiği “Dubstep Warz” özel programında, Digital Mystikz, Loefah, Hatcha, Kode9 & Spaceape, Skream ve Vex’d gibi dubstep’i adını veren isimlerden, onların bu çıkışlarına ortak olan yenilikçi isimlerin karşılaştığı kurguda yer alması, Distance’in yolunu dikkatli bir biçimde emin adımlarla ilerlettiğini, bir yandan da müziğinin duyurabilmesinin önünü açmayı başardığını gösterir. Karanlık ekolarla harman edilmiş ses örgüleri, birbirlerine lehimlenmiş izlenimi uyandıran elektronik sekansların endüstriyel soğuklukla buluştuğu “debut” albüm “My Demons” bu ilerleyiş içerisinde dinleyicilerle buluşan ilk kayıt olur. Planet Mu etiketiyle yayınlanan çalışma, tıpkı gizli bir cevher olarak tanımlayabileceğimiz Scorn ve ardılından çalışmalarına yeni düzenleme / remiks prodüksiyonu gerçekleştireceği Vex’d gibi sanatçı/ekiplerin kotardığı derinlikli, endüstriyel, aksak ritmlerle de arasını soğutmayan, gerçekliğin acıtıcı yönlerini irdeleyen isimlerin arasında kuvvetli bir ismin eklenmesini sağlar. Başka bir Dünya’nın sokaklarını, sesini duyumsuyorum dediği girişiyle beraber, Trent Reznor gibi solo kariyeri içerisinde elektronik tınılara da evrilen yapılandırmalara benzeşen, Night Vision, içeriğe olduğu gibi montelenmiş saf ve rafine drum machine kesitlerinin çiğ bir jangılın sınırlarını imlercesine seranat eylediği My Demons doğaçlaması, sert ritm döngüsünün üzerine serpiştirilmiş metal gitarlarının (bu sefer hazır ses kesidi yerine Greg Sanders’ın 18 yıllık emektar gitarından yükselen akorlara ev sahipliği yapan) tonlamayı değiştirdiği, durağan bir atmosferle tüm çözümlemeyi beraberinde sunduğu, başyapıt Traffic kaydın ilerleyen bölümlerinde dinleyicileri farklı sürprizler beklentisine ortak eden bir bağlac olur. Keza, ismiyle müsemma olmasa da Ska parçası da bu keskinliği barındıran, bir dönem Aphex Twin’in de müziklerinden dinlemiş olduğumuz endüstriyellikle terbiye edilmiş idm, akıllı dans müziği formuna dönüşen çalışma gibi örnekler, bu kırılgan hattın üzerinde evrilerek geliştirilen, kelimenin hakkıyla beraber aksak ritimlere kucak açan, bass kümelerinin merkeze taşındığı Fractured, ambient’ın puslu havasından esintileri barındıran Delight ve ötesiyle beraber Distance’ın müziğinin tüketim çarkının dışında kalan nitelikli işlerden birisi olduğunu kantılar. My Demons aynı zamanda Dubstep Forum tarafından 2007 yılın en iyi albümü olarak da tescillenir, dinleyicilerin oylarıyla beraber. Sınırsızlığı müzikal anlamda ispat eden çalışma böylelikle çıkan seslerin gereken yankıyı da bulabildiğine dair çıkarımlarla beraber, özellikle İngiliz eleştirmenlerce el üstünde tutulur. Geçtiğimiz Pazartesi günü yayınlanan ikinci çalışma olan “Repercussions”da bu minvalde en az ilki kadar kuvvetli seslerden örgülenmiş, dinleyiciler için alternatif olanı yakınlaştırmayı kendine şiar edinen bir bütünsellik barındırmakta ilk elden. My Demons’ın oluşturduğu derinlemesine ses kesiti, kurgulanabilir mekanik dış sesler, en önemlisi drum & bass’de de kulaklarımıza çalınmış yoğun bas kümelerinin kesişiminden elde edilen bir ezgi bütünlüğünün kuvvetlendiği, daha oturduğu bir yapı Repercussions’ın ana eksenini oluşturmakta. Sadeleştirilmiş melodi kesitinin üzerinde, kirini belli eden bir atmosferi beraberinde getiren Magnesium ile nahif bir giriş gerçekleştirilir. Shackleton ve Skull Disco projesinin içerisinde sıklıkla kullanılan oryantal motiflerin paralelinden bir ses seceresi ortaya çıkartmakta olan, Out Of Mind inişleri ve çıkışlarıyla beraber bass’ın gücüne teslim olmayı sağlayan deneysel dans müziğinin sınırlarına dahil olmamızı sağlıyor. Günümüz Dünyası’nın bağlı ve bağımlı bırakılmış yaşantısına göndermeleri barındıran eleştirileri, ses kompozisyonu içerisinde kurgulanışı ile sinematografik yansılara eşlik eden, şimdiden albümün baş yapıtlarından birisi olan Free Me, karaşınlık ile özdeş girişini müteakiben de, püriten metal gitarlarının kudretli akorlarına ev sahipliği yapan “mosh – step” Koncrete ile Distance’ın derin imgelemleri arasında seyrüseferimiz devam eder. Melankolik aynalamasıyla Burial, iTAL tEK gibi, dubstep dinleyicilerini olduğu kadar ana akım müzik dinleyicisinin de beğenisine hitap edebilecek, çoklu müzikal kesitlerden beslenen, soluk aldırmadan dinletmeyi başaran Loosen My Grip gibi ağıdımsı ezgilere de yer veren bir çalış aynı zamanda, Repercussions. Bu sonsuza kadar tüketilmişliğin bataklığına kendini kaptırmış insanı yüzleşmeleriyle buluşturan, seksenli yılların elektronik müziği ile endüstriyelliği buluşturan, dahice bir kolaj olarak betimleyebileceğimiz Mirror Tell ile finale uzanıyoruz. Yoğunlaştırılmış gitar akoru üzerine bezenmiş olan bass kesitlerinin harmanına imkan sağlayan Skeleton Grin, dubstep’in dingin olan yüzeylerinin yanı sıra, böylesine de kuvvetle yoğrulabilen, dinamik yapılara da evrilebileceğini ispata çalışan bir dinlencelik olarak kulaklarımıza çalınmayı, uzunca bir süre dinlencelik listesinde de kendine yer edinmeyi garanti ediyor. Tekinsiz bir Dünya’nın girdabında sesler daha da fazlasıyla hayatı ilmiklemeye, çözeltiler, müzikler ile hayata karşı daha metanetli yaklaşabilmemize yardımcı olmaya devam ediyor. Distance’ın müziği bu minvalde, yeterince açık ve seçik olarak dinleyicilerle buluşuyor. Tekdüze ritmlerle örgülenmiş kendini müzik olarak tanımlayan yavanlıklardan sıkılanlar için, Distance’ın daha önce sadece kendi şirketi olan Chestplate’den yayınlanmış olan kayıtların da yer aldığı ikinci bölümünün pekiştiriciliği ile tadını çıkartmanızı salık veririz. Keşfedin…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8 ———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Hope – By Super_G
© Super_G
Distance Photos From
1– –2– –3

>>>>>Poemé
Mendilimde Kan Sesleri – Edip CANSEVER

Her yere yetişir
Hiçbir şeye geç kalınmaz
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla.

Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet Abim benim
insan yasadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve birgün birinin bir adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anisi işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
— Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben —
Cigara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun cabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar…
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli degil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

>Deuss Ex Machina # 232 – On A Desolate Shore A Shadow Passes By

1 Comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_232_–_On A Desolate Shore A Shadow Passes By
17 Kasım 2008 Pazartesi gecesi yayınlanan programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Kosha-Rise Of Jah (Mixing Records)
>2<-The Others-Bed Bugz (Veri Lo Records)
>3<-Skream-If You Know (Tempa)
>4<-Rusko-Jahova (Sub Soldiers)
>5<-Headhunter-Physics Impulse (Tempa)
>6<-Shackleton-You Bring Me Down (Peverlist Remix) (~scape)
>7<-Shackleton-Shortwave (Skull Disco)
>8<-TRG-Generation (Breakage Remix) (Naked Lunch)
>9<-RUF-Rudeboy Riddim (VIP Mix) (Kraken Recordings)
>10<-Watson-I Don't Wanna (Mixing Records)
>11<-Time Out-Mafia Riddim (Mixing Records)
>12<-MRK 1-Get Out Clause (Earwax)
Download / İndir

On A Desolate Shore A Shadow Passes By Bölüm (232) – Gölgesi Bile Kalmamacasına İz, Pusun İçerisinde Kaybediliyor. Kay[ıp]bedenler -CAN- Çekişiyor. Notasal Bir Yalnızlık Mani Manifestosu. Dolambaçsız Sert Ünsüzlerden Derlenen, Silinip Gitmeden…

>>>>>Bildirgeç
Okuma Parçası:
Arat DİNK – Yokluğum Türk Varlığına Armağan Olsun
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül soruyor: “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?”

Soru basit, hadi cevap ver.

Tek başına bir anlamı yok tabii. Hatta tek başına okunsa “Allah söyletmiş” ya da “gönülden söylenmiş sözler” de denebilir. Nitekim dünyanın birçok yerinde “Türkiye etnik temizliği kabul etti”, “Türkiye’de resmî görüş değişiyor” gibi olumlu yorumlarla karşılayanlar da olmuş.

Oysa işin aslı öyle değil. Zira Bakan “bugünkü devlet”i olumlayarak soruyor sorusunu. “Şunlar devam etseydi bugünkü devlet olur muydu” derken de eğer bugünkü devleti olumluyorsan, o devam etmeyen şeylerin devam etmemesinden de memnunsun demektir. Açık açık da söylemiş zaten –ben niye bu kadar uğraşıyorsam?..

Birçok yabancı, “bir savunma bakanı niye bunlarla ilgileniyor” diye de sorabilir tabii. Türkiye’yi biraz bileni de “savunma”nın bu ülkede başka bir egemenin tekelinde olduğunu bildiğinden, savunma bakanının asıl işini yapamadığı için mecburen başka şeylerle (demografik yapı, ekonomi vs.) ilgilendiğini düşünebilirdi. Ama Türkiye’yi biraz daha tanısa, azınlıkların bu ülkede tam da bu alanda değerlendirildiğini bilecek, hatta eğitim kitaplarında azınlıklardan sadece Lise Milli Güvenlik Ders Kitabı’nda bahsedildiğini bilecek ve Bakan’ın bu ilgisine hiç şaşırmayacaktı. Kısacası, savunma bakanı işini yapıyor.

Ciddiyete davet edildiğimi duyar gibi oluyorum. O yüzden bundan sonrası çok ciddi olacak. Soru neydi?..

“Rumlar, Ermeniler (YAŞAMAYA) devam etseydi, bugün Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?”

“Hayır olmazdı.” Basit soruya basit cevap.

Sen kalk, yokluğuma övgü düz, sonra da o yokluğum üzerine bir ülkenin kurulduğunu ifade et, o ülkenin bugünkü halini makbul gör, ondan sonra da ‘olsalardı ne olurdu halimiz’ diye iç geçir. Kendi ayağına kurşun sıkmanın tarifi gibi bir şey. ‘Sana ne’ diyeceksiniz. Sıkmışsa sıkmış. O ayakla sizin birlikteliğinizi çoktan koparmadılar mı zaten? Gerçekten de işin bu bölümünden artık bana ne…

Tabii işin en acı tarafı, Bakan’ın söylediklerinin büyük bölümünün maalesef doğru olması. Peki, doğruysa doğru, sorun ne? Bakan doğruyu söylüyor ama doğruyu yanlış söylüyor. Yüreğimizin tavan aralarına, bodrum katlarına koyup, gittiğimiz her yere beraberimizde götürdüğümüz, kırılgan acılarla dolu sandıklarımızı oradan oraya savuruyor. Zar zor, ite kaka vardığımız “O dönem herkes çok acılar çekti” kavşağından, direksiyonu birden bire “iyi oldu” sokağına kırıyor. Olanları doğru söylüyor ama olanların doğru olduğunu da söylüyor.

Şu soruya hakkıyla cevap verelim şimdi…

“Hayır, aynı olmazdı. Süper olurdu.”

Sen ne diyorsun?

Bütün ülke üç noktaya birikmez, kırk küsur merkez olurdu. Yirmi, otuz yıllık fidan hayatlarımız değil, kadim bir orman gibi kültürümüz olurdu. Anasının doğduğu yerde doğabilirdi herkes, işte o zaman ülke, “memleket” olurdu.

Ben neler söylüyorum?

Hiçbir şey değişmese bile en azından o insanlar bugün yanımızda, bizimle yaşıyor olurdu. Hiçbir şey değişmese bile en azından sen bu ülkede savunma bakanı olmazdın. Olsan da böyle düşünmezdin. Düşünsen de böyle konuşacak cesaret bulamazdın. Konuşsan da ertesi gün hâlâ bakan olmazdın.

Bir daha bakalım, savunma bakanı neyi savunuyor?..

Olmamamızın iyi olduğunu savunuyor. Tehcir ve mübadelenin Türkiye için çok hayırlı olduğunu savunuyor. Bunca yıl söyleyip duracaksın ‘öyle bir niyet yoktu, bunlar savaş tedbiri’ falan filan diye; ondan sonra da, bu “gönülsüz tedbirler”den nasıl fayda sağladığını, onların üzerine nasıl inşa olduğunu falan, rahat rahat anlatacaksın.

Bu gönülsüz tedbirlerin anlamının “milyonlarca can” olduğunu ayrı bir cümlede söyleyeyim dedim, yoksa ağır olacak…

Çok sık unutulan ilginç bir şey söyleyeceğim: Biz hâlâ varız. İşte şu kadarız bu kadarız. Azız mazız, azınlığız, ama varız. Bizim de (yani şu an olanlarımızın da) olmamamızı mı istiyor Bakan?

“Yok” diyecek elbet. “Estağfurullah. Olur mu hiç öyle şey; sizin başımızın üstünde yeriniz var.” Madem bizim olmamızın bir mahzuru yok o ölenler, o gidenler de olsaydı… Ama o bunun cevabını vermiş. Onlar işte verimli topraktaydı, adadaydı modadaydı, paralar onlardaydı… “O verimli topraklar, o paralar babanın malıydı da hileyle hurdayla mı aldılar, yalanla dolanla mı aldılar? Onlar, o verimli topraklara gökten zembille mi indiler” diye sorarlar adama.

Bu resmî tez benim kafamı iyice karıştırdı. O insanlar tedbiren mi sürüldüler, yoksa verimli topraklardalar diye mi sürüldüler? Unutmuşum, zaten Ermeniler Ermeni oldukları için sürülmemişlerdi… Sadede geliyoruz galiba. Tabii o zaman “soykırım”dan yırtmak için verimli topraklardaki müslim-gayrimüslim herkes sürüldü” gibi bir şey söylemek gerekecek –o tarih de yakında yazılır herhalde.

Sermayenin “milli”leştirilmesiyle (hele böyle millileştirme) liberal ekonominin aynı cümlede nasıl kullanıldığını da bir uzman bize anlatır artık. Sen “milli”yi böyle tarif et, “millet”i, “Türk”ü böyle tarif et ondan sonra da çıkıp “tek millet” diye slogan attığında karşı çıkanlara kapıyı göster. “Ben Türk değilim” diyene de kız.

Çok ciddi bir önerim var. Hani göz bebeklerimizi, civcivlerimizi her pazartesi sabahı, torna-tesviye sıralarına oturtmadan önce, beton bahçelerde topluyoruz ya, hani onlara şuur aşılayıp, tekleştirip, kutsal amaçlara kanalize edip, dar borulardan geçiriyoruz ya. Hani hep bir ağızdan ant içtiriyoruz ya: “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye… Azınlık okullarında şöyle dedirtelim çocuklara mesele kapansın: “Yokluğum Türk varlığına armağan olsun.”

İnkârdan ikrara doğru yol alınacağını elbette öngörebilirdik de, o ikrarın böyle gönülden bir ikrar, yaşananı olumlayan bir ikrar olacağını da doğrusu tahmin edemezdik.

“Gönülsüz tedbirler”den, “gönüllü yokluğumuz”a, resmî ağzın önlenemez evrimine tanık oluyoruz. İç ses artık işkembede durmuyor, duramıyor. Ne de olsa egemenler inkârı sevmez. “Madem egemenim, niye inkâr edeyim?” Egemenlerin “İnkâr Hanı”nda konaklamaları geçicidir hep; o, hanın jeopolitik önemindendir, konjonktür baskısındandır, meşruiyet derdindendir. Zincirinden boşaldı mı “İkrar Evi”ne dönmek ister, evi gibi yoktur onun. Gönlünde yatan aslan kükrer: Yaptımsa yaptım; yine yaparım!

Sür kardeşim o zaman. Gönlümüz zaten sürüldü çoktan. İliklerimize işlemiş kör olası ilkeler sayesinde zaten zar zor durduğumuz memleketimizden, atalarımızın, daha da önemlisi torunlarımızın yüzüne bakacak onurlu bir duruş uğruna ağız dolusu lafı yiyip yuttuğumuz, her gün yaşamaya çalışarak yaşadığımız DÜNYAMIZDAN, sür bizi de gayrı. Sür gitsin, sür bitsin. Bu lafı yutmayacağım ben.

Ama niye süreceksin? Bizim etimiz ne budumuz ne? Dişinin kovuğuna gitmez. Zaten biz sürüyüz. Egemenliğe ortak olmayı istemek yerine, egemenin akıllısını ister ya sürüler, bizimki de o misal; oturmuş egemenin akılsızlığından bahsedip, egemen uyarıyoruz. Bu kadarı da fazla, bu iş böyle göstere göstere de yapılmaz ki. Vicdan evinden hiç mi geçmedi yolun?

Kaynakça: Taraf Gazetesi 15.11.2008

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————

>>>>>Info Go-R-Sel Desolated – By .leila
© .leila

>>>>>Poemé
Unutmadığım – Ahmet ARİF

Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı – berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri…

Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı
Gözlerin hani?

“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz’ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi…

Duymak,
Gözlerinde duymak üç – ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi…
Gözlerin hani?

Kaynakça : Siir.gen.tr

>Deuss Ex Machina # 231 – Mitternachtsantrag-Linie

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_231_–_Mitternachtsantrag-Linie

03 Kasım 2008 Pazartesi gecesi yayınlanan programın parça dizinidir.

>>>>>Musique

Album Of The Week: Deadbeat-Roots And Wire (Wagon Repair)
>1<-Deadbeat-Babylon Correction (Feat. Paul St. Hilaire) (Wagon Repair)
>2<-Deadbeat-Rise Again (Feat. Paul St. Hilaire) (Wagon Repair)
>3<-LV-CCTV (Feat. Dandelion) (Hyperdub)
>4<-Cast Iron-Olivia Drew (Mixing Records)
>5<-Kizer-Hype (Mixing Records)
>6<-SD & Grim D-What's That Smell? (iM Digital)
>7<-DPZ-Lock This Shit Down (Mixing Records)
>8<-Collie Budz -Come Around (Don Goliath Refix) (White Label)
>9<-Digital-Dubstation X (Mission Impossible)
>10<-Sub Scape-Transaction (Dub Police)
>11<-Thom Yorke-And It Rained All Night (Burial Remix) (XL Recordings)
>12<-Björk w. Antony Hegarty-Dull Flame Of Desire (Modeselektor's Remix For Boys) (One Little Indian)

Mitternachtsantrag-Linie Bölüm (231) – Dahil edildiğimiz çemberin dışında değişim sesleri, çabası yükselişe geçiyor. Ümit elden bırakılmadan, yürekler daha fazla kararmadan bir yol aranıyor. Hatlar açık, siparişleriniz bekleniyor.

>>>>>Bildirgeç
Bugün size şunu hatırlatıyorum ki, dostlarım, ümitsizlik batağında boğulmayalım. Şu an yaşamış olduğumuz ve önümüzde bulunan zorluklara rağmen, hala bir hayalim var benim. Bu hayal, Amerikan rüyasının derinliklerine kök salmış bir hayaldir.

Evet… Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkacak ve kendi inanç değerlerini tam anlamıyla yaşayacak. Şu husus apaçık ortadadır ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.

Bir hayalim var benim!…
Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler…

Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların ateşiyle bunalmış olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…

Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, dört büyük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar…

Bugün bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Alabama eyaleti, şirret ırkçıları ile, ağzından hep müdahale ve yasaklar yönünde sözler dökülen valisi ile, o eyalet bile, minicik siyah erkek ve kız çocuklarının, minicik beyaz erkek ve kız çocukları ile, kardeşçe el ele tutuşabilecekleri bir yer olacaktır…

Bugün bir hayalim var benim…
Evet, bir hayalim var…! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Allah’ın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz.

Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla Güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde, bir gün özgür olacağınızı bilerek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek ve hürriyet için hep beraber ayağa kalkacağız.

İşte o gün yüce Tanrı’nın bütün kulları yepyeni bir ruhla söylenecekler bu şarkıyı:
Benim ülkem, senin ülken.
Özgürlüğün güzel yurdu,
Sana söylüyorum bu şarkıyı.
Atalarımın öldüğü toprak burası.
Şehitlerin gururu olan toprak…
Her bir dağın yamacından,
Özgürlük yankılanacak!

Ve eğer Amerika büyük bir ülke olacaksa, bunun gerçekleşmesi şarttır. Öyle ise,

New Hampshire’ın yüce tepelerinden özgürlük…
Yankılansın, New York’un ulu dağlarından…
Ve… Pennsylvania dağ kasabalarının zirvelerinden…
Colorado’nun karlarla kaplı kayalıklarından yankılansın!..
Yankılansın, California’nın kıvrımlı yamaçlarından…
Yalnızca Georgia’nın Yalçın Dağlarından değil,
Mississippi’deki her bir ağacın yamacından yankılansın özgürlük…

Ve bunu başardığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlük şarkısının yankısını duyduğumuzda, o gün daha da yakın olacak ve Tanrı’nın bütün kulları siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler el ele tutuşarak siyahların eski bir ilahisini söyleyecekler.

Sonunda özgürüz!
Şükürler olsun Ya Rabbim!
Sonunda hepimiz özgürüz.

Martin Luther KING Jr. 28 Ağustos 1963 Washington”

Hayallerin yeri ve zamanı geldiğinde pek çok kural ve kanunun düzenleyebileceği en iyi şartlardan daha fazlasını sağlayabileceğini irdeleyen bir söylev, alıntılayıp sizlerle paylaştığımız. Şartlar ve zaman mevhumu hareketlenmiş olsa da üzerinden 45 sene geçmesine karşın, hala ve ısrarla Dünyanın belirli yerlerinde karşımıza çıkan, çelişkilerle kendi inandıkları kör, sapa bakışıma tutunmaya devam eden genelleyici ırksal ayrımcılığın, nazarı dikkate alınmasını sağlayan öncül metinlerden birisi. Gerçeğin acıtıcı yönlerini son derece iyi bir biçimde gözlemlenebilmesine de olanak sağlayan, bir ülkenin sınırları dahilinde yaşamaya devam eden insanların sadece ten renklerinden dolayı uğradıkları haksızlıklara karşın, sivil toplum hareketinin gereklerinden birisini de oluşturan, muhalifliğin nasıl yapılması gerektiğine dair önermeler bütününe ses veren bir tarih notu alıntıladığımız. Çözümlemesi ile beraber. İşlevselliğin inanılan hayallere sahip çıkılmasından geçtiği konusunda derinlemesine bir bütünlüğe işaret eden bir yönlendirici. Hayallerin peşinden koşabilmenin “korku” tabelalarıyla desteklendiği patikalarla muhteviyatının sağlamlaştırıldığı, epey uzunca bir süre daha bu ve buna benzemesi muhtemel haksızlıklara karşın tepkisizliğin damıtıldığı 21. yüzyıl içerisinde dönüp tekrar tekrar, en başından sonuna kadar okumamız gereken bir yazın aslında, “Bir Hayalim Var” söylevi.
Sosyal gerçekliğin dişe dokunur bir tavır, düzenleme, istikrar barındıran örnekler bütününden muhaf tutulması ya da yadsınıyor olması, hayalleri gerçeğe dönüştürmeyi fazlasıyla zorlaştıran en önemli ayrıntıyı oluşturuyor. Kuvvetler dengesindeki muhafazakarlaşmanın getirisi olan haklar ve özgürlükler altındaki tüm bileşenlerin korku dolu politikalara evrilmesi neticesinde, özgürleşebilme ancak başkalarının haklarına yeterince sertlikle müdahalede bulunabildiğinde geçerliliğini sağlayan bir önerme haline dönüştürülüyor. Hayat, tıpkı o reklamlarda karşımıza çıkagelmiş olan bir zamanlar hayalleriniz mi vardı? Şimdi topyekun taşa tutuldu. Size kalanlarla hayatınızı idame etmenizi salık veririz yollu önermelere evriliyor. Aslolan eşitliği sağlayacak yöneticilerin, kimsenin hemen hemen kimseden pek bir farkının olmadığı, yaşamının herhangi bir evresinde yeni müdahale sahaları oluşturmadan, dinleyerek, karşılıklı anlayarak düzenlenebileceğinin farkına varılmasından geçen bir sürecin zaten bizi o engin hayallerimize ulaştıracağı bilgisinin farkındalılığına varmaktan geçiyor. Bunu da sağlayabilecek yegane çaba olarak değişimleri zamanında uygulama konusunda tereddütlerimizi bir kenara bırakıp harekete geçebilmemizin sağlayabileceğinin farkına ise yeterli ivmeyi saptayıp harekete geçebilen öncüllerin yapılandırmalarının, kararlarının sonunda yapabildiğimiz durum değerlendirmelerinde vakıf olabiliyoruz. Geçtiğimiz Salı günü gerçekleştirilen Başkanlık Seçimlerin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin başına geçmesi kesinleşen Senatör Barack Obama’nın sunduğu vizyonda kendine yer bulan imgeler ve açılımlar tüm bu kaotik ayırıştırmaların nihai bir çözüme varabileceğinin, en sonunda her bir birey için değişimin gerçekleştirilebilirliğini sorgulayabilmemizi sağlıyor. Sadece mantıki problemlerle çetrefilleştirilip görünmez kılındığı var sayılan ama gün gibi ortalığa çıkmaya hazır ayrımcılığın henüz yeryüzünden silinmediği bir coğrafyada temkinli ama kararlı adımlarla bunların üstesinden her beraber gelinebileceğinin altı çizilmişti. Üzerine uzun uzun yazılar tefrika edilmiş ve zamanımızın kanayan yaralarından birisi olarak dur durak bilmeyen bir süreçte halen devam etmekte olan, Irak İşgalini nihayete erdilirilmesi için ivedilikle askeri birliklerin geri çekilmesinden başlayacak çalışmalarla sonuçlandırılacağına dair söylemlerini iletmişti. Çok şükür ki sonuçta, saldırganlıktan başka bir çaresi olmayanların iktidarına karşı Cindy Sheenan gibi Irak’ta oğlunu yitiren anneler başta olmak üzere Savaş Karşıtlarının sesi bir yerlerde yankı bulmayı başarmıştı. Keza Demokrasi götüreceğiz denilerek, gelen gideni aratır sözünü de teyit edercesine, istikrarlı bir biçimde uygulamaya geçilen, bizzat bir ülkenin yaşanılmazlığı nasıl sağlanır sorusunu açıkça irdelendiği bir halkın da gözyaşları duyulmuştu. Sonunda.
Yeni muhafazakarlığın ve onların tavizsiz şahinlerinin akıl almaz dayatmalarla oluşturdukları Büyük Ortadoğu Projesi gibi çalışmaların hatalarına bir son verilebilmesi için çalışılacağının böylelikle Dünya’nın Jandarmalığından biraz daha insani sağaltımlara kapının aralanabilirliği gibi önemli sosyo-politik olgularda değişimin artık vaktinin geldiğinin altı çizilmişti. Gereken zamanında doğru kararların alınabilirliğini sağlayabilmek için iyi bir başlangıcı temsil ediyor gerekenin sadece değişime oy verilmesinden geçtiğinin altı çiziliyordu. Bir yılı biraz geçen bir süredir Barack Obama, hitabetindeki kuvvetliliği, seçtiği kelimelerdeki öznelliği, sorunlara olan bakışını açıkça ifade etmesinin mükafatını seçimden zaferle çıkarak gerçeğe dönüştürdü. Adil, dürüst, Amerika’ya olduğu kadar Dünya’nın geri kalanında da bu kadar ses getirmesinin yegane sebeplerinden birisi olarak, hemen hepimizi etkilemiş olan gerek ekonomik, gerekse de siyasi problemlerin çözümlenebilirliğini sağlamaya çalışılacağı uzunca süreli bir deneyim olacak. Kürsel bir köy haline gelen Dünyamız içerisinde de artık değişkenlerin, değişikliklerin hepimizin faydasına olacağı ise su katılmaz bir gerçek. İstikrarın sağlanacağı bir yerküreye sahip olabilmek için şimdi umudumuz Obama ve onun gibi dedikleri ile siyah/beyaz ayrımına ihtiyaç duymadan, çekinmeden geliştirdikleri sosyal yapılandırmaya ortak olabileceğimiz adaylara ulaşmak kalıyor. Leonard Doyle’un The Independent gazetesinde seçimin hemen ertesinde yayınlanmış olan makalesinin cümleleriyle finali bağlayalım. Bu düşünce nasıl gerçekleşti sorusu karşılığında Barack Obama “-Tekil bir sesin neler yapabileceği gösterildi. Sesinizle bir kurultay alanını değiştirebilirsiniz ve bir ses bütün bu sahayı etkileyebiliyor ise bütün bir şehri de etkileyebilir. Eğer bir şehri değiştirebiliyorsa, bir eyaleti de değiştirebilir, ve eyaleti değiştirebiliyorsa bütün ulusu da değiştirebilir. Ve bütün bunların sonunda tek bir ses ulusu / ülkeyi değiştirebiliyorsa bütün Dünya’yı da değiştirebilir.” (Seçim manifestosu)
Değişimin yansımalarına dair güncel örnekler hayatımızı şekillendirmeye devam edecek, buna hiç şüphe yok. Denemekten yılmayan, karşısındakini dinlemeye, anlamaya sarf eden, gelişmelerden pay biçmeye imkanlarımız, satırlarımız dahilinden fikirlerimizi seslendirmeye devam edeceğiz. Kurgusu dahilinde olabildiğince müziği “gerçek hayata” dahil etmeye çaba sarf eden örneklerden müteşekkil, Deuss Ex Machina geçtiğimiz Pazartesi akşamı yayınlanmış olan bölümü içerisinde de bu minvalde söylem bütünlüğüyle yukarıda kısaca değinmeye çalıştıklarımızdan da ilham alarak oluşturduğumuz bir seçki ile sizlerle beraber oldu. Elektronik müziğin bunca senedir cazibesini koruyabilmesindeki yegâne öğesi olagelmiş, yenilik, değişim ve türetme sıfatlarına denkdüşen ses örneklerini sunmaya çalıştık. Karalatılı seslerini merkezini yeniden konumlandıran Dubstep janrının ana ekseninde,öncül üretimleri ile bu disiplini fark edebilmemizi sağlayan Grime ve türün başlangıç noktasını teşkil eden ,muhteviyatındaki sosyal problem yoğunluğunu dans edilebilir kurgularda ironik biçimlerde sözler ile bütünleştirmiş Dub müziğinden, sınırlandırmalara takılı kalmadan, geniş bir dinlencelik alanını programımız aracılığıyla keşfetmeye çalıştık. Buna örnek teşkil edebilecek, alternatif elektronik müziğin daha büyük dinleyici kitlelerine ulaşmasında, gelişim ve üretim potansiyeli bakımından bir adım önde olan Kanada’dan rotamızı belirliyoruz. Avrupa ile Amerika’nın birbilerini devamlı kollayıp kozlarını paylaşan prodüktörlerine nazire yaparcasına, fersah fersah ileriyi düşünen, kurgulayan ve üreten emektarların ses verdiği Kanada’nın modern elektronik müzik sahnesini Dünyanın geri kalanında duyurulmasında önemli katkıları olmuş isimlerden Scott Monteith’in Deadbeat projesini, son çalışması olan “Roots & Wire”a dair notlarımızla beraber sizlerin ilgisine sunuyoruz.

1998 yılından bu yana sesler ile haşır neşir olmuş bir isim Deadbeat. Ses yelpazesini oluşturan ve minimal techno ile harman edilmiş “dub” tınılar icracısı olduğu müziği kısaca tarif edilmesi istenildiğinde en kolay açılım olarak betimlenebilir.2001 yılında yayınladığı ilk uzun çaları olan “Primordia”dan bu yana vuruculuğu kademe kademe arttırıldığı işlerin altında imzasını görüyoruz. Rastlantısal kesişimlerle örgülenmiş, dans edilebilir kurguların izole edilmiş ses kesitleriyle tanım ve anlam kazandırıldığı bir seyrüsefer ‘debut’ kayıtta dinleyicilerle buluşur. Doğaçlamaya imkan da sağlayan bu teorik açılımlar, dönemin parlayan yıldızı olarak lanse edilen “IDM”in sınırlarından bir adım daha ilerisinde dinleyicileri nelerin beklediğine dair önemli açılımları beraberinde getirir. Salt bir örnekleşmiş makina musikisinden uzakta, ferahfeza, yerel müzik enstrümanlarından da alınan ses kesitleriyle geçiş ve köprülemelere girişen, alternatif yüzeylerde ötekini arayan bir icracının ilk önemli çıkışı sağlanır. Mitchell Akiyama’nın intr_version etiketinden sunulan “Primordia”ın ardılı olan ve Deadbeat’in Avrupa’da isminin duyulmasını sağlayan ‘~scape’ dönemine girilir. “Wild Life Documentarties”, Monteith’in estetize etmiş olduğu tür harmanıyla dub-techno’nun öncüllerinden Basic Channel’ın izlerinde iz sürdüğü, Akufen, Stephen Beaupreé gibi aynı tonlamadan olmasa da benzeşen ses türeticisi, disiplin üyelerinin katkıları ile şekillenmiş future-dub sentez kaydı olarak tescillenmişti.
2002 yılında yayınlanan çalışmayla beraber, düz mantık sesleri dizip işini bitiren kolaycıl prodüksiyon anlayışından ziyade, bir hikaye tasvircisi rolünü kendine biçer, Deadbeat. Ana ekseni oluşturan dub müziği, genişletilebilir, dans edilebilir formlarda kendine yer bulmuş müzikal izlerden gölgelemelerle, alternatif öncüllüğünü sağlamlaştırmasına yol açacak aynalama teknikleri ile beraber hayatı da sorgulayan bağlaçlarla beraber bu deneyimleme imkanını birebir dinleyicinin zihninde kurgulamasına neden olur. Keza albümlerinin içerisinde politik duruşunu da sergilemekten geri kalmayan bir isim olan Deadbeat’in çalışmalarında kimi zaman Filistin’i, İsrail’i, kimi zaman yoksulluğun eziciliğine karşıt duruşu notalarla arayan, müzikle yanıt veren emekçileri (Jamaika’yı), kimi zaman da sosyalleşmenin genlerimizde yarattığı değişimlerin yaralayıcılığını ustaca sözler ile müziğinde duyurmayı başarır. 2004 yılında yayınlanmış olan “Something Borrowed, Something Blue” ve 2005 tarihli ana akım medyanın yer vermediği kayıp ruhlara ithaf edilmiş bir ağıt olarak da değerlendirilebilecek “New World Observer” kayıtları modern elektronik müziğin aslında hiçte sanıldığı gibi etliye sütlüye karışmayan bir yapıda olmadığının, gerekli olduğunda muhalif seslenişi de çokça yükseltebildiğinin önemli kanıtları olarak savlayabiliriz. Korku politikalarının neticesinde ortaya çıkan giderek izole edilmiş, gözetlenmeye, tecrit edilmeye muhtaç bırakılmış yaşayışlara, her iki tarafından kendi yönlerinde yaşadıkları (yaşayamadıkları) olağan hayata dair göndermelere sahip olan bir ağıt bütünlemesi “New World Observer”ı bu satırlar aracılığıyla bir kere tavsiye etmeyi bir borç biliyoruz.Bütün bu albüm çalışmalarının yanısıra Deadbeat’i, Stephen Beaupreé ile Crackhause projesinde house dozu çok iyi ayarlanmış dans müzikleri icra ederken, ağ yapılandırması ile birbirlerinden farklı noktalarda ortak ses performanslarını gerçekleştirmelerine olanak sağlayan Atlantic Waves projesinde Monolake (Robert Henke) ile elektronika’nın sınırlarında dolanırken keşfedebilirsiniz.Bu kadar verimli ve düzenli aralıklar ile birbirlerini tamamlayan işleri ortaya çıkartmayı başarmış olan Deadbeat’in merakla beklenen dördüncü stüdyo kaydı “Journeyman’s Annual” ~scape etiketi ile 2007 yılında piyasaya sürülür. Güncel olanın dışında kalmayı da başaran Deadbeat’in seyyahlığı dahilinde derlediği sesleri paralel bağlaçlar ile birbirlerine eklemleyerek ortaya çıkarttığı alternatif hikayelendirmelerinin son örneklerinden birisini teşkil eder, çalışma.Albümün açılışında karşımıza çıkan A Silver Mt.Zion’dan Sophie Trudeau destekli “Lost Luggage” akıllı dans müziğinin karaltılı sularını, dingileşmiş bir ağıt haline dönüşümünü belgeler. Bristol’lü Bubbz, Montreal’li Jah Cutta gibi underground ‘dub’ müziğinin saygın neferlerinden vokal destekleri ile dönüştürülen şarkılar anlaşılabilirliği daha da arttırmayı başarır. Eksikliği nihayetinde çözümlenebilmiş tek unsur olarak değelendirilen bu ayrıntı popüler olunmadan da kaliteli işler gerçekleştirlebileceğini ortaya koyar. Ayrıca, Saul Williams’ın “Black Stacey” parçasının eklektik dub & bass düzenlemesi özel olduğu kadar sözlerinin keskinliği ile Deadbeat’in politik türetmelerinden bir diğeri olarak kayıt dizininde yerini alır. Tek bir durak ve tek bir izlekten beslenmeyen Deadbeat’in alameti farikası da biraz da bu gerçekçil duyarlılığından ileri geliyor. Müziğin tek başına yeterli olabileceği, yüzlerce kelimeden oluşan bir yazınsaldan kimi zaman daha keskin bir manifesto haline dönüştürülebilirliği sorgulayan, dinleyicinin de düşünmesine ön ayak olan bir deneyimleme imkanı sağlar.

Farkındalılık sağlamaya çalışan sesler, dinleyicileri de olay örgüsünün bir parçası haline dönüştüren deneysel büntünlüğün şimdilik son durağı olan, altıncı albüm ‘Roots And Wire’ ile ilgili notlarımızı paylaşalım. Montreal’de başlayan müzikal kariyerin, elektronik müziğin şimdisine bir mabet olarak taçlandırılan merkezlerinden birisi olan Berlin’e taşınmasının izlerini keşfedebileceğinizi ilk elden iletelim. Techno ve House’un Minimal üst takısına sahip öznel ve öncül kayıtlarının çıkış merkezi olan Berlin’in giderek kozmopolitleşen yapısallığına da göndermeleri barındıran bir derleme Roots And Wire. Seslerin daha fazla makinelere entegre edilmiş ham halleriyle dolaşıma çıkan, manipüle edilen, tekrara fazlaca dayalı olmayan orjinalliğinden beslenen ve destek alan bir çalışma. Pek ala bu durumu Dub müziğinin 2000’lerden itibaren yakaladığı Digi-dub, Grime, Dubstep vesair takılara sahip yeni alt türlerine de yeni önermeler getirmeye çalışıldığının altını çizebiliriz. Roots And Wire bu minvalde, Deadbeat’in uzunca süreli projelerinde işin gerek stüdyo bölümlerinde, gerekse de canlı performanslar sırasında desteğini esirgemeyen minimal techno mihmandarı Robert Henke ya da bilinen namı ile Monolake’in katkılarını yadsıyamayız. Albümün açılış ve kapanış parçalarında vokallerde Deadbeat’e destek çıkmış “Paul St. Hillarie” (Mark Ernestus ve Moritz von Oswald’ın kurucusu oldukları dubtronika Rhythm & Sound, solo kariyerinden Tikiman) önceki çalışmalarla beraber tüketilebilmeyi kolaylan bir geçiş modellemesinin altında imzasını görmekteyiz. Muhalif kimliği, popülist yaklaştırmalara denk düşmeden, adres göstermeden gerçekleştiren Deadbeat açılış parçası olan “Rise Again” ile aynı istikrarı sürdürmekte. Saydamlaştırılmış bir melodik dijital dub, kompozisyonu üzerine Paul St. Hillarie’in vokali gerekli olan inandırıcılığı dinleyiciye ulaştırıyor. Canlı atmosferin albüm genelindeki parçaların birbirlerine geçiş noktalarının bağlantılanmasından tutun, bütüne baktığınızda ortaya çıkartılan ses kompozisyonu “Basic Channel”ın derinlikli techno dub kolajının 2008 yorumlarında nerelere ulaşılabilirdi sorularına da yanıt aramaya çabalayan bir kolajı sunmakta. Bu durum albümün ilerleyen süresi dahilinde bir kaç kere daha hatra düşmektedir. Dubstep’in “dancehall” ile kesişimine vurgu yapan örneklemi, albümle aynı ismi taşıyan “Roots And Wire” geleneksel türetmeler ile teknolojin kararında kullanıldığında sonuçta ortaya çıkan etkiyi sağlamlaştıran bir deneyimi sağlıyor. ~scape etiketiyle yayınlanmış olan “Journeyman’s Annual” albümünde yer alan “Night Train To Paris”nin de devamı olarak, parçaların bir noktada kalmadığını kayıt dizinleri içerisinde bir şekilde yeniden kurgulanabilirliğini de deneyimlemekte, Deadbeat.

Dar alanda kısa paslaşmalara dönüşen Minimal Techno’nun seyrini değiştirebilmek için kullanılagelen figürlerden birisi olan perküsyonlarla desteklenmiş Dünya müziği örneklemine son derece yakından bir ara bağlantıyı sağlayan “Grounation (Berghain Drum Jack)” Rasta davulun yapılandırmanın tam merkezine konumlandıran, onu farklılaştıran bir dans müziği öğesi haline dönüştürüyor. Kollektif kimliğin yaygın bir biçimde kullanıldığı Dub öğesinden beslenen Techno’nun analizine evrilen, 12” plak çalışmalarında kendisine yer bulmuş olan “dans ettirir” etiketini bileğinin hakkıyla sağlayan iki parça “X Berg Ghosts” ve “Deep Structure” türetmelerde tekdüzeliği yıkabilmenin o kadar da zor olmadığını idrak edebilmemize sebep oluyor. Noktaların birleştirildiğinde alternatif akımların arası bir dinlencelik listesi oluşturulabilmek de cabası. Detroit Techno’nun karaltılı havasını yansıtmakta olan, bas kümelerinin koskocaman bir hangarın içerisinde dolaşıma çıkartılması gibi evrilerek ileri, geri yansıyan “Night Stepping” ile finale ulaşıyoruz. Çiğ ambient tonlarıyla başlayan, birkaç satır öncesinde değindiğimiz davulların kullanımıdan kuvvetlenerek, dub reggae’nin döngüsüne Paul St. Hillaire’in vokallerinin de katkılarıyla intikal ettiğimiz “Babylon Correction” döngüyü tamamlama- mızı sağlıyor Deadbeat. Müziğin sentezlenebilirliği konusunda hala endişe taşıyanlar için, acemice kotarılan işlerle minimalizmi kurtardıklarını düşünen prodüktörler için önemli bir başucu kaynağı. Dinleyici tarafında olan bizler için ise, tadının uzunca bir süre çıkartılabilecek bir müzik ziyafeti. Çekincesiz yılın en önemli elektronik albümlerinden birisini takdimimizdir. İyi Dinlenceler….

* Elektronmaşina Serial 6’da yer alan eleştirinin üzerine remikslenmiştir.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
İncelenesi Makaleler
Değişim – Elit Milli – Etrafta
Gökten Bir Elma Düştü – Umur Talu – Sabah
Hayaller Gerçek Oldu – Banu Güven – Radikal
Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar – Yaprak Aras Şahinbaş – Trendometre

Deadbeat At Myspace
Deadbeat At ~scape
Deadbeat Gimme A Little Dub Video At Dailymotion
Deadbeat Birrarung Beats Live At Uber Lingua Set At RBMA
Deadbeat At Resident Advisor
Deadbeat Roots And Wire Review At Proodos
LV At Myspace
Dandelion At Myspace
Hyperdub Official
Hyperdub At Myspace
Cast Iron At Myspace
Mixing Records Official
Mixing Records At Myspace
SD At Myspace
Grim D At Myspace
Eesti Dubstep Official Myspace
Collie Budz Official
Collie Budz At Myspace
Collie Budz Dubstep Refix At Chemical Records
Don Goliath Official
Don Goliath DDR At Myspace
Digital At Myspace
Dub Police At Myspace
Sub Scape At Myspace
The Eraser Official
Burial At Myspace
Björk Official
Björk The Dull Flame Of Desire Informative
Modeselektor At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8 ———————————————————

>>>>>Info Go-R-Sel November 4 2008 – By Patrick Moberg
© Patrick Moberg
Deadbeat Photos By Lars Borges Courtesy From Below Listed Site
D34Db34T

>>>>>Poemé
Dar Dünya – Aziz NESİN

Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor
Patlayacağım

Acımın acısından susmuşum
Ki suskunluğum göklere sığmıyor
Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
Gönül dar geliyor sevgime
Kafam beynime
Ah şakaklarım
Çatlayacağım
Anladım artık anladım
Kimselere anlatamayacağım

Kaynakça

>Deuss Ex Machina # 230 – Il Censore Non Produce Mai Due Volte Lo Stesso Battimento, Esso Uccide

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_230_–_Il Censore Non Produce Mai Due Volte Lo Stesso Battimento, Esso Uccide

27 Ekim 2008 Pazartesi gecesi “bant kayıt” ile gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: AGF-Dance Floor Drachen (AGF Produktion)
>1<-Fennesz-Saffron Revolution (Touch)
>2<-Aidan Baker & Tim Hecker-Hymn To The Idea Of Night (Alien8 Recordings)
>3<-Aidan Baker & Tim Hecker-Auditory Spirits (Alien8 Recordings)
>4<-Windy & Carl-Champion (Kranky)
>5<-Windy & Carl-Snow Covers Everything (Kranky)
>6<-Yair Etziony-Man-Made (Spekk)
>7<-Yair Etziony-Flawed (Spekk)
>8<-Bichi-Erobreren (Cactus Island Recordings)
>9<-Bichi-Forføreren (Cactus Island Recordings)
>10<-AGF-Slowly (AGF Produktion)
>11<-AGF-If You (AGF Produktion)

Il Censore Non Produce Mai Due Volte Lo Stesso Battimento, Esso Uccide ! Bölüm (230) – Garipsemeden İçselleştirmemiz, Bir Şekilde Sürünün Ses Çıkartmayanlarından Sayılmak İçin Suspus Kesilmemiz İçin Vesileler Aranıyor. Engelin artık aynı nokayı iki kere vurmayacağına inanmak istiyoruz.!!!

>>>>>Bildirgeç
Oluşturulmaya çabalanan sistemin, neredeyse tüm değerlerinde oynamalar gerçekleştirilerek, avamda oluşacak hemen her türlü otorite karşıtlığının bastırıldığı, sıfırlandığı, mutlak itaatin sağlandığı, düşüncenin önceden tasvir edilmiş ya da manipüle edilmiş örnekleri dışındaki her hangi bir şey aramanın sonucunun ise felaket olarak tezahürünün buyur edildiği, Parti’ye olan itaatkarlığın, yaşamak için halkına ön şart olarak koşulduğu kurallar çerçevesindeki imgelerin birbiri ardına sıralandığı, “Büyük Birader” teriminin de ilk kez kullanıldığı, George Orwell’in zamanımıza dahi yansıyan öngörülerini de işleyen, kehanetlerden mülhem ‘1984’ romanından bir alıntı yapalım. Bahsi geçen kurguda, Okyanusya’yı bir mutlak sanallıkta yönetmekte olan Partinin elini sağlamlaştırmasına da yol açan, en önemli ilkelerinden birisi olarak kendisini konumlandıran, ‘Geçmişi denetleyen geleceği de denetler, şu anı denetleyen geçmişi de denetler’ cümlesinden hareketle çıkarımlar gerçekleştirmeye çalışalım. Halkın okuduğu veya okuyabileceği yazınsal tüm kayıtların üzerinde durmaksızın bir inceleme, değiştirme, o günün şartlarına uygun olarak bir biçimde sürekliliği korunarak yapılan sansürleme ile toplumun sorgulamasının nihayetlenip dikte ettirilene sebat etmesini sağlamlaştıran bir alıntı bu.Bunu romanın içindeki basın yayın merkezi fonlu değişik alt bölümlerde, kullanılan sürükleyici pasajlardan, değişkenliğin yakıcı bir biçimde yansıtıldığı, Michael Redford tarafından da sinemaya aktarılan kurgusunda deneyimleyebilmeniz mümkün. İletilenlerin mutlak doğru olduğu sanrısına kaptırmışlığın, bir sene önce hatasız, temiz olanın, bir senenin ardından hatanın bataklığına gömülmüş azılı bir düşman olduğu evrimini inceleyebilmek bile başlı başlına halkın, “muktedir”le olan sorunlar dizisinin o zamanlardan bu zamanlara sürekliliğini koruyarak genişlediğini gösteriyor. Sorun daha en başında gizemli bir el tarafından silinen gerçekliğe tereddütsüz şartsız itaat edilmesini işaret ediyor, anılageldiği üzere hafızayı beşer nisyan ile malüldür sözünü haklı çıkartıyor.

Dış dünyaya kulakları kapalı, gözleri bağlı, bilinci enikonu zayıflatılıp seyreltilmiş, her hali ile izole edilmiş, herşeyden bihaber kalması için çaba sarf edilen bir süreci gözlemleyebilme bu alıntıdaki en önemli çıkarımı sağlıyor. Modern zamanların bireyinin bilinç sahibi olmasının önüne engel olarak çıkartılmaya yetkili olarak atanan, yönlendiricilerin elinin altında bir koz olarak bulundurulan bir olguya değinmek istiyoruz. Farklılıkların paylaşımından, doğal olarak insan hakları evrensel beyannamesi içerisinde de kendine yer bulan, herşeyden önce insani ve kanuni hakların görmezden gelinmesine, bir şekilde hizaya çekilmesine olanak sağlayanlardan “sansür”, bu bildirgeçimizin ana konusunu oluşturuyor. Kapalı devre hükümlerle, sınırlarının çok önceden belirlendiği, kimseciklere bulaşmayan ve sürekli sınırlandırmalara uygun olarak davranılması beklenen bir dizi önlemin müsebbibi olan olarak kısaltabileceğimiz sansür, şimdi eskisinden daha da artan bir ivme ile zamanımızın sınırlarını daraltmaya devam ediyor. Hükümlere uygun davranmayanlar ile sadece fikirleriyle daha farklı bir bakışı yakalamaya çalışanların da aynı kefeye konulduğu bir sorunlar yumağının genel tanımına dönüştürülmesi? 12 Eylül 1980 darbesine giden süreç içerisinde, hatta onun daha da öncesinde ülkemiz sınırlarına matbaanın geldiği zamanlarda ne hikmetse şeytan icadı olarak tanımlandırılmasından bu yana, görüşlerin yaygınlaştırılması, farklı bakış açılarının sunumlandırılmasını, kolaylaştıran yazılı materyallerde sansürün doğal bir süreçle kendini kabul ettirdiğini, yardımcı uygulama ve tedbirlerle geniş kitlelere benimsetilmeye çalışıldığını fark edebilirsiniz. Bu çaba içerisinde yasaklanan, dizgilerin arasına ‘sansür’ klişeleriyle beraber bembeyaz sayfalara terk-i diyar edilmiş kitaplardan dem vurabiliriz. Okumak için koşa koşa gidip temin ettiğiniz önemli bir kitabın, belli başlı yerlerindeki boşlukların yoğunluğunun çoğaldığı dönemlerden geçmiş bir ülkede yaşadığımızı örnekleriyle ifade edebiliriz. Ulusal medyanın olayları eleştirmesi bir yana, olduğu gibi hükmü verenlerin yanındaki tavırla sunması, pek çok olayı göz ardı etmesi (ettirilmesi), zamanımızda da kulbunu buldum mu, sündüre sündüre yola ve hizaya çekmeyi bilirizciliğin, çağdışı kalmış örnekleriyle karşı karşıya kalmamızı sağlıyor. Belirsiz bir düzlemde sürekli dozu arttırılan bir yıldırmaya binaen özgürlük kurallara bağımlı bırakılıyor. Söz dinleyenler ve arsızlık edenler olarak kamplaşmalar ortaya çıkartılıyor. Biz ve siz, onlar ve şunlar, ötekiler ve berikiler, solcular ve sağcılar, beyazlar ve siyahlar, aptallar ve yine aptallar.

Yaşadığımız zaman dilimi içerisinde basılı olan sansür ve engellemeler yerini hali hazırda herkesin bir şeyler katabildiği, bilgi alışverişinde bulunabildiği, görüşlerini paylaşabildiği, en basitinden iletişime geçebildiği internet üzerinde de, kendini unutturmamak için giderek sık aralıklarla karşılaştığımız sansür girişimlerine, engellemelere bırakıyor. Bunun en son örneği olarak geçtiğimiz Cuma günü içerisinde gerçekleştirilen ve Blogger, Blogspot ağı üzerindeki bizim de dahil olduğumuz “web-logların” topyekün erişiminin sınırlandırıldığı uygulamayı buna örnek olarak sunabiliriz. Daha öncesinde “Wordpress” gibi aynı girizgahtan yapılandırılmış blog platformlarından bir diğeri, “Youtube” gibi binlerce kullanıcının videolarını paylaştığı, eleştirilerini sunduğu “video” sitesinin ya da “Ekşi Sözlük” gibi ülkenin gündemine dair esas bilinmesi gerekenleri çoğu zaman esprili girdilerle gündeme getirildiği, interneti olan her birey için çoğaltılabilecek farklı anlamlar da barındıran bir “portal”ın karşılaştığı durumdan çok da farklı olmayan engelleme, hiçbir şeyin sınırsız olmadığının, bir şekilde zamanımızın “Büyük Biraderi” tarafından gözlemlenip hizaya çekilebileceğimizin temsilini oluşturdu. Sanallığın da bir yere kadar olduğunun farkına varmamız sağlandı, eğer yersek. Engellemenin sorumlusu olan ülkemizin sayılı dijital platformlarından birisinin, maç yayınlarına ait “Yayın” kodlarının bir şekilde adı anılan Blogger ve Blogspot üzerinde oluşturulan çeşitli sitelere iliştirilip sunulması nedeniyle engellendiği ise kısa sürede ortaya çıktı. Kanuni yönden fikri mülkiyetin gerekliliği olarak da satışından gelir elde ettiği bir mecranın paylaştırılmasına karşı, hakları saklı olan kuruluşun yurtdışında kendi domain adlarıyla yayın yapan siteleri uyarıp geri çektirmesindeki doğallığı, iş binlerce kullanıcının kişisel sitelerinin olduğu bir platformda uygulamaması ve herkesi aynı potada suçlu ilan etmesi, sorunun merkezindekilerin değil etraflıca her kullanıcıyı zan altında tutmalarını sağladı. Yasadışı olanla mücadele etmeye çalışılırken, göz ardı edilen herşeyi alt üst edebilecek, modern zamanlarda eskici anlayışlarının devamına teşebbüs olarak kısaca belirtebileceğimiz bir engelleme ile karşı karşıya kalındı.

Paylaşmış olduklarınızın önemliliği bir kenara, sadece paylaşabilmek bile başlı başına internet denen bu kutsal kaynağın bizler için değerini apaçık ortaya koymalı. Sizin için de neler ifade edebileceğine ait mesafeli saygınlık yerine bizim kurallarımız geçerlidir önermesini sonuna kadar zorlayan, baskıcılığın, sansürün, olduğu gibi yorum getirilmeden uyulması gereken bir süreç olduğu sanrısının, bu hatanın daha cüretkar bir biçimde ilerleyen günlerde içinde başka platformlar içerisinde yaşanılabileceği gerçeğini teyit etmeyi başardı. Bir irin gibi ekranlardan kullanıcının tüm yüzüne gözüne iliştirilen kırmızı harflerle ‘Bu Siteye Erişim Engellenmiştir’ ibaresi, yeni gerçekliklerimiz arasında kendine ait “yüz kızartıcı” bir yer kazımayı başardı. Eskiden kitapları yakan ve sansürleyen zihniyet şimdi de, sınırsız olduğu adledilen, bireysel olarak geliştirilebilen bir ağ yapısının üzerinde yine yeni duvarlar kurmaya, sesleri kısmaya çalışıyor. Bir arpa boyu yol bu kadar ağır alınabilir mi artık sorgulamamıza gerek yok. Öylesi bir takılı kalma ki, binlerce sitenin bilgi ihbar merkezine ulaşan şikayetler neticesinde sansüre, engellemeye uğradığı aralarında gerçekten yasadışı olanlar haricinde kaç site güme gitti kim bilir?, 5651 sayılı kanunun kapsama alanındaki belirsizlikler yüzünden, ve şu anda yasak kalkmış görünen Blogger, Blogspot engellemesinde bir ayağı engellemenin tekrarlanmasının eşiğinde beklemeye alındığı kararlarla “Erişime engelleme kararının, “eksik olan delil”lerin ulaşmasına kadar kaldırıldığı belirtiliyor. Eksik olan deliller ulaştığı zaman erişim tekrar engellenebilir.” yanıtlarıyla kendi sonuçlarınıza da ulaşabilirsiniz.Yakında bu hızlılıkla devam edecek olur ise bu engellemeler neticesinde tarayıcılarımızın açılış sayfalarında şu ibareleri de görmeye nail olacağız. “Interneti kullanmak tehlikeli ve yasaktır.” “Görüş bildirmek için önce Kimlik No’nuzu giriniz”. “Sınırsız sandığınız hayalleriniz, onları da engellemeye az kaldı”.

Deuss Ex Machina’nın geçtiğimiz Pazartesi akşamı yayınlanan bölümü içerisinde de yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız, sansürün yoğunlaştığı günümüze bir fon oluşturarak, çok sesli, çok fikirli, çok yüzeyli müzikal temas noktalarını sunmaya çalıştık. Sözlerin paylaşılabildiği gibi müzikal notalarların da tek bir noktaya bu vakitten sonra sabitlenmenin mümkün olmadığına imkanlar dahilinde seslendirmeye devam ettik. Programın açılışında, son albümü Venice’i beş yıl önce “Touch” etiketiyle yayınlamış olan Christian Fennesz’in uzunca bir süredir beklenmekte olan yeni çalışması “Black Sea”nin ön tanıtım parçası olan “Saffron Revolution” kaydını sunduk. Avusturya’lı sanatçının ismiyle de giderek özdeşleşen glitch tonlarıyla bezeli, saf karmaşadan dem vuran yapılandırması, Kasım ayında yayınlanacak olan çalışma ile ilgili heyecanımızı daha da arttırmayı başardı. Gelişmeler için dinlemede kalmanızı salık veririz. Bu çalışmayı takip eden dizilimde, deneysel müziği anlamlandıran isimler arasında rahatlıkla gösterebileceğimiz, tıpkı Christian Fennesz gibi türettiği somut müzikal yansılar ile paragraf paragraf yazılarla izah edilebilecek durumları müziğin kısıtlı süresi içerisinde dinleyicilerle paylaşan Kanada’lı Tim Hecker’in, Ambient’ın koyu renklerinde işler tasarlayıp türeten, “Nadja” projesinden tanıyabileceğiniz Aidan Baker’la kotardığı sınırlı sayıda yayınlanmış “Fantasma Parastasie” albümünden, Ambient’ın can yakıcı şiddetini, geceyi kendine fon olarak edinmiş “Hymn Of The Idea Of Night” ve Tim Hecker’in gitarlarla ördüğü paralel evreninden kopup gelen “Auditory Spirits” parçaların aracılığında elektronik müziğin şimdisinde bir yolculuğa çıkma şerefine nail olduk. Windy Weber ve Carl Hultgren’in 90’lardan bu yana minimalizden beslenerek kotardıkları, yer yer parçalanmış “shoegaze” sınırlarına ulaşan “drone” alaşımıyla tümledikleri “Songs For The Broken Hearted” albümüne kulak kabarttık. Tanımlandırılan ile yaşanan “aşkların” farklılıklarından dem vurdukları, kişisel tahlillerin genellendirmelere olan sirayetini irdeledikleri kayıttan, uhrevi seslerle bezedikleri “Champion”, kararlı partisyonu ile drone’un ağıt formun yaklaştırıldığı “Snow Covers Everything” parçasını paylaştık. Müzikal hatların birbirlerine paralel olarak bağlantılanabildiği deneysel seçkimizden, haftalık albüm önerisi olarak Antye Greie Fuchs’u son çalışması olan “Dance Floor Drachen”in rehberliğinde sizlerle paylaşıyoruz.Günümüzde olana bitene tepki göstermeme bir nevi nötrleşme olarak algılanır oldu. Kendi çevremizde dahil çerçeveyi ne kadar küçültürsek küçültelim bazı sorunlar karşısında tepkiye, bunu yapamıyorsak da en azından duyarlı yaklaşımlara ihtiyacımız bulunuyor. Çalıştığımız nasıl bir iş olursa olsun, nasıl bir yaşantımız bulunursa bulunsun ortak dile getirilmesi gerekli olan sorunlarımız bulunuyor. Bunlara bir örnek olarak teşkil edebilecek, küresel değişimlerle beraber ortaya çıkan doğal yıkım bunların en önemlilerinden birisi olarak sayabiliriz. Yaşam kaynaklarımızın giderek hızlı bir şekilde tükenmesi/tüketmemiz sonucu geriye pek farkında olmazsak da birkaç nesil sonrası ortaya çıkacak, şimdilerde makalelerde yer alan çıkarımlar, gerçeğimiz olarak yüzleşeceğimiz olgular haline dönüşeceği ise kesin. Farkına varamadığımız güncelimizin de sınırlarını daraltmamıza yol açan, ilişkilerimizde yaşanan ikilemler, giderek vurdumduymazlığın daha çok kabul görmesi, bir yerde kanıksanması neticesinde meydana gelen çelişkiler yumağı da tıpkı tüketilen doğa gibi belirli bir süre sonra hezeyana dönüşmesi muhtemel bir gerçeğe dönüşecek. Deneyselliği hali hazırda yayınlanmış olan son albümleri olan “Deinetwegen” kaydına kadar çeşitli müzikal alaşımlarla destekleyerek kotaran, “Laub” grubunun üyesi olarak başladığı müzik kariyerine 2001 yılında “Head Slash Bauch”le beraber solo olarak devam eden, Antye Greie Fuchs (bundan sonrası AGF) ortaya çıkartığı çalışmalar ile yaşamın tam merkezine odaklanmış sanatsal açılımlarını dinleyicilerin beğenisine sunmaya devam eden bir portre karşımıza çıkartıyor. Yarım ağız geçiştirilen bir olgu olarak yanılsanan pek çok konuda, sözcükleri ve tamamlayıcısı müziğiyle, bizi bu durumlara taşıyan nedenleri de sorgulamamıza yardımcı oluyor. Kulağa aşina hale gelmiş bir örnek seslerden örülmüş, parçalar yerine kendi deneyimlerinden/birikimlerinden derleyip, ters yüz ettiği elektronik tınıları sunan bir kayıt olur, “Head Slash Bauch”. Internet üzerinde veri paylaşımını sağlayan, kolaylaştıran HTML dilinden seçilmiş parçacıkların, yazılım kılavuzlarının elektronik şiirlere dönüştürülmesiyle, deneysel bir pop harmanı albümün genel tanımını oluşturur. İkinci çalışma olan duru, hüznü bir metafor olarak ele aldığı, Ambient Trust, Private Birds (öncesi Clicks & Cuts toplamasında yer alan Pianos), Poem Producer, Pipe Dream Voices (öncesi Politronics toplama albümünde dReamsINpipeline) gibi parçalarıyla müzikal konumunu sağlamlaştırdığı “Westernization Completed” albümünü ilkinde olduğu gibi San Francisco kökenli Joshua “Kit Clayton”ın “Orthlorng Musork” etiketinden yayınlar.

Müzikal gelişimi her yeni çalışmada daha ileriye taşıyan AGF bu kayıtlara ilaveten Vladislav Delay ile beraber remiks çalışmaları.(Bkz.Clicks & Cuts 3 Luomo-Melt (AGF/Dlay edit) ve Luomo-Tessio (AGF/Dlay Remix) ve bunları destekleyen çeşitli performanslar gerçekleştirir. 2004 yılında “Ars Electronica” Müzik Festivali kapsamında vermiş olduğu “Westernization Completed” albümü sonrası üretimlerinin,o yılki tema olan “kod”lanmış hallerini barındıran “Language Is The Most” (Quecksilber/Staubgold) albümünü yayınlar. Kendi ifadesi ile müzik aletleri ile olan haşır neşirliğinin bir üst düzeyi olan,deforme vokallerle beslenen Loading,bir başka önemli deneysel firma olan Raster-Noton’un mikro minimal kısmına tekabül edebilecek olan Salmiakki Pattern,düşük yoğunluklu Un-De-Buged gibi deneyselliğin hakkını tamamıyla vermiş kariyerindeki önemli çalışmalardan biri haline dönüşecek bir başyapıtı paylaşır.

Niteliği ve belirlenmiş amaçlarıyla da örtüşen, yeri geldi mi muhalifliğin en kuvvetli seslerini bir araya getirmeyi başaran AGF’nin yolu yeniden Vladislav Delay ile kesişir. 2004 yılında ortaklaşa türettikleri ve adı “BOX?21”olan, “Stralsund Garage 2004”de yer alan birbiri ardına yerleştirilmiş kutular ile yaşamı bir odaya doldurabilir miyiz? sorusuna dem vuran çalışma ile ,Rotterdam’da gerçekleştirdikleri eleştirel “Explode Baby” enstalasyonları için kullandıkları müzikleri de barındıran toplamında 12 parçalık “Explode” “AGF Produktion” etiketi altından yayınlanır. Minimal-Techno prodüksiyonlarının yanında abstrakt, dub, ambient ve minimalist tonlardan oluşturduğu Demo(n)Tracks gibi albümlere de imzasını atmış olan Delay “Explode” albümündeki tonal kurguyu yapılandırır. AGF ise giderek daha fazla ozan-sanatçı kademesine yönlendirilebilecek; sözleri yer yer fısıldamaya varan vokal denemeleri ile çeşitli başlıklar altındaki eleştirilerini “patlatır”.Bunları kimi zaman doğaya karşı insanlığın göstermiş olduğu yıkıcılık,bir intihar komandosunun kendisi ile beraber yaşama yeni adım atacak olan bebeğini dahi ölüme götürmesindeki keskinlik/doğal olanı yıkabilecek kadar bağların kopartılmasına giden zincirleme reaksiyon,yaşamı zorlaştıran anlamsız didişmeleri,gözetlenme merakının yol açtığı hasar,hızına yetişemediğimiz ömürlere kadar uzanan bir çizelgeyi dinleyici için açılış çalışmasından son parçaya kadar yayılmış bir yönerge içerisinde gerçekleştirmeyi de başarır.Yorumuna dahil ettiği ve hemen herkesin gördükleriyle de içselleştirebileceği soru ve sorunlar dizinine karşın alternatif bir yanıt sahasını oluşturmaya çalışır, AGF. Deneyimlenen, bilindik kılınanlara dair ne varsa yeniden gözden geçirebilmek için bir vesile teşkil eden kayıt serisinin sondan bir önceki kayıt olan “Words Are Missing” de bu minvalde sesin kaybediliği, kısılmış olan sesin izlerini de süren, sadece dinlencelik olarak tanımlanmasından imtina ederek, Janek Schaefer gibi alan kayıtlarının önemli prodüktörlerinin kayıtlarına da benzeştirebileceğimiz bir ihtisas kaydı olarak kısaca belirteceğimiz bir yapıyı sunar. Kesik kesik vokallerin derdest edilip, çeşitli elektronik yamalarla manipüle edildiği, kurgu mu gerçek mi? ikilemini fazlası ile hissedebileceğiniz bir çalışma aynı zamanda. Parçaların birbirlerine bağlantılandığında bir ana resim karşımıza çıkartmakta, AGF. Tek bir müzikal disipline bağlı kalmaktansa yer yer doğaçlamadan beslenerek değişkenlik gösteren, çözümlenebilirliği artarak, etkisi yoğunlaşan bir deneyim müziğinde ön plana çıkar. Bu çok parçalı, denklemleriyle paylaştığı albümlerinin sonuncusu olarak “Dance Floor Drachen”e ulaşıyoruz. Günümüzde üretilen müziğin bedelinin ne olduğu konusunda bir tezden yola çıkılarak uygulamaya geçilmiş sanatçının resmi sitesinde yer bulan manifestodan alıntılarsan bir “web application” olan kayıt bütününe. Tüketilebilirlik konusunda hemen tüm sanat dallarından daha kolay bir biçimde ayrıştırabileceğimiz müziğin, Radiohead ve Nine Inch Nails gibi alanlarında öncüllükleri kanıtlanmış grupların da denediği, dinlediğine pay biç ve öde sisteminden hareketle oluşturulan bir yapılandırma haddı zatında dinleyicilerle buluşturulan. Download kültürünün getirmiş olduğu tatminsizliğin karşısındaki düz hatlarla belirginleştirilen ses oyunlarından mülhem bir kayıdın ne kadar tatmin edici olup, dinleyicinin ödemeye yönlendirilebileceğinin sorusuna da yanıt arayan bir deneyimlemeyi de barındırıyor. AGF, kültürel manifestolarıyla beraber sosyal bir deviminin etkilerini de tümden dinleyicilerle beraber aramaya çıkan bir araştırmacıya dönüşüyor.Techno’nun surlarında derlenerek geliştirilen albümün mesajını da ayan beyan ileten “If You” parçası içerisinde AGF’nin dediği üzere, ürettiklerimize hürmet ederseniz, birazcık indirmeye ara verip de dinlerseniz çalışmalarımızı biz de size karşı sorumluluklarımızı yerine getireceğiz
kabilinden bir sunu ile çalışma başlıyor. 6 ses kesitinin “Radial” yazılımı içerisinde birbilerine çarpıştırıldığı, önceki parçanın kuvvetli ritmik yapısının ardından, atonal seslere bürünen bir imgeler geçidi “Consider”, ortak çalışmalara imza attığı Vladislav Delay aka Sasu Ripatti’nin Luomo adı altında yayınlamış olduğu deep-house eksenli, 2001 tarihinden kalma bir taslağın yeniden kotarıldığı “Than Reconsider” parçasıyla beraber müzikal geçişlerin değişikliklerine de vakıf olabileceğiniz, bir müzik makinesi içerisinde eğlendirici bir dolaşıma çıkartıldığınızı düşünebileceğiniz bir açılım sergilenmekte. İsimsiz bir Hollywood filminden elde edilmiş ses kesitlerinin, ki bunlar birbiri ardına dizilen silah sesleri, patlayışlar, mermi sürmek gibi metali çiğ bir biçimde paylaşan, filmin dövüş sahnelerinden elde edilmiş ses örnekleri, hızlandırılmış bir dub alt yapısıyla beraber kurgulanıp, indirdiğimiz, cd’den mp3 formatına çevrimi ironik bir dille eleştiren; “Ripping This Track”, tesadüfiliği irdeleyen, Manhattan’da gerçekleştirilip kayıt altına alınmış sokağın sesinden yayılan gürültüler ile deneyselliğin somut gerçekliğinin anlamlandırılmasını irdeleyen “For Free” parçasının finalinde alınan nefesin sadece “bedava” olduğu gerçeğine vakıf oluyoruz. 2002 tarihli ve yine Delay ortaklığı ile üretilmiş Tunesia’nın yenilenip, kasvetin kollarına teslim edildiği havanın deyim yerindeyse havada asılı kaldığı bir deneyimlemeye dönüşen “Slowly”, vücudun katmanlarının gözlemleyip, giderek güçsüzleşen bünyenin irdelendiği “Turn Impotent” aksak “glitch” kesikliklerinin üzerine bir tutam gürültü ilavesiyle servis edilen bir manfiestoya dönüşen, açmazlarımızın çokluğunu düşündüğünüzde neden artık nefesimizin yetmediğini daha rahat gözlemleyebileceğimiz bir bileşkeyi sunmayı başarıyor çalışma. 2004 tarihli “Westernization Compeleted” albümünde yer alan “youSTOP” parçasındaki ağıtımsı havanın, AGF’nin karakterisitik müzikal kompleksleri olarak da anılan, deneysel yüzeylerle içten dışa, dıştan içe doğru değişken ses kesitlerinde parçalandıkça gücü artan bir kompozisyon haline dönüşen “Reduced Beauty” ile finali gerçekleştiriyoruz. Havada asılı kalan her notanın, belirlenmiş istikametlerden dinleyiciye farklı eşikler açmasına ön ayak olmaya çabalayan bir izlek “Dance Floor Drachen”de dinleyicileri bekliyor. Umulmadık anlar dahilinde, sersemletici, düşündürücü, fikirlere gebe hale dönüştüren bir deneye ortak olmanız sağlanıyor. Dinlediğiniz seslerin belirli bir çabanın ürünü olduğunun sadece sıkıştırılarak elde edilmiş Frauhoffner standartlardında bahşedilmiş veriler olmadığının altını itinayla çizmeye çalışıyor Antye Greie Fuchs. Zamanının değerini bilerek, müziğin salt eğlendirici bir unsur olmadığının farkında olan dinleyiciler için, henüz “erişime engellenmemiş” yalın bilgilerini sunuyor.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
İncelenesi Üzerine Düşünülesi Makaleler
Serbest Yazarlar
Blog Hareketi Günü Bloguma Dokunma İmza Kampanyası
Internete Girmek Tehlikeli ve Yasaktır – Meriç Kara
Blogger.com engellemesine Yakın Plan – NTVMSNBC
Sansürü Tarihe Gömmek İçin Toplandık – M.Serdar Kuzuloğlu
Blogger Banned In Turkey Within Full Articles In English From Begin To End
—————————————————————–
AGF Official
AGF Dance Floor Drachen Official Page
AGF DFD At Soundmuseum.FM
AGF Diary Hearts
AGF DFD Review At Cokemachineglow
AGF & SUE C Live At Sonic Acts #11 In Paradiso
Christian Fennesz Official
Christian Fennesz At Myspace
Black Sea Album Informative At Touch
Christian Fennesz Venice Review At Makina
Aidan Baker Official
Aidan Baker At Myspace
Tim Hecker Official
Tim Hecker At Myspace
Fantasma Parastasie Stream At Alien8 Recordings
Fantasma Parastasie Informative At Pitchforkmedia
Windy & Carl Official
Windy & Carl At Myspace
Songs For The Broken Hearted Review At Pitchforkmedia
Yair Etziony At Spekk
Yair Etziony At Myspace
Flawed Album Review At Cyclic Defrost Magazine
Yair Etziony’s Top 10 Israeli Hits At Textura
Bichi At Myspace
Bichi At Cactus Island Recordings
Bichi At Hobby Industries

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————

© Palmer Eldritch’s Photos
Antye Greie Fuchs’ Photos Courtesy From Below Listed Sites;
AGF
>>>>>Poemé
Yaşamak – Afşar TİMUÇİN

Yaşamak alışmaktır
İşportada satılan kadın geceliklerine

Alışmak manavlara doçentlik tezlerine
Alışmak yaşamaktır

Hep bu yeşilleri giy
Bu moru tak saçlarını topla da
Bunu sen de bilirsin
Alışmak yorulmaktır bakıp bakıp kendine

Yaşamak bir gün uyanmaktır
Bir gün birdenbire yalnız kalmaktır

Yaşamak alışmalardan sonra
Alıştığı her şeyle savaşmaktır