Deuss Ex Machina # 392 – an unexciting truth may be eclipsed by a thrilling lie

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_392_–_an unexciting truth may be eclipsed by a thrilling lie

12 Mart 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Geskia!-Lampland (Dynamophone Records)
>2<-Geskia!-Nerori (Dynamophone Records)
>3<-Ryan Teague-Cascades (Village Green)
>4<-Ryan Teague-Shadow Play (Village Green)
>5<-Reigns-Over Tone Gulley (Monotreme Records)
>6<-Reigns-Plainsong (Monotreme Records)
>7<-Kammerflimmer Kollektief-A Different Carmic Thermal (Staubgold)
>8<-Kammerflimmer Kollektief-Coricidin Boogie (Staubgold)
>9<-Boy Friend-The Lair (Hell, Yes!)
>10<-Boy Friend-Bad Dreams (Hell, Yes!)
>11<-Blouse-They Always Fly Away (Captured Tracks)
>12<-Blouse-Ghost Dream (Captured Tracks)
>13<-Cengâver-Desu Noto (Music For Non-Musicians)
>14<-I'mpty-Never Be A Good Man (Music For Non-Musicians)

an unexciting truth may be eclipsed by a thrilling lie – aldous huxley
                                          (392)

Düşündükçe vardır insan, düşlerine sahip çıktıkça, söze sese ve hayata karışabildikçe, mümkünatsız olarak resmedilenlere, dayatılanlara karşı varlığını muhafaza ededildikçe karşı durdukça vardır insan her dem anıldığı üzere, alıntılandığı şekliyle, olması gereken haliyle beraber bir bütünlük içerisinde. Durmaksızın aynı teranelerin, bir örnek pejmürdeliklerin atfedişlerin, vehametlerin can alıcı keşiflermiş gibi cilalanmış tüm önermeleriyle kapsamı altına almaya gayret ettiği cümleten cinnet vatan haleti ruhiyesinin yanında belki de hala buralarda olunabilmesini, kalınabilmesinin teminatı olan düşünselliktir değinmek istediğimiz. Her söz her alıntı, ilintilenen her kelam muğlak doğruların mutlak olarak nakledilmeye gayretkeş olunduğu, gösterim süresi dahilinde hep aynı söyleme sahip çıkılan ötekileştirme aygıtının, propaganda aracına ev sahipliği yapan kitlesel iletişim araçlarından yansıyanların  hemen tümünden nakledilenlerin, paylaşılanların bizahati düşünselliğe ket vurmak, korkuyu yükseltmek ve makus kader, bir alınyazısı gibi gösterilme çabasından yola çıkılarak kotarmaya gayret ettiği nefret söyleminin en mazbutundan en saklanamazına kadar bir silsile halinde sunumlandırılması karşısında insana kalan tek saha olan düşünsellik.

Düşündükçe bir şeyler söz konusu edildiğinde nasıl da aniden rengini değiştirdiği, havayı tersine çevirdiği, günü ve gündemi alt üst ettiği bu kadar açık ve seçikken hala erkin tahakkümü altında bir ulaşılmaz olarak resmedilmeye gayretkeş olunan düşünsellik. Korkular küçüklüğümüzden bu yana türlü çeşit unsurlarla, yönlendirmelerle hayatlarımızı şekillendirdi, hayatlarımıza dahil edildi. Önce hııım cız elleme yanarsınlar!, hemen akabinden dediğimi yapmazsan hah işte şuradaki öcüler ham yaparlar, konuştuğuma riayet etmezsen kötü amcalara, ablalalara teslim ederimler, okula başlandığında öğretmeninden, hademesine herkesten çekinilmesi gerekliymişçe bu vurgunun altını doldurmak istercesine sahibine itaat göster yoksa fena yaparımlar ve daha niceleriyle bir yandan suskunlaştırmayı normal, hayata koyulmayı anormal bir yetenekmiş, bir çabaymış gibi nüksediş ve aksettirişlerle donatılan bir seyrüseferimiz hasıl oldu, olduruldu. Düşünmektense, deneyip yanılarak ama kendi kararlarıyla ayakta kalmaktansa, yol almaktansa illa billa korkularına teslim olacak, korktulduğu şeyleri sorgulamadan çekinmeden yoluna devam etmesini değil tam tersine iyice köşeye sıkışmasını tavsiye eden bir gündeliklik bugünlere ulaşmamızı sağladı.

Her dem başkaca fikriyatın, söz erimlerinin insanım diyeni ne kadar geliştirebileceği üzerine analizler, yorumlar vesair terennümler ortaya çıkarken, yayınlanırken müesses nizam içerisinde tek kol aralığında hizada durmanın elzemliğinden dem vuruldu. Her hizaya çekiliş bir noksanlığı, bir eksiği daha bilinir kılsa da, ucundan kıyısından bazı şeylere ayılsa da, anlaşılsa da nasıl olsa bu da geçicidir diyerek yola devam etme seçeneği bu ileri demokrasi güncesinin, her anından yansımakta olan baskıcılığın nasıl bir rotada, süzgeçten geçirilerek hayata monte edildiğini anlamandıracaktır. Görmek bir yana, anlamak diğer yana kafasını kuma gömmeyi bile isteye yapmak nasıl bir algının en doğal sınırları olarak değerlendirilebilir ki? Nasıl bir algılatma biçemidir ki sustukça daha da suskunlaşmanın bu ender görülen hiddet, felaket ve fecaat diliyle oluşturulan vurdulu kırdılı güncellikte yaralanmayı en az hasarla atlatmaya yol vereceğinden bahis açılabilir ki, ileri sürülebilir ki nasıl? İçişleri bakanının demeçlerinde yer edinen hakaretamizliğin, her fırsatta dile getirdiği şoven yaklaşımların bir örnekleşmiş, taş kalıp yeknesak makam nefreti hicaz vurgularına sahip çıkan sıfat olarak sosyal bilimci ünvanını taşıyan akamediyadan isimlerden, bir münferit iki münferit ama mütemadiyen münferit bir çıkarsama olarak sokaklardan ellerinde sopalarla insan avlamaya çıkmış insanlığını çoktan askıya asmış karakterlere kadar, ne var canım onlar da kutlamasınlar cık cık cık diye böbürlenmelerin her dem üstünlük kurabilmek için hazır fırsat bu fırsat devreye girdiği bu cenahta gün yüzü nerededir, gün yüzü neresindedir bu kadar ağır kasvetin içerisinde?

Ağırlaştırılmış gıybetlerin katarında durmaksızın eklentilenen her yeni dönemeç muasır medeniyetler eşiğinde bir seviye atlayabilmemizi değil tam tersine o sathın daha da uzağına çakılı kalmamızı resmeder. Bugün x’e yarın y’ye ertesi gün de z’ye demediğini, yapmadığını koymayanlar, düşünselliğini, ifadelendirip ses vermesini müdanasız, mübalağasız engelleyenlerin yarın sesleri kısıldığında kendilerinin yanlarında duracak kimselerin bırakılmamasıdır sorunun tam karşılığı. Düşünselik sathını iğfal ederken korkuyu her dem diri tutarken mütemadiyen aynı sözlerle kansızlar, vatan hainleri, yakıp yıkanlar, vandallar, terer yardakçıları vesaire uzayıp giden bir zincirleme yaftalama çabasının ta kendisi korkunç değil midir, hala değil midir nedir, nicedir? İki arada bir derede korkuyu yüceltme gayretkeşliği her edim ve karşılaşmada yine yeni yeniden muhafaza edilmeye çalışılan aynı otorkatik, aynı didaktik, aynı kasvetli hiddetin birbirine benzeyen söyleminin hangimize ne faydası dokunacaktır. İkrar edilip durulan bu nefreti yüceltmenin hangi birimiz için çok daha anlamlı, manidar bir geleceğin yolunu tanımlandırabileceği söz konusu edilebilir. Quo Vadis?….

Bilindik sözcükler, işitildik kelamların yanında filizlenmeye devam eden, gösterimi süren bu faşizan algının normalleştirilmesi süreci daha çok su kaldırır denilerek nereye kadar içimizde, yaşadığımız bu sahanlığın dört yanını zapturapt altında tutacaktır. Sorgulamaksızın, her durumda herşeye eyvallah çeke çeke, sineye çekmeyi matah bir şey saya saya, bunu bellete bellete bundan nemalana nemalana, gösterilmesi gerekli olanı her durumda aman haaa başımıza bir şey gelmesin diye özenle bezenle saklaya saklaya, ayağımızın dibine kadar gelmiş olan nefretin başımıza açacaklarını mevzû bahis etmektense daimi bir biçimde bütünü savsaklaya savsaklaya gözün önüne çıkan resim daha nereye kadar saklanacaktır. Saklı tutulacaktır. Örselemeye devam eden bu nefret eriminin karşımıza çıkarttığı kırılmanın müsebbiplerinden hesap sorulması için daha ne için beklemedeyiz, neyi beklemeliyiz!… Şekil değiştirilirken, demokrasi dediğimizin içeriği tamamen örselenip bambaşka bir şeye dönüştürülürken, bu bağın meyvesi falan olmadığımız her bulunmuş olan fırsat çatısı altında, ama sözle, ama sopayla, ama gazla, ama hiddetle varlığını korumayı sürdürürken düşünmek, Rachel Corrie gibi; zulüm bizdense, ben bizden değilim diyebilmek bir gerekliliktir, ta kendisi bütün bu meram sahanlığının ezcümlesidir.

Zamanın geçer akçeleri arasında motif motif örgülenen, bağ bağ dökümlenen, iliştirildiği yüzeyin olguları ters yüz etmesinin yanında neredeyse içinden çıkılmaz bir kör labirent haline evirip çeviren, muştulanan, sıfatlanan sufle edilen her demecin ötesinde berisinde raks ettirilen nefret söyleminin ta kendisi günün itinayla bütünleştiğimiz karamsar havasının bir tamamlayıcısı olmayı başarır, başarandır. Elbirliğiyle kah üstünkörü kah her şeyi bilirim olaylara hakimim bakış açısıyla beraber, hiddetin dozunun hiç azalmadığı, korunun ateşinin bir an olsun soğumadığı bir vehamet vesikasının ve tepkimesinin tam karşılığıdır. Karşılığına oturtulandır. Bir fazla kurcalamayın elinizde patlayacak saatli bombadır, bir adı doğru düzgün konulamayan, ifade, söz söyleyebilme hürriyetinin esas muhataplarına her nasılsa bir türlü denk gelmeyen anlayışlı olma haline karşılık olarak iliştirilen bir edimdir. Bir yarınlar için daha fazla ümitsiz kalmanın müsebbibi haline indirgetilendir, bir olağan rutinlerimizin ayrışmaz bir parçası halinde sineye çekilmesi farz kılınandır. Hasılı kelam noksansız bir şekilde güncellikte, işte bu mabatta varlığını muhafaza ettirendir.

Ulaştığımız işte bu medeniyet seviyesinde bazen olmasından, oldurulmasından ciddi ciddi hicap duyulasıdır kimilerince sığınılacak bir liman olarak resmedilse de biçiminin getirdikleriyle beraber daha büyük felaketlerin yolunu hazırlayandır. Kesintisiz bir biçimden diğerine dönüştürülürken, nakledilirken belki de en az zarar gören, en çok üzerine titrenilen nefretin kendisiyle yüzleşme şansı hep bir sonraya ertelenebildiği için gün bugündür söyleminin, çabasının karşılığını bir türlü bulamadığı teşebbüsün, hamle edebilmenin, hep bir taşa tökezletildiği, sendeletildiği, setlerin tanımlandırıldığı, sahneyi donattığı, zaman aşımlarına denk düşürdüğü, adaleti kaf dağının ardına sakladığı, yürütmenin yargıyla tek kale maça çıkabilme rahatlığına nail ettirdiği, her durumda olumsuz olanın değil de müsammaha gösterilmiş olanın kendisine uygun bulunan müşkülpesent, pejmürde bir buyur ediciliğin konukseverliğin sahnelenebildiği bir sahanlıktır. Nefret kendinden gayrı olan her bir ötekisine karşı bir koz olarak kullanılmaya devam edildiği müddetçe, bir baskı unsuru olarak önemsendikçe sadece bir sahanlık olmaktan da öteye ulaşabilen, değiştiği, geliştiği, söz konusu edildiğinde mangalda kül bırakılmayan devletlu aygıtının ayrışmaz bir parçası olacaktır.

Devletlunun kullanmaktan gocunmadığı, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan günlerde!, beton millet sakarya’nın harcını daha ızdıraplı kılabilmek için kullanacağı bir araç olacaktır. Yüzde yüz doğal karıştırıcı. Niteliksel ayrıştırmaların, üstünlük sağlayabilmek adına olur olmaz tevatürlerin zincirleme bir deneyimlemeye, gerçekliğe doğru evrilmesi sürecinde nefret istisnasız vurgulamalarıyla, yapılıp edilegelenleriyle, olmasına müsammaha gösterilen fecaatleriyle, bitmek tükenmek bilmez, anlayışsız olma halinin devamlılığıyla, inat ve sırarla hep bir boyunduruk altında tutma edimiyle beraber iş bu karıştırıcının varlığını muhafaza edebilmesini sağlamaktadır. Muhafaza ettirilen değer yargıları, öncelik ve duyarlılıklar diye kısadan kestirilip aydın havasına bağlantılanan şeylerin birer trajikomik şakadan mürekkep olmadığı tam tersine kıyam, kırım, tehcir ve tahakkümlerle oluşturulan yaşanılmaz bir korku ülkesi yaratabilmenin sacayaklarından birisi olduğunun altı kalınca çizilmelidir. Burası belirgindir. Sorun varlığını, dava dünyalığını, hak ve adalet arayışı konumlandırmasını, mütemadiyen tahrifatlarla, hile hurdayla dönüştürülmeye devam edilirken erk-muktedir-iktidarca münferit olarak adledilemeyecek tek şey nefret söyleminin kendisidir.

Ama kapalı tümceler, betimlemeler, ama baş vezir gibi avaz avaz birilerine mesaj verme, emirlerine riayet etme göstergesi olarak canhıraş, bağrış çağrışlarla beraber oluşturulan, kotarılan, denkleştirilen nefret-i hicaz makamından vurgulamalar, hedef göstermeler, hadlerini bildirme çabaları bu sahanlığın havasını griden, kapakaraya bir o yana bir bu yana sallayıp durmaktadır. Ortaya çıkan esas resim pek görmeyi kabul etmeseler de hicap duyulası bir vesikadır. Ortaya çıkan resim ızdırabın ambalajın, makamının, vurgusunun değiştirilip yeniden sunumlandırılmasıdır. Öteki belirleyebilme seçeneklerinin her dem bolluğunu göz önünde bulundurduğumuzda içimizdeki hain arama çalışmalarının, ifşaatlarının gerekirse had bildirmelerin eski tas eski hamam aynen sürdürülegeldiğini pekiştirmektedir. Ortaya çıkan resim dün otuz beş canını diri diri yakabilme, otuz dört insanı neredeyse göstere göstere katletme, on dört insanı üç kuruş tasarruf adına diri diri toprağa gömme, pundu bulundu mu dakika sekmeksizin linç olgusunu depremzede işçilerin üzerinde uygulayabilme, vd. ile topyekün bir şiddet halinin, devletlu eliyle kotarılan nefret söyleminin, dokuz sütuna at kafadan hedef göster sonra sıyrıl manşetlemelerle anaakım basın mecrasının biat etmişlerince yapılan edilen işbirlikleriyle daha korkunç olanı, daha mülayim gösterme sebatkarlığı ve şevkiyle beraber karamsarlığı daimi kılan bir sonuca ulaşırız. Karanlığı olağan olarak resmetmeye tüm benlikleriyle olur verenlerin yüzleşme, açılım, toplumsal birlik ve bütünlük bahislerinin birer masaldan ibaret, esas kıyımı gözlerden ırak tutabilmek adına vazgeçilmez bir perdeleme unsuru olarak ele aldıklarını okuyabilmek de mümkündür.

Mümkünatsızlığı, bu kadarı da fazla artık denilen her şeyin ne kadar ivedi bir biçimde normalleştirilme süreci içerisine eklentilendiği gözucuyla takip edildiğinde sanırız demek istediklerimiz, hasbıhal etmeye gayretkeş olduklarımız çok daha net aynalanacak, anlaşılacaktır. Münzevi bir bakışımın, oldu da bitti maşallah bakışımının, daraltım diretim ve tahakkümden ötesine müsammaha göstermediği, göstermeyeceği hasılı kelam ortada. Boyunduruk, tahrifat ve yıkım birbirlerinin hep peşisıra takip eden bir üçlemedir. Her üç olgunun harcını daha sert kılan ise eklentilenen nefret ediminin zıvanadan çıkmış, dillendirilmeye başlamış olan küçük tefek terennüm beyanat ve vecizlerin itinalı bir biçimde harca dahil edilmesidir. Hemen hemen her şeyi yasaklayarak, üzerlerini örtebilmek için kılıflar uydurarak, sindirmek için ama kapalı ama açık tehditleri dillendirerek, korkuları diri tutarak, kindarlığın gayet de normal bir refleks olduğu vurgusuna sahip çıkarak, aynı bağın meyvesiyiz şusuyuz busuyuz ama işte, münferitlerin gazabına geldiğinizde böylesi bir durumla karşılaştığınızda yanınızda değiliz, olmayacak elimizi değil copumuzu, gazımızı, kurşunlarımızı bulacaksınız.

Elimiz kapalı, gözümüz kör, vicdanımız taş, suretlerimiz kayıptır yollu sonuçtur bu kara parçasında hayatı zehir zemberek kılmakta olan. Hayatı zemheri ayazlarında ulu orta dımdızlak bir başına terk edilmişken, bunca yaralanmaya korunaksız terk edilmişken, soluk aldığımız her saniye insana sorgulamak düşer. İnsani olanı bunca heder ettikten sonra geriye ne kalır ki. İpleri birilerinin elinde nereye çekilirse oraya giden kimliksiz personalar haline dönüşümün hızlılığı arttırılmışken. Havası, suyu toprağı, bunca zehirlenmiş, zehir akıtılmışken zehirden medet umulmasından vazgeçilmemişken, zehirlendiğimizin ayırdına varılamamışken şimdi düşünme vaktidir. Düşünme aralığıdır bunca ağır felaketin hayatlarımıza pattadanak ediverdiklerinin sonucunda belirsiz bir süre boyunca karanlığın daimliği tesis edilmişken kaabustan uyanmanın vaktidir. Tutturabildiğini yandaş, yoldaş, terörist, işbirlikçi, hain bir dolu sıfatla anar hale gelmenin, ilintileme gayretinin nefretinin varlığını muhafaza edeceği afakidir. Bu bilincin getireceği demokrasi bırakınız ilerisi gerisini tesis edildiği varsayımlanan tüm olumlu edimleri pare pare çiğneyeceği ve geçersiz kılacağı ortadadır. a4 pencereden yansıyan hayat akışının teferruatlarından arındırılmış özeti budur, sonucu budur. Bu ağır perdeleme çabasında bile görünen köy için kılavuzu bekleyeduranlara önemle duyurulur…   

>>>>>Bildirgeç
Var Olmayan Kuyular – Bülent USTA*

Yıllar evvel “Kitap-lık” dergisinde “Hepimizi Öldürecekler” adında bir öyküm yayımlanmıştı. Bugün de “Hepimizi Tutuklayacaklar” adlı bir roman yazasım var. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tahliyesi, her ne kadar sevindirici bir gelişme olsa da, düşünceleri yüzünden tutuklananlarla cezaevleri öyle bir doluluk oranına ulaştı ki, vaziyet askeri darbe günlerini aratmıyor neredeyse.

Artık Ahmet Şık dışarı çıktığına göre, biz şimdi kendi tutuklanma sürecimizi konuşabiliriz rahatlıkla. Çünkü hepimizin tutuklanması an meselesi, hatta tutuklanmadan bile tutuklanmış olma ihtimalimiz yüksek. Nasıl mı?

Öncelikle, ister devleti tutkulu bir biçimde savunun, ister onu kıyasıya eleştirin, devletin sizi umursamayacağını anlamanız gerek. Vatandaşlar, devlete hizmet ederlerse ruhlarıyla, isyan ederlerse canlarıyla vatandaş olmanın bedelini fazlasıyla öderler. Hatta hizmet edenler, savaşlarda ya da çalışma hayatında olduğu gibi, bazen ruhlarıyla birlikte canlarını da feda ederler ama yine de devletin onları umursadığını görmeyiz. Uludere Katliamı’nda olduğu gibi en fazla tazminat vermeye çalışırlar ya da çocuğunuz savaşta ölünce, bir maaş bağlanır ve unutulur gider. Gazi olayları ya da Sivas Katliamı’yla ilgili davaların zaman aşımına uğratılması, devletin vatandaşlarını ne kadar umursadığının en canlı kanıtları aslında.

Geçen Pazar, Esenyurt’ta 12 inşaat işçisi, kaldıkları çadırlarda yanarak can verdiler. Gazeteler, televizyonlar onların yangın yüzünden öldüğünü söyledi, ama işçilerin can güvenliğini sağlamanın maaliyeti, canlarından daha değerli olduğu için, gerçekte kâr etmek isteyen şirketler yüzünden öldürülmüşlerdi. Tersanelerde ya da madenlerde de yüzlerce işçi, göz göre göre benzer cinayetlere kurban edildi bugüne kadar? Devlete ya da çalıştıkları şirketlere hizmet eden bu işçilerin ölümü, siyasi değil adli bir mesele olarak kayda alınarak umursamazlığa terk edildiği sürece, işçi ölümlerinin de arkası kesilmeyecek…

Beni düşündüren, devletin umursamadığı halkın ne zaman ve nasıl kendi kendisini umursayacak noktaya geleceği? Yargı Derneği eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin’in Express dergisindeki yazısında itham ettiği gibi, bu umursamazlığın nedeni olarak, entelijansiyamızın politik hakikat arayışından vazgeçip özgüvenden yoksun bir ruh hali içinde egemen siyasetin oyuncağı haline gelmesinin de bir payı var mıdır? Bu sorunun çeşitli şekillerde sorulduğuna tanık oluyoruz bugünlerde.

Eskiden entelektüellerin halkı daha çok umursadığını, ürettikleri çalışmalardan ve toplumsal hareketler içindeki konumlanışlarından biliyoruz. Ama sanırım, halk onları yeterince umursamadığı için, 80 darbesinden sonra artan bir ivmeyle entelektüellerin bir kısmı köşesine çekildi, bir kısmı da, halktan çok devleti umursayan bir ruh haline bürünerek kendi kendine ihanet etme pahasına devletin ya da şirketlerin akıl hocalığına soyundu. Elbette Büşra Hoca gibi entelektüeller, bu sürece dahil olmadılar ama, onlar da akademilerden ve medyadan teker teker temizleniyorlar.

Halktan ve kendilerinden umudunu kesen entelektüellerin karşısında iki seçenek vardı: Ya askeri, ya da sivil darbe. Ordunun karşısında hükümeti destekleyen entelektüellerin yaşadığı zafer sarhoşluğu, egemen siyasete dahil olmalarını kolaylaştırdı ve entelijansiyamızın yaşadığı kriz de iyice derinleşmiş oldu. Hükümet üyelerinden bile daha hararetli bir biçimde uygulanan politikaları savunacak kadar ya da muhalif entelektüellere karşı medyada linç ayinleri gerçekleştirecek kadar, entelijansiyanın bu denli zıvanadan çıktığına tanık olunmamıştır herhalde. Zaten asıl şaşkınlık yaratan da bu hınç… Onların hıncını besleyen şey de, kendi kendilerine ihanet ederek iktidarların tutsağı haline getiren kendilik nefreti aslında. Arno Gruen, “Normalliğin Deliliği” kitabında, kendilik nefretinin insanı nasıl artan bir iktidar hırsıyla deliliğe doğru yönelttiğini tahlil etmişti.

Roberto Bolano’nun Pegasus Yayınları’ndan çıkan “2666” adlı romanını okuyorum bu aralar. Bolano, romanın bir yerinde Meksika’daki gölgesini kaybeden entelektüellerden bahsediyor. Devletin onları umursamaz görünüp sessizce gözetlediğinden ve işe yaramaz bu yazarlar ordusunu nasıl kullandığından bahsederken şöyle yazmış: “Onları şeytan çıkarmakta kullanır, ulusun havasını değiştirir veya en azından değiştirmeye çalışır. Kimsenin var olup olmadığına kesin olarak emin olamadığı kuyuya taş atar.”

Etrafımız, var olup olmadığından emin olamadığımız kuyularla çevrilmiş durumda. Taş atacak çok kuyu ve taş atmaya hevesli çok fazla kişi var. Gündem yoğunluğu ve hızını bu kuyulara atılan taşlara borçluyuz bir bakıma. “Var olmayan kuyular”ın, içine taş atanların gölgelerini boğup yutma özelliği yüzünden, entelektüellerimizin gölgeleri de hızla kayboluyor. Tutuklu olmak için cezaevine girmenize gerek yok. Üstelik Ahmet Şık örneğinde olduğu gibi, bir gün cezaevinden çıkma durumunuz da olabilir. Ama gölgelerin toplanıp atıldığı iktidar kuyularından bir daha çıkılabildiği görülmemiştir.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Bülent USTA’nın imzasıyla Birgün Gazetesi’nde yayınlanmış olan “Var Olmayan Kuyular” başlıklı makale hem değinmeye çalıştıklarımızı pekiştiren, hem de derinlemesine kurgusuyla gündelik koşuşturmaca içerisinde vakıf olmadıklarımıza dair yetkin cümleleriyle önemli bir okuma parçasını oluşturuyor. Bülent USTA’nın ve Birgün Gazetesi’nin anlayışlarına binaen sayfalarımıza iliştiriyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #389 (20.02.2012)
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
‘Müge Vicdanımızdır, Tanıyoruz, Tanığıyız!’ – Emek Dünyası
Var Olmayan Kuyular – Bülent USTA – Birgün
Kürt Gitti, Sorun Bitti: Nüremberg’den Emet’e Emekçi, Yurttaş ve Irkçı – Ali TOPUZ – Radikal
Sivas Katliamı Davasında Zamanaşımı Kararı Toplumun Vicdanında Nasıl Bir Gedik Açmıştır? – Mithat SANCAR – Açık Radyo
“Ama”lı İnsanlık Suçu Olur Mu? – Işıl CİNMEN – Bianet
‘Kindar Gençlik’ten Katliam Savunması – Sendika.org
Yakan, Yakılan… – Medya Gül ORHAN – Jiyan
İnsanlık Suçunda Zaman Aşımı Olmaz! – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Erdoğan: DHKP-C, TİKKO, Hizbullah Da Zamanaşımı Aldı – Bianet
Yalan ve AKP – Tunç TOKER – Nüve
Tek Tip İnsan Yetiştirmek – Oya BAYDAR – T24
Ankara’daki Firavunlara Sesleniyorum – Mahmut ALINAK – Rojeva Kurdistanê
Cejna Newroz Piroz Be! – İshak KARAKAŞ – Özgür Gündem
DEMİRTAŞ: Seçmeli Dersi Kabul Etmeyeceğiz – Jiyan
Bir De Adaleti Deneseniz! – Umur TALU – Habertürk
Rakel DİNK: Bir Gün Hepimiz Adalet Yerini Buldu Diyebilecek Miyiz – Agos
AİHM – Dink Kararı Uyarınca Yapılması Gerekenler – Nor Zartonk
‘Cinayette Başka Biri Daha Var’ – Akşam
19 Ocakta Beraber Yürüyebilecek Miyiz – Orhan MİROĞLU – Düzce Yerel Haber – Taraf
Ermeni Davaları Uludere ve UCM – Orhan Kemal CENGİZ – Radikal
AİHM: Türkiye Son 52 Yılın İhlal Şampiyonu – Jiyan
Eren Özel Cinayeti Aydınlanıyor – ANF
Yeni Tip İktidar Yumuşakçaları – Ezgi KÖKSAL – Emek Dünyası
İktidardan Kurtulmak – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Dindar Nesil Gerçekte Kimin Hayali ve Neyin Garantisi? – Kılıçsız – Nüve
Uğur, Ceylan, Roboskî û Pozanti – Kamer SÖYLEMEZ – Yeni Özgür Politika
Şıracı… Uğur… Newroz… – Mustafa YALÇINER – Özgür Gündem
Oyunbozan Bir Oyun – Welat AY – Radikal 2
Zulüm Bizdense Ben Değilim – Ayhan BİLGEN – Evrensel
9 İlde 135 Gözaltı – Ywni Özgür Politika
“Onur Davası”nı Hamzaoğlu Kazandı – Sol Defter
N.Ç. Davasında Da Zaman Aşımı Riski!
90’lı Yıllarda Kürt Göçü – A. Murat EREN – BiaMag
Erdoğan’a Hoşgörü Ödülü Mü? – Can DÜNDAR – Milliyet
AKP’nin Kürt Kördüğümü – Ragıp DURAN – Tiroj – Köxüz
Dersim 38 ve Hukuk! – Barış YILDIRIM – Radikal 2
Yoktan Varedilen Vatan – Ferhat KENTEL – Düzce Yerel Haber – Taraf
T.C’avüz – Reşîd BALLIKAYA – Rojeva Kurdistanê
Her Katil Cinayet İşlediği Yere Geri Döner! – Kenan KAPLAN – Jiyan
Roboski Mektupları – Bianet
Dokunan Da Dokunmayan Da Yanıyor – Yücel SARPDERE – Evrensel
FINKEL: ‘Şık’ın Gülen Cemaatini Eleştirme Hakkını Savunmalıydık’ – Gökhan TAN – Marko Paşa – Habervesaire
‘Normalleşme’ – ‘Arınma’ – Ergin YILDIZOĞLU – Sendika.org
Diğer Tutuklu Gazetecileri Hatırlayan Var Mı? – M. Serdar KORUCU – Demokrat Haber
80’ine Merdiven Dayamış İki Sürgün Gazeteciden Mektup Var!.. – T24
Dersim’den Adalı’ya Kırmızı Kart – Etkin Haber Ajansı
Başkalarının Savaşında Ölmek! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Putin’e Satılmış Sanatçılar – Boris KAGARLITSKY – Moscow Times / Gerçeğin Günlüğü
Yalanın Mumu Söndü Ortalık Aydınlandı! – Birleşik Metal-İş – Sol Defter

Geskia! Artist Page via Facebook
Geskia! Informative via Dynamophone Records
Geskia! Introducing… By Will WLIZLO via Reviler
Ryan Teague Official
Ryan Teague – Field Drawings Album Critic By David SHEPPARD via BBC Music
Ryan Teague Exclusive via Fluid Radio
Reigns Official
Reigns Artist Page via Myspace
Reigns – The Widow Blades Album Critic By Peter WOODBURN via Redefine
Kammerflimmer Kollektief Official
Kammerflimmer Kollektief – Teufelskamin Album Critic By Jack CHUTER via ATTN:Magazine
Kammerflimmer Kollektief Informative via Staubgold
Boy Friend Official
Boy Friend Informative via Hell, Yes!
Boy Friend – Egyptian Wrinkle By Duncan COOPER via Fader
Blouse Official  
Blouse Informative via Captured Tracks
Blouse – Blouse Album Critic Lindsay ZOLADZ via Pitchfork
I’mpty Resmi Twitter Sayfası
Cengâver – Desu Noto By Killuminakoyiyim
Music For Non-Musicians Facebook Sayfası

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Sinmiş Korku By UtopyAda // UtopyAda’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Çadır Kuşağı – Salim JABRAN

İstersem gülümserim,
kolay ne var bundan.
Ama karanlığı kalacak gözlerimde
mezar çiçeklerinin,
bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak,
alt üst olmuş yurdumun köylerinde,
acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde,
yıkıntılar arasında güçbelâ ayakta duran
bir yaşlı selvinin.

Hangi halkı parçalamıştır tarih,
parçaladığı kadar benim halkımı?
Halkım benim oldu toprağımdan,
saçıldı dört bir yana halkım benim.
Daldı yurdum uykuya
iççekişleri arasında ufkun.
Bense burdayım,
gözlerim kapkara, zifir gibi,
çadırların karanlığını taşır gözlerim.
Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık,
analarını çağıran dudaklar değil,
döndüler kuru bir ekmeğe,
çağırmazlar hiç kimseyi.

Siz orda barıştan dem vurun hâlâ,
ben burda durayım köksüz.
Ben burda boşluğa asılmış bir tavan.
Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben,
ben, çadırlarda çoğalan.
Bir daha kulak verin,
bir daha dinleyin beni:
Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım
ben kara çadırlarda.
Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda.
Uyuyayım ben burda aç ve susuz.

Ama tarih dört açsın gözünü
bizim çadır kuşağına.

Türkçesi: A. KADİR – Afşar TİMUÇİN
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 391 – generere menneskelig

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_391_–_generere menneskelig

05 Mart 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Sonmi451-Zeta Orionis (Time Released Sound)
>2<-Sonmi451-Omicron Ceti (Time Released Sound)
>3<-Walls-Drunken Galleon (Kompakt)
>4<-Walls-Vacant (Kompakt)
>5<-The Fear Ratio-Ax (Blueprint)
>6<-The Fear Ratio-The Quick And The Dead (Blueprint)
>7<-Integral-Als Wären Wir Niemals Gewesen (Tympanik Audio)
>8<-Integral-Githarsis (Tympanik Audio)
>9<-Rene Hell-Baroque Ensemble Coda (Type)
>10<-Rene Hell-Chamber Force (Type)
>11<-Shlohmo-Wen Uuu (Salva Remix) (Friends Of Friends)
>12<-Shlohmo-Rained The Whole Time (Nicolas Jaar Remix) (Friends Of Friends)

                                           generere menneskelig
                                                       (391)
“there’s no democratic state that’s not compromised to the very core by its part in generating human misery.” – gilles deleuze*

Kararlı karanlığın baskısından, tahakkümünden, ortaya koyageldiği her türlü bedbinliğinin tam da orta yerinden, her türlü hinliğin bir şekilde olurunun yolunun tesis edildiği güncelliğin merkezinden sesimizi duyan var mı diye bir son/ünlem eklemiştik geçtiğimiz haftanın meramının nihai cümlesi olarak. Kalakaldığımız noktanın, tekabül ettiğimiz seviyenin gözle görünmesinin yanında canla başla kulak verildiğinde farkına tam olarak varılabileceğini bildiğimiz şeylerin nasıl üstünkörü geçiştirildiğini hatırlatma babından ilerletmeye, iletmeye gayretkeş olduğumuz bir durum tahliliydi. Sesin duyulamamasının mümkünatsızlığı bir yana da asıl sorunların nasıl da bilinmezlik zırhının arkasına istiflendiğini, kör kör parmağım gözüne bilindiklikten kaçınılmaz bir aidiyetle devamlı olarak saklanmaya çalışıldığını göz önünde bulundurduğumuzda kopması lazım olan fırtınaların nasıl da sükünetle karşılandığını gösterebilmek için bir bağlaçtı, göstergeç. Olan bitenleri kısacık bir film şeridi nazarına indirdiğinizde, evet bütün o hayalgücünü kullanabildiğinizde bile varlıklarının daimiliğini sürdüregelen, sürdürecek olan şeylerin insanım diyenin içini acıtacak durup da bir ne oluyor yahu sorusunu net bir biçimde avaz haline dönüştürecek bir imgeleme çabasıydı ‘sesimizi duyan var mı’ imi.

Her durumda başka bir çıkarsama yolunun bulunabilirliğinden, başka bir tahayyülün mümkünatlığından dem vurabilmek mümkünken nasıl da şimdilerde suskunluğa teslim olunduğunun acı bir hatırlatmasıydı her bir sekansında başka bir aymazlığın mütemadiyen devreye sokulduğu bir ülkede sessizleşmenin handiyse olağan olarak tanımlandırılması. Tanımlandırılan olağanlaştırılanların yıllar geçtikten sonra kuru kuruya bir özür olarak hayatta karşılaşacağımız bir sekans haline dönüştürülmesinin düşündürücülüğüdür dikkatleri üzerine toplamaya çalıştığımız. Yap, et oldu bittilere denk getir ondan sonra da tereyağından kıl çeker gibi bütün bu vehamet tablosunun sorumluluğundan sıyrılmak adına bir kuru özüre sığın. herşey bitsinn. Sahne kapansın. Sonra yeniden açılsın bütün hengame, vavelya, kuru gürültü aynen devam etsin sonsuza kadar sürecek bir kısır döngü, fasitdaire sahanlığı dahilinde. Tavrın kendisi mütemadiyen başka şeyleri ön plana çıkartabilmek adına hakkaniyetli olmayı savlarken durmaksızın bildiğinden şaşmadan aynı tornadan herr duruma uygun bir devletlu yaklaşımı, pardon açılım başlığı altında günü daha da karartmak olarak tanımlandırılan vazifenin iş bitiriciliğini vesikalayan bir sahanlık tanımlandırma gayreti.

Neresinden başlayasınız ki neresinden tutup da çevirebilesiniz ki gidişatın gidişat, başa kakılanların hemen tümünün birer iradenin beklentisi olmadığının altını çizebilelim. Her olmaz diye ses çıkartanın karşısına dikiliverilen iradenin millisinin bunu istiyor, talep ediyor, deli gibi dört yandan baskı kuruyor diye yansıtılanların o sahanın dışında kalanların, konumlandırılanların tahayyülleriyle beklentileriyle ne kadar uyumsuz olduğu sadece bir kez evet bir kez karşılaştırıldığında ne demek istediğimiz daha net bir biçimde anlam kazanacaktır. Anlamını bulacaktır. Kırmızı çizgilerle donatılmış, bu sahanlığın haddi hududu buraya kadardır bundan ötesini düşünemiyor, konuşamıyor, aklımıza bile getiremiyoruz yollu bir demokrasinin her tarafı ileri demokrasi olsa insanlığımıza kaç yazar. Kaç yazacaktır!. Çabalayışların tümünü had bildirmek için bir fırsat olarak algılayan işte bu ara olasılıkları hiç kaçırmayan erk-muktedir-iktidar dilinin karşımıza çıkarttıkları, sunageldikleri, dönüştürdüğü ülke tahlilinin yıllar geçtikçe daha da karamsar bir tabloya ulaştırılmasıdır. Kapkaranlık, bir zamana duhul ettirilmesi, eşik atlatılmasıdır.

Geçmişin bütün tedirgin edici yanını unutmadan, yüzleşerek aşma yoluyla, en nihayetinde herkesin sesinin çıkacağı, anlaşılır kılınacağı, diretici değil de hakikaten uzlaşmacı bir anayasa tasarısının nasıl elele kolkola gümbürtüye getirildiğini anlamlandıracak güncelliktir bu eşik atlatmanın tam karşılığı. Hedefini bul, sonrasında yok edene kadar üzerine çullanarak nefessiz kıl, düşündüğünü söylemesine mani ol, baktın olamadın dediklerinin her bir kelimesinin karşılığına bir ‘suç’ istinat et. Yapamadın bütün bunları topyekün fiştekle, cümbür cinnet ortamın daimiliği için elindeki tüm imkanları seferber et, sanki miğferdibi mücadelesi gibi olur olmadık her sekansa çatkapı bir müsamere eklentile, eklet, gak diyene, yanlışa koşaradım gidiyoruz diyebilme cüretini hala savunana karşı mücadele tertip et hukuğu tam rezalet, adaleti bildiğin kepazelikle bir tutarak, ayrımın her türlüsünü bizahati elinden çıkartarak, olur ederek yola koyul sonra da bütün bunlar yokmuşçasına bir demokrasi havariliğinin yalancı baharların peşinde durmaksızın koşturmakta olunan bir ülke imgesine insanların inanmasını dayat.

Yenilir yutulur mu bütün bu heyhula garabeti işin o kısmını buraya kadar zahmet edip, bu bilmece vari satırları okumaya baş koyan siz -değerli okurlarımızın dimağlarına terk ediyoruz. Anlayışlarına sığınıyoruz. Her kelam detaylandırıldıkça bu hiddeti var eden, ortamı muhafaza etmekten, o kadar yana yakıla eleştirmek, biz o kısımları epeyce önce aştık diye buyurulan vesayetçiliğin yüzkaralarıyla bir kere daha ama bu kez kolkola görünmekten gocunmaksızın yapılan, kervana düzülenlerin ikircikliğidir düşündürücülüğünü korumakta olan. Ayrıştırmayı pundunu bulmasına gerek olmaksızın daimi bir tecrübe haline dönüştüren muktedir dilinin, devletlu anlayışının sunageldikleri daimi bir kısıtlılık, kısıtlandırılmışlıktır. Bu kez gerçekten görmek isteyene!. Sorunların hemen tümünü önemsemeden geçilip gidilebilir, günün getirdiklerinde ne var canım bu kadar kusur kadı kızında da mevcut yollu bir avunmaya tercih edilebilir bazılarımızca, bazı yaşayanlarımızca. Yaşamak ama böylesi bir dayatım sultasında sırasını bozmadan müesses nizam tasdikçiliğinden çok daha anlamlı bulanlar için süreç her gün yeniden başlamaktadır.

Hedeflenen suskunlaşmayı, nedenleri sorgulanmaksızın buyur buyur edilen oldu bittilerin, karar hükmünde kararnamelerin, yaptık oldu kanunların, kararı önceden verilmiş yargı müsamerelerinin, bir bina olarak yapılandırılan saraylardan dağıtılmaya çalışılan enikonu orantısız basbayağı tek ayağı çukurda adalet tecellisinin ve dahası bir ülke sahanlığında olmaması gereken her ne varsa ona dair bir taraf-yandaş yaratma sürecinin ulaştığı merhale, katettiği mesafe düşündürücüdür. Birini veya ötekisini ayrıştırmaya gerek kalmaksızın nasıl büyük vehametlerin peyderpey hayata geçirilebildiğinin, atıl olarak kenara terk edilmiş bunca soruna karşın duyarsızlaşmanın neredeyse olağan adledildiğini bir iki üç sefer fark ettiğinizde bütün bu anlatımların bir şeylere uyandırabilmesini, dank ettirebilmesini son tahlilede imgelemek için müneccim olmaya gerek yoktur diye düşünmekteyiz. Aynalanacak her ne varsa ta içimize ta dibimize kadar konumlandırılmış vaziyette, birbirinden ayrışmaz olarak nakledilen, zikredilen şeylerin toplamda zerre miskal bir fayda sağlamayacak olan bir olduğumuz yerde çakılı kalma sabitliğini de sağlayacak olan olduğunun vurgusunun altını defaatle çizmeliyiz. Velev ki’lerden silsile halinde yapılandırılan tahakküm cümleciklerinden geriye kalacak olan, hiddetin şirazesinden çıkmışlığıdır hepimize armağan!

Boşa çene yormaktansa sessizliğin sesini işitebildiğinizde, bazı şeyleri sorgulamaya girişebildiğinizde, kısacası taşın altına elini koyma aşamasında tereddütlerinizden arınabildiğinizde, birbirinizi o en solcu bu ennn kral solcu tartışmalarından ayrıştırabildiğimizde gözler önüne serilenlerin erk-muktedir-iktidar oyunlarından geriye kalanların nasıl da vehametini koruyan, basbayağu muhafaza ettikçe sabıklaşan bir görünümden ibaret olduğu netleşecek, berraklaşacaktır!. Hiddetin, hayati önem arz eden, olumlayıcı diğer tüm olguların önüne bir engelleyici, set olarak yükseltildiği, empati geleneğinin yerini şiddete meyyalikle, şiddetin tam kendisiyle ikame etmenin, bir noktada lav edebilmenin zemininin sağlandığı, biteviye uğraşılan, nihayetinde oluşturulan böylesi bir gri sahanlığın daha da karartılabilmesi için neredeyse her gün başka bir veçhenin açık edildiği, ilintilendiği, suskun kalmanın, mazallah erk-muktedir-iktidarın gazabına uğramaktan daha yeğ tutulması gereken bir tavır olarak resmedildiği, resime dahil edildiği bir güncelliğin dahilindeyiz. Tam içi merkezindeyiz.

İçselleştirilmesinin neredeyse başka oluru yoktu bahsinden hareketle savunulageldiği bu güncelliğin trajedilerini bu kadar ağır kılan, altında istisnasız hepimizin de basbayağı kalakaldığı, dermanını yitirdiği, zayi ettiği, duyarlı olmanın bütün bütün o kırmızı çizgilerle belirlenmiş olan hayat sahnesinin daraltımını görünür kıldıran, ufak bir hamlede alarm zillerini harekete geçiren, ortada fol yok yumurta yokken dört yanımız düşmanlarla bezeli masalına erkten bile daha fazla inanç göstermemizin beklentilendiği, kuru kuruya vavelyaların değil basbayağı hakir görebilmenin başat, başlangıç vurgularına, başlangıç hamlesine ev sahipliği yapan bir olgu hiddet. Behemehal varlığını korumakta, üzerine neredeyse itinayla titrenilen, dert edilesi şeyleri hep bir sonraki evreye, karşılaşmaya kadar öteleyebilmenin anahtarı olarak belletilen bir araçsal haline dönüştürülen hiddet. Bir sanrı olmasını çokça dilediğimiz şeylerin merkezinde sinsice konumlandırıldıkça, görünür kıldırdıkça, insani olanın üzerinin tek bir hamleyle beraber çizilebilmesini sağlayan hiddet. Çektirilen ezanın, yaşatılan cefanın, hunharca zapturapt altına alınan insanlığın, insana dair olan asgari müştereğin, hakkın, hukuğun ve adaletin pejmürdeliğini cismanileştiren hiddet bugünün modern toplumu olma yolunda durmadan devam seçeneğini sonuna kadar kullananların oluşturduğu vesayetçilik 2.0’ın temelinin nasıl şekillendirildiğini, atıldığını meydana çıkartan bir aynalayacıdır.

Durumun ne kadar fenafillahlık olabileceğinin, çoktandır oldurulduğunun belgeleyicisidir bahse konu hiddet. Gün deviniyor, zaman akıyor, vakit dediğimiz nesnellik bu kadar çabuk bir biçimde tüketiliyorken, elden avuçtan kayıp gidiyorken mıhlanıp kaldığımız kör kuyuların tüm diğer olumsuz nitelemelerinin önüne geçen bir sonlandırıcı, kederlendirici haline dönüşüyor, dönüştürülüyor hiddet söylemleriyle uygulamalarıyla neticesinde ortaya çıkan tahrifatın daha epey uzunca bir süre hiç birimize, istisnasız günyüzü göstermeyecek olan bir evreye ulaşabilmemizi hasılı kelam söz konusu ediyor. Boşlukta yankısını bulacak olan kelamın bizahati kendisinden, bir şeyleri bu alışılmadık rutinin çizgisini dönüştürmesinden, onun bunun çıkarının değil hepimizin evet ayrısız ve gayrısız her birimizin yaftalanmasının önünün alınabilmesinden, bir dur denilmesinden erkçe duyulan kaygıların bilindikliği hiddet metaforunun nasıl da sinsice bir biçimde hayatlarımızda yer ettirildiğini açıklayacaktır. Mübalağaya gereksinim olmaksızın, münferit, velev ki, ideolojik, çağdışı, terörist veya terör sempatizanı, devlet düşmanı, vatan haini uzayıp giden vesair anlamlandırmalarla, atfedişlerle karşılanan, söz söyleme erimini pasifize, aktivistliği demoralize, demode, düşündüğünü ifadelendirmeyi ise oto sansürleme tevatürleri bu düzensizlik düzeninin kıyasıya eleştirmekten kaçınılmayan eskinin vesayetinden hemen hiç farkının olmadığı bilakis onun açtığı yolun, temellendirmiş olduğu algının zamane takipçisi olduğunu belirginleştirecektir.

Dün dündür, dündedir bugün ise dünün gayya kuyularının, kör noktalarının genişletilmeye çalışıldığı bir sahanlıktır. Dünden demokrasi olgusunun aldığı yaraları sarıyor, iyileştiriyor v hatalarıyla yüzleşiliyor, bazı bilinmezlikler artık çok daha net anlamlandırılıyor diye övünülürken aslında yol nereye götürmektedir? Quo Vadis! Övünüle, övünüle tükenmeyen bir algı haline dönüştürülen özgürlük söyleminin basbayağı plastikleştirilip, içinin bomboş hale dönüştürüldüğü meydanda değil midir? Dış sahadaki mülakatın orta yerinde çatkapı yüzüne vurulan mahpus gazetecilerin durumlarına dair soruyu mutlak doğru olarak resmedilmeye gayretkeş olunan söylemin, handiyse bir savcı kararlılığından daha da itaatkar yönlendirme çabası, gayreti ile beraber ithama dönük olarak şekillendirilmesi hegemonbağş beyce nasıl bir düzleme oturtulabilir? Oturtulmalıdır. Tahrif edilecek, suyu çıkartılacak üzerlerine yapıştırılacak başkaca bir kulp bulamamaktan ikide bir aynı zaruriyetten değil hakikaten problem arz eden eylemlerle gazete, gazetecilik arasındaki bu bağları kurmak, adlandırmak, biraz fazlaca kurgumasal değil midir? Hala değil midir?

Voltaire’in sözünü alıntılayıp ifade özgürlüğü için cansiperane savunuşların göstermeliğini dakika sekmeksizin pozantı cezaevinde kendi öz çocuklarına reva görüp, kayıtsız kaldığı hiddeti belgeleyen, ortalığa çıkartan, bilindik kılan gazetecilerin gözaltına alınmasıyla çürütmemekte midir? Yoksa bu ortamda çalışabilen, taşın altına elini koymayı hala sürdürebilenlere gülü seven dikenine katlanır yollu bir mesaj mı muştulanmaktadır, hangisidir? Bilinmezi elzem olan şeyleri fazla kurcalamayın, kurcalamayın ki hiddetimiz sınırlarından payınıza düşeni tez zamanda almayın, biat, itaat, sebat edin ki gününüz tek kişilik tecrit hücresinde delilsiz, delil diye sunulan delil saçmalarının kara propagandasında masumiyet karinesini linç eder bir biçimde, isimleriniz birer hedef, bir sonraki dalganın içeri alınacakları arasında anılmasın diye okunasıdır? Kollektif dönüştürmeyi, devlet otoriterliğini, düşünsellik makamını mahalle kavgası ağzıyla, edimiyle sürdürme gayreti iş bu güncelliğin nasıl da bedbinlik taşıdığını, hiddeti bir silah haline dönüştürdüğünü belirginleştirmektedir.

Onlar aynaya bakma lüzmü görmüyor olsalar da, kurgulamaların, kumpasların vavelya ve çirkefliklerin bir toplumu eksik koyduğunu, demokrasi kavramını odağındaki kapsayıştan, halk ile bağlantısından uzaklaştırarak, bambaşka tanımlanamaz bir şeye çevirip tasnif ettiğini anlaşılır kılmaktadır. Ulaştığımız nokta, hedeflenmiş olanın ne kadarının gerçekçil kılınabildiğinin, gerçekleştirilebildiğinin ibret vesikasıdır. Hiddet kapsamına dahil edilenlerin, üzerine bata çıka çoğunda yengilerle, dövüşe didişe ama her daim sabit tutulan mutlak suretle vurgulanan didaktik, otoriter söylemler, eylemler yumağının ulaştırabildiği sahanlık enikonu kara kara düşünülesidir. Düşündükçe varlığından, dem vurulan muasır medeniyet kavramının nasıl çarpıtıldığını, adamına göre muameleye indirgetildiğini fark etmek bile içinde kalakaldığımız karamsarlık fasitdairesinin çapını netleştirecektir. Kapsayış derinleştirildikçe, algı körleştirildikçe her durumda anlayışlı olma manipüle edilip lav edilmesi bir koz olarak öne sürüldükçe, her bulunan fırsatta şeytanın aklına düşmez yargıları, gazeteciye, öğrenciye, akademisyene, filozofa, yazara, eli kalem tutandan eli çekiç tutana, emekçiye teğelleme çabası basbayağı hiddetin teğet değil, basbayağı delip geçen bir olgu olduğunu göstermektedir. Her karşılaşmanın bildiğimiz bir rövanş tanımlaması içerisinde sınırlandırılması bu erk-muktedir-iktidar hegemonyasının rutininde hiç bir değişikliği söz konusu etmeyecektir! Anlayalım… 

>>>>>Bildirgeç
Yeni Milli Türkiye’nin Duvarları… – Nihal KEMALOĞLU*

Hukuk devleti ilkeleri evrensel hukuka değil milli devlet ideolojisine sadakatle bağlı Türkiye’de iktidar popülizmi pek sık 1930’ların Türk Tarih tezini yere çalsa da… Ya da siyasi hamle gereği Dersimlilerden özür dilese de bir yandan tahkim ettiği ‘ırki/milli’ zihniyet duvarlarını her gün biraz daha yükseltiyor. 
Bu zihniyet dünyasının kuşaktan kuşağa tam teşekküllü aktarım görevi milli terbiye ve eğitim kurumlarına düşerken devlet erkanı tarafından ‘maneviyatı bozuk, milli özümüze aykırı unsurların’ kimler olduğunun iması da alenileşiyor.
Ve bu imalarla tazelenip zindeleşen  toplumsal-kültürel hafıza çevresinde ‘Alevi, Kürt, Ermeni, Dersimli’ vatandaşların köken hafiyeliğine soyunmakla kalmıyor.
Sivil fişlemeler, kitlesel mitinglerde açılan Ermeni düşmanlığı pankartları, ‘Alevilerle aynı çatı altında çalışmanın günah olduğu’ görüşü, Adıyaman’da Alevi evlerinin gece vakti kırmızı boyalarla işaretlenmesi devletin geniş tahammülünce kucaklanıyor.             
‘İnsanlığa karşı işlenen suçlar kategorisine’ haiz olmayan ceza hukukumuz ise ne nefret söylemini ne nefret suçunu tanırken, 13 Mart’ta görülecek Sivas Katliamı davası muhtemelen zamanaşımından yararlandırılacak.
1993’te 33 aydın ve sanatçının yakılarak öldürüldüğü Sivas Katliamı’nın faillerini yargılamayan ve göz göre göre kaçıran devlet, ‘insanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı’ olmayacağını kulak ardı ederken, İnegöl’de Taylan Öğretmen, sırf Tuncelili ve Alevi olması hasebiyle ‘Tunceliler şerefsiz olurlar, Aleviler sapıktır’ ifadelerine maruz kalmamıştı.
Üstüne üstlük çalıştığı dershanede yöneticiler ve diğer öğretmenler ‘aynı ortamda onunla çalışmanın günahını’ taşıyamayacaklarını belirtiyorlardı. Taylan Öğretmen’in, bu ırkçı ayrımcı tavır üzerine İnegöl Savcılığı’na yaptığı suç duyurusu  ‘kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla’ sonuçlanırken, dershane olayı basına yansıttığı için Taylan Öğretmen’e 5’er bin liralık iki tazminat davası açmıştı.
Tabii ki milli/otoriter devletimizde Taylan Öğretmen’in işlenen bir nefret suçunun mağduru olduğunu kavrayacak hukuk donanımı mevcut değildi. 
Yelelerini sallayarak dolaşan ırkçı hezeyan, ‘Aleviler sapıktır’ diye tuttururken, Adıyaman’da onlarca Kürt Alevi yurttaşın evini işaretlenmesi İçişleri Bakanı tarafından ‘endişeye mahal yok üç-beş çocuğun işiymiş’ diye  değerlendirmişti.
 Alevi evlerini önceden cinayet mahali misali döşendiği katliam geçmişimizin hiçbir fiilini yargılamayan devletin tabii ki soğukkanlı ‘olayı büyütmeyin’ telkini, anlaşılırdı.
Ama acaba İçişleri Bakanı, Adıyaman’da Alevilerin evlerini İnegöl’de kovuşturmaya mahal bırakmayan ‘Aleviler sapıktır’ nefret klişesinin işaretlemediğine kefil olur muydu?         
Ya da Pozantı Cezaevi’nde kalan taş atan çocukları ‘iyi çocuk’ parolasıyla koğuşlara teslim eden resmi görevlilerin zihninde onların çocuk değil ‘Kürt teröristler’ olması çocuklara karşı taciz ve tecavüz suçunu bile nasıl da sıradanlaştırmıştı değil mi?

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Nihal KEMALOĞLU’nun Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış olan Yeni Milli Türkiye’nin Duvarları… başlıklı makalesi değinmeye gayret ettiklerimizin bir tamamlayıcı okuma parçasını oluşturmakta, en kestirmeden. Yazarın ve gazetenin anlayışlarına binaen sayfalarımıza iliştiriyoruz…iyi okumalar…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #387 (06.02.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #389 (20.02.2012)
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Yeni Milli Türkiye’nin Duvarları… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Onların Ülkesinde Biz Kimiz? – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Sorun!!! – Nihan EVCİ – Welwele, Zelzele, Gelhele
Piçâpiç, Ne Demek? – Fikret İLKİZ – Bianet
Adalet Talebimiz Var! – Hilal KAPLAN – Yeni Şafak
HDK’yi Yalanlarınızla Korkutamazsınız! – Halkların Demokratik Kongresi Resmi Sayfası
Bir Gece Ansızın… – Gün ZİLELİ – Jiyan
8 Mart Bildirisi – Büşra ERSANLI – Sol Defter
90’lara Dönen Kürt Sorunu Mu, “Batı” Yakası Mı? – Özge İSPİR – Jiyan – Yola Koyulmanın Vaktidir
Madımak’ta Evlatlarını Yitiren Analar: Mücadelemiz Sürecek – İbrahim G. AÇIKYER – ANF
“Evlatlarımızı Kaybeden İrade, Devletin Tepesine Ulaşan İradedir” – Ekin KARACA – Bianet
“Devlet Katilleri Hala Koruyor” – Ayça SÖYLEMEZ – BiaMag
Gerçekten ‘Yeni’ Bir Anayasa Nasıl Olacak? – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Çünkü Siz Onlara Terörist Diyorsunuz! – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Sivas Mektüpçüsü Basri – Roni MARGULIES – DYH – Taraf
Yaşam Hakkı İhlalleri: 32 Yılda 33 Bin 635 Kişi Öldü – Maxime AZADI – ANF
The Hunger Strike – Jenna KRAJESKI – The New Yorker
AKP’nin Kürt Kördüğümü – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
Madem Ele, Gel Bêle! – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Brütüs Arıyorsan Aynaya Bak – Vatan
CHP ve Tercihli Körlük – Ferda KOÇ – Sendika.org
Korkutmak Üzerine – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Bir Yıkımın Öyküsü – Bercuhi BERBERYAN – Agos
Her Sus’a Bir Ölüm – Hevi ZAYCİ – PolitikART
Af Örgütü: TMK Derhal Değiştirilmeli – Barış KINIK – ANF
Ulusal İstihdam Strateji Belgesi: Ne Yapmalı? Nasıl Yapmalı? – Güvencesizler Hareketi – Sol Defter

Sonmi451 Official
Sonmi451 Informative via Time Released Sound
Sonmi451 – The Quiet EP [mtk175] via Archive.org
Walls Official At Facebook
Walls Artist Page At Myspace
Walls – Coracle Album Review By Nick SOUTHALL via The Quietus
The Fear Ratio: James Ruskin
The Fear Ratio: Mark Broom
The Fear Ratio: Broom and Ruskin Unveil The Fear Ratio Ryan KEELING via Resident Advisor
Integral Official
Integral Artist Page At Myspace
Integral Informative via Tympanik Audio
Rene Hell Informative via Type
Rene Hell, Et Al. – An Interview With Jeff Witscher Bobby POWER via Foxy Digitalis
Rene Hell Explains The Conscious & Unconscious Shift Of The Terminal Symphony – Mark E. RICH via Exclaim
Shlohmo Official At Facebook
Shlohmo At Twitter
Shlohmo – Vacation – Doğan YILMAZ – Biletsiz.com

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Script Inspired By kgray23
kgray23 / Kayra GRAY’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Ruh ve Girdap – Kağan KÖK

Ruh girdabıyla döner geriye
Bakarım donuk yanık kalıp öyle   
Ses koku bürünüp süslenir
Beni ölçen biçen tuhaf bir vezin
Orman kokan zaman söze gelir

Orda ölüm tanıdık ikiz aşina
Kendimden kendime bir gönderme
Ne ses ne seda
Ve sanki ölüm değil, tahta bir yalnızlık
Ve yineleme, yineleme

Ölüm erbabı doğru bilir
Ruh kuyusundan çıkan bir kelime
Türlü anlamlara gelir
Ve işte ağır mazlum uyanış
Yaşlılık denen zenne

O maktul hazine kime kalır
Aşklar sarp dağlarda kum fırtınasıdır
Bulduğu her sığınak; metruk harap
Göz göze gelir ruh ve girdap
Ah! hiç sayılmamış karşılaşmalar

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 390 – tanımsız 1.0

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_390_–_tanımsız 1.0

27 Şubat 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Andrew Pekler-Moon Velvet (Shawdows, Whispers, Rivers, Windmills) (Dekorder)
>2<-Andrew Pekler-Music To Sleep Walk On By (Dekorder)
>3<-Brian Eno And The Words Of Rick Holland-Panic Of Looking (Warp Records)
>4<-Brian Eno And The Words Of Rick Holland-Not A Story (Warp Records)
>5<-Superpitcher-Jackson (Kompakt)
>6<-Magazine-The Visitor's Bureau (Magazine Edit) (Kompakt)
>7<-Mark Van Hoen-Laughing Stars At Night (Editions Mego)
>8<-Mark Van Hoen-Where Were You (Editions Mego)
>9<-Susumu Yokota-Renounce The World (Lo Recordings)
>10<-Susumu Yokota-Human Memory (Lo Recordings)
>10<-PCP & ЁU-Orangefarben Tannenholz (MP3-Self Released)
>10<-PCP & ЁU-Zimelium (MP3-Self Released)

                                               tanımsız 1.0
                                                   (390)

Kaybolan, kaybedilen, yok sayılan, yokluğuna alışıklık kazandırıldıkça daha da derinleştirilen, bir iki üç sefer yetmez uzatıldıkça, uzatılan, kördüğüm haline dönüştürüldükçe başı neresiydi, sonu neresi arasından hemen tek bir noktanın bile bulunamadığı, yönün asla tayin edilemediği bir güncellik tam karşılığıyla betimlersek gerçekçil güncellik kumpanyası içerisindeyiz. Ayrısız gayrısız ötekisiz berikisiz gidiyoruz bir kıyam eline dört nala, daimi olduğu üzere tık nefes, derman kalmasa da sürekli yediğimiz gazlardan aldığımız enerjileri! kullanmaya mütemadiyen devam ederek. Alengirli sözcüklere gereksinim duyulmaksızın bir biçim yapılandırma süreci dahilinde ortaya çıkartılan zincirleme tanımlandırmaların, bol kepçe dağıtıma çıkartılan nefret söyleminin, handiyse pundunu aramaya bile gereksinim duyulmayacak bir şekilde hazır lokmalar halinde çiğnenmeye, sakız gibi sündürülmeye hazır olarak noksansız bir tamamlama süreciyle kullanıma çıkartılanların dünyasında gerçekçil güncellik sathın bir yanında olup biteni değil sadece görülmesi gerekli, uygun bulunananların neler olduğunu bilmemizi amaç edinen, didişen bir döngüyü beraberinde getirmektedir. Dönüştürmektedir.

Bilindikliği tahrif edildikçe, dönüştürülmeye devam edildikçe asıl sorunun ne olup ne olmadığı konusunda şüphe zihne taşınmaya devam edildiği müddetçe kaybolmayacak bir döngüdür betimlemek istediğimiz. Dur durak bilmeksizin kotarılmaya gayret edilen heyhula bulutunun içeriğinde saklı duranların nasıl da menfii şeylerden mürekkep olduğunun bilindikliğidir önemini korumakta olan, halen. Gerçekçil güncellik diye kestirilip attırılanın bir kumpanya örgüsü içerisinde al takke ver külah tanımlananın oluruna yol verilenlerin belirli v tek bir doğrudan mülhem olduğu ikilemini ihtiva etmektedir. Tek bir doğrunun neye göre şekillendirildiği veya neye göre bu kadar aşılmaz bir biçimde tanımlandırıldığı belirsizliğini hala korumaya devam ederken korkuların yükseltilmesinin, çoğaltılabilmesinin düşündürücülüğünü korumasıdır burada söz konusu edilmeye gayretkeş olunan. Velev ki doğru olsun illa billa çürütebilmek konusu meydana her geldiğinde daimi bir biçimde düğmesine basılmış, komuta tepkime vermeye hazır ve nazır bulunanların dünyasında söze sıra gelebilecek midir. Sözün kıymeti harbiyesi bilinebilecek midir?

Griliği bir renk tonu olmaktan öte bir hayal kırıklığı tanımlandırması haline dönüştüren, indirgeten bu basık havanın oluşmasının müsebbipleri karşısında söz söyleyebilmek, layığımız olanların onların dillerine pelesenk edip, çarpık bakışımlarla netice oluşturmak erkiyle gayret ettikleri tahakkümperverliklerinde bir dur işaretliyicisi olabilecek midir? Ara duraklarda bekletile bekletile demokrasi katarında handiyse olduğumuz yere mıh gibi çakılıp kaldığımız bu sathın sınırlarında geldiğimiz odaklarda sorulması elzem olan şeylerden birisi de budur, bu kadar kesintisiz, dolambaçsız net bir biçimde nereye gidiyoruz! Nasıl bu kadar hasbıhalleri de, konuşmaya namzet olanları da, taşın altına elini koymaktan çekinmeyenleri de marjinalize ve münferit addedebilen bir bakışımın karşısında bu kadar farklı parçalara ayrışmış olmanın hiç bir şeyi çözmeyeceğinin ayırdına varamıyoruz hala biteviye. Bir hafta önce bahsini açmakta olduğumuzun esamesinin bir hafta sonra unutuşların tarlasına bu kadar kolaylıkla terk edilebiliyor olması, günü ve gündemi şekillendirme mevzu bahis ise hiç kimselere zemin bırakmayan, sahayı kaptırmayan erk-muktedir-iktidarın başarılı olduğu yegane saha olarak varsayabilir miyiz?

Ne diyorsak o, neden bahsediyorsak o, neyi hedefliyorasak o durum bu kadar keskin bir biçimde tahakkümle oluşturulmuş ses vermektense susmanın elzem olarak önerildiği bir güncellikte sorunların dağ gibi yığıntılanması düşündürücü değil midir? Hala değil midir? Bir o yana bir bu yana savrulup, derdest edilmekten, söze sırayı getirene kadar çoktan sopayla hemhal olunmasının, bir türlü düzgün bir okumaya zemin sağlanmamasının her halükarda en doğrucu davutluğun erkin sahipliliğini takdis ettiği ‘gerçekçil güncellik’ dahilinde yaşadıklarımız birer gerçekliğin gösterisi değildir. Gerçekliğin gösterisi olarak dayatılanların hepimizin hayatlarını zapturapt altına alabilecek bir kurgumasaldan çok daha elim şeyler olduğunun net karşılığına hala ulaşılmamış mıdır? Günler günleri kovalarken bir yaranın senelik, diğer yaranın altı aylık veya haftalık, bir diğerinin ise neredeyse ömürlük sene-i devriyelerini yad etmek dışında elle tutulur bir şeylere teşebbüs edebilmek hala bazılarımız için zor mudur? Zorda mıdır? Aynalamaya, bu satıh dahilinde göndermelere, okumalara gayretkeş olduğumuz şeylerin sorunsallar dizininde bir istisna olmadıkları hepimizin hayatlarını karartmak konusunda söz sahibi olduklarının aleniliği bu kadar net bir biçimde meydandayken neresinin izahatına girişelim ki bir kalk borusu etkisi gösterebilsin.

Atıl kalıp olan biteni bugünün şirretliği nasılsa yarına kalmaz, bugünün fırtınası elbette bir gün diner diye avunmaların hiçbirimizin geleceğini daha müreffeh, daha yaşanılır kılmayacağı belirginliğini korurken üstelik. Bunların daha açık ve seçik bir biçimde işlenebilirliği için çabalanmaların esas fırtınayı gözönünden uzakta tutmak dışında başkaca bir şeye hizmet etmediği belliyken. Kendi dimağımızla, kendiliğimizden belirlediğimiz tüm önceliklerin nasıl da günün getirdiklerinde esamesinin okunmadığının yahutta bilindiği gibi okunmaya devam edilip yargılanmaya, yaftalanmaya, ipi çekilmeye çalışıldığını fark ettiğimizde bazı şeyler için çook ama çok geç olmayacak mıdır? Münferit algısının yanı başında bitiveren pek de marjinalize olmayan hatta neredeyse içselleştirilip olağan karşılanan ırkçılık hamlelerinden tutun da, gündelik koşturmacanın belki de en zor sathını oluşturan ekmek mücadelesinde artık ekmek aslanın ağzında işlerinizin kıymetini bilin derken bir yandan sömürmeyi sonuna kadar kanırtmayı ellerinde bir hak olarak gören patronajıyla, memleketimiz dünyanın sayılı ekonomilerinden birisi yalanlarıyla kolkola, dip dibe bir kölelik sürecinin daimiliğinin tesisine kadar birbiriyle öyle ya da böyle bağlar kurdurulabilecek onlarca farklı olgunun, teşebbüsün, hamlenin birlikteliğinde hemen hepsini birbirilerinin üzerine koyduğunuzda o yığıntıdan geriye hangi kelimeler kalmaktadır betimlenecek.

Yılın hemen hemen 365 gününden her birine birer küçük kıyamet sığdırılması kadar düşündürücü, bütün bunlara kayıtsız kalmak kadar korkutucu ne olabilir ki, hiç düşündünüz mü? Hiç birbirine eklemeye gayret ettiniz mi velev ki ötekisi o veya bu olarak kendinizi onların yerine koymak gibi bir empatiye girişebildiniz mi? Giriştiniz mi Güncelliğin bir gösterisi, cilvesi olarak nakşedilmesinin bile mide bulandırıcı olduğu kimi durumlarda, erk sahibinin bilgilendirici, sorun çözümleyici olarak belletmeye gayret ettiği isimlerin dillerinden düşmekte olanlarının birer kelamdan, birer kehanetten çok hemen bir sonraki evrede hangi zorbalıklarla hemhal olunacağının, dahası nelerin hepimizi beklediği kısasının birer yansımasını oluşturması son kertede türkiye dediğimiz bu ülkenin bariz bir biçimde muasır medeniyet seviyesine ilerleyemediğinin, yıllar geçse de dönüp dolaşıp da hep aynı bağnazlıklara takılı kaldığının ve her dem bahsinin açılmasından zerre miskal gocunulmayan “vatan hayinleri” (yazıldığı gibi okunur) üzerinden beslenmenin nasıl da kolaycıl bir seçenek olarak el altında tutulduğunun, gerektiğinde halkı zapt edebilmek için bir silah haline dönüştürüldüğünü en net bir şekilde yansıtan, aynalayandır. Görmek isteyene.

Betimlenecek o kadar fazla şeyden sadece birer satır bahis açıldığında nasıl bir yüklenişin altında bırakıldığımız, nasıl da kör kuyuların tuzaklarıyla donandığımız, çevrelendiğimiz bahis edilebilir belki, kim bilebilir. Görmek kayıtsız şartsız, fakatlara sığınmadan söz konusu edilebilir. Daimi olarak saklananların aslında ne menem şeylerden mürekkep olduğu belki anlamını bulabilir. Bu sathın aynı elim, vahim olaylarla yıllar geçtikten sonra bu seferinde “yüzleşme” aracılığıyla tekrardan buluşmasının, hesaplı kitaplı bir dönüşümün yapı taşlarından arta kalmış olan eskiyle son durum değerlendirmesi seceresinde yardımcı bir seçenek, kullan attan! fazlası olmadığı belki daha net anlamlandırılabilir. Bazı olgulardaki değişimin göreceli olmadığı, en muhalifinden tut kendilerine en yakın duranlarına kadar herkesin aynı biçimde onamasıyla sözü edilesi bir olgu olduğu gerçekliği önemini korurken bu kısacık meramla “gerçekçil güncellik” dönüştülmüş güncellik üzerine bir kere daha etraflıca düşünülesidir. Düşünülmesinin vaktidir. Betimlemeye nail olunan, yaşamsallıkla tecrübe edilen, hayata öyle veya böyle katılımı sağlanan belirli bir eylemsellik bütününün, yoğunluğunun arda bıraktığı tortunun kaltıları üzerinden şekillendirilen özet kabilinden bir sunuştur. Z Raporu.

Sunumlandırılmaya çalışılanı en yalın bir biçimde anlatabilmek her defasında bu kör kuyuların başka bir deyişle tuzakların hemen hiç eksiksiz bıraktığı güncellikte, oluşturulan engebesi bol arazide yol katedebilmek için gereksinim duyulanların, bir çatı altında toparlanabilirliğinin karşılığını oluşturan betimleme. Lafazanlığın hem kuvvetli, hem de hiddetli seslendirmelerin ne kadar kof, içeriği küflü söylemlere illa billa sahip çıkarak günü donattıklarını, donatabildiklerini dökümlemeyen bir unsurdur betimleme, betimlenen dahilindekiler. Teferruat olarak adledilen, adlandırılanların, gösterilmemeye el birliğiyle gayretli olunan şeylerin, asıl resmin bunca kamufle etme çabasına rağmen göstere geldiği hakikatleri örnekleyebilme, birbiri ardına sunabilme imkanı sunan betimleme. Bir çeşit kurgu masala teslim olunup, lafın döndürülüp dolaştırılıp, uzun yollar arşınlatılıp başlangıç noktasına da nasıl topyekün gerisin geriye döndürüldüğünü manidar bir biçimde teasvirleyendir iş bu betimleme. Çok bilmenin, yük edinmenin, başkalarının sorunlarına karşı duyarlılık sahibi olmanın, illa ki bir çıkarı vardır yoklamalarının, bitabii ki yoksayışların müdanasız yaftalama olanaklarının muktedir elinde bolca kullanılageldiği bu cenahta belki de vicdani duyarlılığın hiçbir bedelle satın alınmayacak, paraya tahvil edilmeyecek bir duruş, edim olduğu çıkarsamasını üstünkörü değil derinlemesine örnekleyebilme şansı ve ihtimalini her daim sunabilen bir odaktır betimleme ve beraberindeki sahanlık.

Yazmaya gayret ettikçe, kelama tek bir harf daha iliştirebildikçe betimlenen şeylerin elzemliği bir kere daha ortaya çıkacaktır. Ortaya çıkan tablo, belirli belirsiz, haberli ya da habersiz bu tahakküm dünyasının ortasında, akla, vicdana, en önemlisi insana sahip çıkmanın önemini okumaya imkan sağlayacaktır. Aynalayacaktır. Fecaatin zincirleme bir biçimde kapsayabilmesinin önünü almaktan imtina edenlerin, paldır küldür oluşturdukları ce demeden başlarından bir biçimde ama her daim savuşturdukları, yaşadığımız güne dahil ettiklerini kelimenin tam anlamıyla sığıştırdıklarını, iliştirdiklerini, kısaca malumun ilamını duyumsatan, gözle görünür kılandır betimlenenler. Beher aralıkta, bulunan her fırsatta olmadık şeylerin oldurulabilirliği için didişip ha bire debelenenlerin, her bir sahnede ortaya koymak için kendilerini paraladıkları şeytanın aklına düşmez tüm olumsuz hamlelerin bilindikliği, görünürlüğü için çaba sarf edilen betimlemeler, meramlar ve daha da fazlasıdır rotamızda, bu alanda denkleştirmek istediğimiz. Sıra savsaklanmadan musallat edilen, ben onu demek istemiyordum, bunu kast etmemiştim, şöyle ya da böyle bir bahis açmamıştım, sonuncunun böyle olabileceğini tahayyül edememiştim yollu savunuşlarla, korunaklı kılınmaya çalışılan muktedirin, hor görüsünün açtığı yaralarına dikkat çekebilmektir tüm gaile zerresi bırakılmayan anlayışlı olma halinin üzerine her daim dökülen toprağın basbayağı izole ettiği, göz önünde duruyor olsa da görünmez, bilinmez diye sınıflandırıldığı bu cenahta olan bitenlerin tastamam eksiksiz bir yoksayış olduğunun altı çizilesidir.

Önemsizleştirme gayretkeşliğinde nice asli sorunun elbirliğiyle onarılmaz bir biçimde tahrif edildiğinden dem vurabilmek mümkün böylesi bir çıkarsama, özetleyiş mümkünken felaket adıyla sanıyla varlığını görünür kılarken, nereye kadar üç maymunluğa talim edilecektir, itimat gösterilecektir. Nereye kadar ümidi, içi boşaltılmış bir olgu olarak hayata dahil ettirilme çabasında, sorgusuz sualsiz polyannacılık oyunu. Barışın adını teklemeden, okuyabilmeyi, yükseltebilmeyi, handiyse zorda kalmadan akıllarının ucuna bile getirmeyenlerin, cedlerinin yaptığı kıyımı, tehciri, neredeyse esef verici tamamlanmamış, yarım yamalak bir eylem olarak görüp, bulup neden tamamlamadılar, tamamlasalardı bugün tek bir x ortada kalmazdı, hayat daha güzel olurdu diye düşünebilen faşist tosuncukları, maraş ve çorum kıyımlarının insanlığımız üzerindeki etkilerinin, açtığı yaranın, ortaya çıkarttığı korkunun, yol verdiği ayrım fecaatinin, bir yerlerde derinleştirdiği fay kırıklarının, bir olmaktansa her daim ötekisine vurabilmenin şartlanmışlığını adıyaman’da yeniden gösterime sokan, gayret eden boyacı, hedefleyicilerin ortaya çıkartıp gün yüzü buldurdukları faşizan tutumun, ötekisine nefretin damarlarımıza kadar işlediği kısmı önemlidir. Çelik gibi soğuk vicdansızlık olgusunun, insanım diyenin pare pare eyleyen ayıpların bir kere daha sahiplenilebilmesidir.

Betimlendikçe, içeriğinde nefessiz kalınacak ayırdına vardıkça bu mozaik, toplumsal zenginlik tevatürlerinin ne kadar da gerçekten uzak kıldırılan bir anonima hali, yansıması olduğunu pekiştirmektedir, hüzünle beraber. Kolaya kaçıldıkça, günlük söylem haline dönüştürüldükçe ırkçılığın, nefretin, kin gütmenin, lincin karşısına, bağışıklık kazanan bünyelerin vicdanları ne kadar hakkaniyetli bir yüzleşme çabasına girecektir. Girebilecektir. Yüzleşmenin, ebu, cet, ata’nın yapmış oldukları insanlıktan uzak eylemlerinden, kıyımlarından ve tahakkümlerinden, darbelerinden, dur kalklarından bir yere ilerleyemeyeceğimiz afaki değil midir? Hala mı toz kondurmama halinin devamlılığı, hala mı ağırlık, hala mı nato kafa nato mermer sabitlikler ve bunca sabitlenişler. Hayata tutunabilmek ırkçılığı yüceltip, her pundunu bulduğunda ötekisi olarak tanımladığına demediğini, yapmadığını, bırakmamak mıdır? Nedir nicedir? Ahvalin varabildiği noktanın dökümü envanteri şusu busu vicdan olgusunun ne kadar tanımlananamaz bir hale dönüştürüldüğünü betimleyecektir.

Bu sathın bitmek bilmeyen içimizdeki hainler, yediği kaba pisleyenler, ekmeğinden suyunda istifade edip beton millet sakarya harcının dışında kendini konumlandıranların topyekün marjinalize edilmesinin kefaretini kimler nasıl ödeyecektir. O çocuk işi, bu münferit, beriki asla bahsettiğiniz minvalde bir şeyler vuku bulmamıştır, bir kenardaki ne yani askerlik vazifesinde, askeriye gözetiminde, bilgisi dahilinde çocuklarımız mı öldürülüyor dememiz gerekiyor yollu serzenişlerin, diğer yanda özgürlükler ülkesi olduğumuz bahsine kendini fazla kaptırıp gidenlerin, göz bebeklerinin önünde cereyan eden şeylere kayıtsızlarıdır sorgulanası olan. Bu kayıtsızlık halinin bir virüsten farklı olmayan bir biçimde yaygınlaştırılabiliyor olmasıdır zihni dertten, kederden ırakta tutmayan, tutmayacak olan. Sorunları küçümseyerek hasır altı ederek, tozlu raflara terk ederek, unutarak ama bir yandan da unutturarak, her fırsatta başka bir tahakküm düzeneği ile izole ederek, alaycıl tavırlar takınarak, erk olmayı sadece kendi problemlerinin çözümü için bir olanak olarak okumaya devam edip, devranı böyle sürdürmeye gayretkeşlikle karanlık daimiliğimiz olacaktır. Karanlık daimi iklimimiz…Sesimizi duyan var mı! 

>>>>>Bildirgeç
Meram… Kimsiniz Siz, Şifreniz Ne? – Post-Express Şubat-Mart 2012 Sayı 126*

Ne bu gam, keder, kasavet, hadi biraz neşemizi bulalım. Söylesin Ferdi Tayfur, dağılsın efkâr, kahır. “Şiki şiki baabaa / Hayni hayni yaba / Helik melik duni / Gel fakiri yaba / Allaha yemin olsun / Sen herkesten başkasın / Şiki şiki baba / Hayni hayni yaba / Helik melik duni / Gel fakiri yaba / Şiki şiki babaa…”

Ne gündemmiş mübarek, her kelime olmadık çağrışıma gebe. Şike şike baba / yasa masa yama / Feto meto huni / Gel fa- kiri yaba / Memleket, yemin olsun / Sen her- kesten başkasın / Şike şike baba / Yasa masa yama / Tayyip mayyip huni / Gel fakiri yaba / Şike şike babaa…

Nakarat olacak, olsun: Memleket, yemin olsun, sen herkesten başkasın.

Bu kadar mı şike olur? Yasamada, yargıda, istihbaratta, karakolda, TSK’da, federasyonda, sahada ve illâ ki medyada… Say say bitmez. Netice hep aynı: Gel fakiri yaba. Hem de ne yaba.

Söylesin Ferdi Tayfur, dağılsın efkâr, kahır dedik, bakın nereye geldik. Madem buraya geldik, bir Küçük Ceylan çalalım, açılalım… “Her gün başka başka konu / Ne başı var ne de sonu / İçin başka dışın başka / Gerçeğe yalan diyorsun / Yaptığına şantaj denir / Böyle aşka montaj denir.”

Kimlere ithaf etsek? “Otonom” güçlere mi, “siyasî irade”ye mi, yoksa ikisinin alkışçılığını yapan –bugünlerde mecburen “es” veren– sağlı, sollu “kanaat önderleri”ne mi? Topuna birden mi?

Araya bir parça koyalım, bir Yeşilçam repliği: “Durun, siz kardeşsiniz!”

Güzel manşet olurdu, sadece şimdilerde değil, Ergenekon hadisesinin patladığı vakitlerde de. Birgün gazetesi, bir başka Yeşilçam repliği seçmişti: “Yiyin birbirinizi.” Hissiyata tercüman olmaks- temişti, her tercümenin az çok olduğu gibi, “lost in translation” oldu. Haliyle tepki çekti. Öyle ya, Ergenekon esasen kimin meselesiydi? Hadi ‘80 öncesini, 12 Eylül’ü filan geçelim, keza ‘96 Gazi mahallesi katliamını… Bugünkü AKP kadrolarının iktidar ortağı olduğu döneme bakalım. Susurluk’ta ortalığa dökülen neydi? Faili meçhul cinayetler. Başbakan Çiller, şimdinin Zaman yazarının kaleme aldığı demecinde ne diyordu: “Devlet için kurşun atan şereflidir.” Koalisyon ortağı Erbakan Susurluk için ne demişti? “Faso fiso.”

28 Şubat’ın ayak sesleri duyulurken “Gönüllüler Hareketi”nin gönlü kiminleydi? Onlar “hazırol”a geçerken Birgün’ün müstakbel hamisi, dönemin “çatı partisi” ÖDP’nin mitinglerinde hangi slogan atılıyordu? “Ne Refahyol, ne hazırol!”

AKP’nin iktidara geldiği 2002’den cumhurbaşkanlığı krizinin patladığı 2007’ye, Cemaat kime yatırım yapıyordu? Susurluk’un bir numarası Ağar’a. (Ayrıntılar için bkz. sayfa 20)

Haliyle, Birgün’ün manşeti “Yiyin birbirinizi” değil, “Durun, siz kardeşsiniz” olmalıydı. MİT krizi için de aynısı geçerli: “Durun, siz kardeşsiniz.”

Hadi bir Belkıs Özener çalalım: “Kadifekale’ye çıkalım, İzmir’e şöyle bakalım / Gel otur kucağıma keyfimize bakalım / Ciki ciki cak cak / Civciv çıkacak kuş çıkacak.”

Şimdi gelin, ‘80 öncesinde Kadifekale semalarında zuhur eden Hocaefendi’nin 1999’da ekranlara gelen, bugünlerde inter- nette dolaşan vaazına bağlanalım: “Tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz, dünyayı sırtınıza alıp taşıyabileceğiniz güce ulaşacağınız, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı âna kadar, bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz âna kadar, her adım erken sayılır. Her adım, yirmi gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir. Civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi bir şeydir. Burada yapılan şeyler mikro planda dünyayla hesaplaşma işidir. Düşüncemi mahremce anlattım, mahremiyet konusunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Arz edebildim mi? Sırrın senin esirindir, söylersen esiri olursun.”

Geldik 2012’ye, “civciv”lerin maşallahı var. Biz demiyoruz, müttefikleri diyor:

“İktidar kavgasının ayaklarından birisini oluşturan ‘otonomlaşma eğilimi taşıyan’ polis ve yargı merkezli son derece etkin bir gruptur. Ona bu etkinliği sağlayan ‘savcı polis ilişkisini ters yüz eden polis devleti işleyişi’dir. Bu otonom yapı özellikle güvenlik politikaları alanında yayılma eğilimleri göstermekte, buna karşı duranları hedefe almaktadır. Bu sonuç, yargı eliyle polisin siyasî karar alıcılığa soyunmasıdır. Açıktır ki bu durum, otoriter bir düzen görüntüsüne işaret eder ve son derece tehlikelidir.” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 9 Şubat 2012)

Her şey açık da, fail şifreli. O halde Ali Bayramoğlu ve arkadaşları için “Aşkın Şifresi”ni çalalım. Zeliha Sunal söylüyor: “Karmaşık duygular içindeyim / Bilmiyorum neyleyim / Hep aynı ikilem / Çözülmeyen deli denklem.”

“Sümela’nın Şifresi” filmindeki Volkan Konak – Murat İbrahimbaş düeti de uyar: “Okyanus kalpli sevgilim / Uzanamam ben sana, bu acıtır canımı / Gönül kapılarımı sonuna kadar açtım / Kaderime söz verdim, seni alnıma yazdım.”

Yerimiz doldu, son parçamız arkadaşımız Serkan Seymen’in remiksi: “Kimsiniz be, kimsiniz siz?” Sözler, BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın 3 Ocak’ta Meclis’te yaptığı konuşmadan: “Bu mu sizin vicdanınız? Yok mu insanlığınız?.. Önce çıkacaksınız, af dileyeceksiniz, üzüntü duyacaksınız. Vicdanınız varsa eğer. Kimsiniz be, kimsiniz siz? Kürt sorunu var. Ve bir de insanlık sorunu var, bir de vicdansızlık sorunu var. Kimsiniz be, kimsiniz siz?”

Konu Uludere katliamı, muhatap hükümet. Ama soru, iktidarın bütün bileşenleri ve onların değirmenine su taşıyagelen sağlı, sollu kanaat önderleri için de geçerli: “Kimsiniz siz?” Şifreniz ne?

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor, edecek günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Meram sahanlığını şenlendirecek, sesin yanında sözle de önemli okumalardan birisi olmaya bu ülkede devam edegelen Post-Express ekibinin 126. sayısında yayınlanmış olan Meram başlıklı analiz günün betimlemenebilirliğine dair önemli bir okuma parçasını oluşturmaktadır, hem nalına hem mıhına. Kollektif ekibin dimağlarımıza bugüne kadar sunduklarına bir selamı da araya sıkıştırarak, yüce gönüllüklerine de sığınarak meramlarını iş bu acemi denemelerin yer aldığı bu siteye iliştirelim. Okudukça, ibret, feyiz alacağımız…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #387 (06.02.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #389 (20.02.2012)
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Kimsiniz Siz, Şifreniz Ne? – Meram – Post-Express
İdris Naim Şahin Ne Dedi? – Ali TOPUZ – Radikal
Direksiyonu Sağa Kırarsan, Kontrolü Kaybedersin.. – Yetvart DANZİKYAN – Agos – Bir Orman Gibi
Ağlayan Çocuk – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Yeniden “Ürkek Güvercin” Olmak – Batuhan KURTARAN – Bianet
Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Piçiz – Oya BAYDAR – T24
‘Genç Atsızlar’ Mercek Altında! – Haberdesin
Adıyaman’da ‘İkinci Maraş’ İşaretleri – ANF
‘Çocuk İşi’ – Vedat İLBEYOĞLU – Evrensel
Adıyaman’ın Çözümü Faşizme Karşı Mücadele Etmektir – Erdal YILDIRIM – Jiyan
Demirtaş: Hrant’ı Katleden Örgüt Taksim’de – ANF
Twitter’dan Derleme: Irkçılığa Karşı Yürüyüş: “Nefret Sizin, İnsanlık Bizim”  – Serhatcan – Zihniyet
Hayal’e Göre Dink Cinayeti… – Fırat ALKAÇ – Taraf – Haberdesin
Hasta Tutuklu Karadağ’a Tahliye Yok – Etkin Haber Ajansı
Vicdansızın Vicdanı!.. – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
Sanki Demokrasi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
‘Türkiye’deki Sermayenin Kaynağı El Konulan Ermeni Birikimi’ – Ruken ADALI – ANF
‘Türk Yalanına Sessiz Kalma!’ – Berat ÖZİPEK – Star
Anadilimiz ve Hikâyemiz – Mithat SANCAR – Düzce Yerel Haber
Unutma! – Serhat BOZKUŞ – Yeni Özgür Politika
Ertuğrul Kürkçü’yle Söyleşi: “Avrasyacılar Hapiste, Fikirleri İktidarda…” – İrfan AKTAN – Post Express – Ekmek & Özgürlük
Meğer Tek Suçlu Agos’muş – Rober KOPTAŞ – Agos
‘Karikatür Çizen Çocuk’ Mehmet Çağçağ veya Muktedirin Diliyle Sanat – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Pozantı’da Tecavüze Uğrayan F.G.: Aklıma Annem Gelince İntihar Edemedim – Hikmet DURGUN – Taraf – T24
Baraj ve Medya Faciası: Ölen “Biz”den Olmayınca – Ali TOPUZ – Utay
Gölgen Peşini Bırakmaz – Umur TALU – Habertürk
Medya-Toplum İlişkisi – Arslan KARSLI – Özgür Gündem
Post Modern Darbe ve Mevsimlik Demokratlar – Nurettin ALDEMİR – Emek Dünyası

Amaç Dindar Gençlik Yetiştirmek – Kamil Tekin SÜREK – Evrensel
Bir Eleştirel Pedagoji Dersi – Eleştirel Medya Günlüğü

Devrimci 2012: Oturma Odalarımızın Yeni Süsü*  – Ahmet A. SABANCI – Jiyan
Polisin Gizli Belgeleri Muhbirler – İhbarcilar – Redhack
Toplumsal Muhalefetin Yeni Yüzü – Ali PEKŞEN – BiaMag
Istanbul Sees History Razed In The Name Of Regeneration – Constanze LETSCH – The Guardian
Naomi Klein: ‘If You Take Climate Change Seriously, You Have to Throw Out the Free-Market Playbook’ – Common Dreams

Andrew Pekler Official / Blog
Andrew Pekler At Soundcloud
Andrew Pekler – Sentimental Favourties via Dekorder
Brian Eno Official
Rick Holland Official
Brian Eno And The Words Of Rick Holland – Panic Of Looking Informative via Warp Records
Brian Eno And The Words Of Rick Holland – Panic Of Looking EP Critic By Chris WOOLFREY via COS Superpitcher Official via Kompakt.FM
Magazine Official
Various Artists – Pop Ambient 2012 Compilation Critic By Andrew GAERIG via Pitchfork
Mark Van Hoen Official
Mark Van Hoen – The Revenant Diary Informative via Editions Mego
Mark Van Hoen – The Revenant Diary Album Critic By Mike DIVER via BBC Music
Susumu Yokota Official
Susumu Yokota / Lo Recordings
Susumu Yokota Üzerine… – Sühan GÜRER – Proodos
PCP Official
ЁU Ёлочные Игрушки Official
PCP & ЁU Album Official Download Page

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo  – Promo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Love And Hate By Dennis SKLEY

Dennis SKLEY’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Eğer – Rudyard KIPLING

Tüm çevrendekiler kendinden geçip de
Seni suçladıkları anda soğukkanlı kalabilirsen
Herkes senden şüphelendiği halde
Onların kuşkularını hoş görebilirsen

Bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan eğer
Haksız şuçlamaya uğrar dakarşılık vermezsen
Garez beslemediğin halde, gareze tahammül eder
Akıllıca konuşmaz fazla uysal görünmezsen

Düşünebildiğin halde
Kölesi olmazsan düşüncelerinin
Hayal kurma gücün olduğu halde
Tutsağı olmazsan hayallerinin

Eğer felaket ve saadetle yüzyüze gelirde
Bu iki sahtekârı aynı şekilde karşılayabilirsen
Tüm ömrünü adadığın şeylerin yılkıldığını görürde
Kırık dökük araçlarla yeniden yapabilirsen

Kalbini sinirlerini ve tüm vucudunu;
İş işten geçsede gayen için diriltebilirsen
Ve ‘dayan’ diyen iradenden başka bir gücün
Kalmadığı halde dayanabilirsen…

Ne dostların ne de düşmanların sözleri incitmezse seni
Gereğinden çok bağlanmadan saygı duyarsan herkese
Eğer her dakikanın doldurabilirsen altmış saniyesini
O zaman dünya da senindir, içindeki her şey de
Hatta daha çoğunu da ellerinde bulursun
Asıl önemlisi oğlum o zaman gerçek Adam olursun…

Kaynakça: Antoloji