Deuss Ex Machina # 430 – dóibh siúd a éist guth íarbhír

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_430_–_dóibh siúd a éist guth íarbhír

17 Aralık 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a. Madteo – Vox Your Nu Yr Resolution (6:06) (Sähkö Recordings)
b. Madteo – Il Capoline (6:44) (Sähkö Recordings)
c1. Malorix – Aur Tum Kya Ho, Dancer? (4:29) (Makkum Records)
d. Zea – Stretch out Your Frown (5:01) (Makkum Records)
e. Muslimgauze – Analog Zikr 4 (5:31) (The Muslimgauze Preservation Society)
y. Muslimgauze – Analog Zikr 5 (5:09) (The Muslimgauze Preservation Society)
f. Tinariwen – Imidiwan Ma Tenam (Portugal The Man Remix) (4:13) (Anti-)
g. Tinariwen – Tenere Taqhim Tossam (Four Tet Remix) (6:42) (Anti-)
l. Gaudi + Nusrat Fateh Ali Khan – Dil Da Rog Muka Ja Mahi (Pinch Remix) (5:36) (Tectonic)
ax. Pinch – Qawwali VIP (4:27) (Tectonic)
n. Vatican Shadow – Al Qaeda Possess Nuclear Capacity (9:49) (Hospital Productions)
o. Vatican Shadow – Wahhabi Money Flows (9:47) (Hospital Productions)

dóibh siúd a éist guth íarbhír
(430)

daimiliği tescillenmişe ses etmek. dönüp dolaşılıp yine en başa geri gelinmesi ile nihayetlenen seyyahlıkların ardından bir çöküntü tortu kıvamında yerli yerinde kalabilmeyi başaran atalete karşı meram edebilmeyi çetrefilleştiren zorlu bir deneyim haline dönüştüren bir iklimin yaşayanlarıyız. daha günler öncesinde nihayetleneceği varsayılan dünyanın öyle beklentilenen bir yerin artanıyız. halen şeklen hayatta olmayı başaran, başarabildiği yegane şeyin nefes alıp vermekten ötesi olmamasına rağmen kimilerimiz için handiyse yaprak kımıldamayan bir güncelliğin kıyısındayız. bunca gürültünün arasında ne kehanet mi kıyamet mi der gibi bakışımların arasında, dolambaçlı yollardayız. uzun ince ve gündüz gece. gün başka şeyleri yeknesak makamdan algıların karşısında sunagelir paylaşırken görebildiğine kani olmaktan ayrısına gayrısına tahammül etmeyen önemsemeyen bir ahvalin yaşamında az öncesinin ve biraz sonraların da herhangi bir öneminin bulunmadığının okuması ise manidardır. ne olup bittiğine onca yabancılık derinleştirildikçe hafızanın unutuş kapasitesi yükseltilmeye, zorlanmaya devam edildikçe yaprak bir tabii ki elbette kımıldamayacaktır.

soru da sorun da yoktur. kolaylıkla kestirilip atılabilecek bir mesel haline indirgenen yaşanan yurt gündeminin başımızdakiler konuşuyor gerisi tatatavla, palavra diye düşüneduranların mabadında kazın ayağı öyle değildir maalesef. esefle bildiririz yine yeni yeniden. bulmacanın parçaları, bir o yana bir bu yana serpiştirilip, saklanmaya çalışılırken hala neresinde durduğumuzun o kırmızı çizgilerin farkına erilememesinden başlamalıyız belki bir ihtimal. kazın ayağı diye bellediğimizin sorunların varlıklarını koruması, derinleştirmesi başlı başına içimize işletilmesinden yola çıkabiliriz belki bir ihtimal. hiddetin göreceliliği arttırıldıkça, şiddete meyyalliğin dozu sürekli yükseltilmeye, ne yapsınlar canım ciğerim münferit münferit ona buna sarsınlar, hele bir güzel girişsinler ki biz muktedirler de işimize gücümüze bakabilelim beklentisinin gölgesinde insanlığın kıyamının, o beklentilenenden daha ağır olduğunu ifade etmek söz konusudur. gereklidir. kafamıza göçen bu yapı, bir kurgunun devamlılığı, mizansenin toparlayıcısı değil bizahati her ne olduğumuzun, değerimizin ne kadara sabitlendiğini okumaya elverişli kılan bir cehennem tasvirinin kendisidir. cehennemimiz tam bu menzildir. burasıdır. böyledir!.

ucu açık cümlelerin ne yeridir ne zamanıdır. harcanası o kademeler, hülyalar, betimlelemelerin zamanı geçmiş, hükmü tükenmiştir haddizatında. bir adet başvezirin hengamesinde o ikiletmeksizin payandalarınca zikredilen “muhteşem iktidarı”nda başa denk getirilenlerin dakika sektirmezliğidir buralarda mevzu bahis edilmeye çalışılan. dur durak bilmeden yinelenip duran hiddet parametreleri sürekli güncellenen şiddetin, anlamak yerine yargılamak ve yaftalamanın koşa koşa şekillendirildiği bir cenahta hüzün hep ikinci plandadır. bir ağıdı yaşayamadan pat bir başkasına yetişmek zorunda olduğunuzu bildiğiniz, yaşayarak öğrendiğiniz durmaksızın ikrar ettiğiniz veya ettirildiğiniz bir devinimdir hasılı kelam. ortada asılı duran. boyuna atılıp tutulan demokrasi menzilinde kısadan hakikati söylemektense, o hakikati yamultmak üzerinden harekete geçen, yazıklar olsun, tüh tüh tüh gibi menşei belirgin olan olumsuzlamaların peyderpey sunumunda kah hizaya çekilinir arsızca bu ülkede kah derdest eylenir insanlık. kah kafasına bombalar yağdırılır bir gece yarısı, kah hakkı olan endişelerini seslenip duyurması manidar bir terör yardakçılığının baş adımı olarak sınıflandırıldığından daha gak derken gaz bombalarının hedefi haline dönüşür!.

bir gece ansızın çıkagelen bir kurşun olur eli tetikte bekleyeduran mavililerin yahutta sivil görünümlü sırtlanların hedefidir. hedeflediklerindendir. aklı başında olduğunu sandığınızın bildiğinden şaşmaz düşmanlığını bir kere daha göstermesi için manşetlere taşınmasına tebelleş olunup ön ayak olunmasında görünendir. kah akittir, kah sözcüdür, kah milli gazete, kah radikal!. ağır sözcüklere ihtiyaç duyulmasına gereksinim hiç olmaksızın kompozisyon değil hakikatin kendisi olan zorbalığı gösterendir; roboski’dir, maraş’tır, colemerg’dir, besta’dır, rojava’dır.. kah dünyanın başkaca bir bucağı kah buraların en görünür yerlerinden istiklal caddesinin halidir perişanlığıdır. biliyoruz kelimeleri sıralayabilmek zor, biliyoruz artık tekrara düşmeden zıvanadan çıkmadan bu hayatta her ne olduğumuzu ifşaa edebilmek, anlamlandırabilmek bu nato kafa bir o kadar nato mermer diyarda birlik ve beraberliği sade ve sadece ırkının üstünlüğünden dem vurarak koruyabileceklerinden dem vuranların hıyanet ediyorsunuz, yediğiniz kaba pisliyorsunuz söylemleri (ki en az yazılabilecek olan sinkafsız sürümü budur) arasında örnekleyebilmek ve neticelendirmek bir masal.

eskaza değil basbayağı bir şeylerin yolunda gitmezliği bir rastlantısallık değil artık aleni bir gerçek halindeyken, öyleyken hala suskunlaşmaların kayığına atlamak neyin neyisidir diye sorgulanasıdır. tam da vaktidir. kurşuni griliğin müsebbiplerinin dillerine pelesenk ettikleri batmış olan ülkenin kendisi değildir!… akıl ve fikrin önüne set çekerek, hizasında tutabilmek için halkına demediği yalanı arda bırakmayanların iyi polis, kötü polis oyunlarında vesikalananlar sayesinde batanın her kimler olduğu az çok meydana çıkmaktadır halen bütün bu perdelemelere rağmen. tektipleştirilmişi zanaatmış, maharetmiş gibi sunumlandıran benim sözümden dışarı kimsecikler çıkmıyor diye sevinçlere hala gark olunabilirken, endeksler ve raporlarda adaletin sağlanmazlığında, demokrasinin yaşatılmasında, asgari hayat koşullarının adilliğinde, uygulanabilirliğinde, mazlumun değil muktedirin korunmasında ve kollanmasında nasıl batıldığının vesikaları mevcuttur. değerin ne olduğunu insanın verilen liyakatlardan, alınan ekonomik pohpohlamaların ötesinde yaşam alanlarını rantsal dönüşüme teslim eden, habire elden çıkartmaya yardımcı özelleştirme şenliğinde yurdun ahını en çok işitmişi olanı hani koççç gibi olan varlığını yok edilenlerin bıraktıklarından cukkaladıklarıyla arttırmış “sermaye” sahiplerine peşkeş çekilmesine ses etmeyen bir rezalet bitmeden bir başkasına ortam sağlanmasının resmi dahilinde görülenlerdir.

ne kadar körlemesine girilirse o kadar ehvendir denilerek gün geçmeksizin başka bir furyanın seslendirildiği gündeme dahil edildiği bir zaman diliminde elzem olan soru ve sorunların yanıtlarının değil başkaca şeylerin izleri üzerinde harekete geçildiğinin aynalanmasıdır merama dahil etmeye çalıştığımız. ya benim dediğim gibi yaşarsın, kör, muhtaç yahutta bir şeyler gördüğünü sanmaya devam ederken bir gece ansızın gelebiliriz şartlanmışlığı, göz korkutuculuğuyla beraber yine benzeş masallar tesis olunur. gulyabaniler gelecek hepinizi ham yapacak!. masaldaki kötü karakterlerin başlarına nelerin tamı tamına denk getirildiğini biliyorken gerçeğin bağrında her gün o kötünün gücünü kuvvetini daha arttırması, biteviye sürekliliğini hiddetiyle “paralel” olarak şekillendirmesine bağlayarak oluşturması yeni türkiye’nin nasıl bir yer olduğunu enikonu özetlemektedir. görebilene!. nasıl bir mekan haline dönüşümünün sürdürüldüğünü gösteregelmektedir. aşağıda olanların, aşağıdan ses edenlerin, yaftalamalara karşı korunaksız bir başına kalanların, yalnızların, ötekilerin, yalnızlaştırılanların, geleceği ellerinden alınanların, tüm beklentileri sıfırlananların, ekonomik gücü tırtıklanacak bir mecra olarak görülenlerin, yaşamaya çalışanların aşağıda bir yerlerde aşağıdan ses etmeye gayret olan hepimizin, muktedirlik, iktidar savlarının dışında kalakalan herkesin şifasını aramanın yollarına girişmek ne zaman söz konusu edilecektir.

bir kıyamet senaryosundan daha gerçekçil olan nefessizliğimiz artık olağanlaştırılmışken, ekranlar ses edenlere kapatılmış, yazınsal mecralar köreltilmiş, internetler filtrelenmiş, telefonlar dinlemeye takılı bırakılmışken demokrası dediğimizin tam ve eksiksiz yaşatılabilirliğini görebilmek bu ülkede bir ütopya olmaya devam mı edecektir? sonumuzun hayır olmadığı hangi bedbinlikler curcunasından sonra nihayet anlamlandırılabilecektir. artık anlamanın vakti değil midir? içimize işletilen korku adını nasıl anarsanız ister faşizm, ister dikta, ister darbe, ister engelleme vesaire ile bütünde, neticede yoksunluğumuzu derinleştiriyor. kalıcılaştırıyor. meram bir şeyleri bir aynalayıcı halinde sunmaktan öte bütün bu bulmaca halininin özü burada saklı işte. kalıcılaştırılan korkunun nezdinde yaşam dediğimizin sürekliliğini sağlayabilmek onu anlamlı kılabilmek nasıl mümkün olacaktır!. dayatmalara karşı hayat kendiliğinden, kendi olağanlığında akışına devam edebilecek midir? hiç değilse bu sefer şapkamızı önümüze koyup düşünelim taşınalım. olmaz mı, oldurulamaz mıdır? takdirlerinize.

sırrı süreyya önder’in tutuklu öğrencilerle dayanışma konseri gecesinde bahsiyle “türk, kürt, ermeni birlikte olursak bu düzen bozulur.” önermesinin içeriğini doldurabilmek hangi devrede bir hayal imgesinden ötesine taşınabilecektir? kanıtlamaya çalışıyoruz yaşadığımızı, yaşatıldıklarımızın karşımıza getirilenlerin, bir avazda ortaya serilenlerin, sonu gelmeksizin yinelenenlerin, tazlendikçe kimilerinin iştahını daha da fazla arttıran münferit bellenmiş hiddet olgularının resmi geçidinde, vakıaların yanıbaşında bunca edepsizliğin gemiyi azıya almasına karşın nefes almaya çalıştığımızı gösterebilmeye gayret ediyoruz. sanrıların o sabitlik harcının karşı konulmayan öğesi olarak da betimlenmesinden bu yana köşe bucak saklanan ayrıntılarda sunulanla, gerçeğin ayrımına tanıklık ediyoruz. gerçeğin nasıl yontulduğunu, dönüştürüldüğünü, sade ve sadece işte işe gelen kısımların alıntılandığı, bahsinin edildiği ötesinin ise tümden, toptan teferruat olarak tanımlandırılmasına çabalanılan bu güncede yönlendirmelerin, önemsenmiş şeylerin nasıl daha fazla yoksunlaşmamızın anahtarı belletilebildiğinin ikrarını yineliyoruz.

bir heves iki kalas ortaya saçılan lafazanlıkların, nihai tüketici olarak yaftalanmış halkın sırtına daha da ağır yüklerin bina edilmesini sağlayan bir haberci kılındığını ise yinelemek istiyoruz. sıkışıp kaldığımız bu döngü, kalakaldığımız bu menzil yaşamı çekilir kılan değil yaşamdan enikonu soğutan olduğunun okumasında kapıyı bugün olmasa da yarın çalacağı içten içe fısıldanan o kıyamet senaryolarından daha ağır bir yılımı beraberinde getirdiği hiç şüphe taşımaksızın gerçektir. aslolandır. ırkçılığın handiyse tolere edilebilir sınırlar dahilinde, şiddete karşı kopan çığlıkların, kalk borularının birer vavelya olduğunun papağanlar gibi tekrarında, soykırımın salt cana kast ederek, yerinden yurdundan derdest ederek değil, bizahati yaşam akışında sonu gelmeyen operasyonlar ile nefessiz bıraktırmayı bir şekilde ata sporu olarak belleyenlerin dönüp dolaşıp uygulamaya koyuldukları güncelliğin bu rahlesinde münazaraya açık vesikasında bu tahrifat ve yıkım daha rahat tanımlandırılabilir. elden ele geçirilir gibi, her halk zümresinin sırası geldiğinde başına örülecek çorapların, kafasına indirilecek gürslerin, ayağına takılacak prangaların, diline vurulacak ketlerin toparlanmış halidir yıkım.

tahrif edildikçe algının “normal” olarak bellenin altı ya da üstü, şurasında kaşı burasında gözü var denilerek nihayetlendirilmesi söz konusu edilir. gerçeğe evrilir. erk elinde illa sopanın bulunmasına gerek olmaksızın yönlendirmesini, doğru bildiğinden sıfır şüphe taşıdığını gün dahilinde layığınızdır diyerek sunarak iterek, çekerek, gerektiğinde usul usul söyleyerek gerektiğinde bildiğiniz dikte ederek bu yıkımın süreğen bir akışa evrilmesi sağlanmaktadır. açıkça yaşamakta olduğumuz döngünün içerisinde bir saniyeliğine bile olsa o koruma kalkanlarını gösteren kırmızı çizgilerin ötesini arşınlatmayan, bunu düşündürmeyen başa gelenin ehveni bunlardır bahsi diri tutulmaya  devam edilirken, onun harı tazelenirken biz sizin yerinize en doğrusunu belirleriz, uygularız v gerçek adlederiz devreye girer. halk denilegelen biz aşağıdakiler de bunu tüketir, tükettikçe tükeniriz. muktedir belleği ve algısı bizlere daha muhtaç olursunuz okumasının yakınında duran tezahürleri kah bülent arınç, kah suat kılıç, kah ihrac edilmiş olan melik birgin, kah baki gül, burhan kuzu yahutta direkt olarak söyleyelim işte başvezirin konuştukları her kelamda, meramda bu denklemi görebilmek mümkündür.

anayasa komisyonu başkanı eski akademisyen burhan bey kuzu’nun değinisindeki gibi menderes ile gezmiş’ler eşit değil, iade-i itibar için bir başbakan ile halk evladının kıyaslanamazlığını yineleten sözleri net bir örneklemi tam ve eksiksiz sunmaktadır. bildiğinden asla şaşmayan hiç de komik olmayan bu seslenişlerin kucaklaşmayı çoktan geçtik, bir yüzleşme şansının enikonu rafa kaldırıldığını, yolun yine değişitirilmekte olduğunu günyüzüne kavuşturmaktadır. geçmişi ayrıştırmaya, kendilerince önem atfettiklerini öne çekerken hüsnü kuruntularınızı      kendinize saklayın, yiyin alabildiğince birbirinizi ki bizler de işimize bakalım diyen devlet geleneğinin, propagandist tutumlarının, iyi ve kötü ayrımında elma ile armutu birbiriyle denkleştirme ucubeliğinin vesikaları ve fazlasında, bunca toplu geçidinde hayat dediğimizin nasıl dönüştürülmeye devam edildiğini göstere gelmektedir.

ucu bucağı bulunmayan kör devlet mekanizmasının karmaşıklaşan enikonu kördüğüm haline dönen bu yapısında olumlanabilirlik ya da ümitvar olmanın düzeneği yeniden nasıl tesis edilebilir? varolan hayat akışı mütemadiyen kıstırılmaya, tırpanlanmaya devam edilirken ses edenin sesi ve soluğu kestirilirken yol nicedir?. öğrencisinden, gazetecisinden, akademisyeniden, emekçisinden günü birlik gündelik hayatını idame ettirme ve bunun şartlarını yerine getirmeye gayret eden nicesinden a’sından z’sine başvezir ve takipçi payandalarınca mütemadiyen duyurulan korku nereye konumlandırılabilir? alenen tahrifaçılığın artık gerçekçil kılındığı bir zaman mevhumunda bu parenin, edimin etrafından yol verilenler ile bu hayat müdanasız bir biçimde vasıfsızlar, seçilmemiş tüm diğerleri için karanlığın süreğenliğini kanıtlamaktadır. doğrunun yıkımındaki bu acelecilik, bir yandan iyi polisçilik oyunlarının, durun hele – bir soluklanın diyeceklerimiz var size diye ağız birliğiyle boşa doluya laf yetiştirenlerin müsamerelik performanslarının yamacında aslolan, gaz, cop, sinkaf, hakaret, derdest edilmek, operasyonlara kurban edilmek, yaftalanmak, canı yakılmak ile uzayıp giden bir dizi uygulamanın hepimize karşı devreye sokulacağının habercisidir.

her iyi söz eriminden sonra kutsiyet atfedilmiş olan değer kazandırılan şeylerin gözetiminde beton millet sakarya versiyon 2.0 olarak güncellenir. eleştirel bakışın karşısına tam takım tazminat seti çekilir. durdurak bilmeden bunca yanlışın dağarcığına karşı bir şey yapmayı amaç edinenler, uyananlar manşetlerle hedef haline dönüştürülür. yem olarak belletilir. münferitin kelime anlamı çoğunlukla karıştırıldığından bir bağlaçtan çok daha fazlasını ihtiva eden hiddeti görev belleyenlerin kutsal neyse o atfettikleri için dünyaları yakmaları, evleri işaretler ile donatmaları, üniformalı veya formasız fişlemelere girişmeleri hep o gedikte aşılmaya çalışılır. kedidir kedi misali timsali. yol daha fazla çetrefilleştirildikçe akil olanın değil sığlıkla donanan zihniyetin güncelliğinin sağlama alınmasının, hemen her şeyin o bağlamdan şekillendirilip dönüştürülmesi bizahati nefessizliğimizin nasıl şekillendirilmeye devam edildiğini ortaya çıkartmaktadır. öldürmüyor ama ölümden beter hallerden hal seçtiriyor, süründürüyor. sorgulatmıyor bütün o teferruatlardan öte tın tın tenekeliği tavsiye ediyor.

her gün kıyametken o bahsedilen maya kehanetinin altında başka şeyler okunabilecekkken, kıyamet şudur, budur hengamesinde günü ona tahvil edip kendi bildiklerini işlerini hal ve koyuna koymaya devam ediyorlar. durum budur, eğreltidir!.başka şeylerle oyalanıp durulurken hakikat dediğimiz eğilip bükülmeye, işe geldiği gibi yorumlanmaya devam etmektedir. iki bilemediniz üç gün önce roboski değil uludere, katliam değil kaza olarak değerlendirmeyi uygun bulan erkan başı gerekirse özür dileriz öne sürümü bu denklemi nasıl herşeyin karman çorman edildiğini boş lafın sonu gelmemişken hala inat ve devamlılık kör olasıca bahtsızlığımız mıdır? bir üniversite yerleşkesini düşman ülkeyi işgal eder gibi kolluk kuvvetinin tüm ürünlerini kullanarak, göstererek işgal edip terörize ederken günü, olana bitene tepki sunanları onlar öğrenci değil, öğrenci buysa bitmişiz biz serzenişi alelalade bir sayıklama değildir. kalıba mengelenemeyen, kendi doğru ve yolunu, dindar kindar bilimum yaftalara denk getirmeden en önemlisi muktedire biat etmeden ses edebilenlerin varlığının tehlike olarak algılandığını bu menzilde halen göstermektedir. tehlike olarak belletilmiş olanın sathını, menzilini mütemadiyen genişleterek sokaktaki insanı da kapana, köşeye kıstırabileceğini dahası akıbetin bundan sonrasının ne olabileceği gibi kimi gereksiz sorgulamaların nasıl da gerekli, elzem ve ivedi olduğu güncellenmektedir. erkan dönüp dolaşıp yine bildiğini okumaya devam ederken tüm saikleriyle demokrasi delik deşik edilmektedir. korumasız, düzayak, rantsal bölüşümdeki doymak bilmezlik gibi öteyi beriyi toza dumana katanlar gibi hunharca… barbarca… 

>>>>>Bildirgeç

Faşizme Karşı Direnmiş Üniversite Gençliğinden Bir Öğrenciden Başbakan’a Açık Mektup

    Başbakan;

    Bu tür mektuplar genelde “Sayın” hitabıyla başlar, “Saygılarımla” veya “En iyi dileklerimle” gibi sözcüklerle biter. O kadar öfkeli ve o kadar haklıyım ki, bugün bunu milyon kere yapmayacağım.

    “Memleket bunlara kaldıysa bitmiş”, “Derslere girmezlerse girmesinler, bunların yetiştireceği öğrenciler de ancak bu kadar olur” dediğiniz hocalardan ders alan bir ODTÜ öğrencisiyim. ODTÜ öğrencisi olmaya özel bir sıfat, bambaşka bir anlam yükleyecek değilim. Ama röportajınızı izledikten sonra anladım ki, onur duyulacak iki madalyayı arkadaşlarımla birlikte şimdiden göğsüme takmışım bile: üniversiteli ve bilhassa ODTÜ öğrencisi. Şimdi de, o günün başından itibaren polis saldırısına maruz kalmış birisi olarak, kampüsümde “çıkarttığınız olayları” özetleyerek anlatacağım.

    Polisinizin kullandığı gaz meşhurdur. 31 Mayıs 2011 günü Metin Lokumcu’yu öldüren, bakanınızın “doğaldır, zararı yoktur”, emniyet müdürünüzün “gerektiği kadar alındı, gerektiği kadar kullanıldı” dediği biber gazıdır. Bu gazdan korunamazsınız, kaçamazsınız. Sadece etkisini azaltmak için yüzünüze ve burnunuza atkı sarar, vücudunuzu doğrudan temastan korumaya çalışırsınız. Gazın gelişinin ardından da limon ve sirke sürer, acınızı dindirmeye çalışırsınız. Ciğerlerinizden kaynaklı bir rahatsızlığınız varsa, bu gaz ölümcüldür. Hastalığınız yoksa, bu gaz o hastalıklardan birisini yaratabilecek kadar tehlikelidir. Özetle, bu bir kimyasal silahtır, faşizmin simgelerinden birisidir.

    18 Aralık günü de kampüsümüze geleceğinizi haber almış, sermayeye peşkeş çektiğiniz bilimi, Suriye’ye yapacağınız emperyalist müdahaleye karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmak için TÜBİTAK binası önüne gelmek, burada bir basın açıklaması yapmak amacıyla toplanmıştık. En temel haklarımızdan birisi olan protesto hakkımızı kullanıyor, bunun bir aracı olarak ise sloganlar atarak yürüyorduk. Polisinizin kalkanlarına 100 metre bile yaklaşamamışken, tamamen bir formaliteden ibaret “dağılın” uyarıları bile yapılmadan atılan gaz bombalarının 5-6 el patlama sesini duyduk. Gaz bulutunun arasından çıkmaya çalışarak, öksürükler ve nefes daralmaları eşliğinde geriye doğru çekildik. Bu sırada polisiniz durmaksızın gaz bombası atmaya devam ediyordu(bunlara yine polisinizin attığı ses bombalarının eşlik ettiğini sonra öğrenecektik). İşte bunlardan sonrası ise size göre “eşkıyalık” size göre “memleket bitirmek” olan meşru direnişimizdi. Üzerinde “doğrudan atmayınız, yangın tehlikesi yaratır” yazılı olduğu halde üzerimize nişanlanarak atılan binlerce gaz bombası kapladı o gün kampüsümüzü. Polisiniz, arkadaşlarımızı öldüresiye coplayıp, tekmeledikten sonra “şimdi gözaltı yapmayalım, başımıza bela olurlar” deyip bıraktılar.

    Panzerler okulumuzun ortasına kadar girdi. Tazyikli sudan, damacana taşıma arabasını kurtarmaya çalışan Fizik kantini çalışanı bile nasibini aldı.

    “Çantalarında molotof taşıyorlardı” demişsiniz, başka iftira mı bulamadınız? Keşke daha inandırıcı bir yalan geliştirseydiniz. Boyalı medyadır bu, sizin söylediğiniz onlara kanundur ama halk inanmazdı bunlara. İnanmadı da. Biz de duyduğumuzda kaburgalarımızı tuta tuta güldük. Çok komik olduğundan değil, bir kısmımızın gördüğü polis şiddetinden, bir kısmımızın ise panzer üstlerine doğru sürüldüğünde koştuğundan ötürü kaburgaları fazlaca ağrımaktaydı. Hatta bir kadın arkadaşımız da omzunu tutarak güldü, zira onun da omzunu 18 Aralık günü gaz fişeği sıyırmış geçmişti.

    Bir de, o gün çantamın içinde ne olduğunu yazayım hemen: 0,5 litrelik pet şişe içinde içme suyu, kütüphaneden aldığım birisi şiir kitabı olmak üzere üç kitap, o günkü derslerimin notlarının olduğu kağıtlar, kurşunkalemler, bir silgi ve Kızılay’da bir kitapçıdan aldığım edebiyat dergisi.

    Size ekranda bolca söz hakkı verildi, yeri geldi sinirlenmiş, yeri geldi duygulanmış numarası yaptınız. Ben ise bu satırları, aslında size değil başkalarına, olanca haklılığım ve samimiyetimle yazıyorum. Sizin söylediklerinizden daha az bilineceğine ise, neredeyse eminim.

    Siz “tutuklayın”, “canlarına okuyun” emirleri vermeye devam ediyorsunuz. Bense bir koltuk üzerinde uyurken, bir kolumla sağımdaki arkadaşımı korumaya çalışıp, öbür kolumla başımı -gaz bombasının fişeğinden az da olsa korunmak için- kapatırken, bir patlama sesi dolaşıyor kafamın içinde, sıçrayarak uyanıyorum hala. Derken bir başka rüyamda, 20 metre ötemde polisinizin vurduğu Barış’ı görüyorum, bir kaldırımın üzerinde kanlar içinde yığılmış kalmış. Medyanız o kadar etkili ki, yanı başımda vurulmamış olsaydı, arkadaşının “Araba bulun”, “Ambulans çağırın” bağırışlarına birebir şahit olmasaydım, sizin istediğiniz gibi “kokmaz bulaşmaz” bir öğrenci olsaydım, belki de “acaba arkadaşları mı vurdu” deyip, medyanıza inanacaktım. Ama artık bunun yolu yok, çarpıtmalarınız sökmeyecek.

    Kötülemelerinize ve iftiralarınıza maruz kalmaktan onur duydum. Bu demektir ki doğru yoldayım. Bu demektir ki, seneler sonra çocuklarımın yüzüne baktığımda, onları ta gözlerinin içinden görebileceğim. “Baba, sen üniversitedeyken ne yaptın?” sorusuna “Okulumu savundum, arkadaşlarımı savundum. Hocalarıma çamur atmaya kalktılar, onları da savundum.” diyebileceğim. Bunları söylerken gözlerimi kaçırmayacağım, sesim zerre tereddüt etmeyecek.

    Bu direniş, karşılarındaki profesyonelce donanmış bir orduya karşı bedenlerini gaz bombalarına, panzerlere ve tazyikli sulara siper eden öğrencilerin ODTÜ’de yazdığı bir destandır. ODTÜ’nün bir üniversite olarak sorumluluğunu, tarihsel görevini bilip, bir pankart arkasında görevine gitmesidir. Yıllarca da böyle hatırlanacak.

    18 Aralık 2012 günü okulumuza faşizmi yaşattınız. Andımız olsun ki, özgürlüğü de biz yaşatacağız. Arkadaşlarımızı, hocalarımızı, okullarımızı, mahallelerimizi, sokaklarımızı, var gücümüzle biz savunacağız. Halka zulmettiğiniz her yerde, karşınıza biz çıkacağız.

    Osmanlı döneminde Sivas Valisi olan Halit Rıfat Paşa “Gidemediğin yer senin değildir.” buyurmuştu.

    Sahi, siz hangi memleketten bahsediyordunuz?

    İmza: Faşizme Karşı Direnmiş Üniversite Gençliğinden Bir Öğrenci

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Yaşadığımız güncelliğin içerisinde her olan bitenin sonraya kalmadığından dert yanarız. Arkası nasıl olmuştur, bitmiştir diye düşünemeyiz, vaktimiz başka şeylerle hemhal olmak için ayrıştırılmıştır. ODTÜ’lü bir öğrencinin kaleminden dökülen bu mektup, ahvalin ortasında ne hallerde olduğumuzu, büyüklerimizin şartlanmışlıklarıyla beraber hiddetten gayrısını nasip etmediği bir insanın tekil, ortaklaştırılası bir meramıdır. İşitilesi bir kelamdır… Kulak verin, görün diyerek bu metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Ferhat Encü: Roboski, Dersim Sonrası Katliamların Devamıdır – ANF
Ferhat Encü: Roboski’yi Gündemde Tutmak İçin Demokratik Haklarımızı Kullanacağız – Sidar BASUT – Hür Bakış
‘Uludere’ Değil Artık Mutlaka ‘Roboski’ – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Tanrıverdi: Bari Partinizin Başındaki ‘Adaletten’ Utanın – Hür Bakış
Gülemiyorsun Ya, Gülmek… Bir Halk Gülüyorsa Gülmektir” – Duygu BOZKURT – Haber Fabrikası
Maraş’tan Roboski’ye, Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Muhalefet.org
Erdoğan’ın Gençliğe Hitabesi ve Roboski Deme Yasağı – Ali Duran TOPUZ – Utay
Roboskî Rûye Rast Yê AKP Ye – Yeni Özgür Politika
Tutsak Vekillerimizden Erdoğan ve Şahin’e Roboski Soruları – BDP Genel Merkez Facebook İletişim Sayfası
Roboski Katliamını İstismar Ediyorum – Ahmet YAVUZ – Aşağıdan
Savcının Skandal Roboski İfadeleri – Mustafa Emrah SÜER – DİHA / Yüksekova Haber
Aynı Suda Yıkanılmaz – Zana KAYA – Özgür Gündem
“Suçlular Titreyin, Nefesimiz Arkanızda Olacak” – Hakan ÇELİK – Bianet
21 Aralık 2012 Türkiye İnsan Hakları Vakfı Dokümantasyon Merkezi Günlük İnsan Hakları Raporu – TİHVDM
Meşum Bir Ay: Aralık – Hüseyin AYKOL – Özgür Gündem
Bir ODTÜ Öğrencisinden Başbakan’a Açık Mektup: ‘Gidemediğin Yer Senin Değildir’ – soL
Polisin “ODTÜ” Skandalı! Öğrencilere Tuzak Kurmuşlar – Gazeteciler Online
ODTÜ’lü Öğrenciler Anlatıyor – Şirin PAYZIN – CNN Türk
ODTÜ Rektörlüğünden Basın Açıklaması – ODTÜ
ODTÜ Rektöründen Sert Tepki – Timeturk
ODTÜ’den Geçemedim, Bu Oyunu Yediremedim – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
ODTÜ Saflaştırdı, Tayyip Çıldırdı – Sendika.org
“Türkiye Batmıştır” Doğru! – Muhalefet.org
Mevsimsel Yaralarımız Kanarken Unutmamak!… – Selma IRMAK / Diyarbakır Cezaevi – Özgür Gündem
Herkesin Yarası Parmağında, Bizimkisi Ciğerimizde – Erdal YILDIRIM – Medyanın Günlüğü
Maraş Katliamı: “Bebeleri Bile Vurdular” – İşçi Mücadele Derneği
Yarası Sarılmayan, Hesabı Sorulmayan Vahşet: Maraş Katliamı – Ali KÖYLÜCE – Yeni Özgür Politika
19 Aralık 2000; “Hiçbir Şey Unutulmadı, Hiçbir Şey Unutulmayacak” – Don Quijote – Solukbeniz
18 Aralık 2002; Necip Hablemitoğlu – Toplumsal Bellek Platformu
Ertuğrul Mavioğlu: Tutuklu Gazetecilerin Yüzde 80’i Kürt – Sevdiye ERGÜRBÜZ – Hülya EMEÇ – DİHA – Medyatava
Gazeteci Adaylarından Tutuklu Gazetecilere Mektup! – Evrensel
BirGün Emekçilerinden Zeyno’ya Mektup – Birgün
Dışarda Kaç Gazeteci Var? – Ayhan BİLGEN – Yeni Özgür Politika
Adam ve Kızları – Ahmet TULGAR – Evrensel
“Öldürmeyin, Devletin İmajı Zedeleniyor” – Bianet
‘KCK Operasyonu’nda 36 Gözaltı – İMC
Yok Daha Neler!… Halay Çekmekten Cezaevinde – Medyanın Günlüğü
Başsavcı ve Başkan’ın Dink Sınavı – Kemal GÖKTAŞ – KG’  Blog
‘Özgür Ruh’a Ne Oldu? – Halil TÜRKDEN – Aşağıdan
“Davası Olmayanın Deniz’i Olmaz” – Metin KAYAOĞLU – Haber Fabrikası
Deniz Gezmiş Bir Menderes Değil! – Meriç TAFOLAR – Milliyet
Pınar Selek: İlk Aşkım İstanbul’a Mutlaka Döneceğim – Cansu ÇAMLIBEL – Başka Haber
Pavey’den Başbakan’a Açık Mektup: Bu Ayrımcı Fanatiği Görevden Alın – Mehveş EVİN – ME’ Blog
Mevsimsiz Solan Üç Çiçek –  Süleyman KIZMAZ / Diyarbakır D Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Çocuk Hak İhlalleri Haritası – Göç Vakfı
Çocuk Cezaevi Değil Askeri Kışla! – Özgür Gündem
Havada Asılı Duran ‘Azınlık Üniforması’ – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Aleviler, Temsiliyet, Makbuliyet*: Alevilik Üzerine Notlar 1 – Gökhan ERDOĞAN – Azad Alik
Kar Mı Yağsın, Kan Mı? – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Gözleri Korkuyla Bakan Çocuklar – Sidar BASUT – Hür Bakış
Bütçe, Boş Laf ve Tarihe Not – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Bu İş Çok Zor Yonca; Çünkü… – Mustafa SÖNMEZ – Cumhuriyet
Eliaçık: Müslümanlar Kapitalizmle Yüzleşemedi! – Umut AKPINAR – ANF
Mayalar ve Bizim Kıyametimiz – Ferhan ŞAYLIMAN – Gazeteciler OnlineAnti-Siyonizm ve Kürtlerin Siyasi İradesinin İnkarı – Ayşe GÜNAYSU – Özgür Gündem
Vattimo: Avrupa Birliği Çökebilir – Ali ŞİMŞEK – Yurt
Asker Ailesine “Onur” Tazminatı – Kemal GÖKTAŞ  – KG’ Blog
Bir Haftada 4 Asker ‘İntiharı’, Bir Yılda 66 Ölüm – ANF
Bir, İki, Üç, Tıp! – Kaos GL
İstanbul’da Trans Cinayeti – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
“Bir Fotoğraf Çektirebilir Miyiz?” – Kıvanç KOÇAK – Birikim
‘‘Sıranın Bize De Geleceğini Biliyorduk’’ – Mehmet Nabi BATUK – Çaylak Haber
Başlar Ayak, Ayaklar Baş Olsun; CEO’lar ve Bakanlar Asgari Ücrete Mahkum Olsun! – Aktüel Gündem – Sendika.org
Hey Tekstil İşçilerinin Direnişi Sürüyor… – Halkın Sesi
Bir Çatışma Alanı Olarak Devlet ve Asgari Ücret – Yasemin ÇELİK – Sendika.org
European Human Rights Court Finds Turkey In Violation Of Freedom Of Expression – Adi KAMDAR via EFF
Onlar Oda Değil, Hücre! – Ayça SÖYLEMEZ – BiaMag
‘F Tipi Film’ Afişlerine Sansür – Proleter.net
‘Batıda Barış İçin Sokağa Çıkılmalı’ – Hülya EMEÇ – DİHA – Yüksekova Haber
Solun Medyası, Medyanın Solu IV – Foti BENLİSOY – Çaylak Haber
Taraf: Çarpık Doğdu, Yamuk Öldü – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Liberalizmin Muhalefet Yılları.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Newsroom: Medyanın Objektivizm Yalanı – Sarphan UZUNOĞLU – Sinekolaj
“Anaakım Medyada Çevirmenin Adı Yok” – Erkal ÜNAL – Sol Defter
Bir Kitap Öyküsü: Bildiğiniz Gibi Değil – Hamza AKTAN – Aşağıdan
İraden Var Mı? – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
‘Bu Adam Ruh Hastası Mı?’ – Elif TÜRKER – Agos ŞapGir
Poe’nun Korku(nç) Ekonomisi – Barış YARSEL – Futuristika
Zamansız Düşünceler: Tepenin Ardı Üzerine – Zahit ATAM – Birgün
Ulysses’i Neden Okumalıyız? – İlksen MAVİTUNA – Açık Radyo
Geçmiş ve Gelecek Arasında Foucault – Çeviri: Kutlu TUNCA – Haber Fabrikası
Cesetler Çürümüyor – Mustafa KUTLU – Yeni Şafak
Hegel ve Tinin Fenomenolojisi – Ahmet KOÇ / Trabzon E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Şahların Şahı: Kapuscinski’nin Gözüyle “Arap Baharı” – Foti BENLİSOY – Aşağıdan / Post-Express

Madteo – Noi No Album Stream via Sähkö Recordings
Madteo Official via Twitter
Madteo -Noi No Album Review By Michael C. WALSH via Little White Earbuds
Malorix Official
Malorix – Reclyclist EP via Sozialistischer Plattenbau
Zea Official
Muslimgauze / The Muslimgauze Preservation Society
Muslimgauze – Martyr Shrapnel Informative via Muslimgauze News
Muslimgauze – Love And Hate – The Essence Of His Music By Mirio via RYM
Tinariwen Official
Tinariwen: Sahra Çölünün Fenomeni – Zekeriya S. ŞEN – Tıkabasa Müzik
Tinariwen – Remixed Official Informative via Anti-
Pinch Official
Pinch Artist Page via Soundcloud
Pinch – Missing In Action 2006-2010 Album Review By Angus FINLAYSON via Fact Magazine
Vatican Shadow Official
Vatican Shadow Informative via Last.FM
Vatican Shadow: Hate Techno? Daniel Jones Recommends Hospital Productions via Electronic Beats

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Dexter Going By Tom GUYCOT via Flickr

>>>>>Poemé
Eski Bir Takvim İçin Şiirler – Edip CANSEVER

I

Evlerin saat beş olma hali
Ben yorgunum anlamaktan
Bir duvar, bir tebeşir gibi yazmaktan yazılmaktan.

Ve akşam
Alanların caddelerin bana biraz fazla geldiği
Üstümü başımı bilmediğim bir akşam
Ne yapsam
Alkollere gitsem. Giderim alkollere bir mektup gibi
Alkollerden gelirim bir mektup gibi
Bellidir sırtımdaki kan lekesinden ve puldan.

Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur
Islanırım ıslanırım anlamam
Sanki nedir bir yağmurun güzel olması
Sahi bir yağmurun güzel olması
Yağarken kendine severek bakmasından.

II

Duran ben değilim ki ayakta
Gövdemden daha büyük ve akşama doğru
Görünmekte olan bir sıkıntı var
Dönüp arkama bakamam.

Su gürültüleri! ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!
Ben işte günün birinde belli olurum
İki olmam, bir olurum günün birinde
Hızarlar! bir olurum, tarih de düşerim
Cep defterime bir şeyler de yazarım
Bir gün bir akşama doğru bulunurum da
Bir kapıdan uzanmış binlerce boyun tarafından
Hızarlar! neden olmasın, elbette sorulurum.

Ey benim güneşimi ikiye bölen hızarlar!

III

Çimen kokusundan hızlı
Bir sıyrık gibi bitiveren elde ayakta
Nedir bu benim yalnızlığım?

Neyiz ki bu karanlık kar yağışında
Ey ipini kendi gerip ufka bakanlar
Ölüler, diriler, daha doğmamışlar
Toplanıp birdenbire hep aynı yaşta
Ve nedir bu benim yalnızlığım?

Ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
Söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
Kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım.

Masam ki şuracıkta solgun bir köy akşamı
Bir uzun yoksul, bir başka yoksul
Düşer ellerim bir çağın artıklarına
Çatalımda kemikler, ölü gözleri
Ve iniltiler, çığlıklar
Benden bir şey sorulamaz gibiyim. Biri gelsin şu tabağımı kaldırsın
Çatalımı da
İğrenmenin, tiksinmenin en eskisiyim
İki eşya arasında bir hiçlik
Ne iskemle, ne masa, tam orda tökezlenirim.

Bir haziran, bir temmuz nasıl olsa gelir de
Sorsanız size söylerim ey ipini kendi gerenler
Ben döğüşken olanlara açılmış bir mendilim.

kaynakça: şiir sitesi
>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)
Deuss Ex Machina # 426 (19.11.2012)
Deuss Ex Machina # 427 (26.11.2012)

Deuss Ex Machina # 417 – a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_417_–_a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis

17 Eylül 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Loscil-Cascadia Terminal (Kranky)
>2<-Loscil-Fifth Anchor Span (Kranky)
>3<-Autistici-Sleep State For Carl Wark (Hibernate)
>4<-Autistici-Mam Tor Soarers' Workshop (Hibernate)
>5<-Shinsuke Matsumoto-Soundscape (AY)
>6<-Shinsuke Matsumoto-Hana-Hina (AY)
>7<-Method One-Ziba's Lullaby (Auxiliary)
>8<-Method One-Foundry Dub (Auxiliary)
>9<-Atoms For Peace-Other Side (Stuck Together Remix) (50Weapons)
>10<-Other Lives-Tamer Animals (Atoms For Peace Remix) (50Weapons)

a deserted story adam’s endless fidelity to the iblis
(417)

düşünselliği imtihanlardan geçirmekten değme yalanların v yanlışlıkların olurunun halinin rotasının ortaya çıkartıldığı, kimin neyden şikayetçi neyi dillendirici veya ne bahisle ortaya çıktığının koparttığı gümbürtü ile orantılı olarak şekillendirildiği, öyle varsayıldığı bir zaman diliminde ajanslara düşüyor bol şoklu, epey flaşlı metinler. bir yerlerde bir şeyler vuku buluyor. vakia olarak ele alınıyor günü, gündemi ele geçiriyor. bir iki v daha fazla yetmez ama yaygarası v şiarıyla aslında kaskatı kesilmiş olan, koskocaman bir aysberg’in sadece görünebilir bir kısmının etrafında kopan şu kadarlık fırtınanın bile has resmi esirgediği, neler ettiği görünmezliğini tam v eksiksiz olarak konumlandırdığı bir aralıkta yaşam sürdürülüyor. yaşam sürdürülmeye gayret ediliyor. rutin kendisini belirginleştirirken her yeni gün başka bir imtihanın, yoklamanın işin hangi tarafından bakıldığının, aynanın neresinde, köprünün hangi başında durulduğunun vesikası için birer araç eyleniyor. sorgular, yıldırmaları, pejmürdelikler simyası epey hallice bozulmuş olanların daha fazla suskun, laletayin, atarı v gideri bol söylenişlere kendilerini yekten teslim etmesinin önünü açıyor. hem ne olacak ki memleket mi kurtulacak.

bugünden yarına dünyamız mı değişecek. acele etmeye gerek yok da; yığıntıyı, oluşan birikimi zamanında ön görülmedik bir biçimde önemsemeyişin faturasının hep bir sonraki nesillerin ödediği, onlara borç bırakıldığı bir yaşam ritüelinde daha yarınlarımıza devredeceğimiz kaç sorunumuz v kaç yılgınlığımız, denedik olmadı, çabaladık mamafi aşamadık serzenişimiz baki kalacaktır. sorgusuzluğu hazır ahir zamanın zemini buna müsaitken mümkün mertebe yaygınlaştırmaya gayret eden erkin topyekün dimağlara kazıtmak istediği yegane şey sıradanlaştırılan, öyle atfedilen şeyler ile aba altından sallanan sopaların halının altına süpürülmüş olan sorunların görünmezliğini biraz daha canlı tutmaktır. olabilecek kadar ki bu daimi karabasan sanrısı ivedilikle yıkılamasın, ayrışmaz birer parçamız, belleğimizin has öğesi olabilsin. ne biz ona ilişebilelim ne de bunca pejmürdelik, afaki yalan talanın ortasında kurulan can pazarlarının, kumpasların, hedef haline dönüştürmelerin, hesap soruyoruz biz yae demelerin gerçekten olup olmadığını idrak edebilelim.

sorgulamalar bir yana da olup bitenler çarpıtılıp durulurken, ne yapacağıdık bir de okşayacak mıydık diye buyurganlıkların değme empatiyi çoktandır geçtik nakarat gibi şakınılan kardeşlik masalının, özgürlük merhalelerinin nasıl da bir yanılsama olduğunu bunca belirginleştirirken sorgulamak biz cahillere pek tabii ki düşmez, düşmemelidir baş vezirimizin izanında!. hele bunu dillendirmek, yazmak, seslendirmek veyahutta beklenmedik bir anda pat diye önüne çıkartabilmek yeterince cesur olmayı gerektirmektedir yahu cevval. altından kolay kalkınılamayacak bunca vehametin birbirini iteklercesine eşikten hayatlarımıza karıştığı bir zaman mevhumunda sürünün içerisinden mümkün mertebe ayrılmayın, gerisine karışamayız! aman ha uyaranının güncel bir edisyonu değilse nedir ki bu kekremsi vurgulama. her durumda bir ipe çekilecek, yular geçirilecek birilerinin varlıklarına tutunarak bir tane doğrunun olabileceği onu da sadece biz v bizim ekkaliyetimiz kesinleştirip duyurabilir, beğenirseniz yersiniz beğenmezseniz de yersiniz seçeneğinden başkasının esamesinin okunmadığı bir duruş toplamı hal midir, vesika mıdır. bütün bunlar bir diyetlerin bitmeyen listesindeki bilmem kaçıncı kez zikredilenlerden, talep edilenlerden hangisidir, hangilerindendir?

kaynakçalık, gördüğünü kayıt altına almak elbette bu durağanlaştıkça, yerine sabitlendikçe, dimağı dara kıstırdıkça daha ötesini tahayyül etmeyen, dahası düşünmeyi gereksiz bir jimnastik olarak değerlendiren her durumda bunu yapmaya devam edenleri yardakçı, ispikçi, rererrerörü işbirlikçisi, vatan hayını vd. gibi yazınsal hatalarıyla beraber dolaşıma çıkartan dillendirilen bir iklimin şifasının karşılığı olabilir mi? böyle bir tanımlandırma mümkün mü? ambarın pardon memleketin altını üstüne getirip durdukça, onu buna kırıp, bunu ona yamadıkça, lehimledikçe nefret parsellerini başka derdi olanlarla, dilinden dökülenlerin sadece kendi aidiyeti için değil de herkesler için daha yaşanılabilir bir ülke vurgusuna ulaşma çabalanımını daima sığlıkla gözucu ile değerlendirdikçe bu kendine göre çoğulcu ama insanlık düzleminde belirgin ekkaliyetin demokrasisi ilerisi, moderni, vesayetten arınmışı şusu busu ile tanımlandırılmasının vitrin değiştirmek, hep ambalajı yenilemek dışında başkaca bir itki ile bağlantılanamayacağı aşikar v yinelenesidir. ambalaj değişirken içerik mutlak korunaklılık zırhıyla, kırmızı çizgilerle, daraltım kavisleriyle donatıldıkça gündemin her anına sinen, iliştirilen önyargıların, nefret turnusollerinin peşimizi bırakmayacağı bilinesi v tekrar edilesidir.

tutturulan yolun aklın alabileceği, hafzalanın görebileceği kadarıyla şekillendirilip, duruma v adamına göre muamele edilmesinden uzak bir ferah~fezalığı yakalayamamasının belki de en önemli nedenlerinden birisi de bu tutukluluk halinin, başımıza çoban olanların değme arsızlıklarını sesi de çıkıyor nasıl olsa, hemi de karizmatik adam! gibi kadüklüğü tescil etmeye, derinleştirmeye gerek duymayacağımız bir tahayyül sınırından kestirip atmak, bütün bu olan bitenlerden aslında hiçbir şeyin anlaşılamadığının neticesine ulaştıracak v kesinleştirecektir. yargılar, değerlendirmeler v nihai sonuç olarak önümüze getirilenler ya anın ya da geniş vadede tüm hayatı etkisi altına alacak, etkisiz kılacak, izole edecek bir toparlamanın, nümayişin bizzat kendisidir. duruma uygun olsun, laf olarak dolgu yapılabilsin kabilinden değil cümleten yarı açık, bolca kaçıklığın sergilendiği bir (c)ezaevi yurdumuz, yurdunuzdur v sonucudur. ide uygulanan tecrit, akil olanların hemen tümüne uygulanan ayrıştırma, fikriyatın kendisinden çekinilmez görülüp giderek daha baskın, otoriterliğin vesikalanmasının beraberinde getirdikleri bu ezaevi metaforunu salt bir tanım olmaktan alıkoyarak bir gerçeklik haline dönüştürmektedir.

ayrıştıkça, dilinden çekindikçe, meramından korktukça belirsizlikler içerisinde tam tanımı bıçak sırtı olan aralığa ulaşmış olmamız, hayatımızı sorgulardan arındırıp sadece v sadece insani asgari müştereğin tesis edilebilirliğine biat edişin bir masaldan başkacası olmadığını kafamıza kakıp duran bir yönetişim tavrının sorgusu ne aradır. sorgulanabilirliği ne zamandır. hayat bu kadar ele alınıp kolaylıkla derdest edilip dönüştürülebilecek, ne diyorsak o sığlığına hapis kılınacak kadar kolay mıdır? bütün anlamlar bir yana bir gün şemzinan’da, bir gün gever’de ertesi gün amed’de, colemerg’de, wan yahutta besebbab’da az gelelim hatay’da, biraz yukarısı bingöl v uşakta, az daha batıya geçelim şehristanbul’da v nice başka yerde vuku buldurulanlar hezeyanlardan değil çekincelerden sınırsızca korkuya sığıntı davranılarak, duhul eylenerek korunulabileceği inkişafına sımsıkı tutunarak, korku dağlarını öcüler yaratarak, onlara karşı demediğini bırakmayıp yapmadığını koymayacak ama gelgelelim münferittir o münferit! seslenişiyle güllük gülistanlık bir idarenin, hayatı idame etmekten ne anladığının, neyi nasıl konumlandırdığının hazin gerçekliğiyle karşılaşmamızı sağlamaktadır. hayatlarımız derdest…

hayatlarımız prangalarla bağlı, adım atılamayacak kıvama getirilmişken başka şeyler de var, başka bir yol daha var seçeneğinin izini takip etmeye, düşünmeye daha kaç yol, yenilmesi gereken kaç fırın ekmek vardır. resim yangın yeriyken ee, gım gım, eee… yok yok karışmayalım biz lalelatayinliğinin taşıyacağı yer günün şartlanmışlıklarıyla oluşturduğundan daha beteri olacakken hala ama v fakat mıdır. keşkelere yer olmayacak bir süre sonra keşkesiz kalıp ona ilişmeden bu hayatı şekillendirmek, sessizliklerin ortasında kopan esas çığlıkları işitebilmek her birimizin boynunun borcu, nasip kader kısmet işinden daha gerçekçi birer sınavdır. hala öyledir. görebilenlere..kemikleşmiş, keskinleştirilmiş ucunun batmazlığı bir yana deler geçerliği defaatle sınanıp onanmış halen kurcalanıp daha derin yaralar açmasına ön ayak olunmuş, dimağı alt üst ederken olan bitenler varlığını esas resmin içinde korunaklılığı daha da fazla arttırılmış, buna sabitlenmiş bir edim olgusunun ötesinde, tanımdan çok geçerlilik düzeyini şimdilerde yakalayan bıçak sırtı günlerin dahilindeyiz. üstünkörü, ıvır zıvır, çevir kazı yanmasın sufleleriyle beraber gündemin sunisinin yanında asla sümenaltı edilemeyecek, edilmeyecek şeylerin vakıaların vd. gündeliklik içerisinde karambole bu kadar ivedi bir biçimde getirilebilmesinin yanı v yamacında ucun nereyi deldiği, nereyi kanırttığı çok sonraları fark edilebilen bir simyanın tam ortasındayız.

kararlılıkla sürdürülen karanlığı daimi kılmanın, kelamı müdanasız gereksiz bir edim olarak kıstılayıp, durmaksızın yinelenenlerin her dem güncellenen öfke ufuklarında yeni patlamaları kolaçan edip buna yol veren, olur veren durmadan dönüştürülen birer ikişer oh olsun!lar düzeyi v daha derin bedduaların eksik edilmediği bileşenlerden mürekkep bir daraltım sahasındayız. daraltıldıkça yolun ötesini görmek bir yana anın içerisinde olan bitenlerin bile alelacele derdest edilmesine çalışılan bizahati buna uğraşılan her mevzu v sorunu işine geldiği gibi değerlendirip ona göre hareket eden, aslen sabitliği bu deryada tescilli statükonun başka yüzeylerinde kayboluyoruz. kayıp ediliyoruz. günü anlamlı kılmaktansa, bunca naçarlığı ezayı v cefayı bir kere daha yaşamaktansa yeter artık seslenişinin kasten önemsenmediği bir düzenin bekası için kurbanlık belleniyoruz. beklentileri asgarinin altında tutup dokunursan yanarsın, ilişirsen kavrulursun, soru v sorgulara girişirsen hiddetimizden payını alırsın, kurcalarsan münferit linç mangalarımızın insaflarından hak ettiğini bulursun vb. gibi derinlemesine bir korku dağarcığının, aba altından üstünden sallanan sopaların görünmesine çabalanılan, neticesiz yarınsız illa billa çözümsüz ama halen sürünün içinde emirlere riayet etmeye devam eden, ettiren bu v benzeri çabalanımların yekününe ses çıkartmayıp uysal koyun belletilerek bu dikte ettirilen, buna alıştırılmaya gayretkeş olunan bir mizansenin yıkıntısı, döküntüsü arasında yol kat ediyoruz!

modernleştirme görünümüyle yıkılıp dönüştürülünceye kadar!. yol ilerletilmeye çalışılırken günü kapsayan gündem dediğimizin orta yerinde daha önce işitmediğinizi düşündüğünüz, kırk yıl geçse hatra getirmeyeceğiniz şeylerin dile dolandırılıp allem edilip kallem edilip yeni doğrular bunlar türünden yaklaşımı önümüze çıkarttığından dem vurulabilir. masal değildir atfedilen boşta bulunup güzelleme değildir söylenen varsa yoksa o bıçak sırtılığın sürekliliğini, beraberinde taşıdığı sürek avını daimi kılacak, devamlılığını da getirecek bir tahayyül çabalanımının kendisidir. ucundan kıyısından mesnetsizliği yüceltip bir tabii ki statükoyu koruyup kollayacak yeni bir ambalajlama çalışmasıdır. çalakalemlik su üstüne çıkan. hiddet o kadar olağandır ki her esip gürleyişte bizahati nefret söyleminin ta kendisinin kapsamından nitelikli! önermelerinden bir başkasıdır altına imza atılan avaz avaz çağrılan. sabah vakti kck operasyonu ile isimsizlerin tecriti, toparlanmasından, kameralar önünde gösteri niteliğinde müzisyenlerin önce derdest arkasından işkence ile buluşturulmasına, i.n.ş. mangalarının tıpkı başlarındaki ismin söylemindeki ezip geçeriz, yakıp yıkarız v gerekirse bir yüz yıl daha savaşırız roargh! hesabını da verecek değiliz! bağlamının bir başka vesikasını oluşturan, güne eklenen insaniliği yitirip tanımsız, mesnetsiz bir yıkım, yerlebir etme hadisesine, halk vekilini belirli başlı, okuma yazması bulunup kulağı olanın işittiği gibi direktiflere uygun bir biçimde tutukluluğunun tesciline, dokunulmazlığının da yaka paça kaldırılması sürecine kadar varacak zincirleme yargılamaların v kararların aldırıldığı, imzaların atıldığı bir yandan da savaş yok denilirken bu algı yaygın bir biçimde söyleme dönüştürülürken tetiklerin nasıl düşürüldüğünü ortaya koyan can pazarlarının hala bu kubbede yerini aldığı bir güncellik hasıl olunur. otuz iki kısım tekmili birden cinnet ül arz.

cehennem tabelasında her ne yazıyor bilinmezliğini koruyor ama şu iki satır boyunca dillendirdiğimiz şey birleştirdiğimiz parçaların oraya bile fazla kaçacağına kani olduğumuz karabsanlar, karanlıklar. suçlu yaratmaktan, suç mesnedi türetmekten, suçu yıkmaktan, ciğerini patlatırcasına çemkirip beddua okumaktan, baştaki neyse erkanın, ahvalinin de o düzeyde tahammül etmeyen küfür eden, anlamadan komuta göre tepkime veren, sokakta yan yana durduğundan bile şüpheye düşüren bir dönüşüm, dile getiriş v fazlasının perspektifini gün yüzüne çıkartır. her günün bir anlamı varken varken bu cenahın günleri durmaksızın karabasanlardır her yeri kaplayan. her gün yeni bir umuttur pek çok yerde gelgelelim bizde sustukça, yılkıldıkça sıranın kime geleceğini hangi mesellerin flaş flaşlar ile duyurulacağını kestiremediğimiz bir karambolün beşiği edilir. yurdu kılınır. duyumsatılması lazım olan hezeyanların peşisıra diziliminin ardından, reklamsız arasız istiflenmesinin, döke saça, bata çıka tıkabasa doldurulmasının ardından bıçak sırtı hayatlarımızın ne kadarını koruyup kollayıp önemsemekteyiz sorgusu hasıl olmaktadır.

insanlık ayaklar altına alınırken sergilenen şeylerin acelecilik bir an önce töhmet altında bırakabilme alışkanlığı, kodlara, renklere v aidiyetlere göre ezberlerin ikrarının yanıbaşında yapay, steril değil tam aksine kirden hiçbir şey göstermeyen bir faunada yaşamakta olduğumuz bu v benzeri bir sistematiğe mecbur kılındığımız işittirilesidir. kirlendikçe ortalığın daha da mükemmel bir hayat diskürüne dönüşümüne dair teferruat bellenmişler dillendirilesidir. masumiyet karineleri ayakla, kollarla çiğnenip lime lime edilirken, kulak patlatma, kol kırma branşlarında muhafazakarlığın, muhafazacıları yeni münferit hamlelerine girişebilirler. ki bu doğaldır!. kirlenişimizi, aymazlığı sorgu, sualere tabii tutmaz iken, daha yaratıcı olabileceğimizi haklı çıkartmak istercesine, hakkaniyet kazandırırcasına her dem başvurulandır sanal gerçek işkence. vekaletin dar alanı içinde el kaldırılıp, bankamatik memuru gibi aybaşında maaş çekerek kıt kanaat geçinmek dururken, halk denilen ama durmadan ayrıştırılmaya devam edilen her dem kusana kadar propagandist bir hegemonya, tahakküm dizgesinde dilinden, aidiyetinden, inancından vb. sorgulanıp durulanların haklarını savunmak, bu yola baş koymak seçeneği tercih edildiğinde hele bir de kadın olunduğunda, sosyalisti de eklemlediğinizde değme turnusollerin, ide yapısındaki köhneliği enikonu ortaya koyan vehamet vesikalarının çat kapı terör örgütü yardakçılığı, olarak ilanına ulaşan bir sonuç karşımıza çıkartacaktır.

insanlıktan çıkılması adına bu v benzeri önermeler yargılamalar ucunda kıyısında hep   nefretini dile döküp, gerektiğinde asil duruşunu sergilemekten kaçınmayacak linçci gürüh için de bir hedefleyiştir. fonda bir başkadır benim memleketim. algı daraltılıp ne verilirse ona tamahın yolu sağlama alınıp sabitlendikçe roboski’de, şemzinan’da, afyon v bingöl’de olanlar hep o mesnetsizlerin işi gücü olduğuna biat adına öne sürülüp durulan bir argüman olmaya devam edecektir. hazır kıtaların klavyelerinden, ayıla, bayıla döktürdükleri! meramlar, yüz kırk karakter analizler değme akil olanı mundar edecek tespitler, bu koyverin arenaya salın gerisi hallolunur bıçkınlığının, tahammülsüzlüğünün nasılsa unutulur yahu beklentisi v pratiğine tutunulmasının ders alınası bir yansısıdır. yaralarımız derinleşiyor. içten içe kemirici olarak zerk ettirilen nefret ediminin bizahati kotarılmasıyla, sahneyi kapsamasıyla hangi söz, hangi konu veya sorun olursa olsun giderek daha nefessiz kalınan bir iklim tasavvur ediliyor. alışırsınız diyerek bunun da suflesi veriliyor. kadimliğin de kardeşliğin de canı cehenneme! ön okumasıyla beraber erkanın toptan fiştekleyip durduğu muhalefetin bu pasları her dem yeyip hücuma geçtiği bu oyunda skor insanlığın aleyhine yazılmaya devam ediyor.

derdin biganeliği, çözülmezliği üzerine bina ettirilen her yeni görünen hamle hep statüko bağlacına, bıçak sırtılığına göndermede bulunuyor olsa da bu da geçer türküsünün dillendirilmesiyle o hayatın sürekliliği sağlanıyor. yankısının ikrarı, olan biteni bu sefer onlar düşünsün ayrıştırması bi’fiil bu sınırın gününün de yarınının da töhmet altında bırakıldığını yineletiyor. bıçak sırtılık yineletilirken önce biçem tazeleniyor ardından da döküp geçeceği menzil geliştiriliyor. ona buna derman, akıl fikir tahsis eylenirken bu yerin bedbinliği nasip işiyle, kaderi kısmetle birleştiren mide bulandırıcı bir algıyla baştan en sona örülüyor. çıktık açık alınla diye yola koyulan bir eşik, atak yakalayıp medenileştiğinden dem vurulan bir yer, yurt bahsinin basbayağı başı öne eğikliği, kararsız kazımlığı, şiddete her dem meyilliği, en altından en üstüne mukyedirin lafazanlığından belirginleştirilebilir. kaldı ki naçarlığımız, her birimize farklı sirayet edebilsin diye ön ayak olunan budur. yergilerle yıllardır dillendirilenler insana dair olanın ne olması, nasıl şekillendirilmesi gerektiğine dair bir perspektifi sunmuşken, tam da 444lük, bir kondusal kadüklüğün mizacında “hayat” sorgusu vuku buluyor. canlanıyor istikamet nereye ey insanlık!…

>>>>>Bildirgeç

Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek – Göksun YAZICI – Bir + Bir*

“uslu bir oymağın boğumlarının / çocuklarının itaatine karşı…”

Egemenlerin politikasıyla gündelik hayat arasındaki ilişkiselliğin zor kurulacağını,  makro politikalarla yaşamın ince damarlarından geçen mikro politikaların kendilerine ait, hatta ilgisiz dilleri olduğunu söyleyenlere, “hangi gündelik hayat, hangi mikro politikalar?” sorusunu sorarak başlayalım. Hakkâri’de polisin biber gazı sonrasında ortalarda sivrisinek bile kalmaması, gündelik hayatın en mikro (sivrisinek kadar!) alanlarına dahi egemen güçlerin müdahil olduğunu gösteriyor. Elbette bu bir kara mizah. İnsanları sivrisinek sanan bir şiddetin karanlığı; insanları gazlama / sinekleri ilaçlama teknolojilerinin birbirine karışması. Direnişçi bölgelerle egemenin çocuklarının, yani uslu çocukların gündelik hayatları arasındaki dramatik farktan politikanın makrosunun da, mikrosunun da nasıl çalıştığını görebiliriz.

“Normal” yaşamın mümkün olmaması savaşların alâmet-i farikası olsa gerek. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, ülkelerin bütün vatandaşlarının etkilendiği savaşlar yapılmadı. “Bölgesel çatışmalar” olarak adlandırılan savaşlar yürütüldü. İşgalci kuvvetlerin bütün vatandaşları bu bölgesel savaşlardan etkilenmezken, işgal altında olanların tüm yaşamı altüst oldu, tabii eğer ölmedilerse. 21. yüzyıl geçen yüzyılın son modasını devraldı. Bölgesel direnişlerle karşılaşan egemenler bölgeleri istila etti. Bu ülkedeki denklemde de benzer bir şey var. Gazlar altında kalan, apar topar evlerinden edilen insanlar için savaş, yaşamlarının tek gerçeği. Direnişçilerin neden direnmeye geçtiği bu noktada daha da açığa çıkıyor: “Normal” yaşam, sadece egemenin uslu çocukları için vardır; bu “normal”in sürdürülmesi için diğerleri ikinci sınıf muamelesi görür, bunlar müstakbel direnişçilerdir. Direnişçiler başkaldırdığında, onursuz yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiklerinde, egemenin “normal” yaşamı sağlamak için uyguladığı yasa koyucu / yasa koruyucu şiddet açığa çıkar. Direnişçinin üzerine binen şiddet ya da açılan savaş, uslu olsa direnişçinin üzerine gitmeyecek bir şiddet değildir. Bu şiddet, uslu olsalar direnişçilere “ikinci sınıf” muamelesi yapacak “normal” yaşama içkindir. Direnişçi değildir bu şiddetten sorumlu olan, o sadece “normal” muameleye karşı çıkarak “normal”in içindeki görünmez şiddetin görünür olmasını sağlamıştır. Bu anlamda, Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır’ın Antep olayından sonra “kim yapmış olursa olsun sorumlusu PKK’dir” diyerek “kör terör”den onları sorumlu tutan sözleri egemenliğin içkin şiddetini görmezden gelen uslu çocuğun babasının hakkını savunurken gösterdiği öfke hareketlerinden başka bir şey değil. Kürt hareketi sivillere saldırmamayı ilke edindiğini defalarca açıkladı, Türk halkı otuz yıldır babası egemenle işbirliği içinde bu savaşı desteklerken Türk halkına bir sitem sözü bile etmedi, çünkü hâlâ halkla konuşmaya çalışıyor, sesini duyurmaya çalışıyor. Ruşen Çakır, Etiler’de patlayan bombalarla nasıl yüreklerinin ağızlarına geldiğini anlatıyordu aynı yazısında. Elbette patlamasın hiçbir yerde bombalar, ama “normal”e içkin olan şiddet de diğerlerinin üzerinden kalksın. Etiler’in varlığı şiddete dayanır; egemenliğin, özel mülkiyetin, sermayenin, nezihliğin varlığı başkalarını dışlamaya dayanır. Başkalarını dışlayarak temellük ettikleri güzellikleri kıskançlıkla koruyanlar, başkalarının ikinci sınıf olmasına aldırmaz, çünkü böyle kurulur kendi birinci sınıflıkları. Etiler şiddettir Sayın Çakır, elbette kimse sizlerin korkmasını istemez, ama sizin huzurunuzun bedeli neden başkalarının ikinci sınıf sayılması olmak zorunda? Siz Karadenizli akrabanızı, Metin Lokumcu’yu başbakanın karşısında savunamadınız diye, başkaları kendi çocuklarını devlet şiddetine karşı niye savunamasın? Eşlerinizin ellerinin pamuk gibi kalması için neden başka kadınların elleri mahvolsun, ama hakkınızı yemeyelim, bunların antropolojisini yapacak kadar da kültürlüdür eşleriniz.

Ahmet İnsel, seçimler öncesinde Birikim’de yazdığı yazısında, Kürt çocuklarının Molotof atarak polis şiddetini provoke ettiklerini, böylece mağduriyeti artırarak bu mağdur söylemiyle hak kazanmayı umduklarını yazmıştı. Ne denir ki bu sözlere: ISKA. (İngilizcesi “totally off”, yani yanından bile geçmemiş.) Şiddet oradaydı Sayın İnsel. Mağduriyet yaratacak kadar ağır olduğu kesin, ama bu çocuklar mağdur değil, özne olmak istedikleri için yöneliyor şiddet onlara. AKP’nin egemen olmak için oynadığı mağduriyet oyunuyla karıştırmış olmayın. Mağduriyeti şantaj olarak kullananlar hükmetmek isteyenlerdir; duygusal şantajlar ve pasif agresiflerle karşılaşanlar bunu çok iyi bilir. Rancière, “siyaset, zamana sahip olmayanlar ortak bir mekânın sakinleri olarak kendilerini ortaya koyduğunda ve ağızlarından yalnızca acıyı işaret eden bir söz değil, pekâla ortak olanı dile getiren bir söz de çıktığı zaman gerçekleşir” diyor. “Ortak olanı dile getiren söz”den “normal”de dışlanan insanlar bu dışlanmaya karşı durduklarında, ortak olana dahil olmayı istediklerinde onları dışlayan şiddet görünür oluyor. Mağduriyet söylemi yok ortada, ortak olana eşit biçimde katılmak istediği için haşat edilen gövdeler var, bu durum onları mağdur değil, özne yapıyor.

Savaş, normale içkin şiddete karşı çıkanların yarattığı bir şey değil, normali şiddetle kuranların marifetidir. Özne olmak istediği için haşat edilen gövdeler, karşı çıkmasa “köpek gibi” yaşamaya mahkûm edilecek insanların gövdeleridir. Gültan Kışanak’ın Roboski katliamından sonra Meclis’te yaptığı konuşmasındaki “bizim sizden ne farkımız var” sözleri,  kendilerine biçilen yaşamın ve ölümün kabul edilemezliğini dile getiriyordu. Ramazan Kaya’nın söylediği gibi, doğal yollarla ölüm artık sadece egemen sınıfların ayrıcalığı haline geldi; ölüm karşısındaki ilâhî / doğal eşitlik bile bozuldu. Hepimiz öleceğiz, ama bazılarımız öldürüleceğiz, bombalanacağız, sivrisinekler gibi gaz ortasında düşeceğiz. Joseph K. “Dava”sının sonunda bir kuytuda karnına giren ve içerde çevrilen bıçaklarla öldürülürken “bir köpek gibi” diye düşündü. “Bunun utancının sanki kendisinden sonra da yaşaması gerekiyordu.” Ama deri kalın, “şehitlik, gazilik nasiptir” diyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Türklerin yoksul çocuklarına biçilen ölümü Tanrı’ya havale ederek, “ilâhî” olarak nitelendirilebilecek ölüm karşısındaki eşitliği yine Tanrı’ya düzelttiriyor. İktidar oyunlarına Tanrı yeniden katılıyor. Acil durum freni olarak Tanrı.

“Asgarî suskunluk” payı

Ortak olandan dışlananların ortak olana yeniden dahil olmak için, “ağızlarından yalnızca acıyı değil, ortak olanı da dile getiren bir söz çıkması” için katlandıkları zorlukları savaşı bilfiil yaşayan insanlar biliyor. “Normal” olanı yaratan şiddet onların üzerine biniyor; “normal” olmak isteyen şartlar onlara savaş olarak kendini dayatıyor. Peki üzerlerine görünür şiddet binmeyen egemenin uslu çocuklarının durumu ne? Birilerini dışlamak için şiddet uygulayarak kurulan “normal”in şiddeti içerde olanlara neler yaşatıyor? Dışlananlar özne olmak için ayaklandığında, içeriye kabul edilenler de teba olarak kalabilmek için kendi uslu öznelliklerini kuruyor. Kendi huzurunun bedelinin ne olduğunu görmezden gelmekle başlıyorlar işe. Garip bir kayıtsızlık hali, sıkıcı hayatların gündelik kaygıları. Sıkıcı, çünkü “normal”in içinde olanlar “ortak olan”dan koptu. Dışlananlar ortak olana dahil olmak için en büyük ortak olan dünyayı kucaklayarak büyürken, içerdekiler bırakın dünyayı kucaklamayı, yan komşusunun kuyusunu kazmaya çalışarak küçülüyor. “Normal” olanda, içeride kalanlar, “asgarî suskunluk”u kabul ederek özneliklerinden vazgeçiyorlar. Görme, duyma, söyleme. Yaşanır hayat değil. Hüseyin Çelik’in “birkaç Mehmet öldü diye Meclis’i açmayız” sözlerinde örneklenen “önemsiz işte” anlayışı, tüm uslu çocukların şiarı haline geliyor, savaş böylece sıradanlaştırılıyor. ABD’de kişisel silahla öldürülen insanların sayısı, birçok ülkedekinin birkaç bin katı. Dünyanın egemeni Amerika’nın uslu çocukları çok korktukları için, kendilerini tehdit altında hissedip silahlarına sarılıyorlar. Öldürmekten başka bir şey bilmiyorlar. Korkuyorlar, çünkü suskun kalmak için geceleri egemen babalarının anlattıkları masalları dinliyorlar. Babalarının başkalarına yaptıklarını görüp korkuyorlar, ama yine de babalarıyla özdeşleşip onun gücüne sahip olmaktan alamıyorlar kendilerini. Korkuyla özdeşleştikleri babaları, asgarî suskunluk, yani aktif özne olma sevdasından vazgeçmelerini buyuruyor. “Ortalama Amerikalı” denen, ne yapacağı söylenmeden hiçbir şey yapamayan, kendinden istenen asgarî suskunluğu sağlayabilmek için tüm dünyaya sırtını dönen, kendinden başka kimseyi duyamayan, kullanım kılavuzu olmadığında ne yapacağını bilemeyecek kadar acizleştirilmiş bir “yaratık”. Egemen baba, kendi çocuklarının acizliği üzerinde yükseliyor; en büyük acizlik de ortak olanın herkesi kapsamayacağı yalanına inanmak.

Savaşın sıradanlaşıp insanların kulaklarını tıkadığı bu ülkede de “normal” insanlar, yani içerdekiler farklı bir durumda değil. Asgarî suskunluğa karşı dünyayı kucaklamaktan vazgeçip kendilerine tehditler icat ediyorlar. Ortak olan sözün ne olabileceğine dair bir imge bile yok. Babaların sözlerini kendilerine şiar olarak benimsiyorlar. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu BDP’yi “suç makinesi” ilan ederken 757 dokunulmazlık dosyasının 579’unun BDPli milletvekillerine ait olduğunu söyledi. “Asgarî suskunluğu” devam ettirmek isteyen bir teba susabilmek için ne düşünmeli ya da düşünmemeli? Öncelikle, susabilmek ve inanmak için, bu dosyaların egemenler tarafından birilerini dışlamak için çeşit çeşit bahaneyle hazırlandığını düşünmemek zorunda. Kuzu Meclis’in bir dönem bunları görmezden gelerek “tolere ettiğini” söylediğinde, teba susmaya devam edebilmek için kendisinin tolerans gösteren büyük abi olduğuna inanmak zorunda ve her abi gibi istediği zaman dövebileceğini de düşünmek durumunda. Ve Kuzu, BDP milletvekillerini ve Kürt halkını kastederek “demiyorlar ki yetmez ama evet, ne yapalım bu kadar olsun, Allah bereket versin, kalanı da başka zaman alırız” dediğinde teba, Allah’ın hikmetinden sual olunamayacağı gibi, egemenlerin sözlerinden de sual olunamayacağını öğreniyor. Önüne atılan, ona lûtfedilen her şeye Allah bereket versin demeyi öğreniyor. Ortak olana dair tek bir söz bile edemeyeceğini, kötünün iyisine razı olmanın en iyisi olduğunu öğreniyor.

“Normal” hayatın “içeridekiler”e dayattığı şiddet bu. Burhan Kuzu’nun sözlerinde örneklediğimiz, teba kalmak için, asgarî suskunluğu sağlamak için bir kişi nasıl düşünmeye başlamalı sorusunu egemenlerin farklı sözlerini düşünerek ele alabiliriz. İçerde kalanın içerde kalması için bu şiddeti içselleştirip kendinden görmediği insanlara uygulaması gerekiyor. Kendini susturmak için bir ton dayak atıyor kendine, “yaşam yaşamıyor”.  Başbakan Erdoğan, “sen işine bak” diyor; orada herkesin tepesinden konuşuyor. Bu sözlere inanç istemiyor, sadece itaat istiyor. Allah bereket versin bile demeyin. Antik Yunan’da tiranlara acırlardı. Eşit insanlar arasında yaşanan hayatı en iyi hayat olarak nitelendiren Antik Yunan anlayışı, tiranlar kimseyi kendilerine eşit kabul etmediği için en yalnız ve en kötü hayatın bu hayat olduğunu söylerdi —kölelerin hayatı da aynı şekilde, eşitleri arasında geçmediği için kötü sayılırdı. Tebası da kendine eşit / ortak istemiyor, egemeni de. Sizinki de hayat mı?

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Göksun YAZICI’nın Bir + Bir sitesine yazdığı Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek başlıklı makalesi tahayyül ederken, iliştirmek istediklerimizin tamamlayıcısı olabilecek önemli bir okuma parçasını oluşturmaktadır. Günün getirdiklerinden arta kalan, geride bıraktırılan tortusu içinde esas hasbıhal edilesi şeylerin neler olduğuna dair bir çağrıdır makale. Göksun YAZICI ve Bir + Bir’in anlayışlarına binaen meramı sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Engin Çeber İçin Adalet İstiyoruz – Amnesty Int’l
Asgarî Suskunluğa Karşı Ortak Sözü Örgütlemek – Göksun YAZICI – Bir + Bir
Sinemadan Çıkanlardan Mı Olacaksınız Yoksa? – Zeynep KURAY – ANF
Türklerin Çıkmazı Kürtlerin Çıkışı! – Zana GÜMÜŞTEKİN – Jiyan
Çocukları Diyor Ki Bugün Günlerden Müge Tuzcuoğlu – Murat SABUNCU – T24
İktidar Hastalığı – İrfan SARI – Yüksekova Haber
İsmail Beşikçi’nin Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü Alırken Yaptığı Konuşma – Açık Radyo
‘Demokrasi’ Mi Dediniz? – Faysal SARIYILDIZ – Radikal 2
Mezarlarınıza Tüküreceğim! – Şebnem Korur FİNCANCI – Evrensel
Yanmalı Ama Nasıl? – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün
Aritmetik II – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Nuray MERT: ‘Ölü Yarıştırarak Kürt Sorunu Çözülmez’ – İMC TV
Rutinleşen Ölümün Ağırlığı… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
1993’ten 2012’ye – Özgür MUMCU – Radikal
İki Dil Bir Açılım – Devrim AVŞAR – Korsan Dergi
Gözlemci Heyet: KCK Davası Tam Bir Monolog – ANF
Bu ‘Süreç’ Size De Bir Yerden Tanıdık Geliyor Mu? – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Duygusal Cehalet – Can DÜNDAR – Milliyet
Linç Kampanyasına Galatasaray’dan Da Destek – ETHA
Basına ve Kamuoyuna: BDP’li Milletvekillerine Yönelik Medyatik ve Siyasi Linçe Son Verilsin! – Kaos GL
Tuncel, Galatasaray Üniversitesi’nin Tavrını Değerlendirdi – İMC TV
‘Tuncel Barış İsteyenlerin Vekilidir’ – Hayat TV – Evrensel
Tuncel: Başbakan Dağın Yolunu Gösteriyor – ETHA
Bingöl’deki Saldırıya Karşı Halkın Kararlılığı Nettir – Sol Defter
Etkisiz Hayat Düşleri – Bülent USTA – Birgün
Böyle Yaşamaya Devam Edecek Miyiz? – Mehveş EVİN – Milliyet
‘İnkarcı Mantık Artık Sürdürülemez’ – Yüksekova Haber
Sömürgecilik Kişiliksizleştirir – Meral ÇİÇEK – PolitikART
“Will Turkey Turn Out To Be The Pakistan Of The Middle East?” – Robert FISK – The Independent
Balyozuna Sağlık – Sevan NİŞANYAN – Siyaset v Tarih Yazıları
‘Annem Ölmeden…’ – ETHA
Faili Meçhul Değil: ‘Faîlî Dewlet’ – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Apê Mûsa – Seydayê GEROK – Ajans Amed
Çağrılan Musa – Sema KAYGUSUZ – BiaMag
Bir Halk Sancağı: Apê Mûsa – A. Hicri İZGÖREN – Özgür Gündem
O Makus Talihi Alt Edebiliriz – Baş Yazı – Agos
Şekerden Azınlıklar – Sezin ÖNEY – Taraf
DYG Davasında Altı Tahliye – Ahmet SAYMADİ – Bianet
Çocuk Mahkemesinde Dokuz İhtiyar – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Sorumsuzca Yapılmış Yasası – Söz Küçüğün – Açık Radyo
4+4+4’’lük Bir Asimilasyon – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
“Benim Çocuklarımın Günahı Ne?” – Korsan Dergi
Bir Gazetecinin “Leş” Hayalleri – İrfan AKTAN – Bir + Bir
Ölümün Gündemi, Nasibi Kısmeti! – İlhan CANAN – Emek Dünyası
“Bu Fotoğrafın İzahı Yok!” – Ekin KARACA – Bianet
Bingöl’dekiler Mi Ölü Resimdekiler Mi Ölü? – Veysi SARISÖZEN – Jiyan
Şemdinli’den Notlar – Baki GÜL – ANF
‘Yaşam Bizim Karakollar Sizin Olsun!’ – Yeni Özgür Politika
The Fight For The Kurdistan – Jenna KRAJESKI – New Yorker
‘Biz Zaten Sine-i Milletteyiz’ – İMC TV
AKP Sıkıştıkça CHP İmdadına Mı Koşuyor? – Ferda KOÇ – Sendika
Yeni Oslo Mümkün Mü? – Mete ÇUBUKÇU – Akşam
İnsanlık Ölürken Osloculuk Oynamak – Demiray ORAL – Taraf
Oslo Süreci mi, Kılıçdaroğlu Süreci mi? – Gün ZİLELİ – Jiyan
CHP, Ezber ve Oslo Görüşmeleri – Ender İMREK – Evrensel
‘Bu Haberi Yapanlar, Lağım Fareleridir’ – Mehmet ÜÇAR – Ajans Amed
Sinan Çetin Profesyonel Asker Olsun! – Ferda ÇETİN – Yeni Özgür Politika
Dindar Nesil, Nasip İşi – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Nasip İşi Mi? – Derya SAZAK – Milliyet
Sevag Cinayetinde Skandallar Bitmiyor – Sarkis GÜREH – Nor Zartonk
Yassıada’da Ölen Ermeni Milletvekilinin Hazin Öyküsü – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Bülent Arınç – Ertuğrul Kürkçü Zıtlığı – Ragıp DURAN – Bir + Bir
“Türkiye Üzerine Konuşmak: Umut, İnat ve Gelecek” – Ece TEMELKURAN – Analiz Türkiye
IKEA Ne Kadar “Beyaz”? – Okan NALÇACI – BiaMag
Bu Cellatlık Değil De Nedir? – Şule KÖKTÜRK – Cumhuriyet
Güvenlik Harcamalarındaki Artış Korkunç – Çiğdem TOKER – Akşam
Nefret Bilimi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Sefo Deresi, 33 Kurşun ve Onbaşı Mustafa Epli – Nihad GÜLTEKİN – PolitikART
Kürt Siyasetçiler Açlık Grevinde – Evrensel
“sistematik duyarsızlaştırma”ya hizmet etmeyelim – Mustafa SÜTLAŞ – Bianet
İnsanın Hikâyesi – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
‘Vatan’ Bedenin Kadardır… – Kemal BOZKURT – Herşey Hakkında Hiçbir Şey
‘Cumhuriyet’in İyi Çocuğu’ Hagop Martayan ya da A. Dilaçar – Levent ÖZATA – Agos ŞapGir
Magna Carta’yı Yeniden Düşünmek – Noam CHOMSKY / Çeviren: Ariya TOPRAK – Özgür Gündem
Occupy’s New Ground: Debt Resistance – Natasha LENNARD – Salon
Roundtable: After 1 Year, OWS Gives Voice To Resistance Of Crippling Debt And Widening Inequality via Democracy Now!
Yahu Bi Dur – Tufan SERTLEK – Sendika
Texim Direnişi 43. Günde: İşçilerden Sendikalaşmaya Çağrı! – Sol Defter

Loscil Official
Loscil Official via Kranky
Loscil – Sketches From New Brighton Album Critic By Jake HOLLIS via Sputnik Music
Autistici Official
Autistici – Beneath Peaks Album Official Informative via Hibernate
Autistici – Beneath Peaks Album Critic via Wajobu
Shinsuke Matsumoto Official via MySpace
Shinsuke Matsumoto At Soundcloud
Shinsuke Matsumoto – Lantern Album Official Informative via AY
Method One Official via MySpace
Method One At Soundcloud
Method One “Time Capsule – Volume 1: 1991-1993 Megamix ” Official Download
Atoms For Peace Official
Atoms For Peace Official Informative via 50 Weapons
Atoms For Peace Albüm Hazırlığında – Sarkis MÜHENDİSYAN – Agos ŞapGir

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel ancient eye is watching you by luca biada
luca biada’s flickr page

>>>>>Poemé
Habil ve Kabil – Charles BAUDELAIRE
I.

Habil’in soyu, ye, iç ve uyu;
Tanrı sana gülümsüyor hoş görerek,

Kabil’in soyu, bir çirkefte dizboyu
Sürün ve öl sefalet çekerek.

Habil’in soyu, senin kurbanın
Büyütüyor İsrafil’in burnunu!

Kabil’in soyu, çektirdiğin azabın
Hiçbir zaman gelmeyecek mi sonu?

Habil’in soyu, gör ekininin
Ve sürülerinin iyiye gittiğini;

Kabil’in soyu, barsakların senin
Gurulduyor ihtiyar bir köpek gibi.

Habil’in soyu, baba ocağında
Karnını sıcak tut, öyle kal;

Kabil’in soyu, küçük mağaranda
Soğuktan titre, zavallı çakal!

Habil’in soyu, sev üreyerek:
Çoğalacak altının senin de;

Kabil’in soyu, ey yanan yürek,
Dikkatli ol bu büyük hevesinde.

Habil’in soyu, beslenip büyüyorsun
Tıpkı tahtakuruları gibi!

Kabil’in soyu, üzerinde her yolun
Al götür güç durumdaki aileni.

II.

Ah! Habil’in soyu, senin leşin
Besleyip büyütecek tüten toprağı.

Kabil’in soyu, gereksinimlerin
Yeterli ölçüde karşılanmadı;

Habil’in soyu, utancın artık:
Kılıç yenik düştü mızrağa yine!

Kabil’in soyu, gökyüzüne çık
Ve at Tanrı’yı yeryüzüne!

Türkçesi: Ahmet Necdet
Kaynakça: S’imge

Deuss Ex Machina # 408 – …a fydd rydym goroesi

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_408_–_ …a fydd rydym goroesi

09 Temmuz 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Kane Ikin-Short Wave Fade (12k)
>2<-Kane Ikin-Contrail (12k)
>3<-Nuojuva-Huominen (Preservation)
>4<-Nuojuva-Laakso (Preservation)
>5<-Hilary Hahn & Hauschka-Adash (Deutsche Grammophon)
>6<-Hilary Hahn & Hauschka-North Atlantic (Deutsche Grammophon)
>7<-Sylvain Chauveau & Arca-Attractions (Remix Of Arca) (Flau)
>8<-Sylvain Chauveau-Dernière Etape Avant Le Silence (Remix Of Sylvain Chauveau) (Flau) 
>9<-Synthetic Epiphany-Tomorrow Is A New Day (Self Released)
>10<-Synthetic Epiphany-…And We Will Survive (Self Released)
>11<-Volor Flex-Revulsion (Dark Clover Records)
>12<-Volor Flex-Faint Hope (Dark Clover Records)

…a fydd rydym goroesi
(408)

hasbelkader bir yoklama anının, sıcaktan yaprak kımıldatmayan bir aralığındaki, rastgele seçilmiş denkleştirilmiş bir yansısından erebildiklerimiz, gördüklerimizdir yazı yazmayı manidar bir biçimde öncelikli kılan v bu tahayyülü öne süren. ileri hamle ettiren v pekiştiren. durmaksızın gayya kuyusunun bir noktasından ta diğerine ulaşmaya çabalandığımız saiği içerisinde her an ensemizde yeni bozaların kaynatıldığından dem vurmak o karşılaşmak mecburiyetinde bıraktırıldığımız anlayışsızlık damarlarının, çıkarsayışlarının nasıl üstten üstten bakışımlarla, hakir görüşlerle, siz anlamazsınız bizim doğrularımız olarak naklettiklerimiz vardır sadece buna sebat ediniz gerisi teferruattır bakışımının sabıklığını, sabıkasını açık eden bir okumayı beraberinde ulaştırır. ulaştırmaktadır. her yoklama sırasında varlığımızı kolaçan etmekten gayrısını düşünmeyen bundan ötesini usunda canlandırmayan cerahatli bir bakışımın durumu hasbelkader kontrol altında tutması, idareyi kolaçan vaziyette görünüp dümen suyunda her şeyi devam ettirmesi, günün güllük gülistanlık hal kalmamış olsa da onunla uzlaştırmaya çalışması okunabilmektedir, bu aralıkta.

bir aralıkta gördüklerimiz kah sinkafların en yakası bağırı açılımamışlarını, kah ırkçı değilim benim şöyle arkadaşlarım, böyle tıyneti belirli, yediği kaba pislemeyen, bu memleketin ekmeğini hamd edip yiyen tanışlarım var bakışımının kör olasıca değişmezliğine kaptırıp gidilen bir sürümceme hali, denk bulduğunu yaftalama gayreti, biriken hınç öyle alınmaz ahanda böyle vurarak, kırarak, sindirerek, yok etmeye çalışarak v bir tabii ki sessizliklerle suça ortak olarak söz konusu edilebilir kısmının gerçekliğini aynalamaktadır. muktedir hinliği sergilenirken tüm bu çıkarsamaların yamacında oturup da ne oluyoruz sorgusuna girişilmemesinin dahası akla getirilmemesinin mesnetsiz örneklemleri günden güne daha ağır gıybetlerin, kural tanımazlıkların, mağduriyetlerin v önü itinayla alınmayan şiddet fragmanlarının, evrelerinin bir kere daha hayatlarımızla iliştirilmesini sağlamaktadır. bir figürasyon, bir mizansen değil adıyla sanıyla cana kast edişlerin, barışı düşünmektense; savaşın kör kulvarları, labirentleri arasında istatistik olarak tanımlandırılacak bol adetli, güzel ölümlerin! sayıca çokluğuna bakıp bakıp sorun mu yok sorun morun her şey yolunda, her şey olurunda kepazeliğinin sürekli, daimi kılınmasındaki müdanasız devamlılığa ısrardır bizi bu satırlara düşüren. bizi bu satırlarla buluşturan.

durmadan, biteviye tahakküm vesaiklerinden birini bırakıp, bir diğerini hayata geçirmek için çabalanımlar her saniyeye bir başka baskıcılığın görünürlüğünü, gerçekliğini kanıtlamaya didinişler bu sath içerisinde kimliklerimizin, kimler olduğumuzdan önce bu milletin birlik v beraberliğine karşı oluşturacağı tehdit-korku v ötesi potansiyeli göz önünde bulundurularak kotarıldığından dem vurulması, beraberinde getirdiği uygulamalar!! yabanıl kaçmayacaktır. sathın içerisinde karşılaşılan her olumsuzlama bir yerinden başlanacaksa doğru ediminin, hamlesinin v olguların nasıl da bilinçli bir biçimde çarçur edildiğini halen göstermektedir. insan olma vurgusunun üzerini çizebilmek adına, o biatla sanki o ilkelliklerine! durmaksızın laf yetiştirmeye doyulmayan demokrasisi kıt memleketlere laf taşıma laf yetiştirmek gailesinde bulunup durulan bir aralıkta, bol kepçeden atılıp tutulurken bu memleketin sınırlarındaki; doğusunda, batısında yapılan edilenleredir sözümüz. yapılıp edilenlere getirmektir sözümüz. arsız bir tahakküm mekanizmasının her durum v şart altında suskunlaştırmayı olağan kılmak adına yapmayacağı ceberrutun, eylemeyeceği fenalığın, imzasını atıp, sıvayıp gitmeyeceği bir ihlalin daha söz konusu edilmeyeceği bi’eşiğin kalmadığı olmadığı meydandadır.

bunca adi medya pespayeliği, gölgelemesine rağmen işte bu kısım bir hakikat olarak meydandadır. denek bellenip durmaksızın üzerimizde yapılan tahlillerin, bir yandan duyumsatılan sözcüklerin, demeçlerin öte yan v unsurlardan yaygınlaştırılmaya çalışılan yazıların, meramların bizahati propagandaların dillendirdiği bu ülkenin demokrasi ediminin nasıl da incecik bir düzenek, kıldan ince bir yolda ilerlediğini v her ana sekteye uğrayabilir diye uyaranların eksik edilmediği, yolumuzdan alıkoyarsanız başınıza nice felaketler gelecek şu olacak, bu olacak, öcüler çıkacak bakışımının diri tutulduğu bir güncellik musallat edilir. musallat olunur. amed’in orta yerini savaş alanına çevirip barış seslendirişini, barışa olan özlemi, onca ağır algı v hiddet turnusolünün halen geçerliliğini koruduğu bir zaman diliminde, yılmadan düşmeden bir an olsun sapmadan yola çıkmak, tekrardan değinmek, dile getirmeye çalışmanın karşılığının ne olduğunu dün yanı başımızda cereyan edenler sayesinde bir kere daha ikrar etme şansımız oldu. bir kere daha bellemeye nail olduk. faşizm tırnak içerisinde kullanılıp, kitabın göstermiş, atfetmiş olduğu bariz bir hastalıklı ruh halinin, algı ötesi v çok daha fazlası olduğunu imleyen bu ağırlığın olanca kuvvetiyle insanları nefessiz koymaktan bir an olsun çekinilmeyen işte bu meymenetsizlik trajedyasının iktidarımı sarsamazsınız dik kafalılığının başkaca bir perspektifinin tam tasdik, eksiksiz olarak okunabilmesini usa düşüren bir çıkarsama hasıl oldurulur.

derdin, tasanın görünmezliğine olan atfedişler, nasıl olsa ucu bize dokunmuyor yanilerden hareketle kotarılma, kaytarılma çabalarının ivedilikliği, sorunun kendisine karşı bir çözümlemeyi değil tam da muktedirin dediği gibi ötelemeyi, onun dediği, çizdiği alanın içerisinde dar alanda kısa paslaşmalardan mürekkep bir vurgu dehlizinin, bataklığının istikrarlı bir devamlılığını aynalar. bunun dışında herhangi bir çözümlemeyi kıyasıya eleştirmek, gerektiği gibi yüzleşmek konusunda çabalandıklarını bütün anayasa referandumu süreci dahili v sonrasında duyumsatmaya doyamadıkları darbeler, darbecilerle yüzleşeceğiz, hesap soracağız kısmının ne kadar da trajik bir masal masal matitas haline dönüştüğünü, kuşa döndüğünü bütün hayallerin, imlerin v vaatlerin bir kere daha anlaşılır kılınmaktadır. yalancı dolmaların miadının dolduğunu bir kere daha ispatlanmaktadır. amed’in yanında, gever’de, colemerg’de dersim’de, herhangi bir hes için katledilmeye hazır, nazır tutulan yurdun başka bir yöresinde, gelgelelim şehr-istanbul’da dört başı sarmışken şirazesinden çıkmışlık, zapturaptın höt zötleri o da ancak vurdulu kırdılı, bolca gazlı, sabahtan akşama kadar coplu küfür v kafirli bunlarla kurtulmayı başarırsanız, devamında nezarethaneli, uydur kaydır, kes yapıştır iddianameli uzunca bir mahpusluk döneminin, masumiyet karinesi lincinin bir başka sahnesinin daha uygun adım tıpış tıpış sergilendiği bir memleket resmi kotarılır. kotarılmaya girişilir.

gelgelim memleket güllük gülistanlık bu veryansın edenler hep çıban başlarıdır, hiçbir şeyden memnun olmayı bilmeyen nankörlerdir ha(y)inlerdir alışılageldiği üzere. Küflü, paslı simyaların vicdanlarını karartmasından çekinmediklerinden bir seslenişi, bir çığlığın üzerini nasıl kapatırsak daha muzaffer olacağız, olabileceğiz yanılgsına dolu dizgin kaptırılmışken iş bu ahval içerisinde hassasiyet diye gözümüze sokulan, durmaksızın yinelenen yoklamada görünseniz de bizler için bir anlam ifade etmiyorsunuzun türkçesidir. resmi söylemidir. ırkçılığın müdahilliğinin düz ayak nasıl da ileri demokrasi kisvesi altında yapılabildiğinin, devam edilebildiğinin yanılgısız, amasız v fakatsız olarak yinelenmesidir karşılaştığımız. derdimiz birden az değildir, dertlenişimiz pek çokları için nankörlükle eşdeğer tutulan bir algılama ile sınanmaktadır. peki bütün bunlara eyvallah diyelim de şu önümüzde silme, dağ gibi yığıntılanan nefret mahrecinin, bir azrail kıvamında savaş tamtamlarını sonuna kadar çaldırması, kin, kan v gözyaşından halen medet umulası bir memleket tahayyülü hala mı içinizi sızlatmamaktadır. hala mı bir şeyleri anlamlı kılmamaktadır. beğenmediğini yaftalamanın, hiddetini sergilemenin neresi demokrat bir bakışımın öznesi, yüklemidir. anlamlandırabiliyor musunuz? farkına cidden erebiliyor musunuz?

yalapşap, basmakalıp seslendirmeler gördüklerimizi unutturmaya yetmeyecektir elbette de sizin bu vicdansızlık ile tecrübenizin, seviyeli ilişkinizin! dilinize dolamaktan sakınmadığınız ötekisi dediğiniz, mihrak belletmeye teşne olduğunuz bizler için sıfatlarınızın bir sonunun olduğunu da mı bilmemektesiniz. bügünün şartlarının v buna sığınarak reva gördüklerinizin bir bütünleştirici olmaktan öte, ayrıştırıcı fayları onarılmaz bir biçimde kırmaya devam ettiğini idrak etmeniz için marduk marduk diye atfedilen meşhur kıyameti mi beklemeli, öyle mi tükenmeliyiz!. faşizm ilkiminiz için bereket duasına çıkmışçasına ha’bire v sathın her bir yerinde sergilediğiniz ayinesi iştir kişinin klişesine sapasağlam sahip çıkan vehamet vesikalarınızdan da mu utanmaz arlanmazsınız!.her şart v koşul altında had bildirmenin, hudut devşirmenin hiddeti kutsayıp şiddeti zincirlerinden azade etmenin, sıfır sorunu sırf sorun okumanın, münferittir o tastamam çıkarsamasının adledişinin, olağanlaştırılmasının, parçalanmışlığı, un ufak etmek yok etmek olarak algılayışın bir katarda yanyana bir zaman düzleminde ardarda ilintilenip görünürlüğünün sağlanması içinde bulunduğumuz güncellik dahilinde hangi mesnetsizlik secerelerinin birbiri ardına denkleştirildiğini rahat bir biçimde okumayı v görebilmeyi sağlayacaktır.

mesnetsizlik çıkarsanan, doğru olarak tasnif edilenlerin gerek tek yönlülüğünü, gerek ilave bi açıklmaya mesafesindeki tahammül sınırını her durum, şart altında başöğretici olarak akıl fikir tahayyülündeki öncüllük takıntısına rağmen iş bu ülkeye geldiğinde oluşan kayıtsızlığın alelade değil basbayağı hesap kitap ile sağlandığını yineleyecektir. yinelenecek olan kutsanmış, zerresi değişmeyecek olarak tanımlandırılmış tekçe doğruların hepimizi çevreleyen, sınırlandıran dar incecik bir yola hapseden, nefessiz kıldıran, pusularla yüzleştiren, kokruların tecrübe edilmesini sıradanlaştıran, düşünce v başka bir söylem geliştirilebilirliğini, edimin, çablanımın pekala mükün oldurulabilirliğini daha en başından safdışı bırakan, bıraktıran bir toplamdan mürekkep olduğunu tecrübe edilebilecektir. tecrübe edilmektedir. her durum v koşul dirayetin, empatinin, sembollerin sağladıklarının yanısıra akil olanı aramaktan, varlığı kanıtlanmış aklın sunup, güne dahil ettiği tespitlerine kulak vermekten, itina ile özenle önem atfetmekten, yanlışları doğruya ulaştırabilmek için çabalanmaktan geçmesine karşın cerahatin yaygınlaştırılması, belirli bir noktadan sonra da birbirlerinin turnusolünü oluşturan kopyalarla günün tanımlandırılması bu mesnetsizlik çarkında olan bitenleri tek bir kareye sığdıracaktır. bunu başartacaktır.

tasvirler sunumlandırılanlar gösterilmesine müsamaha edilenler, tolere edildiği izlenimi uyandırılanlar hesabın kitabın getirmiş olduğu yanılgı ile sistemli bir kafa karışıklığının durun bakalım kazın ayağı hiç öyle değil simsarlığının ne raddelere ulaştığını, taşındığını esaslı bir biçimde betimleyecektir. mesnetsizlik kişisel bir çıkarsayıştan çok ülkenin “başat duruşu” olarak yavaş yavaş şekillendiriliyor, her yeni günü acabalarla muallakta tutuyorsa, bunu tecrübe ettiriyorsa kelimeleri seçerken özen, konuşmaya girişirken asgarinin üzerinde dikkat gerektiriyorsa her attığın adım için önünü arkanı kollamayı zihne dikte ettiriyorsa bu tamamen iklimin değişiminden, günün taşıyageldiklerinden, işte ulaştığımızı sandığımız seviyenin kadüklüğünü aynalatan, onayan bir vesikanın gerçekliğindendir. gerçek kılınmasındandır, böyledir? kolaya kaçan seslendirmelerin icazet alınıp da dile düşürülmüş, bahsi açılmış konuların çalakalem tıpkı bir bilmece gibi sunumlandırılmasıyla beraber oluşan sözümona özgür düşünce ortamının gerçekliği sorgulanasıdır. elma ile armutun toplandığı, sap ile samanın karıştırıldığı, yaşın yanına illa kurunun da ateşe verildiği bir cenahta önyargıların, önceden biçimlendirilmiş tahlillerin hepsi bir hepsi aynı kapıya çıkan veciz v demeçlerin paralelinde, gözetiminde oluşturulan böylesi bir tahakküm perdesi v perdelemesi sorunun aslen ne olduğundan bir haber kalınmasının ehvenliğinden bahsedilebilmesini mümkün kılar.

hiçbirimiz için böylesine kolayca kurtuluş, bana dokunmuyor nasıl olsa vurgusu bunca tahrifata uğramışken halen ona v türevlerine itimat edilmesi tavsiye olunurken, ehven olanın nasıl şerden tanımlanmış olduğu anlamlandırılabilecektir. hakkın tekil bir doğrunun çevresinde verilmiş basit tavizlerle, asgarinin tesisiyle, ucundan kıyısından lütfedip bir gece ansızın izinin silinerek, yok ederek, tanımını değiştirerek oluşturulamayacağı belliyken, halen bu çıkarsayıştan hareket eden muktedirlik makamının olsa olsa yepyeni pusular, tuzaklar bina ettiğini dile getirmek sanırız bu noktada komik bir evham olmayacaktır. durmaksızın süregiden bu çark, devinim nam öğütücü, sindirici sistemin yaptığı hepimize reva gördüğü budur. sıra birimizden bir diğerine geldiğinde yalnız koymak, tecrit etmek, mahpus etmek propaganda ile oluşturulan yapıya yem etmek olduğu yinelenesidir. aynalanan, günceye dahil edilen sabah köründe girip de akşama ancak çıkabildiğimiz tezgahlarımızdan, işimizden gücümüzden sonrasına kalan bir kaç saatlik dinlenme arasında, bu subliminal mesajın dikte edildiği bir denekliğin, pek çok farklı tasvirine maruz bıraktırılmak yarını mümkün mertebe az düşünüp, bildiklerimizi de unutmamızı salık veren o kurgunun, neticesi vehamet v fecaat olan sonuçlarına katlanmaktır seslendirilen alttan alttan duyumsatılan.

kuyruklu yalanlar ile tıka basa doldurulan, donatıla donatıla iddianame diye feriştah şaşırtan, dökümanların yazılageldiği, suç mesnetinin, kapsamının hemen her türlü sesleniş, eylem hatta gündelik rutinin getirdiklerinden bile yola çıkılarak oluşturulduğu, önce insanım vurgusunun önce şusun, busun, önce mesleğim vurgusunun hayır önce şunun maşası, sonra bunun piyonusun sıralamalarının atfedilip tutana tutmayana yakıştırıldığı, yaftalandığı sunu, reva görülenler silsilesinin başat elemanlarından birisidir. tiyatroya döndürülen, açmazlarla, muğlaklıklarla tecrit edilen bir ülkenin düşünselliğidir oysa, o veyahutta demeden evvel hangi koşutların, engellemelerin yıllar yılıdır sakız bellenip cak cak çiğnenen birlik v beraberlik düzenimizi kimse bozamayacak imi v çıkarsamasının iltihap kapmış ondan bundan nem kapıp alarm zillerinin uluorta, yalan yanlış çalınabilmesinin vesikasıdır karşılaştığımız. insanları kırdırıp, ayrıştırıp, kutuplaştırıp, her durumda masadan onlar kalktı yoksa bizler çok anlayışlı insanlarız vurgusunun nasıl da kadük kalıp, boşa çıktığı hatırlatılasıdır. kafalarına su, biber gazı veya cop değil bildiğiniz bombaların düşürüldüğü, hemen her gün asıl soruyu sorumlular kim, düğmenin ardındaki karar mercii kim bahsinin, kaçakçılar, yardakçılar, teröristler, silah kaçakçıları vd. gibi açıklamalarla üzerinin örtüldüğü, soruşturmanın gizlilik perdelemesiyle izole edildiği, roboski katliamı bir diğer gayya kuyusudur. vicdan sınavıdır.

muktedir başımının dışındakiler için atlanmaması gerekli, karşılaşılması zaruri bir deneyimin ta kendisidir. cevapları sonuna kadar aranası… o kestirilip atılan, kumun altına gömülen kafaların bir yandan da sağ kalanlara kalabilenlere reva görüp de söyleyebildikleri tehditlerdir bir gece ansızın yineleyebiliriz. mesnetsizliğin arş-ı alaya ulaşması o raddeye varabilmesi bile enikonu        düşündürücüyken hala gıybete tutunmak, hala hiçbir şeyin asla v kata değiştirilmezliğine olan biat canın bir aralık gecesi yitirilmesi, kıyılmasının sürekliliğini de göstermektedir. sirayet eden, algıdaki körlük ne de olsa kürt olarak işe geldi mi kabullenilip, işe gelmedi mi yok sayılanların cenahından değil midir öyleyse bildiğimizi ikrar etmekten başka bir şansımız da yoktur şıkkı bu başa getirilmiş olan pusuları, puslu ortamı daha net bir biçimde çözümleyebilmeyi sağlayacak, gün yüzüne kavuşturacaktır. görünen vakıaların, üstlerinin örtülebilmesindeki tezcanlılık, hakir görmekteki mübalağasız koşar adımlık, tersi söylemlere v ne oluyoruz bakışımına, savunuşuna karşı oluşturulan, anında oluşturulan aşılmaz duvarlar ile hakim söylemin alternatiflere karşı olan mesafesini kayıtsız kalışını okuyabilmek söz konusudur. bu alanda tek başımıza, dımdızlak ortalıklarda mağduriyetlerin tanımını layığıyla irdelemeye onlara dair ufak da olsa tespitler gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

hataların kişilerden başlayıp kurumlar düzeyinde devam ettirildiği, kademe kademe basamak basamak, yükseltildiği bu cenahta her günümüze ayrı yanıyoruz. toplu konutların yapım sürecindeki sorumsuzluklardan, idris naim şahinbeylerin incileriyle donattıkları seslenişlerine, akademide halk dostu polis yetiştirmek konusunda!!! yükümlü bir profesör doktorun akla ziyan sözlerinden, bu betikteki yalın, görmek isteyip ulaşmaya çabaladıkları ülke profilinin ne kadar kısıtlı olduğunun yinelenmesine, zaruri olanların gereksiz beylik laflarla deport edilip hep topun taca çıkartılmasına, sıradanlaştırıldığından dem vurduğumuz ırkçılığın olağan hallerinden bir başka vesikasını oluşturan rakel dink için manşetini yalın v tastamam ayrıştırıcı bir dille kurabilen hedef insanlık medyasına, doğru bildiğini kendisine saklamak bir yana “kalk borusu” yapmaya çabalanan, hatalarla tutarsızlıklarla yaftalardan bahisleri gözler önüne seren ahmet şık gibi gazetecilere, gazetenin, gazeteciliğin aslen ne olduğunu ispat edenlere layık görülenlere, bütünlüklü bir araya getirdiğimizde manası bol bir resmi aynalamaya çalışıyoruz. tanımsız, bilinmeyen bir dil diye başlanıp seslenişe, her ne hikmetse o bilinmezden gelen vechelerin, sözcüklerin oluşturduğu dinlemelerin, tele kulakların iddianame delilleri haline dönüştürülmesindeki garabetliğe dikkat çekmek istiyoruz.

dilinden, giyiminden, kuşamından, günün hitabetinden suyundan selinden nem kapıp sistemin tüm alarmlarını devreye sokup ötekileştirici 2012 deneyinin ne seviyelere taşındığını yinelemek istiyoruz. suç istinadı belirlenmeksizin, dokuz aylık bir sürecin insan ömründen çalınabilmesinin, oluşan yeter artık seslenişinin, aysbergin sadece görünen kısmından bir kaç kişiyi sınırlı bir özgürlüğe ulaştırabilmesinin v dahası enikonu trajik tiyatronun devam ettirilmesindeki direncin o davaya böyle, bu davaya şöyle bir adalet tecellisi, katil olana, eli kanlıya özgürlük kapısı, sözü dolambaçsız sorun kelimesine getirebilen, meramını çözüm adına oluşturan korku, sinizm, dört duvara mahpusluk siyasetinin, ediminin sürekli kılınması mesnetsizlik nam saptayışlarımızı doğrulatacaktır. vahim olan kör kör parmağım gözüne bir dilin, hareketlenmenin, ayrıştırma v daha fazlasının hemen hiç vakit kaybetmeksizin kendini gösterebilmek için yeni bir kılıf, yeni bir görünüme büründürülebilmesidir, böyledir. bu kadar yalın v nettir. 2012 ülke gündeminin tortusunda dünün de, yarınların da hangi daraltılmış bakışımlarla, hangi münasebetsiz algılar v düzeneklerle şekillendirildiğini anlamlandırabilecektir. yol bizi bir yerlere taşırken, yol bizi bir yar’ın kenarına taşırken, yol bizi bir kaç çakıl taşının çoktan fay kırığında hareketlendiği o kör alana ulaştırırken insanlığımızın bekaası adına düşünmek, ortak tahayyül v çıkarsamalar için yola koyulmak ne ara söz konusu olacaktır….    

>>>>>Bildirgeç
Türkiye’nin Doğusu, Batısı – Merve EROL – Bir+Bir

Üst üste gelen şok haberlerle, dayatmalarla, sıcak havalarla bunalan Türkiye, kitle gösterilerine de şahit oluyor. Stadyumlara taşınan AKP il kongreleri için televizyon haber kanalları kameralar yığarken, günler öncesinden belli olan BDP Diyarbakır mitinginde yaşananlar ikinci, üçüncü sırada zoraki ve tabii çarpıtmalı  olarak gösteriliyor. On yıldır düzenlenen One Love festivali üzerindeki baskılar da hak ettiği medya ilgisini görmüş değil. Türkiye, alttan alta kaynıyor…

Sezar’ın hakkı Sezar’a. Balkonda “bütün kesimlerin iktidarı” olacaklarını söylemişlerdi. Bu aralar bütün kesimlere aynı şiddet ve nefretle, aynı boyun eğdirme arzusuyla yaklaşıyorlar.

Dün Diyarbakır’da yaşananlar, uluslararası ilgiyi hak edecek boyutta bir direniş ve trajedi manzumesiydi. Roboskili gençlerin kanı henüz kurumamış, sorumlular bulunmamış, özür dilenmemiş, bir de üstüne katliamın hesabının sorulmasını isteyenler hiddetle azarlanmışken, BDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği “Özgürlük için Direniş” mitingi günler öncesinden yasaklanmıştı. Valilik, PKK’nin miting alanına toplanan Kürtlere saldıracağı gibi abes bir gerekçe uydurdu. Çevre illerden, Mardin’den, Batman’dan Diyarbakır’a giriş yolları tutuldu. Diyarbakır sokaklarına toplanan, şehrin merkezinde birikmek isteyen halkın üzerine gaz bombaları, plastik, hatta gerçek kurşunlar yağdırıldı. Kaydedilen bir görüntüde, üzeri soyularak parmaklıklara bağlanmış bir Kürt gencinin çıplak sırtına polisler coplarını indiriyordu. Kendilerini ön saflara atan BDP milletvekillerinin görüntülerine İrlanda tarihi şahit olmamıştır. Ayağına gaz bombası parçası gelen, bir başka iddiaya göre hedef gözetilerek ateş edilen Pervin Buldan, Selahattin Demirtaş, Ayla Akat Ata, Osman Baydemir, Mülkiye Birtane hastaneye kaldırıldı.Yaralıların, gözaltına alınanların tam sayısı halen netleşmedi. Polislerin Kürtlere ettiği küfürleri yazmaya kimsenin dili varmadı.

Diyarbakır’da yaşananlarla, Kürt halkının Türkiye’de Türklerle ortak yaşama iradesine ve isteğine bir darbe daha vuruldu. Bütün bunlar olurken, başta NTV olmak üzere Türkiye haber kanalları çevre belgeselleri, tatil programları göstermekle meşguldü. Olaylar, anahaber bültenlerine de hak ettiği genişlikte yansımadı. Türkiye’nin batısı, doğu illerinde yaşatılan devlet terörünün ciddiyetine vakıf olamadı.

Türkiye’nin batısı

Aynı gün İstanbul’da bir müzik festivali düzenleniyordu. On yıldır aynı alanda düzenlenen One Love, her zaman olduğu gibi, Pulp’tan Kaiser Chiefs’e, dünyanın ünlü gruplarını, müzisyenlerini davet etmiş, binlerce müzikseverin bir arada eğlenebileceği bir ortam yaratmıştı. Fakat Millî Gazete’nin girişimiyle, daha sonra Yeni Akit’in, SP ve BBP’nin katılımıyla kışkırtmalar günler öncesinden başlamıştı. Ramazan’a beş kala, Eyüp Sultan’da “bira festivali”ne izin verilmeyecekmiş! Öte yandan, Yeşilay “gençleri alkole özendiriyorlar” diyerek pası gördü.

On yıldır kullanılan Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nün Eyüp Sultan’la falan ilgisi yok (olsa ne fark eder?). Aralarında kilometreler var. Yine de baskılar sonuç verdi ve kapıların açılmasına yarım saat kala festival alanında alkollü içki satışının yasaklandığı açıklandı. Sponsor Efes Pilsen festival logosundaki adını daha önce küçültmüştü. Bu sefer, Bilgi Üniversitesi’nin yeni sahibi, Tayyip Erdoğan’ı fahrî doktorayla ödüllendiren Laureate International devreye girdi, kampüs içindeki Otto, Tamirane gibi “şık” mekânlar alkol ruhsatlarını geri çekti. Adana’da doğup büyümüş Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, ânında twitter’dan “halkımızın hassaslığına” teşekkürlerini sundu. Eyüp’ün hassas halkı o esnada festival kapısı önünde kutu kutu bira satıyordu.

Kavuncu’nun destekçileri de vardı. Mesela, ortaokul değil, lise değil, üniversite öğrencilerine akıl öğretmeye kalkan Yiğit Bulut: “İçki firması, Bilgi Üniversitesi’nde festival düzenliyor. Sponsor oluyor. Gençlere üniversitede içki alışkanlığı pompalanıyor. Buna DUR diyelim.”

“Dalgacı” Selahattin Yusuf: “Bira festivali kutsal bişey mi, niye yasaklandı ve tutuklama var mı, bilen haber alan var mı arkadaşlar, endişe içindeyim!!”

O esnada Egemen Bağış da twitter başındaydı: “İstanbul kelimesi Rumca’dan gelir ama bizce adı ayrıca Dersaadet’tir, yani ‘Mutluluk Şehri’dir. 1453′ten beri insanlığa mutluluk vermiştir. Istanbul bugün ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Avrupa için de tek çaredir. AB için mutluluk ve huzurun formülü de Istanbul’dan geçiyor.”

Stadyumların düzeni

Bütün bunlar olurken Tayyip Erdoğan da, faşist gösterilere çevrilen AKP il mitingleri için gezmekle meşguldü. Van’da, tribünler çöker korkusuyla harap olmuş bir stadın zeminine toplanan izleyicilerinin gözleri önünde, enkaz altından kurtarıldıktan sonra hayata veda eden 13 yaşındaki Yunus Geray’ın insanın içine işleyen bakışlarıyla bir portresini altın varaklı bir çerçeve içinde, gururla, muzaffer bir tebessümle alıyordu.

14 Temmuz’da ise İzmit’te toplanan kalabalığa sesleniyordu: “Türk, Kürt, Çerkes, Boşnak, Alevî, Sünnî,  Çingene, aklınıza ne geliyorsa…”

Aklımıza ne geliyorsa, hepsi barış içinde yaşayacakmış bu düzende. Hangi düzende? Üçüncü Yargı Paketi’yle serbest kalan, “Başbakan MHP’nin yapamadığını yaptı, referandumda evet diyen herkese teşekkür ederim” diyen ülkücü katil Muhsin Kehya’nın son derece mutlu olduğunu söylediği bir düzende…

Tayyip Erdoğan, sağolsun, yine İzmit’te ekliyordu: “Bütün diktatörler, ülkelerinin düşmanlarından değil, kendi halklarından çekinirler. Kendi hırsı ve ikbali için halkına silah çevirenler, bomba yağdıranlar kendi sonlarını hazırlarlar.”

14 Temmuz, Diyarbakır ve “bölge” için belki olağan, ama Türkiye için, Kürtlerin özgürlük mücadelesi tarihi için önemli bir dönemeç sayılacak bir gün oldu. Aynı gün Türkiye’nin batısında, İstanbul’da görece müreffeh gençler, yaşam alanlarının en derinine nüfuz eden, daha önce pek şahit olmadıkları, kabul edilemeyecek, sindirilemeyecek bir baskı ve tehditle karşı karşıya kaldılar.

Mesut Yılmaz “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor” derdi. Şimdi Egemen Bağış “AB’nin yolu İstanbul’dan geçer” diyor.

Halbuki, ikisi de değil. Yahut, her ikisi de. Türkiye’nin bir “mutluluk ülkesi” olabilmesinin formülü, bu iki şehrin birbirini görmesinde, tanımasında. Diyarbakır İstanbul’u zaten biliyor, tanıyor, seviyor. Şimdi One Love’da eğlenme hakkının gaspedilmesine karşı direniş yöntemleri arayan gençlerin de zulüm ve baskı altında yalnız olmadıklarını görmesi, “varolma hakkı” için meydanları dolduranlarla ortak bir mücadelenin gerekliliğine ve kaçınılmazlığına ikna olması gerekiyor.

Merve EROL

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Post-Express, Roll v Bir + Bir’in internet mecrasındaki aynalaması birdirbir.org sitesi üzerinde yayınlanmış olan “Türkiye’nin Doğusu, Batısı” başlıklı makale çözümlemeye çalıştığımız, denkleştirmek istediklerimizin paralelinde okunmasını salık vereceğimiz bir meram. Derginin, X-HA nam rumuza sahip yazarının (son güncelleme: Merve EROL) anlayışlarına binaen metni sitemize alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Türkiye’nin Doğusu, Batısı – X-HA – Birdirbir
Konuşmayalım Ülkeyi Kapatıp Gidelim! – Hakan TUNÇ – PolitikART
Kelepçe ve Güvercin: Siyasi Tarihin Kürt Hali – Sarphan UZUNOĞLU – Evrensel
Ölüme Alışan, Ölümle Savaşmaz! – Umur TALU – Habertürk
Roboskî Katliamının Sorumluları Yine Tehdit Ediyor! – Nuçe TV
Devletleşen Kontrgerilla, Kontrgerillalaşan Devlet – Ertuğrul MAVİOĞLU – Başka Haber
Auschwitz ve Diyarbakır – Engin ERKİNER – ANF
Devletin Ta Kendisi – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Katiller Dışarı, Aydınlar İçeri! – Ender İMREK – Evrensel
Faşizm Üzerine (5): Halet-i Ruhiyeden Siyasal Harekete – Foti BENLİSOY – Jiyan
Bahçelievler Katliamı Mahkumlarının Serbest Bırakılması – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Bu Ülke Sizi 34 Yıldır Öldürüyor, Hatıranız Önünde Utanarak Eğiliyoruz! – Doğan AKIN – T24
“Ben Affetmiyorum” – Emre BAYLAN – Emek Dünyası
“Evlatlarımızı Kaybeden Zihniyet, Katliamcıları Bıraktı” – Ece Zeren AYDINOĞLU – Bianet
‘Anti Demokratik Misyonun Çok İnce Bir İfade Edicisi’- İMC
Süryaniler Mor Gabriel Davasını AİHM’ye Götürecek – Mehmet Halis İŞ / Posta / Agos
Darıldık Ey Halkım, Unuttun Bizi! – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Diyarbakır’dan İleri Demokrasi Manzaraları – Muhalefet
Diyarbakır İkinci 28 Mart’ı Yaşıyor – ANF
İki Asker Tek Kurşun – Leyla SÖĞÜT – Diha – Özgür Gündem
Çin’in Kürt Sorunu – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Erdoğan Sıkıştıkça Üslubunu Sertleştiriyor – Emek Dünyası
PKK Ne Zaman Silah Bırakır? – İrfan AKTAN – Birdirbir
1 Gram Bile Umut Varsa Peşinden Gidiyoruz Ya Hani…Kolay İş Değildir.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Gaz+Cop+Tazyikli Su: İleri Demokrasi – Ali TOPUZ – Utay
Neden Ahmet Şık? – Gökhan TAN – Radikal 2
Meçhul Öğrenci Postası: Suçortağım Ters Lale – Azime ŞAHİN – BiaMag
Akademide Hak İhlalleri – ÜSTEL – GAMBETTI – UÇARLAR – Açık Radyo
KCK Sinek Gelir Mi? – Özgür AMED – Ajans Amed
Rapor Şüphesi – Zülfikar Ali AYDIN – Habertürk
Polis Akademisi Başkanının Kitabı Başbakana Soruldu – Evrensel
Polis Durdu Özel Güvenlik Vurdu – Gazeteport
Alevilik Bir Dindir, İbadet Yeri De Cem Evidir – Erdal YILDIRIM – Jiyan
Bin 500 Yıl Geriye Büyük Sıçrayış! – İhsan ÇARALAN – Evrensel
AKP’nin Alevîliğe Bakışı: Skandal ile Fiyasko – Abbas KARAKAYA – Express – Birdirbir
Ey Alevi, Böyle Olur Bizde İnanç Özgürlüğü Dediğin – Ali TOPUZ – Radikal
Yeni Akit Bu Sefer De Rakel Dink’i Hedef Gösteriyor – Agos
Hamza Aktan ‘Kürt Vatandaş’ı Anlattı – Mustafa KULELİ – İMC
Ev Kürtleri, Twitter Kürtleri ve KüTürkçe – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
KPSS Olayı ve Sınav Soruları – Veli BAYRAK – Jiyan
‘Birikmiş Kıdemler’ Ne Olacak? – Ali TEZEL – Habertürk
‘Sosyal Devletin Çöküş Belgesi’ – İMC
SDP: Komplolar, saldırılar, işkenceler Sökmeyecek – ETHA
Occupy And The 99% Opposition – Jeremy BRECHER – The Nation
Wes Clark And The Neocon Dream – Glenn GREENWALD – Salon
Ekonomik Kriz, Bankalar, Libor Skandalı – Ali BİLGE – Açık Radyo
Herkesin Siyasi Krizi – Soli ÖZEL – Habertürk
RedHack’e Karşı Topyekün Saldırı Dalgası – Teknolog
Taşın Sırrı – Özgür ERZİNCAN – Ajans Amed
Orta Sınıf Ahlâkına Sıkışmış Bir Dünyada ‘Özgürlük’ Arayışı – Zeynep Heyzen ATEŞ – Başka Haber
“Boşuna Değil” 3 Çocuk, 5 Çocuk… – Muhalefet
Yılanı Öldürdüler, Müdürü Kurtardılar – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Who Thinks About The Consequences Of Online Racism? – Gary YOUNGE – The Guardian
‘Helal’ Irkçılık – Yavuz ÇOBANOĞLU – Radikal 2
Misyonerlikle Yasal Sınırların Dışında Mücadele – Agos
İnternet’te İnsan Haklarının Gelişimi, Korunması ve Kullanılması/Yararlanılması – Yeni Medya
Students, Journalist Released From Prison In Wake Of Judicial Reform – Erol ÖNDEROĞLU – Nilay VARDAR – Bianet
Bsına Da ‘Milli Güvenlik’ Kilidi – ANF
Varbed Baba – Rober KOPTAŞ – Agos
Parkên Metîn Lokumcu û H.Îbrahîm Oruç Hatin Vekirin – Azadiya Welat
Düzlükler-Dağsız, Denizsiz – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Kendine Tuzak – Bülent USTA – Birgün
kırılmadan, kurumadan! – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Genel Ahlak Denilen Genel Yalan – Oya BAYDAR – T24
Kızgın Demirden Tahtta Bir İsyancı: György Dozsa – Serdar EROĞLU – PolitikART

Kane Ikin Official
Kane Ikin – Contrail EP Review via Futuresequence
Kane Ikin – Interview via Headphone Commute
Nuojuva Official Informative via Preservation
Nuojuva – Valot Kaukaa Album Review By Mark RICHARDSON via Pitchfork
Nuojuva / Olli Aarni Interview By David PERRON via Foxy Digitalis
Hilary Hahn Official
Hauschka Official 
Hilary Hahn & Hauschka-Silfra Official Informative via Deutsche Grammophon
First Listen: Hilary Hahn & Hauschka-Silfra By Tom HUIZENGA via NPR
Sylvain Chauveau Official
Sylvain Chauveau – Abstractions Informative via Flau
Sylvain Chauveau – Abstractions MCD Eleştirisi – Levent ÖZTÜRK – Müziksel Hareketler
Synthetic Epiphany Official Artist Page via Facebook
Synthetic Epiphany At Soundcloud
Synthetic Epiphany – Survive Album Review via Three State Parity Bit
Volor Flex Official Artist Page via Facebook
Volor Flex – My Story Official Download Page via Dark Clover Records
Volor Flex – My Story Informative By Danijela TODOROVIC via Pixelatique

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Promos – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Rounded Up! By Orbmiser via Flickr

Orbmiser’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Noch Ein Bisschen Licht! – Azad Ziya EREN*

1
köle
efendi ve köklerin hükümdarı engin toprak
işte böyle bilcümle senin için yenileniyorum
devrimin borçlu sırtında açan bahar soyuna

2
belâ bir çağ kargışlıyor sabahı
dört kardeş yaprağın buluştuğu tuz  yelkeni
renoir’de kadınca yalınlaşmak istiyorum kankızıl
sularına
şu tenimdeki çentikleri birer ikişer silmek

büyüsünü yitirmiş bir çocuğun ıslak kirpikleriyle
işte böyle bilcümle bunun için açıyorum göğün ağzını

3
zaman yanılsanmış bir ihtilâlin seyir defterinde
insan miğferli kadı’nın akrebinde soluyunca
çiçek şarapnel gibi açar tende
kemik hançer yarası alır
ki en ongun odur sabır denen illette

4
hünerli bir kadının
erdemli her kadının kapanarak gözlerine
kayan bir ışık yumağı gibi gideceğim elbet
viraneliğin susku’nun ve ölümün serin koynuna

yağmur dindiğinde annenin özü
renk bittiğinde babanın sözü
her ışık huzmesinde kardeşin yüzü vuracak
yalnızlığa çürüyen maveraya

orada işte ılık bir ırmak fışkıracak
rüzgâr gümbürtülü keman serinliği 

5
seçildim diyorum sivil itaatsizliğin gizli seyrine
yanılıyorsam mumyalayın içimdeki uçurumu
bariyerleyin kimseler düşmesin
metale kazınan makus talihe
unutuldum diyorum yaralı göçün yorgun dizelerinde
yanılıyorsam ilahiler okuyun
vardiyam kekeme bir acıyla tükendi
ahir azizenin dikenli gülistanlığında

6
tragedyanın çıldırtan kanlılığında
seyirci olmak da oynamak en çok susarak
yanılıyorsam çarmıha gerin
tecrit olduğum yamaçta
dilimi hissetmiyorsam
kaburgamda sıkışmış darp izleriyle
sınana sırtlana uyuşturulduğum bu yaşamakta
kanımı kurutun ruhumu bütün çocuklara bölün

ölüm ki en bilge suskunluktur dünya denen batıkta 

7
kimseye söylemeyeceğim söz veriyorum
vurulduğumu şiirden başka
içimde körüklenen bu yalım özü
sırtımdaki bastonsuz dağ kimi yurt bildi kimi kurt
bilmeyeceğim aşktan başka

8
lavanta kokulu menekşe ve uzun kollu erguvan
nerede diyeceğim yıldız kokusu ışık biraz daha ışık
detone olmuş bir ses gibi
her şeyin geçkinliğine kilitleneceğim
ekim bıkkın bir yaşamak gibi redifini arayacak
ve bütün bıçkınlığımla doğmayacağım bir daha
yirmi yedinci vuruşunda hasat zamanının

9
küçülen kast engin aşk
dilde biriken kutsî maharet: yanılsama
tek doğurgan anı
sol göğsünde gecenin ödünsüzce saklananı

hünerli bir kadının
erdemli her kadının kapanarak gözlerine
kayan bir ışık yumağı gibi gideceğim elbet
viraneliğin susku’nun ve ölümün serin koynuna

10
uykulu gözlerle gelip posta arabası
binlerce dost kızılderili çıkıp kankızıl sular
sanrısından
falçata gibi sıyırarak kabuğunu toprağın tırnaklarıyla
doğumun yeni sancısını avuçlayacak
ve merhaba çocuk diyecek

diri ses uzunca beklenen ari nefes merhaba..!

*Goethe: Biraz daha ışık!

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 384 – the ballad of indecision

2 Comments

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_384_–_the ballad of indecision

16 Ocak 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Yusuke Tsutsumi-I've Killed My Baby Boy Today (Dimeoutworks)
>2<-Yusuke Tsutsumi-Golden Skyline (Dimeoutworks)
>3<-Jürgen Müller-Sea Bed Meditation (Digitalis Recordings)
>4<-Jürgen Müller-Sea Green (Digitalis Recordings)
>5<-Eraldo Bernocchi, Harold Budd, Robin Guthrie-Harmony And The Play Of Light (RareNoise Records)
>6<-Eraldo Bernocchi, Harold Budd, Robin Guthrie-Losing My Breath (RareNoise Records)
>7<-Max Richter-Luminous (Metropolis Movie Music Ltd.)
>8<-Max Richter-Sorrow Atoms (Metropolis Movie Music Ltd.)
>9<-Hidekazu Wakabayashi-Olivia (Twisted Tree Line)
>10<-Hidekazu Wakabayashi-Hello Mommy (Twisted Tree Line)
>11<-sonic.art Saxophon Quartett-String Quartet No.3 (Mishima) (Genuin)
>12<-sonic.art Saxophon Quartett-Saxophone Quartet – Movement IV (Genuin)
>13<-So Percussion & Steve Reich-Mallet Quartet III. Fast (Nonesuch)
>14<-So Percussion & Steve Reich-Mallet Quartet I. Fast (Nonesuch)

                                     the ballad of indecision
                                                (384)
Ortaya çıkan sessizlik kimi zaman dünyanın çabasıyla oluşturulan engin kakafoninin, heybeti arttırılsın diye dokuz taklalar atılarak dönüştürülmeye gayretkeş olunan dile pelesenk, zihni heder ettirici çağrıların her dönemecinde dökümlenmeye çabalanılanın ne olduğunu manidar bir biçimde çözümlendiren, çözümleyebilmek için insana bir şans daha tanıyan bir olgudur. Fecaatin yükü azmış gibi daha istekli, daha fevaranla çepeçevreli olanının tahsisinin yollarının arşınlatılmasından gürültüsü, patırtısı en çok çıkanın sözünün dinlendiği yanılsamasında sessizliktir bazen tek sığınağınız. Sessizleştikçe, üzerinize çullanarak en kötüsünü, en beterini tahayyül etmeden, hizaya sokmadan ömrü hayatımızı geçirip gittiğimizi ilana hazır ve nazır olanların zihinlerinde dönüp dolaşan kırk tilkinin, kırk ayrı hinliğin hikayesini okuyabilmek olanaklıdır. Olasılıklar arasındadır. Sessizleştikçe, biat ettiğimiz kurallarına sadakatimizin ölçülüp biçildiği, dengesi daima şaşkın bir adalet kantarında bir o yana bir bu yana savrulup, savuşturulup durulan, ağırlık çekmektense hafiflikle yok sayılmak arasında dolaştırılıp durulan vicdan betimleyişinin birbirini bulduğu bir sahanlık kalır bize, hepimize. Kantarda görünmeyenin malum hakkının da sözkonusu bile edilemeyeceği manşet manşet orada burada demeçlenip durulurken bir hakikatin peşinden koşabilmek giderek daha çetrefilli hale dönüştürülür. Çetrefillilik hali anlamlandırılmayıp, uzatıldıkça bu ahvalin sınırlarında behemehal doğrunun gün yüzünü kapsaması mümkün olmayacaktır. Mümkünatlar dahilinde olmayacaktır.

Kulpundan tutulup çekiştirilen insanlık hallerinin en tereddütsüz yankılamalarının, en cahıraş betimlemelerinin nasıl da kanırtıldığını hemen her an görmek zorunda olanların bildiği şekliyle günce devinip, zaman aşınıp dururken bir arpa boyu yol alamayacağımız, aldırılmayacağımız ortadadır. Her durumda her şey ortadayken hala inatla kafasını kuma gömme konusunda yeterliliklerini sergilemeye devam ede duran erkin-muktedirin olurlarının neler olduğunun, kimleri veyahutta hangi insaniyet kıvamlarını yanında tutturduğu aşikardır. Açılmış yaraların üzerinde, denenmemişliği deneyimlemek adına gerçekleştirilen teşebbüslerin bütünlüklü bir biçimde incelendiğinde nasıl da sorunun varlığını kutsadığını, kutsiyet atfettiğini görebilmek bir kere daha mümkündür. Mümkünü olmayana bile olur kabilinden bir yol ve zemin sağlanabilmesinin yegane şansı işte o kısımda cereyan edenlerdir. Algı daraltıldıkça, düşünme başka zamanlara terk edildikçe, bugünün işi hep yarına konulmasında da bir sakınca görülmeyince ortalıkta ne sorun kalır, ne örgüt ne de beynelminel başka bir düğüm. Herşey alelade olağanlığında, herşey güllük gülistanlık, yerseniz!. İçeriğe dahil ettirilenler teferruat olanların her davasında, her sorununda kendisini bir kere daha gösteren bir yapıyı tanımlandırır. Donatıldıkça bu sahanlık bu kadar kıt kanaatle, birbirinden benzeş söylemlerle başka şeyler söylemek, başka şeylere öykünüp bir şeyleri daha çözümleyebilmek afaki bir çabalanımın, handiyse 5’de 3’ünün bir örgüt üyeliği potansiyeli ihtiva ettiği yurttaşlarının masumiyet karinelerinin çırpınarak nihayete ermesine aracılık eylenir.Has hakiki adalet tecellisi budur.

Kendisine benzemeyeni ötekileştirmenin sacayaklarından sayılabilecek, en kolay kullanıma açılabilecek gediklerinden has ayrımcılığın temellendiricilerinden birisi de bu çığlık çığlığa vavelya ile şekillendirilen kumpaslar pardon komple teorileriyle bezenmiş içimizdeki vatan hainlerini ayıklama gerekliliğinin bir türlü nihayete erdirilmemesidir. Hepimiz hainiz, hepimiz bir ideolojik çıkarım için bu anlamsız girdabın içerisinden nemalanmaya gayret ediyoruz. Böyle bir çıkarsamanın gerçekliğinin tahliline girişmek bile “zul olması” gerekirken, hala bu müdanasız şartlanmışlığın bir sonu gelebilecek midir? Getirilebilecek midir? Ayrışımların, daha ikinci cümlede hakaretamiz bir küfürbazlıkla donatıldığı, destek bulduğu bu eşikte hala yabancı mıyız, hala öteki? Her birimiz her bir bireyimiz için aynı tornadan çıkan basmakalıp şeyin vurgulamalarla süslenerek püslenerek sunulduğu cümlelerin kar etmediğini bir şeylere merhem olmadığı ortadayken üstelik, daha nice can yakma teşebbüsünün ardından hep aynı kumpas tiyatrosunu seyretmeye devam ettirileceğiz? Sorgumuz, yazgımız olarak belletilmişliğin kazayla ya da şans eseri ulaştığımız ötekisi olmanın bir dezavantaj hali oluşturmasından artık bıkkınlıktır. Gelmiş olan gınadır. Gözyaşlarının rengini, cinsini, cibiliyetini sorgulamak gerekliliğinin ne kadar önemli olabileceğine bir türlü muktedir-erkçe karar verilememesine duyulan öfkedir. Öfkeli olma halidir.

Yıllar yılları kovalarken birbiri peşisıra düğümlenmiş olanın geçmişimizin yüzleşmek için sırasını bekleyenlerine bile artık vakit kalmadığının, bir an evvel ileriye gitmemiz gerektiğini muştulayanlara karşı nereye gidiyoruz sorusunu bir kere daha yineleyebilmektir hala bütün bu keşmekeşliğin ortasında. Umudumuzu kırdılar, geleceğimizi günümüzü mahvederek elimizden aldılar, gitmemizi engelleyen yegane şey olan işte bu toprakların en dibine girebilmek için didişmemizi, aynı toprağın suyundan herkes gibi faydalanmamızı bile bir şekilde haksız bir kazanım olarak belletmeye devam ettiler. Sessizleştikçe, sessizliğimizin içerisindeyken, yaslarımızı tutmaya devam ettiğimiz müddetçe yok o bile öyle olmaz, asıl böyle olmalıdır diye ‘buyurganlık’ sergisine, sistematik dayatımına devam ettiler. Şekil şemal dün neyse bugün de odur. Çiçek gibi bakanlarımızın açıklamalarında el altında tuttukları fünyeli, parça tesirli bir ülkenin imajına zarar getirebilecek, cumbabanın vecziyle içimizdeki yabancılara bile adalet hakkının tesis edilmesi gerekliliği gibi pırıl pırıl dimağların, hepimiz ermeniyiz vurgusunun aslında ne olup ne olmadığının binbirinci baskısını yine anlatmak mecburiyetinin bir kere daha kendisini gösterir kıldığı bir kakafoni önümüzü, arkamızı, sağımızı ve solumuzu kapsamakta. Geçmişin edimleri, hezeyanları canhıraş bir biçimde sıraya koydukları, hak tanımazlığı, kimlik bilmezliği, adaleti kaf dağının ardına saklama gayretleri, yasaların değil kanaatlerin geçerliliğini koruduğunu, adamına göre muamelenin veyahutta; biçimler ve zamana göre bir adalet tecellisi için çabalanımın sözkonusu edilebilirliği düşündürücü değilse şimdilerde ne düşündürücüdür.

Bir kere daha yüksek sessizliğimiz içerisinde sorma gereği duyumsuyoruz. Her durum ve fiiliyatı buraların toplumsal birlikteliğine ekilen birer nifak tohumu olarak değerlendirme işgüzarlığının aslında ne kadar kısıtlanmış, dar bir bakışım olduğu ortaya hala mı çıkmamıştır. Sobelenecek kalmış mıdır, sobe edilecek bir aktör veya. Muktedir-erk biçimlendirmeleriyle, yancısıyla, yandaşıyla günü kapkara kapsayanın aslında ne olduğunu imdi çok iyi bilse de zerre miskal bir çabalanım içerisine girişmemiş olması, yargının işine karışılmaz diye buyurulması daha önceden bilinmedik şeyler midir? Bilinmez şeyler miydi? Her kırılma anında bir öteki yaratma sevdasının, açılan ayrılık faylarını daha derinlere taşıyabilme çabasını bir merhale daha yukarıya çekebilmenin sonucunda karşılaştıklarımız, bir köşede seyretmek mecburiyetinde olduklarımız insan olgusunun ne ara tedavülden kaldırıldığını!, başka şeylerin dolgu malzemesi olarak bu ülkenin harcına eklemlendiğini irdeleyebilmek mümkünatlar dahilindedir. Yalnızlaştırılan muhalifliğin, sesi kısılan muhalifliğin, canı alınan muhalifliğin, sokağa çıkıp ses vermeye teşne olduğunda terörist bellenen muhalifliğin, emeğine sahip çıktığında mimlenen muhalifliğin, eğitim hakkını istediğinde yemediği cop, teneffüs etmediği gazın kalmadığı muhalifliğin, her bir yankısında yalnızlaştırıldıkça kaybedişlerine üzüntüsünün bile belirli bir tondan olması gerektiği dikte ettirilen muhalifliğin, bendine sığmamasına karşın dün ona bugün buna yarın olanın gün gelip kendi kapısının çaldığında beğenmediği muhalifin yanında olacağını bilerek, veyahut bildiğini esirgeyerek tahakkümlerine durmak yok devam diyebilen erkin bakışımını netleştirmektedir.

İlla ve billa ki bir şeylerin doğru gitmediğini anlamlandırabilmek için başa gelmesindense öncesinde önlemin tam ve zamanında alındığı, adaletin herkese eşit ve zamanında sunumlandırıldığı, yalandan, şakacıktan bir demokrasinin değil içi dolu dolu bir demokrasinin işlevsellik kazandırıldığı bir ülkenin ütopya olma hallerindenn! kurtulabilmek belki görebilmekle alakalıdır! Yeterince saf bir biçimde görebilmek olgusuyla ilintilidir. Devlete zeval gelmesin derken vatandaşına etmediğini koymayanların bu kadar açık ve net bir çıkarsamanın altında da umarız bir bit yeniği arama çabaları kısa kesilir umarız! Sessizliğin kapsamı ve kapsadıklarının nüfusu günden güne artarken bir dönüşüm için gayretkeşliğin ivedilikliği ortadayken üstelik. Bu kadar net. Muktedir-erk-iktidarın söylemlerinin bir fiil tamamayıcısı, kullanılagelen, yapılıp edilen her olgu, türetiş, hamle vs. karşısında oluşan itirazları daha en başından bertaraf edebilmek, boşa çıkartmak adına sığındığı bir vurgu haline dönüştürülen milletin tahayyülü, beklentisi ve kapsayışının anlamlandırılmasının esasen ne kadar da üstünkörü bir savlayış, savunuş biçimi olduğunun da ayniyla vaki, ayan beyan günyüzüne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Gündelikliğin önceliklerinin nasıl parçalarına ayrıştırılarak, yersiz, gereksiz ve önemsiz adledildiğini, böylesi bir çabalanım bütününde esasın esamesinin bir türlü okunmadığına şahitlik ettiğimiz günlerin içinden geçiyoruz. Boşa konuşarak harcanan sürelerin, boşa heder ettirilmesi için istiflenmiş vakitlerin, eylemlerin, tepkimelerin istiflendiği; hayırlısından çok şerrinin gündemi donattığı bu ülkede sokağın sesinin muktedir cenahında nasıl yankısını bir türlü bulmadığı yansımaktadır.

Altı kalın kalın çizilen demeçlerin, söylemlerin yapısaldan, tadilden çok yıkımı, sessizliği ve tektipleştirmeyi müdanasız tekrar ettiği aşikardır. Bir görüngünün diğerini tamamladığı, karanlık halinin, kasvet toplamının azalmadığı aksine demirbaş kabilinden nüfuz ettirildiği, çoğaltıldığı bu güzergah dahilinde yaygınlaştırılmaya çalışıldıkça çok daha manidar biçimde ket vurulup engellenmeye çalışılan sokağın sesidir. Meramımız boyunca denkleştirmeye çalıştığımız. Meram sahasının ötesi boyunca imgelemeye anlamlandırılmayana dair kelam eklemeye gayret ettiğimiz. Kulak vermedikçe, görmeye özen göstermedikçe, bilmeye her daim kalındığı müddetçe daha uzunca bir süre duyumsanmayacak olan sokağın sesi. Değer yargılarından başlayarak bina edilenin, popülerlikle harman edilmiş prototip dışında kalan herkes için geçerliliğini koruyan, feryat figanın köşeye kıstırılıp hesap sorulacak, sorulması elzem bir merhaleye indirgendiği, böylesi bir kapsayışla alt edilmeye gayret edildiği günümüzde sokağın sesi aykırı, mızıkçı, inadım inat bir vurgu değil anlamlandırlabilirliğinin, kapsamı altında sumunlandırılanların herkes için farklı farklı dersler barındırdığı bir ‘bileşenler toplamı’dır. Mutlak ve bir şekilde muğlaklıktan kaçamayan muktedir dilinin altında saklanan baklaları irdeleyebilmeye imkan sağlayandır. Fermanın ellerinde bir boyunduruk haline dönüştüğü, özgürlükten uzak bir kısıtlayışı muştuladığı, zamanın gerçekleri sözkonusu olduğunda sokakların kime ait olduğunu klişe haline teslim olmadan tepkimeyi mümkün kılan bi’evreye taşımayı hala mümkünatlar dahiline eklemleyen bir aynalamadır.

Defaatle karşı karşıya kalınan ezaları, açmazları, adaletsizlikleri, eşitsizliği, vurdumduymazlığı en mühimi insanlığı bir kenara terk edebilme teşebbüsündeki ilerleyişi manidar bir biçimde ilave hiçbir vurguya gerek olmaksızın zihne belletendir. Dünü sözümona anlamlandırıp, geçmişin hatalarıyla yüzleşiyoruz bahsini açık tutarken gün içerisinde, şimdi her şeyin nasıl da altüst edildiğini naklettirendir. Muktedirin, yapabildiğinin edebildiğinin tarihi tekerrür ettirirken bildiğinden zerre şaşmayan, vesayeti eleştirirken sabitliği sağlanmış olan siyasal olanının izleri üzerinden hareket ederken bile sunageldiğinin faşizmin dikalası olduğunu eksik, gedik olmaksızın belirginleştirendir. Görünen köy kılavuz istemez. Bu veczin dibinden anlamlandırılabilecek şeylerin olağanlaştırıldığı bir diyar burası. Kelamı yarıda kesip attıran, müdahil olunan konuların, sorun ve soruların üzerine ölü toprağı serpiştirilmesi gayretkeşliğinin, müdanasız yaftalama, biçimlendirme anlamını deforme etme teşebbüslerinin, nefretin değirmenine su taşınması heveskarlığının ve ötesinin işin kısaca özü olarak kırmızı çizgilerle belirlenmiş olan sahanın sahiplendiklerine karşı oluşabilecek her türlü eleştirelliği daha en başından devre dışı bırakabilmeyi amaç edinen bir tasvirler yığıntısıdır. Tasvirlerin geniş açıda boylu boyunca gündelikliği donatması karşısında algının köreltilmesi, vicdanın taşlaşması, ne sorunu yok sorun morun, ne katliamı devlet hiç öyle şeyler yapar mı uyarısının, adalet mi daha ne bekliyorsunuz idam mı edelim yani bakışımının, açılım mı buyrun daha fazla mahpusluk trajedisinin layığımız olduğunun, bu ileri demokrasi güncesi içerisindeki olumsuzlukların bir sağlamasıdır.

Sokağın sesindeki muhalif damar daim bir biçimde tıkandıkça muktedirin çabalarıyla, manipüle edildikçe, sorunların varlığı istikrarlı bir biçimde korunaklılığını devam ettirecektir. Görmekten imtina edenlerin, üzeri örtülsün diye aportta bekleşip duran kitlenin, tozlu sayfaların hükümranlığında bazı şeyleri tarihçilere bırakalım buyuranların galiba en kısım olan vicdanı nadasa basabayağı nadasa terk edenlerin, edebilenlerin aynı benzeşsiz sorularını yinelemekten, kaçınmayacakları bir güncellik sözkonusu olacaktır, oldurulacaktır. Geçmişte bugünü görebilmek bir yetenek sınavı ile tahsis edilmiş bunun sonucunda da takdim edilmiş bir kazanım ve düşünme biçemi değildir. Velev ki böyle olsun, gün dahilinde unutturulmaya, bir şekilde gümbürtüye getirilmeye gayretkeş olunan sorunlarımızın temellerinin nerelerde atıldığını anlamlandırmak için sadece dönüp bakmak kafidir. Sadece vicdanı karartmadan, amasız ve fakatsız, şartsız dönüp bakmak, farkına varabilmenin en önemli anahtarıdır. Bilmenin anahtarıdır. Bilmek sorumluluğu beraberinde getirip, sorgulama sürecinin başlangıcını ve bu kadar kısıtlı bir saha içerisinde, zaman dahilinde nasıl nasıl büyük acılardan geçildiğini ikrar ettirir, duyumsatır, hatırlatır. Korkuları çepeçevrelediği bir devlet algısı, dokunursan yanarsın bahsinin ne kadar iktidar elinde gerçek kılındığını pekiştirir. Kelimeleri kifayetsiz kıldıran, bir döne dolaptaymışız gibi sürekli aynı seslenişleri biteviye işittirir kıldıran dejavuların da müsebbibi haline dönüştürülen işte bu algının toplamıdır.

Tahayyül, beklentiler bambaşka şeyleri hafzalaya taşısa da hala benzersiz bir tonlamadan erki koruyup kollayan, yıllardır yapılıp edilen katliamları önemsizlik merhalesine indirgeyen çablanımlar “sokağın sesleri” içerisinde elbette tepkimesini bulacaktır. 1914-15 dönemi içerisinde anadolu toprağının dört bucağında yapılıp edilenler, 1938’de dersim’de eylenenler, 1978 maraş, 1980 çorum’unda ortalığı karanlıklarla zapt eyleyenler, 1993’de sivas, 2011’de roboski’yi bu istikamete eklemleyenler, kıyamın tehcirin olmamışlığına dair binlerce tezat cümle kurmaktayken, kırımı insana reva görenler, böylesi bir sindirme seçeneğini bile isteye hatırlarından çıkartmayanlar, gerektiğinde uygulamaya hazır ve nazır olanlar buraları karanlığın eline teslim ettiler. Etmeyi uygun gördükleri yerde yineleyebilmek hakkını da “muhafaza” ederek, diri tutarak. Ayak bastığımız yeri vatan kılan istisnasız herkesin söz hakkı, yaşam hakkı, adalet hakkının eşit kılındığı, kimilerimizin yıllar sonra bile bir yabancı olarak bellenmediği bir toplamdır. Böyledir…   

>>>>>Bildirgeç
Dink Davası: Çok Bilinenli Bir Cinayet! – Sarphan UZUNOĞLU*

Her ne kadar “Hrant Dink bir dosya değildir, kapatılamaz,” dense de Dink cinayeti referandumla ‘dönüştürülmüş’ yargının eşsiz marifetleriyle temyiz sürecine kadar geldi. Mahkemenin verdiği kararla 24 ocaktaki vahim tahliye hâli engellenmiş olsa da, daha büyük bir vehametle, olayın öncesi ve sonrasındaki ihmal süreçlerinin tüm aktörleri ceza almaksızın yırtmış sayılırlar. Bugün yürüyen tartışmalardaki “Ergenekon mu yaptı yoksa cemaat mi yaptı?” sorusuna yönelik tüm cevaplar da bu iki seçenekten ‘biri’ne yoğunlaşanlar için fazlasıyla aldatıcıdır. Dink cinayeti ‘anlık bir olay’ değil, bir devlet operasyonudur. Kafes’i ve Balyoz’u yaratan devletten, Cemil Çiçek’i el üstünde tutan AKP’ye, oradan Muammer Güler’e, suç şebekesi Fethullah Gülen ‘şebekesi’ ya da Ergenekon ‘şebekesi’ ile sınırlanamayacak kadar büyüktür.

Her şeyden önce, “Hrant Dink bir dosya değildir, bir yaradır,” cümlesinin arkasına bir mantık oturtulmadığı sürece anlamsız olacağını söyleyerek başlamalıyız. Dink cinayeti, öyle ya da böyle, Türkiye tarihinin 21. yüzyılda tanık olmakta olduğu ‘politik’ yargılamalardan birine eser oluyor, aradaki tek fark mağdurun bu kez şikayetçi makamında olması. Zaten mesele de burada düğümleniyor. Hem hukuken, hem olay bakımından mağduriyet söz konusu olduğunda devletin eli ayağı birbirine bağlanıyor. Suçlu ‘iyi çocuklar’ olunca, çakmaktan örgüt materyali yaratan ‘yeni’ yargı, eski yargıyı aratmayan kararlarını sürdürürken, Dink Davası’nda kemalist ve neocon yargıların karşılıklı olarak aynı basiretsizlikle sonuç vereceği ortada.

Olayın öncesi

Hrant Dink cinayetinin ‘tetikleyici’ unsurlarına gelelim:

– Kemal Kerinçsiz ve İşçi Partisi’nden arkadaşları (ideolojik uyuşmanın yarattığı sonsuz konsensus) zaten konferanslardan, bildirilerden ve her cümlelerinden belli olduğu üzere ‘soykırım’ konusunda Hrant Dink, Baskın Oran, Perihan Mağden gibi isimleri ‘zararlı özne’ olarak tanıtan ekiptenler. Suça teşvikteki ‘bağları’ ortada; dahası üşüyen adam Muhsin Yazıcıoğlu da (katillerle fotoğrafları boy boydu) bu ekibin sadık bir dostu. Temel anlamda dava arkadaşı bile sayılırlar.

– Genelkurmay Başkanlığı Sabiha Gökçen’in Ermeni olmasına dair haberi eleştiren sert bir bildiri yayınlıyor. (İlgili zaman diliminde orduya duyulan güven oranı gözden kaçmasın.) Üstelik açıklama metninde aynen şu ifadeler yer alıyor:

Yüce Atatürk, Türk Milletini “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir” şeklinde tanımlamıştır.Atatürk Milliyetçiliği görüldüğü gibi etnik ve dini temellere dayanmamaktadır. Anayasamızın 66 ncı maddesinde de Türk vatandaşlığı “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” şeklinde ifade edilmektedir.

Dönemin Genelkurmay Başkanı, suça teşvik yahut herhangi bir meseleden ötürü sorgulanmıyor. Bildirinin altında kimin imzası olduğuna dikkat edilmiyor.

– Ertuğrul Özkök ise TSK-Daily-News’den (Hürriyet) meseleye müdahil olurken, sakallarında faşizm rüzgarını dindiren Emin Çölaşan da dalgaya el veriyor.

– Muammer Güler makamdan gazetecileri ‘uyarma’, Celalettin Cerrah olaylara göz yumma gibi suçlarla Dink cinayetine dahil olan diğer isimler. Her iki ismin de AKP tarafından sonrasında ‘ödüllendirildikleri’ (vekillik vs.) -Cerrah’a biraz ceza da var- göz önüne alındığında,  AKP bu ikilinin sırt okşayıcısı olarak sürece burada dâhil oluyor. Cemil Çiçek ise zurnanın zırt dediği yer olarak cinayetin başından sonuna ‘hukuki meşruiyetini’ sağlayan devlet suratlı adam olarak zaten orada duruyor. Her ne kadar Hrant’ın bazı arkadaşları “Cemil Çiçek’e rağmen AKP iyi şeyler yapmıştır,” deseler de bu gerçek ortada.

– Suçlulardan birinin açıkça emniyetin muhbiri olduğu düşünüldüğünde, Fethullah Gülen‘in emniyet teşkilatının ve olayla ilgili bilgisine de başvurulan Jandarma‘nın da olaya dâhil olduğunu bilmeyen yok. Keza Türk Bayrağı bile, en büyük terör örgütü olarak devlet adına, Ogün Samast’ın ‘o güzel’ hatırası biçiminde beyinlerimize işlenmişti.

Cinayeti devlet üstlendi, peki ya hükümet?

Özgür Gündem gazetesi olayları sürmanşetten duyururken şu başlığı tercih etmiş: “Cinayeti devlet üstlendi.” Bu kesinlikle doğru bir bakış açısı; yalnız son yıllarda Türkiye’de liberallerce keskinleştirilen devlet hükümet demek değildir algısına hizmet edebilmesi bakımından tehlikeli.

Markar Esayan Taraf’ta yazdı. “Başbakan keşke ilk gün söz verip beklentiyi yükseltmeseydi,” demiş bulundu. Bu noktada Markar Esayan’ın haksız olduğunu kim söyleyebilir? Evet; başbakan ‘liberallerin’ hâlâ medet umduğu biri olarak söyledikleri çok önemli; ancak döneminde siyasi cinayet işlenmiş ve üst düzey bir yöneticisi (Cemil Çiçek) cinayetin azmettiricisi olarak yargılanabilecek (burjuva hukukuna göre abartı olabilir, bizim adaletimizde değil) kadar olayı meşrulaştırmış bir partiye güvenmek tam da bizim liberallerimize yakışırdı.

Vardığımız nokta şu:

AKP’nin yeni hukuku, liberallere umdukları yahut vaat edilen sonucu vermedi. Beklenen sonuç gelmeyince de taraflar enseleri karartarak evlerine döndüler. Dün o kalabalıkta yürürken TKP de dahil birçok siyasal aktörün orada olduğunu fark ettim. Herkes cinayetle ilgili farklı şeyler düşünüyordu; ama en taze siyasi cinayetlerimizden biri için oradaydık.

Bir rahibin ölümü ya da Zirve kitabevinin baskını karşısında gösteremediğimiz ‘birliği’ Hrant Dink konusunda göstermemizin temel sebebi bu davanın devletçe de ‘siyasi’ bir argüman üzerinden sürdürülmesi oldu. Bu bağlamda bugün karşımızda olan tabloya baktığımızda hiç de ‘olumlu’ şeyler söyleyemiyoruz.

‘Ergenekon’dan kastedilen her ne olursa olsun bunun Faşist bir yapılanma olduğu ortadadır. Ergenekon ‘kapsamında’ yahut ona ‘yancı’ olan davalarda gözaltına alınan herkes ‘zanlıdır’ dersek Nedim Şener dahi sanık konumuna düşer ki burada komedi başlar; ancak şu da kesin ki Ergenekon yahut TÜRK ulusalcılığı ve derin devlet bu cinayette tetiği çeken kliğin harekete geçme sebebini ortaya çıkaran, bu nefret ortamını gazeteleriyle yayan bir alandır.

Öte yanda duran, ihmal cephesi ise siyasi bir dava olarak Dink Cinayeti’nin sonuca ermemesi için elinden geleni yapan, Dink cinayetinin ‘yek’ siyasi dava gibi gösterilmesinde de açıkça emeği olan cemaat ve AKP’dir ki, bu iki güç yalnızca bu cinayetin işlenmesindeki ihmalleri değil, cinayet işlendikten sonraki yargı sürecindeki ihmalleri gerekçesiyle suçludur.

Bu bağlamda “Hrant Dink davası bir dosya değildir,” evet; ama devlet ve hükümet birbirine içkinleşmiş iki mekanizma olarak faşist gençlerin eliyle işlenmiş bir cinayete neden olmuş, ardından da failleri kollarıyla sarmıştır.

Türk hukuku ise ‘özel yetkili mahkemeler’in aslen ‘devletin’ mağdur rolüne yattığı davalar için kurulduğunu kanıtlamış, örgüt ve terör gibi kavramlardaki basiretsizliğini gözler önüne sermiştir.

Baskın Oran referandumdan önce Yetmez Ama Evet panelindeki video mesajında (Muammer Karaca Sahnesi’nde) şunu söylemişti: “Evet demezsek AKP bize ölüm döşeğinde su vermez.” Bugün AKP belki liberallere su vermektedir; ama o suya Hrant’ın kanı karışmıştır.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Sarphan UZUNOĞLU’nun kaleme aldığı “Dink Davası: Çok Bilinenli Bir Cinayet!” başlıklı makalesi bu meram sahanlığın devamlılığında okunması bir kazanım olan yazılardandır. Söylemler, çeşitlendirilip, anlam gerçekliğe doğru meyil ettirilebilmesi için hakikatin peşinden koşmak biz geride kalanların en büyük ödevidir. Her ne şart altında olursa olsun… İyi okumalar…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #380 (19.12.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #382 (02.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Dink Davası: Çok Bilinenli Bir Cinayet! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Hrant-SES-SİZ – Agos Youtube Kanalı
Utanıyor Muyuz? – Nabi YAĞCI – Düzce Yerel Haber – Taraf
Հրանդ Տինք – Aglea
Göçmeyen Kuşlar / Hrant’a Ağıt – Metin & Kemal KAHRAMAN… via Cahill62 – Youtube
Örgüt Üyesi – Outlaw – Güneşli Pazartesiler
Dink Davası Sonucu: En Büyük Terör Örgütü Devlettir! – Jiyan
Ümit KIVANÇ ve Rober KOPTAŞ – Söz Sende Programı – Balçiçek İLTER – Habertürk
O Gün Bugündür Devlet Aynı Devlet – Teferruatlar – Anarşist Faaliyet
Bakamazdım Gözlerine… Utandım! – Balçiçek İLTER – Habertürk
Hrant Çanakkale’de – Ragıp DURAN – Agos
Bu Dava Böyle Biterse – Orhan KEMAL CENGİZ – Radikal
“Hrant Dink, Yabancı Uyruklu, Yabancı Şirket…” – Cnn Türk
Hrant Dink Cinayeti : Gözlerimin İçine Bakın, Ne Demek İstediğimi Anlarsınız – Gün ZİLELİ – Jiyan
Hrant Davası Neden Önemli? – İhsan BAL – Habertürk
Hrant Dink’in Kardeşi: Çekip Gitmek İstiyorum – En Son Haber
Aradın Da Mı Bulamadın? – Agos
Orhan Dink’in Feryadı… – Aslı AYDINTAŞBAŞ – Milliyet
Kaldırın Artık Hrant’ı Zincirlendiği Kaldırımdan! – Enver GÜLŞEN – Blog
Acıları Birbirine Tercüme Etmeden Olmuyor! – Umur TALU – Habertürk
6-7 Eylül’den 19 Ocak’a – Osman BULUGİL – Etkin Haber Ajansı
Erdoğan’dan Dink Açıklaması – En Son Haber
Cemil Çiçek: Temyiz Süreci Bitmeden Değerlendirme Yapmam – AKP Resmi Sitesi
Ogün Samast ‘Örgüt Yok’ Denilince Yargıtay’a Başvurdu – T24
Bunlar Hrant’ın değil, AKP’nin Arkadaşları! – SoL
SDP’li Gençlerin Gözaltı Süresi Uzatıldı – Etkin Haber Ajansı
Bulunamayan Örgüt; Devlet – Akın OLGUN – Birgün
Thomas HAMMARBERG: “Gazeteciler Yazdıklarından Dolayı Cezaevinde” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Nedim Neden İçeride Erhan Neden Dışarıda? – Mehveş EVİN – Milliyet
TC’nin Genetiği Veya Vicdanı Kirlenmiş Toplum – Fikret BAŞKAYA – Sol Defter
‘Hayata Dönüş’ Davasında Neler Oluyor? – SoL
Roboski ‘Yazılı Emir’le Vuruldu – ANF
Uludere Neyin Turnusolüdür? – Atılım
Mahkemelerin Sonucunu Bekleyelim Tekerlemesi – Hüseyin ALİ – Yeni Özgür Politika
KCK Tutklusu Meryem Nurcan Yolvercan İle İlgili – Mehmet Lütfü ÖZDEMİR – Yıkıcı Tutku
Bir Politik İmkanlılık Olarak Affetmek – Selda TUNCER – Amaregi – Bianet
Roboski’ye Giden Sanatçılardan Çağrı – ANF
Hasip KAPLAN: Türkiye Artık Totaliter Rejim, Başkaldırı Meşrudur – ANF
Hrant Davasında Örgüt Bulamayan Yargı, 7 Öğrenciye Örgüt Üyeliğinden 51 Yıl Hapis Cezası Verdi – Sol Defter
Uğur MUMCU Asala ve Pkk Destekçileriyle Anılamaz! – S.YEŞİLTUNA – Türksolu
Anaların Çığlığını Duymak – Cengiz AYAR – Özgür Gündem
Cumartesi Anneleri: Toprak Hesap Soruyor – Evrensel
Görümlü Jandarma Taburu’nda Kazı Kararı – ANF
Darbecinin Resmini Kimse Çizmiyor – Emek Dünyası
Evren’in Yargılanması 12 Eylül ile Yüzleşme Midir? – Edip YAŞAR – Özgür Gündem
Mehmet ALTAN: Siyasi Vesayet De Var – Mehmet TÜM – ANF
Kürt Halkıyla Mücadele Eylem Planı – Sıtkı GÜNGÖR – Atılım
Hiç Utanmanız Yok Mu? – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
‘Çoğunluk’- Ayşe BATUMLU – Özgür Gündem
Çoğunluk – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu
“düşünce ve ifade özgürlüğü” kimin için? – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Şu Bizim Dev Tutsaklığımız! – Sarphan UZUNOĞLU – Radikal Kitap / Jiyan

Yusuke Tsutsumi Artist Page via Facebook
Yusuke Tsutsumi At Soundcloud
Yusuke Tsutsumi – A Grave By The Sea via Dimeoutworks Bandcamp
Jürgen Müller Official via Digitalis Recordings
Jürgen Müller Artist Page via Last.FM
Jürgen Müller – Science Of The Sea Album Review By Nick NEYLAND via Pitchfork
Eraldo Bernocchi Official
Harold Budd Informative Page via Wikipedia
Robin Guthrie Official
Eraldo Bernocchi, Harold Budd, Robin Guthrie-Winter Garden Review By Lee VINCENT – Everything Is Chemical
Eraldo Bernocchi, Harold Budd, Robin Guthrie-Winter Garden Kritiği – Duygu ATEŞ – Organized Sounds
Max Richter Official
Max Richter Üzerine – dRWarp – Deuss Ex Machina
Max Richter – Perfect Sense Soundtrack Purchase via iTunes
Hidekazu Wakabayashi Artist Page via Facebook
Hidekazu Wakabayashi At Myspace
Hidekazu Wakabayashi – Seaside Opera 00 via Archive.Org
sonic.art Saxophon Quartett Official
sonic.art Saxophon Quartett – Glass & Nyman Works For Saxophone Quartet via Genuin
sonic.art Saxophon Quartett via Classic Online
Steve Reich Official
So Percussion Official
Steve Reich & Kronos Quartet – WTC 9/11 Mallet Quartet, Dance Patterns Album Review By Jayson GREENE via Pitchfork

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
For Hrant -20 – Masisus (Masis ÜŞENMEZ)
Masisus (Masis ÜŞENMEZ) Flickr Page 
Masisus (Masis ÜŞENMEZ) Official

>>>>>Poemé
Baba Bana Bağırma – Akgün AKOVA

          yol ıslanmasın diye
          şemsiye açanlara…

baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu’yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba

baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires’te olsaydım diyorum içimden
Eva’nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya’da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba

baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için

baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 378 – in power we trust the resistance advocated_beta

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_378_–_in power we trust the resistance advocated_beta

05 Aralık 2011 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Ed Yazijian-Hands Of Blue (HP Cycle Records)
>2<-Ed Yazijian-Hoffie's Hill (HP Cycle Records)
>3<-Niggas With Guitars-Milky White (Digitalis Recordings)
>4<-Niggas With Guitars-Blacksnake (Digitalis Recordings)
>5<-Ekin Fil-Not A Self (Root Strata)
>6<-Ekin Fil-Expect (Root Strata)
>7<-Belong-Keep Still (Kranky)
>8<-Belong-Common Era (Kranky) 
>9<-AGF-Massaker (AGF Producktion)
>10<-AGF-Lingu-tik (feat. Prof. Noam Chomsky) (AGF Producktion)  
>11<-Pinch & Shackleton-Selfish Greedy Life (Honest Jon's Records)
>12<-Pinch & Shackleton-Burning Blood (Honest Jon's Records)

                In Power We Trust The Resistance Advocated
                                              (378)
Tepelemesine yığıntı haline dönüştürülen, en korunaklı sandığımız yüzeylerin altından bile, görünür hale dönüştürülmüş gizlemenin, görememenin na’mümkün kılındığı, olguların ulaştığı merhaleyi çözümleyebilmeyi anlaşılır kılan bir aracıdır kırık aynalar. Dört bir yanımızı sarmalayan cam kırıklarından mülhem aynalar. Her bir parçasında parçalanmışlığı, her bir kırıntısında hüznü, her bir yüzeyinde teferruat olarak adledilenin gerçeklililiğini simgeleştiren kırık aynalar. Vurulup kırıldıkça, eşik eskimez, zaman gerisin geriye akmaz ya; yaşadığımız dönüşümlerin hızlılığının içerisindeki hareketlenmeyi manidar bir biçimde vurgulamakta olan kırık aynalar. Benliğimiz, yaşadıklarımız, görüp geçirdiklerimiz, geçip gittiğini sandığımız şeylerin hala capcanlı bir biçimde yanı başımızda durduğunu afaki bir biçimde kanıtlayan kırık aynalar. Bir metaforun tamı tamına anlamlandırabileceğinden daha fazlasını az biraz daha yaklaşınca kendi başınıza görebileceklerinizle sağlamasına girişebileceğiniz kırık aynalar. Her bir kırık ayna içimizde saklı tutmak zorunda olduğumuz bizimle beraber büyüyen, ilerleyen daha sonra yük haline dönüşenlerin varlığını kanıtlamaktadır. O kadar çok parçaya ayrışmışız ve o kadar fazlasıyla elemle yanyana konulup terk edilmişiz ki; günyüzünün aslen ne olduğuna karar vermeyi bile unutuşlara denk düşüren, hizalamalarda yanık türkülerimizi kendimize saklayarak, kendi gayya kuyularımızda hayatlarımızı tüketir hale dönüştürülmüşüz.

Dönüştürülmüşüz biteviye sorgusuz, sualsiz biat etmenin ötesinin gereksizliğine inanç göstermemiz beklentilenerek hep aynı teranelerde daimi bir yüzsüzlüğün başka örneklerine tamah etmek vurgusuna ısrar gösterilerek. Ne olduğumuzun ve vardığımızın aslen olması gerektiğinin zerresi olmaması bu noktayı dönüştürmeye ve aşılamamasına sebebiyet veriyor. Gidiyoruz, dönüyoruz, ilerliyoruz, sabit kalıyoruz pek bütün bu heyhulanın içerisinde nasıl bunca kırık aynayla beraber hayat akışına devam edebiliyoruz. Nasıl bunca heder oluşa rağmen müsvedde olarak anlamlandırılan sorgusuz sualsiz aşılması zerk ettirilenin karşısında bir ses, hareket oluşturmanın sınırlarını yoklamaya gayretkeş oluyoruz. Teferruatlar değil de hakikatleri konuşmaya heveskar oluşumuzdur, her gördüğünde bir bityeniği aramaktan gocunmayanların çoğunluğunda adları anılmayanların hakları söz konusu edilebilirliğine duyulan itimattandır belki. Resim capcanlı, ayna sapasağlam iken yüz verilmeyenlerin hep orada varlığını korumaya devam ettiğini bildiğimizdendir bir ihtimal. Yoksunlaştırıldıkça, sesini kıstıkça, susup pustukça bu çukurun karanlığının hepimizin üzerini kapsayacak, kapatacak olduğunu bilmemizi de bu duruma eklemleyebiliriz. Bilmek sorumluluk getirir, yükü çoğaltır ama tektipleştirilmiş bakışın sığlığındakilerin de bu istikameti koruduğunu, bu önermeye sahip çıktığını bildiğimizden bu yana, sokaklarda yalnız kalan kitlelerin, esas çoğunluk olduğunu idrak etmemizden bu yana sürekli bir biçimde daha iyi istikametin sorgulamaktan, koşulsuz şartsız düşünmeye paye vermekten geçtiğini yinelemek hala mümkündür.

Tarih tekerrürden ibarettir de gel gelelim her yol bu sığlığın ötesini arşınlamaya cesaret edebilenlerin oluşturdukları hamleler vesilesiyle bir başka günü beraberinde getirecektir. Getirmektedir. Öyle ya da böyle düşünselliği sınırlandırarak, hareket özgürlüğünü kısıtlayarak, konuşma hakkını engelleyerek, görünür veya görünmez tüm kayıt olanaklarıyla “hayatları” tahakküm altına almaya uğraş didiş çabalanarak, x’i y’ye üstün tutma gayretkeşliğine soluk almaksızın devam ederek, barışın üzerini çiğneyerek savaş naralarını sürekli ön planda tutarak yapılandırılanların karşısında tek şansımız hayata daha fazla tutunabilmek için direnmektir. Direnerek, örgütlenerek, öğrenerek bu zamana kadar getirilmiş olan sabitliklerin devamlılığının sorgulanabilirliği sağlanabilecektir. İlla ki söylemlerin zeminini oluşturan, diyalektiğin temellendirici vurgularının, sol söylemin pratiklerinin kimi yansılarına dair kelamlar eklemlendirmek yerine, makus bir bölünme evresinden bir başkasına ulaşabilmek için daha fazla çabalanmak yerine hakikatlerin uygulanabilirliğine yoğunlaşmak lazımgelendir. Haksızlığın bu kadar farklı merciiden birbirinden bağımsız görünen hamleler ile beraber temellendirildiği satıhda durmanın, didişmenin hiçbirimize bir faydasının dokunmayacağı ortadayken üstelik.

Geçmekte olduğumuz tarih aralığı mutlak hükümranlığını ilan etmekte olan dünün muhalifliğini sahiplenmiş olanların imkan ve olanaklar tersini sağladığında nasıl da öncekilerle aynı hamleleri öne sürmekten çekinmediğini, bir an olsun düşünülmeden geliştirilen “pratiklerin” daha şiddetlilerini sergilemeye can attıklarını gözümüzün önüne sermektedir, canlandırmaktadır. Yaşam bu satıhda hiç kolay olmamıştı, şimdilerde ehveni şerrin ötesini arşınlayanlar sayesinde artık geçmişin griliğini geleceğin karanlığı haline evirme için çabalanımı ispatlayan, örnekleyen olgular dört bir yanımızı sarmalamaktadır. Nefessiz kılmayı bu toprağın tüm muhalifliğine daimi bir armağan olarak tahsis edildiği, paylaştırılmışlığını anlamlandırmaktadır her güne birbirinden ayrı hamlelerle şekillendirilen, öne sürülen dayatımlar ve uygulamalarla beraber, cümbür cinnet, hepsi bir arada. Gözyaşının tüketilmemesi, sonunun getirilmemesi, elemin nihayetlendirilmesini hiç düşünmeyen bir iklimin varlığının korunması çabasının ulaştırdığı zeminin tam karşılığıdır kırık aynalar. Her bir kırık aynada bir parçasını bulmaya devam ettiğimiz, hayat mücadelesinde yanlarında olmak zorunda olduğumuz insanları, düşünselliği paylaşmak zorunda olduğumuz dimağları fark edebilmemize vesile teşkil eden detayları barındırır.

Bir zorunluluk değildir elbet hakikat payandalığıdır, paylaşımcılığıdır bu kısacık meramda dillendirmekte gayretkeş olduğumuz. Karanlığın yükseltilmesinden bu kadar ar duyulurken bir vazife paylaşımından ziyade bir vicdan meselinden bir diğerine çabalanabilmenin gerekliliğidir aslolan. Bir detay bir başkası ile örtüşürken, bir olgu; başkaca bir tanesini tetiklerken, bir hamlenin ardında saklı duran başka düşünceler devreye sokulurken, gündem dediğimiz heyhula haline dönüştürülüp öncelikliğini hiç düşünmediğimiz, tahayyül dahi edemediğimiz şeylerin uzun uzadıya izahatına çalışıldığı satıh üzerine düşünülesidir. Her pundunu bulduğunda bir başkaca dayatımın zeminini oluşturan, temel bir insanlık hakkı olan vicdani redden, parasız temel eğitim hakkı için uğraş veren öğrencilere müdanasız şirretliğe, kalemini bir cenaha v bir olguya tahvil edip cukkasını doğrultmak yerine fikriyatın özgürlüğünü, doğrunun öncelikliğini ön planda tutmayı sürdürenlere karşı mahpusluğun öne sürülmesine, aba altından sallanan sopalarla sürüden ayrılınmamasını tavsiye edip duran başka bir cenahta bambaşka hamlelere girişen bu ‘ileri demokrasi’ bir kabusun ta kendisini tanımlandırmaktadır. Hak mağduriyetini ılga edebilmek aşabilmek için ideolojik yaklaşımdan artık enikonu kabak tadı veren benzeş söylemler ve kolluk kuvvetlerinin yaratmış olduğu en hakikatli çözüm budur ‘dayak’ ve ‘şiddet’ iklimine geçilmelidir diyeduran muktedir özgürlüğün sınırlandırımlasını canlandırmakta, hafzalamızın bir köşesine hakikatli bir biçimde işlemektedir.

Özet geçmeye uğraş verdiğimiz biraz da budur, susmak, sorgulamamak, sineye çekmek, sindirmek, unutmak, her şeyin güllük gülistanlık olduğuna biat etmek ötesi yok berisi yok bütün bu çetrefilli durumu netleştirmektedir. Bir defa içerisinde. Sıradanlaştırılan şiddet, olağanlaştırılan linç, dayatılmasından gocunulmayan şiddet arsızlığın yükünü hafifletmeden bu satıhı bildiğimiz cehhenem tasvirinin yaşanılan örneklemi olarak sağlamlaştırmakta, belirginleştirmektedir. Gri bulutların kestirmeden de olsa, kısa bir süreliğine dahi olsa, günyüzü göstermediği, duraksama nedir bilmeksizin aksatmadan insana nefes bile aldırmadığı, itip kakmadan hak tanzimine yol vermediği bu cenahta, acının tek bir toplamı, tek bir sözlük anlamı tarif edilebilir mi? Tek bir yönden kederin bu kadar eksiksiz hep tam kadro, tam saha pres bu aralıkta varlığının mütemadiyen kanıtlanması karşısında ne yaraya merhem, hangi çözümleme görünür ama anlaşılmazı nihayetinde anlaşılır kılacaktır. Ucundan kıyısından değil basbayağı zor şartların hakimiyeti altında sürmeye gayret ettiğimiz bu devranda günyüzü görebilmenin karşılığı var mıdır? Bırakılmış mıdır? Tatavlanın biri bitmeden bir başkasının icra-i sanat eylendiği, görünürlüğünün arttırılması karşısında insan benliğinin çekeceği daha kaç azap ve daha ne kadar acı vardır.

Söylemlerin hiddetinin, hedef göstermelerin, yaftalamaların alışılageldik simalardan, dizboyu “faşizm” ile beraber nakledildiği günümüzde, acının karşılığını daha da vahimleştiren sıradan halkı da yavaş yavaş etkisi altına alan, ucu bana dokunmuyor nasıl olsa vurun tiz kellelerini, kesin o çatallı dillerini vd. gibi en nazik tümceleri olarak sıralayabileceğimiz nefret söyleminin yaygınlaştırılması düşündürücü bir vesikayı oluşturmaktadır. Anın görünümünü netleştirmektedir, tüm ayrıntılardan soyutlanıp tertemiz bir mercekten gerçeğin, gerçekliğin tam halini, esas vahvahlanılasını aynalamaktadır. Yazamadığımızı, söyleme fiilini gerçekleştiremediğimizi, bir türlü gösteremediğimizi, izahatına hiç girişemediğimizi nakletmek bu minvalde mimlemeyi de hakir görülmeyi de, tevazusuz, mübalağasız, öteki haline dönüştürülmeyi de gerçekçil kılmaktadır. İfade özgürlüğü de, acının paylaşımı da, tasfiye edilmesi gereken bayat nakaratlar da, kazın ayağı hiç öyle olmasa da mütemadiyen dezenformasyon ile sınanan muhalifliği zorlu etapların çevrelediği bir saha haline dönüştürmektedir. Algının bu kadar tersine işletildiği bir ülkede erdemliliğin yerini, günün çıkarsamalarından birisi olarak dile yerleşen yusuf, yusufa terk ettirmek, tercihlerin arasında saymak bile vahimdir, anlayana.

Kolay olmasındansa hayatı daha da zorlaştırmak gayesi taşıyan bu bakışım, dayatım ve tahakküm seceresi karşısında susmak dilsiz şeytanlık değilse ne olarak tanımlandırılabilir. Başkaca bir çözümleme sözkonusu edilebilir mi? Başkaca bir kurgu bizi bu sıkışıp kaldığımız, mengelenediğimiz iş bu sathın içerisinde yaşamakla zorunlu bırakıldığımız şeyleri net bir biçimde ifadelendirebilir mi? Komplo teorilerinin, vicdan bozguncularının, hiddet arsızlarının, mütemadiyen ayar vericiliğin karanlık tarafını oluşturan erkin, muktedirin yanında saf tutuşları, biteviye tekrarlara hazır ve nazırlığı acının bu diyarda sahneyi mütemadiyen kapsamasını belirginleştirecektir. Olmayan delillerin hayat karartmak, var edilmeyen varlığı hiç belli olmayan şeylerin önemli birer olguymuş gibi değer kazandırılmasına, yaftaların sipariş haberlerin biri bitmeden diğerinin devreye sokulmasına, world document diye icat edilenin bildiğiniz kelime işlemci uygulamasının bile bir delil haline dönüştürülmesindeki abukluğa, giydiğiniz, taşıdığınız, yakıştırdığınız her bir aksesuvardan, okuduğunuz kitaba kadar tahrifat düzeyinin engin tutulduğu herşeyin bir yerlere inatla bağlantılandırıldığı çetrefilli hal tam da değinmeye gaayret ettiğimiz nefes aldırmazlığı pekiştiren bir görüntü elde edebilmemizi sağlar.

Onuru ayaklar altına almanın, vicdanı tahrip etmenin, emeği kölelikle karıştırmanın, yazarlığı teröristlik ile ilintilemenin, öğrenciyi salt duyarlılığından dolayı yargılamanın, muhalif kesimleri topyekün lincine zemin sağlanmasının, vs.tüm gayya kuyusunun elem sağlayıcılarının bir aradalığı bu cehennem tasvirini bir kez daha manidar bir biçimde tanımlandırmaktadır. Sathın griliğinin epey hallidir karaya çaldırıldığını ifşaa etmektedir, görmesini şartlara bağlamayan tüm acıyı bal eyleyenler için, tüm çizginin ötesinde toparlanmışlar için. Tüm hudutsuzluğu, hadsizliği, arsızlığı bir gün değil; her an hayatlarında tutanlar her an yüzleşmek zorunda olanlar için. Mevzuu muktedirlikçe oluşturulan tahakkümün, yargının, adaletin, emeğin, gündelikliğin ortasında daimi bir biçimde kondurulmuş olan istemezükçülüğün artık enikonu, can yakıyor olmasıdır, fırsat kollamasıdır. Aleni bir şekilde yüzde kırkdokuz içerisinde kalan diğerlerinin, kimliklerin ötekileştirilmesinde ulaşılan seviyenin yıkımı amaç edinmesidir. Mevzuu anayasa ile güvence altına alındığı belirli olan gösteri ve yürüyüş serbestisinin nasıl bile isteye tahrif edilip, aynı tornadan çakmaya çalışan yandaş betimlemelerinde de değinildiği gibi piyondan başlayıp teröristlikle nihayetlenen bir devinimi realize etmektedir. De Facto. Hal ve gidişat nere!.

Hal ve gidişat düşünmekten yoksun, haksızlığa karşı suskun, ne verilirse sus payı kabilinden ona tamahkar olunmasını şart koşan, akla gelmeyeni başa getirme konusunda mahirliklerin sergilenmesinin bir toplamıdır. Hal ve gidişat muhalifliğin, tartışabilirliğin bizahati özüne vurulmaya çalışılan ketin yansımasındaki olağanlaştırma ve sıradanlaştırma çabasının düşündürücü halidir. Hal ve gidişat yıllar sonra bile okuduğu kitaptan, takip ettiği yayından, gittiği yoldan, konuştuğu meramdan acaba bir bit yeniği çıkartılır mı düşüncesinin daimi canlı tutulmasıdır. Hal ve gidişat, statükonun yanında durmadıklarından dem vuranların, bizahati yermek için her fırsatı kolladıkları askeri vesayetin bir örnek tekrarlarını savunur hale dönüşenlerce oluşturdukları bu ileri demokrasi diyarında özgürlüklerin de sınırlandırılmasıdır. Hal ve gidişat içeride karne bu kadar doluyken hala ehveni şerin bile iyi olduğuna inanma saflığının tekrar ettirilmesi, dışarıya her konuda akıl fikir verirken buralardaki özgürlüğü altına çekme disturuna bağlılıkla oluşturulanın, açtığı, yol verdiği biçimsizliktir. Uyanalım…

>>>>>Bildirgeç
Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı? – Veli BAYRAK*

Hani duyanda devletin Sivas katliamı ile ilgili üzerine düşen görevi layıkıyla yaptığını, yakalayabildiklerini yakalayıp yakalayamadıklarının da peşine düşüp mahkemeye çıkartmak için elinden geleni esirgemediğini sanacak!

Adı İhsan Çakmak! Sivas katliamının sanıklarından! Aranırken 1999’da evlenmiş! Askere gidip gelmiş! Çoluk çocuğu olmuş! Çocuklarını nüfusa kaydettirmiş! Bu da yetmemiş İstanbul Büyükşehir Belediyesine işe girmiş ve emniyetten de ehliyet almış! Zaman aşımından bahsedenlere sormak gerekir şimdi, siz bunca yıldır sanıkları yakalayıp yargılamak için ne yaptınız da şimdi zaman aşımından bahsediyorsunuz?

Zaman için ilaç derler. Oysa ilaç bir yarayı iyileştirmek içindir. Bir sızıyı gidermek, bir acıyı dindirmek içindir. Sivas katliamının hangi yarası sarıldı ki bugün zaman aşımından bahsediliyor! Sivas’ta hayatını kaybeden canların yakınlarının hangi sızısı dindirildi, hangi acısı söndürüldü ki zaman aşımından bahsediliyor!

Dikkat edin daha günler öncesinden Sivas katliamının firari sanıkları için savcının istediği zaman aşımı talebi dillendirilip duruldu! Oysa bizim için 2 Temmuz 1993, daha dün yaşanmış gibi yüreklerimizde taptaze duruyor. Ve dünya döndükçe de bu tazeliğini hep koruyacak.

Seyit Nesimi’nin derisi bundan kaç yüz yıl önce yüzüldü, acısı zaman aşımına uğradı mı? Çıktı mı yüreklerden acısı? Pir Sultan Abdal asılalı kaç yüz yıl oldu, acısı zaman aşımına uğradı mı? Çıktı mı belleklerden acısı? Dersim zaman aşımına uğradı mı? Dindi mi yüreklerde ki sızısı?

Siz nerden bileceksiniz acının ne demek olduğunu! Sizin hiç Gülsün adında gonca bir gülünüz oldu mu? Gonca gülünüz 22 yaşında soldu mu? Sizin hiç babanız gonca gülünü koklayamadan gencecik kızını toprağa verdi mi?

Zaman aşımı kavramını ortaya atanlar, bunun hukuksal zeminini hazırlayıp “Ama ne yapalım sonuçta hukuk devletiyiz” diye katliamın affını hukuksal zemine çekmeye çalışanlar, bu karara alkış tutanlar, destekleyenler öyleyse sormak gerekir size, sizin hiç 12 yaşında bir oğlunuz, 17 yaşında ki ablası ile yan yana yakılıp, yan yana mezara gömüldü mü?

Sizin hiç şair bir abiniz oldu mu? Eli saz tutan türküler söyleyen bir babanız oldu mu? Peki ya abiniz gerici yobazların alkışları arasında yakıldı mı? Saz çalan türkü söyleyen diliniz ateşlere atıldı mı?

Sizin hiç yuvanız dağıldı mı peki? Yüreğinize kor, vicdanınıza ateş düştü mü? Halaya duran kız kardeşinizin saçı tutuştu mu alev alev. Sizin hiç anneniz ardınızdan “Ben öleydim kuzummm, kınalı kuzummm” diye ağıtlar yaktı mı?

Siz nereden bileceksiniz acıyı! Ne çektiniz ki siz? İnanmak ne demek, mücadele etmek ne demek siz nerden bileceksiniz ki? Siz hiç bile bile ölüme gittiniz mi? Siz 19 yaşında ki Serkan Doğan gibi “Başıma kızıl bağla, arkamdan ağıt yakma anam” deme cesaretini gösterebildiniz mi?

“Güzel şeyler olacak” diyenleriniz oldu bir dönem! Binleri geçti tutuklu sayısı! Dövülen, coplanan, yakılan yıkılanlar da cabası! Siz nerden bileceksiniz ki güzel şeylerin ne demek olduğunu! Siz hiç korumanız olmadan Malatya’dan öteye geçtiniz mi? Korumanız olmadan Munzur’dan bir tas su içtiniz mi? Diyarbakır sokaklarında korumalarınız olmadan yürüdünüz mü? Tütün içtiniz mi yağmura karşı, bir çiçeği koparmadan dalından öptünüz mü?

Siz nereden bileceksiniz acının ne demek olduğunu? Aşağılanmanın, horlanmanın ne demek olduğunu? Siz hiç köy meydanında toplanıp askerler tarafından coplandınız mı? Yaşlılarınıza insan dışkısı yedirildi mi? Peki ya sahibi Kürt diye koyununuz keçiniz öldürüldü mü? Diliniz yasaklandı mı hiç?

Sizin hiç 13 yaşında Ceylan adında bir kızınız oldu mu? Vuruldu mu havan mermisiyle kızınız?

Şehitler ölmez vatan bölünmez diyorsunuz ya hani? Sizin 19 yaşında bir oğlunuz şehit düştü mü peki? Siz hiç şehit ailesi oldunuz mu? Bölünmez dediğiniz vatanda aileniz bölündü mü hiç? Köyünüz yakılıp yıkıldı mı? Vurdunuz mu kendinizi göç yollarına?

Siz nerden bileceksiniz acıyı? Acıyı bilen zaman aşımından bahseder mi? Sizin sevgiyi, hoş görüyü, kardeşliği, özgürlüğü, barışı kucaklayacak bir yüreğiniz oldu mu? Sahi oldu mu?..

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Veli BAYRAK’ın Evrensel Gazetesi’nin Pazar nüshasında yayınlanmış olan “Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı?” makalesi izleğin içerisinde derlemeye gayret ettiklerimizi pekiştirecek detaylar örülmüş bir metin. Yazarın ve gazetenin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #373 (31.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #375 (14.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #376 (21.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #377 (28.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı? – Veli BAYRAK – Evrensel
“Yazın Gül Soykırımını Aya Vardığınızda” – Süreyya KARACABAY – Haber Fabrikası
Şerzan Kurt Davasında Tahliye Yok – İMC-TV
Devrimci Karargâh’tan 14 Zanlıya Tutuklama – Milliyet
Sırrı Süreyya’dan Canlı Yayında Puşi Tepkisi – Emek Dünyası
Ölmekle De Bitmiyor Bazen – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Suçsuz Ceza Olmaz. Peki Ya Delilsiz Yargılama? – Ters Yüz
“THKP-C Ayağa Kalk!” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
“Her Muhalif, Sanık Sandalyesinin Arkasına Geçme Potansiyelini Taşımaktadır.” – Nüve
Saç Kesme Eylemi Sürüyor – Sendika.org
Eşkıyalar Dışarı – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Hopa Davası Yeni Rejimin Turnusol Kağıdıdır – Merdan YANARDAĞ – Sol.org.tr
AKP’yi Muhatap Alma Teşhir Et – Kadir CANGIZBAY – Birgün
‘Bütün Ülkeyi Dangalak ve Avanak Yerine Koyuyorlar’ – Emek Dünyası
‘Gazeteciler Hapiste’ Efsanesi: Bunlar Ya Pinokyo Ya Papağan – Emre AKÖZ – Sabah!
Alınak ve Ayata Tutuklandı – İMC-TV
BDP’den 3 Bin 894 Kişi Tutuklu – Sercan KAYA – ANF
Polis Zarakolu ve Tanilli’nin Peşinde! – Evrensel
Tam Aziz Nesinlik! – Etkin Haber Ajansı
Bu Polisler Hala Nasıl Görevde? – Işıl CİNMEN – Bianet
Sırada Karabağlar Polis Karakolu Var – Ruken ADALI – Haber Fabrikası
İnsan Hakları Kimin İçin? – Yüce YÖNEY – Bianet
Korkmaz, Kasaplar Deresi’ni Anlattı – İMC-TV
Dersim 38 Mitingi: ‘Erdoğan Diz Çökerek Özür Dilesin’ – Sol Defter
Boğaziçi Starbucks’ta Şenlik Var! – Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri – Eylem Güncesi
Öğrenciler Yaşam Alanlarına Sahip Çıkıyor – Berivan KOÇ – Evrensel
Boğaziçili Öğrencilerden Starbucks İşgali – Demokratik Üniversite
Evrim İçerikli Bilimsel Siteler Neden Filtreleniyor? – Özgür UÇKAN – Cnn Türk
MEB Can Dündar’ı Yasaklamış – Sol.org.tr
Gazetecilerden Özgür Gündem’e Destek – Etkin Haber Ajansı
Karamollaoğlu’nun Vicdanı Rahat! – Evrensel
Kimin Ahlakı… – Enis RIZA – Birgün
Cioran Karabasanı: “Çürümenin Kitabı” – Filiz GAZİ – BiaMag
Şu Dincilerin Alt Ekonomisi – Barış İNCE – Muhalefet
Cemaat AKP’ye Baskıyı Arttıracak – Mehdi ATAY – ANF
Açlık Sınırı 992, Yoksulluk Sınırı 3136 Lira – Haber Birikimi
“Başka Bir Komünizm Mümkün!” – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
Arınç’ın Açıklamaları ve 21 Aralık Grevi – Faysal ÖZÇİFT – Sendika.org
Eşit Ağırlıkta İki Olay – Yavuz ALOGAN – Muhalefet
Sözler – Eleştirel Medya Günlüğü

Ed Yazijian Artist Page via Last.FM
Ed Yazijian Releases via Mimaroğlu Music Sales
Ed Yazijian – Gansrud Album Informative via HP Cycle Records
Niggas With Guitars – Smokeland Official
Niggas With Guitars At Myspace
Niggas With Guitars – Ethnic Frenzy Album Critic via Mishka Bloglin
Ekin Fil At Myspace
Ekin Fil – Language Album via Root Strata
Ekin Fil Interview By Brad ROSE via Foxy Digitalis
Belong At Myspace 
Belong – Common Era via Boomkat
Belong – Common Era Album Critic By Brandon BUSSOLINI via Dusted
AGF Official
AGF Beatnadel Official
AGF Preps Beatnadel By Will LYNCH via Resident Advisor
Pinch & Shackleton Album Informative via Honest Jon’s Records
Pinch & Shackleton – S/T Album Review By Rory GIBB via The Quietus
Pinch At Twitter
Shackleton Artist Page via Resident Advisor

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Who We Really Are By Cybjorg
Cybjorg’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Öldürme Özgürlüğü – Yevgeni YEVTUŞENKO

Özgürlük Anıtı’nın rengi şimdi
Bir ölümcül donuklukla eşittir
Kurşunlandı özgürlük, onun sevgili adı
Sandı alındı bağımsızlığı geri –
Amerika, kendi kendini vuran!

Tam da öyle işte, kendi kendini!
Sıkıysa çık dışarı bu korkulu
Her taşına kâbuslar sinen ülkede
Ve daha korkuncu bu gidişle
Ormanlara kaçıp gizlenmek sonu.

Toprakta o bildik koku
Şu evrensel ünü olan Dallas’tan,
Yaşamak nasıl da tekinsizlik dolu
Ve işte senin en büyük utancın bu.

Kim inanır masallara, hangi çağdayız
O soylu fikir zevahirinin ardından
Silah yağının fiyatı yükselirken
Yaşamın düşürdüğün bedeline bak sen!

Katillerdir cenazende yas tutanlar da
Hissedar olmaya her karış toprağına
-İşte yine, bir daha, hadi bir daha-
Başaklarında kurşun tanelerinin
Dalgalandığı Teksas tarlalarına.

Şapkalarının altında haince
Tarıyor gözleri karanlığı
Senin o katil çetelerinin
Tutmuşlar her kapıyı
Ve işte cesedi bir ikinci Kennedy’nin…
Amerika nedir bu, oğullarını koru!

Ve çocukları, başka ülkelerdeki
Ve onların kulübelerini küle döndüren
Yakıyor tıpkı onlar gibi, ateş ve bombaların
İnsan hakları bildirini senin de.

Bilinci olmaya söz verdiydin dünyanın
Şu hale bak, dipsiz utancın kıyısında
Vurduğun, kral değil sözündür
Onurundur, Vietnam’a attığın her bombada.

Bir ulus çıldırıyorsa, yaptıklarını
Mümkün müdür kınamak el kadar
Üstünkörü barış sözleriyle.

Tek yol senin için yine utançtır
Tarih çamaşırhanede aklanmaz ki
-Yok henüz, keşfedemedin
Böyle bir çamaşır makinesini-
Kan hiç paklanır mı Amerika!

Nerendedir Amerika utancın senin
Söyle nerede saklı o
Sanki kaçan bir köle
Kölelerin içinde.

Tut ki Raskolnikov’dur dolaşan baştan başa
Deliliğin kanlı baltası elinde
Kendisini yine kendi yargılayan
Planlı katliamlarıyla
Canilerden geçilmiyorsun Amerika.

Hey Abe, iyi ihtiyar
De bana ne yapıyor ülkendeki insanlar?
Kaçıncıdır sıralıyor tek bir gerçeği:
Anlaşılır ancak kesildiğinde
Yüce bir ağacın yüceliği.

Lincoln oturuyor güneşe karşı
Mermer sandalyesinde kanayarak.

Aslında odur canavarların
Bu kaçıncı kez vurduğu.

İşte o kurşun delikleridir
Amerika
Yıldız diye koydukların da
bayrağına.

Urbası kurşunlarla lime lime
Özgürlük Anıtı, ey sen
O kadın, o ana yüreğinle
Kaldır başını ölümlerden
Aç ağzını, yum gözünü
Toptan lanetle bu
Kahrolası öldürme özgürlüğünü.

Hey Özgürlük Anıtı, sen, kaldır şu
Yeşile kesmiş yüzünü boğulduğun kandan
Kafa tut özgürlüğün cellatlarına
Ve ama alnından artık
Bir damla kan akıtmadan.

1968
Türkçesi: Ülkü TAMER
Kaynakça: Şiir

Older Entries