Deuss Ex Machina # 425 – 2012_326_34-68_4k0/000_l00p

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_425_–_2012_326_68_4k0/000_l00p

12 Kasım 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<

a-Paul Corley – She Is In The Ground (Bedroom Community)
o-Paul Corley – Narrow (Bedroom Community)
z-Spectral Being – Ancient Memory (Already Dead Tapes)
n-Spectral Being – Upon A Circular Dawn (Already Dead Tapes)
x-Mogwai – Rano Pano (Tim Hecker Remix) (Rock Action Records)
y-Mogwai – Too Raging To Cheers (Umberto Remix) (Rock Action Records)
g-Emeralds – Search For Me In The Wasteland (Editions Mego)
gx-Emeralds – Through & Through (Editions Mego)
f-Efterklang – The Living Layer (4AD)
k-Efterklang – Between The Walls (4AD)

2012_326_68_4k0/000_l00p
(425)

söylevler boca edilip duruluyor. bütün bildiklerimiz sanki birer ikişer üçer beşer tekrarlardan ibaretmiş gibi dönüp dolaşılıp birbirinden farklı olmayan teranelerin emir erliğine teslim ediliyor yeknesak makamdan seslenişler hep aynı denilegelenin sıradanlaştırılması, bağışıklık kazandırılması süreci olabildiğince hızlılıkla ilerletiliyor. menfii olanın müspettir müspet diye yutturulmasının bağrında olan biten insana oluyor. her ne oluyorsa ona ısrar edene oluyor. haddizatında düşünselliği unutmak koşuluyla devreye sokabileceğimizi söyleyip duranların muktedirliğinde ancak etliye, sütlüye dokunulmayacak şeyler için aklımızı, zihnimizi her ne ise meramın kendisini temellendiren yapılandırma merkezi onun adına yormamız örnekleniyor. örneklendiriliyor. derin uykunun kendisi kabuslara kapıyı aralatmaktayken, buyur etmekteyken hala naçarlık her duruma karşı söylevi geliştirmek değil günün getirdiklerinde eldekini de yitirmenin başka safhaları önümüze çıkartılıp durulurken olan biten yine insana oluyor. düşünmek unutturulanların bunca çokluğunda günün getirdiklerinde yüklenişlerimizi sayabilmek, dökebilmek için bir vesile. en azından öyle belledik bugünlere kadar. nereden başladık nereye doğru ilerliyoruz sorgusunda hep o başlangıç çizgisinin gerisine doğrusu uzağına doğru yönlendirildiğimiz meydandayken, demokrasi oyunu bir müsamereden başkacasına evrilmiyor.

halkın fikriyatı değil, seçilmişin tahakkümü ve olur verdiklerinin, kani olduklarından ortaya çıkartılma şartı koşulmuş olan bir mizansenin kendisi haline indirgeniveren bir demokrasi trajikliğinde düşünmek de marjinal bir eylem haline dönüştürülüyor. zaten ne biliniyorsa tersinden onların hemen pek çoğunda arada sıkıştırılıp durulan bir simgeleştirici yafta marjinal bizim güncelliğimizin gerçekliğini de tanımlandırmaya devam ediyor. yoksunlaşıyoruz. aklın getirdiklerini değil başvezirden başlayarak esip gürleyenlerin, birliği ve beraberliği zihinlerinde nasıl öngörüyorlarsa öylesini, gerisi mühim değildir kestirip atmalarıyla bezeli olan bir mizansenden bir diğerine koşuyoruz. neticesi hep yara, hep derinlemesine bir iz, kıyam olsa da varsın olsun durmak yok yola devam şıkkında ensede pişirilen bozanın kıvamı arttırılmaya devam ediliyor. müdanasız bir biçimde sessizlik mevhumu yaygınlaştırılırken ona buna akıl gani gani dağıtılırken buraların tümü birbirinden ayrıştırılmayacak anlamda öznel, özgün sorunlarının hepsine karşı bir vurdumduymazlık, iki sessizlik muştulanıp duruluyor. sorun mu ne sorunu altı üstü milyonlarca insanın akıllarının ucunda bile yerini muhafaza etmeyen, umursanmayan gelgelelim bakıp görelim epey hallice bir nüfusun başında bir giyotin edasıyla kah gaz bombası, kah bildiğiniz füzeler, top mermileri en olmadı mermiler ile simgeleştirilen hakiki bir sonuca dönüştürülen sorunlara karşı umursamazlık sergileniyor.

büyük devlet takıntısı, bozuk koster, durmaksızın fişteklenen hiddet tanecikleri, şiddet söylemleri, bedeviler, ayılar ve ağza alınmayacak belaltı vuruşlarla harı, ateşi hiç tükenmemecesine sürdürülüyor. enikonu bulunduğumuz yerler birer hücre haline dönüştürülüyor. bildiğimiz, bildiğiniz hücre. içerisi dışarı fark ettirmeyen her alanında büyük biraderin gözünün kulağının varlığı tesis edilmiş, dokunma yanarsın işaretleriyle bezeli bir mabadda yaşama tutunmaya çalışıyoruz. böyleyken böyle. kolay değil, kelama dönüştürebilmek yıllar yılıdır sürüp gideni hatim ettirecek anlaşılır kılabilecek olanı bulup denkleştirmek bir satırlık menzilde. bir sayfalık mesafede. onun içindir ki parçaları ayrışık yerlere konuşlandırılmış olan bu mizansenler ülkesinde, her dem yeniden yola çıkmak lazım geliyor. anlamak anlamlandırmak ve yaşatılanların sürekliliğinin sadece ve sadece baskıcı olan o bilindik zümrelerin varlığını koruyan, umursayan gerisini koyverip unutuş tarlasına sallayıp duran bir bileşke halinin bu ülkenin hasılı kelam gerçekliği olarak resmedildiğini anlamlandırabiliyor. böyle bir tanımın etrafında ağar gibi kirlenmişlerin, türksolu gibi neşriyatların, özdil gibi kalemlerin, haberden gayrı herşeyi sunan sitelerin varlığını, kinin ötesini tasavvur dahi etmeye gerek duymadan ağzına geleni söyleyenlerin bir yerlerde halen fişteklemekte oldukları nifak tohumlamasının nelerden mürekkep olduğunu anlamlandırır kılıyor.

ayrışıyoruz. kırılmalar v dökülmeler yaralarımızı onarılmaz hallere sürüklüyor. yaramızdan kan oluk oluk akarken de, kah kabuk bağladığına kendimizi avuttuğumuz zamanlarda da bir şekilde rotaya dahil edilen böylesi bir yığın elinde derlenip toparlanan, güne dahil edilenlerin peyderpey sunduğu yegane şey acıların sürekliliğidir. aritmetik oyunu değil ki bir sen bir ben kazanalım bu oyunda. bunca kirli harala gürelede. ne kelama odaklanılıyor ne sözün kendisine kıymet biçiliyor. varsın olsun ölen ölsün ben dönmem yolumdan tutturmasıyla beraber bütün birikim, bunca hınç hemen hiç eksik edilmiyor. dünün şartlanmışlıklarını alaşağı etmeye teşne olup bugün aynı fenalıkların altına imzalarını atmaktan kaçınmayanların sahnelemelerinde, dillendirdiklerinin kıyasıya eleştirdikleri o devlet geleneğinin devamlılığı olduğu bu kadar afakiyken, hesap kitap ortadayken halen güllük gülistanlık bir yerde yaşadığımız savlaması biraz fazlaca kadük kaçmıyor mu. hala mı eyyamcılık, rıza göstermek ve ötesi. kendiliğinden sorunların çözümlenebilirliği gibi bir durum söz konusu edilme şartları ortada bile değilken nasıl bunca rahat bir biçimde paldır küldür bazı şeylerin ömrü bunca kısaltılabiliyor. böylesi bir rahatlığa erilebiliyor. sorun mu sorun morun yoktur. işaretlemeler mi kantır strayk oyun bildiğin oyundan etkilenmiş çocuklar, açlık grevi mi konuştuk halloldu, çözüm mü yok o bildiğiniz muamma!, hayat mı bu sathı mahalde hep cehennem be arkadaşım diye lafı bağlayası geliyor insanın.

çekimserliğini çoktan kenara terk etmiş olanların dillendirmeye doyamadıkları fecaatlerin etrafında gözümüzün önüne, aklımızın kenarına terk edilen oyalanasınlar bunlar bu mevzularla biz de işimize, azarilliğimize, derdest edebilmeye, hınç almaya, kitleleri gaza getirmeye, dünyanın efendisi falanı filanı olma çabalanımına devam ededuralım diyenlerin mabadında insana sıra ne ara gelecek! düşündünüz mü? yok saymak, baştan savmak, önemini değerlendirmek bir yana yerin dibine sokabilmek için şans olarak değerlendirilegelen kimi şeylere sahip çıkmak, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için elini oğuşturmaya devam edenlerin kirli savaşın taa kendisini sürdürün ne olursa olsun yollu göndermelerine aynen riayet ederek nereye evrildiğimiz meydanda değil midir? nereye koştuğumuz, halimizin has resim altı hala mı okunamamaktadır. yok oluyor çürüyor ve nihayetinde kıyamet kıyamet diye bekleşiledurulanın bizahati kendisini yaşıyoruz. her an ve her dakika. mebzul miktarda bir tahayyül değil bu yahut betimleme. neye karşılık geliyorsa bizahati onun kendisidir şu iki satırda anlatmaya çablandığımız. bir yerlerde silinip üzeri çizilenlerden olabileceğimiz vakti zamanında tecrübeyle sabitlenmişken halen geçer akçe oldurulmasına karşı bir endişenin kendisindendir bu kadar   dillendirmeye uğraş didiş olduğumuz. bir şekilde yazmaya teşne olduğumuz, çalıştığımız. çabalandığımız.

altmış sekiz günün arından bitirilerek yarın bir gün unutulacak olan tutsakların hangilerinin derdine kaniyiz, hangilerinin neyden tutulup da içeriye mahpus edildiğini bilmediğimizi yineleyebilmek için tüm bu meram. üzerinden on yedi yıl geçtikten sonra hala net bir yanıt bulunamayan, niceleri gibi münferittir münferit diye diye unutturulmaya, geride kalanları avutulmaya devam edilenler kervanına katılan fehim tosun gibi kayıp edilenlerin akıbetlerine zihin yorabilmek içindir bu meram. bir gün bizler de ansızın yok olmayalım diye!. bir tespit, bir ahkam kesilmesi karşısında bariz hinliklerin sergilendiği nice basın emekçisinin tutsaklıklarının sene-i devriyesini, özgür basının ne demek olduğunu, hangi bedeller ödetilerek nasıl algıların karşısında ses edildiğini yineleyebilme çabasına eklenme çabasıdır bu meram. anca beraber kanca beraber. unutuşun tarlasına çoktan terk edilmeye hazırlanmış olan üzerinden tam iki yüz seksen altı gün geçmesine rağmen hala kimin elleriyle, hangi amaç doğrutusunda vatandaşına bomba yağdırılabildiğinin hesabının sorulamadığı roboski kıyımını unutmadığımızı yineleyebilme kısmına ihtfanedir bu meram. sorumlular sorumsuzluklar sergilemeye devam ederlerken kah bomba, kah biber gazı, kah cop, kah dokuz sütuna manşetlerle bu halkın ötekisi diye sunulanlarına bu hayatı nasıl dar ettiklerini artık isteseler de saklayamadıklarınızı ikrardır meram.

görünen imgelemin nelerden mürekkep olduğu artık belirginleşmişken hala yok o öyle sandığınız gibi değil, böyledir ve şöyledir diye argümanlarını sergilemeye doyamayanlara illallah demek edi bese, yeter artık imidir şu gördüğünüz kelimelerden mülhem bulmaca. unuttukça, unutmaya nail oldunukça daha başımızdan ne eksik edilmeyeceğini tam kesitremediğimiz bir modern zaman tasavvuruna karşı uyanmanın zamanı henüz gelmemiş midir? seslenip durduğumuz kendi sıkış tıkışlığımız, bunca nefessiz konuluşumuza rağmen hala yola koyulmak için hangi emarelere bekleyedurmak lazım olandır. hiç düşündünüz mü. yarın geçmiş olmadan! bir türlü düze çıkmayan, elbirliğiyle çıkartılmayan, derdest edilebilmesinin bunca kolaylıkla sağlanmasının önü alınmayan her durumda şartlanmışlıkların, önyargıların paralelinde el altında tutulan değişim ve dönüşümün empatiyle değil tahakkümlere dört elle sarılmasından halen geçtiğini cismanileştiren bütün bütün bu hayat denilen akışın dinamiklerini perişan ederken hala herşey güllük gülistanlık bahsine sıkı fıkı tutunanların, aradan kelama karışılan, meramı anlamlandırılmaz belleten bir yargının kendisidir yalanlar. bu belleyiş çabalarının sacayaklarından birisi ayrıştırılmak istenmeyen öğesi olan yalanlar. bir iki sonra ipin ucu koyverilen hangi durumlarda nasıl bir tepkime verilmesi gerektiğinin epey hallicedir birbirine karıştırıldığı tam anlamıyla derinlemesine yol aldığımız bataklığı anlamlandıran bir edimdir yalanlar.

hakikat ve tam manasıyla hakkaniyet mevzubahis ise bunun gibi önceliklerimizden olanların manipüle edilip kırmızı çizgilerin ardına taşındığını gösteren, haddizatında hır gürün bütün anlama çabalarının önüne hiddetle budur suru duvarını ördüğünü irdeleyebilmemize olanak sağlayandır yalanlar. bıkılıp, usanılmayan el yordamıyla bile bunca bilginin ortalıklarda olduğu bir zamanda halen büyük birader mitinin korunaklılığını tabu kıldırılması vesair anlamlarını dökümlendiren bir ağın kendisidir yalanlar. topumuzu bir günde alaşağı, ideyi çürüğe, aklı unutuşa terk etmemizi salık verdiren, bunu dikte ettiren bir yapının bizzat kendisidir. zehri halen içimize çekmeye devam ettirildiğimiz. kahrını, ızdırabını bir ömür çekmeye mecbur kılındığımız, buradan öte köy yok şuradan öte yol yok denilerke başka seçeneklerin daha en başında devredışı bıraktırılmasına şahittir yazıldığımız masalların beşiği yalanlar. sürümcemesiz bir şekilde, kesintisiz olarak insani olanı ayaklar altına alınırken vicdan muhasebesini bir vitrin düzenlemesinin parçası olarak değerlendiren, şartlar bunları ve daha fazlasını gerektiriyordu diye üzeri çizilen doğruların katili olan yalanlar. bu şekilde gerçeklik dönüştürülürken bu menzilde hiddetin kendisiyle mesaiye zorlatandır yalanlar.durmaksızın, akış devam ettirilirken hangi konularda sınıfta kalmayı sürdürdüğümüzü zihine kazıtmakta olandır yalanlar.

bugün bu şartlar bu iklim böylesine sert ve aşılmaz kılınmışsa, böylesine bağnazlıkla hemhal aşılmazlıklarla kolkola biraradalığı, hamuru sağlam karılmışsa ne yapılması gerektiği konusunu diri tutan, nesneleştiren zihine düşünmeyi, aksinin sonu olacağını personaya bildiren bir vesikalayıcıdır yalanlar. görmekten çekinmeyene. karaşınlık her dem kuşkuları öne sürerek, şüpheleri ortaya taşıyıp kaybolarak, mütemadiyen biz biliyoruz ne naneler çevriliyor bahsinin kıvılcımı yakılarak, bundan işkillendirerek devamlılığı sağlanan bir edim. dün nasıl hayatın merkezine konumlandırıldıysa bugünlerde de bunca yalanla kolkola güncelliği kapsayan bir eylemin kendisi. muktedirliğin görmeyi unutturup duymayı hafızdan defettirip bilmenin tamamen devredışı bırakmasının akıbeti çok belirgin olan unutturma vurgusunun bir başka öğesi olan karaşınlık. günümüz bunca yıkımla hemhal tecrübeden düşe kalka ilerleyememe, olduğumuz yerde sabitlenme ile ilişkilendirilmiş bir neticeden ibaret ve ilişkiliyken hala durmadan ilerlediğimizin yansıtılması, hakir görüyorlardı zamanında çok şükür bugün o ah aldıklarından, ettiklerinden hemen hiç geri kalmayan bir dönüşümü tamamladıklarını avaz avaz duyurmaktadır. usulüne uygun yansıtmaktadır. mesel ortada dağ gibi yükselirken, blöf, şov ve benzerleri ile donatılmış cümleler lacivert takımların, vatan elden mi gidiyor (bu kaçıncı kez!) şiarında yol katedenler içinse birer linç pratiğinin halen temellendirilebiliyor olması düşündürücüdür.

kapsayıcılık çoktan bir kenara atılmışken iddianamelerin fantazileri kıskandıran coşkunluğunda çarmıha gerilenlerin, yaftalanarak suçlu ilan edilenlerinn birer insan değil suç objesi, üreteni, vicdansızlar olarak resmedilmesi, terör örgütü yapılarından birisi ya birimi olarak gösterilmeye ve anılmaya çalışılması bu düşündürücülüğü derinini bildiğimiz o gayya kuyusunu resmiyete dökmektedir. hiçbir şart ve koşul altında muhalif söyleme, bunca eğreltiliğe karşı tepkimeye ve kelama geçit bırakılmaması, bilakis tüm düşünüp harekete geçenleri hah işte şüpheliler, içimizdeki hainler, ekmeğimize ortak olan, yiyip içip arkamızdan hançerleyenler bahsinin gösteregeldiği düpedüz, kapkaranlık bir kuyunun kendisidir ötesi değil. manidar çözümlemelere gerek bıraktırmayan bir biçimde her neyle karşılaşıyorsak onun tam dengidir. bu dipsiz kuyu. iyi polisliğin, kötü polisliğin pay edildiği, ahkam kesmelerin had bildirirken kutsiyet atfedilmiş olanların hınçla yolunu kesiştirenlerin eriyip de giden bedenlere bir gıdım tuz, bir gıdım şekeri bile çok görenlerin, olmadığına kendilerini kandırmaya devam ettikleri bu savaş ikliminin sahadan evlerimizin içlerine kadar nüfus ettiğini görebilmek için alim olmak gerekliliği yoktur sanırız. olmayacaktır. bir yapılandırma, kurgusal bir izleğin içerisinde yönetmenin algısına, empatisine ve tahayyülüne göre tam vaktinde devreye girecek kurtarıcı, kahraman veya adlandırılışının her ne olduğuna sizin karar verebileceğiniz karakter yok yanıbaşımızda.

olup biterken bunca şiddet , şirazesinden de zıvanasından da çıkmış hiddet bir gösteri öğesi değildir. tam aksine düşünülmesi gereken bir gerçeklik trajedisidir. günler günleri kovalarken suskunlaşmaya biat  arttıkça pusun yeri göğü kapladığı bir cehennem tasviri gerçekçil kılınmaktadır. yaşadıkça, nefes aldıkça derinden yaralayan cinsinden bir yer altı aylık ve iki yaşında bebeklerin babalarına sarılmalarına müsammaha gösterilmeyen tam aksine dört bir yandan mukavemet ile aşılmaz duvarların örüldüğü bir cehennemdir burası. ömrü hayatını bundan sonra ve ötesini hesaba kitaba çok da katmadan, hayatlarını ortaya koyan açlık grevini gerçekleştirmiş tutsakların b1 vitamini ihtiyaçlarını, eylem bittikten sonra tedavilerini bile aksatmaktan geri kalmayanların nefesler tükettikleri bir cehennemin bizahati kendisidir burası. sempatik görünme maksadını geçtik empati denilen edimin nasıl çift taraflı çalıştırıldığını, seçimlere göre muamelelerin düzenlendiğini ve halen bunun geçer akçe olduğunu belleten hareketlere imza atılandır bu cehennem. emeğin karşısına emek örgütü, hakkın karşısına hak örgütlerinin konuşlandırılabildiği, aman sus yerin kulağı vardır efendimiz bize çok çoook kızar korkusuna sıkı sıkıya tutunanların hamlelerini doğrudan yana değil eğriden, mazlumdan yana değil muktedirden taraf seçtiklerini tazeleten bir cehennemdir burası.

kıyamların, tehcirlerin, tecritlerin vakıa, nümayiş eden bulmuştur, bulacaktır. sorun mu ne sorunu o sizlerin hüsnü kuruntusu. vicdan dediğinizi hangi terör yardakçılarının, uzantılarının hangi amaçlar doğrultusunda kullandıklarını çok iyi biliyoruz. biber gazı diye ortalığı velveleye verdiğiniz öldürmez bilakis hizaya getirir. bunlar ve dahası gibi nice laf salatasının dengi haline dönüşen karanlık kararlılığın!, eylem ve pratiklerinin paralelinde yaşamak zorunluluğudur bizleri halen karalamalara yönlendiren. ses çıkartmak konusunda uğraştıran. çatlak ses edenler olmayaydı nasıl da güzelce idare edildirdi bu gözel yurt psikolojisinden illallah demenin ivedilikliğini meydana serilmektedir. cehennem laf ola beri gele diyerekten değil tamamen bu ülkenin her anındaki her olumsuzluğu, vakayı tanımlandırmaya hali hazırda tek başına yeterliyken, “el aman” feryadı artık işitilesidir. el aman, yeterliliği, kaniliğiyle başlı başına bu resmin karşılaştığımız görünümü, kadrajı dahilinde ortak temennimiz olması gerekendir. birbirinden ayrışık değil de tekmilini birden bir arada görebildiğimiz vakit bu cehennemi yapılandıranların bunca yaşatmama çabalarının karşısında halen yaşamı savunmak için elimizde başkaca bir şansımız olmayacak. bir daha böylesi bir dönemeç, yoldan dönmek şansımız, ihtimalimiz olmayacak!. bilelim…  

>>>>>Bildirgeç

Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. –  Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem*

Sonbaharın en dingin en durgun demlerini yaşıyoruz. Sarmaşığımızın sararan yaprakları kendini usul usul boşluğa bırakmakta… Doğa huzurlu bir sesizliğe hazırlanmakta… Oysa cehennemin yüreğinde yaşıyor gibi bir hisle kavruluyoruz. Hergün başka bir söylemle irkiliyor, dehşet verici sözlerle sarsılıyoruz. Körleşen vicdanları insanlığımız acıyarak izliyoruz.

12 Eylül tarihinden beridir devam eden açlık grevleri en kritik sürecini çoktan geride bıraktı. Günlerdir adeta kızdırılmış bir sacın üzerinde yürüyor, bir ateş hattından geçiyoruz. Hükümetin başı tarafından fütursuzca sarfedilen sözler, bu ateşe benzin dökmekte, harlanmaktadır. Adalet Bakanı ‘ya hayırlı bir söz söyleyin ya da susun, söz orucuna girin’ demişti. Bunu en çok başbakana söylemek gerekiyor sanırım. Başbakan söylemleriyle, kutuplaştıranı ayrıştıran bir tutum sergiliyor. Çözüm değil, ölümü davet ediyor. Açlık grevlerini değerledirme biçimi vicdansızlık sınırlarını çoktan aşmış durumda. Her durumdan kendine pay çıkaran, politik bir çıkar elde etme gayretinde olan Başbakanın bir zamanlar bir ‘dava’ insanı olduğu, zalime karşı mazlumun yanında yer almayı emreden idealin sahibi bir insan olduğuna kim inanır? Sık sık andığı Şeyh Edebali’nin sözlerini düstur edinmesi şöyle dursun, kemiklerini sızlatan pratikleri hangi ruh haliyle açıklanabilir?

İdrak etmekte zorlananlar için şunu söyleyelim: ‘İnsan iradesi her şeyin üstündedir!’ Tıbbın da, ilmin de açıklamaya gücünün yetmediği yerde insanın iradi duruş gerçekliği vardır. Bir öğün yemeği dahi atlamayanlar elbette iki ayı geçen bir açlık grevinin sürdürülemeyeceğini sanır. İmkansızın mümkün olduğunun en açık ispatı, işte eylemimizdir!… Bu eylemde yer alan her bir arkadaşımız yaşamla yaman bir mücadele vermiş, iradesi suyla sertleşen çelik gibi güçlenmiş insalardır. Yaşam algısı kısa bir ömür, konforlu, rahat bir hayat biçiminde değildir. Evveli ve ahiri birlikte yaşayan, geçmişi bugünle harmanlayan, yarının mayasını kurma üzerine tasarlanmış bir yaşam algısı vardır. Politik ve varoluşu öncelemiş, baştan ayağa vicdan olan insanlardır. Eylemdeki bir arkadaşımızın, Başbakan’ın “bir yerlerden talimat alıyorlar” sözü üzerine, “evet, talimat alıyoruz, vicdanımız bize talimat veriyor” sözü bence her şeyi açıklamaya yeter de artar bile. Elbette böyle bir yaşam felsefesini algılamak her beynin kaldırabileceği, muhakame edebileceği bir gerçeklik değildir. Başbakan bu nedenle bir kuzuyu arkasına alarak açıklamalar yapmakta inciler dizmektedir.

Yapılan açıklamalar, fütursuzca sarfedilen sözler eylemin gücünü ve anlamını düşürme amaçlıdır. Küçümseme, hafife alma, yiyip, içiyorlar türünden beyanlar itibarsızlaştırma denemeleridir. Türkiye kamuoyu ve devrimcileri bu türden ithamlara yabancı değildir. Bu tutum aslında devletlerin tipik savunma refleksleridir. Devlet güvenliğini sağlama almak için oluşturduğu koskoca bir sistemle yetinmez bir de böylesi taktikleri devreye koyar. Zaten işkence yöntemlerinden biri psikolojik şiddet değil midir? Esasen işkencenin temelinde psikolojiyi çökertme, ruhu ele geçirme, kişiliği parçalamaya, yaralamaya dönüktür. Küfürler, taciz, tecavüzler itibarsızlaştırarak teslim alma, direnişten düşürmeyi hedefler.

Bir süredir açlık grevi eylemine dönük yürütülen psikolojik savaş, tam da bu türden bir işkence yöntemiyle yürütülüyor.

Manüpülatif bu yöntemin bir diğer amacı da kamuoyunu yanıltmadır. Dikkat edilirse kamuoyu bir süredir eylemin taleplerini, eylemcilerin kamuoyuna söylemek istediklerini değil, Başbakan’ın şahsında hükümetin ithamlarına verilen cevapları konuştu, tartıştı. Bir tür savunma psikolojisi geliştirmek durumunda kalındı. “Vardı, yoktu, şöyle değil, böyleydi” tarzı açıklama yapma zorunluluğu bile, hükümete manevra yapma, gündem saptırma olanağı yarattı.

Yürütülen psikolojik savaş ya da propagandanın yöntem olarak ABD patentli olabileceği konusunda kuşkularım var. Amerikan yöntemi çokça örneklerine tanık olduğumuz kadarıyla, hep şöyle seyretmiştir; “Yalan-dolan, iftira, önemli değil, yığınların hassasiyet göstereceği bir söylemi ortaya at. Karşı taraf kendini aklamaya çalışırken sen amacına ulaşmış olursun zaten! Rakibini hep savunma pozisyonunda tut ki psikolojik üstünlük sende olsun. “Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da savaşlar hep böyle çıkarılmadı mı? Başbakan’ın akıl doneleri de bu yöntemi deniyorlar. Ama kötü bir taklit biçiminde tabi… Mesela Almanya’da Merkel’le yaptığı basın açıklamasında cebinden çıkarıp gazetecilere gösterdiği aylar öncesine ait yemek fotoğraflarıyla Başbakan biraz ters köşe oldu kanımca. Merkel gözleri fal taşı gibi açılarak bu tutuma pes! demiştir herhalde. Çünkü hayretle, tahmin ederim biraz da kıskançlıkla bakıyordu Başbakan’a. “Ben bile bu kadarını yapamazdım!” diye aklından geçirdiğini düşünüyorum.

Ama korkunun ecele bir faydası yok. Tüm bu beyhude çabalar bu haklı ve anlamlı eylemin gücünü gölgelemeye yetmedi, yetmeyecek. Psikolojik savaş yöntemleri, işkencevari taktikler de eylemlerin moral ve heyecanından bir gıdım eksiltmedi. Ama sarfedilen sözler gökkubbe altında nahoş sedalar olarak kaldı. Günü geldiğinde o sözler sahibini rahatsız eder elbette. Çünkü, el eli yıkar, el döner yüzü yıkar.

İnsan şuna hayıflanıyor; hani şair diyor ya, dostluk da düşmanlık da mertçe olsun! Her savaşın kendine göre etik-ahlak kuralları vardır. Başbakanın kimi zaman öykündüğü Selahattin Eyyübi’nin savaş meydanında sergilediği incelikli, ağır başlı, kendini bilen, düşmanında saygı uyandıran tutumunun yanından geçen bir davranışı var mı?

Esamesi bile okunmuyor. Kaldı ki biz düşman değiliz. Ortak vatanda birlikte ama eşit ve özgür yaşamak isteyen kardeş iki halkız…

Cezaevlerinde bedenlerini açlığa yatıranlar da bu gerçekliğe işaret ediyor. Yaşamın doğal akışının sağlanması için böylesi bir eyleme başvuruyor. İki halk arasında göçen köprüleri onarmak, kopan bağları doğru temelde yeniden inşa etmek için çırpınıyorlar…

O nedenle kamuoyuna sözümüz, şimdi ölüm değil, çözümleri konuşmanın zamanı. Eylemlcilerin talepleri etrafında kilitlenmek, taleplerin hayat bulması için daha ciddi ve sonuç alıcı bir gayretin içinde olmak gerekiyor.Toplumda duygusal bir atmosferin olması çok olağan ve insanidir. Ne varki salt duygulanım sorunların çözümüne yetmiyor. Yüreğin sesini dinlemek kadar gereğini yapmak duygularımızı anlamlandırır. Anadilde savunma talebi eğer toplumsallaşırsa, kamusal alanda kaullanım ısrarı genelleşir, kitleselleşirse de sonuç alıcı olur. Bu talep tutuklular ve cezaevindekilerle sınırlı kalırsa ne kadar sonuç alıcı olur? Öte yandan anadilde eğitim talebi en doğal hak iken, devlet, uyguladığı asimilasyon politikalarının gücüne güvenip, bu hakkı bir lüks, olmasa da olur, pozisyonunda tutmasında biraz da bizim yaklaşımlarımız etkili değil mi? Keza Kürt sorununun çözüm anahtarı İmralı’da ise Sayın Öcalan’ın sözünü ettiği sağlık, güvenlik, serbestlik koşullarının sağlanması için daha sonuç alıcı bir yürüyüş ve çaba gereklidir. Hiçbir mücadele kolay koşullarda seyretmemiştir. Çok ağır bedeller karşılığında haklar elde edilmiştir. Mahatma Gandi bedenini açlığa yatırırken Hindistan halkından açlık grevine girmesini değil, İngiltere sömürgeciliğine karşı mücadele etmesini istemiştir. Örneğin pazarlarda İngiliz askerlere mal satmama, ısrarla ve inatla İngiliz kumaşı yerine Hint kumaşını salık vermiştir. Dünyanın jandarması İngiltere, Hint fakirinin önünde böyle yenilgiye uğramış tasını,tarağını toplayıp gitmiştir.

Ezcümle, kimse ölümü ağzına almasın. Ölüm bizden uzak olsun. Daha yaşayacak çok baharlarımız var bizim. Ölümü değil çözümü konuşalım, çözüm için çareler arayalım, çabalayalım. Unutmayalım, barış için ter dökmezsek, gözyaşı dökmeye devam edeceğiz…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Bu savaş ikliminde bile olsa gerekliliktir. Gerekliliğimizdir. Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlanmış olan Selma IRMAK’ın “Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım” başlıklı makalesi hemen bu minvalde okunması, bilinmesi elzem olan tespitleriyle gündelikliğin tatavlasında kaynayıp giden pek çok şeyin farkına varabilmek için yardımcı bir metindir. Selma IRMAK ve Özgür Gündem  Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza alıntılıyoruz. Okudukça ötekisi sandığınıza vakıf olabilmek, anlayabilmek beklentimizi yineleyerek…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Turkey: Respect The Rights Of Hunger Strikers – Amnesty International – Af Örgütü
Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. – Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Jîyan Xweşe – Pervin BULDAN – Yüksekova Haber
Anaların Ahı – Erdoğan ZAMUR – Ajans Amed
Neden Vicdan? – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
Faysal Sarıyıldız’dan Mektup Var! – Sarphanuzunoglu.net
Abdullah Öcalan: Açlık Grevlerine Son Verilsin – ANF
Jailed Leader Calls For End Of Kurdish Hunger Strike – Ivan WATSON & Gül TÜYSÜZ – CNN
B 1’in Tutuklanmasına, Urfamisin’in ve Antepsin’in… – Ahmet NESİN – AN’s Blog
Erdoğan’ın Sinirleri ve Açlık Grevi – Foti BENLİSOY – FB’s Tumblr
‘Meram’ınız Hakkı Öldürüp Vermek Mi? – Ali TOPUZ – Utay
Chomsky: Açlık Grevinin Talepleri Makul – BBC Türkçe
Günler Geçiyor… Gel De Yaşa… – Kollektif Meram – Futuristika.org
Zalimler, Mazlumlar ve Yok Hükmünde Olanlar – M. Ender ÖNDEŞ – Özgür Gündem
Polis, Kolçak’ı Hedef Alarak Saldırdı – ETHA
Demirtaş: ‘Başbakan Tehdidi ve Şantajı Görmek İstiyorsa Türkiye’nin Tarihine Bakmalıdır’ – İMC
Modern Zaman Diktatörleri – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Açlık Grevi Yazıları – Kollektif – Özgür Gündem
Baba, Onlar İnsanmış Ama! – Demiray ORAL – DYH
Le Monde: Çıkmazı Aşmak İçin Öcalan’la Müzakere Yapılmalı – ANF
Haklılığın İnadı / Erdoğan’ın İnadı – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Baş Harfi R… – Özgür Gündem
34 Yalnız Bir Sayı Değildir – Açık Radyo
Elindeki İp Erdoğan’ın Boynuna Dolanacak! – Gülseren YOLERİ – Yeni Özgür Politika
Tehlikenin Farkında Mısınız? – Rober KOPTAŞ – Agos
Bu Davayı Kaçırmamalısınız! – Nebahat Kübra AKALIN – Başka Haber
‘Davaların Hepsi Demokrasi, Hukuk ve Adil Yargılama Hakkına Aykırı’ – Pressout
Mahkeme, Sıcak Suyu Çok Gördü – Elçin YILDIRAL – Sevgim DENİZALTI – Birgün
‘Akif Beki ve CPJ’ – Kenan KIRIKAYA – Pressout
Türkiye’de Hapishanenin Tarihi ve Estetize Edilen Ölüm – Mustafa EREN – BiaMag
2023 Vizyonuna İdam Cezası Yakışır – Hıdır TOK – Başka Haber
Okul Formasıyla Kemik Testi, Sonra Cezaevi – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
14 Yaşındaki Çocuğu Tutuklamak İçin Yaşını Büyüttüler – Medyanın Günlüğü
Zulüm Olağanlaştıkça Zalim Sıradanlaşır! – Amed DİCLE – Ajans Amed
Anadili Temelli Çokdilli ve Çokdiyalektli Dinamik Eğitim – M. Şerif DERİNCE – DİSA
ÇHD: Hayata Dönüş’ün Failleri Hesap Verecek – ETHA
1920’lerden 1984’e Dek Armut Toplayan Bir Halk: Kürtler – Mahmut KAPTAN – Zeki ve Samimi
İsveçli Vekillerden Erdoğan’a Sert Eleştiriler – Murat KUSEYRI – ANF
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu… – H. EYLÜL – Kızıl Bayrak
Pespayeler Zinciri – Kadir CANGIZBAY – Birgün
301 Hâkimi Ombudsman Adayı – Agos
Bakan Şahin, Alevi Evlerinin Counter Strike’dan Etkilenen Çocuklarca İşaretlendiğini Söyledi – İMC
Halka Gözdağı Verilmek İsteniyor – Vural NASUHBEYOĞLU – Evrensel
Bütün Şehri Fişliyorlar – Ahmet ALTAN – DYH
75 Yıldır Dua Edecek Bir Mezarları Çıralarını Yakacak Bir Taşları Yoktur – Ferhat TUNÇ – Yeni Özgür Politika
Ne Mutlu Türküm Diyene! – Erkan Tufan AYTAV – Haber 7 / Agos
Her Şey Olur #529, Draft-Progress-Original – Cem DİNLENMİŞ – CD’s Tumblr
Tanrıkulu: Mayınlar Ne Zaman Temizlenecek – ETHA
Kürt Meselesini Filmlerle Konuşmak – Ayça ÇİFTÇİ – BiaMag
Ana Dilinde Eğitim – Zana FARQÎNÎ – Özgür Gündem
O Darağaçlarını Kuranlar, Hayırla Yadedilmedi Pek.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Renault İşçileri Fabrikayı Terk Etmedi! DİSK’e Geçmek İstiyorlar! – Sol Defter
Taban Örgütleri-TİS Komiteleri Kuralım, Mücadeleyi Kucaklayalım – Bursalı Bir Sınıf Devrimcisi – Kızıl Bayrak
Arçelik İşçisi De Ayağa Kalktı – Evrensel
Çatışmaların Şiddetsiz Çözümünde Bir Duayen Johan Galtung’la Söyleşi – Açık Radyo
Değerlerimiz – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Donkişotlar ve Yel Değirmenleri… – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Ankara’da Devlet Terörü – Kızıl Bayrak
Vatansever! – Lütfi Doğan TILIÇ – Birgün
ABD İsrail Saldırılarını Desteklediğini Açıkladı – Korsan Dergi
Ortadoğu’nun Üvey Evladı: Filistin! – Cengiz GÜNAY- Akademik Perspektif – Medyanın Günlüğü
“Sizinle Konuşurken Bombalar Düşüyor” – Rusya’nın Sesi
#opIsrael – Anonymous Stands By Palestine In This Time Of War And Grief – AnonRelations
Anonymous Takes Down Over 650 Israeli Sites, Wipes Databases, Leaks Email Addresses And Passwords via TNW
İzlanda: Eylem Halindeki Doğrudan Demokrasi – Thorvaldur GYLFASON – Halit YERLİKHAN – Agos Şapgir
‘Kadrolu Yalancılar ve Kirlenmiş Vicdanlar’ – Ayhan BİLGEN – Evrensel
Hiçliğin/Boşluğun Örgütlenmesi – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün
Maraton, Weber, Marx – Ferhat KENTEL – DYH
Yıkılsın Bu Sistem – Hakan TUNÇ – Korsan Dergi
Cumhuriyet’in ‘Pathos’u – Sibel KARADAĞ – Başka Haber
Aşağıdan Bir Meram! – Aşağıdan.org

Paul Corley Official via Bedroom Community
Paul Corley Official via Twitter
Paul Corley On About Disquet via Resident Advisor
Spectral Being Official via Facebook
Spectral Being Section via Microphones In The Trees
Spectral Being Live At No Fun House In Kalamazoo, MI. 15.03.2012
Mogwai Official
Mogwai – A Wrenched Virile Lore Review By Darren CARLE via The Skinny
Mogwai – Rock Action Podcast Series 12 Episodes
Emeralds Official via Editions Mego
Emeralds – Just To Feel Anything Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Emeralds’ Steve Hauschildt Plugs In On The Twinkling ‘Interconnected’ via Fact Magazine
Efterklang Official
Efterklang Official via 4AD
Efterklang – Piramida Albüm İncelemesi – Zülâl KALKANDELEN – Zülal Müzik / Cumhuriyet

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Jon Eswards via Flickr

>>>>>Poemé
Devran Ters Yöne Dönüyor – Bülent ÖZCAN

Dönüyor devran dönüyor,
Devran ters yöne dönüyor…
İşkence, açlık, kıyım var;
Devran ters yöne dönüyor…

Zindan içinde zindanlar,
Kurşuna dizilir canlar,
Ölür nice genç insanlar,
Devran ters yöne dönüyor…

Hiroşima, Halepçeler
Zincirler ve kelepçeler,
Ana babasız bebeler,
Devran ters yöne dönüyor…

Tarih kör topal ve sağır,
Duymaz seni bağır bağır;
Gözyaşı, zulüm ve kahır,
Devran ters yöne dönüyor…

Kaynakça: Şiir

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)

Deuss Ex Machina # 423 – sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_423_–_sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!

29 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a1-Ricardo Donoso – Equivalence Of The Thirteen (Digitalis Recordings)
a2-Ricardo Donoso – Renunciation (Digitalis Recordings)
b1-Discoverer – Personal Clone (Digitalis Recordings)
b2-Discoverer – Memories (Digitalis Recordings)
c1-Maria Minerva – Heart Like A Microphone (Not Not Fun Records)
c2-Maria Minerva – Never Give Up (Not Not Fun Records)
d1-Kim Ki O – Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Ha… (Enfant Terrible)
d2-Kim Ki O – Zorla, Zorlar (Enfant Terrible)
e1-Odesza – Today (Self Released)
e2-Odesza – I Play You Listen (Self Released)

sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!
(423)

latif bir şeymiş gibi durmaksızın dile pelesenk edilerek güne dahil edilen bir iki de değil azalacağına çoğalan, çoğaltıldıkça yekpareleşen algının tam karşılığına denk düşürülebilecek bir tahayyül vesikasını tanımını meydana çıkartan tasvir odağı olarak değerlendirilebilecek kestirmeden bağlaçlardan birisidir: şov yapıyorlar. dur durak bilmeden laflara devam edildikçe, her duruma uygun bir kulp olarak takılabileceğine biat kanıksatıldıkça değme mizansenlerin değil süslenip, püslendikçe, ambalajı açılınca ortaya dökülecek rezaletlerin kamufle edilmesinin önünü alabilmek için sıklıkla başvurulagelen bir tanımlama şov yapıyorlar. her durumda onun bunun v şunun sorunlarına kulak kabartıyoruz biz yahu diye dillendirilirken erkçe, payandalarınca aslında sese ehemmiyet göstermeyenlerin, seslenişlere önem vermeyenlerin kopan çığlıkları kuru gürültü sanmaları üzerinden kısaca değinebileceğimiz bir özetleyiş hali dahilinde sürümcemesiz, sekmesiz kullanageldikleri bir tanımlandırıcı şov yapıyorlar. kendilerine göre işin doğrusunun neden mürekkep olup neleri kapsadığını onun ötesindeki tanımlandırma, dillendirme çabalarının topyekün bir kırmızı çizgi ihlali, kutsala hakaret olarak değerlendirildiği ahir zamanın içerisinde şov yapıyorlar kendi sığınaklı, korunaklılık hallerinin devamlılığında neleri kapsam dışında tutmaya devam ettiklerini istemeye istemeye gösteren bir veçhenin kendisidir. bizahati oldur.

kolay lokma görülerek dokuz sütuna manşetlenen, linç mangalarına ne haliniz varsa görün ama işin içerisinde bizim olduğumuzu çaktırmayın yollu göndermelerin, hedeflemelerin, söze söz katmaların yanı başında durmadan zihne takılan bu ülke bu kadar mıydı, bu ülke bu kadar sığı yaşayan bir mabad mıydı kısmının tamamlayıcısı olan bir edim haline indirgenebilecek bir terimdir: şov yapıyorlar. kast edilen, tapelerde, yazışmalarda, binbir hokkabazlıkla ortalık yerde sergilenen bunlar, şunlar suçlu, bi’tabii ki öyle olduklarından bunu v şunu yapmaya çekinmiyorlar. ama yemedik, böldürmeyeceğiz, kafamızı kırsalar da dinlemeyeceğiz, insanı yaradandan ötürü sevsek de bu zevzekleri sevmeyeceğizleri bir arada gösteren, tekmili birden ortaya koyan acınası bir vesikanın okunabilirliğinin ta kendisidir o şov yapıyorlar seslenişi. nasıl, neden sorgularını çoktandır kenara atmış bulunanların dillendirip, sunageldikleri alışılageldikleri yeniden ağız, burun, kulak tıkayarak, istiflemelerinin başkaca bir okuması söz konusu edilebilir midir?  kabadayılıklarının altında peyperdey linçci güruhların işlerinin kolaylayacaklarına emin olup, yol almalarının bunda pay sahipliliğini sakınmadan bir kere etrafınıza, çevrenize, çerçevenin kenarına baktığınızda hayatın hiç de atfedildiği kadar toz pembe olmadığının özetlenişi karşınıza çıkacaktır.

birbirlerine karşı demediklerini bırakmayanların, iş ötekisi olunca nasıl da el birliğiyle danaya girer gibi ortaklığa giriştiklerini, varsıllıklarını, hükümranlıklarını bu kemikleşmiş faşist tutum ile beraber ne var canım şov yapıyor hep aynı şeyi söyleyip duruyorlar manzumesinin altında koskocaman bir insanlığın katlinin söz konusu edilebilirliğinden bu kadar ırak durulması başkaca nasıl izah edilebilir ki? değinileri, atfedişleri, insanların tam da gırtlaklarına kadar tepelemesine zorlanmalarının, şartların hep alehyte kullanılmasının neticesinde nefes alacak bir alanın bile bırakılmadığı bu cenahta, gaz bombaları, biber gazları, ağır hakaretler, sinei coplar yetmez o kadarı falakalar, kameraların ışıkları kapansın bakalım el mi yaman bey mi yamanlar, az bile etmişizler, oh olsunlar, dibi kuruyasıcalar, kökleri kurutulasıcalar gibi nedamet getirip kim olduklarını açıklık boyutunda çekincesizce sergileyenlerin bir aradalığının nasıl da yatsıya kadar yanmayan mum kadar olduğunu bir kere daha kanıtlamaktadır. yalancıların mumu gözlerimizin önünde sönmekte bir kere daha! erk, payandalarının hep beraber kotardıkları ileri demokrasi şablonu içerisinde izleri silinenlerden sonra bir izleri silinecek daha bulunasıya kadar önümüze çıkartılan vesika, asacağız, keseceğiz kanımız ile boğacağız, öcümüzü alma, hıncımızı çıkartma şansımızı bu sefer kullanacağız yollu değinilerin kendisi “şov yapıyorlar” kısmının kimlerin elinde ne olduğunu, nasıl okunabileceğini bir kere daha zihine kazımaktadır.

gösterilip, sunumlandırılan ana akım haber bültenlerinden, boyalı basınına kadar mizansen değil hakikat diye tasvirine girişilen yegane şey anlaşılmazlıklarla donatıldıkça olmayan sorunların, varlığı bir türlü tespit edilemeyen atfedilemeyen kimliklerin, dillerin vesair pek çok şeyin karşısında devletin algısının, kırmızı çizgisinin yeniden tadiline girişilmesi, dönüştürülmesi karşımıza çıkmaktadır. ne de olsa beyimiz, başvezirimiz diline şeref yoksunluğunu ifade etmek için bir kıvılcım aramasına gereksinim duymaması günümüzün şartlanmışlıklarındandır. elzem olanın sahne düzeninde yazı akardan geçirilecek bir başka ötekisine laf yetiştirmektir… her taşın altında bir örgüt, her taşın yanında bir öldürülesi, yok edilesi varlığın hayattaki yerlerinin de büyük biraderce bir kere daha gözden geçirilerek, nefes bile alınamayan o tipleri bozuk cezaevlerinden birisinden birisine tıkılmalıdır. layığı budur. gün doğmadan operasyonlarla, gün doğup güneş yükselirken bir yerlerden artık yeter artık ~ edi bese diye ses edenlerin derdest edilmeleri için her türlü önyargının devreye dahil edilerek sergilendiği linçlere, gün geceye kavuşurken ister sanalı, ister ekranı isterse sokağı olsun cık cık cıklarla bunlar hala aramızdalar, yedirmeyiz, böldürmeyiz, geçindirmeyiz atfedişlerine varasıya kadar kör bir hiddetin zincirleme tekrarlarına varasıya bir gerçeklik hayatlarımıza lehimletilir. budur gerçekliğiniz diye işittirilir.

durmak yok yola devamdır haddizatında gerekli olan, yemek yiyip durmaktan ömrü hayatlarını tehlike sınırının çoktan ötesine taşıdıklarının farkına bile varamayanların seslenişlerinden! hayata tutunuşlarından tek anlamamız gereken budur. varsay yoksa tıkınmak!. bunu kendilerine dert edinerek daha önce neler olduğunu enikonu bilenler, balık hafızasına teslim olmayanlar için vebalin büyüklüğü seslendirilmek istendiğinde ekmeğimize ortak olmak isteyen hainler, bölücüler sayıklamaları, bir dolu ağız kalabalığı küflü küfürler v daha nicesi. gelip vardığımız noktanın bunca hezeyan dolu, nereye baksan kapkara olmasının yanında neden sorgusuna girişilmeksizin, niçin böyle şeyler oluyor kısmı es geçilerek şov yapıyorlar bahsi açılıp durulurken insanlık ne yana düşmektedir? insanlıktan geriye zerre kalmış mıdır? kalabilmiş midir? bir oyunun, mizansenin içerisinde değiliz ki durup da orasını, kesip burasını biçip düzeltebilelim kanıksanıp duruldukça çehresi, kapsayışı bunca geliştirilen bu gayya kuyusu halini. ölümleri, direnmeyi, hayatın her ne olduğunu ifade etmeyi, ana dili, varlığı, sözcükleri, sana benzemeyeni, senin gibi olmayanı, biat etmeyip kendi yolunda gidenleri, ekmeğini taştan çıkartsa da bunu ikide bir kafasına kakılacağını bilse de bu topraklarda yaşama v yaşatma arzusunu dillendirenleri yıkarak, yıkayarak biber’den başlayıp ne idüğü hemen hemen bilinmeyen kimyasallarla ehlilleştirmeye yola çekmeye gayret ederek nereye ulaşılacaktır?

nereye ulaşılabilmiştir ki bundan sonrası daha ehven olarak tanımlandırılabilsin. her defasında kelamın insanlık ile buluşturulmasına bunca mani olunan, engel çıkartılan, o demokratik cennet vaadinin kurtlanmışlığı karşısında insanım diyenlerin söyleyecek sözleri tükenince durumumuz, halımız ne olacaktır? nereye varacaktır!. şov yapıyorlar argümanının etrafında, en üstünden neredeyse düz ayak mavili inş mangası üyesine kadar herkesin ağız birliği etmişçesine söylediği yetmiş milyon sizi izleyecek, haksızlığınızı görecek şarlamasının, hiddeti makulleştirme çabasının yanı başında soralım bir kere daha. dört yanı uçurum olan bir yer ne kadar yaşanılır kıldırılabilir ki? nereye kadar ehven olarak tanımlandırılıp bunca aymazlığın üzeri kapatılabilir ki? halen bu yapılabilir ki. birbirimizin yaralarına merhem olmak bir yana insafsızca birbirimizi yermeye, sonumuzu mümkün olan en yakın süreye indirgemeye ant içmiş muktedirliğin daraltımlarının ötesine varma çabasına, ortak izana daha kaç vardır? kaç aşılması gereken etap yıpranıp sinire kesilmeden söze sahip çıkmak nerede mümkün olacaktır. bu mendeburluk vesikalarının toplu geçişinden sonra kardeşliğin masal olmadığının ispatı söz konusu edilebilektir bu sathı mahalde. büyük sözlerin gümbürtüsünde inceden çığlıklar kopup duruyor, aksaray’da, bursa’da, malatya’da, dersim’de, amed’de, colemerg’de roboski’de adını sanını bile duymadığınız/mız yerlerde.

her büyük sözün, laf ebeliğinin yanında bir gümbürtüdür gidiyor insanlığın lincinden önce inilecek bir durak aranıyor! var mıyız, yok muyuz sorgusunda yaşar kemal’in dediği “batmış bu türkiye” çıkarsamasına da kulak kesilerek, önem atfederek öldürmeyen bir cenahın oldurulabilirliğine zihin patlatmadıkça, merak etmedikçe, bu hiddet sarmalında boğulacağız ötesi yok! farkına varır mısınız! bir dakikalığına. unutmayalım yaradandan ötürü sevildiğimiz dillendirilen o kardeşlik masalının, şov yapıyorlar zımbırtısının nasıl foyasının aktığını görmek için etrafınıza bir göz atın, fark edebileceksiniz!.. ikrar edilip, muhteviyata dahil edilen, sürekliliği biçimlendirmelerin, anlık algılamaların günün taşımış olduklarının hemen paralelinde derlenip toparlandığı, öyle tanımlandığı; detaylarınn önemsiz tespitlerin gereksiz itirazların istisnasız bizi mi sınıyorsunuzlara denk düşürüldüğü, eşik arkadaşı eylendiği bir şeylerin tersinde ilerletildiğimizin kesintisiz bir şekilde sunumlandırıldığı büyük sözler dünyasındayız. sofrasındayız. dile her dem pelesenk edilenlerin muğlak doğrulardan ibaret her dem bu toplum için en iyisi budur bakış açısı üstten iteklemesi, yandan topaçlanmasıyla bütünlüklü bir oyunda eksiksizliği hemen her gün meydana çıkan bir nesneler tümleticisi, olayların özetleyicisi haline dönüştürülen büyük sözler.

fecaat, felaket, fitne fücur ortak yapımında kapı baca v dört duvar menzilinden handiyse arşa yükseltilirken, gösterilirken halen ayaklarımızı yere sağlamca basıyoruzlarla, bize hiçbir şey olmazların yıkıntılarının öte yanında duyumsatılmaya devam edildiği büyük sözler. ya hizaya çekiliriz, ya pışpışlanırız. ya efendilik içindir ya da zıpçıktılık etmememiz adına bir uyarı!. ya vatan sevgisinin ölçü biriminin tam v eksiksiz sınayıcısı yahutta büyük ustanın bahsettiği hainlik edenlerin alınlarının karışlayıcısı. ya bu sürünün içerisinde fazla ses etmememiz gerektiğinin hatırlatıcısı, dokunan yanar tümcesinin doğrudan usa kazıtıcısı, belleticisi. öyle veya böyle o veya bu, bu iletişimsizlik hali üzerinden sağırın duymadıkça uyduruvermesi gibi ne eksik ne fazlasını bağşeden büyük sözlerdir bu meramın şimdiki durağı. günün getirdiklerinde dört bir yana akıl fikir, özgürlük, özgünlük, kadirşinaslık, hakkaniyet dersleri sunumları verilip durulurken buraların nasıl müdanasız bir hiddetle beraberce ayar üstüne ayarın bina edildiğinin vesikalayıcısı büyük sözler. her defasında elini korkak alıştırmadan bütün beklentileri, yan yolları ortaya çıkartacak tahayyülleri atılıp tutulan engin hoşgörünün dışarıda satılırken içeride son kerte dahilinde gereksiz bulunduğunu bizahati erkin, iktidarın lügatından gösteregelen, kanıtlayıcısı haline dönüşüveren büyük sözler.

büyük lokma ye ama büyük söz konuşma diye şıppadanak yurdun özlüsündeki konusu edilmiş gel gelelim hamuduyla her ikisinin de bir arada götürülebileceğine, aynı davada tekleştirilebileceğine kani olunmuş, buna inanılmış zorlukların üstesinden gelmeyi değil vahim olanın da “derin” bir karanlığın sürekliliğine alıştırılmaya çalışıldığımız bir mütehassıslık sahasındayız. denekliğimiz bugün önce o tukaka dediklerimize, yarın hepinize, her birinize denilerek bir anda yükseltilerek, asabiyetinden şaşmaz hiddetinin ayarsızlığından şüphe taşınılmaz muktedirlik makamının cümle ortaklığını büyük sözler tasvirinin dikenlerini irdeleyebilme olanağını sunmaktadır. bol bol harcananlar duruma uygun bir kumaş olarak değerlendirlip kesilip biçilen kah ileri demokrasi, kah fikir özgürlüğü kah ifade hürriyeti vb. nasıl da ustalıkla aynı bedbinliğin yollarında arşınlatıldığını örnekleyebilmek için fazla uzağa gerek yoktur. bir kaç günlük “neşriyattan”, o yekünden arta kalanlardan çıkartılabilir. bir daha olmasınların nasıl ikide bir karşımıza konumlandırıldığı yine yeniden irdelenebilir. bir daha olmasın diye didişiledurulanların mübalağasız şimdilerde yeniden tam v noksansız bir biçimde yeniden tanımlandırılmasını gözlemleyebilmek söz konusu edilebilir. hakikat bildirimini bir kenara terk edip muktedirleştikçe dün ki mazlumluklarını o kara toprağa verenlerin vicdandan, bunca tahrifattan sonra geriye kalabilenleri de linç ettirme çabalarının izleri sürülebilir.

ahvalin orta yerini biber gazı v tazyikli suyla donatıp, yükletip sırayı kollar asayişi sağlar görünürken, lacilerini giyenlerin alkış kıyametinde agorada avaz avaz bunlar bucu, bunlar öcü, bunlar gulyabani demeyi âdet edinenlerin seslendirişleri son kertede savunma hakkı bile tanımayan bir ileri demokrasi pratiği olarak hayata dahil edildiği   meydandadır. her bağrış çağrış, tatavla bir çığlığın önünü alabilmek, mani olmak adına bir gerekli araç olarak görülüp buna göre hareket edildikçe ana akım siyasetinin, düşünselliğinin, manşetlerinin, yazınsalının v enikonu çekip, sıkıştırılıp kırk karaktere kadar indirildiği öz tahlillere yol v zemin sağladığı ortada olandır. bunca yok bellenmişken sorun, önemsenmezken öteki denilenin tasavvuru, hala vurun abalıya trajedisi ikiletmeksizin sergilenmeye devam edilmesi menfurlukların henüz tükenmediği bir vesikayı tanımlandırmaktadır. görünür kıldırandır. linç etmeyi neredeyse ata sporumuz, geniş hoşgörümüzün bir tamamlayıcı öğe v unsuru olarak ele alıp, böyle belleyenlerin bursa’da eyledikleri neticesinde bir cana mal olan nümayişler! o vesikanın dahilindedir. nasıl taş atıyor ekmek verdiklerimiz, suyumuzu paylaştıklarımız kolaylamasının bir kere, iki kere değil daha binlerce kez sunulup takdim edilebilmesi için bir aymazlık düzeneği. faşist gündem.

tosunlar bizim çocuklar, barikat, korunaklı alanın dışındakiler içimizdeki hainler, ne idüğü belirsizi tanımlayacak olanlar metaforuna tutulup zamklandıkça sözün kendisine varmaya basbayağı uzun bir yolumuzun olduğu günyüzüne çıkmaktadır. dışarıdakiler tıkınıyor içeridekilerse ölümü bekliyorlar iş güzarlığını   da bu değinide bahsetmeden geçmeyelim. orucun mideyi boş tutmak için değil zihni toparlamak kendini bulmak olarak tanımlanageldiği bir toplamda içeriden tüm olumsuzluk, şiddet sarmalında 1-0 yenik sayılıp öyle ayrıştırlanların seslerini duyumsatabilmeleri, neyin ne olduğunu idrak etmek, ettirmek adına tercihlerini böylesine çapsızca alaşağı etmek, toplama kamplarında keyifleri yerindeyken! ızdırabı tercih ediyorlar algısını dillendirmeye teşebbüsler elli günü aşan bir sürenin ardından hala sorunun anlaşılmazlığa tahvil edildiğini yeniden duyumsatmaktadır. acının sonsuzluğu yükümüz. bezirganlığın oyunları sonsuz bir tahakküm çemberinde içten içe hepimizi çürüttüğünün özetleyicisidir. en aykırı şeyler seslendirilebilirdir gel gelelim bazı konular hala dokunulmaz tabu. o tabulara ilişmemek salık verilir bir kere daha. bildirgeler açıklamalar v değiniler salt insanı muhafaza edebilmek en asgarisinden o bağlam üzerinden bir arada kalabilmeyi simgeleştirme derdindeyken manifosto benzeri karşı atak v hücumlar, yığınlar halinde biz ne diyorsak onlarla bu gayya kuyusunda enikonu nefessiz, yalın ayak, başı kabak dımdızlak ortaya bırakıldığımızı netleştirmektedir.

hain arayışının, illa benzeş doğrultuda kelamlar eylemenin bugünkü yaşadığımız kara günlerin dahlinden çıkışı sağlamayacağıysa muhakkaktır. ellerini kanla buluşturanların ne cezaevlerindeki çığlıkları, ne dışarıda kalabilmişlerin ağıtlarını, balkon konuşmasında atfedilen yüzde ellinin dışındaki nüfusun sesleniş, tepkimelerini önemsemediği dahası yangına körükle gitmek şıkkını halen diri tuttuklarını belirtirsek bu memleketin haleti ruhiyesi daha net anlamlanacaktır. sağırlık basit bir türetme değildir!. bir sonuç hele bu tablonun tam karşısında ise hiç değildir. en kolay sorunlarda bile belirli bir  birlik dirlik aranırken halen bu toplumun yaftalananlarına, adlarına handiyse ciltler boyunca hakaretler ihtiva eden iddianameler, vurgulamalar, önyargıların beraberliği ile pekiştirilen aymazlık, umursamazlık insan ben hala diyenler için sınavların yeniden başladığını tam v noksansız olarak göstermektedir. büyük sözler sarf edilirken bu yandan o yana arada çarçur edilen, heder edilen, mundar edilip üzerinde tepinilen insanlıktır. çizginin ötesi berisi, şusu busu bir yana salt duyu, salt gerçeklik bu mevhumun okunabilirliğini kolaylaştıracaktır. devrilen her gün yıkılmış tabuları (öyle sanılanı) yeniden bina etmeye namzet teşebbüslerin varlığını gösterir. bunca yarıda konulmuş- bırakılmışlık dahilinde dün öyleydi, bugün farksız yarın benzeş savlamasının yekpareliği bunun muhafaza edilmesine gösterilen çabalanım son tahlilde aslen nereye doğru ilerlediğimizi, yahut tersini hiç de filozofik olmayan bir sonuçla buluşturmayı mümkün kılar. dallar kırıldıkça, ağaç kuruyup çürümeye terk edildikçe dışını pirupak eyleseniz kaç yazar ki içerisinde bunca acıyı beraberinde taşıdıktan, hepimize yük ettikten sonra. yapraklar döküldükçe meraklanmayınız yine çıkacaktır şartlanmışlığına mutlak teslimiyet diretildikçe o dökülen yaprakların birer ikişer canlar olduğuna kani olunmadıktan sonra neyi düzeltecek. düzü eğriyi noksansız hissettirecektir betimleyiş. an yığın halinde büsbütün karanlığı, gün ne kadar aydınlığı göstere gelse de az ötemizin ‘boran fırtınası’ olduğunu paylaşmaktadır. anlayabiliyor musunuz…

>>>>>Bildirgeç

İnsanlar ve Yabani Arılar – Mahmut ALINAK – Radikal 2*

“Devlet bizi darağaçlarında asarak değil F tipi mezarlıklarda çürüterek öldürüyor” diye yazıyor, Tekirdağ 1 nolu F tipi cezaevinde yatan ağırlaştırılmış müebbetlik mahpuslar.
Türkiye ’de idam cezası kalktı ama adı konulmamış ölüm cezaları daha da ince metotlarla devam ettiriliyor. Bunun nasıl yapıldığını gelin Tekirdağ 1 nolu F tipi Cezaevi’nde yatan ağırlaştırılmış müebbetliklerle düşünsel bir yolculuğa çıkarak görmeye çalışalım. Mahpusların Tekirdağ İnfaz Hâkimliği’ne yolladıkları 26 sahifelik dilekçeden işte bazı satırlar:
“Cezaevinde yatacağımız sürenin karşısında ölünceye kadar diye yazmaktadır. Yani, seni asmıyorum ama cezaevinde öldüreceğim… Abdullah Öcalan ’ın 40-50 yıl sonra çıkacağı korkusu yasaya damgasını vurmuş ve böylece siyasiler infaz dışı bırakılmıştı. Ziyaretçilerimiz de bizimle birlikte cezalandırılıyor. Anne ve babanla birlikte görüşemezsin, iki çocuğun varsa ikisini aynı anda kucaklayamazsın.
Kapatıldığımız hücrelerde iletişimsiz, üretimsiz, sosyal ilişkisiz, tecrit edilerek tek kişilik bir yaşam sürmekte. Tüm bunlara ilaveten adım atacak yeri olmayan, hareket edilemeyen, havasız, güneşsiz, nemli, daracık bir tabutluk, mezar. Yattığımız ranzanın kenarında 75 X 75 cm’lik plastik bir masa ve bir sandalye. Masa fazla yer kapladığı için hücrede yürüme zorluğu. Bu masaların daha ufak masalarla değiştirilmesi talebimiz yıllardır kabul edilmiyor. Ölünceye kadar burada yaşayacaksanız hücrede yürümek için sihirbaz olmanız gerekecektir. TV ’yi 1-2 metreden seyretmek zorundasınız.

Beton duvar
Günün 21 ya da 23 saati kapalı hücrelerde boğucu bir havasızlıkla sarılmış haldeyiz. Demir kapı devamlı kilitli, pencerenin önünü sekiz metre yüksekliğinde beton bir duvar kapatıyor. Bir nefeslik temiz havaya hasretiz. İçeride sirkülasyon olmadığı için bir sigara içildiğinde sigara dumanı bir bulut gibi hücrenin ortasında asılı kalıyor. Bunun için çoğu zaman hava havlu ile temizlenmeye çalışılır. Hava almak için pencereye yapışılıp derin nefesler alınır.
Hücrelerimizin zemini ve duvarları beton olduğu için yaz kış sürekli nem var. İçerideki kokular ve toz hücrenin duvarlarına yapışır. Bütün bunlara bir de tuvaletin nemini ve kokusunu ekleyin. Sayım için hücremize gelen gardiyanlar içerideki havasızlıktan rahatsız olurlar, bazıları iğrenip burun kıvırır, bazıları da farkında olmadan burnunu tutar. Bizler o havasızlığı, o nasıl olduğu bilinmez kokuyu yıllarca soluyarak ömür tüketiyoruz.
Yazın ve kışın beton zeminin tuvalet tarafında sürekli beyaz bir küf ürer. Bu küf metan gazı benzeri bir koku üreten bir mantardır. Kışın tüm bu olumsuzluklar üç beş kat daha ağırlaşır. Nefes almakta zorlandığımız günler daha da çoğalır, tüm o küflü bakterili kokular ciğerlerimize yapışıp kalır. Böylece biz farkında olmadan ciğerlerimiz çürümeye başlar.
Yaşamın kaynağı olan güneş, bilimin canlılar için vazgeçilmez dediği güneş bize yasaktır. Mezar tipi hücrelerimiz güneş almayacak şekilde dizayn edilmiştir. Güneşsizliğin ağır tahribatını öğrenmek için doktor raporlarına bakmak yetecektir.
Banyoyu tuvalet taşı üzerinde yapmak zorundayız. Banyo yaparken hücreyi devamlı su basıyor. En belalı olanı ise, daracık tuvaletteki lavaboda bulaşık yıkamak. El yüz bile yıkanamayan ufak lavaboda bulaşık yıkamak için türlü cambazlıklar yapılmak zorundadır. Bulaşıkların konulacağı bir yer olmadığı için altı yıldır tabaklar yıkanırken mutlaka yere, tuvalet taşına düşer, onlarla yemek yenir. Neyin hijyenini, sağlık koşullarını anlatalım…
Havasız, nemli, kokulu ortam, tat ve koku alma duygusunu bozuyor. Dar alana bakan gözler bir zaman sonra bozuluyor. Ancak bunlar içinde sağlık açısından en ağır tahribat yapanı sese karşı duyarlılığın artmasıdır. Damlayan su sesinden bile rahatsız olursunuz. Uzun süreli hücre yaşamında kulak çınlamaları, ses patlamaları gibi rahatsızlıklar artmaktadır. Annenizin, çocuğunuzun fotoğrafını başucunuza asmanız yasaktır. Bisküviden pasta yapmak yasaktır. Karton ve mukavva ile el işleri yapmak, boya kalemleri ve daksil yasaktır. Akla hayale gelmeyen yüzlerce yasak…

Yaşam biçimi
Yüzlerce, binlerce gün birbirinin tekrarıdır. Giderek yaşamın tüm renkleri silinir, yok olur. Yaşam koşullarının sınırlılığı beyin faaliyetlerini de köreltiyor. Kısa süre sonra astım bronşit, buna bağlı kalp hastalıkları, romatizma, eklem ve kas ağrıları, diş dökülmeleri, görme bozuklukları, kulak çınlamaları, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, algıda güçlük, hafıza kaybı, uykusuzluk, düşünceyi toparlayamama gibi rahatsızlıklar baş gösteriyor.
Hücre, dünya cezaevleri tarihinde geçici bir cezalandırma uygulaması iken, bizim için bir yaşam biçimine dönüştürülmüştür…”

Salkımsöğüt ağacı

F tipi mezarlıklarda ölüme terk edilen mahpusların bazı bölümlerini yukarıya aldığım dilekçesini okurken, düşüncelerim beni alıp sık sık birkaç hafta önce Kars’taki evimizin önündeki salkımsöğüt ağacını binler halinde istila eden yabani arılara götürdü. Güneşli bir öğle vakti yağmur yüklü siyah bir bulut gibi kanatlanıp vızıltıları ile ortalığı velveleye vererek, gelip salkımsöğüt ağacının üstüne kondular. Öldürücü oldukları için tedirgin olduk, onları kaçırtmak için ateş yakarak ağacı dumana boğduk, fakat hiç istiflerini bozmadılar. Sonra ağaca ilaç sıktık, yine de umurlarında olmadı. Telaşla İl Tarım Müdürlüğü’nden ve arıcılardan yardım istedik: “Eve topluca saldırabilirler, yuvalarını bulup dağıtmanız gerekiyor” dediler. Bir sabah gün doğarken kalkıp uzun uzun çevreyi araştırdım ve karşı komşumuzun bahçe duvarının içinde kurdukları yuvalarına ulaştım. Akşam karanlığında yuvanın ağzını bir parça alçı ile kapatsam onlardan kolaylıkla kurtulacaktık. Bunu yapmayı düşündüysem de gönlüm onları yuvalarında ölüme terk etmeye razı olmadı. Kendimi katil gibi hissedecektim. Şimdilik bize dokunmuyorlar. Kışa doğru çiçekler tükenince acıktıklarında saldırırlar mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yaşamımız için bir tehdit oluştursalar da onlar gece derin uykularındayken yuvalarının ağzını kapatmayacağım.
Bazen salkımsöğüt ağacına yaklaşıp onları seyrediyorum. Aile ilişkileri tam bir eşitlik, dayanışma, hak tanırlık ve adalet üzerine kurulmuş. Birlikte yaşamanın paha biçilmezliğinin farkında olarak -bedenlerinde taşıdıkları öldürücü zehre rağmen- iç ilişkilerinde birlik ruhunu zedeleyecek her türlü taşkınlığa, saldırganlığa ve bencilliğe uzak duruyorlar. Yaşamlarını insanlara nanik yaparcasına sükûnet içinde geçiriyorlar. Yabani arılar böyle bir yaşam sürdürürken insanların insanlara yaptıklarına akıl sır ermiyor.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar. Çoğunlukla bakarak, görerek anlamaya, anlamlandırmaya nail olunan bir zaman diliminde kelimelerin sunduklarıyla yaşadığımız günceyi tanımlayabilmek başımıza gelenlerin ötesine vakıf olabilmek için halen önemli bir şansıtır. Her ne kadar aynı sözcükleri defaatle kullansak da birbiri üzerine tahakküm kurmadan o söz dağarcığı dahilinde belirgin olmayana dair okumalar gerçekleştirilebilir. Belirginleştirilmeyen muğlak konulanların her ne olduğu anlamlandırılabilir. Mahmut Alınak’ın Radikal 2 içerisinde yayınlanmış olan İnsanlar ve Yabani Arılar başlıklı makalesi de bu minvalde değerlendirilmesi gerekli, günün önemli okuma parçalarından birisini oluşturmaktadır. Sayın Mahmut Alınak’ın ve Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına sığınarak metni sayfamıza iliştiriyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Ölüm Orucu – Notlar – Ulus BAKER – Birikim
İnsanlar ve Yabani Arılar – Mahmut ALINAK – Radikal 2
Cezaevinden Mektuplar – Zeynep ALTINKAYNAK – Züleyha YILMAZ – Ajans Amed
Ölüm Oruçları: Benerci Kendini Neden Öldürdü? – Funda TOSUN – Agos
Açlık Grevi – Quadroz – Siyaset ve Ekonomi
Rehavet İçinde Ölümleri Beklemek – Ece TEMELKURAN – BBC Türkçe
Acı Komik – Bülent USTA – Birgün
Onbinlerin Dönüşü – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Bu Bir Zulümdür, Günahtır, Ayıptır! – Aysel DOĞAN – PolitikART
“50 Günde 18 Kilo Kaybedenler Var” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Açlık Grevindeki Tutukluların Yakınları Konuştu: Elimiz Kolumuz Bağlı – Mehveş EVİN – Milliyet
‘Devlet Pazarlık Etmez’ – Roni MARGULIES – Taraf – Marksist.org
Kürkçü: Açlık Grevlerini Bitirmek Hükümetin Elinde – Ertuğrul KÜRKÇÜ Resmi Sitesi
Hayatta Ne Hayatın Kendisinden Daha Kıymetli Olabilir Ki – Mahir Ünsal ERİŞ – Agos ŞapGir
Ölüm Oruçları, Sorumluluklarımız ve Utanç Tabloları – Nabi YAĞCI – Düzce Yerel Haber
Betonda Boy Veren Karanfile Yazılmıştır – İsmail Güney YILMAZ – Sendika.org
Gazeteci Mavioğlu: ‘Ölüm Değil, Çözüm İstiyoruz’ – İMC
Hekim Gözüyle Açlık Grevleri – Açık Radyo
Toplumlardaki Barış Kültürü – Şizokrat – Solukbeniz
Başlıksız – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Ölüm Sesi!.. – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
Asker Ölümlerinde Kimden Şüphelenmeliyiz? – Ayhan BİLGEN – Evrensel
Yası Tutulmayanların Hayatı – Meral ÇİÇEK – PolitikART
BDP Tarafından ‘Topyekun Direniş Günü’ Olarak İlan Edilen 30 Ekim’de Açlık Grevlerine Destek Eylemlerinde Gözaltına Alınan 12 Kişi Tutuklandı – Kollektifler
Silivri’de Kürt Siyasetçiler Tek Kişilik Hücreye Alındı – ETHA
AKP’li Komisyon Başkanı: Açlık Grevi Emaresi Göremedik – Rengin ARSLAN – BBC Türkçe
Aydoğan: Laf Değil Adım Atma Zamanıdır – ANF
Dün Kazan, Bugün Erdoğan – Fatih POLAT – Evrensel
Herkes Her Şeyi Yiyor – Ayşe BATUMLU – Özgür Gündem
Açlık Grevi Tutuklusuna İşkence! – Korsan Dergi
Erdoğan Bir Telden, Ergin Başka Telden Çalıyor – Emek Dünyası
Kuzu Şişi ve Kürtleri Götürmek – Demiray ORAL – Taraf – DYH
Hipodrom Cumhuriyeti, Açlık Grevleri, Hayat Gerillacılığı – Melih PEKDEMİR – Birgün
‘Şov Yapan Tek Kişi Başbakandır’ – ETHA
Yiyenler ve Yemeyenler – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Bursa Valisi’nden Ülkücülere Teşekkür! – Yurt
AB: Açlık Grevlerini Kaygıyla İzliyoruz – BBC Türkçe
Oğlum Dağdan İnse Benden Daha Az Ceza Alacak’ – Oral ÇALIŞLAR – Radikal
Abdullah Öcalan’ın “Kudreti” – İrfan AKTAN – Bir + Bir
İleri Demokrasi’ye Karşı Ütopik(!) Anarşizm – Cansu BOZKURT – Solukbeniz
Otomatik Otoriter Ruh – Mithat SANCAR – Açık Radyo
‘Gazeteciyiz Ama Önce İnsanız ve Şimdi De Yaşamın Yanındayız’ – Emek Dünyası
Zalata Tabaa – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Sanatın Her Alanına Müdahale – Ateş KARLI – Solukbeniz
Bir Milyon Kişi – Ferhat KENTEL – Taraf / DYH
‘Terörle Mücadele’ Adıyla Yaşatılan Terör – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Baskılar Konusunda Kendi Kendisiyle Yarışan Ülke – Hüseyin ALİ – Yeni Özgür Politika
”Uvvv, Hem Kürt Hem Alevi, Bir De Teröristir Şimdi O..” – Ezgi Ç – Radikal Blog
Sözünden Utandığın – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Is It Time to Reconsider The PKK? – Michael RUBIN – Commentary
‘Terörü Destekleyen Ülke’ – Aydın ÇUBUKÇU – Evrensel
“Milliyetçiliğin Sonundan” Faşizme: Avrupa Üzerindeki “İkinci” Hayalet – Foti BENLİSOY – Agos ŞapGir
Kriegstreiber Unerwünscht! – Nick BRAUNS – Jungewelt
‘Er Ist Immer Noch Krank’ (O Adam Hala Hasta) – Perwer YAŞ – ANF
AKP’nin Dış Politikası: ‘Sıfır Sorun’dan ‘Aktif Taşeronluk’a… – soL
Ottoman Déjà Vu? – Conn HALLINAN – Counterpunch
Değişen Milliyetçilik (3): Yeni Milliyetçiler (Yeni Osmanlıcılık) – Aydın ŞELTE – Sendika.org
Jirayr Reisyan: Halep’te Yanan «Surp Gevorg» Kilisesi Uzun Bir Süre Sonra Onarılır – News Armenia
Kesintisiz Asimilasyon! – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Ferhat’ı Öldürseler… – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Zülfü Livaneli: “Cezaevlerindekiler Ölsün” Diyen Faşisttir! – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Neden? – Metin YEĞİN – Özgür Gündem
Radikal Dezenformasyon! – Emek Dünyası
Ahlaksız Habercilikten Vazgeçsinler! – Gözde ÖNDER – Korsan Dergi
Meğer Türkler, Türkiye’de Küçük Bir Azınlıkmış! – Gökhan KAYA – Haberdesin
Öğrencilerden Yeşilay Başkanına Suç Duyurusu – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
Cemaat Bataklığından Gerillaya Bir ‘Abi’nin Hikayesi… – ANF
İşte Faşizm! – Gülseren YOLERİ – Yeni Özgür Politika
Slavoj Žižek – Dlisted via Lacan Blog
Yol Güvenliği – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Rakel Dink: Yüzleşmek İçin Toplandık – Berfun ÇAĞİNLİ – Bianet
Stunning Spanish Illustrations For The Communist Manifesto – Maria POPOVA – Brain Pickings
Politikayı Profesyonellerden Kurtarmak – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
‘Sevag İçin, Adalet İçin’ – ETHA
Sevag Balıkçı Eylemi Basın Açıklaması – Nor Zartonk
Bitmeyen Mesele: Bayrak – Sevgi DOĞAN – Sendika.org
Taksim Nöbeti – Açık Radyo
Tekyumruk Metin Kurt Kütüphanesi Kuruyor! – Muhalefet
Çocukluk Coğrafyası: Böyle Yaşamak Olur Mu? – Hakan TUNÇ – PolitikART
‘mihmandâr’ı bilirdim, ‘mihman’ı da öğrendim! – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Sümbül’ün Ardı Nereye Çıkar? – Hasan HARMANCI – Radikal 2
her şey olur kilimi – Penguen #521 – Cem DİNLENMİŞ Tumblr
Zamanın Öğütücü Ruhuna Karşı – Tolga BİNBAY – soL
Laçiner:  “Muktedirliğini Yasaklayarak Yaşayabiliyor” – Rusya’nın Sesi
Avrupa Düzeninin Yıkılışı – Samir AMİN – Muhalefet
Where Artificial Intelligence Went Wrong – Noam CHOMSKY & Yarden KATZ – ZNet

Ricardo Donoso Official
Ricardo Donoso – Assimilating The Shadow Album Review By Marc MASTERS via Pitchfork
Ricardo Donoso – Dummy Mix # 141 via Dummy Magazine
Discoverer Artist Page via Soundcloud
Discoverer – Personal Clone Digital Single Informative via Digitalis Recordings
Discoverer On LoFiles Music
Maria Minerva Artist Page via Facebook
Maria Minerva Interview By Matthew SCHNIPPER via The Fader
Maria Minerva – Will Happiness Find Me Album Review By Sarah GRANT via COS
Kim Ki O Official
Kim Ki O – İstanbul’la İlgili Bir Röportaj Clément GIRARDOT via Mashallah News
Kim Ki O – Dans Album Review By Adrian ELMER via Cyclic Defrost
Odesza Official Artist Page via Facebook
Odesza – Summer’s Gone Official Stream / DL Page via Soundcloud
Odesza – Summer’s Gone Informative via Funkadelphia

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
nwo2 by Marius ROOSENDAAL
Marius ROOSENDAAL’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Ev Çiya Rûspî Ne – Arjen ARÎ

Di qada şer de pişta me negihişt erdê.
Te şahid bivê, va Herekol.
Miradkar, bi bext û ol
Va Cûdî
Û va ye ev ax!

Kîj wextî bêleheng ma?
Kî gavê bêkêr?
Ev axa bi xêr û bêr
Ji bakur ve serejêr
Gebar,
Sîmal,
Bêxêr…
Her yek şêrko
Ango,
Yek yek Êzdînşêr.

Li piştekê bigerî, va ne:
Ev Nemrûd e
Ev Agirî ye
Ev Sîpan e.
Kîjan e nerûspî
Heyran
Bêrûmet kî ji van e?

Ronakê lêda çûrisî
Kirasê l’bejnê qerisî, qelemsiltan e.
Enîmêr e û Dêrsimî,
Ev çiya Tûjik e, heyran!

Heyran,
Ev çiya destbirakê Sîpan e.
Ku di bin berfê de mane.
Ba hûû dike,
Mûnzir pûç î pûç dike,
Zivistan e!

Bi pilingê pêşî re şîyar dibin.
Têhn vedide l’lûlan ji teqînê.
Stran dikevin pêlên xuşînê,
Şer dîne, şervan dîne
Çarmêrkî rûniştî di bin berfê de
Ev çiya rûspî ne, heyran!

Me, lome nekir ji wan.
Na na, û ne ji yekî!
Navê lawê xwe kiribe Sîpan, kurdekî,
Me lîland,
Loma, bi Sîpan in stranên me
Ka bistrê, heyran!

Kaynakça: Antoloji
Arjen Arî: Tutuklu Şiirlerin Şairi – Fidan Berfe MİRHANOĞLU – Bianet

Deuss Ex Machina # 422 – seslendirmeler: tasviri kelamın özü duy[g]usaldır!

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_422_–_seslendirmeler: tasviri kelamın özü duy[g]usaldır

22 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
x1-Grzegorz Bojanek – Remaining Sounds Part 1 (Dynamophone Records)
x2-Grzegorz Bojanek – Remaining Sounds Part 2 (Dynamophone Records)
x3-Tim Hecker & Daniel Lopatin – Ritual For Consumption (Software Records)
x4-Tim Hecker & Daniel Lopatin – Vaccination (For Thomas Mann) (Software Records)
x5-Rene Hell – Qi (NNA Tapes)
x6-Rene Hell – Meta Concrete (NNA Tapes)
x7-Grischa Lichtenberger – Ssfl (Raster-Noton)
x8-Grischa Lichtenberger – 1011 11104 V Re 61011s1b (Raster-Noton)
x9-Anne-James Chaton & Andy Moor – Inbound Outbound-Metro (Unsounds)
x10-Anne-James Chaton & Andy Moor – Not Guilty (Unsounds)
x11-Vatican Shadow – Encryption Nets (Hospital Productions)
x12-Vatican Shadow – The Hamburg Cell Was Born In Chechnya (Hospital Productions)

seslendirmeler: tasviri kelamın özü duy[g]usaldır!
(422)

simyası çoktandır bozulduğundan sapsarıya kesmiş demirlerinin göründüğü, griliğinin afakı sarmayı, sarsmayı mütemadiyen sürdürdüğü betonarme yapılar ile çerçevelenmiş herhangi koşul aranmasına gereksinim dahi duyulmaksızın bedbinliği enikonu meydana çıkartan bir kara parçasındayız. düzeneği teferruatı v bir kenara atılamayacak hakikatlerin sağırlığına handiyse günden güne yine yeni yeniden alıştırılma konusuna dair çıkarsamaları mümkün kılacak bir yekpareliğin mabadındayız. seslenişleri önemsizlik derecesinin altına mıhlatan, duyumsatılması gerekenleri şimdi işimiz var ile yeri mi şimdilerle geçiştirmek aralığına mahpus kıldırmaya debelenenlerin sahnelemelerine fon olan beton orman. beton ormanımız. içinde kalakaldığımız. durmadan anlatmak için yola çıkılsa da her defasında aynı şeyleri söylüyormuş aynı şeyleri işitiyormuşuz intibasını kuvvetlendiren bir döngünün has sahası. kurgu veya değil atfedilenlere kayıtsızlık belirli bir eşiği geçtikten sonra ne bir öncesi ne de bir sonrasında karşılaşacaklarımızın her ne olduğunu anlamlandırmak konusunda bu kadar yabanıl kıldırıyorsa, içimizi çürütüyorsa o raddede bir kere daha düşünmeliyiz. o kısa anlarda bir kere daha şapkamızı alıp önümüze eğrisini doğrusunu tartmalıyız.

tartmalıyız da nerelerden, hangisinden başlayalım kararsızlığının taşıdığı yeni sorun yumaklarında boğuntuya gitmek boğulmadan yola devam edebilmek ne mümkün diye daha ilk şerhleri duyar gibiyiz. duyumsadığımız sağırlığın nedenlerin, nasılların peşine takılması gerekenlerin kafalarını kuma gömerek yola devam seçeneğini bunca cansiperane savunuşlarındaki kadüklüğe uyanmalarını beklemekteyiz. beklemek söz konusu olduğunda bütün erim v tanımlandırmaların etrafında ömrü hayatını sadece bir gün iyi bir şey olsunun peşine, umuda takanların, bel bağlayanların hemen her gün yeniden dizlerinin üzerine çökertilmesi, bugün de karavana yarına kader kısmet menziline lehimlenmesi, oraya sıkıştırılması halimizin her ne olduğunun gerçek aynalayıcısı olacaktır bu beton ormanda. nefessiz konulduğumuz griliğinin şirinlik muskası gibi sunumlandırılan bacaların, kan kırmızısı kiremetileriyle örüntülenmiş, gizlenmeye gayret edilen devletin şefkatli kollarının ne olduğunu halktan saklayan o yapılarının altında dönen dolapların; can pazarı olduğunu bilebilmek halen mümkünatların sınırlarında değilse suç hepimizin. suç her birimizin.

düşünmedikten sonra sorun yoktur diye kükreyedurmuştu zamanında başvezir. bilindik işaretleyici, hedef gösterici sorumluluk sahibi değil koyun sürüsünü tam da istediği gibi güdebilmek için değneğini elinde tutaduran bir beklentisizlik abidesi çoban edasıyla sürüsüne hamlede bulunurken onların her ne düşündüğünü önemsemeyen yoktur, yoktur menziline takılıp kalan bir çıkarsamanın karanlığının, kararlılığının karşısında suçu ona buna atması bir mesel değildir. önceliğimiz değildir. hepimiz o gayya kuyusu haline dönüştürüldükçe, yeni eklemeler, çıkartmalar gerçekleştirildikçe biteviye bir karanlığın tesisinin oldurulabilirliği üzerine yeni kelamlar eklemlendikçe durup ne oluyoruz sorgusuna girişmemiz gerekirken bayram şekerlerini afiyetle götürmemizin çelişkisidir burada aracısız olarak sunmak istediğimiz. içerisi dışarısı pek de farklı olmayan bir deryada o betonun kasvetinin bizahati yürekleri nasıl da sertleştirdiğini gebersinler bedduasının nasıl kolayca ağızdan halen çıkabildiğini duyumsamak, onu işitmenin götürdüğü yer doksan yıllık bilançonun sonuç kısmında biz adam olamamışız, biz birbirimizi anlamamışız kısmına tekabül etmektedir.

haddizatında başvezirin dönüp dolaşıp ha’bire yinelediği afedersiniz şudur, afedersiniz budurlarının, sorun yoktur hasbıhalinin hep bu istikametteki eğrelti davutluğunun, körleşmenin mütemadiyen sürümcemesiz devamlılığının simgeleyiciliğidir asıl yaralayıcı olan. evet bu toprakların yek, tek, bir hakimi vardır, o da budur, şudur. diğerlerinin ne gık demeye ne de laf sarf etmeye hakları vardır. ne de olsa öyle yenmesine müsammaha gösterdiğimiz o lokmaları elimizde tutmaktayız. gerekirse kontrol ayağıyla gerekirse doğrudan müdahale etmeye v hıyanetlerinizi sorgulamak konusundaki haklarımızı saklı tutarız, böyledir yerseniz artık diskurunun fecaatini gösteregelen bir bakışımdır duyumsatmak istediğimiz. görünen köyün artık uzak bir menzilden değil tam da yanı başımızda olduğunu simgeleştirendir bütün bu meram. hiddetin ucunu bir kez gösterdikten sonra gerisini layığıyla yerine getirecek, devamlılığını sağlayacak, artık değme emir erlerinin vazifesini gösteren hemen hiç gık demeyen hep olur diyen basınından, ekranına, sokağın selamlaştığımız öte yanına kadar herkesi bir kırmızı çizgilere uyanlar v uymayanlar olarak resmetme,  o aralıkta tutma çabasının götürdüğü noktanın her ne olduğu umarız şimdi daha anlaşılırdır umarız.

ümitvar olmayı duyumsama bir yana ne gelir ki elden en iyisi linç edelim gitsinciliğin milim ötesine arşınlanmayan bu devletlu temsili, bakışımının hepimizi cehennemin ortası denilen o menzile taşıdığını duyumsatabilmek, anlamlandırabilmek bu kadar zor mudur? halen düşünülemez midir nedir allasen? yargıların v yaftalamalar ile oluşturulan kroşelerin aparkatların havada uçuştuğu hiddetin merhalesinde her dönemecin bir sonraki felaketin boynumuza ilmik gibi dolandığı bu cenahta vicdana sıra gelecek midir? yahutta geriye bırakılmış, öyle betimlenmiş olanın  linçten geriye kalanın vicdan meselinin neresi olduğu konusu duyumsatılabilir mi? arta kalanlar, tanıklık edenler bu toprakların bitmek tükenmek bilmeyen kahırlarını çekip bir yandan da kapının dışına ötelenmek için, hemen hiç fırsat kaçırılmayan ötekileri olarak (biz kendimizi öyle varsaymasak da velev ki dediklerinden olalım!) resmedilmeye öyle anılmaya devam edilirken bu uğurda yeni çaba v hükmedişler betimlenirken insanlık nereyedir? insanlığın neresindeyizdir? kırk yedi gündür sürmeye devam eden açlık grevi dahilinde adı sanı duyulmayan, o dört soğuk cephenin kapsadığı, izole ettiği duvarlar arasında kalanlarla mı terk etmişizdir?

yoksa yoksa aylardır tetiğin ardında kimler olduğunu, vur emrini kimlerin verdiğini bile sorgulamaktan kaçınılan ha’bire zapturapt, ha’bire eziyetin bir başkasının reva olarak dayatıldığı roboski’nin acılarını kendi başlarına yaşamakla mecbur bırakılanlarının dünyalarının başlarına yıkıldığı günlerde mi unutmuşuzdur? kendi şartlandırılmışlıklarıyla beraber kesin hükümlerin daha ortalıkta fol yok yumurta yokken açık edildiği, propaganda ile birlikte kesin yargıların sunumlandırıldığı üvey evlatların toparlanması merhalesinde kim bilir kaçıncı eşiğin aşıldığı operasyonların grimsi hiddetinde mi unutup gidilmiştir? dilin ne olduğunu, ne manaya geldiğini tam olarak çözemeyenlerin otuz küsür yıldır sürdürdükleri türkçe konuş çok konuş bağlamının bugünün enikonu kendi dillerinden daha iyi bir türkçe “konuşma” derdini anlatma kısmına, asilimasyonuna mübalağasız sapasağlam ulaştırdığı, dönüştürdüğü dillerinden ayrıştırıldıkları anda mı terk edilmiştir? yekpareliğin handiyse milim kıpırdamaksızın o gün neydiyse sabrımızı test edenler bugün yine sabırımızı sınamaktalar garabetliğinde dün ırkçıların, menfaatine göre muhafazakarların bugünün kalantorları haline dönüşenlerin, ulusal solculuk gibi hilkatliğin bir başka evresini tutturarak yol alanların dillerine pelsenek ettikleri ulus devletin dinamitleyicileri olarak bellenmiş olan ötekilerin adları sayılmaya başlandığı zamanda mı terk edilmiştir?

haddizatında birbirleriyle ortak paydası olmayacakları birbirleriyle buluşturan bir x meselimiz var denildiğinde apar topar devreye giren aşılmaz “bütünlük v beraberlik” gerisi teferruattır baskıcılığının harcı karılıp karılıp kaşıklatılmasına yol verilmesinden bu yana aşıp, aşındırıp duran süreçte mi unutulmuştur. insanlık nerededir? kat’i tahayyüller, ucu bana dokunmasın gerisi kimin canını yakıyorsa kimin hayatını dar ediyorsa etsinden artık illallah demek vakti gelmemiş midir? ne bu kadar alık bir biçimde, sırasıyla sadece birer cümlecik ile anmaya çalıştıklarımızı halen mazur görülmesini, münferittir o münferittir canımlı cicimli, bayram gününün getirdiği latif şeker şaklatmalarında insanlığın lincini sonladıracak olan uyanış. farkındalılığın kendisine varış. varsa yoksa bedbinliğin müsebbibi olarak kansızlardan başlayıp bir dolu alaycıl, ironik bile olmasına gerek olmayan mide bulandırıcı sinkaf v fazlası ile birbirine iliştirilip durulan bu mabadda yankısı tez zamanda buldurulan bir iklimin daimiliğinde geriye o dediğimiz vicdan / insan / ahlak meselinden koskocaman bir hiçlik kalacak anlayabiliyor musunuz?

fakat, ama gibi zaruri bağlaçlarla yolunu kesiştirmeden ahkam kesenlerin bol keseden sallayıp, allayıp pullayıp duyumsattıklarının ilerisi gerisini bilmeyiz a demokrasi olmadığının farkındalılığına ulaşabilmeye daha kaç v ne kadar fırın ekmek yenilmesi lazımdır ki ayılabilsin. nedendir bilinmez bu cenahın bayram günlerinin, tatil rehavetinin ortalık yerinde hep bu sorular aklımıza takılır. öylesine kendisinden geçmişçesine sallamaları bir kenara terk ederek boşluktan değil aklımızın almadığından yinelemekteyizdir bütün bu vurgulamaları peyderpey. birbirinin peşi sıra. duyumsayıp, gördüğümüzün vakıa olarak tanımlandırılmasından da öte git gide fasarya hesabına indirgetilmesi, kekremsi bir yalan yanlışlığın sürekli olarak güncellenmesi karşısında düşüncenin özgürlüğüne, kimliklerden azade bir insanlığın seslendirilmesine bu toprakların onun bunun v şunun babasının malı olmadığı gibi, öyle adledip de hak iddiasıyla başkasına dünyayı dar etmesinin önünü alabilmeye daha kaç tatil günü vardır düşünülebilecek? her yerin sorunu kendi başlığı altında onlarca alt kol, yön v fazlasıyla donatılırken gelip görülmesi salık vereceğimiz insanlığın zapturapt altında can çekiştirilmesinin bir sonu gelebilecek midir? amed’i, colemerg’i, beşşebab’ı, afyon’u, deyr-zor’u, arakan’ı, halep’i, arakan’ı… bir yerin açık sahası, ötekisinin dışladıklarının toparlandığı toplanış alanları.

bir kısmında kimselerin görmek istemediklerinin hayata tutunma çabaları, öte yanda hayata tutunmanın her gün daha zorunlu bir mücadeleyi gerektirdiğini ikiletmeksizin sunan açık seçik seçilebilen kan istismarcıları, hınç bekçileri, cehennem zebanilerinin varlıkları. dedik ya tembel tenekeliğin güzide mekanı bayramlık günlerinde aklımız hep bir yerlerde, hep bir şekilde kayıp ettirilenlerde, kaybedilmesine çaba sarf edilenlerin imdisinde. yaşamak için karşılaştıklarımıza nasıl tepkimeler veriyoruz, nasıl verdik vereceğiz bütün meseller o sathın evre düzenek veyahutta aralığında saklı. düşünmeye bir kere daha var mısınız? insanlığın başlangıç noktasından bugüne sözümona ulaştığı muasırlık seviyesinin hangi körlüklerde tıkanarak can verdiğine şahitlik etmek kısmından daha hakkaniyetli bir çözümleme için çabalanımı düşlemek ütopik midir? daha zorda kalınacak hangi eşik vardır ki bu satranç tahtası gibi sürekli olarak insanın piyon olarak öne sürülmesi, heder, linç v daha çoğuna karşı dur imi, yeter çığlığı anlaşılabilsin!.. hafıza dışarıdan tüm baskı altına almalara, müdanasız v mübalağasız tahrifine uğraşılmasına, yolunun kesiştirilmesine engellere, açmazlara bir dolu yanılgı v yanılsamanın özünde derlenip, toparlanıp aynı sade suya tirit çıkarsamalara yüz göz edilmesine karşın halen önemini muhafaza eden, tepkimelerimizi şekillendirebilmemize olanak sağlayan bir kurgu odağıdır.

bir sakız jelatininin plastiğinden çıkan maniler gibi kesit, tekil doğrudan mürekkep, illa olacak bu da tutacak beklentisiyle bir iki daha fazla hışmı öne sürülenlerin ayırdına varıp, ardılına bakabilmeyi söz konusu eden  tecrübe haline dönüştüren bir tümleç, toparlayıcıdır. derlenenler bunca çırılçıplak ucubeliklerle donatılarak bireysel olanın önüne anlı şanlı, içten içe küflü kurumsal mukaddesatçılığın beraberinde getirdiklerini bir şekilde anlayıp, anlamlandırıp çözümleyebilmeyi mümkün kılan bir odaktır hafıza. unutturulanların peyderpey bu limandaki çoğunluğunu göz önüne getirdiğimizde belirgin bir biçimde hafıza sınırı altına alınanların, kayıt haline dönüştürülenlerin, bireyselleştirilen, yakın bulunan edim v sorguların önemliliğini bir kere daha yad ettirmesi mümkündür. halen olasıdır. eleştiri olgusunun hazımsızlıkla dolamabçsız net bir şekilde tam teşekküllü sürdürülmesi, en azından boşa çıkartılması için çaba sarf edenlerin muktedirliğinde insani olanların her ne olduğu bahsini yeniden tanımlandıracak olandır hafıza. unutturma çölünün en mazbut denekleri olarak her günümüzün bir başka aşılmazlık ile çevrelendiği bu cenahta hey durun ben daha yitmedim, ben daha sözün kıymetini tüketmedim demenin başlangıcıdır, temelleyicilerindendir işte o hafıza.

görülmemesine el birliğiyle çabalanılanlar her ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın, alıntı yapılamaz diye şerhler konulursa konulsun, devletin belirli kademelerince biz o sınayışları aştık diye seslendiriledurulsun biteviye o kısır döngünün çemberini, algısı v sınırlandırılmışlığını aşmamıza neden teşkil edecek olandır hafıza. korkmadan, çekinmeden dillendirilebilenler için, direnebilenler için hayatı savunmanın bir başka evresi, karşılığıdır hafıza. hangi şart altında olursa olsun duyumsadığınız, gördüğünüz yaşamak zorunda v zorunluluğunda bırakıldığımız iki yanlış var onlardan bir tane doğruyu tercih et diye dayatımların sergilenebildiği, evet halen yapılabildiği iş bu çerçevenin dahilinde hafıza kadrajın dışına öteleneni görebilmektir. kadrajın dışında tutulmasına çabalanılanların menfurluğunu ibret vesikalığını ispatlayandır. sözün tükenmesi bahsinde aportta bekleyenlerin yakışıksız savlarının her ne olduğunu v neyi amaçladığını belirginleştirecek olandır hafıza. ona eklenmiş, biriktirilmiş olanlar tümden biz mekanikleştikçe, her duruma aynı tepkimeyi veren, verebilecek hale dönen, dönüştürülen personanın hallerini ortaya serecektir.

biz size unutmanız için tüm şartları seferber ediyoruz. allem edip, kallem edip işi yokuşa, mevzuyu dağın ardına, meramı yerin dibine sokuyoruz. buna mukabil hala cendereyi, inadınızı aşamıyoruz diye devam eden o muktedir algısına karşı geliştirilebilen yegane seslenişi tekrardan kayıt altına almak elzemdir. #unutursakkalbimizkurusun. eninde sonunda duyarsızlaştırılıp ona (unutmaya) bağışıklık kazandırıldıkça öne sürülen kurgulamalarda memleketten haberdar kılındığını varsayanlarla bu eğreltiliği hiç gocunmadan savunabilenler için buradan öte köy olmadığının tastamam bir seferde anlaşılabilirliğini sağlayandır. oradan öte yol olmadığının bilindikliğine bir çabalanım v ortak amentüsünün yinelenişidir. unutulması adına nadasa terk edilmeyecekleri gösteregelendir. hafıza unutmaya her şart v koşulda teşvik edildikçe ne dicle anter’in açlık grevine karşı duyarlılığı irdelenebilir ne de günün getirdiklerinde her gün ölüm-yaşam arasındaki o ince doğrunun bir o yana bir bu yanında savrulanların derdi anlaşılabilir. pat küt başvezirin komutlarının doğrultusunda yargıya bunlar bunlar diye hedef gösterilen, soruşturma tahkikat onlar yetmez çatal dilli sesleniş v münferit ama bir o kadar da duyarlılık sergilemelerine içten içe sevinilenlerin, bunu sergilemekten kaçınmayanların linç girişimlerine maruz bırakılan barış v demokrasi partisi, destekçisi vd. halkın demokrasi partisi düşüncesinin etrafında yol almaya çalışanların neleri dert edindikleri okunabilir. halen bu yapılabilir.

dimağ o engellemelerle şekli şemali oturtulmuş yanılsamalara teslim edildikçe işin doğrusu o değilmiş de meğerse buymuş kısmı, hep karaltıda; hep gözün ötesinde sabitlenebilir. aklın öte yanında toparlandıkça doğru olanlar, erkin tahayyül ettiği doğru seslendirmelerinin her nasıl kıvamının tutturulduğunu görece özgürlük kısmının kocaman bir yalandan mürekkep olduğunu yineletecek, ispatlayacaktır. ispatına girişilen özgürlük mevhumunun hangi arada, hangi derede kaşla göz menzilinde usturuplu usturuplu bir suskunlaştırmaya evrildiğinin okumasını sağlayacaktır. doğrudur alışılıp sıklıkla tekrar edilebilecek, kulak kapatılıp, göz perdelenip bir özgürlükten dem vurulabilecek. taa ki diyarbakır cezaevi dünü v bugünüyle bilininceye kadar. ana babadan öğrenilen kelamın dilin okul dediğimiz o tektipleştirme merkezlerinden ilki olanda dakika bir kenara ayrıştırılıp, ana dile hükmedişin istikrarlı dayatımını göz ardı ederseniz, kim olduğunuzun, kimlerden olduğunuzun ne kadar insani, vicdani, ahlaki duruş v tepkilerden her an ayrışarak, sen bunlardansız onun için bölücüsün, bunun için hainsin seslendirişine tanık olana kadar. şahit olunana kadar sürecek bir özgürlük.

herkesle kucaklaşılmış herkes kapsanmış gibi veya bu “miş” oyununda daima saf dışı tutulacak bir avuç ermeni, bir kaç rum, bir mahalle ezidi ya da mezra büyüklüğünü aşamayan nüfüsla bir avuç süryani olana, söylenenlere her defasında kulağınızı tıkayıpta sıranın dahilinde edepli edepli, uyumlu bir vatandaş olmayı becerirseniz sessiz, sebatkar özgürlük diye bir problem olmayacaktır. atfedilmeyecektir. gözünüz, gönlünüz kepenk indirince sorun yoktur. olmamıştır!. oldurulmayacaktır da!. görmekten bu kadar itinayla uzaklaşılırken doğrusu o değil budur diye belirginleştirme hamlesine rağmen gelişigüzel gerçekleştirilen her hamle yığıntısı değil adını adını bir kere daha analım linçtir. hınçtan apartılan şiddetin dozu sürekli güncellenen eşik bırakmayan bir zapturap deneyimlemesinin karşılığına daha net oturtabileceğimiz, bir tanımlayıcı edim yoktur. belki de olmayacaktır. yorum farkları, çeşitliliğini bir kenara terk ettikten sonra sırasıyla giderek daha sertleşen, sessizleştirilen bir iklimin kendisi dört harfte saklıdır. bu dört harfte özetleyiş toparlanabilecektir. birbirimizin yarasına merhem olabilmeyi, birbirimizde olan biten fenalıklardan sonra el verip yola çıkabilmeyi mümkünatsız kılan, neler çektiğimizi her defasında kanla, gözyaşıyla ispat ettirmeyi amaç edinen bir mesel olan linç. ne kadar seviyorsunuz, ne kadar uyumlusunuz, bu ülkenin ekmeğini yiyip bölücülük yapıyor musunuz.

tohumunuza para mı saydık, sürün gitsinler.. kökünüzü kurutacağız söylencelikleri laf-ı güzaf olsun koyver gitsin diye değil her açmazda kimlerdensin, evet öcüsün! karşılaştırmalarının öncüsü, olan linç kavramı. duyumsanmayan, önemsenmeyen nedendir sorusuna hemen hiç denk getirilmeyen çıkarımların taca çıkartılıp yeknesak nefret-i hicaz makamında terennümlerin seslendirildiği bir cenahta hezimetler, yıkıntılarımız çoğalmaktadır. yıkım ehvenin kıyısından geçmeksizin serpilip büyütülmeye devam edilen linç ikliminin getirdiği hezimetin belirgin bir aynalayıcısı tümleticisidir. bu kadar. korkuyu dağ gibi yükseltirken erkin yapıp ettiklerinin “hesap sorulmazlığı” daimi kılınan, düşünselliği gereksiz olarak tanımlandıran, bir gayretkeşlikten mürekkep olunduğunu da yinelemekte faide vardır. güzel ölümlerle, ehvenin şerri olsalar da başımızda çobanımız var hala! hala’ya şükürlerle, fasaryadan gündemler, her dem taze taze (bayat!) hamasi nutuklar, gözyaşının tez kurumasını, akan kanın durmasını, derinlemesine nüfuz etmiş ırkçılığın sonunu, hunharca vicdanı tahrif etmenin önünü alamayacak olanı tanımlandıran topyekün yıkıma taşıyacaktır? farkında mıyız allasen! yoksa hayalini bile kurmadığımız, o zibilyon metrekarelik yaşam sahasında güllük gülistanlık bir yaşam vaat ede duran, bunu parlatıp sunan reklamdaki müteahitin canhıraş veçhesiyle “tarih hayal kuranları değil boş bulduğu son nefeslik alanları da betonarme ile donatabilecek, 320.000 ağacın katili olmayı becerebilecek, bu yıkımı, yağmayı! yapıp edenlerin, alkışlanacağı, hatırda tutulacağı bir garabetlik midir?” hala öylesi midir… yerin dibine batmış bir dünyaya ağıttır! “herkes biliyor ama kimse konuşamıyor. bizi çürüten bir bilmezliğin içinde tutarak suç ortaklarına çevirmek istiyorlar..” j.p.sartre

>>>>>Bildirgeç

Sonsuzun Bir Öncesi, Korkunun Ötesi – Önder ÖZDEN – Sendika.org

Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarını tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır (Bakara Suresi).

Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin (Ali İmran Suresi)

Görünür olmayanın nazarın ufkuna girebilmesi, sayılabilir olmayanın hesap edilebilirliğe kavuşması, kimliksizin kimlik kazanması siyasal-toplumsal uzamın belirli bir işlem üzerinden inşa edilmesine bağlıdır. Tedirgin edici yığın sonsuz istek ve arzusuyla her türlü kuruluş olasılığını iptal eder. Kuruluşun ve dirliğin gerçekleşmesi sınırsızın sınırlandırılması, çevrelenmesi, hatlarının netleştirilmesiyle mümkündür. Görüş alanının dışındaki belirsiz görüntünün, ele avuca gelmez yığının belirli bir görüntü ve form kazanması, siyasallığın/toplumsallığın kurulmasıyla ilintilidir. Kuruluş ise bir işlemciye/aracıya ihtiyaç duyar.

İşleme müsait kitlenin, belirli bir şekle bürünerek amorf olmaktan çıkanın, işlem öncesi hali herhangi bir kuruluşa/düzene imkân tanımaz. Kuruluşun/düzenin mümkünlüğü belirsizliğin belirliliğe kavuşabilmesinde yatar. Belirli bir işlemden geçip kurulmuş olan ise aydınlıkla malulken, düzenin ötesinde gecenin korkutucu sesi hâkimdir. Cadıların, baykuşların, bil cümle bilinmezliğin diyarıdır ötede kalan. Haykırışları, kurulu olanının tarafında duyulsa da, sorunsuzca sindirilinceye/içerilinceye kadar dışarıda tutulacaktır.

Hem kuruluş öncesi hem de kurulu olanın ötesinde kalan ancak sınırlandırıldığı ölçüde kabul edilebilirliğe kavuşur. Beride kalan, henüz şekle girmeyen ürkütücülüğü ile ancak belirli bir forma, etikete, kimliğe kavuşabildiği ölçüde içerimlernir. Öncelikle kabul edilebirliğe kavuşması gerekir ki bu ancak belirli bir işlemcinin varlığında mümkün olur. Bu işlemci korkudur.

Korku, kurucudur. Kimliksizlikle, sonsuzlukla malul yığının kimlik ve sonluluk edinmesini sağlayan dolayımlayıcıdır. Sonsuzluktan sonluluğa, kimliksizlikten kimlikliğe geçişe aracılık edendir; sonsuzluktan sonluluk, kimliksizden kimlik yaratandır. Korku siyasal-toplumsal uzamın kurucu unsurudur.

Korkunun kuruculuğuna dair önemli vurgu Thomas Hobbes’un Leviathan adlı yapıtında bulunur. Hobbes’un “hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi var” dediği ve “insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa” sürdüğü varsayımıyla ortaya koyduğu doğa durumu, yukarda bahse konu edilen kimliksizlik, sayılamazlık ve sonsuzluk halidir. Kaotikliğiyle herhangi bir sabitliğe izin vermeyen, bu anlamıyla düzenin kuruluşuna meydan vermeyendir doğa hali. “Bir”liğe ulaşabilmek için o kimliksizliğin ve sınırsızlığın asimile edilmesi gerekir. Hobbes’un kuramsal müdahalesi öncelikle doğa durumundan düzene geçişte zorunlu bir işlemin gerekliliğinedir: sınırsızın sınıra, kimliksizin kimliğe kavuşması – ancak bu işlem dolayımsız geçekleşmez. Doğa durumunu düzene bağlayan hat ancak korkunun mabedinden geçerek hayat bulur. Korku düzenin gerekliliğini ve arzuyu terk edişin “haklı” gerekçesini sunar, insan çoğulluğunu “bir”e, devlete-Leviathan’a bağlar. Korku, Hobbes’un anlatısı içinde, taşkın insan arzusunu dizginlemenin ve böylelikle düzen kurabilmenin dolayımlayıcısı olur. Burada korku hayatın anti-tezidir. Sınırsız akan hayatı dizginlemenin, onu hapsetmenin aracıdır ve vazgeçilmezdir. Korkunun namevcudiyetinde düzen mümkün değildir.

Aldanacaksan sevgilerinde, sâf sevgilerinde/İnsanların yalancı gurularına…/Kalacaksan parlak sözlerin etkisinde,/Kelimelerinle onlara kapılacaksan,/Yaşama! (Özdemir Asaf). Korku, tam da, sevgilere, gurulara, parlak sözlere kanmamayı garanti altına alandır. O kırılmamayı, hayatın doludizgin akışında yaralanmamayı size temin edendir. Yalanlara, parıltılı sözlere kapılmamayı ve de bunlara gerek bırakmayacak bir uzamı inşa edendir. Sözü gereksizleştirendir. Korku, bir anlamıyla hayatı gereksizleştiren ve onu “bir”e tabi kılandır. Oysa hayat, yani o sınırsız ve kimliksiz çoğulluk – arzu, yalanlarla, ama bir o kadar da sevgiyle, gurularla ama bir o kadar da mürşitlerle birlikte vardır.

Hayat ise, korkudan bir öncedir, “bir”in dayattığı sonsuzdan bir öncedir: nedir sonsuzdan bir önceki sayının adı/diyelim sonsuz eksi bir/sonsuz eksi bir/hayatın adıdır bu/gece bütün şablonuyla/geldi üzerimize/ormanlar taş kesilip kömüre durdular/ve petrole kesti planktonların hepsi/gazyağı tunç duman/ne kadar sürdü ki ateşin yengisi/bir türlü yeterince yaşanamayan/sonsuz eksi bir (Turgut Uyar). Korku düzeni ve “bir”i dayatır; hayatı belirli bir sınırlılıkla malul kılarak sunar. Oysa hayat çoğulluğu, sınırsızlığı ve kimliksizliğiyle “bir”den öncedir; düzenin öne sürdüğü sonsuzdan da öncedir; kozmozdan önceki kaostur.

Korku düzeni dayatarak, hayata ancak “bir”in araladığı kapıdan geçmek koşuluyla izin verir. Korkunun hedefinde itaat vardır. Sonsuzdan bir eksi olan, korkunun aracılığı ile düzene ancak arzu ve çokluğu, yani siyasallığını bıraktığında, bağlanabilir. Korkunun işaret ettiği hayatın bağrında taşıdığı siyasallıktır. Düzenin varoluşunun, korku üzerinden, imlediği siyasallığın yokluğudur. Korku siyasallığın ilgasını gerçekleştirdiğinde işlevsel olabilir ki yukarıda korkunun dolayımsallığı ile vurgulanmak istenen de budur. Toplumsal-siyasal uzamın kuruluşunun öncesi, sonsuzdan bir öncesi, bitimsiz arzu ile yüklüdür – bitimsiz bir siyasallık taşır bağrında. Bütün konumların, bütün payların sınırsızca sorgulanmaya açıldığı; her türlü kimliğin akışkan halde bulunduğu bu durum, Thomas Hobbes’un deyimiyle doğa durumu, düzeni, “bir”in sultasını tehdit eder. O nedenle sınırlandırılması ve korkulması gerekendir.

Korku bir yandan düzeni kurarken kurulu olan ise “korkma”dan edemez, korkuya ihtiyaç duyar, onu besler. Şimdilerde korku söyleminin hortlamasının gerisinde, çoğullaşan, farklılaşan, eyleyen talep eden, soran sorgulayan ve yıkma arzusu ve umuduyla dolup taşan hayatın korkusu bulunmaktadır. Sınırsız yıkıcılığı ama yaratıcılığıyla korkunun sağladığı ve sürekliliğini garanti almaya çalıştığı o “bir” e karşı barbarların akını bulunmaktadır. Verili olanı sorgulamaya açana karşı hortlayan, onu bilinemezlikle yüklü kılan korkudur: tam da bu nedenle siyasal hak peşindeki Aleviler, Kürtler, Eşcinseller … gündelik hayatın dışında, karanlığın diliyle ancak kendilerine yer bulurlar, korkulması gerekenler olarak kodlanırlar. Siyasal varoluşlarından arındırılarak korku nesneleri olarak nitelendirilirler. Korku ancak sabitler, sınırlandırır oysa siyasal talepler ve arzu hep onun ötesindedir, korkunun çizdiği sonsuzun öncesinde düzeni yeniden ve yeniden kurulmaya zorlayandır.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar. Çoğunlukla bakarak, görerek anlamaya, anlamlandırmaya nail olunan bir zaman diliminde kelimelerin sunduklarıyla yaşadığımız günceyi tanımlayabilmek başımıza gelenlerin ötesine vakıf olabilmek için halen önemli bir şansıtır. Her ne kadar aynı sözcükleri defaatle kullansak da birbiri üzerine tahakküm kurmadan o söz dağarcığı dahilinde belirgin olmayana dair okumalar gerçekleştirilebilir. Bazı durumlarda gözümüzün önünde tutulur o sıkıntı duyduklarımız, çabalanmak gereklidir böylesi için. Sendika.org sitesinde Önder Özden imzasıyla yayınlanan Sonsuzun Bir Öncesi, Korkunun Ötesi makale bu bağlamda değerlendirilmesi gereken tamamlayıcı bir okumadır. Kelamın içeriği derinleştilebildikçe bir sığlıktan ötesine çıkış mümkün olacaktır. Önder ÖZDEN v Sendika.org sitelerinin anlayışlarına sığınarak bu okunsalı sitemize alıntılıyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Sonsuzun Bir Öncesi, Korkunun Ötesi – Önder ÖZDEN – Sendika.org
Ölüm Orucu – Notlar – Ulus BAKER – Birikim
Ahlaklı Devlet… – T. Özgür YILDIZ – Korsan Dergi
Açlık Grevindeki Tutsaklar ile İlgili Avukat Raporu – Gulistan Gulê DEPÊ – Ajans Amed
Yağmurun Değil, Kürtlerin Elleri – Sarphan UZUNOĞLU – Radikal Blog
Açlık Grevleri Güzel Söz Değil, Politik Adım İster – Ali TOPUZ – Utay
‘Güzel Ölüm’ler Yaklaşırken – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Bedenini Ölüme Yatırmak – Şeyhmus DİKEN – Yüksekova Haber
Kürkçü: Cezaevlerindeki Sese Güç Katalım – Ertuğrul KÜRKÇÜ Resmi Sitesi
‘Ölüm Değil Çözüm İstiyoruz’ #Redhack – Youtube
‘Ölüm Değil, Çözüm İstiyoruz’ – Agos
‘Sizin Alçak Manşetleriniz ‘Hayata Dönüş’ Katliamını Getirdi’ – Emek Dünyası
Sezgin Tanrıkulu – Silahlar Nasıl Susacak Serisi – Türey KÖSE – Cumhuriyet
Ölüm Orucundaki Beden Neler Yaşar? – Seyid FIRAT – Bianet
Üstündağ: Ölümler Başladığında Bu Makası Kapatmak Zor – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Ölümler Engellenemezse Vebali Hepimizin – Evrensel
Guardian: Hükümet Açlık Grevlerine Kayıtsız – Sol Defter
Gel De Yaşa… – Özgür AMED – Yüksekova Haber
‘Çocuğum Açken, Ben Nasıl Sofra Kurarım?’ – Ali Barış KURT – ANF
Mazlum Tekdağ’dan Kışanak’a Ölme Kararlılığı Mektubu – Kürdistan Post
İsmail, Biz Yaşıyor Muyuz? – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Ne Zaman Ki Barış Ola, Bayram O Bayram Ola – A. Hicri İZGÖREN – Yeni Özgür Politika
İçeriden Dışarıya Kararlılık – İshak KARAKAŞ – Özgür Gündem
Erdoğan ve Açlık Grevi – Ahmet ALTAN – Taraf – DYH
‘Hükümeti Uyarıyoruz’ – Etkin Haber Ajansı
Dışarıdan Dışarıya Mektup: ”Okuyan İncinmesin…” – N. Gün UZUN – Bianet
Yetim ile Kılıksız – Sırrı Süreyya ÖNDER – Radikal
29 Yıllık 12 Eylül Tutuklusu Öztürk’ten Mektup Var – Muzaffer ÖZTÜRK – Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi – Etkin Haber Ajansı
Lûtfedilmiş Hakikatler, Faili Malum Cinayetler – Işıl KURNAZ – Bianet
Sakine Toraman: Acıların Zaman Aşımı Olur Mu! – Etkin Haber Ajansı
Daha Ne Kadar Seyredecekler? – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Kürdün Yaktığı Ağıtla Ülke Isınır Mı? – Berxwedan YARUK – Bianet
‘Kürt Temsilinin Gerçekten Aktarılabilmesi İçin ‘Sahici’ Olması Gerektiğini Düşünüyorum’ – Nesrin AKSU – Okuryazar.tv
Baskılar Konusunda Kendi Kendisiyle Yarışan Ülke – Hüseyin ALİ – Yeni Özgür Politika
Demirtaş: Meclis’e KPSS’yle Girmedik! – Osman OĞUZ – Red Dergisi / Kadraja Girmeyen
BDP Bölücülüğün Daniskasıdır! – İnternet Haber
Mehmet Bekaroğlu: ‘Ülke Bölündü, Geçmiş Olsun Arkadaşlar’ – Gündem Müzakere – İMC
‘Halklar Demokrasi ve Özgürlük İçin Direniyor’ – Emek Dünyası
Bir Millet Hizaya Sokuluyor – Selçuk CANDANSAYAR – Birgün
Van Depreminin 1. Yılında Enkazın Altındaki Halk… – Muhalefet
‘Hükümet ve Genelkurmay Uludere’yi Karartmak İçin Dayanışma İçinde’ – soL
Roboski’nin Şiirini Yazmaya Teşebbüs Etmekten… – Demiray ORAL – Taraf – DYH
Kitle Seferberliği Aracı Olarak Milliyetçilik – İsmail Güney YILMAZ – Sendika.org
Medyada Nefret Söylemi İzleme Raporu – Mayıs-Ağustos 2012 – Hrant Dink Vakfı
Devlete Karşı İşlenen Suçların Yargılanması – Başka Haber
‘Gazeteci Temel ve Arkadaşları Her An Ölebilir’ – ANF
‘Öldürülmediğimiz İçin Teşekkür Mü Edelim?’ – Taraf / Gazeteciler
Erdoğan’ın Avukatı: Basına Açtığımız Davalar Etkili Oldu, Basının Dili Değişti – T24
“Turkey’s #PressFreedom Crisis.” – Infographic – Committee To Protect Journalists
Erdogan’s Turkey Is Number One In Jailing Journalists – Selcan HACAOĞLU – Bloomberg
CPJ: Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler – BBC Türkçe
Ezidilik’le İlgili Sözlere Tepki – İMC
Oradaki Zerdüştler Buradaki Zerdüştler – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Tayyip Erdoğan’dan Bayram Çikolatası – Aydın ENGİN – T24
Başbakan Nefret Suçu İşlemeye Devam Ediyor – Kemal BÜLBÜL – Özgür Gündem
Başbakan’dan Çok Ama Çok Önemli Bir Açıklama – Melih PEKDEMİR – Birgün
İleri Demokrasi 900 Yıl Sonra Ömer Hayyam’ı Yargılıyor ! – Kontiki – Milliyet Blog
İfade Özgürlüğünün Yol Haritası – Fikret İLKİZ – Bianet
Kitapsız Muhafazarlık ve İslam Ahlakı – Ayhan BİLGEN – Emek Dünyası
Sendika.Org’da Suriye Dosyaları – Sendika.org
ABD Başkanlık Seçimleri, Ortadoğu ve Türkiye – Emin NERGÜZ – Özgür Medya
Who Owns The World? Noam Chomsky On U.S.-Fueled Dangers, From Climate Change to Nuclear Weapons – Democracy Now
İsrail: Necef’te Etnik Temizlik – Ben WHITE – Al Jazeera / Fatih Gökhan DİLER – Agos ŞapGir
Liberal Gazeteciliğin Çöküşü – David EDWARDS – Onur EREM – Birgün
Polis Kadıköy’de Sosyalist Basın Avında – Nor Zartonk
“Tasarıda Belirsizlikler Var” – Gazeteciler Konuşuyor – Rusya’nın Sesi
Sistem ‘Güvenliğinde’ Taciz, Tecavüz, Fuhuş… – ANF
Arif Dirlik’te Bugünkü Ulus-Devlet ve Bugünkü Çin…- Gün ZİLELİ – Gün Zileli Weblog
Kadir Sarıkaya ile İkinci Sohbet – Sevan NİŞANYAN – Nişanyan Siyaset ve Tarih Yazıları
Sevag Seni Unutmayacağız – Nor Zartonk
“Milli” Tarih, “Milli” Çizgi Roman – Foti BENLİSOY – BENLİSOY Weblog
2013 Bütçesi Hem Dindar Hem Militarist – Turan ESER – Muhalefet
‘İnsaniyetimiz Kalkacak!’ – Ferhat KENTEL – Taraf – DYH
“Bana Balık Verme” veya Eleştirel Düşünce Kültürü – Saepenumero – Kamburum
Yok Taştan Serttir – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Maviye Yürüyen Adam – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
İz – Îlon DİLÎN – Ajans Amed
Şeytana Uydum, İyi Uyudum – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Neydi Bir Arada Tutan Şey İkimizi? – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
İlkokulda Dağıtılan Skandal Kitap: ‘Einstein Pistir, Ermeniler Gerginlik Çıkarır, Freud Sapıkların Babasıdır’ – Başka Haber
Tesadüf Aşk – Bülent USTA – Birgün
Açlık – Kenan TEKEŞ – BiaMag
Hesar, Hasankeyf ve Cegerxwîn – Mirhem YİĞİT – PolitikART
Şarkıdaki Şiir – Hilmi TEZGÖR – Açık Radyo

Grzegorz Bojanek Official
Grzegorz Bojanek – Remaining Sounds Critic By postrockcafe via A Closer Listen
Grzegorz Bojanek – Remaining Motionless Video via Youtube
Tim Hecker Official
Daniel Lopation Official
Tim Hecker & Daniel Lopatin – Instrumental Tourist Official Informative via Mexican Summer
Tim Hecker & Daniel Lopatin – Instrumental Tourist Review By Edward Sharp-PAUL via Faster Louder
Rene Hell Official
Rene Hell & Oneohtrix Point Never – Split EP Official Informative via NNA Tapes
Rene Hell & Oneohtrix Point Never – Split EP Critic By Neyland via Pitchfork
Grischa Lictenberger Official
Grischa Lictenberger Artist Page via Raster-Noton
Grischa Lictenberger – And IV (Inertia) Album Review via Headphone Commute
Anne-James Chaton Official
Andy Moor Informative via Wikipedia
Anne-James Chaton + Andy Moor – Transfer/4: Inbound/Outbound Official Informative via Unsounds
Anne-James Chaton + Andy Moor – Transfer/4: Inbound/Outbound Review via The Vital Weekly
Anne-James Chaton + Andy Moor – Live Performance via Youtube
Vatican Shadow / Dominick Fernow / Hospital Productions Official
Vatican Shadow – Ghosts Of Chechnya Album Critic By Andrew GOLDSPINK via LWE
Vatican Shadow – Live At Los Globos (05.05.2012) via Youtube

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
gel de yaşa # 47.gün via kofiakofo

>>>>>Poemé
   Uy Havar! – Ahmed ARİF

   Yangınlar,
   Kahpe fakları,
   Korku çığları
   Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
   Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
   Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! 
   Pusatsız, duldasız, üryan
   Bir cana bir de başa
   Seher vakti leylim – leylim
   Cellat nişangahlar aynasındasın.
   Oy sevmişem ben seni…

   Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
   He canım…
   Çiçekdağı kıtlık, kıran,
   Gül açmaz, çağla dökmez.
   Vurur alnım şakına
   Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
   Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
   Şahmurat Suyu kan akar
   Ve ben şairim.

   Namus işçisiyim yani
   Yürek işçisi.
   Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,       
   Ne salkım bir bakış
   Resmin çekeyim,
   Ne kınsız bir rüzgar
   Mısra dökeyim.
   Oy sevmişem ben seni…

   Ve sen daha demincek,
   Yıllar da geçse demincek,
   Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
   Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
   Yaran derine gitmiş,
   Fitil tutmaz, bilirim.
   Ama hesap dağlarladır,
   Umut, dağlarla.

   Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
   Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
   Düşün, olasılık, atom fiziği
   Ve bizi biz eden amansız sevda,
   Atıp bir kıyıya iki zamanı
   Yarının çocukları, gülleri için,
   Koymuş postasını,
   Görmüş restini.
   He canım,
   Sen getir üstünü.

   Uy havar!
   Muhammed, İsa aşkına,
   Yattığın ranza aşkına,
   Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!   
   Benim de boş yanım hançer yalımı
   Ve zulamda kan – ter içinde asi,
   He desem, koparacak dizginlerini
   Yediveren gül kardeşi bir arzu
   Oy sevmişem ben seni…

#İyiKiDoğdunGözüm.
Kaynakça: Şiir

kenarlık # 10 – grzegorz bojanek – remaining sounds (do-019 / dynamophone records)

Leave a comment

tane tane dizilip düzenlenmiş, tasnif edilerek ayrıştırılmış iş bu güncelliğin rutininde hep aniden çıkagelen kimi karşıtlıklar zaman mevhumu dahilinden, yaşam dediğimiz bu serüvendeki gözlemlerimizi, yeniden gözden geçirmeyi olası kılar. olasılıklar dahiline eklemler. biçimlenen yahutta öyle adledilen şeylerin nasıl v hangi koşulların dahilinde dönüştürüldüğünü anlamlandırmak mümkündür. bir şeyler, olgular v edimler devinir, dönüştürülürken yeniden tanımlanıp şekli şemali düzenlenirken kontrhamlelerin, ters köşelerin nasıl da biçimli bir izlek, yol dahilinden sunulduğu her defasında kervana düzüldüğü meydandadır. ortaya çıkan dünün tahayyülerinden edinilmiş olanların nasıl zalimane bir algı ile yıpratıldığını, tahrif edildiğini ortaya serer. dünün getirdiklerini önemsiyormuş gibi yapıp, maskesini v ambalajını değiştirdikten sonra bugün içerisinde yeniden tanımlandırılmasının, kısa alanda dar paslaşmaların, darlık halinin enikonu görünürlüğünü sağlayan bir simyanın okuması gerçekleştirilebilir. dün dündür de bugün o dünden ödünç alınanlardan ne ders, ne adap öğrenildiği ne de kafaya bazı şeylerin dank ettiği rahatlıkla gözlemlenebilir. yolları daraltarak her koşul v şart altında dayatımları öne sürmenin, hakkaniyeti değil zulmü meydanda tutmanın kanıksanarak ilerletilmesi an içerisinde çatkapı eşiklerimizi yoklayan şeyin kendisini anlaşılır kılacaktır. tutkulu bir hamlenin diğerine peşkeş çekildiği faşizan bir görüngü hasıl olur. bina edilen dönüp dolaştırılan bireyin kafası daha fazla karıştırıldıkça her duyumsanan yalan olarak tanımlandırılması biraz da erk’in istediği gibi at koşturmasından meydana gelir. böyledir. durağanlaştırılmış bir zaman dahilinde değil tam aksine herşeyin apar topar, paldır küldür yönünün değiştirildiği, tasfiyesine girişildiği bir zamanda insana ulaşmaya kaç vardır. o bu şu değil, sıfalar, tanımlandırma v yaftalamalar değil düpedüz yalın insana ulaşmak söz konusu mudur? söz konusu edilebilir mi?

işittiğimiz seslerin deneysellik kanadı çoğunlukla kulağa ulaşan frekanslardan, kayıt altına alınmış anlık tasvirler duyumsatımlar, duyargalara ulaşmış olan çığlıklar, fısıltılar v daha fazlasıyla yukarıdaki betik dahilinde sunulanın anlamlandırılabilmesini kolaylayan bir yapıyı kulaklarımıza ulaştırır. deneysellik zordur zor olmasına a bağışıklığa ulaştıkça o makamdan işitilenlerin ta kendisi bazen kocaman bir külliyatın, bazen de doksan dakikalık bir seyirliğin sunduklarıyla parallellikler barındıran bir çözümlemeyi beraberinde getirir. ulaştırır. dinlemek biraz da bunun için önemli v meşakkatli bir yoldur, deneysellik sahanlığında.. normal hallerinde kendi başlarına bir şey ifade etmeyenin bir bütünlük dahilinde sunumlandırıldığında ortaya çıkarttığı anlam bütünü; bu kurguya dahil etmek istediğimiz kayıt v albümler dizininin pek çoğunda yadsınamaz bir biçimde kullanılan bir metafordur. harmanlayıcıdır. 2005 yılından bu yana faaliyetlerini sürdüren deneysel-ambient-elektronik müzik cenahının çatılarından birisi olan “etalabel”ı kuran, polonya’lı prodüktör grzegorz bojanek’in dynamophone records etiketinden yayınlanan “remaining sounds” kaydını da bu meselin sınırlarına dahil edebileceğimiz bir bileşenler toparlaması olarak ele alabiliriz. akustiğin duyumsatılması, elektronik seslendirmelerin, yap bozların birbirilerine eklemlenmesi neticesinde adım adım ördüğü ses sağanaklarının birbirine lehimlenmiş kolajlamaların toparlaması bütün bu anın getiridiklerinde neleri ‘es geçtiğimizi gözlemleyerek anlamamıza vesile teşkil edebilecek birer kurgulamadır. bir kurgumasal değil tam aksine bir hakikattir. rast gelenin karşılaşılanın nelerden mürekkep, nasıl bir damıtımın neticesinde olduğunu sorgulayabilme şansını sunan bir müziğin varlığı, günün şartlanmışlığı dahilinde giderek önyargılarına göre hareket etmeye bağşıklık kazanan persona için de deneyimlenmesi zorunlu bir u dönüşü sağlayacağına kuşkumuz yoktur. musique concréte, elektro-akustik simyanın her an v akışı içerisinde zihnin imdisinde çağrışımları tetikleyen birer damıtımdır, grzegorz bojanek’in “remaining sounds” albümünü de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. metaforlar v anlatımlar görmek isteyen, işitmek isteyen, gerçeğe nail olmayı arzu edenler için birer yardımcıdır. bu yarenliği beraberinde taşıyan güncel bir elektronik müzik kaydı dinlemek isteyenlere kaçırmamalarını salık vereceğimiz, basitten zora ilerleyen bütünlüğüyle yılın adı anılasılarına rahatlıkla eklemleyebileceğimiz bir kurgu “remaining sounds”.

grzegorz bojanek official
grzegorz bojanek official via etalabel
chop project official
grzegorz bojanek artist page via soundcloud
grzegorz bojanek – remaining sounds official page via dynamophone records bandcamp
grzegorz bojanek – remaining sounds review by nepets via avant music news

Deuss Ex Machina # 421 – kesintili kesit… aksamı her dem mekanik, devrik

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_421_–_kesintili kesit… aksamı her dem mekanik, devrik.

15 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a1-Soft Gates – Duplication (Self Released / CD-R)
a2-Soft Gates – Oz Crystal (Self Released / CD-R)
a3-Atlantis – The Mountain And The Sun (Futuresequence)
a4-Atlantis – Landa’s Alphabet (Futuresequence)
a5-Actress – IWAAD (Honest Jon’s Records)
a6-Actress – Jardin (Honest Jon’s Records)
b1-Kangding Ray – Telur (Stroboscopic Artefacts)
b2-Kangding Ray – Antar (Stroboscopic Artefacts)
b3-Xhin – As It Unfolds (Stroboscopic Artefacts)
b4-Xhin – Them (Stroboscopic Artefacts)
b5-Eugene Carchesio – Circle Music Two (Room40)
b6-Eugene Carchesio – Circle Music Seven (Room40)

kesintili kesit… aksamı her dem mekanik, devrik
(421)

kelimelerin sağladığı enginlik dahilinde birbirine benzeşen sözcüklerden ırakta bir yerlerde, bir denklikte seslendirişler v tahayyüller gözlerimizin önüne durağanlıktan uzak, üzerinde uzun uzadıya düşünülesi derin derin tartışılası bir vesikanın varlığını enikonu denkleştiriyor. okunmadığı için kenara yığıntılanan, bir köşeye atılan epey hallice yekünün, matbuatın bir noktasında, bazen tek bir sayfasında; umulmadık deryaların varlığını keşfetmektir bu aynı zamanda. şifaen, sözle olan yolumuzun kesiştirilmesi, bunun yanında kaynakçalığın nispeten daha az önem atfedilmiş yanılgısını üst üste koyduğunuzda bir kelime bazen binlerce sesi tanımlandıran, binlercesiyle açıklanabilecek bir vakıayı net bir biçimde çözümleme imkanını sağlıyor. söz konusu ediyor. yerleşik kalıpların, düzayak sanrıların, her dem oldu bittilere getirilmiş olan işin doğrusunu değil eğrisini ön plana çekmeye gayret eden avaz avazlığın yanında sığınılabilecek bir limanı temsil etmektedir. haddizatında. bunca tebelleş olunanın, yüz göz olunanın yanında hemen üstten atmalık, sıra savmalık bir deneyimleme değildir o kelamlar.

her durumda haberdar olunup ahkam kesilebilir olarak tanımlanmış, bellenmiş olanın yanında neye ne kadar önem atfettiğimizi, neyden beslenerek hangi soruları sormaya bir çaba iki özen gösterdiğimizi duyumsatan bir denkliktir. arada kaldığımız, sıkış tıkışlığımız içerisinde belirgin olan duyarlılık nam edimin nasıl bir vitrin çalışması, ambalajlama güdüsü olduğunu bundan nemalanarak ötesine kafa yorulmamasının salık verildiği bir zaman diliminde önceliğini hemen hiç kaybetmeyendir. okuduğumuzu ne kadar anlıyoruz? okuduğumuza ne kadar değer atfediyoruz, erebiliyoruz? kendiliğinden bir rota v yol belirginleştirmek için kelamın ortaya döktükleri bir başlangıç vesilesiyken bunu per per tepinerek lime lime edip, nefsi köreltmek adına yüz kırk karakterlerde sündürmek, bu olmamış, öteki anlamamış diğeri hiç kıyısından geçmemiş ama lafazanlığın dolaylarından birer ikişer dökümleme çabasının hangimizi nereye taşıdığı meydana çıkmaktadır. bu pejmürdelik saiği içerisinde denk getirilenler, denk düşürülerek yola dizilenler, kelam haline dönüştürülenler klişelerin yeniden dökümlendirilmesiyken hala ama v fakatlardan nemalanmak neyin nesidir?

kimliklerin, dillerin ortaya çıkarttıkları varolanın yanında görünmesine hiç çaba sarf edilmeyenleri bizahati duyumsatmaktır. gel gelelim bizim gibi tepeden diktelerin pat diye bir anda devreye sokulduğu bir deli kuyuya taş atsa kırk akıllının ortak akıla başvurup da o taşı çıkartamadığını deneyimlenmesine sahne olan bu cenahta duyumsamak için okumak gerekmektedir. okuduğunu kurallara bağlı, kırmızı çizgilerle donatılmış, bu aşılmaz, şu delinmez olarak savlanan şeylerden arındırmak gerekli iken hala tatavla peşinde koşulması günü daha da karanlık kılmaktadır. okumuyoruz, göz ardı ediyoruz. okumuyoruz gözümüzün ucunda baktığımız şeylere dair yalan yanlış ne varsa dilimizde evirip çevirdiğimiz kekremsi harfleri sırasıyla dizmeye devam ediyoruz. anlamıyoruz, anlamak için çaba sarf etmiyoruz. deneysellik olsun diye entelijansiyanın en kıdemlisi olmak adına değil bu ülkenin dosdoğru yaşamak zorunda bıraktırıldığı heyhulalara, garabetliklere v daha fazlasına karşın ortak aklın ne olduğuna kafa yormuyoruz. yormayınca da kendi küçük cemaatlerimizin günden günden ot, çöp diye ayrışan kümelerinde kendiliğini kaybeden kuklalaşmış tasvirciler haline dönüştürülüyoruz. sesimizi duyan var mı?

yalnızlaştırıldıkça, izole olmaktan çekinilip durulan o sanal cenahın bir parçası haline dönüşmek için “mesai” harcayan, bu uğurda çabalara girişmek mecburiyetini kendinde görenler haline dönüştürülüyoruz. yoksunlaştırıldıkça anaanakımın zaten hiç görmediğine karşı daha tekinsiz, daha tedbirsiz yakalanıyoruz. bilmediğin ufkun bir yanında bir köyün ortalık yerinde mühimmatın ne işi olduğunun sorgusunu, köylük yerin yamacına konuşlanmış olan birliklerin gerilla ile savaşında kurşundur seker, ahmet mi mehmet mi nereden bilecek benim ‘mehmet’ kardeşim diye atfedilen vurdulu kırdılı savaş halinin küçücük çocukları aramızdan almasına yol verdiği bir zamanda barışın gerekliliğini değil sunulan gereksizlikler üzerinden zamanı heba ediyoruz. buna ilişerek, alışarak yaşamanın gerekliliklerini yeniden örüyoruz!. aslında ölüyoruz günden güne ama kimse üzerine alınmasın diye onu da sessiz sedasız kılıyoruz. vehameti anadil polemiklerinin çevresinde sergilenen sizlerin her ne olduğunu biliyoruz diye üstten üstten konuşmaların, afedersiz zerdüştlerin akla gelmesi için basbayağı münafık bir zihne sahip olunması gereken çıkarsamaların başvezir ya da vekili, amiri veya memurunun diline düştüğünde, o bahisler ortaya çıkartıldığında bir iki kem küm sonrası bağışıklık kazanılması düşündürücü değilse nedir? neyin nesidir?

polyannacılık hikayesinde bir sonraki dönemece gelesiye kadar bunca bedbinlik hali, bunca kederlendirici şeyin ortasında kırk gündür aç kalan bedenlerin taleplerini duyumsamak, söze karışmak yahu onlar da terör örgütü üyesi-sempatizanı denkliğine, yaftalamasına bir an olsun düşmeden konu anlam v bağlamını yitirmeden söz konusu edilebilecek midir? hasılı kelam insana ulaşılabilecek midir? toplumsal duyarlılığı münferittir münferit diye diye enikonu linçlerin olağanlaştırıldığı, her x’im diyenin karşılığı olarak al bu da sana ‘y’ denilerek yeni densizliklerin sergilenebildiği afakı saran karanlığın, bünyeye sirayet etmiş olan işimize gelmeyene karşı bir güzel kulaklarımızı tıkarız abinin sonu en azından ölüm kadar feci değilse nedir? her neye ilintilenmelidir. iliştirilmelidir. yap boz paramparça. tüm parçalarında bir şeylerin eksik edildiği, bir şeylerin önüne engeller çıkartıldığı bu kadar göstere göstere devam edilirken kafayı kum içerisine gömmek neyin çözümü olacaktır. pekala o değer atfettiğiniz, önemsediğiniz şeylerin yanında bu sathı mahali asgari müşterekte paylaşmak zorunda olduğumuz lgbtt bireyler için avcılar’da düzenlenen linç ediyoruz gecelerine ne demelidir? neyin nesidir?

birbirimizi türk, sonradan türk, yarım türk, enikonu dönme, sonradan görme, beyaz türk, siyah türk, karbeyaz türk, yeşile bulanmış türk, muhafazakar türk, laikçi v ulusalcı türk diye belirgin bir ayrıştırmanın sonu getirilmeyecek bir safhası dahilinde bütün bütün yaşadıklarımızın sorgusuna ne zaman girişebileceğiz. hangimizin ne olduğunun, ne mutlu olduğumuzun değil de ne kadar insan yerine konulduğumuzun, sesimizi ne kadar duyurabildiğimiz ile ölçülebileceği bir cenah olmak dururken halan aferin için didişilmesi korkunç değil midir? kırk takla atılarak referandum sürecinin sakızı anayasa yazılacak sürecinin son halleri, hallenişleri tüm çıplaklığıyla nerede durduğumuzu göstermektedir. okumuyoruz geçiyoruz! bir yerinde kilitlenip, öbür evresine geçilen gelgelelim anadilde eğitim hakkından en temel sendikal haklara kadar pek çok şeyin karar hükmünde kararnameler, gece operasyonları ile tertip edildiği yeniden biçimlendirildiği bir zamanda hakkaniyetli bir anayasanın yazımı nasıl mümkün olacak, nasıl gerçekliğimiz olacaktır? seçilmişlerim kafa karışıklığı bir yana sınırlarımızın çok ötesinde izlanda’da yirmi beş yurttaşın fikirleri doğrultusunda temellendirilip, halktan gelen yönlendirmelerle şeklinin sağlandığı anayasa yazım süreçleri, demokrasi dediğimiz şeyin her ne olduğunu bir kere daha ispat ederken bu sathın kendisinde böylesi şeyleri düşünmek, tahayyül etmek, talepte bulunmak koskocaman bir ütopya mıdır hangisidir?

utanç vesikaları ne bu satırlara ne de bu meram sahanlığının sınırlarına yazmakla tükenecekken, tüketilebilecek bir şeyken hala gak guk denilmesinin hala en gerekli olan konularda sessizliğin ortak bir paydaymış gibi seslendirilmesinin ceremesini çekmeye devam edecek olmamız da mı düşündürücü değildir? gerekli gereksizi bir kenara yinelemekte fayda var insanı konuşmaya, anlamaya, çözümlemeye dahası hayat dediğimizin böylesi bir utanç vesikası olmadığını daha ehven bir şey olduğunu kanıtlayabilmek için kaç tecrübe gereklidir. kaç tecrübenin yaşatacakları üzerinden bir şeyler kafaya dank edebilecek uyanılıp yola konulabilecektir? kendi işittiklerimizin üstüste birikintisi bile bunca çekimserliğin, ucu bana dokunmasınların hepimizi her ne hale koyduğu meydandayken bir kere daha seslendirelim istedik. yolumuz nereye muhafaza altına alınıp, oradan kesilip buradan biçilerek yeni yeni teğeller atılıp hemen arkasından vazgeçilip, pas geçilip durmadan kararsız kazımlığın son hamlesiymişçesine “önemlilik” atfedilerek her defasında boşluğa denk getirilen, zarar ziyan eylenen bir demokrasi kumaşına sahibiz. makastarın ustalıkla kestiğinde nizami bir kıyafet olarak ortaya çıkanın, çıkartılabilenin bizim ustaların ellerinde ne hallere konulduğunu nasıl bile isteye heder ettirildiğini, hurdaya ayrıldığına bir kere daha şahit yazıldığımız bir demokrasi kumaşına sahibiz.

kesik parçaların, hem kol hem bacağa uyabileceğinden, hem bedene hem ruha hem içe hem dışa, görüntüyü kurtarabileceğine olan sebatın, handiyse toz kondurulmaz özgüvenin getirilip ortasına bırakıldığı, biçimlendirmekten ziyade varolanın da tanımsızlaştırılmasına ön ayak olunan bi’demokrasi kumaşı ahalisiyiz. halkın sahipliliği belirli bir nokta, kademeden sonra önemsiz bir detaymışçasına ele alınıp değerlendirilirken yapılanların hepimizin günü, geleceğini dar ettiğine, bir beden küçülmemizi salık veren bir algı sınırına terk ettiğini, gördüğümüz v acı acı tecrübe etmeye muvaffak olduğumuz bir demokrasi kumaşına sahibiz. hem bizim hepimizin, hem muktedirin has seçilmişlerinin tıyneti v zihniyetlerine göre rahatlıkla hiç ama hiç istif bozmadan kullanabileceği, kesiklerin yeni yaralar ortaya çıkartacağı, dönüştürebileceği iyi veya kötü yanılgısı ikileminde boyuna makastarın kesintiye uğradığı, şaklayan makasın bazen giyotin gibi herşeyi biçip döktüğü, yerle yeksan ettiği, ucubenin belirli bir karşılığı olarak atfedilebilecek bir demokrasi kumaşına sahibiz. demokrasiyi aşılmaz duvarlar, mütemadiyen suskunlaştırılan, biat ettirilen, yol isteyen her kim olursa olsun dur denilen, merehem isteyene, akıl danışana başka kapıya diye kovalamaların sergilenebilmesi bunun da alkış kıyamet sergilenmesi kumaşımızın nasıl kullanıldığını, hangi ellerde nasıl hallere dönüştürüldüğünü belirginleştirmektedir. belli etmektedir.

belirgin kılınan aidiyetlere göre tavır almaların, dengine göre laf satmaların, çarptırmaların, hizaya çekmenin, boyuna huyuna v önyargılara göre yaftalamaların, edep had bildirmelerin katara dizildiği, göz önüne getirmektedir.demokrasi kumaşının her bir dip odağı olan teğellemelere haiz alanların, nasıl üstünkörü çalakalem çizildiğini örnekleyendir. tasvip edilenlerin yanında onanıp kabul görmesi mümkün olmayan nice akıl almaz tutumun peyderpey sergilenebilmesi, bir kurmaca, kurgu masal içerisinde değil bizahati can yakan bir gerçekliğin içerisinde adımlatıldığımızı, yol aldığımızı, nefes almaya çalıştığımızı kesin bir biçimde duyumsatacaktır. duyumsatmaktadır. tedbirin hep önceden alındığı bu o şu da bu kategorisinden, onun sözü şifa bunun sözü zehir olarak tasnif edilmeye girişildiği halen de bunun önemli bir tutum olarak muhatap alınacaklar için önemli bir kıstas bellendiği, gel gelelim esas sözün sahiplerine bu aşamalar, yıldırmalar yüzünden kimi zaman hiç ulaşılamadığı bir düzenek bina edilmekte, yükseltilmektedir. o tezgahın üzerine, makas durmadan çalışmaya devam ederken. gördüğümüz kısır döngünün bir ayağı, evresiyse eğer henüz görmeye nail olamadıklarımızın hali v meali takdirlerinizedir elbette. kolayca dönüştürülebileceği sanılan v buna göre hareketlerin yol aldırıldığı bu sathı mahalde görünen köy kılavuz istemese de yaşadığımız güncenin hakikat okuması her günü bir sınayış v sınav mertebesine taşımaktadır.

üstelik sadece bu kadar az betimleme v buz dağının handiyse yüzde beşlik bir kısmına ancak vakıf olunabilmişken. buna ayılabilmişken sınav edimi gün akışında önemli bir sahayı kapsamaktadır. uyu, uyan ye iç v her sınavdan başarıyla geçebilmek için kırmızı çizgilere riayet et. belle, didiş görmek için çalış ama neden sorgusuna girişme. anlamak için dinle!, çabalan gel gelelim bütün burada bellediklerini sırf kendine sakla. düz hatların eğri büğrü haline dönüştürülmesi, keskinleştirilmesi enikonu teferruatlardan arındırılıp sorunu v meseleyi öne çıkartırken kafanı kumdan hiç ama hiç çıkartma. yeltenme bile hareket etmeye. orada adil, burada kapsayıcı, şurada barışçıl dilin getirdiklerinden bahis açanların bunu belletmeye, idrak ettirmeye didinenlerin neden bu sathı doksanların kirli v karanlık yüzüyle buluşturma teşebbüs v faaliyetlerine değinme. bil ama unut. gör ama hafızandan ilelebet sil. akıl var ama fikri taça çıkar. alim olma balık ol!. duy amma velakin önemseme. gayya kuyusu hepimizi ayrısız gayrısız şahsiyetlerin yapıp ettiği mendeburluklar ile oyalatılırken roboski’nin bir benzerinin nasıl denk getiriliyorsa artık geliye tiyari’de de sergilenmesine, insanın katledilmesine, katilin varlığı bunca meydandayken büyütülecek bir şey yoktur bir hataymış olmuş seslenişlerine kan, kanabil. ahmet mi mehmet mi ayrılması uzun bir hikayeydi a burada da benzeş bir savlayışın aynı mekanik hissiyatsızlığın vurgulanması için tüm gün boyunca sıranı, haddini bil v bekle.

yanıtlanmayan sorular yığın gibi dururken bir ayı çoktandır aşan siyasi tutsakların neden aç kalma gereği duyduklarını!, açlık grevinin dönülmez aşamalarını tercih ettiklerini sorgulama. lâl kal, âma ol. zihni kullanma, heves etme. çünkü dokunursan yanarsın, ilişirsen cız kurcalamaya devam edersen kafanda patlayacak biber gazı olacaktır duyumsanması, ya duyulursa! histerisi hala hepimizi kilitlemeye devam ediyor  bir kere daha. kilitlenmek düz bir metafor olmasının, bunca sınırlı değerlendirilmesinin yanında neredeyse muktedirlik v payandalarınca uygun bulunmayan hemen hemen her konuda pat diyerek güne taşınıyor. akil olanı arama çabasının nafile bir teşebbüs olduğunun altını yüklemlerle donatabilmek adına şans belleniyor. çaba bir noktada eylemi tetikleyince denklem çorap söküğü gibi çözülmeye, derinleşmeye devam ediyor. fikrin tahrif edilmesi bunca ama v fakata sıkış tepiş yapışılması tüm klişelerin birer ikişer yeniden seslendirilmesine zemin sağlamaktadır. her barış diyeni öcü, her kürd diyeni bölücü, ermeni diyeni hain, o diyeni bu şu diyeni beriki olarak atfetmek, her insani öncelikler diyeni ayrıştırıcı, nifak tohumcusu, emeğinin karşılığını tam v eksiksiz talep edeni çıkarcı, bir seslendiriş olarak kişisel görüşlerini paylaşmasını anılıp durulan münferit kesimlerin, duyarlılık sahiplerini tahrik edici! olarak tanımlandırmanın, biliyorsunuz teröristle kucaklaşan bir parti gibi gerekli gereksiz seslendirmelerin bizahati kılçıksız faşizm tutumunun onların kumaşını biliyoruz tavrının yol verdiği aşılmazlıkların peyderpey tekrar edilebilirliği bu kilitlilik halininde istikrarlı bir biçimde sürekliliğini sağlıyor. sağlamlaştırıyor.

anlamak için gösterilmesi gereken çaba toplamı, nasıl da göreceli seçmelere denk getirilerek ona ayrı buna ayrı bir düzlemde yeniden şekillendirildiğini meydana seriyor. herşey yeniden başlıyor. tanımlananların hakkaniyeti göz ardı etme düzeyi yükseldikçe sessizliğe mahkum ondan medet umar haline dönüşen kitleler yaratılmaya, bu saik diri tutulmaya devam ediliyor. iletişim olanaksızlaştırıldığından bu yana kimin neyi önemsediği, hangi gerekçelere dayanarak bir şeyler düzeltmek, onarmak adına yola çıktığı unutturulanlar arasına dahil ediliyor. demokrasi kumaşımıza vurulan her neşter, pardon makas dünün vesayeti baskıcılığının tahammülü bellekten silmiş hamlelerinin devamlılığında bütünü lime lime eden bir toplamı meydana çıkartıyor. bin kere düşünüp bir kere kelamı türetebilmeyi olumlama olarak ele almayı v halen herşeyin yolunda olduğuna inanabilmeyi bir masal kurgu bütününden acı bir deneyim haline dönüştürüyor. zamanın ruhunda yapılan edilenler tümden kişiliği, kollektif kümenin en kıyısında ölüme terk ediyor bilincinde miyiz?

hiç telaşe etmeyiniz dedi dış ses. sizlerin bu duyarsızlığınız beni bitirdi dedi iç ses. herşeye bir kulp tutup ondan yeni sözler söylüyorum diye diretmeyin dedi dış ses. mahir olan öfke bir hitabet sanatıdır deyip ha’bire fırça kayana söylesene bunu dedi eğer zahmet olmazsa kısmını da ilave ederek iç ses. bizim eylediğimiz takılacak kulp değil boşa heder edilecek zamanımızın kalmadığıdır kısmını da sektirmeden. düz mantıksınız, ileriyi görmüyorsunuz, konjüktürün ne manaya geldiğini bilmiyorsunuz dedi dış ses. ne geldiyse bu başa siz anlamazsınız, bilmezsiniz diye kesin konuşmalarınızdan başımıza geldi, durmak nedir hiç bilmediniz gazla, copla, darpla kapı bacayı kafaya kırarak, evi barkı derdest ederek, yakarak, tahakküme olur vererek bugüne getirdiniz hala mı düz mantık dedi iç ses. hala mı sağır duymaz güzel güzel uydururculukla mesai. kolay değil memleket dedi dış ses!. memleket dediğin rutinlere bağımlı, korkulara bağışıklık kazandırılmış, kafasına bomba yağsa buna bine minnet etmesi salık verilen, zorlanan şerrin türlüsü getirilirken başa halal gelmesin yurduna, başına söylem v diğer seslendirmelerden gayrısını önemsemeyen bir yer midir dedi iç ses. bu mudur!. süreklilik dahilinde dün dündür, bugün bugündür dedi dış ses. evet dedi, dün ne ettiyseniz bugün aynısını roboski, colemerg , geliye tiriye’de, amed’de, afyon v wan’da, esenyurt v istanbul’un varoşlarında bir kere daha yineliyorsunuz dedi çekincesiz iç ses. hayıflandı dış ses. bir iki kelam daha edecek oldu. bunca felakete sessiz kalan, göz yuman dilsiz şeytandır dedi iç ses. başvezirin kullanmaktan çekinmediği bir taşlamayı yüzüne söyledi. onu bunu bilmem dedi dış ses… yoluna devam etti… oyun mu perde mi! başlangıç mı son mu? hakikat için didişmek mi yoksa dar alanda kısa paslaşmalar mı… hepsini düşünmek için fırsatımız, zamanımız kalacak mı kıssası bizlere kaldı. şimdi v burada.

>>>>>Bildirgeç

İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler – Göksun YAZICI – Bir + Bir*

Çok uzun bir mesafeyi kat etmiş bir Zen rahibine bu kadar yolu nasıl yürüdüğünü sorduklarında cevabı oldukça kısa olmuş: “Adım adım.” Halil Savda, 1 Eylül’de “ben küçük bir adım atıyorum” diyerek Roboski’den Ankara’ya kadar gidecek barış yoluna çıktı, adım adım ilerlediği yolunda ona katılıp destekleyenlerle kartopu gibi büyüyerek Ankara’ya vardı. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri barış yolunda yürürken bir tek Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah’ın bıyıklarına takıldı. Osmaniye’nin “hassas bir bölge olduğunu ve diğer illere benzemediğini” ileri süren bir emniyet yetkilisi, Vali Cerrah’ın emri olduğunu söyleyerek barış yürüyüşçülerini Adana il sınırına bırakacaklarını söyledi. Cerrah ve polisleri “barışın yolu buradan geçmeyecek” diyordu. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri direnç gösterdiğinde ise onları kelepçeleyip yaka paça emniyet otosuna bindirdiler. Çeşitli “hassasiyet”lere, “toplum barışa hazır” laflarıyla savaşı destekleyen devlet aygıtlarını ellerinde tutanlara karşı, Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçülerinin kafalarında barış fikri ve bu fikirle hareketlenen bedenlerinden başka bir şeyleri yok. Çıplak bir beden olarak duruyorlar devletin savaş aygıtlarının karşısında. Cerrah’ın ve iktidarın çocuklarının ise başka bir bedeni daha var; tam da etten kandan olan bedenleri ve özgürleştiren fikirler taşıyan kafaları yok etmek için donatılmış şiddetten başka bir şey olmayan beden —egemenin yaygınlaşmış bedeni. Egemenliğin bedeni, etten kandan olan bedenlere musallat olup onları Cerrah gibi bıyıklı yapıyor. İktidar aygıtı olan bu bıyıklar, iktidara karşı olan her bedeni neredeyse güdüsel bir şekilde tetkik edip yok etmeye yöneliyor. Ellerinde bu kadar şiddet aygıtı varken hâlâ korkuyor olmalarının sebebi, şiddet dolu ikinci bedenlerinin onlara verdiği sömürme, öldürme ve aşağılama yetkisinin kendilerine sağladığı avantajları kaybetme korkusu. Kendisini egemen addeden bir millete mensup olursa toprağın güzelliği ve hayatın zevkleri de ona ait olacak. İktidar aygıtlarının hizmetine sunulan bedenlerin bedenden çok aygıta benzemesi de ancak yok ederek, dışlayarak yaşayabilecek olmasından kaynaklanıyor. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri yoruldular, sıcak altında kaldılar, çadırda uyuyup Cerrah’ın kelepçelerine direndiler, ama bedenleri şimdi daha bir güzel; kafalarındaki barış fikrinin bu kadar uzun bir yolu adım adım kat ettirecek kadar bedenlere güç vermesi, iktidar aygıtlarına bulanmadan varolmanın bir biçimini örnekliyor. Tüm iktidar aygıtlarından kurtulacak olursak aslında sadece beden ve zihin olduğumuzu ve zihinde de her bedeni özgürleştirecek upuygun fikirlere sahip olabileceğimizi de görebiliriz. İktidarsız, tahakkümsüz bir dünyayı kurmanın düşü, bütün bedenlerin mutlak eşitlik zemininde birbirlerine verebilecekleri tadın düşü olsa gerek. İktidar aygıtları şiddeti bedenlere nakşederek bazı bedenleri hizmetçisi yapıyor, diğerlerini de hizmetçilerinin kölesi yapmaya çalışıyor. Ama direnç yine bedenden geliyor işte, şiddeti içselleştirmeyi reddeden diğer bir beden üzerinde tahakküm kurmayı reddeden, kendi bedeninde tahakküm kurulmasına izin vermeyen bedenler ise, Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri gibi, az gidip uz gidiyor, dere tepe düz gidiyor, tam kırk gün boyunca adım adım yürüyüp Roboski’den Ankara’ya giden yolu bir barış yolu olarak kutsuyor. İktidar aygıtlarına sahip olanlar bir arpa boyu bile yol gitmemek için direniyorlar, kendi çıkarlarını bırakmamak için bedenleri yok etmeyi seçiyorlar, ama ne yaparsa yapsınlar, her bedeni yok edemeyecekler. Kimi barış yolunu yürüyerek yaratacak, kimi barış için her şeyi yapmaya göze alacak. Halil Savda ve diğer barış yürüyüşçüleri Ankara’ya hoşgeldi. Ankara’dan Roboski’ye barış yolunun taşlarını döşediler. “Roboski’yi unutursak kalbimiz kurusun!” İktidar aygıtlarının “operasyon kazası” diyerek yok ettiği hayatların mekânından iktidarın mekânı bellediği ulus-devletin başkentine giden başka bir yolun mümkün olduğunu gösterdiler. Adım adım yürüyen bedenleri tahayyül gücünü ve başka yolların imkânını açtı.

Açlık grevleri

76 hapishanede 10 bin tutsak 12 Eylül tarihinde dönüşümsüz, süresiz açlık grevine başladı. Açlık grevinin kırkıncı gününde bilinç kayıpları görülür oldu. İktidar aygıtlarına karşı yine bedenler direniyor, tutsak edilmiş özgürlüğü elinden alınmış bedenler iktidar aygıtlarının bedenlerinin her hücresine giremeyeceğini açlık grevine girerek haykırıyorlar: “Bana her istediğini yaptıramazsın!” BDP Eşbaşkanı Demirtaş, açlık grevlerini Abdullah Öcalan’ın durdurabileceğini söyledi. Açlık grevindeki tutsakların talepleri de, Öcalan üzerindeki tecridin kalkması ve barış için müzakerelerin başlaması. KCK tutuklamalarında Kürtçe savunma reddedildiği için süreç tıkanmış durumda, iktidar aygıtları “bana göre hava hoş” demeye çalışıyor. Fakat AKP’nin referandum ve seçimlerde aldığı oy oranına güvenerek “yaptım oldu” türküsünü söylemesi yine ona kaybettirecek, çünkü her ne kadar seçim sistemindeki barajla, şimdi de bölgeler ve belediye tanımlarını değiştirerek yapmaya çalıştıkları seçim hilesine rağmen “mutlak iktidar” diye bir şey olmadığını anlayacaklar. Lord Acton’un “iktidar çürür, mutlak iktidar mutlak olarak çürür” sözlerini yeniden hatırlayalım.  Amerikan büyükelçisinin Karayılan için önerdiği, Ladin’e uygulanan “yargısız infaz” önerisine BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’tan çok yerinde bir cevap geldi. Kışanak, büyükelçi ve AKP’nin  arkasında yirmi milyonun durduğu bir halk hareketini “terör” olarak damgalayamayacağını söyledi; bunun için çok uğraşsalar da. Kendini iktidar aygıtlarıyla özdeşleştiren Türk milleti de nasıl bir işbirliğine girdiğini iyice düşünmeli. On bin tutsak gerekirse ölmeye yatacaklarını beyan etmiş durumda. Eşit olarak muhatap alınmayacaklarsa ölmeye hazır olduklarını, bedenlerinin köle olmasındansa açlıkla yavaş yavaş erimeyi tercih ettiklerini söylediler. İktidar aygıtları kan ile yaşayan bedenlerin gücüyle besleniyor, fakat bu kadar ölümün altından kalkamayacağını da bilsin. Çünkü her ne kadar arkasına Amerika’nın mutlak gücünü alarak iktidarın “meşruiyet” kriterlerini burjuva temsilî demokrasisinin bile gerisine çekmeye kalksa da, yine her iktidarın “meşruiyet”e ihtiyacı vardır. Eğitim sistemini budayarak, dindar nesil yetiştirerek meşruiyetini verecek kişileri tam bir teba olarak biçimlemeye çalışsa da, onlara inanmayan ve meşru işler yapmadıklarını söyleyen insanlar olacaktır. On bin tutsağın açlık grevine kulak tıkamak toplu katliam yapmaktan farksızdır. İnsanların üzerine bomba yağdıran ve buna “operasyon kazası” diyen bir iktidarın, otuz senedir süren savaşta on binlerce insanın ölümüne kulaklarını tıkamış olan egemenin uslu çocuklarının ülkesinde, ne kadar susturulmaya çalışılsa da, bu sesler ve ölmeye yatan bedenler “kâbus” olarak geri dönecek onlara. Açlıktan bilincini kaybeden bedenleri susturamayacaksınız. İmralı’daki tecrit bir halkın sesinin ve müzakere gücünün tecrit edilmesidir; açlık grevindeki tutsakların söylediği budur. Benim sesim tecrit edildi, sesimi geri verin diyen bedenlerin açlıktan erimesine kulak tıkayanlar, sadece Kürtçeyi değil, Türkçeyi de öldürecek, çünkü kendine eşit muhatap tanımayan Türkçe katliam ve ölümden başka bir şey dile getiremeyecek. İşte bu konunun sadece “Kürtlerin meselesi” olmaması ve “demokratik tavrın” da “destek vermek”ten daha fazla bir şey olması bu yüzden. İktidar aygıtının kendini özdeştirdiği dilin içine doğanlar, yani anadili Türkçe olanlar, kendi dillerinin iktidar aygıtları tarafından zaptedilmesine karşı çıkmak zorunda. Yoksa sevgilisine “seni seviyorum” dediği dilin dayattığı ölüm ve katliamla, Türkçe sevmenin imkânsızlığıyla karşılaşacak. “Bugün hava ne güzel” cümlesi Türkçe olduğu için havayı puslandıracak. Bir dilin iktidar aygıtı tarafından ele geçirilmesi, en çok bu dilin içine doğanları yaralar, çünkü bir dil ancak “eşitlerarası” bir alan yaratabiliyorsa gerçekten dildir. Türkçenin kendisine eşit görmediği bu toprakların dillerini eşitimiz olarak duyamazsak, on bin tutsağın bedenlerinin sözüne kulak tıkarsak, aşık olmanın, dostluğun ve dünyayı kucaklamanın Türkçesi olmayacak. Açlıktan bilinç kaybına uğrayan, konuşma yetisini kaybetmek üzere olan tutsakların bedenleri eşitlik için konuşurken, bizler obez hallerimizle konuşabileceğimiz dili yitireceğiz. Bu yüzden “edi bese!” ve “yeter artık!”. Hâlâ Türkçe konuşmanın bir olanağı varsa, bu ancak Türkçedeki tüm barış ve eşitlik sözcüklerinin harekete geçirilmesiyle mümkün olabilir. Dilimizi iktidar aygıtlarına kaptıramayız!

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar. Birer okuma parçası olmasının az daha ilerisinde, Bir + Bir neşriyatı sunup getirdikleriyle bu algı sahası daraltılıp, baskı altına alındıkça konuşulması hala elzem olanların derdest edildiği bir zamanelikte söze karışmayı hala mümkün kılan bir vaha olmayı sürdürüyor. Göksun YAZICI’nın İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler başlıklı makalesi bu doğrultuda, anaakımın görmediğini açık seçik sunan bir secereyi karşımıza çıkartıyor. Beynin bedava adledilmesinden kelli olur olmadık saptamaların adını anmak, ondan tertip edilen fiştekleyici sözlerin ötesinde ciddi ciddi enikonu tartılası, tartışılası, düşünlesi bir kelam. Bir + Bir’in v Göksun YAZICI’nın anlayışlarına binaen makaleyi sayfamıza iliştiriyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
Halil Savda ve Arkadaşları Ankara’ya Ulaştı – ANF
İktidar Aygıtlarına Karşı Bedenler – Göksun YAZICI – Bir + Bir
Erdoğan’ın Despotluğu ve ‘Çözüm’ Tartışmaları – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Beni Yak Kendini Yak, Herşeyi Yak – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Ant Diyorlar Faşizmin Adına! – Hakan TUNÇ – Korsan Dergi
Açlık Grevinin Anlamı – Necmiye ALPAY – Özgür Gündem
Ucu Ölüm Orucuna Dayandı – İrfan SARI – Yüksekova Haber
6 Gün Oldu Duymuyorum Artık. Siz Duyun Bizi! – Berxwedan YARUK – Radikal Blog
Açlık Grevinde Kritik Eşiğe Gelindi – BBC Türkçe
Açlık Grevleri ve Suskunluk – Leyla ALP – Emek Dünyası
Bir Kürt’ün Açlık Grevi Kaçıncı Günde Haber Değeri Taşır – Demiray ORAL – Taraf – DYH
Açlık Grevi ve ‘Camdaki Gölgeler’ #KurdishHungerStrike… – Fırat DENİZ – Ajans Amed
Tutsak Aileleri: Bu Sese Kulak Verin – Yüksekova Haber
Turkey: Hundreds Of Kurdish Political Prisoners Go On Hunger Strike – Ruwayda Mustafah RABAR – Global Voices
‘Başbakan’ın İki Cümlesi Bile Bu Hayatları Kurtarabilir’ – Etkin Haber Ajansı
Cezaevlerindeki Açlık Grevleriyle İlgili Olarak HDK’dan Yapılan Açıklama – Alıntılar & Referanslar
Açlık Grevleri İçin AKP ile Yapılan Görüşme Olumlu Geçmedi – Korsan Dergi
İnsan Kardeşinin Dilini Bilmez Mi? – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Kim(ler)in Ülkesi – Emin NERGÜZ – Solukbeniz
Kayıp Yakınları: Bedenlerini Ölüme Yatıran Tutsakların Taleplerine Kulak Verin – İHD Diyarbakır Şubesi
‘Anadilin Hak Olmadığını Söyleyenlere Tavır İçin Yola Çıktım’ – Alper ATALAY – Emek Dünyası
Emniyet Müdürünün Vicdanı! – Şeyhmus DİKEN – BiaMag
Gözkapaklarında İki Satır Ölüm – Uğur KUTAY – Birgün
Kırmızı Başlıklı Kuzu ve Şeytanî Meseleler… – Özgür AMED – Radikal Blog
Dikenli Güller – Sezin ÖNEY – Taraf – DYH
Göral: AKP Savaş Hükümeti Olmayı Tercih Etti – İbrahim AÇIKYER – ANF
Urfa’ya Paşa Geldi, Tezkereye Temaşa Geldi – Ali TOPUZ – Utay
Roboski Komisyonu Çadır Tiyatrosunun Son Perdesine Hazırlanıyor – Emek Dünyası
‘Güzel Anam, Gözleri Kurumuş ve Öyle Kendini Bırakıyor Serhat’ın Mezarına…’ – T24
Dün Roboski Bugün Geliye Tiyarı – Zeki DARA – Birgün
”Türkiye İnsan Hakları Karnesi Biziz!” – Berfun ÇAĞİNLİ – Bianet
‘Romanları Asimilasyon İçin Sürdüler’ – Murat KUSEYRİ – Yeni Özgür Politika
Hasan Karakaya: Ermeni Olsaydım Akit’teki Bazı İfadelerden Rahatsız Olurdum – Hazal ÖZVARIŞ – T24
Erzurum’a Her Gün Uçak İnse… Var Mısın AKP? – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Trabzon’da Kürtçe Dersleri – Frederike GEERDINK – Kurdish Matters
Ana Dil Hakkı – Ertuğrul ÜNLÜTÜRK – Evrensel
‘Anadilin Hak Olmadığını Söyleyenlere Tavır İçin Yola Çıktım’ – Emek Dünyası
Siyaset Sıkışması – Hüseyin CİVAN – meydan
“Anne Beni Öldürecekler!” – KA – Solukbeniz
Ateş ve Çocuk – Cevahir ÖMÜRCAN – PolitikART
Rizgar, Dilgeş, Hêvîdar ve Cesur Sonsuzluğa Uğurlandı – ANF
“KCK Faaliyetlerini Durdurmalı!” – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Eros Türk Olsaydı!… – Veli BAYRAK – Gyank!
Ülkemizden Şeytan Manzaraları – Emin NERGÜZ – Solukbeniz
Dink Ailesi Avukatları Ali Öz İçin Yargıtay’a Başvurdu – Agos
Kürt Sorununda Geriye Doğru: Mozaikten Mermere – Eren AKSOYOĞLU – Birgün
Boşaltılan Köyler / Gundên Ku Hatıne Valakırın – Fırat ÇAPRAZ – Bianet
Quick Study: Andrew Finkel On Turkey – The Economist
Akçakale’den Sarıgazi’ye Savaş Sürüyor – meydan
Suriye-Türkiye Olası Savaşı Üzerine: Oyunbozan!… – Özgür ERZİNCAN – Ajans Amed
‘Türkiye’nin Köprü Rolü Kuşku Yaratıyor’ – Christian Science Monitor – Anka – Birgün
Syrian Jet Row Masterminds Got Themselves In Stupid Situation – Sergey DUZ – The Voice Of Russia
“Apaydın’da Neyi Araştırdınız?” – Bianet
taş atan çocuklar için atılacak taşlar – Melis GÖKER – Deliler Evinden Anılar
Dali’nin Yarım İnsanları – İskender KAHRAMAN – Yüksekova Haber
Hem Görevsiz Hem Yetkisiz Yargı! – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
Yaşasın İleri Demokrasi! Gazeteciye Müebbet Hapis! – Muhalefet
Tutuklu Gazeteci Bedri Adanır’dan Mektup Var – Burcu KARAKAŞ Weblog
Gazetelerin İnternet Deklarasyonu ve Gerçekler – Haluk ŞAHİN – Bielog
Yeni Ülke’nin Hazırlanması – Günay ASLAN – PolitikART
Potansiyel Tehlike İşçi Mücadelesi – Tufan SERTLEK – Sendika
Banu Güven: Erdoğan Tekçi Bir Lider Konumunda – Emek Dünyası
Nazilik Fena, Ama Naziler Dünya Ahret Kardeşimizdir – Sevan NİŞANYAN – Nişanyan Siyaset ve Tarih Yazıları
Nişanyan ve “Çoğunluk”.. – Yetvart DANZİKYAN – Makaleler
İlkokulda Dağıtılan Skandal Kitap: ‘Einstein Pistir, Ermeniler Gerginlik Çıkarır, Freud Sapıkların Babasıdır’ – Başka Haber
Irkçılık Ozan Arif’le Ders Kitaplarında – Evrensel
Angus Kökenli Danalar ve Kürt Kökenli Mehdi – Selman KÛRD – Ajans Amed
Sofra İslamcılığı Veya Statükocu Kapitalist İslamcılık – Sizo Krat – Gyank!
Sevilay Yükselir: Cemevlerinde Yapılan Ayindir – En Son Haber
Nefret Söylemi (ve Toplum Olmak) – Serdar KAYA – Taraf – DYH
Ahmet Hakan’la Türkiye’deki Azınlık Algısını Konuştuk – Azı Karar Çoğu Zarar – İMC
Geçilemeyen Sınırlar Konuşulamayan İnsanlar: Ülkelerarası Araştırma Yapmak (1) – Salim Aykut ÖZTÜRK – Agos ŞapGir
Dolaylı Eylem – Ulus BAKER – Ege BERENSEL – Birikim
‘Ama’sızlık Özlemi – Orhan ALKAYA – T24
Gülmeye Hasret Bir Coğrafyanın Kimliği, Çığlığı ve Umudu: Arjen Arî – Berken BEREH – Evrensel
Sosyal Medyada Yeni Gőrseller, Faşist Propaganda ve İdeolojik Tutum – Eleştirel Abi – Eleştirel Günlük
Mesai Saati Sonrası Aktivizmi ve Öfkeyi Örgütleyememek – Sarphan UZUNOĞLU – Sarphan UZUNOĞLU Weblog
Çalışanlar İçin Manifest – Dazayn Weblog
Kırıntılar – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Ellinci Yazı – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
FARC-Kolombiya Delegeleri Kasım’da Havana’da – Etkin Haber Ajansı
Devrimci İdeoloji – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Sorel’den Benjamin’e Şiddet – Halil TURHANLI – Birgün
Noam Chomsky’den Suriye Analizi – Rusya’nın Sesi
Noam Chomsky Gazze’de! – Dünya Bülteni
Gaza-Bound Aid Ship Boarded By Israeli Forces – Al Jazeera
‘Afganistan’da Çatışan İslamcılar, Filistin’de Neredeydi?’ – Etkin Haber Ajansı
ABD’ye Barbekü Partisi İçin Gelmedim – Sultan KOMUT – BiaMag
“Neşet Ertaş Türkiye’de Bir Müessesedir.” – Emre DAĞTAŞOĞLU – Açık Radyo
‘Yaşşa Marko!’ – Sevag BEŞİKTAŞLIYAN – Agos ŞapGir
Culture In Defiance: Continuing Traditions Of Satire, Art, And The Struggle For Freedom In Syria – Jadalliya
NATO ve Anaakım Medya – Colin TODHUNTER – Sendika
Bir Taraf Mutsuzsa Mesele Kapanmaz – Özlem GALİP – Yeni Özgür Politika
Expeditions In Sound And Music – Undomondo Kollektifi

Soft Gates Official At Myspace
Soft Gates – Talking About Everything Video via Vimeo
Soft Gates – Life Club Official  MP3 Download
Atlantis Official – Handstitched*
Atlantis Mix via Mixcloud
Atlantis – The Lost Island Album Critic By Andy GILLHAM via Fluid Radio
Actress Official via Twitter
Actress Official Informative via Elastic Artists
Actress, More Cerebral Than Your Average Techno Artist – Ben Beaumont-THOMAS via The Guardian
Kangding Ray Official
Kangding Ray – Live At La Gaïté Lyrique 24.02.2012 via Youtube
Xhin Official
Xhin Live At Rhythm Factory London via Technopodcast
Stellate 3: Kangding Ray / NSI / Xhin / Reformed Faction Review via La Chroniquothèque
Eugene Carchesio – Circle Music Informative via Room40
Eugene Carchesio Interview by Andrew TUTTLE via Cyclic Defrost
Eugene Carchesio Articles via Mimaroğlu Music Sales

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel untitled: tc “young bloggers and activists combating hate speech online”, council of europe – budapest, hungary, 20-27 may 2012 by ysmediainitiatives
ysmediainitiatives’ flickr page

>>>>>Poemé
Kimse Gibi Gam Yüküne Karıştım – Haydar ERGÜLEN

kim olsun kimse gibi aşkın hüsnüyusufu

susan o dinleyen o su gibi susayan o
alıp satılan çile yanıp yanılan mecnun
sorunca bir keşişin -yalnız bakışlı biri –
gam yüküne karışmış kalbindeki uykuyu

kim gülüyor üstüne çarşıdaki abdalın

yükü taş olan şaşkın hırkası kum denizi
ırmağa sedef çeker gövdesi güz kokulu
boynuna ip uzatan yardan el almış bi kez
perçemi çizer sırrını bu dünya aynasının

kim hoş tutmuş üzülüp dağınık bedenini

oyuncu başıyla bir alicengiz eksik
hayat cinnete perde kuliste mübalağa
ölmeden bir çağırırlar fısıltı ülkesine
söyletirler ayna tutup: neyime cengaverlik

kim yaza benden ayrı şehr’içinde şehrengiz

kalbini küle tutmuş yangın gözlü hokkabaz
kendi kendine kanlı bu dünya sahnesinde
alkış ki ayıp ona bir başka dünya da yok
şaşırıp kimin yerine oyuna girse

kim acıta söz ile kalbi tamam olanı

münafığın tahtında altın tacı pas tutan
soyunarak toplanan bayrak açmış şeytana
sanki dünya beyazdır ya ak libas giymeye
bir çocuğun özründen tenine sağlık bulan

kim kalbini mezata düşürmüş boş diliyle

çerçi yok dükkan yok sanki ya ferman verilmiş
güya dünya kalp pazarı mülk niyetine
kalp kalesi beyiydim avcı ilmine kandım
eskidim kocadım düştüm pul kıymetine

(Sırat Şiirleri 1981- 1984)

Kaynakça: Antoloji

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 420 – 08.10.2012 – roadside.picnic dialogues

Older Entries