Deuss Ex Machina # 430 – dóibh siúd a éist guth íarbhír

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_430_–_dóibh siúd a éist guth íarbhír

17 Aralık 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a. Madteo – Vox Your Nu Yr Resolution (6:06) (Sähkö Recordings)
b. Madteo – Il Capoline (6:44) (Sähkö Recordings)
c1. Malorix – Aur Tum Kya Ho, Dancer? (4:29) (Makkum Records)
d. Zea – Stretch out Your Frown (5:01) (Makkum Records)
e. Muslimgauze – Analog Zikr 4 (5:31) (The Muslimgauze Preservation Society)
y. Muslimgauze – Analog Zikr 5 (5:09) (The Muslimgauze Preservation Society)
f. Tinariwen – Imidiwan Ma Tenam (Portugal The Man Remix) (4:13) (Anti-)
g. Tinariwen – Tenere Taqhim Tossam (Four Tet Remix) (6:42) (Anti-)
l. Gaudi + Nusrat Fateh Ali Khan – Dil Da Rog Muka Ja Mahi (Pinch Remix) (5:36) (Tectonic)
ax. Pinch – Qawwali VIP (4:27) (Tectonic)
n. Vatican Shadow – Al Qaeda Possess Nuclear Capacity (9:49) (Hospital Productions)
o. Vatican Shadow – Wahhabi Money Flows (9:47) (Hospital Productions)

dóibh siúd a éist guth íarbhír
(430)

daimiliği tescillenmişe ses etmek. dönüp dolaşılıp yine en başa geri gelinmesi ile nihayetlenen seyyahlıkların ardından bir çöküntü tortu kıvamında yerli yerinde kalabilmeyi başaran atalete karşı meram edebilmeyi çetrefilleştiren zorlu bir deneyim haline dönüştüren bir iklimin yaşayanlarıyız. daha günler öncesinde nihayetleneceği varsayılan dünyanın öyle beklentilenen bir yerin artanıyız. halen şeklen hayatta olmayı başaran, başarabildiği yegane şeyin nefes alıp vermekten ötesi olmamasına rağmen kimilerimiz için handiyse yaprak kımıldamayan bir güncelliğin kıyısındayız. bunca gürültünün arasında ne kehanet mi kıyamet mi der gibi bakışımların arasında, dolambaçlı yollardayız. uzun ince ve gündüz gece. gün başka şeyleri yeknesak makamdan algıların karşısında sunagelir paylaşırken görebildiğine kani olmaktan ayrısına gayrısına tahammül etmeyen önemsemeyen bir ahvalin yaşamında az öncesinin ve biraz sonraların da herhangi bir öneminin bulunmadığının okuması ise manidardır. ne olup bittiğine onca yabancılık derinleştirildikçe hafızanın unutuş kapasitesi yükseltilmeye, zorlanmaya devam edildikçe yaprak bir tabii ki elbette kımıldamayacaktır.

soru da sorun da yoktur. kolaylıkla kestirilip atılabilecek bir mesel haline indirgenen yaşanan yurt gündeminin başımızdakiler konuşuyor gerisi tatatavla, palavra diye düşüneduranların mabadında kazın ayağı öyle değildir maalesef. esefle bildiririz yine yeni yeniden. bulmacanın parçaları, bir o yana bir bu yana serpiştirilip, saklanmaya çalışılırken hala neresinde durduğumuzun o kırmızı çizgilerin farkına erilememesinden başlamalıyız belki bir ihtimal. kazın ayağı diye bellediğimizin sorunların varlıklarını koruması, derinleştirmesi başlı başına içimize işletilmesinden yola çıkabiliriz belki bir ihtimal. hiddetin göreceliliği arttırıldıkça, şiddete meyyalliğin dozu sürekli yükseltilmeye, ne yapsınlar canım ciğerim münferit münferit ona buna sarsınlar, hele bir güzel girişsinler ki biz muktedirler de işimize gücümüze bakabilelim beklentisinin gölgesinde insanlığın kıyamının, o beklentilenenden daha ağır olduğunu ifade etmek söz konusudur. gereklidir. kafamıza göçen bu yapı, bir kurgunun devamlılığı, mizansenin toparlayıcısı değil bizahati her ne olduğumuzun, değerimizin ne kadara sabitlendiğini okumaya elverişli kılan bir cehennem tasvirinin kendisidir. cehennemimiz tam bu menzildir. burasıdır. böyledir!.

ucu açık cümlelerin ne yeridir ne zamanıdır. harcanası o kademeler, hülyalar, betimlelemelerin zamanı geçmiş, hükmü tükenmiştir haddizatında. bir adet başvezirin hengamesinde o ikiletmeksizin payandalarınca zikredilen “muhteşem iktidarı”nda başa denk getirilenlerin dakika sektirmezliğidir buralarda mevzu bahis edilmeye çalışılan. dur durak bilmeden yinelenip duran hiddet parametreleri sürekli güncellenen şiddetin, anlamak yerine yargılamak ve yaftalamanın koşa koşa şekillendirildiği bir cenahta hüzün hep ikinci plandadır. bir ağıdı yaşayamadan pat bir başkasına yetişmek zorunda olduğunuzu bildiğiniz, yaşayarak öğrendiğiniz durmaksızın ikrar ettiğiniz veya ettirildiğiniz bir devinimdir hasılı kelam. ortada asılı duran. boyuna atılıp tutulan demokrasi menzilinde kısadan hakikati söylemektense, o hakikati yamultmak üzerinden harekete geçen, yazıklar olsun, tüh tüh tüh gibi menşei belirgin olan olumsuzlamaların peyderpey sunumunda kah hizaya çekilinir arsızca bu ülkede kah derdest eylenir insanlık. kah kafasına bombalar yağdırılır bir gece yarısı, kah hakkı olan endişelerini seslenip duyurması manidar bir terör yardakçılığının baş adımı olarak sınıflandırıldığından daha gak derken gaz bombalarının hedefi haline dönüşür!.

bir gece ansızın çıkagelen bir kurşun olur eli tetikte bekleyeduran mavililerin yahutta sivil görünümlü sırtlanların hedefidir. hedeflediklerindendir. aklı başında olduğunu sandığınızın bildiğinden şaşmaz düşmanlığını bir kere daha göstermesi için manşetlere taşınmasına tebelleş olunup ön ayak olunmasında görünendir. kah akittir, kah sözcüdür, kah milli gazete, kah radikal!. ağır sözcüklere ihtiyaç duyulmasına gereksinim hiç olmaksızın kompozisyon değil hakikatin kendisi olan zorbalığı gösterendir; roboski’dir, maraş’tır, colemerg’dir, besta’dır, rojava’dır.. kah dünyanın başkaca bir bucağı kah buraların en görünür yerlerinden istiklal caddesinin halidir perişanlığıdır. biliyoruz kelimeleri sıralayabilmek zor, biliyoruz artık tekrara düşmeden zıvanadan çıkmadan bu hayatta her ne olduğumuzu ifşaa edebilmek, anlamlandırabilmek bu nato kafa bir o kadar nato mermer diyarda birlik ve beraberliği sade ve sadece ırkının üstünlüğünden dem vurarak koruyabileceklerinden dem vuranların hıyanet ediyorsunuz, yediğiniz kaba pisliyorsunuz söylemleri (ki en az yazılabilecek olan sinkafsız sürümü budur) arasında örnekleyebilmek ve neticelendirmek bir masal.

eskaza değil basbayağı bir şeylerin yolunda gitmezliği bir rastlantısallık değil artık aleni bir gerçek halindeyken, öyleyken hala suskunlaşmaların kayığına atlamak neyin neyisidir diye sorgulanasıdır. tam da vaktidir. kurşuni griliğin müsebbiplerinin dillerine pelesenk ettikleri batmış olan ülkenin kendisi değildir!… akıl ve fikrin önüne set çekerek, hizasında tutabilmek için halkına demediği yalanı arda bırakmayanların iyi polis, kötü polis oyunlarında vesikalananlar sayesinde batanın her kimler olduğu az çok meydana çıkmaktadır halen bütün bu perdelemelere rağmen. tektipleştirilmişi zanaatmış, maharetmiş gibi sunumlandıran benim sözümden dışarı kimsecikler çıkmıyor diye sevinçlere hala gark olunabilirken, endeksler ve raporlarda adaletin sağlanmazlığında, demokrasinin yaşatılmasında, asgari hayat koşullarının adilliğinde, uygulanabilirliğinde, mazlumun değil muktedirin korunmasında ve kollanmasında nasıl batıldığının vesikaları mevcuttur. değerin ne olduğunu insanın verilen liyakatlardan, alınan ekonomik pohpohlamaların ötesinde yaşam alanlarını rantsal dönüşüme teslim eden, habire elden çıkartmaya yardımcı özelleştirme şenliğinde yurdun ahını en çok işitmişi olanı hani koççç gibi olan varlığını yok edilenlerin bıraktıklarından cukkaladıklarıyla arttırmış “sermaye” sahiplerine peşkeş çekilmesine ses etmeyen bir rezalet bitmeden bir başkasına ortam sağlanmasının resmi dahilinde görülenlerdir.

ne kadar körlemesine girilirse o kadar ehvendir denilerek gün geçmeksizin başka bir furyanın seslendirildiği gündeme dahil edildiği bir zaman diliminde elzem olan soru ve sorunların yanıtlarının değil başkaca şeylerin izleri üzerinde harekete geçildiğinin aynalanmasıdır merama dahil etmeye çalıştığımız. ya benim dediğim gibi yaşarsın, kör, muhtaç yahutta bir şeyler gördüğünü sanmaya devam ederken bir gece ansızın gelebiliriz şartlanmışlığı, göz korkutuculuğuyla beraber yine benzeş masallar tesis olunur. gulyabaniler gelecek hepinizi ham yapacak!. masaldaki kötü karakterlerin başlarına nelerin tamı tamına denk getirildiğini biliyorken gerçeğin bağrında her gün o kötünün gücünü kuvvetini daha arttırması, biteviye sürekliliğini hiddetiyle “paralel” olarak şekillendirmesine bağlayarak oluşturması yeni türkiye’nin nasıl bir yer olduğunu enikonu özetlemektedir. görebilene!. nasıl bir mekan haline dönüşümünün sürdürüldüğünü gösteregelmektedir. aşağıda olanların, aşağıdan ses edenlerin, yaftalamalara karşı korunaksız bir başına kalanların, yalnızların, ötekilerin, yalnızlaştırılanların, geleceği ellerinden alınanların, tüm beklentileri sıfırlananların, ekonomik gücü tırtıklanacak bir mecra olarak görülenlerin, yaşamaya çalışanların aşağıda bir yerlerde aşağıdan ses etmeye gayret olan hepimizin, muktedirlik, iktidar savlarının dışında kalakalan herkesin şifasını aramanın yollarına girişmek ne zaman söz konusu edilecektir.

bir kıyamet senaryosundan daha gerçekçil olan nefessizliğimiz artık olağanlaştırılmışken, ekranlar ses edenlere kapatılmış, yazınsal mecralar köreltilmiş, internetler filtrelenmiş, telefonlar dinlemeye takılı bırakılmışken demokrası dediğimizin tam ve eksiksiz yaşatılabilirliğini görebilmek bu ülkede bir ütopya olmaya devam mı edecektir? sonumuzun hayır olmadığı hangi bedbinlikler curcunasından sonra nihayet anlamlandırılabilecektir. artık anlamanın vakti değil midir? içimize işletilen korku adını nasıl anarsanız ister faşizm, ister dikta, ister darbe, ister engelleme vesaire ile bütünde, neticede yoksunluğumuzu derinleştiriyor. kalıcılaştırıyor. meram bir şeyleri bir aynalayıcı halinde sunmaktan öte bütün bu bulmaca halininin özü burada saklı işte. kalıcılaştırılan korkunun nezdinde yaşam dediğimizin sürekliliğini sağlayabilmek onu anlamlı kılabilmek nasıl mümkün olacaktır!. dayatmalara karşı hayat kendiliğinden, kendi olağanlığında akışına devam edebilecek midir? hiç değilse bu sefer şapkamızı önümüze koyup düşünelim taşınalım. olmaz mı, oldurulamaz mıdır? takdirlerinize.

sırrı süreyya önder’in tutuklu öğrencilerle dayanışma konseri gecesinde bahsiyle “türk, kürt, ermeni birlikte olursak bu düzen bozulur.” önermesinin içeriğini doldurabilmek hangi devrede bir hayal imgesinden ötesine taşınabilecektir? kanıtlamaya çalışıyoruz yaşadığımızı, yaşatıldıklarımızın karşımıza getirilenlerin, bir avazda ortaya serilenlerin, sonu gelmeksizin yinelenenlerin, tazlendikçe kimilerinin iştahını daha da fazla arttıran münferit bellenmiş hiddet olgularının resmi geçidinde, vakıaların yanıbaşında bunca edepsizliğin gemiyi azıya almasına karşın nefes almaya çalıştığımızı gösterebilmeye gayret ediyoruz. sanrıların o sabitlik harcının karşı konulmayan öğesi olarak da betimlenmesinden bu yana köşe bucak saklanan ayrıntılarda sunulanla, gerçeğin ayrımına tanıklık ediyoruz. gerçeğin nasıl yontulduğunu, dönüştürüldüğünü, sade ve sadece işte işe gelen kısımların alıntılandığı, bahsinin edildiği ötesinin ise tümden, toptan teferruat olarak tanımlandırılmasına çabalanılan bu güncede yönlendirmelerin, önemsenmiş şeylerin nasıl daha fazla yoksunlaşmamızın anahtarı belletilebildiğinin ikrarını yineliyoruz.

bir heves iki kalas ortaya saçılan lafazanlıkların, nihai tüketici olarak yaftalanmış halkın sırtına daha da ağır yüklerin bina edilmesini sağlayan bir haberci kılındığını ise yinelemek istiyoruz. sıkışıp kaldığımız bu döngü, kalakaldığımız bu menzil yaşamı çekilir kılan değil yaşamdan enikonu soğutan olduğunun okumasında kapıyı bugün olmasa da yarın çalacağı içten içe fısıldanan o kıyamet senaryolarından daha ağır bir yılımı beraberinde getirdiği hiç şüphe taşımaksızın gerçektir. aslolandır. ırkçılığın handiyse tolere edilebilir sınırlar dahilinde, şiddete karşı kopan çığlıkların, kalk borularının birer vavelya olduğunun papağanlar gibi tekrarında, soykırımın salt cana kast ederek, yerinden yurdundan derdest ederek değil, bizahati yaşam akışında sonu gelmeyen operasyonlar ile nefessiz bıraktırmayı bir şekilde ata sporu olarak belleyenlerin dönüp dolaşıp uygulamaya koyuldukları güncelliğin bu rahlesinde münazaraya açık vesikasında bu tahrifat ve yıkım daha rahat tanımlandırılabilir. elden ele geçirilir gibi, her halk zümresinin sırası geldiğinde başına örülecek çorapların, kafasına indirilecek gürslerin, ayağına takılacak prangaların, diline vurulacak ketlerin toparlanmış halidir yıkım.

tahrif edildikçe algının “normal” olarak bellenin altı ya da üstü, şurasında kaşı burasında gözü var denilerek nihayetlendirilmesi söz konusu edilir. gerçeğe evrilir. erk elinde illa sopanın bulunmasına gerek olmaksızın yönlendirmesini, doğru bildiğinden sıfır şüphe taşıdığını gün dahilinde layığınızdır diyerek sunarak iterek, çekerek, gerektiğinde usul usul söyleyerek gerektiğinde bildiğiniz dikte ederek bu yıkımın süreğen bir akışa evrilmesi sağlanmaktadır. açıkça yaşamakta olduğumuz döngünün içerisinde bir saniyeliğine bile olsa o koruma kalkanlarını gösteren kırmızı çizgilerin ötesini arşınlatmayan, bunu düşündürmeyen başa gelenin ehveni bunlardır bahsi diri tutulmaya  devam edilirken, onun harı tazelenirken biz sizin yerinize en doğrusunu belirleriz, uygularız v gerçek adlederiz devreye girer. halk denilegelen biz aşağıdakiler de bunu tüketir, tükettikçe tükeniriz. muktedir belleği ve algısı bizlere daha muhtaç olursunuz okumasının yakınında duran tezahürleri kah bülent arınç, kah suat kılıç, kah ihrac edilmiş olan melik birgin, kah baki gül, burhan kuzu yahutta direkt olarak söyleyelim işte başvezirin konuştukları her kelamda, meramda bu denklemi görebilmek mümkündür.

anayasa komisyonu başkanı eski akademisyen burhan bey kuzu’nun değinisindeki gibi menderes ile gezmiş’ler eşit değil, iade-i itibar için bir başbakan ile halk evladının kıyaslanamazlığını yineleten sözleri net bir örneklemi tam ve eksiksiz sunmaktadır. bildiğinden asla şaşmayan hiç de komik olmayan bu seslenişlerin kucaklaşmayı çoktan geçtik, bir yüzleşme şansının enikonu rafa kaldırıldığını, yolun yine değişitirilmekte olduğunu günyüzüne kavuşturmaktadır. geçmişi ayrıştırmaya, kendilerince önem atfettiklerini öne çekerken hüsnü kuruntularınızı      kendinize saklayın, yiyin alabildiğince birbirinizi ki bizler de işimize bakalım diyen devlet geleneğinin, propagandist tutumlarının, iyi ve kötü ayrımında elma ile armutu birbiriyle denkleştirme ucubeliğinin vesikaları ve fazlasında, bunca toplu geçidinde hayat dediğimizin nasıl dönüştürülmeye devam edildiğini göstere gelmektedir.

ucu bucağı bulunmayan kör devlet mekanizmasının karmaşıklaşan enikonu kördüğüm haline dönen bu yapısında olumlanabilirlik ya da ümitvar olmanın düzeneği yeniden nasıl tesis edilebilir? varolan hayat akışı mütemadiyen kıstırılmaya, tırpanlanmaya devam edilirken ses edenin sesi ve soluğu kestirilirken yol nicedir?. öğrencisinden, gazetecisinden, akademisyeniden, emekçisinden günü birlik gündelik hayatını idame ettirme ve bunun şartlarını yerine getirmeye gayret eden nicesinden a’sından z’sine başvezir ve takipçi payandalarınca mütemadiyen duyurulan korku nereye konumlandırılabilir? alenen tahrifaçılığın artık gerçekçil kılındığı bir zaman mevhumunda bu parenin, edimin etrafından yol verilenler ile bu hayat müdanasız bir biçimde vasıfsızlar, seçilmemiş tüm diğerleri için karanlığın süreğenliğini kanıtlamaktadır. doğrunun yıkımındaki bu acelecilik, bir yandan iyi polisçilik oyunlarının, durun hele – bir soluklanın diyeceklerimiz var size diye ağız birliğiyle boşa doluya laf yetiştirenlerin müsamerelik performanslarının yamacında aslolan, gaz, cop, sinkaf, hakaret, derdest edilmek, operasyonlara kurban edilmek, yaftalanmak, canı yakılmak ile uzayıp giden bir dizi uygulamanın hepimize karşı devreye sokulacağının habercisidir.

her iyi söz eriminden sonra kutsiyet atfedilmiş olan değer kazandırılan şeylerin gözetiminde beton millet sakarya versiyon 2.0 olarak güncellenir. eleştirel bakışın karşısına tam takım tazminat seti çekilir. durdurak bilmeden bunca yanlışın dağarcığına karşı bir şey yapmayı amaç edinenler, uyananlar manşetlerle hedef haline dönüştürülür. yem olarak belletilir. münferitin kelime anlamı çoğunlukla karıştırıldığından bir bağlaçtan çok daha fazlasını ihtiva eden hiddeti görev belleyenlerin kutsal neyse o atfettikleri için dünyaları yakmaları, evleri işaretler ile donatmaları, üniformalı veya formasız fişlemelere girişmeleri hep o gedikte aşılmaya çalışılır. kedidir kedi misali timsali. yol daha fazla çetrefilleştirildikçe akil olanın değil sığlıkla donanan zihniyetin güncelliğinin sağlama alınmasının, hemen her şeyin o bağlamdan şekillendirilip dönüştürülmesi bizahati nefessizliğimizin nasıl şekillendirilmeye devam edildiğini ortaya çıkartmaktadır. öldürmüyor ama ölümden beter hallerden hal seçtiriyor, süründürüyor. sorgulatmıyor bütün o teferruatlardan öte tın tın tenekeliği tavsiye ediyor.

her gün kıyametken o bahsedilen maya kehanetinin altında başka şeyler okunabilecekkken, kıyamet şudur, budur hengamesinde günü ona tahvil edip kendi bildiklerini işlerini hal ve koyuna koymaya devam ediyorlar. durum budur, eğreltidir!.başka şeylerle oyalanıp durulurken hakikat dediğimiz eğilip bükülmeye, işe geldiği gibi yorumlanmaya devam etmektedir. iki bilemediniz üç gün önce roboski değil uludere, katliam değil kaza olarak değerlendirmeyi uygun bulan erkan başı gerekirse özür dileriz öne sürümü bu denklemi nasıl herşeyin karman çorman edildiğini boş lafın sonu gelmemişken hala inat ve devamlılık kör olasıca bahtsızlığımız mıdır? bir üniversite yerleşkesini düşman ülkeyi işgal eder gibi kolluk kuvvetinin tüm ürünlerini kullanarak, göstererek işgal edip terörize ederken günü, olana bitene tepki sunanları onlar öğrenci değil, öğrenci buysa bitmişiz biz serzenişi alelalade bir sayıklama değildir. kalıba mengelenemeyen, kendi doğru ve yolunu, dindar kindar bilimum yaftalara denk getirmeden en önemlisi muktedire biat etmeden ses edebilenlerin varlığının tehlike olarak algılandığını bu menzilde halen göstermektedir. tehlike olarak belletilmiş olanın sathını, menzilini mütemadiyen genişleterek sokaktaki insanı da kapana, köşeye kıstırabileceğini dahası akıbetin bundan sonrasının ne olabileceği gibi kimi gereksiz sorgulamaların nasıl da gerekli, elzem ve ivedi olduğu güncellenmektedir. erkan dönüp dolaşıp yine bildiğini okumaya devam ederken tüm saikleriyle demokrasi delik deşik edilmektedir. korumasız, düzayak, rantsal bölüşümdeki doymak bilmezlik gibi öteyi beriyi toza dumana katanlar gibi hunharca… barbarca… 

>>>>>Bildirgeç

Faşizme Karşı Direnmiş Üniversite Gençliğinden Bir Öğrenciden Başbakan’a Açık Mektup

    Başbakan;

    Bu tür mektuplar genelde “Sayın” hitabıyla başlar, “Saygılarımla” veya “En iyi dileklerimle” gibi sözcüklerle biter. O kadar öfkeli ve o kadar haklıyım ki, bugün bunu milyon kere yapmayacağım.

    “Memleket bunlara kaldıysa bitmiş”, “Derslere girmezlerse girmesinler, bunların yetiştireceği öğrenciler de ancak bu kadar olur” dediğiniz hocalardan ders alan bir ODTÜ öğrencisiyim. ODTÜ öğrencisi olmaya özel bir sıfat, bambaşka bir anlam yükleyecek değilim. Ama röportajınızı izledikten sonra anladım ki, onur duyulacak iki madalyayı arkadaşlarımla birlikte şimdiden göğsüme takmışım bile: üniversiteli ve bilhassa ODTÜ öğrencisi. Şimdi de, o günün başından itibaren polis saldırısına maruz kalmış birisi olarak, kampüsümde “çıkarttığınız olayları” özetleyerek anlatacağım.

    Polisinizin kullandığı gaz meşhurdur. 31 Mayıs 2011 günü Metin Lokumcu’yu öldüren, bakanınızın “doğaldır, zararı yoktur”, emniyet müdürünüzün “gerektiği kadar alındı, gerektiği kadar kullanıldı” dediği biber gazıdır. Bu gazdan korunamazsınız, kaçamazsınız. Sadece etkisini azaltmak için yüzünüze ve burnunuza atkı sarar, vücudunuzu doğrudan temastan korumaya çalışırsınız. Gazın gelişinin ardından da limon ve sirke sürer, acınızı dindirmeye çalışırsınız. Ciğerlerinizden kaynaklı bir rahatsızlığınız varsa, bu gaz ölümcüldür. Hastalığınız yoksa, bu gaz o hastalıklardan birisini yaratabilecek kadar tehlikelidir. Özetle, bu bir kimyasal silahtır, faşizmin simgelerinden birisidir.

    18 Aralık günü de kampüsümüze geleceğinizi haber almış, sermayeye peşkeş çektiğiniz bilimi, Suriye’ye yapacağınız emperyalist müdahaleye karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmak için TÜBİTAK binası önüne gelmek, burada bir basın açıklaması yapmak amacıyla toplanmıştık. En temel haklarımızdan birisi olan protesto hakkımızı kullanıyor, bunun bir aracı olarak ise sloganlar atarak yürüyorduk. Polisinizin kalkanlarına 100 metre bile yaklaşamamışken, tamamen bir formaliteden ibaret “dağılın” uyarıları bile yapılmadan atılan gaz bombalarının 5-6 el patlama sesini duyduk. Gaz bulutunun arasından çıkmaya çalışarak, öksürükler ve nefes daralmaları eşliğinde geriye doğru çekildik. Bu sırada polisiniz durmaksızın gaz bombası atmaya devam ediyordu(bunlara yine polisinizin attığı ses bombalarının eşlik ettiğini sonra öğrenecektik). İşte bunlardan sonrası ise size göre “eşkıyalık” size göre “memleket bitirmek” olan meşru direnişimizdi. Üzerinde “doğrudan atmayınız, yangın tehlikesi yaratır” yazılı olduğu halde üzerimize nişanlanarak atılan binlerce gaz bombası kapladı o gün kampüsümüzü. Polisiniz, arkadaşlarımızı öldüresiye coplayıp, tekmeledikten sonra “şimdi gözaltı yapmayalım, başımıza bela olurlar” deyip bıraktılar.

    Panzerler okulumuzun ortasına kadar girdi. Tazyikli sudan, damacana taşıma arabasını kurtarmaya çalışan Fizik kantini çalışanı bile nasibini aldı.

    “Çantalarında molotof taşıyorlardı” demişsiniz, başka iftira mı bulamadınız? Keşke daha inandırıcı bir yalan geliştirseydiniz. Boyalı medyadır bu, sizin söylediğiniz onlara kanundur ama halk inanmazdı bunlara. İnanmadı da. Biz de duyduğumuzda kaburgalarımızı tuta tuta güldük. Çok komik olduğundan değil, bir kısmımızın gördüğü polis şiddetinden, bir kısmımızın ise panzer üstlerine doğru sürüldüğünde koştuğundan ötürü kaburgaları fazlaca ağrımaktaydı. Hatta bir kadın arkadaşımız da omzunu tutarak güldü, zira onun da omzunu 18 Aralık günü gaz fişeği sıyırmış geçmişti.

    Bir de, o gün çantamın içinde ne olduğunu yazayım hemen: 0,5 litrelik pet şişe içinde içme suyu, kütüphaneden aldığım birisi şiir kitabı olmak üzere üç kitap, o günkü derslerimin notlarının olduğu kağıtlar, kurşunkalemler, bir silgi ve Kızılay’da bir kitapçıdan aldığım edebiyat dergisi.

    Size ekranda bolca söz hakkı verildi, yeri geldi sinirlenmiş, yeri geldi duygulanmış numarası yaptınız. Ben ise bu satırları, aslında size değil başkalarına, olanca haklılığım ve samimiyetimle yazıyorum. Sizin söylediklerinizden daha az bilineceğine ise, neredeyse eminim.

    Siz “tutuklayın”, “canlarına okuyun” emirleri vermeye devam ediyorsunuz. Bense bir koltuk üzerinde uyurken, bir kolumla sağımdaki arkadaşımı korumaya çalışıp, öbür kolumla başımı -gaz bombasının fişeğinden az da olsa korunmak için- kapatırken, bir patlama sesi dolaşıyor kafamın içinde, sıçrayarak uyanıyorum hala. Derken bir başka rüyamda, 20 metre ötemde polisinizin vurduğu Barış’ı görüyorum, bir kaldırımın üzerinde kanlar içinde yığılmış kalmış. Medyanız o kadar etkili ki, yanı başımda vurulmamış olsaydı, arkadaşının “Araba bulun”, “Ambulans çağırın” bağırışlarına birebir şahit olmasaydım, sizin istediğiniz gibi “kokmaz bulaşmaz” bir öğrenci olsaydım, belki de “acaba arkadaşları mı vurdu” deyip, medyanıza inanacaktım. Ama artık bunun yolu yok, çarpıtmalarınız sökmeyecek.

    Kötülemelerinize ve iftiralarınıza maruz kalmaktan onur duydum. Bu demektir ki doğru yoldayım. Bu demektir ki, seneler sonra çocuklarımın yüzüne baktığımda, onları ta gözlerinin içinden görebileceğim. “Baba, sen üniversitedeyken ne yaptın?” sorusuna “Okulumu savundum, arkadaşlarımı savundum. Hocalarıma çamur atmaya kalktılar, onları da savundum.” diyebileceğim. Bunları söylerken gözlerimi kaçırmayacağım, sesim zerre tereddüt etmeyecek.

    Bu direniş, karşılarındaki profesyonelce donanmış bir orduya karşı bedenlerini gaz bombalarına, panzerlere ve tazyikli sulara siper eden öğrencilerin ODTÜ’de yazdığı bir destandır. ODTÜ’nün bir üniversite olarak sorumluluğunu, tarihsel görevini bilip, bir pankart arkasında görevine gitmesidir. Yıllarca da böyle hatırlanacak.

    18 Aralık 2012 günü okulumuza faşizmi yaşattınız. Andımız olsun ki, özgürlüğü de biz yaşatacağız. Arkadaşlarımızı, hocalarımızı, okullarımızı, mahallelerimizi, sokaklarımızı, var gücümüzle biz savunacağız. Halka zulmettiğiniz her yerde, karşınıza biz çıkacağız.

    Osmanlı döneminde Sivas Valisi olan Halit Rıfat Paşa “Gidemediğin yer senin değildir.” buyurmuştu.

    Sahi, siz hangi memleketten bahsediyordunuz?

    İmza: Faşizme Karşı Direnmiş Üniversite Gençliğinden Bir Öğrenci

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Yaşadığımız güncelliğin içerisinde her olan bitenin sonraya kalmadığından dert yanarız. Arkası nasıl olmuştur, bitmiştir diye düşünemeyiz, vaktimiz başka şeylerle hemhal olmak için ayrıştırılmıştır. ODTÜ’lü bir öğrencinin kaleminden dökülen bu mektup, ahvalin ortasında ne hallerde olduğumuzu, büyüklerimizin şartlanmışlıklarıyla beraber hiddetten gayrısını nasip etmediği bir insanın tekil, ortaklaştırılası bir meramıdır. İşitilesi bir kelamdır… Kulak verin, görün diyerek bu metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Ferhat Encü: Roboski, Dersim Sonrası Katliamların Devamıdır – ANF
Ferhat Encü: Roboski’yi Gündemde Tutmak İçin Demokratik Haklarımızı Kullanacağız – Sidar BASUT – Hür Bakış
‘Uludere’ Değil Artık Mutlaka ‘Roboski’ – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Tanrıverdi: Bari Partinizin Başındaki ‘Adaletten’ Utanın – Hür Bakış
Gülemiyorsun Ya, Gülmek… Bir Halk Gülüyorsa Gülmektir” – Duygu BOZKURT – Haber Fabrikası
Maraş’tan Roboski’ye, Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Muhalefet.org
Erdoğan’ın Gençliğe Hitabesi ve Roboski Deme Yasağı – Ali Duran TOPUZ – Utay
Roboskî Rûye Rast Yê AKP Ye – Yeni Özgür Politika
Tutsak Vekillerimizden Erdoğan ve Şahin’e Roboski Soruları – BDP Genel Merkez Facebook İletişim Sayfası
Roboski Katliamını İstismar Ediyorum – Ahmet YAVUZ – Aşağıdan
Savcının Skandal Roboski İfadeleri – Mustafa Emrah SÜER – DİHA / Yüksekova Haber
Aynı Suda Yıkanılmaz – Zana KAYA – Özgür Gündem
“Suçlular Titreyin, Nefesimiz Arkanızda Olacak” – Hakan ÇELİK – Bianet
21 Aralık 2012 Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi Günlük İnsan Hakları Raporu – TİHVDM
Meşum Bir Ay: Aralık – Hüseyin AYKOL – Özgür Gündem
Bir ODTÜ Öğrencisinden Başbakan’a Açık Mektup: ‘Gidemediğin Yer Senin Değildir’ – soL
Polisin “ODTÜ” Skandalı! Öğrencilere Tuzak Kurmuşlar – Gazeteciler Online
ODTÜ’lü Öğrenciler Anlatıyor – Şirin PAYZIN – CNN Türk
ODTÜ Rektörlüğünden Basın Açıklaması – ODTÜ
ODTÜ Rektöründen Sert Tepki – Timeturk
ODTÜ’den Geçemedim, Bu Oyunu Yediremedim – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
ODTÜ Saflaştırdı, Tayyip Çıldırdı – Sendika.org
“Türkiye Batmıştır” Doğru! – Muhalefet.org
Mevsimsel Yaralarımız Kanarken Unutmamak!… – Selma IRMAK / Diyarbakır Cezaevi – Özgür Gündem
Herkesin Yarası Parmağında, Bizimkisi Ciğerimizde – Erdal YILDIRIM – Medyanın Günlüğü
Maraş Katliamı: “Bebeleri Bile Vurdular” – İşçi Mücadele Derneği
Yarası Sarılmayan, Hesabı Sorulmayan Vahşet: Maraş Katliamı – Ali KÖYLÜCE – Yeni Özgür Politika
19 Aralık 2000; “Hiçbir Şey Unutulmadı, Hiçbir Şey Unutulmayacak” – Don Quijote – Solukbeniz
18 Aralık 2002; Necip Hablemitoğlu – Toplumsal Bellek Platformu
Ertuğrul Mavioğlu: Tutuklu Gazetecilerin Yüzde 80’i Kürt – Sevdiye ERGÜRBÜZ – Hülya EMEÇ – DİHA – Medyatava
Gazeteci Adaylarından Tutuklu Gazetecilere Mektup! – Evrensel
BirGün Emekçilerinden Zeyno’ya Mektup – Birgün
Dışarda Kaç Gazeteci Var? – Ayhan BİLGEN – Yeni Özgür Politika
Adam ve Kızları – Ahmet TULGAR – Evrensel
“Öldürmeyin, Devletin İmajı Zedeleniyor” – Bianet
‘KCK Operasyonu’nda 36 Gözaltı – İMC
Yok Daha Neler!… Halay Çekmekten Cezaevinde – Medyanın Günlüğü
Başsavcı ve Başkan’ın Dink Sınavı – Kemal GÖKTAŞ – KG’  Blog
‘Özgür Ruh’a Ne Oldu? – Halil TÜRKDEN – Aşağıdan
“Davası Olmayanın Deniz’i Olmaz” – Metin KAYAOĞLU – Haber Fabrikası
Deniz Gezmiş Bir Menderes Değil! – Meriç TAFOLAR – Milliyet
Pınar Selek: İlk Aşkım İstanbul’a Mutlaka Döneceğim – Cansu ÇAMLIBEL – Başka Haber
Pavey’den Başbakan’a Açık Mektup: Bu Ayrımcı Fanatiği Görevden Alın – Mehveş EVİN – ME’ Blog
Mevsimsiz Solan Üç Çiçek –  Süleyman KIZMAZ / Diyarbakır D Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Çocuk Hak İhlalleri Haritası – Göç Vakfı
Çocuk Cezaevi Değil Askeri Kışla! – Özgür Gündem
Havada Asılı Duran ‘Azınlık Üniforması’ – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Aleviler, Temsiliyet, Makbuliyet*: Alevilik Üzerine Notlar 1 – Gökhan ERDOĞAN – Azad Alik
Kar Mı Yağsın, Kan Mı? – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Gözleri Korkuyla Bakan Çocuklar – Sidar BASUT – Hür Bakış
Bütçe, Boş Laf ve Tarihe Not – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Bu İş Çok Zor Yonca; Çünkü… – Mustafa SÖNMEZ – Cumhuriyet
Eliaçık: Müslümanlar Kapitalizmle Yüzleşemedi! – Umut AKPINAR – ANF
Mayalar ve Bizim Kıyametimiz – Ferhan ŞAYLIMAN – Gazeteciler OnlineAnti-Siyonizm ve Kürtlerin Siyasi İradesinin İnkarı – Ayşe GÜNAYSU – Özgür Gündem
Vattimo: Avrupa Birliği Çökebilir – Ali ŞİMŞEK – Yurt
Asker Ailesine “Onur” Tazminatı – Kemal GÖKTAŞ  – KG’ Blog
Bir Haftada 4 Asker ‘İntiharı’, Bir Yılda 66 Ölüm – ANF
Bir, İki, Üç, Tıp! – Kaos GL
İstanbul’da Trans Cinayeti – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
“Bir Fotoğraf Çektirebilir Miyiz?” – Kıvanç KOÇAK – Birikim
‘‘Sıranın Bize De Geleceğini Biliyorduk’’ – Mehmet Nabi BATUK – Çaylak Haber
Başlar Ayak, Ayaklar Baş Olsun; CEO’lar ve Bakanlar Asgari Ücrete Mahkum Olsun! – Aktüel Gündem – Sendika.org
Hey Tekstil İşçilerinin Direnişi Sürüyor… – Halkın Sesi
Bir Çatışma Alanı Olarak Devlet ve Asgari Ücret – Yasemin ÇELİK – Sendika.org
European Human Rights Court Finds Turkey In Violation Of Freedom Of Expression – Adi KAMDAR via EFF
Onlar Oda Değil, Hücre! – Ayça SÖYLEMEZ – BiaMag
‘F Tipi Film’ Afişlerine Sansür – Proleter.net
‘Batıda Barış İçin Sokağa Çıkılmalı’ – Hülya EMEÇ – DİHA – Yüksekova Haber
Solun Medyası, Medyanın Solu IV – Foti BENLİSOY – Çaylak Haber
Taraf: Çarpık Doğdu, Yamuk Öldü – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Liberalizmin Muhalefet Yılları.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Newsroom: Medyanın Objektivizm Yalanı – Sarphan UZUNOĞLU – Sinekolaj
“Anaakım Medyada Çevirmenin Adı Yok” – Erkal ÜNAL – Sol Defter
Bir Kitap Öyküsü: Bildiğiniz Gibi Değil – Hamza AKTAN – Aşağıdan
İraden Var Mı? – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
‘Bu Adam Ruh Hastası Mı?’ – Elif TÜRKER – Agos ŞapGir
Poe’nun Korku(nç) Ekonomisi – Barış YARSEL – Futuristika
Zamansız Düşünceler: Tepenin Ardı Üzerine – Zahit ATAM – Birgün
Ulysses’i Neden Okumalıyız? – İlksen MAVİTUNA – Açık Radyo
Geçmiş ve Gelecek Arasında Foucault – Çeviri: Kutlu TUNCA – Haber Fabrikası
Cesetler Çürümüyor – Mustafa KUTLU – Yeni Şafak
Hegel ve Tinin Fenomenolojisi – Ahmet KOÇ / Trabzon E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Şahların Şahı: Kapuscinski’nin Gözüyle “Arap Baharı” – Foti BENLİSOY – Aşağıdan / Post-Express

Madteo – Noi No Album Stream via Sähkö Recordings
Madteo Official via Twitter
Madteo -Noi No Album Review By Michael C. WALSH via Little White Earbuds
Malorix Official
Malorix – Reclyclist EP via Sozialistischer Plattenbau
Zea Official
Muslimgauze / The Muslimgauze Preservation Society
Muslimgauze – Martyr Shrapnel Informative via Muslimgauze News
Muslimgauze – Love And Hate – The Essence Of His Music By Mirio via RYM
Tinariwen Official
Tinariwen: Sahra Çölünün Fenomeni – Zekeriya S. ŞEN – Tıkabasa Müzik
Tinariwen – Remixed Official Informative via Anti-
Pinch Official
Pinch Artist Page via Soundcloud
Pinch – Missing In Action 2006-2010 Album Review By Angus FINLAYSON via Fact Magazine
Vatican Shadow Official
Vatican Shadow Informative via Last.FM
Vatican Shadow: Hate Techno? Daniel Jones Recommends Hospital Productions via Electronic Beats

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Dexter Going By Tom GUYCOT via Flickr

>>>>>Poemé
Eski Bir Takvim İçin Şiirler – Edip CANSEVER

I

Evlerin saat beş olma hali
Ben yorgunum anlamaktan
Bir duvar, bir tebeşir gibi yazmaktan yazılmaktan.

Ve akşam
Alanların caddelerin bana biraz fazla geldiği
Üstümü başımı bilmediğim bir akşam
Ne yapsam
Alkollere gitsem. Giderim alkollere bir mektup gibi
Alkollerden gelirim bir mektup gibi
Bellidir sırtımdaki kan lekesinden ve puldan.

Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur
Islanırım ıslanırım anlamam
Sanki nedir bir yağmurun güzel olması
Sahi bir yağmurun güzel olması
Yağarken kendine severek bakmasından.

II

Duran ben değilim ki ayakta
Gövdemden daha büyük ve akşama doğru
Görünmekte olan bir sıkıntı var
Dönüp arkama bakamam.

Su gürültüleri! ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!
Ben işte günün birinde belli olurum
İki olmam, bir olurum günün birinde
Hızarlar! bir olurum, tarih de düşerim
Cep defterime bir şeyler de yazarım
Bir gün bir akşama doğru bulunurum da
Bir kapıdan uzanmış binlerce boyun tarafından
Hızarlar! neden olmasın, elbette sorulurum.

Ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!

III

Çimen kokusundan hızlı
Bir sıyrık gibi bitiveren elde ayakta
Nedir bu benim yalnızlığım?

Neyiz ki bu karanlık kar yağışında
Ey ipini kendi gerip ufka bakanlar
Ölüler, diriler, daha doğmamışlar
Toplanıp birdenbire hep aynı yaşta
Ve nedir bu benim yalnızlığım?

Ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
Söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
Kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım.

Masam ki şuracıkta solgun bir köy akşamı
Bir uzun yoksul, bir başka yoksul
Düşer ellerim bir çağın artıklarına
Çatalımda kemikler, ölü gözleri
Ve iniltiler, çığlıklar
Benden bir şey sorulamaz gibiyim. Biri gelsin şu tabağımı kaldırsın
Çatalımı da
İğrenmenin, tiksinmenin en eskisiyim
İki eşya arasında bir hiçlik
Ne iskemle, ne masa, tam orda tökezlenirim.

Bir haziran, bir temmuz nasıl olsa gelir de
Sorsanız size söylerim ey ipini kendi gerenler
Ben döğüşken olanlara açılmış bir mendilim.

kaynakça: şiir sitesi
>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)
Deuss Ex Machina # 426 (19.11.2012)
Deuss Ex Machina # 427 (26.11.2012)

Deuss Ex Machina # 424 – kas oled läbinud see ööl

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_424_–_kas oled läbinud see ööl

05 Kasım 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
i-Micromelancolié – Timelines (Jozik Records)
ii-Micromelancolié – Blackest Rainbow (Jozik Records)
iii-Offthesky & Man Watching The Stars – Star-Crossed Through Empty Thick (Rural Colours)
iv-Offthesky & Man Watching The Stars – Captured In A Quill Of Sloe (Rural Colours)
v-Jan Bang & Erik Honore – The God Of Gradual Abdication (Samadhisound)
vi-Jan Bang & Erik Honore – The God Of Silence (Samadhisound)
vii-Yaron Herman – Atlas And Axis (The ACT Company)
viii-Yaron Herman – Heart Break Through (The ACT Company)
ix-Forabandit – Cançion (Buda Musique)
x-Forabandit – Leylâm Mevlâm (Buda Musique)
xi-Bandista – Haymatlos (Oppa Tzupa Zound Zystem)
xii-Bandista – Hiç Kimsenin Şarkısı (Oppa Tzupa Zound Zystem)

                                             kas oled läbinud see ööl
                                                         (424)

düşüp kalkarak, kah eğrilip, kah doğrularak kah durduğun yerde sabitlenerek kah hareketin devinimine kendini kaptırıp giderek durmaksızın ilerleyerek, bir öyle bir böyle seslendirilenlerin bir şöyle bir böyle bir şu bir bu diye ayrıştırmaların dolu dizginliğinde sığınılacak bir limanı belki bulurum bahsiyle, çabalanımıyla yol alabilmeye uğraşıyoruz. karşılaştığımız resmin hengamesinde griliğinde neden sorgusuna girişilmemesi bir yana her defasında bu da artık fazla değil mi diye düşünedururken buluyoruz kendimizi. sessizlik. müdanasız v mübalağasız kelamın yetkinliğinin, dilin getirdiklerinin aklın tahayyülü v kapasitesi doğrultusunda şekillendirilebileceği bir ortam varlığının giderek sepyalaşmış, soluklaşmış bir ütopya haline dönüştürülmesine vah vahlanıyoruz. sessizlik. onca yaşanmışlığın paralelinde hala hiçbir şey olmamışçasına benzeş zihni bağlı kelamların vakit sektirmeksizin tekrar edilişine, hıncın v ölümün kutsanmasına hayretleniyoruz. sessizlik. bir oh olsundur furyası alıp başını ilerlemişken başka bir yerden oh olsun çağrısının, çapsızlığının hadi bir bilemedin iki kişi tarafından savunulduğunu zannederken koskocaman bir cenahın hayattaki tutunduğu has dalın o olduğunun ifşaasına, ikrarına tanıklık ediyoruz. sessizlik. bir yerinden başlanacaksa bu diyarı anlayabilmek bahsinde neresinde hata yapıyoruz kısmının çoktandır belirgin olduğu bir dönemeçte kopan sessiz çığlıkların tanıklığında kem küm edip duruyoruz. gak guk. sessizlik.

bilmemenin değil görmemenin bir şekilde normal olarak sınıflandırıldığı ona denk tutulduğu bir cenahta ne yana dönersen dön karanlık bir imgenin peşimizde koşturup durduğunu, seni, onu değil asıl hepimizi o kıstırılmış sahanlığa derdest edip sıkış tıkış tutmak için yola çıkıldığını idrak ettiren vesikalara bakakalıyoruz. sessizlik. yaşama tutunmanın nasıl bir şey olduğuna dair koskocaman ahkamlar kesilirken, aforizmalar apartılırken birilerin halen, kasti olarak laf salatası yapıyorsunuz bahsine el vermelerinin kadüklüğünü, bilinçisizliğini seyreyliyoruz. sessizlik. herşey laf salatası, her sesleniş anlamsız birer lagaluga ise zaten muktedirin elinde olan iplere göre orası burası fark etmez cehennemin tam da ortasında bir şeyler yapılmasına gerek olmadığına ulaşmış, ermiş oluyoruz. olmuyor muyuz. sessizlik. haddizatında bir şeylerle yüzleşme gailesiyle yola çıkılan temellendirilen  hareketlenmelerin topyekün paketlendiği, devre dışında bırakıldığı bir ahvalde o da eksik kalsın denilir gibi sözün kıymeti harbiyesini üç kuruşa kenara terk etmenin yollarına alıştırılmaya çalışıyoruz. her gün ayrı bir mizansen sergileniyormuş gibi değerlendirilirken bu cenahın merkezinde, kalbinde ayrışmanın, dip dibe insanlığın katlinin anlık resmi geçitlerinde kelamdan gayrı neye sığınmalıyız diye düşünedururken bir yan, bir yön hısımlığı, linçle taltif etmenin yollarında yeniden kotarmanın derdine düşüyor. sessizlik.

bir bitmez edim olarak bu vatanın ekmeği kısasının handiyse her olur olmadık vakıa dahilinde seslendirilmesinin, her pundu bulunana yakıştırılmasının can yakıcılığından az çekmemişiz gibi birlik v beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde! ötekisine hınçın bunu sağlayabileceğine kanıp zemini uygun bulanların felaketlerini birer ikişer icrai sanat eylemelerine tanıklık ediyoruz. utançlarımız dağ gibi yükseliyor. sessizlik. karanlığın normalleştirilmesi, olağan belletilmesi düzeneğinde bir şekilde insanlıktan uzaklaşıldıkça sanki daha iyisi, daha güzeline ulaşacakmışız bahsine tutuluş, bütün vicdani olanın önünde set gibi yükseliyor. ya köpek gibi havlıyorlardı denilerek, ya da kontrgerilla gerekliliği bir kere daha anlaşılmıştır diye ucundan kıyısından bahisler açılarak bu sathı mahalin ötekisine karşı kartlarının tükenmediği hatırlatılıyor!. sessizlik. aba altından sopanın değil basbayağı göstere göstere yola çekmenin, hizanın içerisinde tutabilmek için zorun, zor olarak tanımlananın, işkencenin işkembe-i kübradan savunulmasının ibretlik vesikaları döküz sütuna şok şok şok, flaş flaş flaş bezemeleriyle sunumlandırılıyor. bir tık, iki tık daha fazlası için şiddetin kayığına her dem olduğu gibi elinde tuzlukla koşar adım gidenlerin, el oğuşturanların, beklenti içerisinde bulunanların ne iyi etmişler gazlamalarıyla beraber bir ayrışımın kökü derinleştiriliyor. ayrılıyoruz ayrıştırılıyoruz farkında mısınız?

bunca zıvanasından çıkmışlığın ben merkezciliğinde kimliklerin, aidiyetlerin üzerinde per per tepinilerek zorunlu bir deneyimden bir başkasına hazırlanıyoruz. hazırlatılıyoruz. sessizlik. bugün pek çok şey açık açık tartışılabiliyor, dillendirilebiliyor diye ortalıklarda kelam eksik konulmazken hala neyin adını anabileceğimiz, kime değer verebileceğimiz, neyden ne manalar anlamamız gerekliliği özensiz bir biçimde her dem olduğu gibi ana akımın şarlatanlarının çabalarıyla beraber yeniden zihinlere kazıtılıyor. durmak yok bodoslama emir erliğine, ötekisine öfke katmaya devam! sessizlik. bugün altmış birinci gününe girmiş olan açlık grevinin silsile halinde hepimizi çürütmesi, eksiltmesi, hezeyanın bunca kalıplaşmış şeklini bulmuş yansısında hala bir şey yok, yiyorlar, içiyorlar vatan hainleri söyleminin hemen dibinde kökümüz kuruyor bu kök saldığımızı sandığımız, vatandır, topraktır diye bellediğimiz cenahta hala ne olduğumuzun tam karşılığı bulunmaya çalışılıyor. insanlığa kaç var! kaç basamak aşıldı, geriye kaç adım kaldı! bıraktırıldı. bütünce yekpare bir mozaik. mermerden böyle yekpare. basbayağı kör bir sessizlik. canların o veya bu şekilde illa billa yok edilmesinin böylesine naçar karşılanıp, kolayca sineye çekilir nasılsa diye tanımlandığı bir ülke operasyonların sonunu görebilir mi?

sayılar rakamlar havada uçuşurken, günler geceler birbirini kovalarken, yok kış operasyonları yok yaz bilmemneleri diyerek siyasal soykırım, savaş ikliminin, düşünsel özgün v özgürlüğünün ayaklar altına alınmasının sadece buna odaklanılmasının bu yeri ne kadar yaşatılır kılabildiği artık afaki değil midir? herkes mi cinnet geçirmektedir ki yapılıyorsa, dillendiriliyorsa bir şeyler tabî ki onlar da hak ediyorlar(muş) kısmına bunca göz kapalı teslimiyet halen mümkünatlar dahilindedir. öyle böyle alkışlanmaktadır. sahi biz ne ara bu insanlık mevzularında ota boka yaslana, tutuna bildiğimiz batağın bunca derinine düştük. nefessiz, çelimsiz, kelamsız kaldık. sessizlik. ezici çoğunluğun her kimse, her kimi kapsıyorsa bir şeylere sabrı kalmadı, tükendi denilerek karşısına konumlandırılana, ahkamının dozunu bir şekilde şiddete kırdığı bir zaman mevhumunda bunca ağır yükleniş, peyperdey seslendiriş, durmaksızın yineleyiş karşısında ne etsek, ne yapsak hafzalamız düzene girer, uyuduğumuz avuntu dünyasından sıyrılma söz konusu edilebilir? sokağında, içerisinde, dışarısında şiddetin laf olsun diye değil gerçekten yaşanılmaz kıldırdığı, herkesin bir ötekisine karşı diyecek sözünün kantarı çoktan dengesizleştiren bezeyişlerle ağız dolusu hakaretlerini yinelediği bir yerde asgari müşterek diye bir tanımın karşılığı bir gün bulunabilir mi?

yetmemişçesine hala her günü bir öncesinden daha büyük gıybetlere teslim ederek, donatarak, ağız birliği etmişçesine hep aynı noktadan hiddete kapıyı açık bırakarak, ona özellikle ihtimam göstererek doğru olandan uzaklaştıkça muasırlaşsak neye yarar, ikibinyirmiüç hedeflerine nail olsak neye yarayacak! burada. dönüp dolaşıp muktedirliğin v payandalarının bir örnekleştirilmiş tepkimelerine sadece göz gezdirildiğinde bile muhafaza altına alınıp, önemsenen şeylerin bütün bu anlama gayretine girişip, iki kelam denkleştirme çabasında anlatmaya çalıştıklarımızın ne kadar tersi bir odağı tanımlandırdığı bir kere daha teyit edilebilir. bir şekilde sayılarla olan ilişkimiz çetele tutmak adına degil. yaşamak zorunda bırakıldığımız cehennemde kaçar kaçar eksiliyoruz bunu bir kere daha bellemek için olduğunu da yineleyelim. toz pembelik haleti ruhiyelerin bırakın yakınını yöresini tam da tersindeyken kolayca dillendirilen “ne de güzel” yaşıyorlar zorları neymiş bahsinin, dile yapışıp ondan yeni türetmelere girişilmesinin bu eksikliği yoksunluğu, yok sayılmaları olağanlaştırılıp, sıradan bir durum olarak ele alınmasının hüznünü de perçinlemektedir. yok oluşlarımızın tamamı vicdanını terki diyar eyleyenlerin, bunu gerekli! görenlerin dünyasına armağan olsun, kurban.

sessizleştikçe sıranın bir yerinde kalakalmış hallerimiz, birbirinden ne önce ne sonrasızlığımız karar merciliğini kararsız kazımlığa bırakışların çoğulculuğunda ne edersek edelim bu gazap yurdunda en önemli şeye insana sıranın getirilmeyeceğini fark etmek bütün bu yazın çabasının, karalamanın ötesinde hala düşündürücü olan unsur olduğunu ilave edelim. çoraklaştıkça, biber gazına, dayağa, sinkafa alıştıkça, had bildirmelerde seçenek çoğaltıldıkça yoksunlaştığımızı anlamlandırabilmek için daha neler başımıza gelmeli sorgusunun dibinde çözüm feryadımızı yineleyelim. bir duyan olur bir gün buralarda da sulh olur, hakkaniyet olur, gerçekten adillik söz konusu olur. yalandan değil hakikaten demokrasi bahsi vuku bulur diyerek, öykünerek imrenerek. hesaptan kitaptan, al takke ver külah doğaçlamalardan uzakta kalarak o meraklı olanların dillerine doladıkları ayrıştırıcısınız, şusunuz, busunuzlara gelmeden yineleyelim insanlık çok güzel, denesenize eğreltiliğin seslendirilmesi, hamurunun karılması dile yerleşmiş olan “kutsal önyargıların” beraberliğinde, çerçevesinin kapsamının tanımlandırılması, şeklinin buldurulması gibi birbirini takip eden bir daraltım sahası içinde denek bellenişimizin paralelinde nesnelliğinden çok ihtiva ettikleriyle bir çok şeyi anlaşılır kılan, kah metafor kah bizahati varlığı ile beraber bu cinnet vatan dediğimiz içerisinde icrai sanat eylenenleri tam v eksiksiz tanımlandırabilmeye yardımcıdır taş.

kutsiyet atfedilmiş şeylerin göreceliliği üzerinden hangi baskılama unsurlarının devreye sokulup, hangi manipüle edicilerin tercih edildiğini, önemsendiğini veya tersine hakir görüldüğünü anlamlandırabilmek için kullanılabilecek argüman toparlayıcılarından birisidir taş. gediğine konulabildiğinde bir kalk borusu vazifesi gösteren, sırası geldiğinde başvurulduğunda bu pejmürdelik saiğinden çıkışın insanın insanı anlamasından geçtiğini hatra düşüren lafazanlığın boşa çene çalmanın değil bazen kaskatı kesilmeyi böyle sıradanlaştıran o vicdansızlık timsali seremonileri, al takker ver külah oyun v sahnelemeleri meydana serebilen, yerinde ağırlığının tam karşılığını cismanileştiren, atılanı toplananı bu toprağın simyasına uygulanan, yapılan edilen sürümcemesiz sansürlemeleri değinilerin önlerine bina ettirilen setleri idrak ettiren bir özetleyicidir taş. kendiliğinden pek bir anlam, ehemmiyet v detaylara vakıf olunmayan toplumsal kilitlenmişliğimizi, iletişim yoksunluğumuzu, empati eksikliğimizi yüzümüze vuran bu sathın, insanın yüzünde tek bir olumlamaya handiyse yer bıraktırmayan cerahatin sıradanlaştırılması, münferit belletilmesi karşısında halen gerekisinimimiz olan anlamak için daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini idrak ettirendir taş. bu dünyanın algısını, merhametini, kapsayıcılığını dar kalıplara sıkış tıkış tepiştirerek, tektipleştirmelerin götürüp kenarına bıraktığı yarları, uçurumları fark ettirebilecek olandır taş. görebilme çabası içerisinde bulunanlara.. dikkat.

vicdansızlık, otokratizmin tüm yan unsurlarıyla bağdaşık hiddetlilik, şiddete meyyallik, birbirlerinin turnusolu olan sistem sensin bu da kapağı yan unsuru diye belletilen ana akımın, parti parti partizanlığın taşımış olduklarının, beraberinde sunduklarının meramı değil meseleleri karga tulumba ayrıştırmaların vesikalanması çabası olduğunu yineletendir taş!. bir gün önce dile pelesenk edilenlerin ertesi günün sabahında unutulacağı v herşeyin yeniden başlayacağını bilmek, o sıfırlanmışlığı defaatle tecrübe edenlerden olmak, ben ben diye kükreyip duran muktedirliğin biz dediğimize varasıya kadar heder ettiklerini düze çıkartandır taş. günahsız olan eline taşı alsın denilmişken şimdi meteor yağmuru gibi kafamıza, böğrümüze, benliğimize, aklımıza v vicdanımıza hedeflenenleri anlamlandırabilmemize vesile olacaktır taş!. çoğunluk bir çok şeyin farkında bile değilken iki ayı aşan süresi dahilinde hemen her şeyin tastamam bir kere daha belletilmesi, ezber yoklamasına tabî tutulmak, vardır yoktur vicdansızlığına müdanasızlıkla tamah etmek bu üç maymunluğu sürdürmek onca hiddeti reva bunca hezimeti ala en temel hakları kem küm gım gım diye bellemeye çalışmak onun üzerinden söylemlere, pratiklere girişmek her ne oluyorsa ona zemin sağlanıyor, vuku buluyor hiç de iyiye gidilmiyor kısasını meydana çıkartmakta, özetlemektedir.

o haktır bu değildir. şu bir ihtimal olabilir bu dokunulmazdır. o kutsal bu lanetlidir. bu böyledir şu şöyledir öz anadilinde eğitime hazırlıksızızdır, karşılanması tavizdir. eşit yaşama beklentisi, bu toprağın ayrışmaz unsurusunuz ama şimdilik talepleriniz değerlendirme dışıdır diye geçiştirilenlerdir. hiddet at başı giderken ne de güzel hoş mukavemet edene hadleri polisimizce bildiriliyor işte zevzeklenmelerine fon eylenendir. vicdan kara toprağa verilirken bu sefer on bir yaşında bir surette bugün de yurtta bir şeycikler olmadı kelamına sahiplenişe göndermedir özetlenen. duyumsadıklarımız, gördüklerimiz aklın sınırlarının ötesinde ütopik, kurgumasal olarak atfedilenlerin, öyle sayılanların nasıl müdanasız bir biçimde bu sathı mahalde bir gerçekliğe ulaştığını üstelik basbayağı can yakıcı bir hakikat mevhumuna dönüştürüldüğünü yineleyebilmek olasıdır. bu halen birbirlerini anlamaktansa, yermeyi yerin dibine sokmayı mahalle ağzıyla konuşup kalaylayarak bu hezimet sağanağından sıyrılabilmeyi ümit edenlerin göründüğü bir vesikadır. ırkının üstünlüğünü, caka satabilmek için bir şey bulduğunda bunu sinekten yağ çıkartır gibi arsız bi çabayla denkleştirip tümce haline getirerek hiç mi hiç uğraşmayıp basmakalıplığın klişelerinden medet umarak yol alanların göründüğü bir vesikadır. acının sağlı sollu gelmesi bir sağanak gibi yetmezcesine operasyonlar ile ocaklara düşürülecek yeni korlar v ağıtların yükseltilmesine çabalanılan bir vesika.

hangi bir elem ile yüzleşebilinmiş ki darbelerin mimarlarıyla, zor zahmet binbir rica minnet ne bildiklerini, ne gördüklerini yahut bellediklerinin neler başımıza açmış olduklarının peşinde koşturulmasının, hesaba çekildiklerine inanmamızı muştulayan bir vesika düzeneğidir karşımıza çıkan. öyledir böyledir sorun morun yoktur. kelamın sıklıkla yinelenmesine karşın bir türlü öze meselin kendisine yaklaşılamadığını yineleten vesika. utan vesikaları!. bağdaşık bir örnek, tektipleştirilmiş algı, dayatılan her neyse ona tamah ettirmeyi amaçlayan erkin varlığı tüm etmenleriyle bu vesikalar gibisi nicelerini hayat akışına dahil etmektedir. bolca kullanılan, çekinilmeden dillendirilen metaforlar değiniler v edimler toplamında görüp karşılaştığımız yegane şeyin elem olduğu afakidir. canhıraş bir biçimde meramı otokrasinin binbir yüzeyinde karılıp önümüze çıkarttığı kaşıklayın diye buyurduğu temcit pilavı böylesi bir şeydir haddizatında. vesikanın kendisinde yarım yamalak, kadrajın ya başında ya sonunda itinayla bakıp görülebilecek olan şeyleredir bu meram neşriyatı. dönüp dolaşıp hala maşaallahları var denilen insanların çektikleri azabı hiçe saymak, yokmuş gibi davranılmasının yürek kaldırmaz biganeliğin bir normal olarak değerlendirilmesi, bunun bellenmesi çabalanmasına karşıdır bu sesleniş.

işitilmezlik ile donatıldıkça, donandıkça bugünü kurtardık yarına allah kerim kısasından yola çıkılan bir güncelde altında kalakaldığımız her dem anılası devrik hayatlarımıza, o hayatların enkazları altında hala bir umudun yeşertilebileceğine inanmak v çoğaltabilmek maksadıdır meramın. bunca ağıtlarla donanan günde kör kurşuni grilik yel kadırmayan seslenişler, tutumlar, dayatmalardan dayatma beğendiren muktedirlik ele demokrasi buraya otokrasinin şekli tamama erdirilmiş olan suretlerinin durmadan yinelenmesindeki kör inatçılık durmak yok yola devam       şıkkının nasıl bir toplamdan ibaret olduğunu göstermektedir. yalın v ilaveye gereksinim olmaksızın. kral çıplak!. bulunduğumuz anın, vardığımız odağın, içinde kalakaldığımız sıkış tıkışlığımızın ortak yapımında ide can çekişmektedir. fikriyatın ne olduğunun, neyi amaçladığının, kapsadığının, neyi düze çıkartmak olduğunun okunmadığı bilinmediği tek tek klişelerden tepkimelerin kotarıldığı bir sathı mahalde yaşıyoruz. yahut yaşarmış gibi yapıyoruz. bu sathı mahalde kopan çığlıkların her neyden ileri geliyor olursa olsun can yakıcılığına odaklanmak istiyoruz. değişimlerin zaruriymiş gibi gösterildiği bir zaman diliminde yıkıntının altında bir umut var olacak mıdır kısmının karşılığını bulmaya çalışıyoruz.

bilmecelerle örülü dört yanımız, yöremiz. manidar çıkarsamaların hedef bu buyurun buradan saldırınların, afedersiniz onlar, şunlar bunların etkili olan, dönüşmüş dünün mazlumunun bugünün muktedirinin damarlarındaki asil kanla bağdaştırılmamasına çabalarını sergilediği halen seyirci kalınan bir bilmece. içeriğini her gün acıyla tecrübe ettiğimiz. biganeliğin er meydanında kendi postunu kurtarmak dışında başka bir şeyle işi olmayanların zihin yorduran çabalanımlarına nail olmaya çalışıyor, uğraşıyoruz. basmakalıp şekilciliğin, jurnalleştirmelerin ortamı bildiğimiz tam, eksiksiz karşılığıyla terörizz etmelerin her ne demek olduğunun yılmaz savunuculuğuna karşı, çıkarsız v karşılıksız insan nedir sorusuna yanıt arıyoruz. acının tolere edilebilir sınırının çoktan yıkıldığı bir güncellikte akil olanın, insan dediğimize kattıklarını v getirdiklerini bir yandan da götürdüklerine ermeye çalışıyoruz. bir tüketim gerçekliği diye alışılageldik seslenişlerle kesitirilip atılmadan, o saçmalara denk gelmeden, kin kusmadan konuşulabilecek, paylaşılabilecek bir kara parçasını hayal ediyoruz. çok ama çok oluyoruz…

>>>>>Bildirgeç
Açlıkta Üşümek – Bülent USTA – Birgün*

Sonbahar gerçekten geldi. Artık akşamları üşüyoruz, yağmur bulutlarının biri geliyor, biri gidiyor. Insan, kaldırımları örten sararmış yapraklara kayıtsız kalamaz ya, mevsimler gibi toplumsal olayların da insanları derinden etkilediğini düşünürsek, 57. gününe giren “Açlık Grevleri”ne nasıl kayıtsız kalınabilir ki… Kayıtsız kalınır, kaldırımları örten sararmış yapraklara kayıtsız kalınabildiği gibi… Ama ister kayıtsız kalınsın, ister kalınmasın, insanların tümünü derinden etkiler mevsimler, iklimler, toplumsal olaylar… Açlık Grevleri de, tıpkı sonbahar gibi geçen her günle birlikte yavaş yavaş ama derinden etkiliyor bu toprakları…

Yaşar Kemal, “Açlık Grevleri”nin etkisinin bir nesli yok etmeye varacağından endişelendiğini açıkladı basın toplantısında geçenlerde. Onun bu çağrısı ve uyarısı, elbette yönetenler tarafından ciddiye alınmadı. Yönetenler için, bir nesli yok etmek ya da yok etmemek değil ki mesele. Kendilerince yüksek gördükleri idealler ve çıkarlar uğruna devletler kaç nesli harcadı, yok etti bugüne kadar.  Zaten bu topraklarda nesiller ya savaşlarda yok edildi, ya da askeri darbelerde harcandı bol bol. Sadece darbe dönemlerinde değil, darbe sonrası yaratılan siyasi iklim de nesillere iyi gelmedi hiç. Mesela fiziki antropoloji alanında çalışmalar yapan bir antropolog, Türkiye’deki baskı ve stres dolu atmosferin fiziksel açıdan da yeni nesilleri etkilediğini ve boylarının diğer Avrupa ülkelerine göre daha kısa kaldığından bahsetmişti bana. Sadece beslenme ya da genler değil, siyasi ve kültürel baskı ortamı da, insanların fiziksel gelişimini etkilerken, ruhsal gelişimini nasıl etkilediğini varın siz düşünün.

“Açlık Grevleri” devam eder ve siyasi iktidar ölümlerin önüne geçemezse, bu topraklarda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, barışın, sararmış yaprakların kaldırımları örtmesi gibi, ölümlerin altında kalacağı kesin. “Açlık Grevleri”nin talepleri size makul gelmeyebilir, hatta karşı da olabilirsiniz. Ama gözünüzün önünde aç kalarak ölüme giden insanlara karşı kayıtsız kalabiliyor ve onların kendi tercihleriyle böyle bir ölümü arzuladığını düşünüyorsanız, büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu bilmeniz ve böyle düşündüğünüz için de bir insan olarak utanmanız gerekir. “Açlık Grevleri”ndeki insanlar, kendilerini aç bırakarak ölmeyi değil, canları pahasına savundukları fikirleri, canlarını ortaya koyarak duyurmak istiyorlar sadece. Başkalarına değil, doğrudan kendilerine şiddet uygulayarak bir tür pasif direniş sergiliyorlar. Gandhi de, İngiliz yönetimindeki Hindistan’ın bağımsızlığı için açlık grevi yapmıştı. Hatta Roma İmparatoru Tiberius döneminde, Hıristiyanlara yönelik katliam ve işkenceleri protesto eden Tiberius’un dostu avukat Nerva da, açlık grevine başvurmuş ve bu uğurda hayatını kaybetmişti. Türkiye’nin açlık grevleri tarihi ise, çok sayıda ölümle dolu. Nâzım Hikmet de açlık grevi yapmıştı, haksız yere tutuklandığı için. Hatta annesi Celile Hanım, üzerinde “Bende Ölmek İstiyorum Gece Gündüz Oruçluyum” yazan bir pankartla Galata Köprüsü’nde imza toplamıştı.

Foucault, cezaevlerindeki her eylemin siyasi olamayacağını söyler. Mesela der ki, iki kişi bir gardiyanı rehin alıp kaçarlarsa, bunu yapan siyasi mahkûmlar bile olsa, eylemin kendisi siyasi olamaz. Ama mahkûmlar, siyasi talepler öne sürerek, kollektif biçimde ve cezaevi yöneticilerine yönelik değil de iktidardaki siyasi partiye seslenerek bir eylem yapıyorlarsa, siyasi bir eylem vardır ortada ve bu siyasi eylemin muhatabı kolluk kuvvetleri ya da cezaevi yöneticileri değil, doğrudan hükümettir. Yani, daha önceleri olduğu gibi, hükümet “Açlık Grevleri”ne adli bir vakaymış gibi bakamaz. Devletlerin vicdanı olmadığı için, devlet için sadece siyasi bir mesele olan “Açlık Grevleri”, kamuoyu içinse aynı zamanda vicdani bir meseledir. Kamuoyunun vicdanını harekete geçirecek olan medyanın kuşatma altında olduğunu düşünürsek, durum sandığımızdan da vahim.

Foucault, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Büyük Kapatılma” adlı yazılarından oluşan seçkideki bir söyleşisinde şöyle der: “Ve, eğer hapishane doktorları bu kadar korkak olmasalardı, sadece açıkladıkları şeyle, gördükleri şeyi söyleyerek sistemi ciddi bir şekilde sarsabilirlerdi.” Aslında sadece hapishane doktorları değil, elinde yetki ve güç bulunan vicdan sahibi herkes, başta medya çalışanları ve yöneticileri olmak üzere, korkmayıp gördükleri şeyi söyleyebilselerdi ya da söyleyecek olanlara izin verebilselerdi, Türkiye’de her şey çok farklı olabilirdi. Yaratılan korku ve baskı atmosferi, büyük oranda vicdanları da susturmuş durumda. Bir başka sorun da, cezaevinde açlık grevi de yapmış olan Ulrike Meinhof’un Sel Yayıncılık’tan çıkan “Protestodan Direnişe” adlı gazete yazılarının toplandığı kitabında dile getirdiği gibi, öfkenin kanalize edilerek ya da kurumsallaştırılarak soğurulması. Şöyle yazmış Meinhof: “Hoşnutsuzluğun kurumsallaştırılması, insanları harekete geçirmekten çok uyutur, başkalarının sorunu çözeceği hissini verir, insanların vicdanını rahatlatır, kendilerinin harekete geçmesi ve sorumluluk alması gerekliliğinden muaf oldukları hissini uyandırır, satranç tahtasında piyon olmanın değiştirilemez bir durum olduğu yanılsamasını yeniden güçlendirir, birçokları için özel yaşama kapanmayı meşrulaştırır, kişisel tutumun kamusal amaçlar için kullanılması hakkındaki bilgisizliği sağlamlaştırır.”

Ulrike Meinhof’un bahsettiği bu bilgisizliğin en üst sınırlarındayız bugün. Vicdanımızı başkalarına devrederek yaşadığımız sürece de, bilgisizliğimizin daha kaç kişinin canını yakacağından ve bu toprakları nasıl büyük felaketlere sürükleyeceğinden habersiziz.

Sonbahar gerçekten geldi, artık akşamları üşüyoruz… “Açlık Grevleri” sınıra dayandı, artık bizi her zaman üşütecek ölümler bekliyoruz… Sonbahar, ruh hâlimizi etkiliyor… “Açlık Grevleri” sadece ruh hâlimizi değil, açlık grevinde olanların hayatlarını etkileyecek…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar belki daha fazlası. Bülent USTA’nın Birgün Gazetesi’nde yayınlanmış olan Açlıkta Üşümek başlıklı makalesinde olduğu gibi derinleştirdikçe, ardına bakabildikçe günün getirdiğinin etrafında neler olup bittiğini, nasıl bir sona doğru hepimizi yönlendirdiği anlaşılabilecek bir meram haline dönüşmektedir. Bülent USTA’nın ve Birgün Gazetesi’nin anlayışlarına sığınarak bu makaleyi sizlerle paylaşıyoruz….

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Turkey: Respect The Rights Of Hunger Strikers – Amnesty International – Af Örgütü
Açlıkta Üşümek – Bülent USTA – Birgün
Senin Kızın Olabilirdi – Ayşe GÜNAYSU – Özgür Gündem
Barış İçin “Yavaş Ölüm”! – Harun ERCAN – Bir + Bir
Ölümleri Durdurmak İçin Ölümü Göze Alıyoruz – Hacire TANIRĞAN / Bakırköy Kadın Cezaevi – Özgür Gündem
İnsanlığın Açlık ile İmtihanı – Onur AKSOY – Sendika.org
60. Gün – Sibel YERDENİZ – T24
Çağdaş Gazeteciler Derneğinden Açlık Grevi Konusunda Açıklama – Dışarıdaki Gazeteciler
“Suskunluğa…” – Bedreddin G. – Ajans Amed
Direniş, Terörist, Felsefe, Şemdin Falan – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Açlık Grevleri: Vicdana Çağrı – Ferhat KENTEL – Taraf
Tecrit – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Test Edildi ve Onaylandı – Ayşegül DEVECİOĞLU – Bianet
Ece Temelkuran: Ölümleri İzlemek Utanç Verici – Ali GÜLER – ANF
Yaşamı Sürdürmeye Katkı – Prof. Dr. İnci GÖKMEN – Sürdürülebilir ODTÜ
KTÜ’de Açlık Grevi Eylemine Polis ve ÖGB Saldırısı – Sürekli Devrim Hareketi
Yeğpayrutyun Azadutyun Havasarufyun – ETHA
Açlık Grevi Makaleleri – İçeriden – Dışarıdan – Özgür Gündem
Hansel ve Gratel – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Açlık Grevcileri Kazanıyor – Dr. Mustafa PEKÖZ – Sendika.org
Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim – Ümit KIVANÇ – Roboski Belgeseli Tanıtım via Vimeo
‘Ağlama Anne Güzel Yerdeyim…’ – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
Seni Unutursam Kalbim Kurusun!… – Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Hakikatin Travması – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Roboskili Fikret Encü Gözaltına Alındı – ANF
Muhalefet (Sizseniz), Muhalefet (Sizsiniz) – Ayhan BİLGEN – Evrensel
Bu Yazıyı Aç Karnına Okuyun… – Siyabend Fırat ÇETİN – Demokrat Haber
Gandhi Akyol’u Duysa… – Ertuğrul KÜRKÇÜ – Özgür Gündem
Çiller’in Hükümsüz Gözyaşları – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Çiller, Muleta ve Zenbilli Ali Efendi – Sırrı Süreyya ÖNDER – Emek Dünyası
Çiller ve Bıyıklarım – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
“Popülizm Yapıyor” – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Will Erdogan Do Nothing To Save The Lives Of Kurdish Hunger Strikers? – Binnaz SAKTANBER – The Guardian
Turkey Needs To Change Course Over Own Insurgency – Hugh POPE – CNN World
Urgent Call For Kurdish Hunger Strikers In Turkey – Jadalliya
Çatışmalarda 9 Ayda 393 Kişi Öldü – ETHA
Kürtlere ‘Seçmeli Hayat’ – Demiray ORAL – Taraf
Politik Yalanlar – Sara AKTAŞ – Özgür Gündem
Adalet Bakanlığı’na: “Gel De Yaşa” Postası – Korsan Dergi
Esir Avukatlar Davasından Duruşma Notları – Gülseren YOLERİ – Yeni Özgür Politika
Pozantı Mağduru 2 Çocuk Hücreye Atıldı – Meliha GÜNDÜZ – ANF
Kışlada Ölüm Var! – Muhalefet
Yeni Anayasa Sürecini İzleme Raporu – Editörler: Mehmet UÇUM – Özge GENÇ – TESEV
Cellata İnat, Yaşamak Lazım! – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Siyasette Aykırı Bir Ses: Gülseren ONANÇ – Karin KARAKAŞLI – Agos
AKP’nin 10 Yılı: Dış Politikada Nereden Nereye? – Emre GÜNTEKİN – Sürekli Devrim Hareketi
Adalet Bakanlığından Tutuklu Gazeteciler Hakkında Skandal Rapor – Emek Dünyası
Muhafazakâr Filan Değil, Resmen Dingo! – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Akan Kanı Kim Durduracak? – Gizem A. WEBER – BiaMag
“Sömürgeciliğin Ruhu Irkçıdır!” – Senem GÜNEŞER – Ajans Amed
‘Sevag Balıkçı Davası’ ile Ölümün Hiyerarşisi – Serdar KORUCU – Demokrat Haber
Sevag Balıkçı’nın Annesi Ani Balıkçı: Vereceğiniz Kararla Öteki Olmadığımız Belli Olacak – Başka Haber
Er Sevag Şahin Balıkçı Davasında Yayın Yasağı – Korsan Dergi
Karmaşık Bir Hissiyat Türklerinki – Roni MARGULIES – Taraf
Hedef Gösteren Akit’e Takipsizlik – Agos
Mahalle Baskısı Mührü Getirdi, Nefret Suçunu Da Getirmesin – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
MÜ’de Bir Öğrenci ‘Ülkücüler’ce Bıçaklandı – İMC
Ekim Ayı Irkçısı: Bursa Valisi Şahabettin Harput – Dur De
“Halklar ve İnançlar Konferansı” Sonuç Bildirgesi – Nor Zartonk
Surp Giragos’ta Çan Sesleri – Diyarbakır Belediyesi
UIT-CI ve UBK Arasında Koordinasyon Komitesi Kuruluş Deklarasyonu – İşçi Cephesi
Sendikalar Yasası Onaylandı; İşten Atılana Tazminat Yok, Grev Yasak! – T24
Profesyonel Sendikacılığa Son Vermek İçin Öneri: “Ters Piramit” – Bahadır ALTAN – Sol Defter
Ankara’da Büyük Öğrenci Protestosu – Beyza KURAL – Bianet
Kuruluş Yıldönümünde YÖK Protestosu: Ankara’da Son Yılların En Büyük Öğrenci Eylemi – İMC
Afganistan’dan Çıkış Yolu Bulamamak – Ashley SMITH – Sendika.org
Yıkmaya Değer Put Nerede? – Başar BAŞARAN – Başka Haber
Şiir, Peşew, 60.Gün – Berken BEREH – Evrensel
Babamın Sesi – Açık Dergi – Açık Radyo
Babamın Sesi, Annemin Sessizliği – Kenan TEKEŞ – BiaMag
Rüzgârda Yâr Üşürken Koşamaz Oldum… – Uğur BİRYOL – Agos ŞapGir
Kürdüm, Dilim Var Demek Ve Onun İçin Ölmek – Metin ÖZVARIŞ – Korsan Dergi
Puşkin… – Veli BAYRAK – Demokrat Haber
Düşüş’ten Sonra Şiir – Halil TURHANLI – Birgün
Kitabın Ömrü Olur Mu? – Sevda AYDIN – Evrensel

Micromelancolié Official
Micromelancolié Artist Page via Twitter
Micromelancolié – Gravity Boat Informative via Microphones In the Trees
Offthesky Official
Man Watching The Stars Official
Offthesky & Man Watching The Stars-Afar, Farewell Album Review By Nathan THOMAS  via Fluid Radio
Jan Bang Artist Page via Samadhisound
Erik Honoré Informative via Wikipedia
Jan Bang & Erik Honoré-Uncommon Deities Album Review By John KELMAN via All About Jazz
Yaron Herman Official
Yaron Herman – Alter Ego Official Album Informative via The ACT Company
Yaron Herman – Alter Ego Album Review via The Jazz Breakfast
Forabandit Official
Forabandit – Un Dialogue Fertile Entre Troubadour Occitan Et Asik Anatolien via Buda Musique
Forabandit – Cançion Live Performance
Bandista Resmi Sayfası
Bandista İletişim Panosu via Twitter
Bandista, Festus Okey İçin Söyledi – Bianet

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Vernel By Darklorddisco (Tom GUYCOT) via Flickr

>>>>>Poemé
Kalbimin En Doğusunda – Didem MADAK

Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy
Birkaç köy sular altında
Kalbimin doğusu,
her resme güneş çizen bir çocuktu.
Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda
Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları
Ölümün ötesinde bir köy vardı
Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda
Şimdi bana yalnızca Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı
Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam
Yorgundu oysa
Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.

Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı.
Okyanusları mavi olmayan.
Benim için hayat,
Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı.
Geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil
Benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela.
Bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda.
Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını
Onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara
Bir gül parasına satardı.Oğlan kıza bir gül alsa
Bilirdim odur en kırmızı zaman.
Adına aşk diyorlardı
Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı.

Kim bir şairi kırsa
Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela
Bilirim kim dokunsa şiire
Eline bir kıymık saplanacak.
Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman
Yorgunum oysa
Durmadan kendime bir tunç ayak aramaktan.

Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda
Boş salıncaklar gibi gıcırdayarak konuştum karanlıkla
Kediler gibi mırıldanarak.
Alkolden bir denize bıraktım kalbimi
Kırmızı bir sandal gibi
Arka sokaklarda sarhoş konuştum karanlıkla
Avuçlarımla konuştum
Allah büyüktür diyen insanlar gibi.Kedi dili büsküvilerinin bir pastayla konuşması gibi
Yumuşak ve kremalı konuştum onunla.
Boynumda leylaklar açardı baharda
Mor ve pembe konuştum karanlıkla
Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim
Sözler vardı içimde işe yaramayan
Sözlerle konuştum karanlıkla…
Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda
Sözler…
Bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan

Kaynakça: Şiir Evim

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)

Deuss Ex Machina # 419 – okulo aŭskultado

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_419_–_okulo aŭskultado

01 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Sesli Meram Muhteviyatı.
a1-Neşet Ertaş – Ne Söyleyim Şu Dünyanın Halına (Kalan Müzik)
a2-Neşet Ertaş – Gelin Dostlar (Kalan Müzik)
b1-Erkin Koray – Goca Dünya (İstanbul Plak)
b2-Erkin Koray – Cemalım (Doğan)
a3-Replikas – Ölüm Allahın Emri (Ada)
a4-Replikas – Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm (Ada)
b3-Acaipademler – Sarı Çiğdem (Kompile Karga # 3)
b4-Hayvanlar Alemi – Kaptan Hayvanlar Alemi (Kompile Karga #3)
c1-The Best Pessimist – We Made Our History (Self Released)
c2-The Best Pessimist – December 2, 1000 (Self Released)

okulo aŭskultado
(419)

çarpık dil, çarpıtılmış söylenceler, çetrefilleştirildikçe meramı oluşturan anlam v bağlam odağından ayrışmaların topyekün gösteriminde bu cinnet ül arz ahvalin didik didik edilmiş, pejmürdeliği kamufle edilmesine çalışılan bir simya bütünlüğü, okunmadığı için anlamlandırılmayan gerçekliğin tasviri. koskocaman bir taş neresinden tutarsan. neresini kendine yakın bulursan. kiminin bağrını delip geçer, kiminin yüreğinin ta orta yerine çöreklenir. kiminin feyiz almak için didinedurduğu, kiminin koşar adım kaçar olduğu. kiminin sathı mahalde olanı anlaması için bi’yönlendirici. kiminin sathı mahalde cereyan edenleri enikonu anlamazlıktan gelmeye devam edebilmesi için bir mihenk taşı, dönüştürücü. kimi için öğütücü tüm zamanlarda olduğu gibi vakit öldürücü. kimi için dur ya hu neler oluyor bakışına varabilmek için aydınlatıcı. dönüyor, dolanıyor bir yerden başlayıp başka bir noktaya intikal ediyoruz, sürekli devinim hali içerisinde kah oradayız, kah buradayız. varıp ulaştığımız nokta hep kör kuyular olsa da, her dem anlamazlıktan gelinmeye gayretli olup tastamam noksansız bir yalan dünya seremonisinde, sergüzeşt makamından seslendirmelere nail de olsak artık bilmenin sorumluluğu hepimizin sırtına yeni yükler bina ediyor.

yüklenişimiz, kalakaldığımız, iki lafın, iki çift sözün etrafında belini kırmaya çalıştığımız şeylerin kekremsi düz atonal bir yapının değil basbayağı korkunçluğu tescilli evlerden uzak tüh tüh tüh mizansenine yakın durulan hasbıhaller dizgesinden kotarılıp yola konulduğu bir zaman mevhumundan seçkilerden mürekkep. simya değişikliği değil, salt düz mantık ucu bana dokunmasın sonra çok acıtıyor canımlı cicimli ağdalı bir hassasiyet nüvesi üzerinden kotarılırken durmadan yineletilirken sürüden ayrılmayın uyarıları karşısında hala insancıl olanın her ne olduğu konusunda kafa yormaktır denkleştirmek istediğimiz. sözün özü, lafın kısası. beşi bir yerde durmadan carlamaya, ateşin altını harlamaya hazır v nazır olan muktedir v payandalarının yineletmeleri boyunlarının borcu olarak gördükleri ötekisine laf yetiştirme telaşesinde kayıp giden, kaybedilen zümrelerin hepimizin hayatlarında açtığı yaralaradır ucundan kıyısından değinmeye çabaladığımız. ortalık süt liman kesilmişçesine denk getirilmeye çalışılan portrenin yamacında olmadık tahayyüllerin, birbirine sımsıkı lehimlenmiş ağız dolusu lafın, nazarı dikkatten kaçmayasıca hakaretin v daha fazlasının sunduğu portrede yarıda bırakılmış olan sorularımıza ahlanıyoruz.

soru v sorunlarımızda bizi bir başımıza koyanların dünyasında kendi yolumuzu, sözlerin dirayetine sığınarak arşınlamaya, anlatabilmeye gayret ediyoruz. bu öylesine ağır bir sinizm sınayışı, adamına göre muamele düzeneği ki içimizden herhangi birisi için bir lakırdının tersinden okutulması, manşetlere çekilmesi bütün bu bezirganlık oyununu yeniden tanımlandırmaya muhtaç kılmaktadır. öylesine garip guraba bir yorum sahanlığıdır ki muktedirliğin yagane getirisi olan şarlamaların, ateşinin hiç eksik olmadığının, yineletmelerin hep o aba altından sallanan sopaların artık alenileştiği bir güncellikle yüz göz olmaktayız. bir günlük bir mesai sonrasında suriye’de bizimdir inşaallah. ne vardır ki öldürmeyeceksin kuralının hemen hiç kaale alınmadığı bir yerde sulhun adını unutmaktan geçtiği hatırlatıldığında hemen aynı hezeyan devreye girecektir, vatan haini. noktalı virgüllü. belirli başlı bir koruma düzeneğinin yanında, bir laf dokundurma çabası kabilinden milyonların inancının koruduğuna sabık bir biçimde rerereörü demeden anlamamız beklentilenen twitlerin atıldığı başvezir korunması mevzusu gibi örnekler. kutsal koruma.

secerenin dökümün, yazılacak olanın değil de bilinmesi arzu edilenlerin sıklıkla yineletildiği bir kumpaslar seremonisi. allah hepimizi kumpaslardan korusun cumhuriyeti. neye atfedildiği pek de belirgin olmayan ama vakit ilerlediğinde zurnanın zırt dediği yeri anlayabilmemize vesile teşkil eden mani”fos”toların dillendirildiği bir cenah burası. açılımların hemen arkasına katara eklentilenmiş olanın nasıl daha fazla köşeye kıstırma olduğunu yok biz hiç çıkmadık ki zaten doksanlı yıllardan diskurunun ekstra bir söze gerek duyulmadan ortaya sunulduğu bir yer, yurt burası. olağanüstü hallerin ilan edilip, yaşanılan toprağa ayak basmanın bile zor kılndığı atılan adım sayısının bile neredeyse ölçümlenmesi gerekli, şart olarak sunulan bir yer haline dönüşüyor olmamız korkulardan korku beğenin şıkkını bir kere daha sunumlandırmaktadır. janjanlı ambalajın altı eskisinden aşina olduğumuz karanlıktır. mutlak kararlı karanlık. durmak yol sinmeye devam. devlet geçmişini sorgulayıp, yüzleşip vatandaşıyla helalleşme derdindedir diye büyük sözcüklerden nutuklar döşeyenlerimizin de varlığı bir kere daha yinelenmektedir. geçmişin kör yüzüyle buluşmak elbette gereklidir. tüm hataların peyderpey aşılması söz konusu değildir ona da eyvallah.

gelgelelim otuz iki yıllık, boynumuzdaki ilmiğin has müsebbibi olanların mahkemeye sanık olarak katılmaları mümkün kılınmamışken, binlerce rica minnetle yine korunaklı korunaklı makamlarından “ret ediyoruz” yanıtı duyurulmuşken iç kıyıcı değil midir halimiz pür mealimiz. bol kepçe lokantasında damıtılmış üstünkörü demokrasi fasaryalarıyla dolduruşa gelinip bir adım atılıp hemen sonra sineye geri dönüş, yaptık oldu-olmadı demek için midir? hadi o kısmın hasbıhali çok uzundur, çok teferruatlıdır. yüzleşme helalleşme konusuna bu kadar kafayı yoran takan, bir nesne haline dönüştüren, edimi handiyse her durumda devreye sokmaya gayretkeş olanların pozantı cezaevinden, roboski köyü  sınırlarında oldurulanlar karşısında söyleyecek sözleri mi bitmiştir. hesap verilmezlik ilkesi yoksa bu sefer de bu kısımlara mı tekabül etmektedir. bir elli yıl sonra bir x partinin başvezirinin sakızı olarak bellenerek sündürülecek bir merhalesi mi olacaktır. gizli dosyalar nam eli bin dereden su getirilip bir saniye hakikatten bahsedilmeyen o yaşatılanlar bütünü. o bapta. duraksamaksızın endekslenip, biçimlendirilen gel gelelim lafın kıssası durmadan yinetelip bir sınırın menzilin ortasına sıkıştırılıp duran barış söylemine sıra ne ara gelecektir? yoksa onun için de mi bunca söylencelik boşa teferruattır. önemsenmeyecek bir akittir hayatlar karşısında.

vesayetin düzü tersi, astarlısı, vatkalısı bir yana bu mahalin yenisi olarak görünürlüğü kazanmış, kendini neredeyse her an ispata hazır v nazır hisseden erkin laci vesayetinin münferit olarak sınıflandırıp biteviye tekrar ettiği terör örgütü maşaları olarak zikrettiği barış ve demokrasi partisi zemininden tüm aidiyetleriyle bu topraklarda başka yerlerde akıtılmaya heveskar olunan kana karşı canı savunmayı tercihleri arasında sıklıkla yineleyen, adını da koyalım kürt hareketine, sosyalist cepheye, sol düşünceye, düşünen insanlara karşı uygulanan teferruatlarından arındıralım linç hareketlerinin birlikteliğinde mi yüzleşilecektir?. bu ne perhiz nasıl lahana turşusu. öte yandan top düşer bir yöremize taksim meydanı, sıhhiye meydanı gaz altında kalır. bir yanımızda bir faaliyetler~icrai aşina olunanlar sergilenir, savaş ikliminin getirileri bunlar, şunlardır diye buyurulur. şemzinan’da yaşayanlar evlerinden yurtlarından edilir, derdest edilmeyenler için de kck çatısı altında göz altına alınabilecek bir faaliyet süreci ivedilikle devreye sokulur. o bu şu yoktur a zaten hiç birlikteliğimiz olmamıştır gibi yinetelip durulur, herkesi kucaklayan anayasa yapacağız. üçyüzbir kere hayır denilmiş olan tck maddesi ortalıkta dururken, yaşamaya devam ederken, bir hakaret bir tavır olarak modern hayatta her şeye laf söyleyebilirsin ama kırmızı çizgilerimize dokunamazsın turnusol kağıdı haline dönüşen yazdığın, çizdiğin mevzulara dikkat et uyarılarına eşlik ederken kucaklayan, kapsayanın her ne olduğu muallakta kalmaya devam edecektir.

anasından, babasından öğrendiği kendi dili ile eğitim seçeneğini, sadece seçmeli dil olarak yararlanabilir ilkesi üzerinden devam ettirme çabasıyla mı bunların ardı anaysaya yapamama süreci nihayetinde ferahfeza eşitliğin olduğu bir yer mi olacaktır, takdirlerinize bırakalım. sözün eğrisiyle bunca vakit kaybettirilmişken nifak tohumları üçer beşer serpiştirilmeye devam edilirken insana varmaya kaç adımımız, kaç yolumuz kalmıştır. düşündükçe derinlemesine bir denklem ekleme, çıkarmaya gerek olmadan bilinmesi gereken yegane şey şudur. oyundan hakkaniyete sıra gelecek midir? yalan dolandan, korku ikliminden başka bir şeylere sıra imkan, olasılık dahiline alınacak mıdır, nicedir? menzili arşı alayın ötesine nedendir bilinmez ikibin yetmiş birlere kadar uzatılmış burada ‘gerçek’ ne ara güne kavuşacaktır? hazin bir duruşun, edilgen bir toplamın, köşeye kıstırılmış pek de vaka-ı hayriyeden atfedilmeyecek şeylerin olay akışına dahil edilmesinin, bunca yüklenişin birbiri ardına pay edişin, dilleri iğdiş, aklı lal, sözü kof bir sonuca çıkartma beklentisinin hezeyan dağarcığına birebir montelendiği, leğimlendiği her yeni güne yeni bir sayfa açmakla başlanıp, basmakalıp her ne varsa zikredilip durulduğu, özün, anlamlandırmaların çoktandır kenara ayrıldığı bir süreklilik karaltısının üzerimize çökertildiği bir daimilik hasıl olmaktadır. hasılı kelam yaşama salınmaktadır.

düşünselliği asgarinin de altında tutup, plastikleştikçe enikonu tektipleşen bir vehamet tasvirciliğinin klişelerle yeniden damıtıldığı, türetildiği boylu boyunca endamının sergilendiğini kanıtlayan anlık görünümler, gösterimler peydah olunur. masmavi plastiğin üzerinden avaz avaz tekrar edilip durulur, biteviye yinelenir, yineletilir. büyük birader sen bizim herşeyimizsin!. anlamın, bütün bunlara ilintili çözümleme v daha fazlasının o saikte pek de önemi yoktur. sebatkar olundukça, karakter çıkara tahvil edildikçe, bir beklentiden başkasına ikiletmeden yelken açıldıkça gündüz de olsa gece de yitmeyecek, sonu gelmeyecek bir portre sunumlandırılır. bahis açılanların bilindik, aşina şeylerden ibaret olması bir yana pek yeni bir söz barındırmasa da bugünü de yarasız, kazasız, belasız atlattık, tamamlayabildik gerisi mühim değil seslenişinin, bu anlağın özetinin ikrar olunduğu bir vesikadır karşılaştığımız. dağ gibi sorun metaforunun üzerinin nasıl güzelce ambalaj tazelemesine maruz bırakıldığı, vitrin değiştirilirken öğenin sahip çıkılan emir erliğinin nasıl daimi kılındığını çok parçacıklı değil yekten açık eden bir sunu seremoni nakş olunur.

zihne dikte ettirildikçe, söz ağızdan bilip bilmeden çıkarken hedefleyişin modern personanın yazınsaldaki benzeşi gibi verilen kısıtlılıkla yetinen, çok da ses etmeyecek günün anlamını sorgu sual etmeden eyvallah çekilmesi saiği üzerinden hareket edilen bir sunum peydah olunur. yinelemeler, didaktik tümceler hiddeti doz doz artan emir kipleriyle donatılır. vurulan her yumruk sessizliğin içinde çığlığın kıstırılması, izolasyonu için araçtır. gel gelelim feyiz alınası yegane şey ustaların ustasından kafalarımıza düşecek elmalarda saklıdır. evreka! durmak yok yola devam. tâ ikibin yetmişbir yılına kadar sürümcemesiz tekmili birden devamlıklı vavelya. kakofoninin, kitleden geldiği varsayılır o mekanda, oysa dikkatle kulak verildiğinde mazluma göndermelerin seslendirilmesi sırasında özellikle kendilerini oldu bitti böyle bilenler atfedenlerin yürek çırpıntılarıdır duyumsanan. bütün engellemelere rağmen o barikatları, korunaklılığı aşan. görülmeyip tanımlandırılmayanın hey ben buradayım imidir tüm koruma kalkanının zamane engellemeler v fazlasını ekarte eden, edebilen. neresindeyiz bu hayat mevhumunun hangi sınavlarında me yapabilmişiz bunca büyük oyun, hilenin alavere dalaverenin görüngüye dahil edildiği bir aralıkta, sahanlıkta.

geçtiğimiz hafta değindiğimiz kardeşliğin yirmi dört saat tükenmeden kalleşliğe entegre edilip, ad verilip, maruzatınızı bize onu da bu tahakkümün direnç odağı, aracısı olan dille sergileyebilirsiniz, hak mı zaten alayınız adına atfettiğimiz bebek katillerisiniz (bu tanımın önüne çıkan herkese kullanılması ayrı bir şiddet pornografisi) sizi gidi terörist yardakçıları diye abuklukların, yargısı kararı önceden verilip kalemlerin kırıldığına şimdiler söz konusuysa eğer inanabileceğimiz duruşlar, müsamerede hallice duruşmalar ile pekiştirildiği bir günde vicdanın hangi evresindeyiz? ipi çekilecekler onlar bunlar değil, bayrak benzeşi dile dolandırılarak ‘nefret edimi bunca kolaylıkla sürdürülebilir, sindirilebilir bir şeymişçesine sunulabiliyorsa dank etmek ne ara? hangi vakittedir? sarkaç ilerlemeye devam ettirilirken hem bulunan imkan v olanak dahilinde size yeni bir hikaye uyduracağım diyenlerin reva gördüklerini teraneler, tersini düzünü anlamlandırma çabasına gerek yok basabayağı ayrıştırmadır. muktediri böyleyken onun takipçisi olanın da hemen hiç farkının olmaması, bulunmaması düşündürücüdür.

fikri kanaat isterse can yakıcı, isterse can sıkıcı olsun bir şekilde yazınsal bir metne dönüşmesi, bir çerçeveye oturtulması onun üzerinden biçim tartışmalarını mümkün kılacak olan bir deneyimin kendisidir. fikrini, zikrini tamah edilenlerin dışına taşıyan, hele bir de ermeni olup üstüne üstlük taraf gibi bir mecrada yazmış olmak, hala oradaymış bellenmek, yahutta oradan bir okumaya, bel altı vuruşa girmek en son nişanyan makalelerindeki gibi cereyan eden ayarsız şiddetin, tazelenmiş nefretin bir kere daha sergilenmesi için fırsat olarak değerinin vakit kaybetmeden takdisi edilmesi trajiktir. gülüp de geçmek bir yana beyaz bereli tosuncuğa övgülerden, hedef olan onu -ermeniyi- öldürmeye v hiç olmadı sürgüne, büyük acı yaşanmamış gibi keşke sonunu getirseydik atfedişine, vah vahlanışına… o dini, yolunu hemen herkese açmış, gönlünü kalbini tasasız hesapsız açanlara bir tercih olmuş olanı alıntılar ile hiddetin merkezine taşımaya mahkemede kalem kıran zevat neyse sanal gerçek alemde de had bildirmeye hazır v nazır kıtaların varlığı son kertede nefret unsurunun bütünlüklü bir biçimde, tartışma olanağı olmadan linç aşamasına geçildiğini yineletmektedir.

ayar ayar üstüne, kaş yapayım derken nice gözün çıkartılması bütün bu sahanlığın halini özetlemektedir. cismanileştirilen bu resim duyumsatılan bunca hezeyanın pek kaale alınmadan münferittir münferit vızıkdamasının sürekliliğinin sağlanması algıyı köreltip biat etmeyeni her neyin beklediğini savlarken, bir yandan da gün dediğimizin içine sığan onca şeyi yekpareleştiren, önemsiz bir ayrıntıymışcasına öteleyen bi’tahakkümü de ortaya çıkartmaktadır. tek bir güne onlarca operasyon, baskın  ile çocukların bile gözaltına alınmasından, akredite olmadan kendi başına ses çıkartmaya çalışan, bunu düşünen öğrencilere daha ilk hamlelerinde, zamanında bizahati kendisinin de bu tepkimeleri verdiğini öne sürüp duran başvezirin makam koruyucuları, inş mangaları tarafından derdest edilmesine, yıllardır süren bir savaş ikliminin neredeyse körlemesine derinleştirilmesi çabasına, üç asker, beş gerilla yetmez ama belli belirsiz bir tepeleme hamle yığıntısı, tahakkümün yanında başka etmenlerle devlet dediğimiz yapının, tıpkı basım vesayetçiliğin izlerini takip eden, birer korku tacirliğinden mürekkep olduğunu yineletir.

bu sadece birkaç satır ile ifade edilebilecek kadar sığlaştırılıp, özetlenemeyecek kadar derin bir tasavvur olsa da durmadan yineletilmeye çalışılan alt mesaj budur: korkun!. bilince işletilen demokrasi bekçiliğinin bir öteki yaratıp ona çullanmak, zor kullanıp zapturapt altına alarak, ses edenleri ne savaşı cık cık düşük yoğunluklu kan dökmeler için yetki sağlanması falan filan diye geçiştirmek, salt doğrunun değil hemen tüm konum v konularda eğrinin bayraktarlığını yükseltebilmek için kullanılan bir edimdir korku. yeni beyaz sayfalar açılırken ümitvar olmanın, kalmanın değil elde avuçtakinden de olmanın düzeyi önceden belirlenmiş belirli bir kirlenmişliğin sahnelenmesinin öteki adı olandır korku. korkutabildikçe muktedirlik korkutabildikçe ben yaparım olur, ben söylerim budur yollu çıkarsamalar, dizboyu vehamet vesikaları naçar bir atfedişten çok daha hakiki olur. korku tüneli 2023…beklentileri sıfırlayan, savaşı satın alan piyasaların piyonluğuna bunca heveskar olunan bir zamanda, korku bahsi açılıp bir an evvel unutturulmaya çabalanılanların yekün dağarcığı uygulanan diretme potansiyeli yüksek örtüleme perdelemesidir.

ahali başka bir şeyle meşgulken tecit altındaki direnen mahpusları da, kck dava çatısının altında derdest edilip ansiklopedi boyutlu iddianamelerle demokrasi  pratiklerinin hemen tümünden suç mesnedi aranıp, yaratılmaya çalışılan istanbul v amed davalarından da kesk’li kadınların müsamere kısmında benzeş suçlamalarla yüzleşmek zorunda bıraktırılmasında da biz çoktandır unuttuk siz hala roboski’desiniz kadar türlü kederin, boyunduruk altına almaların can yakmaların her durumda perdelenmesidir korku. perdelenebilmesine aracılık eyleyendir korku. çağrılar büyütülür, ses çoğaltılırken atfedilenlerin ne kadar vicdana seslendiği önemlidir. bizim yerimiz yurdumuz gibi deli dumrulluk ile tepeden indirgemeciliğin cazibesine koştur koştur elinde tuzlukla bulaşanların, sahneyi kaparak kapsayanların, didaktik vurgulamaları toleransa sıfır, hiddete sonsuz açıklık, açık kredi bu meseli daha net ortaya koyacaktır. herkesi aynı kefeye sığıştırarak, buna didinip durarak ötekisine karşı öc almaların, ayar tebliğ etmelerin yaverleri susunca başvezir kükremesinin okuması budur. tarih önünde hesap verecekler şarlaması dünün mazlumlarının bugünün muktediri olarak sergilediği baskıcılık, bir alışkanlıktan daha fazlası olan doksanlar gerçeği bitmeyen şarkı metaforu gibi sıklıkla kullandıkları bağlaçların karşılığı olarak istikrarlı vesayet takipçiliği tüm yapının artık alenen harap olduğu, eylendiği bir demokrasi mevhumunun özgürlük ediminin, nasıl hunharca linç edilip, tanımsızlaştırıldığını meydana çıkartmaktadır. böyleyken böyle. gün devinimini, zaman akışını sürdürürken enikonu bileylenmiş her şeye bir lafazanlığı hep bulunabilen, bu düzen bekçiliğinin yılmaz neferliğine karşı insani olanı dillendirmek bütün bu süreç ardından yaşayacağımız günlerde hepimizin önüne çıkacak bir tasavvurdur. öldürmeyeceksin buyruğu, çiğneneli uzun zaman oluyor. bunca hiddetin arasında onu yeniden işlevsel bir tanım haline dönüştürmek, her yere melek, demokrasi havarisi kesilinirken başta kendi içine azrail olunmasına dur diyebilmek, ortak çabalanımla mümkün olacaktır. var mısınız yok musunuz? 

>>>>>Bildirgeç

1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları – Yetvart DANZİKYAN – Agos*

Biliyorum, bıktınız usandınız bu analizlerden ama Erdoğan’ın meşhur kongre konuşmasından bir bölümle başlayacağım, izninizle:

“26 Ağustos 1071’de Sultan Alparslan, Malazgirt Ovası’nda ordusuna ‘Ey kumandanlarım, ey askerlerim, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete giderim (…) Bir nefer gibi savaşa gireceğim. (…) Benimle birlikte savaşmakta ya da benden ayrılmakta serbestsiniz. Ya Rabbim, sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin için harbe gidiyorum. Allah’tan başka sultan yoktur. Emir ve kader onun elindedir’ diye seslenmişti. İşte bu inanmışlıkla, bu adanmışlıkla, bu azamet ve bu tevazuyla savaşa giren Sultan Alparslan, yüzlerce yıl sürecek bir (…) sevgi medeniyetinin de kapılarını araladı. O sevgi medeniyeti Osman Gazi’nin ellerinde bir filize, o filiz bir fidana, o fidan göklere dal budak salan toprağın, denizlerin, yüzünü kaplayan Kafkas Dağları’ndan Alpleri, Fırat, Dicle’den coşkun Tuna’yı kavrayan büyük bir çınara dönüştü. (…) İşte biz AK Parti olarak bu büyük çınarın kollarından biriyiz. Bizim yolumuz Sultan Alparslan’ın, Melik Şah’ın, Kılıçarslan’ın yoludur. Bizim yolumuz Osmangazi’nin, Fatih Sultan Mehmet’in, Sultan Süleyman’ın, Yavuz Sultan Selim’in yoludur.”

Erdoğan bu sözleri söyledikten sonra, gençlere yeni hedef olarak da Malazgirt Savaşı’nın 1000. yılı olan 2071’i hedef gösterdi: “2023 hedefinden sonra inşallah, cumhuriyetimizin 100. yılının dışında bir hedefimiz daha var. O da bu kuruluşun 1000. yılı olacak, hedef 2071 gençler. Rabbim lütfederse bizler 2023’ü, inşallah sizler de 2071’i inşa edeceksiniz.”

Ben Erdoğan’ın didik didik edilen konuşmasından pek üzerinde durulmayan bu bölümü ele almayı uygun gördüm. Neden diyecek olursanız, şöyle: 1071-2071 vurgusu herhalde rastgele seçilmiş bir vurgu değil. Nedir 1071? Anadolu’nun Türk ve İslam hâkimiyetine girmesinin, Rum ve Ermeni toplulukların hâkimiyet altına alınmasının kilometre taşı. Anadolu topraklarına Türk akınları 1071’den çok önce başlamıştı ve kimi tarihçiler Malazgirt Savaşı’nın sanıldığı kadar önemli bir durak olmadığını söyler, ancak sonrasında Türk ve İslam milliyetçileri bu savaşa çok önem vermişlerdir.

Verilecek o kadar mesaj varken Erdoğan’ın 1071’de ısrarlı olması tesadüf olmasa gerek. Pazar günü bu bölümü ve Erdoğan’ın Mehmet Akif’ten, Arif Nihat Asya’dan bahsettiği bölümü dinlerken bir an kendimi yoklamak zorunda hissettim. İşgal altında mıydık? Hıristiyan ülkeler Türkiye’yi işgal etmişlerdi de haberimiz mi yoktu acaba? Öyle değilse, bu ağır milliyetçi ve İslamcı tonun ne manası vardı? Ne oluyorduk?

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça milliyetçi bir argüman ve politika benimsediğini biliyoruz. Fakat bir yandan da çözülmesi gereken bir Kürt Sorunu var. Çözülmedikçe Erdoğan’ı sıkıştırıyor, TSK’yı güç durumda bırakıyor. Erdoğan’ın bu sorunu siyasal Kürt hareketinin taleplerini dikkate alarak değil, kendi kafasındaki modelle çözmek istediğini de biliyoruz. O model için ilk adım, siyasal temsilcileri yani BDP’yi olabildiğince siyasal alanın dışına iterek, tecritte olan, dolayısıyla pazarlık açısından daha iyi bir partner olacağını düşündüğü Öcalan’la masaya oturmaktır. Bu, Öcalan’la görüşüp BDP’yi günah keçisi haline getirme taktiği daha önce denenmişti. O atmosfer içinde KCK operasyonları hızlanmış, AKP’ye ve Cemaat’e yakın gazetelerde “Öcalan pek bir öngörülü, PKK/BDP ise burnunun ucunu göremiyor” temalı haberler/yorumlar yaygınlaşmıştı. Dolayısıyla, taktikte bir yenilik yok. Ama stratejisinde var.

Kanımca o yenilik de şu: Bu taktiğin bir şekilde Türklere ve Kürtlere pazarlanması gerekiyor. Bunun için Erdoğan’ın bulduğu yöntem, perde önünde çok dillendirmeden Kürtlere mahkemede anadilinde savunma, anadilinde kamu hizmetlerine erişim gibi vaatlerde bulunup, kürsülerde –Türk İslamcılığını ve milliyetçiliğini okşayacak, üstelik dindar Kürtleri de bu kampanyaya ucundan katacak– 1071 vizyonuna, yani Anadolu’nun İslamlaşmasına, iki büyük etnik grup arasında dini hegemonya temelli ve araya başkasını sokmayan bir ortaklık vizyonuna atıfta bulunmak. (AKP’nin yan-ideologlarından Mümtaz’er Türköne’nin 2 Ekim’de Zaman’da yayımlanan yazısında Alparslan’ın Malazgirt öncesinde Kürt beylerin desteğini aldığına vurgu yapmasını da bu çerçevede görebiliriz. Tabii, Türköne bu kadarla durmuyor, Yavuz Selim’in de Şah İsmail’i Kürt beylerin desteğiyle yendiğine dikkat çekiyor. Buradaki gizli adresin kim olduğu da gayet açık herhalde.)

Bu stratejide Anadolu’nun diğer kadim halklarına ve onların kültürlerine, dinlerine yer yoktur. Açık konuşalım, Ermenilere yer yoktur. Bu halk, Malazgirt’in cereyan ettiği toprakların yerleşik halkıydı. Ve son olarak 97 yıl önce bu topraklardan kazınmıştı. Önümüzde 2015 gibi bir eşik varken Erdoğan’ın gençlere 2071’i hedef göstermesi, kanımca ayrıca bunlarla da alakalı. Sadece Kürt Sorunu bahsinde değil, 2015’e doğru da AKP’nin vizyonu, fetih/işgal atmosferini canlı tutmak, kadim halkların haklarına, mirasına, kültürüne yer vermemek, onları bu toprakların eşit birer vatandaşı değil, bir sığıntı saymaktır.

Özetle, Ermeniler 1071’in, özellikle de öncesindeki 10-20 yılın ne manaya geldiğini iyi bilir. Yani iyi bir referans olmadı. Bu toprakların yeni ortaklığı, yeni iklimi Selahaddin Eyyubi ile Alparslan’ın mirası arasında olacaksa, bu vizyonda kime yer olmadığı açıktır. Fakat iyi biliyoruz ki, ‘Türkler’ diye tek bir blok, bir cephe yoktur. Aynı, ‘Kürtler’ diye bir blok/cephe olmadığı gibi. Bu buram buram hamaset, milliyetçilik, İslamcılık, Hıristiyan horgörüsü ve siyasi hesap kokan 2014 stratejisine, yine bu topraklardan itiraz geleceğini umuyoruz.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Yetvart DANZİKYAN, çok katmanlı, pek çok değişken yapılar v gözlemleriyle bir bütün oluşturarak gündelikliğin, gündemin getirdiklerine dair alternatif okumaları yazılarında paylaşmakta. Derinleştirdiği merkezine aldığı yapılandırmalar, tümceler ile beraber giderek sığlaşarak, argümanlardan uzakta kalan yeknesak makamın bozuk plağını altüst edebilmek için takip edilesi bir dili kotarmakta. Agos Gazetesi’nde yayınlanmış olan 1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları başlıklı makalesi bunun bir yapısı olarak değerlendirilebilecek önemli bir hasbıhaldir. DANZİKYAN ve Agos Gazetesi’nin anlayışlarına binaen bu metni sayfalarımıza alıntılıyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları – Yetvart DANZİKYAN – Agos
“AKP Ülkeyi Savaş Politikalarıyla Yönetecek” – Yüce YÖNEY – Bianet
Barış mı? Hayır Barış… – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Hükümetin Savaş Politikalarına İlaveten Medyanın Tehlikeli Kışkırtıcılığı – Cengiz AKTAR – Açık Radyo
Medyanın Savaş Gazı: Şam Fatihi I. Erdoğan – Demiray ORAL – DYH
Havada Savaş Sesi Var – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Savaş Fevkalade Bir Şeydir, Barış Savaşın Yanında Ne Ki! – Pelin SARIIŞIK – Gyank!
Akçakale Komplosu – Murat ÇAKIR – Emek Dünyası
Türkiye’den Tek Ses, “Savaşa Hayır” – Yeşil Gazete
Her Türlü Tezkereye Misliyle Cevap – Pınar Bihter ÖĞÜNÇ – Radikal
Laflar ve Gerçek Fotoğraflar… – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
İki Kırılma Noktası: İki Yalan, İki İtiraf – Filiz KOÇALİ – Özgür Gündem
Müge Tuzcuoğlu: Hopa’daki Komşularım, ‘Kürtler Ne İstiyor’ Diye Sormaya Başladı – Aram Ekin DURAN – T24
Müzakereden Kim Kaçıyor? – Dr. Mustafa PEKÖZ – Sendika
Karayılan: Artık İmralı’da Görüşme Olmaz – Baki GÜL – ANF
Hafıza ve Unutma(ma) Kültürü – Şeyhmus DİKEN – Yüksekova Haber
ataerkil, bilgisiz ve boş vermişçi toplum – kofiakofo – geç doğup, erkenden ölüyoruz
Analar Kokularından Bulur Kuzularını – Ercan KESAL – Radikal
Ne Memleket Be – Ferhat KENTEL – DYH
Bir Kongrenin Anatomisi!… – Veli BAYRAK – Gyank!
AKP: Çözümün Değil, Krizin İktidarı – Ferda KOÇ – Sendika
Bütün Sağ Bir Nutka Sığdı: Erdoğan’ın Kongre Konuşması ve Hiper Sağcılık – Ali Duran TOPUZ – Utay
Kof Hamasete Teslim Olmamak İçin – Oya BAYDAR – T24
Redhack İçişleri Bakanlığı Sitesini Ziyarete Açtı! – soL
Kürtçe Savunmaya 1 Yıl Hapis Cezası! – ANF
Açlık Grevleri ve Yankıları – Özgür EYLEMCİ – Gyank!
Galip Ensarioğlu: Öcalan Bir Aydır Güçlendi – Neşe DÜZEL – DYH
Şerzan Kurt’a Adalet Kurşunu – Fikri AKTAŞ – Muş E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Torbadaki İnsanlık – Amed DİCLE – ANF
Hakkari’de Daha Önce Merkez Jandarma Komutanlığı Olarak Kullanılan Alanda Kemikler Bulundu – Başka Haber
Avcılar’da Travestilere Nefret Söylemi: Ne Erkek Ne Dişi, Kim Bu Üçüncü Kişi – T24
Hükümet Değilse De Sosyal Medya İş Başında, “#translarirahatbirakin” – Yeşil Gazete
Turkey Launches Strikes In Syria After Deadly Bombing via Democracy Now!
Obama Misses Mideast Opportunities – Jeffrey GOLDBERG – Bloomberg
Suriye’deki Savaş, Kimin ve Neyin Savaşı? – Reşid ALİ – Arab Times – Sendika
Suriye Sınırı Değil, Siyasetin Sınırları Sorunlu – Ayhan BİLGEN – Emek Dünyası
Örnek Ülke – Metin YEĞİN – Yeni Özgür Politika
Huysuz Ama Sevimsiz – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Kaza Değil Cinayet, İstenen Adalet – Kumru ÇILGIN – Radikal
Bir Kentsel Afetin Hikâyesi: Tarlabaşı – Gözde KAZAZ – Açık Radyo
Okmeydanı Barınma Hakkına Sahip Çıkıyor – Sendika
Tarihi TRT İstanbul Radyosu Binasının Birleşmiş Milletler’e Verilmesi Planına Çalışanlar Tepkili – Başka Haber
Aşırılıklar Çağı’nda ‘Aşırı’ Bir Entelektüel – Koray YAŞAR – Agos – Şapgir
Hobsbawm – Ferdan ERGUT – Yeşil Gazete
Obituary: Eric Hobsbawn – Morning Star
Geleneğin Son Temsilcisi Olarak Hobsbawn – M. Şükrü HANİOĞLU – Sabah
Peder Fırında Makarna, “Arap Lider” ve Nefret Suçu – Foti BENLİSOY – FB’ Tumblr
İslamifobi Tartışması ya da Sevan Nişanyan ile Orhan Pamuk Arasındaki Fark – Gökhan KAYA – Turnusol
Noam Chomsky On Occupy Wall Street’s Anniversary And The Upcoming Election – Matthew FILIPOWICZ – TruthOut
“Latin Amerika’da Barış Zor, Sorun Koka Değil Petrol” – Ali TOPUZ ile Dünyanın Hali – Rusya’nın Sesi
ruhumuzu kurtaran adam ölmüş diyorlar şimdi – Mahir Ünsal ERİŞ – Agos – Şapgir
Harçsız Eğitim Parasız Eğitim Değildir, Kamusal Eğitim İse Parasız Eğitime İndirgenemez! – Samet BAYKAL – Muhalefet
İsterdim Ki – Savasava
f91w – tumblr
Türkiye’de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din – FeminKurd
Tencere ve Kapağı – Alev ŞAHİN – Habervesaire
Gazete Yönetimlerine Açık Mektup – İsmail Hakkı POLAT – İHP Ağ Sitesi
‘Korsan Gazeteciliğe Hayır’ Bildirisi Bir Panik Halinin İlanıdır – Erkan SAKA – T24

Neşet Ertaş Resmi Sitesi
Neşet Ertaş “Bize Garipler Derler…” – Kıvanç KOÇAK – Birikim
Neşet Ertaş Özel Yayını – Ulaş ÖZDEMİR – Cem SORGUÇ – Ahtapotun Bahçesi
Erkin Koray Vikipedi Sayfası
Erkin Koray – Meçhul (Singles And Rarities) via Sublime Frequencies
Erkin Koray – Meçhul Albüm İncelemesi – Hakan CEZAYİRLİ – Hakancezhifi
M4NM – A Tribute To Erkin Koray – M4NM Blog
Replikas Resmi Sitesi
Replikas – Dadaruhi Tribute – Türkiye’den Alternatif Sesler
Replikas – Biz Burada Yok İken Albüm İncelemesi – M.Baki – Pagan Çeşmesi
Acaipademler Resmi Sitesi
Acaipademler – Facebook Sayfası
Hayvanlar Alemi Resmi Sitesi
Hayvanlar Alemi – Guarana Superpower Album Informative via Sublime Frequencies
Kompile Karga # 3 Derlemesi – Karga
The Best Pessimist Official via Facebook 
The Best Pessimist Bandcamp Page
The Best Pessimist – Love Is… Review via PostRockstar

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel bu ülkede barış dili hakimdir – iç mihrak

>>>>>Poemé
Bitiş ve Başlangıç – Wislawa SZYMBORSKA

Her savaşın ardından
birileri ortalığı temizlemeli.
Az buçuk bir düzen
kendiliğinden kurulmaz

Birileri temizlemeli kürekle
yollardaki döküntüleri
ki ceset dolu arabalar
devam edebilsin yollarına

Birileri tıkanıp kalacak elbet
çamurlarda ve küllerde
parçalanmış koltuklarda, cam
parçalarında
ve kanlı bezlerin arasında

Birileri kütükleri bulup
dayamalı duvarlara
pencerelere cam takmalı
kapıları geçirmeli menteşelere

Kendiliğinden olmaz bunlar,
fotoğraflarda
yıllar, yıllar alır.
Tüm kameralar şimdiden
başka bir savaşa gitti.

Köprüler yeniden kurulmalı
ve istasyonlar yenilenmeli.
Kolları sıvamaktan
gömleğin kolları parçalanmalı

Birisi elinde süpürge
anlatıyor savaşın nasıl olduğunu.
Öbürü dinliyor
ve parçalanmamış başını sallıyor.
Fakat hemen çok yakında
bulunmalı böyleleri
tüm bunlardan yorgun.

Birileri bazen
kazıp çıkarmalı çalıların altından
o boktan gerekçeleri
fırlatıp atmak için çöplüğe

Onlar ne yaptıklarını bilenler
yer açmalı
kendilerinden az bilenlere
azdan daha az bilenlere.
Hiç bilmeyenlere.

Çimenler örtüyor şimdi
nedenleri ve yaşananları.
Birileri yattığı yerden
ağzı açık
bakıyor bulutlara.

Çeviri: Özkan MERT
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 405 – tanımsız [3]

2 Comments

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_405_–_tanımsız [3]

18 Haziran 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Anklebiter-The Lazy Pioneers (Feat. The OO-Ray) (Tympanik Audio)
>2<-Anklebiter-Raintree (Feat. The OO-Ray) (Tympanik Audio)
>3<-Christoph De Babalon-Into The Shadows (Tigerbeat6)
>4<-Christoph De Babalon-A Little Less (Tigerbeat6)
>5<-Moa Pillar-Crepusculo Part I (Fuselab)
>6<-Moa Pillar-Crepusculo Part II (Fuselab)
>7<-Cristian Vogel-Bootstraps (Shitkatapult)
>8<-Cristian Vogel-Deepwater (Shitkatapult)
>9<-Biome & Kryptic Minds-The Raven (Osiris Music UK)
>10<-Biome & Kryptic Minds-Hybrid (Biome Remix) (Osiris Music UK)
>11<-Versa & Rowl-Tesla (Macabre Unit Recordings)
>12<-Versa & Rowl-Full Moon (Macabre Unit Recordings)

tanımsız [3]
(405)

bir mola belki zaruri bir nefeslik…
… her şey zorunlu / zorlayarak / zor kullanılarak sözümona değişkenlik gösterirken…
ha
bu
cenah/ta
arsız kelamlarımızla arlı bir nüve yakalarız belki, bir ihtimal yine…
şimdi bu hafta, belki bir haftalığına susmanın, sükutun zamanı…
bol, kof, iri çenebazlıkların korkunçluğunda ırak bir gölgede kalıp sebat etme zamanı…
… zamansız yargılardan kurtulup
… zamansız gelen acılardan ırayabildiğimiz saniye…
yola çıkmak üzere.. yine… yeniden…
şimdilik…
x

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Anklebiter Official
Anklebiter Interview By Jonas via Invisible Guy
Anklebiter “Raintree” Album Informative via Tympanik Audio
Christoph De Babalon Official
Christoph De Babalon Artist Page via Facebook
Christoph De Babalon “A Bond With Sorrow” Album Informative via Boomkat
Moa Pillar Official Artist Page via Facebook
Moa Pillar Official Artist Page via Twitter
Moa Pillar “Roraima” Album Informative via Fuselab
Cristian Vogel Official
Cristian Vogel Informative / Live Sets via Tresor Berlin
Cristian Vogel “The Inertials” Album Informative via Shitkatapult
Kryptic Minds Official Artist Page via Facebook
Biome Official Artist Page via Myspace
Biome & Kryptic Minds – The Raven Informative via Osiris Music
Versa & Rowl Official Sampler via Soundcloud
Versa Official Artist Page via Facebook
Rowl Official Artist Page via Facebook

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Promos – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
. By Amanda Jo FLINN via Flickr
Amanda Jo FLINN’ Flickr Page

>>>>>Poemé
Devran Ters Yöne Dönüyor – Bülent ÖZCAN

Dönüyor devran dönüyor,
Devran ters yöne dönüyor…
İşkence, açlık, kıyım var;
Devran ters yöne dönüyor…

Zindan içinde zindanlar,
Kurşuna dizilir canlar,
Ölür nice genç insanlar,
Devran ters yöne dönüyor…

Hiroşima, Halepçeler
Zincirler ve kelepçeler,
Ana babasız bebeler,
Devran ters yöne dönüyor…

Tarih kör topal ve sağır,
Duymaz seni bağır bağır;
Gözyaşı, zulüm ve kahır,
Devran ters yöne dönüyor…

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 386 – one point, thousand details of discrimination

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_386_–_one point, thousand details of discrimination

30 Ocak 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Bad Sector-1973-10-22T16:38:19+01:00 – Trees (Power & Steel)
>2<-Bad Sector-1995-12-20T21:34:32+01:00 – Leaks (Power & Steel)
>3<-Tycho-From Home (Ghostly International)
>4<-Tycho-A Circular Reeduction (Dusty Brown Remix) (Ghostly International)
>5<-Desolate-Endurance (Fauxpas Musik)
>6<-Desolate-Follow Suit (Fauxpas Musik)
>7<-Autechre-Altibzz (Warp Records)
>8<-Autechre-Simmm (Warp Records)
>9<-Jérôme Chassagnard-Silent City (Hymen Records)
>10<-Jérôme Chassagnard-She Is Behind (Hymen Records)
>11<-AFX-Quex-Rd (Saint-E / White Label)
>12<-Autechre-Skin Up You're Already Dead (Saint-E / White Label)

one point, thousand details of discrimination
(386)

Az biraz bir şey, az biraz çok şey, az bir az her şey, az bir az ne kadar bol şey, az bir az kerameti, tesiri eksikli şey, az biraz na’tamam şey, bolcana şey paldır küldür neticesi, yankılanması hiç bir şey! Fecaatler birbiri sıra duhul olurken cenahın dört bir yanında bir ağıt havasını yankılanmakta olağan girişimizin ötesinde dizmeye gayret ettiğimiz tümce yığını, denemesi içerisinde. Menfur adledilenin kendisini yenileyebilme, çekip çevirip ambalajını değiştirebilmesindeki ivedilik bir yana; handiyse olağan olarak karşılanmaya başlanan pek çok tahakkümün, dayatımın açmış olduğu yaranın tesiridir, etkinliğine dairdir o kısa tümce. Biri diğerini takip ededururken, çerçevenin tam da kenarında bitiveren bir diğerinin yükü, gamı, ağırlığı altında deyim uygunsa, uygun düşerse inim inim inletilen bir mabadın yaşamına ayna tutabilmek ne kadar da zor ve ne kadar iliştikçe, deştikçe altından kalkılamayacakmış gibi insanı ümitsizliğe sevk ettiren cinsten bir durum toplamıdır. Olgular, edinimler belirgin bir düzlemde olup biten şeyler için kararlaşıtırılmış tepkimeler silsilesini beraberinde getirse de söz konusu bu satıh olunca her ne eklerseniz, her ne söylerseniz söyleyin hep bir şeylerde eksik yan bıraktırılır. Düşünselliğin önüne birikinti halinde dökümlenmiş lehimlenmiş şey aşılmazlık olarak adledilmiş şey bir briket örüntüsünden daha cevval bir kurgulamadır. Ne günümüz gün, ne yarınımız yarın, kaldık mı bir kenarda, bu sahanlıkta dımdızlak tek başımıza.

Hangi kelamı neye ekleyesiniz, hangisini neye katasınız ki bu kadar ağır griliğin, karanlığın tesirine dair net bir yoruma ulaşabilesiniz. Ulaşabilesiniz ki o karanlığın kapsayış alanı genişletildikçe durmaksızın, harı yükseltildikçe közün bir türlü sönmeyecek olduğunu anlamlandırabilesiniz. Anlatabilesiniz. Kelamı anlamlı bir meram haline dönüştürebilmek önce yeterince iyi bakabilmekle sağlanır. Yeterince iyi görebilmekle, derdest edilip, puslu bir örüntünün altlarına istif istif tepelenmiş olanın aslında ne olduğunun, neler olup bittiğini yankısını anlaşılır kılabilmek bu yoldan geçmektedir. Bu şekilden başkasında, bakmak yerini duyduğuna inanmak rahlesinden bir adım ötesinde bir yankı oluşturamamayı, birbirini takip eden bir rutin içerisinde aynı şeyleri söylemeyi, tekrar ettirmeyi sağlar, sağlamlaştırır. Epey hallice bir kısmımıza musallat olan da biraz budur. Musallat, tebelleş neyle atıf ederseniz o şekilde bir çözümlemeye doğru evrilen bir yorumlamama biçimi. Amalaştıkça vurgunun kapımızı yokladığından bila haber kalmaya devam ettikçe bu satıh içerisinde gün yüzü görebilmek ne mümkün ve nasıl gerçekçil kılınabilsin. Yol, yordam usul bambaşka şeyleri anlatabilmek için kelamın başına otursa da her defasında başlayıp devam ettiğiniz seyrüseferiniz, haftalık bir meramın değil anlık bir görünüm için ufak da olsa bir kıvılcımın ateşleyicisi olabilmektedir, ötesi hep unutuş belleğin dar patikalarında hep kayboluş.

İplerin kimin ellerinde olduğunun artık belirgin olduğu, bu muktedir dünyasında her dönemeç esasa ulaşabilmenin önüne dizi dizi dizilmiş olanların kasıtlı yapılandırılmasını görünür kıldırmaktadır. Karanlığın kasvetinin, anlamsız laga lugaların yükseltildiği, bir fiil yinelendiği bir güncellik içerisinde sorun makamının capcanlı kıldırılmasının ön okuması gerçekleştirilebilir belki, bir ihtimal. Ayrışımsız bir aradalık içerisinde en temel hakların bile üzerini çizebilmek adına türlü çeşit yöntemin uygulanması karşısında düşündüklerini anlamlandırabilmek için yola çıkmaktan başkasına ihtiyaç duymayan belleğin, vicdanın yıkılması yakındır. Yakındadır. Anlattıkça yanlışlığın nerelerden kaynaklandığından dem vurabilmek, bahis açabilmek gaye ve teşebbüsü neredeyse kimin doğrusu, neyin doğrusu gibi bir daraltım sahasına tıkılmaktadır. Layığıyla işlenmedikçe bunca devlet eliyle işlenen kabahat, sabaha kadar meram dizseniz, alt alta üst üste yüzlerce kelimeyi işleseniz de bazen bir imgenin kendisinin anlattığını duyumsatamazsınız, anlaşılır kılamazsınız. Her defasında aynı darlığın sıkış tıkışlığında bunca heder ettici, derde düşürücü şeyin oldurulabilriğinden hiç değilse birilerinin haberdar olabilmesi, asıl sorumluların ellerini taşın altına koymadan, hesap kitap vermeden, özür dilemeden, yüzleşmeden,  üstten üstten bakışımlarını, sözcüklerini savlarken her daim toplumun ötekisi olarak adlandırılabileceğiniz gerçekliğinin anlamlı bir biçimde yansımasının devamlılığıdır elimze bırakılan, elimize kalan.

Garip bir mizansen anlatmıyoruz, garip gelebilecek şeylerden dem vurmuyoruz, az biraz bulmaca kıvamlı meramın içerisinde belki kendinize en yakın bulabileceğiniz doğrunun izini sürüyoruz. Sürebilmek adına bu klavyenin başında bir tık iki tık daha fazlasına çabalanıyoruz. Ne kadar çabaların ölçülebilirliği göreceli bir kavram olsa da yanıbaşımızda oldurulanların aslında nasıl hakkaniyetli bir biçimde soruşturulması, düşünülmesi gerekli şeyler olduğunun yolunu oluşturmaya gayret ediyoruz. Hep birlikte hep beraber. Günümüz, geçmişimizde yaşatılanların yaralarıyla, bereleriyle dolu doluyken yeni yaraların, yeni acıların tahsisinin mümkünatlığı üzerine düşüncelerin ta kendisidir değinmek istediğimiz. Yüklenişimiz ağrılaştırılıyor, soluksuz kaldığımız kadar sıhaatsizleşiyoruz. Başımızın ucunda bizlerin her anını, soluğunu, düşüncesini, hareketini takip ededuranların özgürlük keh keh diyerek içeriğini boşalttıkları olgunun, hasılı nasıl boş küme haline dönüştürüldüğünü görüyoruz, biliyoruz. Bunca kepazeliğin anılmasının bile söz konusu edilmezken hala ahkam kesebilenlerin, astığım astık kestiğim kestikçilerin dillerinin altında sakladıkları baklaların ne kadar da bıçak sırtının en keskin yönlerini ihtiva ettiğini iliştirebilmek gereklidir. Bir yan bir taraf değil, her an ve her şekilde hesaplaşma, yüzleşme ve ötesinde ortaya çıkartılan resmin ta kendisi asıl sorunun bilinmezliğinin sağlama alınması çabasıdır.

Parazit, terörist, vicdan bezirganı, yandaş, propagandist vs.diye uzayıp giden silsile halindeki yaftalamaların katarında oluşturulan tortunun kendisi bizzat katran karasıdır. Katran karasında bir muktedir, iki muktedir borazancılığıdır müdanasız olan biten her şeye kulaklarını tıkayarak emme basma tulumba gibi olur olur demekten gayrısına tenezzül etmeyenlerin vuslatları, bizler içinse yine yeni yeniden gerçekle buluşmaktır. Katran karasıdır mayalanması için bu gündem gölüne (çölüne) çalınıp durulan. Keşmekeş ahvali sarmışken, ahvali etkisi altına almışken boş teneke, tın tın laf ebeliklerinin satır aralarında devlet sözcüsünün ‘ağır’ belagatli ama her dakikası ölçülüp biçilmiş söyleminden, meşhum gazetenin ismi pek de lazım olmayan yazarının sürekli zikir ettiği şeylerin karşılığı, ortalaması budur. Bu kadar lafı eveleyip gevelemeye gerek olmaksızın afakidir. Günler biribirini kovalarken, zaman akışı seri bir biçimde elimizden kayıp giderken dünün yaşatılanlarından hesap sorulabilirlik bahsinin üzerin öyle ya da böyle örtülmektedir. Konuşmak, anlatabilmek bir lafı güzaf olarak tanımlandırılmaktadır, ‘idolocijk’ yaklaşımın neferi olarak resmedilen tüm diğerlerimiz için. Hepimiz için. Bahis tükenmez, anlatmakla bu kadar iri puntolarla her yeni gün dizilip durulan klişelerin sahanlığında açılan yaraların onulmazlığı, kangren haline dönüştürülmesindeki önü alınmazlık bahsine dair sözcükler bitmez.

Yaranın kendisine merhem olmak bir yana daha beterinin yolunu açabilmek adına; elden gelenin arda koyulmadığı güncelliğin mabadında her birimizin payına bir kırım düşmekte, hayallerimizi, yarınlarımızı ve ümitlerimizi suya düşürmekten daha dip noktalara ulaştırabilmek için handiyse elbirliğiyle kotarılan cinsten bir kumpaslar silsilesi hasıl olmdurulmaktadır. Neye yanasın, hangi birisine ayrı bir paragraf açasın, açasın ki gördüğüne bu kadarı çok artık olmaz dediğin kifayetsizliklerin herhangi birisinden ibret alınabilsin, ibretlik vesika ortaya dökülebilsin. Salt onun, sırf bunun başına getirilenler değil hepimize denk getirilebileceklerin bir ön taslağının sunumu gerçekleştirilirken bu “kurulum”un, hileli kumpaslar düzeneğinin bizleri demokrasi katarında hangi seviyelere taşıdığının, sabitlediğinin çözümlemesini en kestirmeden anlamlandırabilelim. Anlatabilelim. Karşılığının ne kadar ağır bedeller ödetilerek geri toplandığının açılımların, kapanımlara evrilirken bu süreçte belirginleştirebilelim. Afedersin benim şöyle böyle kardeşim kıssasında bile belirli bir iğnelemeden kaçınmayanları kendini alıkoyamayanların, menfii kısıtlı bir hareketlenme olarak atfetmeye doyamadıkları nefret ikliminin artık kalıcılaşmaya başladığının kendisi gibi olmayana insanım diyenin eylemeyeceği şeylerin reva görülüp yakıştırıldığı, uygulanabilirliği karşısında sesimizi çoğaltabilelim.

Dökebilelim bütün bu hengamenin basbayağı ısıtılıp durulan marduk kıyameti bilmemnesinden çook daha tehlikeli bir fecaatin, yokoluşun temsilcisi olduğunun idrakına uyandırabilelim. Umutlanmanın, ümitvar kalıp varlığını idame ettirebilmenin koşullar ve şartlar daima tersi istikametten daimi olarak başka olguların dayatımlarını, daraltımlarını söz konusu etse de bu hayatta varım diyebilmenin zorlaştırıldığı, yokuşa sürüldüğü, çetrefilleştirildiği bir günceyi yaşıyoruz. Yaşadığımızı varsaydığımız bu rutinin içerisinde saatleri önceden belirlenmiş projelere göre prangalanmış asgari ücreti mukabilinde! birer denek haline dönüştürülüyoruz. Tepkimelerin bir çok şeyi sineye çekerek unutarak ve ne dayatılırsa ona tamah eden, bir iki mırın kırın dışında da her menfii şey mevzu olduğunda olaşağanlaştırılmasında kendisinin de payının olduğuna artık biat eden, inanan bir yaşam formuna evrimimiz gerçekleştirilmektedir. Nihayetinde bilmenin değil en az haberdar, en az işitilmiş, en çok sessizliğin bir yamacına kendisini sabitleyemiş, uyum sağlayabilmiş olanın sesinin daha cılızlaşmasını sağlayanın hayatını kazasız belasız idame ettirebileceği bir satıh burası böylesi bir daraltımın merkezinde adına yaşam denilen sürecin savunulduğu bir yer burası. Tahayyül edilenlerin birbirlerine iliştirilmiş, ilintilenmiş ilişkili hale dönüştürülmüş olan pek çok hayati olguda dayatımların katarının, yükünün durmaksızın arttırıldığı gerçekliğidir  aynalanması gerekli olan.

Arttırılan tahakkümler, biçimlendirilen vavelyalar silsilesi bu güncelliğin yarınlar için ümitvar olunabilmesinin önündeki büyük engelleyicilerden birisidir, ta kendisidir. Yaşam sürdüğümüz bu sathın hiç te öyle resmedilmeye gayretkeş olunan toz pembelik makamından olmadığı bu kadar afaki bir biçimde meydandayken, birbirimizin sesini işitmez kıldırılarak sıkış tıkış derdest edildiğimiz dört duvar dört kesit arasında kayıtsızlığımızın mesai kartlarını giriş çıkış notlarıyla donatarak, imza ederek bütün bunların daimiliğinin tesisiyle beraber ümit yerle yeksan olmaktadır. Mübalağa dolu bir hiciv unsuru laf olsun torba dolsun diye değil bizahati hayatın ta kendisinin dönüşümü, işleyişi ve biçimlendirilmesine karşı gerçekleştirilmiş her tahakküm bütün bu süreci daha manidar bir biçimde yaşam alanlarımıza dahil ettirmekte.. Ümit perperişan eylenirken, içinden çıkılmaz kılınan hazan bu sathın dört bucağını kapsamakta, doldurmaktadır. Algılayışın önüne kurulan her set, muktedirin biçimlendirmeye gayret ettiği düşünselliğin lincini de kolaylaştırmakta, soru sormanın münasebetsiz bir hareket olarak savlanmasının karşılığına denk gelen yapılandırmaların önünü açmaktadır. Daraltılmış, kısıtlandırılmış, sansürlenmiş v daha niceleriyle bu yollarda karşı karşıya müdafasız, biçare terk edilmiş bireyin önüne sadece kabullenmek, kaderine razı gelmek seçeneği bırakılmaktadır.

Ya o ‘arka bahçelerin’ yılmaz yardakçısı olanlarındansızdır, onaylayıcısı veyahutta ya da muktedirin her dediğine kutsiyet biçen, yancısı, tasdikçisi. Arası ikisinin ortası söz konusu bile değildir. Aynalamaya çalıştığımız günün, grisinin, karasının ve kasvetinin basıklığı, kapsamı altında bilhassa bu tahakküm şıklarının dayatılmasındandır. Baskıların, kör kör parmağım gözüne uygulamaların vehameti ve düşündürücülüğünü bir kenara koyduğumuzda dahi ortada duran insanlık sorunun enginliği düşünülesidir! Sorun bu sathı ezmeye her şekilde devam ederken, mütemadiyen tek tornadan çıkan söylemlerin daimiliğinin sağlanması, sürdürülebilirliğidir bahsetmek istediğimiz. Bugünün dünden pek farkının /kal/olmadığının seceresi belliyken hala niye duyusuz, duygusuz, vicdansız, sorgusuz v sualsiz bir şekilde yaşam vaadine kanılabilir, inanılabilir. Karanlığı bu kadar kapsamlı bir biçimde sahiplenenlerin, muktedirliklerinde ortaya koydukları zulmün, ortaya konulan bunca fecaat söz konusuyken hala net bir biçimde anlamlandırılamamasının vehametinden esas nasıl uzak kalacağız. Söz konusu düşünce, hürriyet, adalet ve bütün bunların en genel toplamı, çatısı olan demokrasinin özgürlüğününden, özgünlüğünden çok sınırlandırılmışlığı, sinikliği kabus gibi üzerimize çökmüşken üstelik.

Birbiri peşisıra yayınlanan raporlarda, araştırmalarda vs. halimiz pür mealimiz tebliğ edilirken daha nereye kadar kayıtsız kalabilmek mümkündür bizler içinde yaşayanlar olarak. Mümkün müdür bu ağır yüklenişin, nefessizliğin tüm baskıcılığın zirvesinde olduğu bir güncellikte ümidi koruyup, kollayabilmek sahip çıkabilmek. Bunca hengamenin, insan eliyle yapılan edilen kıyametin nüfuzunun arttırılması karşısında nicedir? Yüksek rakımlı makamlarından doldurup, boşaltıp kefelerini aynı hakkaniyetsiz söylem ve yapılandırmalarını sürdürdükleri, muktedirliğin vicdan kantarının “ayar bozukluğu” dikkat çekici değil midir? Dönüp dolaşıp ısrarla bizden sizden ayrımını diline dolamaktan kendini alıkoymayanların daha bir kaç ay evvel tüm halkı kucakladığı, her bir bireyini ayrısız gayrısız bir, eşit adlettiği, kapsadığını ilan ettiği söylemin çürütülmüş hali, anti-tezi değil midir bütün bu yaşatılanlar. İdrak ettirmektense, nasıl olsa unuturlar diyerek üzerini pare pare faşizan sözler ile donatarak günü kurtarma çabalarının, bir şeyleri örtbas etme dakikliğinin mütemadiyen sahnelemesinin sürekliliği, ayrışım fayının içine nüfuz etmiş kırılmalarını yeniden harekete geçirdiğini fark edebilmek o kadar zor mudur? O kadar mı zordur. Keskinlik dile vurdukça birilerinde içinde kalakaldığımız bu gayya kuyusu bir ızdırap mabadı halini korumaktadır.

Bütün bütün birbirlerinden ayrışık durduğu varsayılan şeylerin bütünleşik bir hale dönüştüğü, kalıcılaştığı, yük olarak daimiliğinin tescillendiği bir satıh olarak belleğe kazınmaktadır. Öylesi, böylesi aması fakatı olmaksızın düpedüz, apaçık. Hukuğun h’si, adaletin a’sı, siyasetin s’si birbirleriyle ilintilenmiş bir rutinde, bir biçimde yeknesak makamdan nefreti hicaz bir güfteyi oluşturmaktadır. Saptayışlar körlük ile derece derece arttırılan bir eğriyi çizmektedir. Görmek için alim olmaya gerek olmaksızın. Müstakil dünyalarımızın sınırlarına doğru yükseltilen her tahakkümün, biat ettirişin, atfediş ve hizaya çekişin altında yatan hamiş “vicdan” dağarcığının bir şekilde trajikleştirilmesi, içinin boşaltılması, tirad haline evrilmesidir. Dört tarafının hiç tükenmeyen bir biçimde düşmanlarla dolu olduğuna halen inanmaya kendini kaptırmış olanların tüm insaniyet çabalarını yekten yargılayabilmelerinin belki de bu kadar çabuk bir biçimde sirayet etmesi o hamişte saklıdır. Kayıp ve faili meçhuller için, esameleri bir avuç insan dışında anılmayan tüm karanlığa teslim edilmiş canlar için kayıp insan hakları sözleşmesinin altında imzası bulunmayan, gazetecisini, akademisyenini, öğrencisi, yurttaşını belirli belirsiz metaforlar, atfedişler, varsayımlarla silsile halinde derdest ederek mahpus etmeyi kendine hak tanıyan, olağan sayan dünün jitem merkezinde çıkan yirmi altı kafatasına karşı orada devlet eliyle yitirtilenlerin haklarını gizlilik örtüsüyle perdemeleye, unutturmaya namzet, vicdansızlığın yekpareliğini tek bir seferde kanıtlamayı, sunumlandırmayı başarır.

Birbirinden ayrıksı durduğu varsayımlanan şeylerin toplamda ortaya koyduğu resim bütün bu tahakkümsel yaptırımların muhalif olan, muhalif olarak kendisini tanımlandıran için bazı şeykerin, özellikle ümitvar kalabilme noktasından hayata tutunanlar için ibretlik vesikaları birleştidiği afakidir. Düşünsellik makamına vurulan her ket, sözü seslendirmektense lal kalmayı, gördüğünü anlamlandırmaktansa ama olmayı yeğlenesi, tercih edilesi bir seçenek olarak dayatmaktadır o resmin içerisinde. Buraların aidiyetinde, söz hakkında her kim ise muktedir olmuş, olabilmiş onun borusunun öttüğü, dediğim dedik çaldığım düdük merhalesinde olayları, olguları dönüştürmeye kendince biçimlendirmeye her zamankinden daha istekli bir biçimde davrandığı hal ve gidişattır bu satıhdan, buradan görünür kılınan. Her sözüm var diyene demediğini, yapmadığını kati surette yarına bırakmayanların biçimlendirdikleri dünya algısı, başka yerlere verilen akılların da ne kadar geçerli olabileceğinin yanıtını bizzat sağlamaktadır. Bu toprakların köklerine zerk edişmiş olan nefret söyleminin, ırkçılık tezahürlerinin, münferit vakialar olarak anılanların peyderpey biraradalığıni bir kere gözler önüne getirdiğinizfde sanırız demek istediklerimiz daha anlaşılır kılınacaktır.

Ezcümlesi, bütün bu meram sahanlığının ortasında ümit bir şekilde bütün bu heyhulada hayata tutunabilmenin sacayaklarından birisidir. Peki bizler bu sacayağının halen işlevsel kalabilmesi için ne ölçüde sözümüzü, tavrımızı, bu tahakküm, – her şeyi ben bilirim, ben yaparım olur biter diyebilen muktedirlik dünyasına karşı diri tutabilme gayretinde, ve derdindeyiz!!! Yüksek sesle düşünülüp, tartışılası bir mesel, tüm insana özgü tavır almaların, çabalanımların kıyısında yarına ulaşmak için her beraber adımlayacaksak… düşünmenin zamanıdır… ümit ne yana düşer… ne kadarı payımıza düşer usta…

>>>>>Bildirgeç

Başkanım Rahat Mısın? – Hakan TUNÇ*

Rahatta mısın başkanım, iyice misin? Biz bozmuyoruzdur umarım huzurunuzu. Hayır, çok rahatsızlık verirsek ki böyle olsun istemeyiz, söylerseniz gideriz! Buralar hepten dutluktu sayenizde güzelleşti. O nedenle yerinizi daraltmak, sizi darlandırmak istemeyiz. Size rahatsızlık veriyor olmak bizi üzer, hastasınız üstelik sizi fazlaca üzüntüye sevk edip rahatsızlığınıza tesir etmek istemeyiz. Başkan yeminlen küseriz, rahatsız olduğunuz halde sırf halkımız üzülmesin diye bu rahatsızlığınızı biz yurdum insanından gizlerseniz inanın çok üzülürüz. Tamam, bunu gizleyerek bir büyüklük de yapabilirsiniz. Halkınız için içlenip bu soğukta nereye gidecekler diye düşünüp gönlümüzde yeniden bir kat daha taht kurabilirsiniz ama lütfen ve sakın öyle bir şey yapmayın. Söylemekten geri durmayın, siz üzüleceğinize biz heder olalım evladır bizler için!

Başkanım hani dindar, muhafazakâr ve demokrat toplum yaratmaya çalışıyoruz ya! Bu topluma hizmet etmeyen, bu toplumdan olmak istemeyenlerin çaresine bakacaksınız değil mi? Onlar yüzünden yetmiş bilmem kaç milyonumuz rahatsız olmasın. Huzurumuzu kaçırmasın o birkaç çapulcu. Hem o birkaç çapulcu halkımızın arasına nifak tohumları da ekerler. Başkanım bu durumu engellemeye yönelik timler kuralım ( depremde topladığımız paralarla finanse ederiz ). Gerçi siz gayet zekisiniz! Kesin kurmuşsunuzdur bile güzelim tipleri! Misal, camiye gitmeyenleri, cemaatin toplantılarına katılmayanları, durumu olup da hacca gitmeyenleri bir bir tespit edelim ve ilk taşı en masum olan siz atınız lütfen!

Başkanım uykularının kaçtığı oluyor mu bu Kürtler yüzünden. Adamlar hapse tıkmakla, tutuklanmakla bitmiyorlar. Ne çok sevmişler, ne çok sevişmişler, keşke bu üç çocuk projenizi zamanında devreye sokabilseydik, en azından şimdi daha az olurlardı, hapishanelere sığarlardı. Bu Kürtler çoklar ve pisler. Benim de arkadaşlarım var ama hiçbiri böyle değil. Bunların içlerinde bazıları kandırılmış, o bazı kandırılanlar başka bazılarını kandırıyorlar. Sonra çok kandırılmış bir halk oluyorlar. Oysa hepimiz dindar muhafazakârlar olup ve bir o kadar da demokrat olarak mutlu mesut olabiliriz! Ama sizin bu iyi niyetinizi görmüyorlar başkanım. Zaten çok cahiller, bir de hepsi sararmış bıyıkları ile kaçak tütün kokuyorlar! Bir de bu kaçağın önüne geçebilsek başkanım çok iyi olacak. Geçenlerde değerli büyüğümüz, ünlü Türk bilgini Yılmaz Özdil söyledi, dünya para kazanıyorlarmış. Vergi kaçırıyorlar, bunun önüne geçebilirsek ülke ekonomisinin önüne kimseler geçemez! Büyük düşünün başkanım! 2023’e çok bir şey kalmadı!

Başkanım bu dış mihraklarla iç mihraklar hiç durmuyorlar, hep bize tezgâhlar, düzenekler kuruyorlar. Şimdi de kendi üzerlerine bomba yağdıran bu kandırılmış köylüleri kullanıyorlar. Namık Durukan gitmiş köylülerle konuşmuş, kan parasına çok bozulmuşlar da, yok failler bulunmazsa K. Irak’a giderlermiş de… Başkanım giderlerse gitsinler! Yeminle gitsinler. Gitseler ne olur gitmeseler ne olur! Biz mi dedik gidin kendini o bombaların altına atın! Hem gece dışarı çıkıyorlar, sınırı geçiyorlar hem kendilerini öldürtüyorlar, koca koca uçaklarımızın bombalarını heba ediyorlar hem para veriyoruz beğenmiyorlar, çeksinler gitsinler başkanım. Hatta yol paralarını da biz verelim. Ama vergilerimizden vermeyelim. Günah olabilir. Halkın vergisi kutsaldır ya tereviste verilse çok büyük günahı varmış bizim şıh söyledi!

Başkanım son zamanlardaki ülke performansımıza dikkat çekmek istiyorum. Hamdusenalar olsun ki hapse tıktığımız gazeteciler sıralamasında başa güreşiyoruz. Başkanım tekmili Avrupa ve Amerika ülkelerini geride bırakıp birinciliğe koşuyoruz başkanım. Bu başarı sizin başkanım! Gerçi bilmiyorlar bizimkilerin gazeteci değil terörist olduklarını ama olsun! Başkan bu gazeteciler çok nankör, hem de çok kalleşler, adamlar polisimizi şehit etmiş ya, bir de basın kartı çıkmış üzerinden biliyor musunuz? Bunlar bence kesin kandırılmış! Başkan bunlar aklıma gelince öfkeleniyorum. Bütün bunlara rağmen bizler basın özgürlüğünden yanayız ve bu konuda taviz vermeyeceğiz. Halkımızın özgürlüğü her şeyin üzerindedir!

Bu dış mihraklar durmak bilmiyor. İşlerini güçlerini bırakmış sırf bizimle uğraşıyorlar. Zor bela tezgâhlarla yakaladığımız terörist gazetecinin birini de tutmuş Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişler! Oysaki dünya âlem biliyor bu ödül en çok size yakışır!

Dünya büyüyen Türkiye’yi kıskanıyor. Geçenlerde Engin Ardıç söyledi, Avrupalılar bir araya gelmişler Babacan’a ne olur bize yardım edin diye ağlamışlar. Herhalde Babacan da bu gâvurlara hiç yardımcı olmadı, sonra gâvurlar da bu tezgâhlarını, bu pis oyunlarını devreye soktular. Biz bu oyunu bozarız başkanım o nedenle siz hiç hüzünlenmeyin, lütfen gönlünüzü gölgelendirmeyiniz! Gönlümüzün sultanı-padişahı sizsiniz başkanım!

Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa! Amin!

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Jiyan ekibinden Hakan TUNÇ’un kaleminden çıkan Başkanım Rahat Mısın? güncelin sunup önümüze, evimize kadar taşıdıklarına dair meramımızın paralelinde okunmasını salık vereceğimiz nitelikli bir makaleyi tanımlandırmaktadır. Hakan TUNÇ’un ve Jiyan! kollektifinin anlayışlarına binaen makaleyi, sayfalarımıza taşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #380 (19.12.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #382 (02.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012) 
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Başkanım Rahat Mısın? – Hakan TUNÇ – Jiyan
Roboski – Elif ERGEZEN via 13Melek Tumblr
Ma Sekerdo Kardaş?/ N’etmişiz Kardaş? – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Tazminat Demeyin, Failleri Gösterin! – Banu GÜVEN – Banuguven.com
Türkiye’ye Gidememek – Bülent USTA – Birgün
Bekaroğlu: Tayyip Erdoğan Yanlış Yolda – Arzu DEMİR – ANF
Cahil(!) Paul Auster – Doğan DURGUN – Özgür Gündem
“Dindar Gençlik” Üzerine Safça Sorular – Ayhan BİLGEN – Emek Dünyası
Ateizm 2.0 – Zülâl KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergisi – Zulalkalkandelen.com
“Cinsel Tacizden Ağır Cezada Yargılanan Gazeteci Kim?” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Prof. Dr. İnceoğlu: Nefret Bir Duygu Değil, Bir Tutumdur – T24
Bu Kürsü Bu Kalabalığı Kaldırır Mı? – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Fransa, Ermeni Meselesi ve Burası – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
“İnkâr, Rahat Etmenin En İlkel Yoludur” – Semra PELEK – Agos Kitap-Kirk
Dink Cinayetinden Çıkartıl(a)mayan Dersler – Ceren SÖZERİ – Bianet
Hrant’ın Hesabı, Devletin Mahkemeleri… – Osman OĞUZ – Red Dergisi-Kadraja Girmeyen
Yasin Hayal’in Ziyaretçi Listesi Neden Hala Kayıp – Helin ŞAHİN – Star Gazetesi
Akyürek Kendini Mi Teftiş Edecek? – Atılım
Cinayeti Kör Bir Kayıkçı Gördü! – Selda KARATAŞ – Sosyalist Demokrasi Gazetesi
Özrün Kabahatinden Büyük – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu
Kıvırtık Faşizm: Post-Modernizm – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Er Sevag’ın Ölümünde Tutanak Rezaleti – Radikal
Sevag Ötekiyse Sen Kimsin? – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Umut, İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine – Mithat SANCAR – Açık Radyo
5. F Oturması Bakırköy’de – Atılım
Sadettin Tantan’ın İtirafları, AKP’nin Hukuku, AKP’nin Adaleti… – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Ferda Çetin: Ilımlı İslam Kürtlere Karşı Hiç De ‘Ilımlı’ Değil – Perwer YAŞ / Mehmet TÜM – ANF
Bu Cumhuriyetin Başına ‘İleri Demokrasi’ Tacı Ne De Güzel Yakıştı! – Yeşim ERGÜN – Sosyalist Demokrasi Gazetesi
‘Başkalarının Acılarına Bakmak’ – Eren KESKİN – Özgür Gündem
“İğneyle Kuyu Kazıyoruz” – Abdullah GÜMÜŞTAŞ – Bianet
Ölülerimizin Kemikleriyle Yüzleşeceksiniz – Sıtkı GÜNGÖR – Atılım
Bu Bir Kurbağa Değildir! – Serpil ODABAŞI – Jiyan
Son Şeyler Ülkesinde – Meltem GÜRLE – Birgün
Geceye Dair – Aslı ERDOĞAN – Özgür Gündem
Erciş Notları – Şiar Can ŞENER – Evrensel
1048 Kişi Böyle Fişlendi – Ömer ŞAHİN – Radikal
Dev-Yol Ana Davası Zaman Aşımından Düştü – Emek Dünyası
Göç: Nedenler De Engeller De Sayılamakla Bitmiyor – Serdar EROĞLU – ANF
Nette Sansürün Yeni Adı ACTA – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet

Bad Sector Official
Bad Sector At Myspace
Bad Sector – Chronoland Albüm Eleştirisi – Urufixx – Son Yudum
Tycho Official
Tycho Official Informative via Ghostly International
Tycho – Dive Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Desolate Official
Desolate – Sven Weisemann Desolation Mix via r_co Soundcloud Page
Desolate – The Invisible Insurrection Album Review By Andrew GAERIG via Pitchfork
Autechre Official
Autechre 12 Hours Radio Broadcast (02/03/2010) via Percussion Lab
Autechre Üzerine – dRWarp – Deuss Ex Machina
Jérôme Chassagnard At Myspace
Jérôme Chassagnard Artist Page via Facebook
Jérôme Chassagnard – The Time From Underneath Album Informative via Hymen Records
AFX – Aphex Twin Official via Warp Records
AFX – Aphex Twin – Selected AFX Loops via Hyperreal
AFX – A Classic Aphex Twin Interview By Simon REYNOLDS Talks To Richard D. James via The Quietus

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Hands And Shadow By *Ariadne*   *Ariadne*’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Fanus – Enis BATUR

I
Bu güller benim için mi açıldılar,
Bu güller sizden bana açıldılar
delindi ufkumun karanlığı, günüm
gecemi eritti baştan uca, üstünde
bir fırtınaydı bana kanat geren,
tenimdeki bulutlar esmer, içimdeki
kem taş paramparça : Bu gülün
durmadan, elim yüzünüze görülmemiş
bir cennet çizsin : beni kendinize
Âdem seçin.

II
Pencereniz sıkısıkıya kapalı, kapınızda
Dilini kimsenin sökemeyeceği bir sürgü,
Kokunuz damarıma dayanmış kama, süngü
Bakışınız bana erişecek olsa, dilinizden
kan toplasam, göğsünüzden bahar ve yaz,
kasıklarıma sağanak, inin, kasıklarınız
loş inim, bir dokunsam : Açılsanız ağır
ağır : Hayat ağır, Ölüm uğrayıp doğru
zamanı kolluyor hep, ikisinin ortasından
çıkın gelin çıkagelin : Beni kendinize
bakır tenli at seçin.

III
Benim bahçem nicedir yekpâre çöldür,
Tohum olup düştünüz : Tek tek her kum
Tanesi rüzgârı denedi, döndüler havada,
rüzgâr onları savurdu, gittim kentlere
ektim ruhumu : Kederim tuttu topraklar.
Döndüm geldim buraya, sizden bir serap
doğmuş, ben gayrı ayrılmam kendimden,
güneşim akrepler için gurur, gecelerim
yıldız takımadaları, kapanırım üstünüze
derin fanus, soğuk sıcak kesilir : kendinize
beni büyük Prens seçin.

Kaynakça: Hikayeler

Older Entries