Deuss Ex Machina # 427 – la viroj apartigis la korpoj por formangxi la malamo

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_427_–_la viroj apartigis la korpoj por formangxi la malamo

26 Kasım 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
x1-Andy Stott – Expecting (Modern Love)
x2-Andy Stott – Numb (Modern Love)
x3-Björk – Dark Matter (Alva Noto Remodel) (One Little Indian)
x4-Björk – Virus (Hudson Mohawke Peaches & Guacamol Remix) (One Little Indian)
y1-Hauschka – Radar (Alva Noto Remodel) (Fatcat Records)
y2-Hauschka – Subconscious (Vladislav Delay Remix) (Fatcat Records)
z1-The Fear Ratio – Dirty Paws (Blueprint)
z2-The Fear Ratio – Skana (Blueprint)
z3-NHK’Koyxeи – 101 (Pan)
z4-NHK’Koyxeи – 112 (Pan)

la viroj apartigis la korpoj por formangxi la malamo
(427)

korku meseli. türetildikçe derinliği, eni, boyu şusu busu hep belirsizliğini koruyan olarak tanımlanan böyle bilinen, bakılabildiğinde boyut sorununun çoktan aşıldığını faş eden birbirinin peşisıra katara eklemlenen, iliştirilen şeylerle bir olarak yâd edilen, şekillendirilen bir edim haline dönüştürülendir. hareket etmeyi müdanasız bir biçimde engelleyici, düşünmeyi ister özgün ister takipçi sınırlandırıcı, birörnekleşme, tekilleşme vesair anlamlarıyla aslen milletin birlik ve beraberliği söz konusuysa eğer kırmızı çizgilerin aşılmazlığını naklettirip, düzenleten sorgulatmadan kabullenmeyi öne süren bir yapım korku. korunaklılığı hepten sağlama alınmaya gayret edilen bileşenleriyle beraber cümbür cemaat bir cinnetül arz vesikası. bu ‘yurt’ olarak tanımlandırılan yerde nasıl ve hangi şartlara karşı çıkmadan, ikiletmeden yaşanılmasını, soluk alınıp verilmesi gibi zorunlu gereksinimlerin yerine getirilmesini sunumlandıran bir bileşenler toparlaması korku. korkuya bağışıklık kazanıldıkça eskaza yaşanılabileceğine biatın daha da arttırılmasına çabalanılan, bunlara bağımlı yaşayacaksınız yoksa yanarsız yok yok uff olursunuz değinisinin bariz yetişkin düzenlemeleriyle karşı karşıya kalınan bir yapım haline dönüştürülen korku. bireyselliğin çekimserlikle hemhal ettirilmesi neticesinde tamamen suskunlaşmanın bir başka ana belirleyicisi haline dönüştürülendir mevzubahis ettiğimiz korku.

denklik yönelişim, gelişim veya paralelinden ele alınabilecek savunuların hemen tümünde topyekün bir karar mekanizmasının yapısını sağlamlaştıran bu kısımları kurcalamayın, tenezzül dahi etmeyi ki o canlarınız yanmasın, yoksa canınız çokça yanar menziline yakın tutulan bir toparlayış hallerinde böylesi bir ülke profilinde ayrıştırılmazımız olarak belletilen korku. ayrılamıyoruz vessellam. durmaksızın yineleniyor birilerinin ellerinde ötekisi bellediğimiz kimlikler yaşayışlar tavırlar, ideler vb. herhangi bir bağ oluşturacak şey o edimin sınırlarına sokulduktan sonra mundar edilebilmesi adına dört elle saldırılan, sardırılan bir bileşkeler toplamıyla bütünleştiriliyor. izole edilip yarım yamalak konuldukça ne günün getirdiklerini çözümleyebilme şansımız kalıyor ve bırakılıyor ne de yarınlarımızın nasıl bunca ayarsızlıkla beraber güzel olabileceğinin seslendirilmesinin basit bir masalsı tevatür olmaktan öte olmadığı anlamlandırılabiliyor. enikonu bölük pörçük yapılandırmalar gözetiminde muhteşem muhteşem günlerden geçiyoruz. geçip gidiyoruz. yoksunlaştığımız birbirimizin meramında ortalığa salınanların esamesinin okunmamasıyla beraberce düpedüz çoraklaşan bir güncelliğin içerisinde ilerliyoruz. ne demişlerdi -durmak yok bozguna devam, her şart ve koşul altında aynı aymazlıkla, aynı gammazcılığı onay ve gazlamayla beraberce susun! yeterin gari diyenlere karşı muğlak bir duvar örülüyor. duvara karşı!.

öylesine birbirine geçmiş, öylesine birbirine lehimlenmiş ki ne olursanız olun, nasıl düşünürseniz düşünün aşılmaz hudutları aklınızdan bir an olsun terk ettiğinizde korku mesnedinin kendisinden payınıza düşenleri alabileceğinizin garantisinin sunumlandırıldığı bir deney sahası. denekliğimiz meydana sürülüyor. sürdürülüyor. aklın alabileceğinden fazlasının zarar olduğunu düşündüğümüz söylenceliklerin önce alıştıra alıştıra vakit nedir sektirmeksizin her uygun bulunan yerde seslendirilmesi, ses eden olmazsa bir süre daha bunun nakşettirilmesi, düzenli olarak ikrarı ve hemen ardından da ayrılmaz, ayrıştırılmaz bir öğe haline indirgenmesi çabasında; korkuların bir tevatürden öte olduğunu yinlemek farzdır. eğrelti bakışların, oluru alınmış tespit ve tavırların refakatinde sadece güncelliğin ortasında öylece bekleşen sorunların menzilinden etrafa baktığımızda bu durumun kesin ve kati sonuçlarını irdeleyebilmek mümkün olacaktır. korkularınızın cennetine hoşgeldiniz! ip çekmek, boyuna dolamak, dile sakız etmek, pundu bulundu mu kulbunu takmak, yaradana sığınıp sövüp saydırmak, elden ne geliyorsa yarına bırakmadan biberiydi, suyuydu, zapturapt için el altında tutmak gerektiğinde kullanmak. her gak diyene bu da layığın olandır denilerek cuk diye konumlandırılan sözler, en az o ağırlığını hissedip durduğumuz hiddet olgusu kadar keskin, kesin yaralanmaların müsebibi olan sözcükler, değiniler ve daha fazlaları.

durmadan bahis açıp, diyoruz ya gerçekliğin eğilip bükülmesi orwell klasiğini aşıp duran, handiyse onun tüm menzilini yıkan kurgumasal halini çoktan ekarte etmiş bileşenleriyle bu ülkenin yaşayanlarının her kim olmamalarının, hangi durumda nasıl davranmalarının salık verilmesinin ezcümlesini ihtiva eden bu çıkarsamayı neticeye ulaştıran bir olgudur haddizatında korku. korkunun otuz yıllık olanı da vardır, yüz yıla yaklaşmış olanı da. bir günlüğünde mevzubahis edileni de, yıllar boyunca söylenegelen ama çok az kısımca bilindik, aşina olunan benzeleri de. bir ahvali topyekün ilgilendireni de bir toplu iğne kadar nüfusu bulunan kısmınca önemseneni de. gündelikle ölçülemeyecek kadar sabitliklerin simyasını, dönüşümünü ve gelişimini birer ikişer katara yükleyen bunlardır şimdiki mevzunuz yiyin birbirinizi biz de işimize gücümüze bakalım kolaylamasının gözetiminde ortaya salınanlardır çoğu zaman. dip not olmayı bile beceremeyen, artık olarak bir göstergenin elemanı olarak değerlendirilenlerin kafalarına indirilen demir yumrukların, bilgeliği bilinmez de amanvermezliği, soluk kesebilirliği tescilli hareketlerin, bolca atarın tasvip edilip öne sürülebildiği bir yurt olmamızı sağlam kazığa bağlayan korku. edimin dahilinden ahkamlar taslayacak ya da ne güzel biz kılıç artıkları olarak yaşamımızı bağşettiniz diye efendilerimize söylenecek değiliz.

yahutta internetlerin sanal agorasında sabah sabah gördüğümüz hallenmelerin, ırkıçık hallerinden “ermeniler türküyeden gitsinler” pazar trollemesinin etrafında dillendirilenlerin nasıl güzellikler ihtiva ettiğinden dem vurmayacağız. kesin!. yurdum sathında herşey layığıyla yerli yerinde, eğrelti değil tastamam olur ve güzelleştirilmiş, noksanlar eksikler tamamlanmış gibi dönüp dolaşılıp bi’tabii ki sözde ermeni kıyımını engelleme “sözcülüğü” “savaşcılığı” ile uluslararası şöhret basamaklarını çıkmaya namzet atasporcularımızdan gülbeylerin haftalık eforundan da bahis açmayacağız, hayır buna gereksinim duymayacağız!. tastamam etraflıca, üç yüz birinci maddenin yargıtay ceza genel kurulunda olur vericilerinden, imzacılarından başdenetçimiz ömeroğlu’nun bir cinayet nasıl temellendirilebilir bundan başka bir insan nasıl hedef tahtasına oturtulabilir ki başkaca sorgusuna girişmeyeceğiz!. hedeflemelerin üstün ırk kimliğinin kendisinden başkasına rıza göstermediğini her fırsatta dile getirenlerin, ellerinde kızılcık sopalarıyla! ankara dtcf’yi alt üst edişlerini bu ülkenin ekmeğini yemek isteyen hayinlere fırsat tanımazlıklarının kahramanlık dolu övgülerine yer veren mecraların iki arada bir derede bunca çoğaldığının afallatıcılığından da dem vurmayacağız. ne gerek var!. o öteki, bu ayrımcı, şu dinsiz, beriki işbirlikçi, diğeri gammaz kaldık mı şimşir başta kırık tarakla!

bir de şu seslerini bir türlü, onca hamleye rağmen kesemediğimiz bir bölenlerin hası olarak resmedilen vekillerin dokunulmazlığını kaldırma harala gürelesi var ki, zaten oy verilen ötekilerinden tek beklediğimiz aşina, sığ yolları arşınlamaları seçmiş olduğumuz sözcülerimizin hayatlarını dar etmeleriyle sonuçlanacak bir güzellikler seremonisinin nasıl kadük nasıl ileri demokrasi ürünlerinden birisi olduğundan da dem vurmayacağız. bu böyleyken böyle, şöyleyken şöyle diye diye atılıp tutulurken aynı sakızı caklatmaktan, üstüne ölü toprağı serpilmiş olan mevzuları sade suya tirit çözümlemelerle gündeme dahil ettiren muhteşem yüzyıllar, ecdat muhabbetleri bütün bu önemsiz detaylardan, sıkış tıkış hallerimizi tanımlandıran korkunun her ne olduğunu cismanileştiren şeylerden daha az önemli değil mi! zaten balık dediğimizden beter hafzalamızda, satanistlerin asla yetişmeyip [bitki sanırsınız bahsedilen] eşiğinden geçmediğinden gönençlenilen, kıvanç kıvanç kasılıp durulan imam hatipler mevzusuna giriveren basınç pardon barınç hazretlerinin güzellemelerine ilişmeyeceğiz haddizatında hepimiz nasılsa dış kapının dış mandalıyız. bu ortaoyunundan bozma derme çatma tiyatronun figüranlarıyız, gülecek yerin bile komutla dikte ettirildiği yepyeni bir muasır medeniyetin yaşayanlarıyız. kitlesel yapım ve araştırmalar tamamen tersini söylüyor, işaret ediyor olsa da mesut bahtiyarız! yerseniz. sineye çekebilirseniz!

bütün o korku dediğimizin içeriğini oluşturan şeyler de hüsnü kuruntumuz afedersiniz içimizdeki x,y,z olaraktan tın tın tın ekosuyla bilcümle! cümbür cemaat. hangi bir şeye yanalım yanalım ki anlamlandırabilelim diye dert ortağı aradığımız mecralarda epey hallicenin überstar’ın köşe kadılığına, bir ötesinin diyet tariflerinden hangisini seçebileceğine kararsız kalmasının iç kıyıcı muhabbetlerine denk geldikten sonra marduk kıyametinin ehveni özü nedir. geriye sayım yapılıp durulan yirmi bir aralık kıyametine gelmeden çoktan ulaşmışız demeye tenezzül edersek çok mu oluruz dövletlum! çok mu çok oluruz halkım kıymetlim. gelip geçen, olan biten delip geçen yok edip üzerinden yeni söylemlere girişilen, lağvedilip canı çıkartılıp maşallah diye tiye alınan gaz verilip gazı kesilmeyen ahiri evveli ne buyurmuşsa onun izini takip ededuran, sürdüren o kıbleden şaşmayanların cenahında ikilemlerin dünyasında yaşam sürmekteyiz. soluk alıp vermekteyiz. duyumsatılmaya çalışılan hiddetin bağında sözümona nefes tazeleten, buna imkan sağlatan bir evrenin denekleri bellenmişiz. ikili oyunlardan kelli hem kafaların hem de kartların ha’bire karıştığı, harman olduğu hangi im ile nelerin çözümlendiğinin değil nelerin daha da berbat bir biçimde kördüğüm haline dönüştürülmesine tanık kaydedildiğimiz bir güncelliğin sathındayız.

şimdinin getirdiklerinde bir yanımız muasırlaşıp, müreffehliğin simyası ile hemhal olurken, modernleşme şiaronda enikonu kalıplara mengelenirken öte yanımızın harap, viran ve biçareliklerinin sürdürülmesine olan kör sebatın, sabıklığın yüzleri, önermeleri ve tedbirleriyle birlikte işte bu yaşamsal sürecin daimiliğinde hayata tutunulmaya çalışılmaktadır. çabalanmaktadır. çaba sarf etmesinden gayrısının namümkün bırakılmasının getirdiği hezimet ve bozgunların ikilemlerinde hanın o enge/li/beli bol yapısında bir aşağı bir yukarı ilerlemekteyiz. gündüz gece, bir an evvel bahis açılanların tezatlıklarının, keyfe keder algıların, hükümranlığın dayanılmaz hafifliğinin getirdiği gevşekliğin nelere nasıl kadir olduğu kısmının simgeleştirildiğini teyit eden bir ikilemler cümbüşündeyiz. biçimsizlik atbaşı giderken olan biten, vuku buldurulanların eğreltiliğinde müsammah gösterilmiş şeylerin nelerden mürekkep bir algı ile toplandığı denklenştirildiğini yineleten bir tasvir söz konusu edilebilir. kazın ayağı, işin doğrusu pek öyle olmasa da velev ki’lere sığınarak, el alarak, destek bularak kat edilenin ‘medeniyet’ olarak sıkış tıkış tanımlandırılanın basamaklarının değil toplumsal dönüşüm evresinin bir başka karaltılı dönemeci olduğu zihne mıhlanmaktadır zihne işlenmektedir. karaltıyı derinleştiren keşkelerin güne dahil edildiği acaba sokağından geçilmeden ikilemler meydanında çıkılamadığının örneklenebilirliği pekala dahil edilebilir.

denkleyiş, denk tutuş önceliği olan sorunların kendileri için değil kurmacanın “karanlık” o dehlizlerinden çıkanlara sapıldıkça meramın kendisinde hakikati gözlemleyebilmek ancak böylesi bir uğraşı neticesinde söz konusu edilebilecektir. yergilerin otomatikman yargılara dönüştürülmesinin, bunun teşviğinin “muhteşen sultan süleyman” hassasiyeti ile gündem donatılmışken, millet vekili dokunulmazlıklarının araya kaynak edilmesinin, bahsinin açılıp apartopar meclis çatısı altında seslendirilmesinin, koca bir ilçe fişlenmekle imtihana tutulmuşken şehr-istanbul sınırlarında da bir başsavcının adliye muhabiri gazetecileri fişleme, mimleme çalışması ve daha fazlasının, akibetleri konusunda en ufak bir çabanın dahi gösterilmediği alenen açık edilen “açlık grevinden” çıkmış  siyasi tutsakların son durumlarının nice olduğuna, emekçilerin malum ekonomik krizin teğet geçmesi hasebiyle çatkapı işssiz, dımdızlak ortada bırakılmalarının, her canlı bir gün kck’li olacak, o yaftayı yiyecek ve bu propaganda çalışmasında malzeme edilecek, harca eklemlenecek olduğunu yineleyen operasyon temelli sindirmelerin gösteregeldiği denklik neticede burasıdır. böylesidir. denkleştirmeye namzet yahut teşne olduğumuz yegane şey otokrasinin, ikilemlerle yüz göz olarak bu karanlık güncelliği içinden çıkılamaz belletmeye çalışmasıdır.

olumsuzluk bir şaidan çok gerçekliğin tâ kendisini tanımlandırırken sürünün, bu yığın veya öbeğin ayrışmaz bir parçası olan ermeni’ye sövmenin açık adresleri yayınlayarak gerçekleştirilmesi son kertede sadece buna teşebbüs bile bu dengelerin karman çorman edildiği, ayrıştırıcılığı defaatle bir kez daha önümüze sermektedir. ne de olsa duyulmamış bir şey değildir x, y, z’ye sövülmesi. onlara patır patır saydırılması. ancak bu kadar alenen birilerinin öz yurtlarında daha da korunaksız bir başlarına terk-i diyar eylenmesinin örneği ve duyumsatılması son tahlile gereksinim olmaksızın körlemesine hiddetle bu ikilemler mabadında sözüm lime lime edilmesini aklın nadasa çekilmesini yüzleşmenin teferruat zannedilmesi vb. kolaylamaktadır. tüm bu teferruat olarak bellenmiş gündelik rutinin ayrışmaz hamleleri birbiri ardına sıralanırken üç yüz bir denen kaotik meselin yapısını tescilleyen, hrant ahpariğin katlinin yolunu ve zeminini temellendiren, olurunu verdiren mahkeme üyelerinin kamu denetçiliği ile taltif edilmeleri çıkagelir. buyrun bir de buradan yakın diye sanki onca şey kolayca hazmedilebilmiş gibi alelade iki satırla geçiştirilir. hrant dink’in adı sanı belli oluşumca hedef gösterilip, tetikçilere takdim edilmesinin ne hesabının ne kitabının ve neticesinin sorgusu bile yapılmazken, ermeni’yi hizaya çekme konusunda yarışan yetkililerin müşteşar vali vekil şimdi de kamu denetçisi olabilmeleri, bu terfileri alabilmeleri halen ötekisinin varlığına karşı aşılmaz duvarları, kırmızı çizgileri koruyanların nasıl kollandıklarını bir kere daha acı bir tecrübe haline evirir. yas hep bu yana mı denk düşer.

hazin olan hep aynı kör noktadan tekabül edecek yine yeni yeniden kanırtılacak bir vakıanın yaratılması mıdır? bu kadar hengamenin içerisinde böylesi bir görünümün kendisi midir ağza sakız bellenen yüzleşme nam, kucaklaşma öz, hellaleşme şiarınının ta kendisi diyerekten muktedirce sündürülüp durulan. darbeleri araştırma komisyonu dahilinde handiyse sonuç olarak tek elle tutulur kısım olan gerçekleri araştırma komisyonu tavsiyesinin, hile ve desisenin, şamarların birininin inip ötekisinin rotasına eklendiği bu dövlet düzeninde hakkaniyetin elzemliğini, bir kere daha ortaya çıkartmaktadır. aşina olunan bilindik tevatürlerin olay ve olguların bir tekrar ve ucu açık seslendirilmesine karşın devran dönse de yaraların kapanmadığının farkına varabilmek ezcümle bir aradalığın hangi fakat, ama gibi bağlaçlarla eğrelti konumlandırıldığını mütemadiyen haykırmaktadır. azıcık can kulağıyla olan biteni işitebiliyor musunuz? eskaza gidişatın ötesinde berisinde cereyan edenlerin hepimizin geleceğinin istimlağı olduğunun farkındalılığı kısmına erebiliyor musunuz?

dört yüz bir haftadır seslerini duyurmaya çalışan cumartesi annelerini, sene-i devriyesine ramak kalan roboski kıyamından arta kalanların adalet seslenişlerini her koşul ve şart dahilinde hep o ötekisi olduklarının kafalarına kakılmaya devam edildiği tutsak yakınlarının duyulmaz sanılan çığlıklarını, biteviye adına sol denilen ama paramparça edilmiş, noktadan virgülden ayrışılmasına içlenilen bir başka ülke tahayyülcüleri ve daha pek çoklarının soldan azade insanlık namına olan seslenişlerini işitiyor musunuz? fabrika kapıları, torna tezgahları, atölye ve imalathanelerin önlerinde bekleşeduran, gelecek kaygılarından çoktan kendilerini azade eden, taşın altına ellerini değil sadece yüreklerini de koyanları fark edebiliyor musunuz? entelektüel bir sıra savma, baştan savma bir kaç tümce, güzel alıntılarla donanmış hayal imgelerinin nazarındaki, toz pembe güllük gülistanlık anlatılan diyarın burası olmadığı bunca belirginken kafayı kuma gömmenin herhangi bir olumlamaya yol açmayacağını şimdi fark edebiliyor musunuz? hep yarıda kalan cümleler devrikliği yoksunluktan bunca çokça kervana eklenip yükünüz bunlar seslendirilmesi ile oluşturulan güncellikte ikili oyunların, ikilemlerin, danışıklı dövüşlerin mahrumiyetten başka, hakkaniyeti engelleyici, vicdanı safın dışı adaleti toptan yıkıma terk eyleyen ve o gelecek beklentisinin sıfıra sabitlendiği bir cenahın bunca kör sabitlik ve sınanış sizleri düşündürmez mi? düşündürmüyor mu!…

>>>>>Bildirgeç

Herşey Yalan Gerçek Sensin – Kemal BOZKURT – Kemal BOZKURT Blog

Sayın Başbakanım duydum ki haklı olarak söylenmişsiniz Muhteşem Yüzyıl adlı zavallı, iğrenç ve tarihimizi çarpıtan diziye…
Bense tahmin ederek bunu söyleyebileceğinizi birgün (gazete olarak değil, gün olarak bir gün sayın Başbakanım) bile seyretmedim bu hain diziyi. Ancak söylemeliyim bir kaç defa bakkalda, markette alışveriş yaparken gözümün takılmışlığı da vardır.
Ne o öyle… Tip tip haller, atlastan çarşaflar, ipekten giysiler…
Bu göz takılmalarının dışında yoktur başkaca maruzatım sayın Başbakanım…
Ama sizi bir konuda daha uyarmalıyım…
Game of Thrones diye bir dizi var, o daha da berbat. Orada da krallar ve akrabaları birbirini kesiyor, sevişiyor felan filan…
Bu dizide de aslında Muhteşem Yüzyıl’a bir gönderme var alttan alta sayın Başbakanım. Gizliden gizliye beynimiz yıkıyorlar sanırsam. Reklamların ve dizilerin arasına bir kare de olsa mesaj atarlar ya, sübliminal yapıyorlar işte bence Sayın Başbakanım.
Bunu da Sayın Obama ile görüşmekte fayda var diye haddime düşmese de söylemek boynumun borcudur sayın Başbakanım…
Unutmadan söylemeliyim; hele bir cüce var ki Türk kızı olan Sibel Kekilli ile sevgili. Her ne kadar orada bir İngiliz’i oynasa da biz gerçeği biliyoruz sayın Başbakanım…
Dizide bile olsa bir Türk, Türk kalmalıdır öyle değil mi sayın Başbakanım?
Aynı Özgül Kavruk’un yaptığı gibi. Kendisine örnek Türk kızı oyuncusu madalyası verilse yeridir sayın Başbakanım.
buraya tıklayarak habere ulaşabilirsiniz sayın Başbakanım

Ah…! Bir de Spartaküs var ki…
Onu hiç söylemeyeyim sayın Başbakanım.
Daha ilk sezonda başroldeki kahraman kansere yakalanıp ölmesin mi… Allahın sopası yok işte sayın Başbakanım.
Ama gelin görün ki bu Hollywood yine bir aktör çıkarmış, o da pek bir yakışıklı mı yakışıklı…
Bize demek istiyorlar ki, “İsyancılar böyle böyle hoş güzel insanlardır…”
Spartaküs’den gözümüzü çevirsek Crixus’a yakalanıyoruz bu sefer de, o da ondan yakışıklı…
Bu şekilde bilinçaltımıza şettiriyorlar sayın Başbakanım
Bu arada; bunlar senaryo felan filan diye ortalıkta konuşup duruyorlar ya sayın Başbakanım.
Sanki senaryoyu kafadan atıyorlar.
Kanuni gerçekte var mıydı, vardı…
Efendim İbrahim paşa var mıydı? Vardı. Valide sultan, oğlu Mustafa…
E hepsi var, neresi bunun kurmaca?
Herşey gerçekken yaşadıkları mı kurmacaymış? Pehh… Kim inanır buna sayın Başbakanım, Kadir İnanır mı?
İşte bunlar iç mihrak, Spartaküs falan da dış mihrak oluyor sayın Başbakanım.

Bu arada Roboski adlı bir dizi daha var sayın Başbakanım
Yayına girmeden kaldırılan hani…
Onu da bir söyleseniz ya bizim ecdadımız böyle şeyler yapmaz diye…
Ama bi dakka özür dilerim sizin tutumunuz daha doğru bu konuda. Yok saymak en iyisi. Ciddiye alıp konuşunca herkesler sorar sonra ardını alamazsınız mazallah. Yok Ostim’di yok Davutpaşa’ydı, İkitelli’ydi, iş cinayetleri pardon cinayet mi dedim ben… İş kazalarını da sorarlar, Uğur, Ceylan derken hangi birine cevap vereceksiniz? Sizin de bir canınız var nihayetinde…
Her ne kadar Kemal diye bir arkadaşım söylemiş olsa da, “Yok saymak aslında var’dan gelirmiş” diye… Çünkü insan var olmayanı yok sayamazmış falan falan… Laf-ı güzaf işte…
Aklımdayken, Suriye dizisi nasıl Başbakanım?
Umarım tutar ve reytingleri iyi gidiyordur inşallah…Kimbilir bu diziyle birlikte ecdadımızın 1915’lerde neler neler yaptığını anlatabiliriz Suriye yollarında sayın Başbakanım.
Buradaki Kürtlerle aramız hafif limoni ya, belki Suriye’dekilerle iyileştirip aramızı onları çatlatabiliriz de…Emin olamasam da ne kaybederiz ki sayın Başbakanım? Bundan daha kötü olacak değil ya.
Unutmadan söyleyeyim, Cumartesi anneleri diye bir dizi daha var. 3-4 sene önce Lost dizisiyle iyice pekiştirilerek temelleri atılmış olan. Hani Lost kayıp demek ya, o kayıp Cumartesi annelerinin gözaltında kayıplarına göndermede bulunuyor olabilir sayın Başbakanım. Bunu da not etmekte fayda var diye düşündüm ne dersiniz sayın Başbakanım?

Bizi sorarsanız hamdolsun iyiyiz sayın Başbakanım
Bugün çocuğumla, Serin’le elele tutuşup güzel bir Pazar gezmesi yaptık. Kah oturduk kah kalktık. Afedersiniz arada bir mutlu falan da olduk boş bulunarak. Eve dönerken de sürpriz yumurta aldım ancak o çukulatasını yemedi ve bana verdi, affınıza sığınarak söylüyorum ben de yemiş bulundum…

Neyse lafı çok uzattım Sayın Başbakanım.
Belki de bir dizi bakanlığı bile kurulabilir. Hatta bu dizi bakanlığı tiyatro ve bilimum sanatlara da pekala bakabilir sayın Başbakanım.
Böyleyken böyle sayın Başbakanım.
Herşey yalan gerçek sensin sayın Başbakanım.
Gelirse dert senden gelsin sayın Başbakanım.

Saygılar hürmetler…

İlerde Vandetta konusuna el atacağım. Bilemiyorum belki de atamayadabilirim…Türk müydü değil miydi?
Sizi o güne kadar bekletmemek ve içiniz rahatlasın diye söylüyorum kendisi Türk…
Ve tabii ki Turgut Özal ile hayatımıza giren ‘beğenmeyen kanalın düğmesini çevirsin’ adlı liberal teze n’oldu? Özal’ın yolundan sapma var mı yok mu?
Buna da şimdiden cevap vereyim sayın Başbakanım, Yok…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Bir işaretleyici, yaşadığımız anların dahilinde neler başımıza geldiğini gözlemleyebilmek için kelamlar sığınılasıdır. İşinin ehli kelamlar. Böylesi bir dönemeçte Kemal BOZKURT gibi isimlerin çabalarıyla ortaya koydukları metinler, daraltmaların at başı gittiği bir coğrafyada belirli başlı konularda fikri takibi mümkün kılacaktır. Mümkünatlar dahiline ekleyecektir. Başvezir’e hitaben kaleme alınmış metnindeki gibi didaktik söylemlerden uzak, hasmanelikten ırak söylenişlere ne çok sahip çıkmamız gerektiği bir kere daha hatırlatılıyor. Dedik ya kelam bir bağnazlık için değil anlamak içinse türlü yollar gösteriyor. Sayın Kemal BOZKURT’un anlayışlarına sığınarak bu metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Çağrı: Pınar Selek’e Tanığız, Pınar Selek’le Dayanışıyoruz!
Aşağıdan: Kognitif Mecra – Sayı: 1
Her Şey Yalan Gerçek Sensin – Kemal BOZKURT – KB’s Blog
“Hem Kayıpların Hem Faillerin Peşindeyiz” – Gündem ELÇİ – Bianet
‘Berfo Ana Komada, Oğlunun Kemikleri Bulunmadan Gömülmek İstemiyor’ – Demokrat Haber
Dünya Adalet Projesi: ‘Türkiye Temel Hakları Korumada Geride’ – Amerika’nın Sesi
Karayılan: ‘Türkiye, Silahları Bırakalım, Sorunu Diyalogla Çözelim Derse, Biz De ‘Hay Hay’ Deriz’ – İMC
Kürtler ‘Doğal’ Olmayan Haklarını İstiyor – Nuray MERT – Emek Dünyası
Kürkçü: Roboski’yi Örtbas Ediyorlar Çünkü Failler Üst Düzeyde! – Ali Barış KURT – ANF
Kışanak: Uludere’nin Siyasi Sorumlularının Dokunulmazlığını Hemen Kaldıralım – Birgün
Erdoğan’ın At-Avrat-Silah Üçlemesi ya da Sansür Skalası – Bekir AVCI – Demokrat Haber
Çatışmada Yaralanan Binbaşıya Ödenen Tazminat, Çatışmada Ölen PKK’lilerin Ailelerinden İsteniyor – İMC
Örtüsüz ve Kirli – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Özgürlük – Gündüz VASSAF – Radikal
Batan Gemi Orkestrası – Bülent USTA – Birgün
Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık: Metin Göktepe Cinayeti – Meryem GÖKTEPE – BiaMag
Devletin Sevgili Hizmetkârları – Roni MARGULIES – Taraf – İlke Haber
Ombudsmanlığın Yolu Hrant’tan Geçmiş – Sendika.org
Dink’i Mahkum Eden Bir Hâkim Daha Denetçi – Yurt
Başdenetçi Kamuoyunu Yanıltıyor – Fethiye ÇETİN – Bianet
Bir ‘Rutin İşlem’: Hrant Dink – Demiray ORAL – Taraf
“Örgüt De,Delil De Var’ Dedi Ama Görevden Alındı – TimeTürk
Bir Hukuk Garabetinin Öyküsü: A’dan Z’ye Pınar Selek Davası – Akın ATALAY – T24
Pınar Selek: Ya Hrant Dink Gibi Öleceksin Ya Müebbet Yiyeceksin – Agos
Ali Akel: Türk ve Kürt İslamcıların Yolları Ayrılıyor! – Hür Bakış
12 Eylül Generalleri Emlak Zengini – Adil Medya
Kürtçe Şarkı Davasında ‘Onama’ – Mesut Hasan BENLİ – Radikal
Dikili’nin Castro’su Başkanlıktan Düşürüldü – Evrensel
Neden Hep Kürtler Yargılanır? – Muzaffer AYATA – Özgür Gündem
T. Akyol: Herhangi Bir Avrupa Ülkesinde BDP Kapatılırdı – İlke Haber
“Vekillere Dokunmayın” – Nilay VARDAR – Bianet
Zaten Dokunmuyor Muydunuz? – Şeyhmus DİKEN – Yüksekova Haber
Atamız Vardı, Bir De Babamız Oldu – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Muhteşem Korku – Ebedi Okur – Takvimi Enayi
Erdoğan’ın Kanunu, Kanunî’si… – Zeynep ARIKANLI – Haber Fabrikası
Tarihin Ağır Kapağı: Ecdadın Ezdiği Yurttaşlık – Ali TOPUZ – Utay
AKP Hanlığının Gerileme Dönemi Başlamıştır! – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Yumurtasız Omlet – Aydın ENGİN – T24
Tutuklu Öğrenciler Forumu Yapıldı – Muhalefet
“Satanistler İmam Hatiplerde Yetişmedi” – Rusya’nın Sesi
“Yüz Kızartıcı Bir Suç İşleyen Devlet Yıllarca Bizlerle Alay Etmiş” Taner AKÇAM – Yalçın ERGÜNDOĞAN – Sesonline / Azad Alik
2012 Beynannamesi – İstanbul Ermeni Vakıfları
“Ulus” İnşaasının İlk Enkazı: Ermeni Meselesi – İsmail Güney YILMAZ – Sendika.org
Gülbey’in Merakını Giderelim – Vartan ESTUKYAN – Agos
Ermeni Halkı Yalnız Değildir – Dur De!
Aleviliği İnkar Etmenin Vazgeçilmez Çekiciliği! – A. GALİP – Özgür Gündem
Alevilere Müdahale Sürüyor – Ergin DOĞRU – Yeni Özgür Politika
Kürt Halkı Açlığı Değil Özgürlüğü Hak Ediyor! – Gerçek: Devrimci İşçi Gazetesi
Mecliste Yeni Bir “Darbe” Hazırlığı – Aziz ÇELİK – Birgün
AKP Grev Yasağını Genişletmeye Hazırlanıyor – Muhalefet
Darkmen Tekstil İşçilerine Polis Saldırısı – Sol Defter
12/12/12 – International Day Of Action In Solidarity with DHL Turkey Workers – ITF Global
Birlikte Direnirsek Zafere Ulaşırız – Evrensel
İlginç Benzerlikler – Bahadır ALTAN – Sol Defter
Nor Zartonk Ermeni Toplumunu Yeniden Üretime Geçirecek – Sevdiye ERGÜRBÜZ – DİHA – Nor Zartonk
Ermeni Sırma Nine – Cansu BOZKURT – Solukbeniz
Bütçenin Zigon Sehpa Üzerindeki Dengesi… – Zeynel Abidin KAPLAN – Sendika.org
Patriot Gerilimi Derinleşip Yayılacak – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Benlisoy: AKP Kürt-Arap Gerilimi Yaratmak İstiyor – Ruken ADALI – ANF
Bradley Manning: A Tale Of Liberty Lost In America – Glenn GREENWALD – The Guardian
“Boycotting Israel Works,” Says Rachel Corrie’s Dad – Joe CATRON – Electronic Intifada
Felsefe Hocasına Dersinden Dolayı Soruşturma – Demokrat Haber
Dokunulmazlık – Ahmet ALTAN – Taraf
Özde Faşizmin 14 Temel Özelliği – Lawrence BRITT – Bianet
PKK Sosyalizm Mücadelesini Yükseltmeye Çağırdı – ANF
PKK Çawa Bû Gel? – Ikram BALEKANÎ – Ajans Amed
“Kürt Sorunu”: Marx-Engels ve Taner Timur – Özcan EVRENSEL – Sendika.org
“PKK Sendromu” veya “Kürdistan Sendromu” – Deniz TEKİN – DİHA – Korsan Dergi
Kürt Sorununda Tarihten Ders Çıkartmak – I – Gençay GÜRSOY – Özgür Gündem
Sınıf Mücadelesi, Komünist Bir Ufkun Kurulması ve Bunu Zorlaştıran Bazı Şeyler – Ibrahim Q. – Servet Düşmanı
Darbeyle Hesaplaşmada Arjantin-Türkiye Farkı – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Anthology For Change: Howard Zinn’s Impassioned Progressive Speeches Span Four Decades By Mark KARLIN – Truthout
Tunus’da Sular Durulmuyor, Çatışmalar Üçüncü Gününde – Korsan Dergi
Wikileaks’ Julian Assange: Full Interview via BBC News
Mehmet Ali Birand: “Gazeteci” Neyle Yaşar? – Sarphan UZUNOĞLU – Yurt
Yurttaş Gazeteciliği – Nihan BORA – Prezi
Gazeteciliğin İntiharı ve Birgün – Koray ÇALIŞKAN – Radikal
Banttan Nem Kapmak – Onat ÇETİN – Radikal Blog
Nefretin Ucu Dine De Dokununca… – Baskın ORAN – Agos / T24
Vasatın Yükselişi, Yeteneğin Çöküşü… – Zülâl KALKANDELEN – Dünyalı Yazılar / Cumhuriyet Pazar Dergi
Totaliter Rejimlerin Bedene Fazlaca İlgisi – Ahmet TULGAR – Evrensel
Tanrının Üvey Evlatları – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Dışlanacağımı Biliyordum! – Ece Ayhan -1992 – Evvel Dergi
İklim Değişiyor, Türkiye Değişmiyor – Aşağıdan
Yaratıcı Yıkım – Mert İLKUTLUĞ – Resimaltı
Aklın Durduğu An ve Piranalar – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Geleceğin Zamanı Geldi – Sezin ÖNEY – Taraf
Hoşgeldin Bajar – Uğur BİRYOL – BiaMag

Andy Stott Official via Modern Love
Andy Stott – Luxury Problems Album Critic By Reed Scott REID via Tiny Mix Tapes
Andy Stott -Live From Moogfest 2012 via CastRoller
Björk Official
Björk – Bastards [Biophilia Remixes] By otomo72 via Revolution Blues
Takı Merasiminin Ardından Björk – Derya BENGİ – Radikal Kritik
Hauschka Official
Hauschka – Salon Des Amateurs Remix EPs 1 & 2 Review By Taylor FIFE via XLR8R
Jóhannsson + O’halloran + Hauschka @ Salon – Yiğit A. – 13Melek
The Fear Ratio / Mark Broom Official
The Fear Ratio @ Player’s Club, Solar Weekend Interview via EQTV.DJ
The Fear Ratio EPM Music Podcast #35 via EPM Music
NHK’Koyxeи Official
NHK’Koyxeи – Dance Classics Vol. II Official Informative via PAN
NHK’Koyxeи – PAN Polymath NHK’Koyxeи Sets His Sights On The Club On Dance Classic’101′ via Fact Magazine

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
The Secret Garden By Flumpster via Flickr

>>>>>Poemé
Sevgilimin Türküsü – Mehmet YAŞIN

Sevgilimin türküsüydü deniz
mavi sesine demir attı savaş
sevgilim,
ölü asker.

Sevgilimin türküsüydü buğday
altın bakışlarına kelepçe vurdu savaş
sevgilim,
ölü asker.

Sevgilimin türküsüydü barış
beyaz gülüşünü ikiye böldü savaş
sevgilim ölü asker.

Duyuyorum sevgilimi
türkü söylüyor ölü asker,
evimizin kapısını çalıyor mavi türküler.
Duyuyorum,
barış için en güzel türküleri söyler
savaşta ölenler

Kaynakça: Şiir, Sanat, Edebiyat

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)

Deuss Ex Machina # 423 – sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_423_–_sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!

29 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
a1-Ricardo Donoso – Equivalence Of The Thirteen (Digitalis Recordings)
a2-Ricardo Donoso – Renunciation (Digitalis Recordings)
b1-Discoverer – Personal Clone (Digitalis Recordings)
b2-Discoverer – Memories (Digitalis Recordings)
c1-Maria Minerva – Heart Like A Microphone (Not Not Fun Records)
c2-Maria Minerva – Never Give Up (Not Not Fun Records)
d1-Kim Ki O – Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Ha… (Enfant Terrible)
d2-Kim Ki O – Zorla, Zorlar (Enfant Terrible)
e1-Odesza – Today (Self Released)
e2-Odesza – I Play You Listen (Self Released)

sese ehemmiyet göstermeyen kopan çığlığı kuru gürültü sanır!
(423)

latif bir şeymiş gibi durmaksızın dile pelesenk edilerek güne dahil edilen bir iki de değil azalacağına çoğalan, çoğaltıldıkça yekpareleşen algının tam karşılığına denk düşürülebilecek bir tahayyül vesikasını tanımını meydana çıkartan tasvir odağı olarak değerlendirilebilecek kestirmeden bağlaçlardan birisidir: şov yapıyorlar. dur durak bilmeden laflara devam edildikçe, her duruma uygun bir kulp olarak takılabileceğine biat kanıksatıldıkça değme mizansenlerin değil süslenip, püslendikçe, ambalajı açılınca ortaya dökülecek rezaletlerin kamufle edilmesinin önünü alabilmek için sıklıkla başvurulagelen bir tanımlama şov yapıyorlar. her durumda onun bunun v şunun sorunlarına kulak kabartıyoruz biz yahu diye dillendirilirken erkçe, payandalarınca aslında sese ehemmiyet göstermeyenlerin, seslenişlere önem vermeyenlerin kopan çığlıkları kuru gürültü sanmaları üzerinden kısaca değinebileceğimiz bir özetleyiş hali dahilinde sürümcemesiz, sekmesiz kullanageldikleri bir tanımlandırıcı şov yapıyorlar. kendilerine göre işin doğrusunun neden mürekkep olup neleri kapsadığını onun ötesindeki tanımlandırma, dillendirme çabalarının topyekün bir kırmızı çizgi ihlali, kutsala hakaret olarak değerlendirildiği ahir zamanın içerisinde şov yapıyorlar kendi sığınaklı, korunaklılık hallerinin devamlılığında neleri kapsam dışında tutmaya devam ettiklerini istemeye istemeye gösteren bir veçhenin kendisidir. bizahati oldur.

kolay lokma görülerek dokuz sütuna manşetlenen, linç mangalarına ne haliniz varsa görün ama işin içerisinde bizim olduğumuzu çaktırmayın yollu göndermelerin, hedeflemelerin, söze söz katmaların yanı başında durmadan zihne takılan bu ülke bu kadar mıydı, bu ülke bu kadar sığı yaşayan bir mabad mıydı kısmının tamamlayıcısı olan bir edim haline indirgenebilecek bir terimdir: şov yapıyorlar. kast edilen, tapelerde, yazışmalarda, binbir hokkabazlıkla ortalık yerde sergilenen bunlar, şunlar suçlu, bi’tabii ki öyle olduklarından bunu v şunu yapmaya çekinmiyorlar. ama yemedik, böldürmeyeceğiz, kafamızı kırsalar da dinlemeyeceğiz, insanı yaradandan ötürü sevsek de bu zevzekleri sevmeyeceğizleri bir arada gösteren, tekmili birden ortaya koyan acınası bir vesikanın okunabilirliğinin ta kendisidir o şov yapıyorlar seslenişi. nasıl, neden sorgularını çoktandır kenara atmış bulunanların dillendirip, sunageldikleri alışılageldikleri yeniden ağız, burun, kulak tıkayarak, istiflemelerinin başkaca bir okuması söz konusu edilebilir midir?  kabadayılıklarının altında peyperdey linçci güruhların işlerinin kolaylayacaklarına emin olup, yol almalarının bunda pay sahipliliğini sakınmadan bir kere etrafınıza, çevrenize, çerçevenin kenarına baktığınızda hayatın hiç de atfedildiği kadar toz pembe olmadığının özetlenişi karşınıza çıkacaktır.

birbirlerine karşı demediklerini bırakmayanların, iş ötekisi olunca nasıl da el birliğiyle danaya girer gibi ortaklığa giriştiklerini, varsıllıklarını, hükümranlıklarını bu kemikleşmiş faşist tutum ile beraber ne var canım şov yapıyor hep aynı şeyi söyleyip duruyorlar manzumesinin altında koskocaman bir insanlığın katlinin söz konusu edilebilirliğinden bu kadar ırak durulması başkaca nasıl izah edilebilir ki? değinileri, atfedişleri, insanların tam da gırtlaklarına kadar tepelemesine zorlanmalarının, şartların hep alehyte kullanılmasının neticesinde nefes alacak bir alanın bile bırakılmadığı bu cenahta, gaz bombaları, biber gazları, ağır hakaretler, sinei coplar yetmez o kadarı falakalar, kameraların ışıkları kapansın bakalım el mi yaman bey mi yamanlar, az bile etmişizler, oh olsunlar, dibi kuruyasıcalar, kökleri kurutulasıcalar gibi nedamet getirip kim olduklarını açıklık boyutunda çekincesizce sergileyenlerin bir aradalığının nasıl da yatsıya kadar yanmayan mum kadar olduğunu bir kere daha kanıtlamaktadır. yalancıların mumu gözlerimizin önünde sönmekte bir kere daha! erk, payandalarının hep beraber kotardıkları ileri demokrasi şablonu içerisinde izleri silinenlerden sonra bir izleri silinecek daha bulunasıya kadar önümüze çıkartılan vesika, asacağız, keseceğiz kanımız ile boğacağız, öcümüzü alma, hıncımızı çıkartma şansımızı bu sefer kullanacağız yollu değinilerin kendisi “şov yapıyorlar” kısmının kimlerin elinde ne olduğunu, nasıl okunabileceğini bir kere daha zihine kazımaktadır.

gösterilip, sunumlandırılan ana akım haber bültenlerinden, boyalı basınına kadar mizansen değil hakikat diye tasvirine girişilen yegane şey anlaşılmazlıklarla donatıldıkça olmayan sorunların, varlığı bir türlü tespit edilemeyen atfedilemeyen kimliklerin, dillerin vesair pek çok şeyin karşısında devletin algısının, kırmızı çizgisinin yeniden tadiline girişilmesi, dönüştürülmesi karşımıza çıkmaktadır. ne de olsa beyimiz, başvezirimiz diline şeref yoksunluğunu ifade etmek için bir kıvılcım aramasına gereksinim duymaması günümüzün şartlanmışlıklarındandır. elzem olanın sahne düzeninde yazı akardan geçirilecek bir başka ötekisine laf yetiştirmektir… her taşın altında bir örgüt, her taşın yanında bir öldürülesi, yok edilesi varlığın hayattaki yerlerinin de büyük biraderce bir kere daha gözden geçirilerek, nefes bile alınamayan o tipleri bozuk cezaevlerinden birisinden birisine tıkılmalıdır. layığı budur. gün doğmadan operasyonlarla, gün doğup güneş yükselirken bir yerlerden artık yeter artık ~ edi bese diye ses edenlerin derdest edilmeleri için her türlü önyargının devreye dahil edilerek sergilendiği linçlere, gün geceye kavuşurken ister sanalı, ister ekranı isterse sokağı olsun cık cık cıklarla bunlar hala aramızdalar, yedirmeyiz, böldürmeyiz, geçindirmeyiz atfedişlerine varasıya kadar kör bir hiddetin zincirleme tekrarlarına varasıya bir gerçeklik hayatlarımıza lehimletilir. budur gerçekliğiniz diye işittirilir.

durmak yok yola devamdır haddizatında gerekli olan, yemek yiyip durmaktan ömrü hayatlarını tehlike sınırının çoktan ötesine taşıdıklarının farkına bile varamayanların seslenişlerinden! hayata tutunuşlarından tek anlamamız gereken budur. varsay yoksa tıkınmak!. bunu kendilerine dert edinerek daha önce neler olduğunu enikonu bilenler, balık hafızasına teslim olmayanlar için vebalin büyüklüğü seslendirilmek istendiğinde ekmeğimize ortak olmak isteyen hainler, bölücüler sayıklamaları, bir dolu ağız kalabalığı küflü küfürler v daha nicesi. gelip vardığımız noktanın bunca hezeyan dolu, nereye baksan kapkara olmasının yanında neden sorgusuna girişilmeksizin, niçin böyle şeyler oluyor kısmı es geçilerek şov yapıyorlar bahsi açılıp durulurken insanlık ne yana düşmektedir? insanlıktan geriye zerre kalmış mıdır? kalabilmiş midir? bir oyunun, mizansenin içerisinde değiliz ki durup da orasını, kesip burasını biçip düzeltebilelim kanıksanıp duruldukça çehresi, kapsayışı bunca geliştirilen bu gayya kuyusu halini. ölümleri, direnmeyi, hayatın her ne olduğunu ifade etmeyi, ana dili, varlığı, sözcükleri, sana benzemeyeni, senin gibi olmayanı, biat etmeyip kendi yolunda gidenleri, ekmeğini taştan çıkartsa da bunu ikide bir kafasına kakılacağını bilse de bu topraklarda yaşama v yaşatma arzusunu dillendirenleri yıkarak, yıkayarak biber’den başlayıp ne idüğü hemen hemen bilinmeyen kimyasallarla ehlilleştirmeye yola çekmeye gayret ederek nereye ulaşılacaktır?

nereye ulaşılabilmiştir ki bundan sonrası daha ehven olarak tanımlandırılabilsin. her defasında kelamın insanlık ile buluşturulmasına bunca mani olunan, engel çıkartılan, o demokratik cennet vaadinin kurtlanmışlığı karşısında insanım diyenlerin söyleyecek sözleri tükenince durumumuz, halımız ne olacaktır? nereye varacaktır!. şov yapıyorlar argümanının etrafında, en üstünden neredeyse düz ayak mavili inş mangası üyesine kadar herkesin ağız birliği etmişçesine söylediği yetmiş milyon sizi izleyecek, haksızlığınızı görecek şarlamasının, hiddeti makulleştirme çabasının yanı başında soralım bir kere daha. dört yanı uçurum olan bir yer ne kadar yaşanılır kıldırılabilir ki? nereye kadar ehven olarak tanımlandırılıp bunca aymazlığın üzeri kapatılabilir ki? halen bu yapılabilir ki. birbirimizin yaralarına merhem olmak bir yana insafsızca birbirimizi yermeye, sonumuzu mümkün olan en yakın süreye indirgemeye ant içmiş muktedirliğin daraltımlarının ötesine varma çabasına, ortak izana daha kaç vardır? kaç aşılması gereken etap yıpranıp sinire kesilmeden söze sahip çıkmak nerede mümkün olacaktır. bu mendeburluk vesikalarının toplu geçişinden sonra kardeşliğin masal olmadığının ispatı söz konusu edilebilektir bu sathı mahalde. büyük sözlerin gümbürtüsünde inceden çığlıklar kopup duruyor, aksaray’da, bursa’da, malatya’da, dersim’de, amed’de, colemerg’de roboski’de adını sanını bile duymadığınız/mız yerlerde.

her büyük sözün, laf ebeliğinin yanında bir gümbürtüdür gidiyor insanlığın lincinden önce inilecek bir durak aranıyor! var mıyız, yok muyuz sorgusunda yaşar kemal’in dediği “batmış bu türkiye” çıkarsamasına da kulak kesilerek, önem atfederek öldürmeyen bir cenahın oldurulabilirliğine zihin patlatmadıkça, merak etmedikçe, bu hiddet sarmalında boğulacağız ötesi yok! farkına varır mısınız! bir dakikalığına. unutmayalım yaradandan ötürü sevildiğimiz dillendirilen o kardeşlik masalının, şov yapıyorlar zımbırtısının nasıl foyasının aktığını görmek için etrafınıza bir göz atın, fark edebileceksiniz!.. ikrar edilip, muhteviyata dahil edilen, sürekliliği biçimlendirmelerin, anlık algılamaların günün taşımış olduklarının hemen paralelinde derlenip toparlandığı, öyle tanımlandığı; detaylarınn önemsiz tespitlerin gereksiz itirazların istisnasız bizi mi sınıyorsunuzlara denk düşürüldüğü, eşik arkadaşı eylendiği bir şeylerin tersinde ilerletildiğimizin kesintisiz bir şekilde sunumlandırıldığı büyük sözler dünyasındayız. sofrasındayız. dile her dem pelesenk edilenlerin muğlak doğrulardan ibaret her dem bu toplum için en iyisi budur bakış açısı üstten iteklemesi, yandan topaçlanmasıyla bütünlüklü bir oyunda eksiksizliği hemen her gün meydana çıkan bir nesneler tümleticisi, olayların özetleyicisi haline dönüştürülen büyük sözler.

fecaat, felaket, fitne fücur ortak yapımında kapı baca v dört duvar menzilinden handiyse arşa yükseltilirken, gösterilirken halen ayaklarımızı yere sağlamca basıyoruzlarla, bize hiçbir şey olmazların yıkıntılarının öte yanında duyumsatılmaya devam edildiği büyük sözler. ya hizaya çekiliriz, ya pışpışlanırız. ya efendilik içindir ya da zıpçıktılık etmememiz adına bir uyarı!. ya vatan sevgisinin ölçü biriminin tam v eksiksiz sınayıcısı yahutta büyük ustanın bahsettiği hainlik edenlerin alınlarının karışlayıcısı. ya bu sürünün içerisinde fazla ses etmememiz gerektiğinin hatırlatıcısı, dokunan yanar tümcesinin doğrudan usa kazıtıcısı, belleticisi. öyle veya böyle o veya bu, bu iletişimsizlik hali üzerinden sağırın duymadıkça uyduruvermesi gibi ne eksik ne fazlasını bağşeden büyük sözlerdir bu meramın şimdiki durağı. günün getirdiklerinde dört bir yana akıl fikir, özgürlük, özgünlük, kadirşinaslık, hakkaniyet dersleri sunumları verilip durulurken buraların nasıl müdanasız bir hiddetle beraberce ayar üstüne ayarın bina edildiğinin vesikalayıcısı büyük sözler. her defasında elini korkak alıştırmadan bütün beklentileri, yan yolları ortaya çıkartacak tahayyülleri atılıp tutulan engin hoşgörünün dışarıda satılırken içeride son kerte dahilinde gereksiz bulunduğunu bizahati erkin, iktidarın lügatından gösteregelen, kanıtlayıcısı haline dönüşüveren büyük sözler.

büyük lokma ye ama büyük söz konuşma diye şıppadanak yurdun özlüsündeki konusu edilmiş gel gelelim hamuduyla her ikisinin de bir arada götürülebileceğine, aynı davada tekleştirilebileceğine kani olunmuş, buna inanılmış zorlukların üstesinden gelmeyi değil vahim olanın da “derin” bir karanlığın sürekliliğine alıştırılmaya çalışıldığımız bir mütehassıslık sahasındayız. denekliğimiz bugün önce o tukaka dediklerimize, yarın hepinize, her birinize denilerek bir anda yükseltilerek, asabiyetinden şaşmaz hiddetinin ayarsızlığından şüphe taşınılmaz muktedirlik makamının cümle ortaklığını büyük sözler tasvirinin dikenlerini irdeleyebilme olanağını sunmaktadır. bol bol harcananlar duruma uygun bir kumaş olarak değerlendirlip kesilip biçilen kah ileri demokrasi, kah fikir özgürlüğü kah ifade hürriyeti vb. nasıl da ustalıkla aynı bedbinliğin yollarında arşınlatıldığını örnekleyebilmek için fazla uzağa gerek yoktur. bir kaç günlük “neşriyattan”, o yekünden arta kalanlardan çıkartılabilir. bir daha olmasınların nasıl ikide bir karşımıza konumlandırıldığı yine yeniden irdelenebilir. bir daha olmasın diye didişiledurulanların mübalağasız şimdilerde yeniden tam v noksansız bir biçimde yeniden tanımlandırılmasını gözlemleyebilmek söz konusu edilebilir. hakikat bildirimini bir kenara terk edip muktedirleştikçe dün ki mazlumluklarını o kara toprağa verenlerin vicdandan, bunca tahrifattan sonra geriye kalabilenleri de linç ettirme çabalarının izleri sürülebilir.

ahvalin orta yerini biber gazı v tazyikli suyla donatıp, yükletip sırayı kollar asayişi sağlar görünürken, lacilerini giyenlerin alkış kıyametinde agorada avaz avaz bunlar bucu, bunlar öcü, bunlar gulyabani demeyi âdet edinenlerin seslendirişleri son kertede savunma hakkı bile tanımayan bir ileri demokrasi pratiği olarak hayata dahil edildiği   meydandadır. her bağrış çağrış, tatavla bir çığlığın önünü alabilmek, mani olmak adına bir gerekli araç olarak görülüp buna göre hareket edildikçe ana akım siyasetinin, düşünselliğinin, manşetlerinin, yazınsalının v enikonu çekip, sıkıştırılıp kırk karaktere kadar indirildiği öz tahlillere yol v zemin sağladığı ortada olandır. bunca yok bellenmişken sorun, önemsenmezken öteki denilenin tasavvuru, hala vurun abalıya trajedisi ikiletmeksizin sergilenmeye devam edilmesi menfurlukların henüz tükenmediği bir vesikayı tanımlandırmaktadır. görünür kıldırandır. linç etmeyi neredeyse ata sporumuz, geniş hoşgörümüzün bir tamamlayıcı öğe v unsuru olarak ele alıp, böyle belleyenlerin bursa’da eyledikleri neticesinde bir cana mal olan nümayişler! o vesikanın dahilindedir. nasıl taş atıyor ekmek verdiklerimiz, suyumuzu paylaştıklarımız kolaylamasının bir kere, iki kere değil daha binlerce kez sunulup takdim edilebilmesi için bir aymazlık düzeneği. faşist gündem.

tosunlar bizim çocuklar, barikat, korunaklı alanın dışındakiler içimizdeki hainler, ne idüğü belirsizi tanımlayacak olanlar metaforuna tutulup zamklandıkça sözün kendisine varmaya basbayağı uzun bir yolumuzun olduğu günyüzüne çıkmaktadır. dışarıdakiler tıkınıyor içeridekilerse ölümü bekliyorlar iş güzarlığını   da bu değinide bahsetmeden geçmeyelim. orucun mideyi boş tutmak için değil zihni toparlamak kendini bulmak olarak tanımlanageldiği bir toplamda içeriden tüm olumsuzluk, şiddet sarmalında 1-0 yenik sayılıp öyle ayrıştırlanların seslerini duyumsatabilmeleri, neyin ne olduğunu idrak etmek, ettirmek adına tercihlerini böylesine çapsızca alaşağı etmek, toplama kamplarında keyifleri yerindeyken! ızdırabı tercih ediyorlar algısını dillendirmeye teşebbüsler elli günü aşan bir sürenin ardından hala sorunun anlaşılmazlığa tahvil edildiğini yeniden duyumsatmaktadır. acının sonsuzluğu yükümüz. bezirganlığın oyunları sonsuz bir tahakküm çemberinde içten içe hepimizi çürüttüğünün özetleyicisidir. en aykırı şeyler seslendirilebilirdir gel gelelim bazı konular hala dokunulmaz tabu. o tabulara ilişmemek salık verilir bir kere daha. bildirgeler açıklamalar v değiniler salt insanı muhafaza edebilmek en asgarisinden o bağlam üzerinden bir arada kalabilmeyi simgeleştirme derdindeyken manifosto benzeri karşı atak v hücumlar, yığınlar halinde biz ne diyorsak onlarla bu gayya kuyusunda enikonu nefessiz, yalın ayak, başı kabak dımdızlak ortaya bırakıldığımızı netleştirmektedir.

hain arayışının, illa benzeş doğrultuda kelamlar eylemenin bugünkü yaşadığımız kara günlerin dahlinden çıkışı sağlamayacağıysa muhakkaktır. ellerini kanla buluşturanların ne cezaevlerindeki çığlıkları, ne dışarıda kalabilmişlerin ağıtlarını, balkon konuşmasında atfedilen yüzde ellinin dışındaki nüfusun sesleniş, tepkimelerini önemsemediği dahası yangına körükle gitmek şıkkını halen diri tuttuklarını belirtirsek bu memleketin haleti ruhiyesi daha net anlamlanacaktır. sağırlık basit bir türetme değildir!. bir sonuç hele bu tablonun tam karşısında ise hiç değildir. en kolay sorunlarda bile belirli bir  birlik dirlik aranırken halen bu toplumun yaftalananlarına, adlarına handiyse ciltler boyunca hakaretler ihtiva eden iddianameler, vurgulamalar, önyargıların beraberliği ile pekiştirilen aymazlık, umursamazlık insan ben hala diyenler için sınavların yeniden başladığını tam v noksansız olarak göstermektedir. büyük sözler sarf edilirken bu yandan o yana arada çarçur edilen, heder edilen, mundar edilip üzerinde tepinilen insanlıktır. çizginin ötesi berisi, şusu busu bir yana salt duyu, salt gerçeklik bu mevhumun okunabilirliğini kolaylaştıracaktır. devrilen her gün yıkılmış tabuları (öyle sanılanı) yeniden bina etmeye namzet teşebbüslerin varlığını gösterir. bunca yarıda konulmuş- bırakılmışlık dahilinde dün öyleydi, bugün farksız yarın benzeş savlamasının yekpareliği bunun muhafaza edilmesine gösterilen çabalanım son tahlilde aslen nereye doğru ilerlediğimizi, yahut tersini hiç de filozofik olmayan bir sonuçla buluşturmayı mümkün kılar. dallar kırıldıkça, ağaç kuruyup çürümeye terk edildikçe dışını pirupak eyleseniz kaç yazar ki içerisinde bunca acıyı beraberinde taşıdıktan, hepimize yük ettikten sonra. yapraklar döküldükçe meraklanmayınız yine çıkacaktır şartlanmışlığına mutlak teslimiyet diretildikçe o dökülen yaprakların birer ikişer canlar olduğuna kani olunmadıktan sonra neyi düzeltecek. düzü eğriyi noksansız hissettirecektir betimleyiş. an yığın halinde büsbütün karanlığı, gün ne kadar aydınlığı göstere gelse de az ötemizin ‘boran fırtınası’ olduğunu paylaşmaktadır. anlayabiliyor musunuz…

>>>>>Bildirgeç

İnsanlar ve Yabani Arılar – Mahmut ALINAK – Radikal 2*

“Devlet bizi darağaçlarında asarak değil F tipi mezarlıklarda çürüterek öldürüyor” diye yazıyor, Tekirdağ 1 nolu F tipi cezaevinde yatan ağırlaştırılmış müebbetlik mahpuslar.
Türkiye ’de idam cezası kalktı ama adı konulmamış ölüm cezaları daha da ince metotlarla devam ettiriliyor. Bunun nasıl yapıldığını gelin Tekirdağ 1 nolu F tipi Cezaevi’nde yatan ağırlaştırılmış müebbetliklerle düşünsel bir yolculuğa çıkarak görmeye çalışalım. Mahpusların Tekirdağ İnfaz Hâkimliği’ne yolladıkları 26 sahifelik dilekçeden işte bazı satırlar:
“Cezaevinde yatacağımız sürenin karşısında ölünceye kadar diye yazmaktadır. Yani, seni asmıyorum ama cezaevinde öldüreceğim… Abdullah Öcalan ’ın 40-50 yıl sonra çıkacağı korkusu yasaya damgasını vurmuş ve böylece siyasiler infaz dışı bırakılmıştı. Ziyaretçilerimiz de bizimle birlikte cezalandırılıyor. Anne ve babanla birlikte görüşemezsin, iki çocuğun varsa ikisini aynı anda kucaklayamazsın.
Kapatıldığımız hücrelerde iletişimsiz, üretimsiz, sosyal ilişkisiz, tecrit edilerek tek kişilik bir yaşam sürmekte. Tüm bunlara ilaveten adım atacak yeri olmayan, hareket edilemeyen, havasız, güneşsiz, nemli, daracık bir tabutluk, mezar. Yattığımız ranzanın kenarında 75 X 75 cm’lik plastik bir masa ve bir sandalye. Masa fazla yer kapladığı için hücrede yürüme zorluğu. Bu masaların daha ufak masalarla değiştirilmesi talebimiz yıllardır kabul edilmiyor. Ölünceye kadar burada yaşayacaksanız hücrede yürümek için sihirbaz olmanız gerekecektir. TV ’yi 1-2 metreden seyretmek zorundasınız.

Beton duvar
Günün 21 ya da 23 saati kapalı hücrelerde boğucu bir havasızlıkla sarılmış haldeyiz. Demir kapı devamlı kilitli, pencerenin önünü sekiz metre yüksekliğinde beton bir duvar kapatıyor. Bir nefeslik temiz havaya hasretiz. İçeride sirkülasyon olmadığı için bir sigara içildiğinde sigara dumanı bir bulut gibi hücrenin ortasında asılı kalıyor. Bunun için çoğu zaman hava havlu ile temizlenmeye çalışılır. Hava almak için pencereye yapışılıp derin nefesler alınır.
Hücrelerimizin zemini ve duvarları beton olduğu için yaz kış sürekli nem var. İçerideki kokular ve toz hücrenin duvarlarına yapışır. Bütün bunlara bir de tuvaletin nemini ve kokusunu ekleyin. Sayım için hücremize gelen gardiyanlar içerideki havasızlıktan rahatsız olurlar, bazıları iğrenip burun kıvırır, bazıları da farkında olmadan burnunu tutar. Bizler o havasızlığı, o nasıl olduğu bilinmez kokuyu yıllarca soluyarak ömür tüketiyoruz.
Yazın ve kışın beton zeminin tuvalet tarafında sürekli beyaz bir küf ürer. Bu küf metan gazı benzeri bir koku üreten bir mantardır. Kışın tüm bu olumsuzluklar üç beş kat daha ağırlaşır. Nefes almakta zorlandığımız günler daha da çoğalır, tüm o küflü bakterili kokular ciğerlerimize yapışıp kalır. Böylece biz farkında olmadan ciğerlerimiz çürümeye başlar.
Yaşamın kaynağı olan güneş, bilimin canlılar için vazgeçilmez dediği güneş bize yasaktır. Mezar tipi hücrelerimiz güneş almayacak şekilde dizayn edilmiştir. Güneşsizliğin ağır tahribatını öğrenmek için doktor raporlarına bakmak yetecektir.
Banyoyu tuvalet taşı üzerinde yapmak zorundayız. Banyo yaparken hücreyi devamlı su basıyor. En belalı olanı ise, daracık tuvaletteki lavaboda bulaşık yıkamak. El yüz bile yıkanamayan ufak lavaboda bulaşık yıkamak için türlü cambazlıklar yapılmak zorundadır. Bulaşıkların konulacağı bir yer olmadığı için altı yıldır tabaklar yıkanırken mutlaka yere, tuvalet taşına düşer, onlarla yemek yenir. Neyin hijyenini, sağlık koşullarını anlatalım…
Havasız, nemli, kokulu ortam, tat ve koku alma duygusunu bozuyor. Dar alana bakan gözler bir zaman sonra bozuluyor. Ancak bunlar içinde sağlık açısından en ağır tahribat yapanı sese karşı duyarlılığın artmasıdır. Damlayan su sesinden bile rahatsız olursunuz. Uzun süreli hücre yaşamında kulak çınlamaları, ses patlamaları gibi rahatsızlıklar artmaktadır. Annenizin, çocuğunuzun fotoğrafını başucunuza asmanız yasaktır. Bisküviden pasta yapmak yasaktır. Karton ve mukavva ile el işleri yapmak, boya kalemleri ve daksil yasaktır. Akla hayale gelmeyen yüzlerce yasak…

Yaşam biçimi
Yüzlerce, binlerce gün birbirinin tekrarıdır. Giderek yaşamın tüm renkleri silinir, yok olur. Yaşam koşullarının sınırlılığı beyin faaliyetlerini de köreltiyor. Kısa süre sonra astım bronşit, buna bağlı kalp hastalıkları, romatizma, eklem ve kas ağrıları, diş dökülmeleri, görme bozuklukları, kulak çınlamaları, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, algıda güçlük, hafıza kaybı, uykusuzluk, düşünceyi toparlayamama gibi rahatsızlıklar baş gösteriyor.
Hücre, dünya cezaevleri tarihinde geçici bir cezalandırma uygulaması iken, bizim için bir yaşam biçimine dönüştürülmüştür…”

Salkımsöğüt ağacı

F tipi mezarlıklarda ölüme terk edilen mahpusların bazı bölümlerini yukarıya aldığım dilekçesini okurken, düşüncelerim beni alıp sık sık birkaç hafta önce Kars’taki evimizin önündeki salkımsöğüt ağacını binler halinde istila eden yabani arılara götürdü. Güneşli bir öğle vakti yağmur yüklü siyah bir bulut gibi kanatlanıp vızıltıları ile ortalığı velveleye vererek, gelip salkımsöğüt ağacının üstüne kondular. Öldürücü oldukları için tedirgin olduk, onları kaçırtmak için ateş yakarak ağacı dumana boğduk, fakat hiç istiflerini bozmadılar. Sonra ağaca ilaç sıktık, yine de umurlarında olmadı. Telaşla İl Tarım Müdürlüğü’nden ve arıcılardan yardım istedik: “Eve topluca saldırabilirler, yuvalarını bulup dağıtmanız gerekiyor” dediler. Bir sabah gün doğarken kalkıp uzun uzun çevreyi araştırdım ve karşı komşumuzun bahçe duvarının içinde kurdukları yuvalarına ulaştım. Akşam karanlığında yuvanın ağzını bir parça alçı ile kapatsam onlardan kolaylıkla kurtulacaktık. Bunu yapmayı düşündüysem de gönlüm onları yuvalarında ölüme terk etmeye razı olmadı. Kendimi katil gibi hissedecektim. Şimdilik bize dokunmuyorlar. Kışa doğru çiçekler tükenince acıktıklarında saldırırlar mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yaşamımız için bir tehdit oluştursalar da onlar gece derin uykularındayken yuvalarının ağzını kapatmayacağım.
Bazen salkımsöğüt ağacına yaklaşıp onları seyrediyorum. Aile ilişkileri tam bir eşitlik, dayanışma, hak tanırlık ve adalet üzerine kurulmuş. Birlikte yaşamanın paha biçilmezliğinin farkında olarak -bedenlerinde taşıdıkları öldürücü zehre rağmen- iç ilişkilerinde birlik ruhunu zedeleyecek her türlü taşkınlığa, saldırganlığa ve bencilliğe uzak duruyorlar. Yaşamlarını insanlara nanik yaparcasına sükûnet içinde geçiriyorlar. Yabani arılar böyle bir yaşam sürdürürken insanların insanlara yaptıklarına akıl sır ermiyor.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar v okumalar. Çoğunlukla bakarak, görerek anlamaya, anlamlandırmaya nail olunan bir zaman diliminde kelimelerin sunduklarıyla yaşadığımız günceyi tanımlayabilmek başımıza gelenlerin ötesine vakıf olabilmek için halen önemli bir şansıtır. Her ne kadar aynı sözcükleri defaatle kullansak da birbiri üzerine tahakküm kurmadan o söz dağarcığı dahilinde belirgin olmayana dair okumalar gerçekleştirilebilir. Belirginleştirilmeyen muğlak konulanların her ne olduğu anlamlandırılabilir. Mahmut Alınak’ın Radikal 2 içerisinde yayınlanmış olan İnsanlar ve Yabani Arılar başlıklı makalesi de bu minvalde değerlendirilmesi gerekli, günün önemli okuma parçalarından birisini oluşturmaktadır. Sayın Mahmut Alınak’ın ve Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına sığınarak metni sayfamıza iliştiriyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Ölüm Orucu – Notlar – Ulus BAKER – Birikim
İnsanlar ve Yabani Arılar – Mahmut ALINAK – Radikal 2
Cezaevinden Mektuplar – Zeynep ALTINKAYNAK – Züleyha YILMAZ – Ajans Amed
Ölüm Oruçları: Benerci Kendini Neden Öldürdü? – Funda TOSUN – Agos
Açlık Grevi – Quadroz – Siyaset ve Ekonomi
Rehavet İçinde Ölümleri Beklemek – Ece TEMELKURAN – BBC Türkçe
Acı Komik – Bülent USTA – Birgün
Onbinlerin Dönüşü – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Bu Bir Zulümdür, Günahtır, Ayıptır! – Aysel DOĞAN – PolitikART
“50 Günde 18 Kilo Kaybedenler Var” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Açlık Grevindeki Tutukluların Yakınları Konuştu: Elimiz Kolumuz Bağlı – Mehveş EVİN – Milliyet
‘Devlet Pazarlık Etmez’ – Roni MARGULIES – Taraf – Marksist.org
Kürkçü: Açlık Grevlerini Bitirmek Hükümetin Elinde – Ertuğrul KÜRKÇÜ Resmi Sitesi
Hayatta Ne Hayatın Kendisinden Daha Kıymetli Olabilir Ki – Mahir Ünsal ERİŞ – Agos ŞapGir
Ölüm Oruçları, Sorumluluklarımız ve Utanç Tabloları – Nabi YAĞCI – Düzce Yerel Haber
Betonda Boy Veren Karanfile Yazılmıştır – İsmail Güney YILMAZ – Sendika.org
Gazeteci Mavioğlu: ‘Ölüm Değil, Çözüm İstiyoruz’ – İMC
Hekim Gözüyle Açlık Grevleri – Açık Radyo
Toplumlardaki Barış Kültürü – Şizokrat – Solukbeniz
Başlıksız – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Ölüm Sesi!.. – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
Asker Ölümlerinde Kimden Şüphelenmeliyiz? – Ayhan BİLGEN – Evrensel
Yası Tutulmayanların Hayatı – Meral ÇİÇEK – PolitikART
BDP Tarafından ‘Topyekun Direniş Günü’ Olarak İlan Edilen 30 Ekim’de Açlık Grevlerine Destek Eylemlerinde Gözaltına Alınan 12 Kişi Tutuklandı – Kollektifler
Silivri’de Kürt Siyasetçiler Tek Kişilik Hücreye Alındı – ETHA
AKP’li Komisyon Başkanı: Açlık Grevi Emaresi Göremedik – Rengin ARSLAN – BBC Türkçe
Aydoğan: Laf Değil Adım Atma Zamanıdır – ANF
Dün Kazan, Bugün Erdoğan – Fatih POLAT – Evrensel
Herkes Her Şeyi Yiyor – Ayşe BATUMLU – Özgür Gündem
Açlık Grevi Tutuklusuna İşkence! – Korsan Dergi
Erdoğan Bir Telden, Ergin Başka Telden Çalıyor – Emek Dünyası
Kuzu Şişi ve Kürtleri Götürmek – Demiray ORAL – Taraf – DYH
Hipodrom Cumhuriyeti, Açlık Grevleri, Hayat Gerillacılığı – Melih PEKDEMİR – Birgün
‘Şov Yapan Tek Kişi Başbakandır’ – ETHA
Yiyenler ve Yemeyenler – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Bursa Valisi’nden Ülkücülere Teşekkür! – Yurt
AB: Açlık Grevlerini Kaygıyla İzliyoruz – BBC Türkçe
Oğlum Dağdan İnse Benden Daha Az Ceza Alacak’ – Oral ÇALIŞLAR – Radikal
Abdullah Öcalan’ın “Kudreti” – İrfan AKTAN – Bir + Bir
İleri Demokrasi’ye Karşı Ütopik(!) Anarşizm – Cansu BOZKURT – Solukbeniz
Otomatik Otoriter Ruh – Mithat SANCAR – Açık Radyo
‘Gazeteciyiz Ama Önce İnsanız ve Şimdi De Yaşamın Yanındayız’ – Emek Dünyası
Zalata Tabaa – Kemal BOZKURT – Radikal Blog
Sanatın Her Alanına Müdahale – Ateş KARLI – Solukbeniz
Bir Milyon Kişi – Ferhat KENTEL – Taraf / DYH
‘Terörle Mücadele’ Adıyla Yaşatılan Terör – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Baskılar Konusunda Kendi Kendisiyle Yarışan Ülke – Hüseyin ALİ – Yeni Özgür Politika
”Uvvv, Hem Kürt Hem Alevi, Bir De Teröristir Şimdi O..” – Ezgi Ç – Radikal Blog
Sözünden Utandığın – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Is It Time to Reconsider The PKK? – Michael RUBIN – Commentary
‘Terörü Destekleyen Ülke’ – Aydın ÇUBUKÇU – Evrensel
“Milliyetçiliğin Sonundan” Faşizme: Avrupa Üzerindeki “İkinci” Hayalet – Foti BENLİSOY – Agos ŞapGir
Kriegstreiber Unerwünscht! – Nick BRAUNS – Jungewelt
‘Er Ist Immer Noch Krank’ (O Adam Hala Hasta) – Perwer YAŞ – ANF
AKP’nin Dış Politikası: ‘Sıfır Sorun’dan ‘Aktif Taşeronluk’a… – soL
Ottoman Déjà Vu? – Conn HALLINAN – Counterpunch
Değişen Milliyetçilik (3): Yeni Milliyetçiler (Yeni Osmanlıcılık) – Aydın ŞELTE – Sendika.org
Jirayr Reisyan: Halep’te Yanan «Surp Gevorg» Kilisesi Uzun Bir Süre Sonra Onarılır – News Armenia
Kesintisiz Asimilasyon! – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Ferhat’ı Öldürseler… – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Zülfü Livaneli: “Cezaevlerindekiler Ölsün” Diyen Faşisttir! – Akşam Postası – Rusya’nın Sesi
Neden? – Metin YEĞİN – Özgür Gündem
Radikal Dezenformasyon! – Emek Dünyası
Ahlaksız Habercilikten Vazgeçsinler! – Gözde ÖNDER – Korsan Dergi
Meğer Türkler, Türkiye’de Küçük Bir Azınlıkmış! – Gökhan KAYA – Haberdesin
Öğrencilerden Yeşilay Başkanına Suç Duyurusu – Çiçek TAHAOĞLU – Bianet
Cemaat Bataklığından Gerillaya Bir ‘Abi’nin Hikayesi… – ANF
İşte Faşizm! – Gülseren YOLERİ – Yeni Özgür Politika
Slavoj Žižek – Dlisted via Lacan Blog
Yol Güvenliği – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Rakel Dink: Yüzleşmek İçin Toplandık – Berfun ÇAĞİNLİ – Bianet
Stunning Spanish Illustrations For The Communist Manifesto – Maria POPOVA – Brain Pickings
Politikayı Profesyonellerden Kurtarmak – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
‘Sevag İçin, Adalet İçin’ – ETHA
Sevag Balıkçı Eylemi Basın Açıklaması – Nor Zartonk
Bitmeyen Mesele: Bayrak – Sevgi DOĞAN – Sendika.org
Taksim Nöbeti – Açık Radyo
Tekyumruk Metin Kurt Kütüphanesi Kuruyor! – Muhalefet
Çocukluk Coğrafyası: Böyle Yaşamak Olur Mu? – Hakan TUNÇ – PolitikART
‘mihmandâr’ı bilirdim, ‘mihman’ı da öğrendim! – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Sümbül’ün Ardı Nereye Çıkar? – Hasan HARMANCI – Radikal 2
her şey olur kilimi – Penguen #521 – Cem DİNLENMİŞ Tumblr
Zamanın Öğütücü Ruhuna Karşı – Tolga BİNBAY – soL
Laçiner:  “Muktedirliğini Yasaklayarak Yaşayabiliyor” – Rusya’nın Sesi
Avrupa Düzeninin Yıkılışı – Samir AMİN – Muhalefet
Where Artificial Intelligence Went Wrong – Noam CHOMSKY & Yarden KATZ – ZNet

Ricardo Donoso Official
Ricardo Donoso – Assimilating The Shadow Album Review By Marc MASTERS via Pitchfork
Ricardo Donoso – Dummy Mix # 141 via Dummy Magazine
Discoverer Artist Page via Soundcloud
Discoverer – Personal Clone Digital Single Informative via Digitalis Recordings
Discoverer On LoFiles Music
Maria Minerva Artist Page via Facebook
Maria Minerva Interview By Matthew SCHNIPPER via The Fader
Maria Minerva – Will Happiness Find Me Album Review By Sarah GRANT via COS
Kim Ki O Official
Kim Ki O – İstanbul’la İlgili Bir Röportaj Clément GIRARDOT via Mashallah News
Kim Ki O – Dans Album Review By Adrian ELMER via Cyclic Defrost
Odesza Official Artist Page via Facebook
Odesza – Summer’s Gone Official Stream / DL Page via Soundcloud
Odesza – Summer’s Gone Informative via Funkadelphia

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
nwo2 by Marius ROOSENDAAL
Marius ROOSENDAAL’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Ev Çiya Rûspî Ne – Arjen ARÎ

Di qada şer de pişta me negihişt erdê.
Te şahid bivê, va Herekol.
Miradkar, bi bext û ol
Va Cûdî
Û va ye ev ax!

Kîj wextî bêleheng ma?
Kî gavê bêkêr?
Ev axa bi xêr û bêr
Ji bakur ve serejêr
Gebar,
Sîmal,
Bêxêr…
Her yek şêrko
Ango,
Yek yek Êzdînşêr.

Li piştekê bigerî, va ne:
Ev Nemrûd e
Ev Agirî ye
Ev Sîpan e.
Kîjan e nerûspî
Heyran
Bêrûmet kî ji van e?

Ronakê lêda çûrisî
Kirasê l’bejnê qerisî, qelemsiltan e.
Enîmêr e û Dêrsimî,
Ev çiya Tûjik e, heyran!

Heyran,
Ev çiya destbirakê Sîpan e.
Ku di bin berfê de mane.
Ba hûû dike,
Mûnzir pûç î pûç dike,
Zivistan e!

Bi pilingê pêşî re şîyar dibin.
Têhn vedide l’lûlan ji teqînê.
Stran dikevin pêlên xuşînê,
Şer dîne, şervan dîne
Çarmêrkî rûniştî di bin berfê de
Ev çiya rûspî ne, heyran!

Me, lome nekir ji wan.
Na na, û ne ji yekî!
Navê lawê xwe kiribe Sîpan, kurdekî,
Me lîland,
Loma, bi Sîpan in stranên me
Ka bistrê, heyran!

Kaynakça: Antoloji
Arjen Arî: Tutuklu Şiirlerin Şairi – Fidan Berfe MİRHANOĞLU – Bianet

Deuss Ex Machina # 399 – tanımsız 2.0

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_399_–_tanımsız 2.0

7 Mayıs 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Vatican Shadow-Gunmen With Silencer (Blackest Ever Black)
>2<-Vatican Shadow-Cairo Sword Unsheathed (Blackest Ever Black)
>3<-Master Margherita-Red Gauze (Casalinga Production)
>4<-Master Margherita-Gauze Sudan (Casalinga Production)
>5<-Anthony Drawn-A Beautiful Fragile Balance (Sichtexot)
>6<-Anthony Drawn-Far Frome Home (Sichtexot)
>7<-ASC & Synkro-Sacred Moments (Auxillary)
>8<-ASC & Synkro-Borderline (Auxillary)
>9<-Korablove-Nothing To Say (Feat. Ryba)
>10<-Korablove-Spirit Of An Age (Feat. Ed Vertov)
>11<-Quantec-Unplumbed Depth
>12<-Quantec-1000 Vacuum Tubes (Live Extract)

tanımsız 2.0
(399)

Gerçeğin ne olduğunu imlemeye çalışıyor, gerçeklik diye sunulup, servis edilenlerin nasıl ince elenip sık dokunmuş, al gülüm ver gülümlerle tadil edilip aynı tas aynı hamam şekillendirmelerden, harçlardan tam da o öbekte belirginleştirilmiş olan bilmiyoruz bir halt ama yapıyoruz işte bir şeyler gailesiyle türetilen, istiflenen bir pratik olduğu gün be gün bu satıhda karşılığını buluyor. Gerçek olanın nasıl sündürülüp, uğraş didiş bir biçimde tanımlanamaz, anlamlandırılamaz hale dönüştürülmesinin, vavelya katarında sıralı inci gibi dizilen vecizlerin daim olduğu üzere hayalleri yıkmak söz konusu edildiğinde atikliğini, dakikliğini hemencecik devreye sokulan bir unsur haline dönüştürülmesini anlamlı bir biçimde bütünleştiren bir yapı ortaya çıkar. Konuşmak bir yana seslerini duymak, dertlerini duyumsamak, hissiyatı paylaşmak, olmaz denilegelenleri nasıl olur yolunun tesis edilebildiğini fark ettirebilmenin en azından hala insani vicdani olanın gereksinimlerini yerine getirebilmenin ne kadar üzerine titrenilesi bir edim olduğunu v bu durumun neredeyse tastamam lime lime edilmeye gayret edildiğini idrak ettirecektir. Kolay değildir bu satıhda ne olduğunuzun, hangi sıkıntılara göğüs gererek, mecburiyetine katlanarak bu cümbür cinnet aleminde ayakta kalmaya çalışıyor en azından hayat akışında varlığınızı korumaya gayret ediyor oluşunuzu anlamlandırabilmek.

Kolay değildir bunca izdiham halinde, kuru kuruya lafazanlıkların, hiddeti kestirmeksizin manşetlenen söylemlerin ortalığa yaygınlaştırılmasının neticesinde sokakta yaşayabilmenin, soluk alabilmenin zorlu bir tecrübe haline devindiğini idrak edebilmek. Kolay değildir kimci, neci, olduğunuzun değil insan olduğunuzun vesikasını kenara kıyıya terk edip, tek bir hattın, daha önceden belirlenmiş bir sathın v görüşün sahanlığına ne kadar uyum sağlayabildiğinize paralel bir sığıntılıkla avunarak, nefes almaya devam etmek v yaşamak. Yaşamanın erk muktedir v iktidarın şimdiki sahiplerinin beklentileri v tahayyüleriyle enikonu daraltılmasına rağmen hala iyiye gidiyor diyebilmenin abesliğine iştirak edebilmek. Bunu belirgin kılabilmek. Ne acılar, ne fecaatler ne tahakkümler devreye sokulurken hala ama v fakatlarla bir şeyleri anlamamazlıktan gelmeye diretmelerin ev sahipliğinde bizlere kalan nedir, nicedir? Bütün bütün meram sahanlığı içerisinde her defa değinmeye v denkleştirmeye gayret ettiğimiz bu kelime sarmalı içerisinde aklımızın köşesinden ayırmadan yasıtmaya çalıştığımız yegane şey insaniyete sahip çıkmanın önüne çıkartılan bunca engellemenin ardından hakikatlerin varlığını koruyor olduğunu yineleyebilmektir.

Muhatap kabul edilmesek de, bir gün sürgün ötesi gün göçer bir gün diri ötesi gün ölü bir gün ala ötesi gün beladan eksik konulmayan bir sahanlığın ötekileştirilenleri olarak, sade vatandaşları olarak gerçekliğin anlatılanlardan ne kadar da farklı olduğunu idrak ettirebilmek içindir bütün bu çabalanım. Denkleştirme. Denkliğini bulabilmesi bir yana, bahanelere sarılmanın dışında hemen hiç tepki vermeyen bir cenahın kıyısında, karşısında aslolan nelerdir, nedir sorusuna bir yanıt verebilmeye çalışıyoruz. Ama kasvetli, ama kesintli, ama karmaşık ama girif bir biçimde devrik cümleler veya seslenişlerle bütünleştirmeye çalışıyoruz. Gerçekliğe tahrifatın bu denli yüksek tonlu, süreklilik arz eden bir yapılandırma haline dönüştürülmesinin düşündürücülüğüne dikkat çekmek istiyoruz. Kendimizi başkası, başkasını kendimizden ayrı göremediğimiz için ‘dokuz sütuna’ manşet atılan her tehdidi bol söylemin karşısında bir şekilde o insanların dertlerinin görünürlüğünü paylaşmaya davet ediyoruz. Gözümüzün taa içine baka baka yalan söylemeyi sürdürenlerin yerseniz!!! yaparak durmaksızın aynı teraneleri farklı ambalajlarla denkleştirip, bu tazesi bunu deneyin diye bir seçenek haline dönüştürmesinden artık illalah edilmesinin herkes için hayırlısı olacağını düşünüyoruz, bunu seslendiriyoruz.

Felaketlerin geçiciliği bir yana bu satıhda fecaatin sürekliliğinin nasıl da elbirliğiyle sürdürülebildiğine dair dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Gaf, laf salatası, dil sürçmelerinin ne bitmek tükenmek bilmeyen bir sahanlık olduğunun v her yeniden buluşmamızda varlığını güçlendirerek sürdürebildiğinin okumasını yapmaya çalışıyoruz. Pat dış kapının mandalı, küt içimizdeki vatan hainleri, dank bir türlü dink etmeyen, jeton düşürtmeyen adaletin o ellerce yönlendirilerek kadükleşmesi, çatkapı bir gece denkleştirilen vehamet vesikası, masumiyet karinesini uluorta korunak v güvenceden yoksun bıraktıran soruşturmaların, kovuşturmaların mabadında bu sahanlıkta nasıl da kolaylıkla el altında tutulan bir sindirme opsiyonu için araçsallaştırıldığından dem vurmaya çabalanıyor, dikkat ve bilgilerinize sunuyoruz. Gün deviniyor, zaman akışı hülasa aklımızın alabileceğinden de çabuk bir biçimde, elimizden kayıp giderken kafalarına bomba yağdırılan insanların hesaplarının sorulamazlığının üstüne dikilen alaycıl söz öbeklerinin, hiddeti kenara terk etmeyen usturuplu durun yoksa tekrar başınıza gelebilir tehditinin kuşku götürmez ruh karartıcılığını, insana verilen değerin ne kadar da düşük seviyede devletin kendisince, yapıp ettikleriyle sabitlenmeye çalışıldığının okumasına yol vermek istiyoruz.

Bunca heder edici şeyin varlığında kedere ortak olmanızı bekliyoruz. İnsanları birbirlerine; bileyleyerek, şiddetin yanında bir ilave olarak sunumlandırılan, geliştirilen “tekilleştirme” söyleminin sunageldiğinin, olur dediğinin aslında hepimizin bir anda teferruat haline dönüşebileceğimiz gerçekliği olduğunun altını kalınca çizmek istiyoruz. Tek bir bakışıma denk tutuldukça, düşündüğünü ifade etmek kısmında bireye mani olmaya doyulamayınca peyderpey şekillendirilen arsızlığın daniskalarının birer söylemden çok mahalle kavgasından gündemler örmek olduğunun farkındalılığıdır burada işittirmek istediğimiz. Tarafgir olanların, taraftar olanların görülmesi için uğraştıkları gözel ülkenin neresi olduğunun, o tozpembe hayatların nerelerde sürüldüğünün afaki, kesintisiz bir yanıtının bulunabilmesi için sadece bir başına Roboskî kıyımının bile pek çok şeyi dökümleyebileceğini biliyor v ikrar ediyoruz. Yanı başımızda kardeşlerimizin canları yakılırken, canları alınmaya bir türlü son verilmezken, hayatta kalanlarının başlarına çorap örebilmek için türlü çeşit fasarya devreye sokulmaya sürdürülürken insanlığın bir vitrin süsü, yerküreyi kaplayan bir varlık olmadığının daha fazlasından mürekkep bir edim olduğunun farkındalılığını paylaşmak istiyoruz.

Güzel bir gün görebileceksek eğer hep birlikte, yüzleşme dediğimiz şeyi bir politik enstrüman, zaman kazandırıcı bir bağlaç olarak ele almaktan artık imtina ederek, bunu kullanmalarına bizahati ses çıkartarak mani olarak, yol vermeyerek sağlayabileceğimizin bilinmesini istiyoruz. Her defasında tersin bir rotada, ters bir istikamette kopartılan yaygaraların asıl sorunların varlığını önemsizmiş gibi dayatmasına karşı illallah diyoruz. Anladıkları dilden bir merhamet için değil yazılmış olanın! sınırlarında söyledikleri, hatırlattıklarının artık kafalarına dank etmesini bekliyor v umuyoruz. Bir şekilde bu korkuların varlığını müstakbel ayrıştırılamaz öğe haline dönüştürüldüğü bir sahanlığın geleceğinin yarım yamalak, her durumda acabaları beraberinde saklayan, şüpheciliği elden hiç de bırakmayan bir yarım yamalaklıkla donatılmasının hastalıklı bir kapsayış olduğunun bilinebilirliğini arttırmak istiyoruz. Salt kendimiz için değil adalet merhalesinin, eşitlik saiğinin, bir arada yaşam gerçekliğinin bir ütopya olmadığının tam da resmettiklerinin tersi bir noktada bir olarak, kanaat etmektense dirayet gösterip mücadele ederek, daha fazla anlatarak, yılgınlığa düşmek bir yana şevkle tutunarak mümkünatının söz konusu edilebileceğini yinelemek istiyoruz. Şimdi v burada!

Dokunaklı, dişe dokunuri belleği harekete geçiren, düşünselliği salt dostlar alışverişte görsün kısıtlamasından alıkoyan, çözümlemeleri, ortaya serilen bunca şerrin etrafında dönüp dolaşan güncenin içerisinde vuku bulan vakiaların yaşattıkları, yaşamlarımıza kattıklarına dair kelamları birbiri ardına dizebilmemize imkan sağlayan bir edimdir vicdan. Kuru kuruya, mesnetsiz atfedişlerle bir gönül ferahlatma aracılığından, araçsallığından çok taşın altına konulan elleri bir düzlem içerisinde sırtımıza peyderpey bindirilmeye, istiflenmeye devam edilen yüklerin yol verdiklerini hiç yoldan sapmaksızın dosdoğru irdelemeye olanak sağlayan bir metafor toplamıdır vicdan. Pespayeliğin normalleştirilmesi süreklilik arz ederken, boşa doluya verip veriştiriliren laf kalabalığı güncemizi dar etmeyi sürdürürken, akil olanın nasıl kıstaslar, hangi eşikler v görünenler ile şekillendirilmesi gerektiğini ikrar ettirecek deneyimlere ev sahipliği yapandır vicdan. Makul adledilip yolu verildikçe daha fenası, daha beteri v daha kötülerinin sahnelenebilirliği üzerine çeşitlemelerin sergilendiği bu coğrafyada, hangi hamlelerin ne gibi sonuçlara, atfedilenlerin nasıl neticelere yolu tanzim ettiğini açığa çıkartan bir bileşendir vicdan edimi v beraberinde sunageldikleri.

Sunulanlar, sınıflandırılmaya ihtiyaç duyulmaksızın insani olanın, insana dair olanın nelerden mürekkep bir bileşke olduğunu da yansıtmaktadır. Vurdumduymazlık, sağırlık v bol kepçe yaftalamalar, çokça ama kapalı ama açık iğnelemeler mebzul miktarlarla bu denklem hattına katılan hiddet v nefret söylemlerinin birlikteliğinde dönüştürülmesi sürdürülen millet olgusunun nasıl şartlandırılmışlıklar ihtiva ettiğini duyumsatan, belgeleyen, ilave bir sunuşa ihtiyaç duyulmaksızın açık seçik tebliğ eden bir vesika ortaya çıkartır. Vicdanı, vicdanlı olmayı belirlenmiş hareketlerle, bunca hakir v hakaret dolu söylem ile yapılıp edilenlerle, meydana çıkartılmış olan bu ucubelik düzeni içerisinde varlığı taltif edilmeye çalışılan korkuların nasıl hesaplı kitaplı çıkarsamalar sonucunda oluşturulduğunu anlamlandırmaktadır. Anlamını bulan vicdan tahrif edilirken, zulme tabii tutulurken, zapturapt altına alınırken böylesi çalakalem savlayışlarla muktedirim ben ötesi yok! olgusunda, trajedisinde çerçevenin kadrajın tam da yanıbaşında olup biten tahakkümleri, baskıcılığı daha net bir biçimle anlamlandırabilmeyi kolaylaştırmaktadır vicdan sahanlığı.

Azaltılıp, çoraklaştırıldıkça, oyunun kuralları sürekli değiştirildikçe insana dair olanın hangi kıstaslara göre şekillendirilmesi gerektiğini yineleyen bütün bu dikenlerle çerçevelenmiş, kısıtlanmış olan derdest edilip sürgüne hazıer hale getirilen insancıl duyarlılığın, salt mekanik bir çözümleme, ihtiyaç anında kullanılası bir bağ, araç olmaktan alıkoyandır vicdan sahanlığı, kapsayışı. Anlamlandırabiliyor v daimi bir biçimde durmaksızın lütufmuş gibi önümüze sunulanların bir gerçeklik sınırından, iminden ne kadar uzağına denk gelip, sabitlendiğini, bu gayretin görünürlüğünü arttırandır o sahanlık. Güncellik dipnotlarla şekillendirilirken günü kapsayan şeylerin aylık, haftalık, değil neredeyse anlık birer dolgu malzemesi haline dönüştürüldüğünü, böylelikle esas sorunun her ne olduğu konusunun bir muamma haline evirmeye teşne bir çabalanım olduğunu vurgu vurgu betimleyendir. Tonlamalar, seslendirmeler, atfedişler şiddetlenirken hiddetinden bendine sığmayıp taşadururken bir kalıt, bir pranga, bir hürriyet mahrumiyetinin, adaletsiz v eşitliksiz bir ülke saptayışının George Orwell’in tahayyülünü bile aşan vesikalarının yansılarıdır, aynalamasıdır betimlenenler.

Şimdi içinde bulunduğumuz koşullar dahilinde nelerin müdanasız bir biçimde olur belletilmeye, nelerin v hangi konuların tahrif edilerek üzerinin kapatılmaya çalışıldığını örnekleyendir betimlenenler. Dile pelesenk edilmiş biz eskinin artığı değiliz derken, bundan bahis açarken bile illa billa yolunu rotasını o dümenin suyuna kırıp, yekpare bakışımlı, tek dil, tek devlet, tek millet, tek ülkü (sonradan dil sürçesi olarak safdışına ötelenen tek din) ile teklemesi bol tutulan bir savunuş ile sözümona bunca ilerlemenin ne kadar kadük bir hayal mahsülünden ibaret olduğu meydana çıkmaktadır. Doğruların bir kenarda kaderine terk edilip, ne bellediysek, neyle bilendiysek odur ancak o kadardır bileşenine sahip kırmızı çizgiler vurgu v topaçlaması sathın çekeceğinin daha çokça olduğunu bugünden yinelemektedir acı acı. Behemehal devreye sokulan baskınlar, operasyonlar, karar hükmünde kararnameler elden ele dolaşan metinler vasıtasıyla hedefleyişler, önce çocuk işi sonra provokatör konusuna, nedense uyanılıveren işaretlemeler, her hakkını dileyene,  ısrarla takip edene al sana hak bu da arta kalan, payına düşen hukuk diye öne sürülenler, dokuz sütuna manşet olarak dizilip tahakkümü sevimli kılmaya, çekilir adletmeye devam eden çıkarsamalar, yurdun önemli bir kısmı istimin tam da üzerindeyken, bu hal her gün daha bir belirginleştirilirken hemen hemen her şeyin olağan rutininde gittiğinden dem vurmalar bu çıkarsamayı pek de yabanıl kılmayan bir hakikat haline dönüştürmektedir.

Yabanıl kılınmayacak yegane şey tahakküm seceresinin varlığıyla vicdanın tahrif edildiğidir. Bunca belirgin bir biçimde ortaya çıkan dışlayış, çerçeve ötesine kışkışlayış, hiddeti günden v günceden ayrıştırmayan uğraş, didişlerin ezcümlesi vardığımız noktanın insani olanları tarumar eden bir mekanizma haline dönüştürüldüğünü açık etmektedir. Açıklamaktadır. O mekanizmanın çarklarını bunca hızlıca döndüren, tahrik eden pankart, galeyana getiren puşî, dilden dile yayılan sözümona ayrıştırıcı düşünsellik öğeleri, toplanışlar sırasında sarf edilenlerle cümbür cinnetlik bir vatan algısıdır. Değiştirilemez v dönüştürülemez, tartışılamaz v daima tekil bir bakışımın, tek bir söylem yığıntısının ne kadar kadük, ne kadar kof kaçarsa kaçsın sahiplenilmesidir. Biteviye nefreti hicaz makamından vavelyalar ile bu harcın karılması sorun olarak şu satıhta görünen hemen her şeyin küçük tefek adımlarla, bir hamle yapılıp; açılım, yüzleşme vs. hemen sonra geri adım atılmasının meymenetsizliğini pekiştirecektir. Suskunlaştırılıp pasif kılındıkça, sindirilip demoralize edildikçe demokrasiden bahsedip habire aynı teranelerle havanda boşa su dövüp caka satılmaya çalışıldıkça, hak edilenlerin değil devletu ali tarafından reva görülenlerin tamahına şartlandırıldıkça, sivrilme yanarsın, düşünme fişlenirsin, ilişme dışlanırsın gibi argümanlar öne sürülebildikçe halen dile getirilebildikçe ülkenin vermekle yükümlü olduğu sınavlarındaki durumu, meymenetsizliğin de hem içeriğini hem de düzeyini açığa çıkartacaktır. Netleştirecektir.

Bakmaktan kaçındıkça, anlamaktan uzak kaldıkça, yermekten bir anlığına uzak kalıp neler oluyormuş merhalesine odaklanmadıkça vicdan algı v sahanlığı bir cümlenin süsleyicisi olmayı sürdürecektir. Hapishane koşullarının nasıl da insanım ben diyeni, kendini konumlandırmayacağı seviyedeki davranışlarla yüzyüze bıraktırıyorsa, adalet komisyonunda söz alan görevli psikoloğun deyimiyle ilacını alabilmenin bile dışarı çıkıp, bütün arama noktalarında istisnasız, şartsız şurtsuz yoklanarak geri girilebildiği bir hakikatin içeridekiler için ne büyük sorunlar oluşturulup serpildiğini, ne büyük sorunlarla hayata tutunmak mecburiyetini dayattığından dem vurulamıyorsa o vicdan olgusunun kapsamı bir kurgumasal olacak, kalacaktır. Dört ayı aşkın süredir adalet tecellisi bekleyen, bir yurdun eşitliğinin, adilaneliğinin, adalete ulaşılabilirliğinin doğu ile batısı arasında nasıl da farklılık gösterdiğini ortaya koyan Roboskî katliamından arta kalan, insanlara reva görülenlerden yola çıkılmadıkça, vicdan meselinin varlığı kutsallaştırılıp, dokunulmaz kılınan diğer olgularda olduğu gibi iç kıyıcı bir merhaleyi beraberinde güne dahil ettirmektedir.

Katliam emrini verenlerin kimler olduğu sorgusundan gayrı, öte bir talepleri bulunmayan, her gün bir avuç toğrağı avuçlayıp avunmaktan gayrısına nail olamayan, ümit kırıntısının ne demek olduğu, yahut ne manayla hayata tutunmak olduğunu dosdoğru simgeleştiren acının esas sahiplerine zulüm, tahkikat, soruşturmalar, Roboskî alay komutanının dilinden dökülüveren kazaydı oldu, kapatalım v diyelim ki ben yaptım! devlete karşı ne yapabilirsiniz ki seslenişi nasıl bir vahim vesika üzerinde yaşamın şekillendirildiğini çekincesiz ortaya koymaktadır. Poşî takmanın bir suç, kurgunun fantazyasında bile rastlanmayacak imgelemelerin bir gerçek, aklın alamayacığının olur, gizli tanığın teşhis kısmı söz konusu olduğunda onun olmadığını belirtmesine rağmen bütün bunların önemsiz birer detay haline dönüştürüldüğü, ömründen 25 ayın çalınıp kısmi özgürlüğüne kavuştuktan sonra, cuma günü on bir yazıyla v rakamla 11 yıla mahpus edilen Cihan Kırmızıgül’ün başına getirilenler bu cümbür cinnet vatanda yaşamanın nasıl da zor kılındığını tek seferde hatim ettirmektedir. Belleğe kazımaktadır.

Ortalık yerde, katillerin beyanları, örgüt suçlarının hakkaniyetle yerine getirenlerin itirafları, toprağın ötesinden berisinden çıkan kemikleri çıktığı bir yurttta, üzeri örtülemeyecek ayıplar dımdızlak boşluğa terk edilirken devletin adaletinin bir öğrenciye yettiğinin, onun gibi 600 tutuklu öğrenciye karşı bu vicdansızlık mekanzimasının yaşatılmasının sürekliliğini karşımızda görünür kılıyor. Korkulara teslim olarak, kim olduğunu unutarak, bunca eziyet ile yüzyüze kalıp sessizliğe tamah ederek sürü içerisinde uysallığını koruyan kitleler haline dönüşmemiz beklentileniyor. Vahim olan kargacık burgacık yarım ağız demeçlerin, özgürlükler mi bir tabii ki bizim satıh içinde sonuna kadar var lafının nasıl da kocaman bir yalan, dil sürçmesi değil kırmızı çizgilerle şekillendirilen, sahiplenilen bir bakışımın doğal neticesi olduğunu, beraberinde geliştirildiğini hemen her gün yaştılan bunca fecaatle özetlemektedir. Hemen her gün başka bir gıybetin, felaketin sunularak, o üzerine titrenilenin insan değil devlet olgusu, kapsamı daraltılmış hiddet söyleminin daimiliği olduğunu yinelenmektedir. Farkında mısınız!!!…   

>>>>>Bildirgeç
O Bir Kürt, Bir Öteki… – Evrim KARAKAŞ*

Cumhuriyetin Türkiye ’de yaşayan fakat Türk olmayan unsurlarla olan ilişkisi, oldum olası sorunluydu. Bu sorunlu halin sebeplerinden biri de Türk olmayan toplulukların, öteki olarak algılanması. Cumhuriyet’in hakimiyet mekanizmaları, makbul vatandaş yaratma çabasıyla, ötekinin statüsünü kendi sübjektif kriterlerine göre değerlendirdi ve “öteki”lerin toplumsal statüsünü belirledi. Örneğin Mahmut Esad Bozkurt, Türkiye ’de Türk olmayanın statüsünü hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı olarak çizdi.
Kürtler bu durumu kabul etmeyip kendileri olarak değerlendirilmeyi ve eşit vatandaş hakkını istediklerinde ise adil, inkılâpçı, uygar ve ilerici olduğunu iddia eden Türk karşısında her zaman, hırsız, tefeci, gerici, vahşi, gayriinsani ve terörist olarak algılandı. Günümüzde bu durum kılıf değiştirse de temelin aynı kaldığını görüyoruz. Bu durum Türklüğe atfedilen değerlerle, Onur Öymen’in 10 Kasım 2009’da kullandığı deyimle ifade edilirse, “taban tabana zıt” bir durum arz eder. Bu durumda Kürtlere düşen ise doğal olarak Türklüğün zıddı bir rol.

Geçmiş ve bugün benzerliği
Geçmişteki algıya göre, uygar Türk’ün karşısında, Kürt her zaman vahşidir. Modern insanın sosyal ve fiziki melekelerinden yoksundur. 1 Eylül 1930 tarihli Akşam’a göre “Şapkalı ve bıyıksızsanız, kâfirsiniz. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler ve öyle öldürürler.” Dersim Kürtleri, Naşit Hakkı Uluğ tarafından şöyle tarif ediliyor: “Dersimlinin kuvveti ayağında, baldırında ve ciğerindedir. İyi koşucudur, fakat yapıcı değil. Kazmayı kayaya kuvvetle vurup saplayamaz, omuzu ve beli, meselâ bir Orta Anadolu çocuğunun vücudu gibi ‘yapıcı insan’ gövdesi halinde teşekkül etmemiştir. Kazmayı vurup kayaya saplayamayan bu omuzlar, kuvvetli bir bel hareketiyle bir parçayı koparıp yerinden sökemez.” Bu söylem yakın zamanlara kadar Kürtlerin evrimleşmemiş bir insan tipi olduğuna vurgu yapan “kuyruklu Kürt” söylemine doğru evrilecektir.
Bununla beraber, dönemin basına yansıyan resimlerinde de ilginç bir Kürt portresi çizildiği görülüyor. Türk askeri üniforma içerisinde, sakalı ve bıyığı olmayan, süngülü silahıyla modern bir görüntü oluşturur. Fakat bunun karşısında Kürt, sakallı ve bıyıklıdır. Giysileri, gericiliğin ifadesi olan, sarık, şalvar, yelek ve çarıktır. Göğsü karadır, açlıktan ve yoksulluktan dolayı zayıftır. Yakalanmadan önce basında yer alan fotoğraflarında da Seyit Rıza’nın sarıklı, sakallı ve bıyıklı, fakat mahkeme girişinde şapkalı olduğu görülür. Buna karşın, devlete yardımcı gazeteci Niyazi Ahmed Banoğlu tarafından “iri yarı ve yakışıklı” olarak tasvir edilmiş (Kurun, 18.07 1937). Bugün de benzer bir anlayış söz konusu. Rojin Akın’ın katıldığı programda belirttiği gibi Kürt, sakallı, bıyıklı ve şalvarlıdır. Türkçesi düzgün değildir ve yüksek öğrenim yapamaz.
Kürt her zaman güçsüzdür. Kendi kendini özgürleştirme ve özgür yaşama duygusundan yoksun ve cahildir. Bu nedenle her zaman ağa ve beylerin emrinde bir istihsal vasıtasıdır. Bu nedenle bir tek Türk askeri, 7 Kürdü çelik çember içerisine alabilir. Tunceli şakilerinin sığındığı yerlerde, kahraman bir Türk çavuşu tek başına koca bir dağı zapt edebilir. Ağanın tarafında yer alan ve sürekli devlete direnen Dersim Kürdü, sadece askeri gücün karşısında boyun eğer ve ansızın “geniş iltica” (Kurun, 26 Haziran 1937) başlatabilir. Bu durum da söylemlere yansıdığı gibi Kürdün sadece, “yalnız kuvvet önünde boyun eğe[n] ve bu eğişte kin gayz ve fırsat bekleyen mücehhez bir tip” olarak algılandığını bize gösteriyor.
Dini bakımdan da Kürt’ü her zaman Türk’ün zıddı bir konumda görürüz. Şevket Süreyya’nın ifadesiyle, “Eski Türklerde din bir gönül rabıtasıydı. Hâlbuki Kürt tekkesinde aslolan koyu bir dinsizliktir.” Cumhuriyetin çizdiği makbul vatandaş profili Sünni Türk iken, Dersim Kürdü Alevi’dir. Günümüzde de yakalanan militanların bazılarının sünnetsiz olmaları, sürekli dile getiriliyor ve hatta bu durum tarihi bir perspektife oturtularak örneğin Öcalan’ın “Ermeni dölü” olduğu iddia edilebiliyor. Yine son günlerde yaşanan domuz eti polemiği de bu konudaki en net örnek.
Geçmiş algıya göre kadına özgürlük, Kürt coğrafyasında söz konusu dahi olamaz. Kadın her zaman kocasının emrindeki kul statüsündedir. Oysa Türk, kadına saygılıdır ve kadınlar erkeklerle eşit vatandaş statüsündedir. Seyit Rıza’nın kendisini “gebertmek” isteyen kadını öldürtmesi ve “karısını diğer reislere yollayarak yardım dilenmesi”, hem kadına verilen değeri hem de Seyit Rıza’nın itibarını gösteriyor. Günümüzde Kürt coğrafyasının sürekli bir biçimde töre cinayetleriyle gündeme gelmesi de kadına olumsuz değer verildiği gibi bir algının göstergesi. Buna karşın siyasi organizasyonlardaki kadın sayısı ve kadınların eşbaşkanlığı yalnızca satır aralarında kalıyor.

Algıdaki temel hata
Bölge artık “şaki” ve “şekavet” kelimeleriyle anılmıyor, fakat buna anlamca pek uzak olmayan ve evrensel olarak kabul gören “terörist” ve “terörizm”le anılıyor. Fakat temelde var olan ve sürekli kılıf değiştiren “düşmanlık” baki. Geçmişten günümüze kullanılan terminoloji, bu sorunun (müzakere dönemleri hariç) Kürtlük tarafını gizliyor, asayişe ve adli vakalara dair kısmını öne çıkarıyor, ki meselenin doğru algılanmasındaki temel parametreyi dıştalıyor.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Evrim KARAKAŞ’ın Radikal 2’de yayınlanmış olan O Bir Kürt, Bir Öteki… başlıklı makalesi bizim sunabildiklerimizin devamında okunası bir makale olmaktadır. Dosdoğru iliştiremediğimiz, sunamadığımız pek çok şeyi ihtiva eden yapısıyla, en önemlisi yıllardır süregiden bir algının tee ne zaman devreye sokulduğunu gözler önüne seren bir vesikadır. KARAKAŞ’ın ve Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen makaleyi sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Gerçeği Yazdıkları Tespit Edilmiştir – Özgür Gündem
“Kürt Çocuklar ve Türkiye’nin Utanç Dolu Cezaevleri” – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Danezana Gerdûnî Ya Mafên Mirov – UNHR
O Bir Kürt, Bir Öteki… – Evrim KARAKAŞ – Radikal 2
Kırmızı Çizgilerin Geçerliliği – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Aman Dikkat, Dikta Gelebilir – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Berfo Ana – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Arada İnce Değil, Epey Kalın Bir Çizgi Var.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Neden Taş Atıyoruz? – Zeynep KURAY – ANF
Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi –  Meçhul Öğrenci
Cihan Kırmızıgül İçin Taksim Notları – Birdirbir.org
Bu Ülkede Adalete Güvenebilir Miyiz? – Açık Radyo
Biz De Taktık Puşi, Bizi De Alın Memleketi Kurtarın – Muhalefet
Kuşanın Puşileri Yoldaşlar, Güneşi Karşılamaya Gidiyoruz ! – Caner BİNGÖL – Emek Dünyası
Poşunuz Ne Renk? – Serdar AKİNAN – Akşam
‘Azadi, Azadi! Jibo Cihan Azadi!’ – ETHA
Halkın Mühendisi Barış ÖNAL’a Özgürlük – Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar – İvme Dergisi
Tek Süt, Tek Din, Tek Quzzulqurt! – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Yok Taştan Serttir – Kemal BOZKURT – Jiyan
Uludere’den Bir Katırın Mektubu – Ali TOPUZ – Radikal
Kürkçü: Roboski Mağdurları Baskı Altında – ANF
Türkiye Kime Kalacak? – Büşra ERSANLI – Bianet
Ben Her Gün… Yaşamaya Mücadele Ediyorum – Hama ŞAHİN – Evrensel
Nefret Odaları: Pozantı ve Sincan – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Pozantı’da Çocuklar Tecavüze Uğrarken Neredeydin? – Doğan DURGUN – Özgür Gündem
Kürt Analarına “Zindan” Hediyesi – Harika PEKER – Bianet / Emek Dünyası
Analarımıza, Bizim İçin Bedel Ödeyenlere… – Sol Defter
‘Vicdanınıza Kulak Verin, İtiraf Edin’ – ETHA
‘Ali Karagöz Nerede?’ – Yüksekova Haber
Peki Masallar Ne Yana Düşer? – Qewşik KEVİR – Bijwenist.com
“Tetikçilerin Ardında Kim Var?” – Bianet
Kürtçe Şiir Yazıp, Piknikte Fotoğraf Çekersen PKK’lisin! – İbrahim AÇIKYER – ANF – Jiyan
Ahmet Türk: ‘Bu Gidişe ‘Dur’ Diyecek Tek Güç Buradadır’ – ANF
Nisan Ayı Irkçısı Belli Oldu – Agos
Peki Sen Kimin Adına Konuşuyorsun Sular İdaresi Çatısından? – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
Bir Mayıııs, Bir Mayıs, Mitçinin Darbecinin Bayramııı – Sevan NİŞANYAN – Nişanyan Siyaset ve Tarih Yazıları
Mahalleyi Yakmak Mı, Yeniden Kurmak Mı? – Oya BAYDAR – T24
1 Mayıs Egemenleri Korkutmaya Devam Ediyor – Hasan ALİ – Muhalefet
Ağam Olasan Ömer Paşam Olasan Ömer – Sırrı Süreyya ÖNDER – Birgün
Hadi Bakalım Kofi Annanı da Al Git!.. – Veli BAYRAK – Evrensel
Geçmişimizle Yüzleşebilecek Miyiz? – Sedat DOĞAN – Haber Diyarbakır
Öğrencilerinden Videolu Destek – Bianet
Sarphan Uzunoğlu: Militan Bir İletişim Mümkün! – Oğuzcan ÖNVER – Jiyan
EV – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Hopalılar 31 Mayıs’ı Unutmadı – ETHA
Yaşarken De Öldürmenin Yolları Var – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Vicdani Redçiler Günü: Güvenlik Mi özgürlük Mü? – Halil SAVDA – Özgür Gündem
Kanlı Bayraklar Ülkesi – Eleştirel Abi – Eleştirel Günlük
Yitik İnsan – Bülent USTA – Birgün
Duvarlarımız – Ferhat KENTEL – Taraf / DYH
Anti-Kapitalist Müslüman Gençler’in Sınıf Mücadelesindeki Yeri – İbrahim Utku NAR – Emek Dünyası
Kaydedilmiş/Kaybedilmiş Sesler – Kenan TEKEŞ – BiaMag
Batsın Bu Dünya – Merve EROL – Birdirbir.org
Ermenistan: Anadolu Diasporası – Hilal KAPLAN – Agos
1993 Yılı, Afrikalılar – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Düşük Ücret, Fazla Mesai ve Güvencesizliğe Hayır! – Ses İzmir Şube – Muhalefet
Chomsky: “İşgal Et Hareketi” İş Dünyasının Hayallerini Yıktı – Joshua HOLLAND – Özgür Gündem / Sol Defter

Vatican Shadow – Prurient / Dominick Fernow Informative via Wikipedia
Vatican Shadow For Blackest Ever Black via The Quietus
Vatican Shadow Meets Regis On Blackest Ever Black; Silent Servant Preps LP For Hospital Productions – Fact Magazine
Master Magherita Official
Master Magherita Artist Page via Soundcloud
Master Margherita-The Gauze Files-A Tribute To Muslimgauze (Casalinga Production) Official Download
Anthony Drawn Official Artist Page via Facebook
Anthony Drawn-A Beautiful Fragile Balance’s Official Site
Anthony Drawn-A Beautiful Fragile Balance Official Download via Sichtexot
ASC Official
Synkro Official Artist Page via Myspace
ASC & Synkro – Borderline EP Informative via Surus
Korablove Official / Deepton.fm
Korablove Artist Page via Soundcloud
Korablove’s Sociopath’s Diary Album Informative via Pullproxy
Quantec Official Artist Page via Facebook
Quantec – 1000 Vacuum Tubes Official Stream via Elux Records’ Soundcloud
Elux Records Official

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Promos – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
The Truth Project By Bound_4_Freedom
Bound_4_Freedom’s Flickr Page 

>>>>>Poemé
Dönemeç – Serdar AYDIN*

(yitirilenler için blues*)
                       
         karaderili kadınlar
        gece karası sesleriyle
        şarkılar söylüyorlar
        zamanın çukurunda
        dibe çökmüş gözlerini kırpıştırıp
        yarattıkları geyikleri öldürürken
        sese dönüşen lanetleri
        boynuna asılıyor bütün sokakların
        sokaklar dünyanın kaybolduğu
        baştan sona inkar olan sokaklar
        ayak izleri olmayan ruhlarıyla
        şarkılar söyleyen geyik ölüleri
        kara derisini soyarak gecenin
        cinnetine ad bulmaya çalışanlar
        olsa olsa bir şiirin kovulmuşları
        karşılarında utançla ağladığım
        intiharın güzel çocukları
        ben hiç hatırlamıyorum çocukluğumu
        yaşadığımı ya da öldüğümü bilmiyorum
        sonsuz iki uzam arasında
        çatırdayan bir evren modeli hayatım
        güneşlerim çoktan öldü
        gece karanlık ve ay bir yara
        üstüme çöken karabasanın adı
        hayat galiba
        bilmeden dokunduğum
        şakaklarında kestane ağaçlarıyla
        dans eden şizofren
        kesik elini fırlatırken bana
        gözlerim düşüyor asfalta
        gördüğüm yapışkan bir karanlık
        beni içine alan dingin durum
        oysa içimdeki her şey çıldırıyor
        organlarım birbirini vurmakta
        kalbime sahip olamıyorum
        ve zavallı beynim
        anlamaya çalışırken bütün bunları
        memelerini sıktığım hiçbir sözcük
        şefkat göstermiyor bana
        çocukluğumu hatırlamıyorum
        babama seni seviyorum dediğimi
        sevgilimin neden ağladığını
        bilmiyorum
        bir gözyaşının belleğindekileri
        hiç mi öğrenemeyeceğim
        aşk neden çarmıhına geriyor beni
        kalbimi söküp fırlatsam
        ve unutsam bütün sözcükleri
        sevgilim daha mı çok sever
        mutlu olabilir miyim
        ay düşer mi üstüme
        karaderili kadınlar
        gece karası sesleriyle
        hiç durmadan şarkılar söylerken
        kararıp tenimden içime sızıyorum
        bulduğum bir HİÇ
        uzamından kurtulmuş zaman ölüsü
        eskidiğim limanlar ve tuzun çürüttüğü
        kalyon iskeletleri
        yelkenleri paçavra ve umutsuzluk olan
        deniz yorgunu gezginlerin ölü yatakları
        Don Kişot’suz yel değirmenleri
        içimdeki çökeltisi yitirdiklerimin
        kederin dilsiz kalma isteği
        çünkü susmalıyım ve sormamalıyım
        kıskanmamalıyım hiçbir bulutu
        bulutlar kardeştir ve gökyüzü yurdudur onların
        oysa bilsen gökyüzünün gözlerin olduğunu
        ve çoktan ölmüş güneşlerimin yerinde
        bir tek güneşimin sen olduğunu bilsen
        belki daha çok seversin beni
        ve belki de anlayabilirsin
        ama çocukluğumu hatırlamıyorum
        babamın seni seviyorum dediğini
        yaşadığımı ya da öldüğümü bilmiyorum
        sevgilim gözyaşı ülkesinde ağlarken nedensiz
        genç cesetleriyle acılarımın
        her bayram konakladığım mezarlıklar
        yanıt değil hayatın niyesine
        beynimde dolaşan bu kurşun
        gözlerimdeki     cam kırıkları
            kendimi incittiğim gözyaşların
        ölen güneşlerim yani
        yeniden tanımlarken karanlığı
        anlıyorum ki ay irin dolu bir yara
        ve gökyüzü üstüme çöken karabasanın adı
        gömüldüğüm bu bordo koltuk

        karaderili kadınlar
        gece karası sesleriyle
        şarkılar söylüyorlar
        zamanın çukurunda
        dibe çökmüş benliğimi ararken
        ay…….düşüyor üstüme….

        * Bessie  Smith  ile düet yapılacaktır.

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 397 – on koht meiega ei leidnud aga

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_397_–_on koht meiega ei leidnud aga

27 Nisan 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-ASC-Esper (Space Cadets)
>2<-ASC-Aqualoop (Space Cadets)
>3<-Synkro-Knowledge (Apollo)
>4<-Synkro-Broken Promise (Apollo)
>5<-Lone-Spirals (Feat. Anneka) (R & S Records)
>6<-Lone-Cthulhu (Feat. Machinedrum) (R & S Records)
>7<-Peverelist-Erosions (Livity Sound)
>8<-Peverelist-Salt Water (Livity Sound)
>9<-Blixaboy-Pullman Wreck (Concrete Plastic)
>10<-Blixaboy-Futro City (Concrete Plastic)

on koht meiega ei leidnud aga
(397)

Utanç vesikalarının bunca derli toplu istiflenmiş yığıntısı arasında nefes alabilmek günyüzünün beraberinde getirdiklerine, sonu belirsiz bir labirent formununu alan hayat akışı içerisinde karşılaştıklarımızı enikonu, çekincesiz bir biçimde sual v sorguyu merkeze alıp daha fazla düşünüp taşınarak, laf olsun diye değil basbayağı neler olup bitiyor da haberimiz hep sonradan oluyor, hep sonradan jeton düşüyor kısmına itinayla yaklaşarak bir nebze söz konusu edilebilir. Düşünmenin kolaya kaçılası bir seçenek olmadığının tam tersine bunca bedbinliği birarada sunan bir yapının bileşenlerini çözümleyebilmek için bir fırsat olduğunun altı kalınca çizilmelidir bir kere daha. Durağanlaştırılmış, düzayak belletilmiş bunca tahakküm silsilesinin, laf ebeliğinin mabadında yaşatılanların hepitopu belirli bir zümre için piyangodan çıkan amorti değil hepimizin geleceğini şekillendiren, bütün o yapının muhteviyatını daha da fazla körleştiren, karamsar kıldıran bir unsur olduğunun, öğe haline dönüştürüldüğünden de dem vurulmalıdır. Yorgun düşürüldükçe bu heyhulanın beher anında sığınılacak, daha fenalarının emrimize amade şekilde tutulmasından yola çıkınız da yıllar yılıdır süregiden hengame dizininin yeni halkaları olarak lanse edilen, değerlendirilen fırsatını bulduk ne güzel bir de lafımızı şöyle çakalım ki alem kabadayı görsün, masaya yumruğunu koyanı iyice bellesin ki korkularından adım atamasınlar diye çeşitlerden oluşturulan aranjmanlarla demokrasi dediğimizin nasıl da kadük bırakıldığının ön tahlili gerçekleştirilebilir.

Defaatle yinlenenmeye doyulmayanın baskıcılığının tepeden aşağıya uygulanan bir yöntem olduğunun v bundan hala bir getiri sağlanabileceğinin, üstünlük taslanabileceği kısasının meydana çıkartılmasıdır. Çıkartılabilirliğidir. Gelip de vardığımız nokta her haftasında başkaca bi’pejmürdeliği artık bu kadarının da fazla olduğunu ilan etmeye çalıştığımız zincirleme hamlelerin birbirinin peşisıra sunumlandırıyorsa v kitlelerden bariz bir biçimde karşılığı olan tepkimeyi edinemiyorsa, bir şekilde engelleniyorsa bütün tepkimeler hep birlikte bu gayya kuyusunun hangi alt dönemeçlerinde dehlizlerinin diplerinde mahpus kılındığımızı idrak etmeliyiz. İş işten geçmeksizin bir an evvelinden. Dün solcu olarak atfedilmenin, tanımlanmanın bir çok sorunu da beraberinde getirdiği bir cenahtı burası bugün de eskilerinin önyargılarını aratmayan yeni şartlanmışlıkların görünürlüğünün arttırıldığı bir cenah burası. Dün alevi-kızılbaş olmanın, kürt olmanın, ermeni olmanın, êzidi olmanın, yahudi olmanın, süryâni olmanın her ne olursanız olun önce insan olduğunuzun idrak edilmesi gerekliliğinin üzerinin kalınca çizildiği bir yerdi burası bugün ondan farklısının değil daha azaplı günlerin bizi beklediğinin davulla zurnayla duyurulduğu bir satıh buraları. Cenahın dört bir yanında hep aynı tornadan yeknesak makam ile kestirilip, biçimlendirilmiş olan “nefret söyleminin” sözümona engelleyici aslında yine yeni yeniden ayrıştırıcı örneklerinin altına imzaların çatır çatır atıldığı, müsamerelerin sergilenebildiği bir cinnet-ül arz sahanlığı burası.

Başı sonu kestirilmeden ortaya karışık kabilinden yola çıkılan seslendirmelerin, içimizden bugün de bir başkasını ötekileştirdik hele bir soru sorun niye diye bıyık altından gülünen, ama neticede komikliği zerrece kalmayacak neticelerle tanıştıran daimi alaycıl yaklaşımların sunumlandırılabildiği, düşüncenin tam da zırt dediği noktada onların ben bilmem devletlum, kara kitap, mavi kitap, o kitap bu kitap bilirlere sahip çıkmaya doyamadıklarını tekrarı ile karşı karşıya kalınan bir yurt burası. Doluya boşa laf ebeliği, netice sıfıra sıfır elde var sıfır pratiğinin bi’başka vesikası. Denkleştirmeye çalıştığımız ötekileştirmelerin denk getirildiği her zaman diliminde bir başka tahakküme yol vermesinin ha o ikide bir dile dolandırılıp durulan ileri demokrasinin içerisinde koşar adım bir ileri iki ileri gidiyoruz cancağazım yaklaşımın ne kadar uyduruk bir önerme halini ihtiva ettiğinin aynalayıcısıdır. Dün yok sayılanların, bir küfre, bir mesnetsizliğe anında iliştirilenlerin bugün için de karşılacaklarının hemen hiçbir farkının olmayacağının ilanen tebliğidir söz konusu edilip, lafın sonunu bağlamaya çalıştığımız. Bilgisayar sistemleri şifrelerinin 123456 olduğunu Redhack sayesinde öğrendiğimizden bu yana, ısrarla, körlükle ama öyle ama böyle bir şekilde devamlılığını sürdürdükleri, dayatmaya, nakletmeye doyamadıkları betimlemelerinin başlangıcı ‘nato kafa nato mermer’ bakışımlarının şifresi ne ayaktır vesselam.

Yıllardır çözülemeyen, tam çözümlenecek gibi olduğunda da bambaşka bir kördüğüm haline evrilen o sistem sistem diye ısrar ettiklerinin, kabak gibi önümüze serdiği gerçekliğin nasıl şekillendirildiğini, nasıl dönüştürülüp kendilerine yontulduğunun cevabı nicedir ey ahali!. Bundan gocunmayan takla attırıp, bıyık seven mihmandarların, tören vesayetini kaldıralım derken başka pejmürdeliklerin altını bir an evvel dolduralım da nasıl olursa olsun orasına sonra bakarız tosuncuklarının, kanaat önderiyim diye gezinip duran baş vezirin olur olmadık her sekansa ideolojik, ayrıştırıcı, hede hödö diye tutturup durduklarının yanı başında kendi yurdu söz konusu olduğunda sağırlığının, kayıtsızlığının daimiliğini bir karede denk getirdiğinizde demek istediğimiz sanırız daha anlamlı olacaktır. Vavelyalar arasında şekillendirilen, sırtından dipçik eksik edilmeyen her durumda fikirlerini önemsiyoruz, milletimizin vicdanı diye şiar edinilmesine atfedilmesine karşın işine gelmeyen en ufak bir önermeyi işitmeye dahi müdanasız alerjisi bulunanların oluşturabilecekleri medeniyet eşiği ulaşabileceği evrensel değerlerin ederi ne kadarlık, ömrü kaç zamanlıktır? Zemini oluştuğunda tahakkümün daha fenasını sergilemekten bir an olsun çekinmeyenlerin, her yolun başında ama v fakatlarla ama illa v billa bir şeyleri önemsiyoruz onun için bu kadar didişip duruyoruz bakışımlarının altında yatan sebeplerinin başında insandan hala korkulmasının yatıyor olduğu bir gerçeklik değil midir?

Hala farkına varılmamış, farkedilmemiş midir? Bunca hezayanın birdenbire afaki bir rastlantısallık içerisinde değil de neredeyse milimi milimine birbirine denk getirilmesi de mi bazı şeylere uyanmak için kafi gelmemektedir. Yurt dediğini manidar kılacak onun içerisinde yaşadığını, soluk alıp verdiğini anlamlı kılacak şey belirli gün v haftalarda sulu sepken şakalarına maruz kaldıklarımızın olurları, yol vermeleriyle oluşturulan sahte cennetlere kanıp hık, gık demeksizin oyunun kuralına (bunca dayatmaya) riayet göstermek midir? Birbirimizin dilini asla çözemediğimiz, meramını hiç anlamadığımız, ilişmeye tenezzül etmediğimiz, ucu bana dokunmuyor yesinler birbirlerini negzel figüranları kontenjanına katılım gösterildiği müddetçe bugünden daha ehvene ulaşmak ciddi ciddi bir ütopya değil midir? Bugünün sathını oluşturan muktedirlik bakış açısının dayatımlarının hem de göstere göstere yapıp ettiklerinin hesap sorulabilirliği bahsine sıra gelebilecek midir? Yoksa onu da mı nadasa terk etmiş durumdayız, halimiz nasıl, gidişatımız nereyedir!. Bilgilenmek bir yana avazı yettiğinin elverdiği kadarıyla bağrış, çağrışlarla bir şeylerin dönüştürülebilirliğinden dem vuran bu zeminin yok saydıklarından bahis açılamıyor olması esas kıyamet kadar vahimdir, vehametini korumaktadır. Anlamak için çaba sarf edene… açıktır.

Elitler, marjinaller, üst tabakalar, şunlar bunlar diye ısrar v inatla atfedilen, durup durup bu ülkenin gerçek, hakiki, en öz çocukları olduklarının karşılığını kanıtlayabilmek için tevatürlere girişenlerin karşısında tam da lazımgelen uykudan uyanmak, safları sıklaştırmak, boşa kıraatin değil sonuca götürecek hakikati şekillendirmek için yanyana durmak ne zaman mümkün olacaktır. Ne zaman… Belleksizleştirilen, önüne ne sunulursa ona tamah etmekten, itinayla sahiplenmekten, sorgulamaya gerek duymaksızın içselleştirilen, bütün parçalarının darmaduman edilmesinin el çabukluğuyla sağlanabildiğini yineleyen bu sistemde bütün taşlar yerli yerideymiş, intibasına sıkısıkıya lehimlenen, buradan da hareketle bu sahanlığın körleşip, sağırlaşmasına enikonu duyarsızlığı tescillenen bir ahvalin kıraatine değinmek istiyoruz. Sözlük anlamı okumak dışında veya paralelinde değerlendirilebilecek bir edim olarak değerlendirip yola çıkarak bir kaç tümce eklemek istiyoruz. Kıraat edilenlerin gerekliliğini değil vakit dolgusu, zaman öğütücü, belleksizleştirmenin sacayaklarından birisi olan lafazanlıpın bunca boş sözün nasıl da itinayla zihinleri donatarak, bilinçlenmek bir yana insanları daha fazla ayrıştırabilmek, korkunun varlığını düzayak, yanıbaşımıza konumlandırmalar sahici kılındığından, düşüncenin varlığının bütün tahakküm olgusunun, gerçekliğinin önünde duran en büyük çekinceyi tanımlandırdığından dem vurmak istiyoruz.

Altı kalınca çizilen beyanatların, pek çok farklı alanda, değişken zaman akışlarında yinelenmekten kaçınılmayan aba altından sopa sallamaların, babacan görünümlü uyaranların altında saklı duran hiddetli sahiplenişlerin varlığının tüm bir ulusun, yaşayan bütün bireylerin zihinlerindeki amaları, acabaları gidermesi bir yana, bunca çoğaltarak içinden çıkılamaz, başedilemez olarak değerlendirmesi v buna mukabil olarak yapılıp edilegelenleri sorgusuz, sualsiz olur belleyip, kabul görmesinin yollarında ortaya çıkartılanlaradır meramımız. Dur durak bilmeyen öfke sakil bir biçimlendirmeden daha fazlası olan otokratik dayatımlarla, toplumun öncülü olması bir yana toplumu has sahibi olduğu masalına fazlasıyla kendini kaptırıp koyverenlerin bezirganlıklarının paralelinde şekillendirilen kıraat duyumsamayı, önemsemeyi görebilmeyi değil tam tersine kafayı daha çok kumun ta derinlere gömmeyi tavsiye etmektedir. Hemen hiçbir faydası dokunmayacak olsa da bu tarz bir itimatın, yalancı dolmaların atbaşı gittiği bu güncelliğin getirmiş olduklarında korunma edimini de beraberinde getireceğine, böylesi bir çıkarsamayı getirebileceğine itimat edilmesi beklentilenmektedir. Tavsiye okunan dokunup yanmaktansa, tecrite uğrayıp mahpus edilmektense, sorgusuz, sualsiz, iddiasız, müdanasız soyut yakıştırmalarla hayatı prangalatmaktansa, bu devranın içerisinde, bütün bu hengamenin ortasında ne denk getirilmişse onun hattından çok çıkmayıp, alarm zillerini harekete geçirmemek olduğunun ön tanımı gerçekleştirilir.

Kısacası susmak bir yaşama biçimi olarak, belleksizleşmek varlığını bir şekilde korumak olarak tanımlandırılır. İş bu cenahın açmazları bunca pejmürdeliği üç dakikalık bir izlencelik haline dönüştürme gayretinin yanında hızını alamayıp takla at da ne kadar sevindiğini göreyim gibi düzeyi çoktandır belirgin olan bir sahipliliğe, sahipleniş biçimine itinayla kölelik etmek tavsiye olunur, havale edilir. Yaftaların çoğulculuğunda bunca bariz ayrıştırmanın seslendirilmesi, uygulanması söz konusuyken hala neden sorusunun sorulmasının gereksiz bir eylem geriye kalan tüm bu örneklerdeki gibi tahakkümlerin milletin iradesi, tecellisi, olduğunun da özetleyicisi bir biçimde sonsözü olarak o kıraatin içine zerk edilir. Kala kala bir başına, döne döne başlangıç noktasından bir kuple bile ilerisini göremeyecek olanlar için gelsin havanda su dövmeler, gitsin sathı, memleketi bu akşam da böyle yapalım da kurtaralımlar ha evet o ikisinin arasında da hayata tutunma mücadelesini, maskaralığın daniskasından hallice yarışma diye sunuluveren müsamereler, dizi dizi seremoni, ortaoyunları. Bu ahvalin önceliklerinin değil işaret edilen, seçilmiş, bilinmesine özellikle çabalanılan, toplumsal dönüşümü fay kırıklarını daha da derinleştirmek, iki yakasının asla bir araya getirmeyecek hamleler. Öncelik değil avaz avaz çığırtkanlıkla suskunlaştırılmaya çalışılan, nefsi aklı hep bir gıdım geri plana iten önerme görünümlü saçmalar, saçmalamalar kıraatin, hasbıhalin tüm bileşenlerini taşlarını yerinden oynatır.

Geriye ben bilmem devletlum bilir tavrının hemen hiç ironiye yer bıraktırmayacak tevatürleri, sahiplenişliği tebelleş edilir. Tortu çözümlemeyi değil sorgusuzluğu tavsiye ederken dar alana iyice kıstırılan her bir birey için aşılması kolay görünen briketler birer duvar haline dönüştürülür. Yedi gün yirmi dört saat kameralarla seyredilen, gerektiğinde müdahale etmenin son derece normal olarak öne sürüldüğü bbir cenah ortaya çıkartılır. Özgürlük dediğinizin bir kuş kafesi sahanlığı olduğunu anladığınızda ise iş işten çoktan geçmiştir. Tepkimelerin geçersizleşmesinin, geçersiz bir önerme haline dönüştürülebilirliğinin anahtarları, kilit belirleyicileri o raddede devreye girmiştir. Devreye sokulan hamleler dizisi bugünün kasvetinden arta kalanlar ile yarınlarımızı da şekillendirmeye, adı bir türlü konulamayan yüzleşme, hesaplaşma, barışma, kucaklaşma vs’nin nasıl önüne her defasında bir kere daha alındığını, mani olunduğunu muştulayacaktır. Bir yerlerden başlanacaksa hatırlanmaya, bir yerinden tutulacaksa hayata ket vuranların, ölümleri kutsal atfedip, umarsızca kıyamın, tehcirin, tecritin mahpuslukların sorumlarıyla yüzleşmeye, bir yerinden girişilecekse bu toprağın birlikteliğinin, yanyanalığının altına dinamitleri göstere göstere yerleştirip, zamanlaması, zaman ayarlamasını gerçekleştirenlerden hesap sorulacaksa, başlanacaksa bir yerinden demokrat görünümlü yerine göre tatlı su muhafazakarı, yerine göre liberal olup idin gereklerini değil, şartların getirdiklerine ve kazanımlarına göre vicdan kantarınının dengesini belirleyenlerden, bütün bir ulusun yaşayanların dillerine bir şekilde zerk edilmiş olan hep aynı nefret, kindarlık v düşmanlar edebiyatının turnusol kağıdı ile donatanlarından, eyleyenlerinden, kaybedilen zamanın telafisi istenecekse daha fazla düşünüp taşınarak bir gün tek, bir gün binlerle haykırarak, seslendirerek, anlatarak söz konusu edilebilir.

Bir gün tek bir gün binlerle sokağa çıkarak, kabul ettirilmeye çabalanılanların, tahakkümlerin v ötesinde belirleyiciliğini korumakta olan kindarlıkların terbiyesiyle servis edilmiş olan maskaralıkların tümünden bir yanıt beklenecekse, neden bunların reva görüldüğünü karşılığı olarak gım gım, gak guk değil tastamam, dosdoğru bir yanıt için tek ses olabilmenin, yaftalayışların, itişme v çekişmelerin içimizde vuku bulmasının şimdi değil, muktedir erk-iktidardan gerekli olanları işitip, sonuca gittikten sonra mümkün olabileceğinin, tartışılabileceğinin idrakıyla başlanacaktır. Havanda su dövülmesinin, günü birlik belirli güzergahlarda yürüyüşlerin, nümayişlerin tam da erkin istediği bir biçimde cereyan eden toplaşma, sunum v gösterilerin içerisinde simgelenen şeylerden, bir atasporu olarak muhaliflikten değil, taşın altına elini koymayı bu seferinde, amasız, fakatsız dos doğru yanyana durarak sağlanabileceğinin altı kalınca çizilmelidir. Birilerinin acısı başkalarında zerrece yer edinmiyorsa, birilerinin başlarından eksik olmayan giyotini timsal, tahakküm evrelerinin yol verdikleri bir anlığına bile düşündürtmüyorsa, birilerinin yıllar yılıdır çektikleri, yük edindikleri, öyelisi olma halini, canımlı cicimli ama her an kapının önüne konulabilirliği saklı kalmak koşuluyla muhafaza eden bir mozaik öğesi, afedersiniz x kardeşlerimle tasvir edilebiliyorsa geçiştiriliyorsa bu toprakların yaşayanları, insanlar şapkalarını önlerine alıp düşünmelidir bütün bu hengamenin sonucunda yol nereye götürecektir hepimizi diye?

Tutturulan yolun kazanımlardan çok eldekini de heder ettirdiğini, bir an olsun unutmadan, unutturmadan müsait olunan zaman aralıklarında sıkış, tepiş denk getirilen uyaranların bir yol göstericiden çok içinden çıkılamayacak yeni labirentler ortaya çıkarttığını hemen hiç akıldan çıkartmadan, bütün bu pespayeliğin tam da bataklığa dönüştürülmeye ramak kaldığını hemen hiç yoksaymadan. Birbirimize anlattıklarımızın, birbirimizle paylaştıklarımızın birer tabu, konuşulması men edilmiş, bahsi açılmasının yasaklanmış şeyler olmadığını bilip, idrak ederek gelecek olan günlerin, vavelyaların değil insana dair olanı daha fazla seslendirerek, örnekleyerek, göstererek, duyumsatarak söz konusu edilebileceğine sabat ederek, o noktadan yola çıkarak mümkün olabilecektir. Beklentilerin, icazet alınmış örneklerin doğrultusunda hasbelkader şekillendirilmediği, acı v felaketin bunca dip dibeliğinde hala inatla ayrıştırmaların başkaça evrelerinin serpiştirilip büyütülmediği, soluk almaksızın taramalı tüfek gibi aynı tornadan basmakalıp vecizlerin arasında ama onlar x, bunlar y, şunlar z diye hedef gösterip, bi’tabii ki onlar hain, hançerleyen, işbirlikçi, bölücü, ayrıştırıcı gibi tepkimelerin nihayetinde yadsınabildiği bir ülkede konuşmak bir şeylere benzeyecektir. Hasbıhal edilecek şeylerin bir anlamı olacaktır.

İdrak edilmesi gerekli olan kurtuluş denilenin asla bir başına olmadığıdır. Bu bataklık haline dönüştürülen her defasında daha da pis kokuların iyice yayılmasını sağlayan, genelleştiren, günceye dahil eden muktedirliğin yanılgılarına karşın ses verebilmenin bir anlık değil ömürlük bir maraton olduğu yinelenesidir. Bayrak, bir nesilden diğerine devredilirken hesap sorulabilirliğin elbette, küçümsenen, önemsenmeyen, hakir görülüp ötekileştirilenlere de denk geleceği bir gün bellidir. Belirgindir. Ayrışımın toptan bir zihniyetle sunulageldiği hemen herkesin istim üstünde tutulmasının, devletu alinin bir geleneği haline dönüştürüldüğü, baharın ölümlere kapısını aralattığı, emeğin modern zamanların kölelik biçimlerinden bir diğerini tahayyül ettiği, kadın sorunları denilince yarım ağız pozitif ayrıştırmanın nasıl manidar bir tiyatroya çevrildiğinin belirginleştirildiği, adalet denilegelenin mutlak gelen günle değil de başkaca hesap kitaplarla göre şekillendirilebildiği, öğrenci olmanın tepkime yerine sistem çarklarına birebir uyum sağlayacak yedek parça üretimi olarak kanıksandığı, vekilliğin tam da halkın ihtiyaç duyduklarının tersine, tersi istikamette tahakkümü, ölümü, yok edişi, höt zötü, hiddet arsızlığını bir arada sunmaya devamlılık gösterdiği bir evrede susmak değil haykırmak lazım gelmektedir. Keser döner sap döner gün gelir hesap döner, hesap verilmeyen şeylerin, bunca fenalığın nedenleri için yanıt istenir. Çekincesiz, dolambaçsız…
1 Mayıs Emek v Mücadele Bayramınız kutlu olsun…

>>>>>Bildirgeç
Yeni Türkiye’yi Yaratmak – Hüseyin ALİ*

Türkiye’de Kürt halkıyla demokrasi güçleri birlikte mücadele vermezlerse mevcut zihniyetle Türkiye’de sorunlar çözülemez. Çünkü Kürt sorunu çözülmediği müddetçe bir otoriter zihniyet gidiyor, diğeri geliyor. Kürt halkını yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemi içinde tutmak için gerici ve baskıcı politika benimseniyor. AKP’nin geldiği nokta bunu ifade ediyor.
Siyasal İslam sistem içine alınınca AKP için demokrasi sorunu bitmiştir. Devlet içine alınması Kürtlerin özgürlük mücadelesini ezme karşılığında olunca siyasal İslam’ın bundan sonraki karakteri de belirlenmiş oldu. Türkiye’de demokrasi mücadelesi Kürt halkının, sol demokratların, etnik ve dinsel toplulukların varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesi olarak aciliyetini korumaktadır. Kuşkusuz bir kısım İslamcı çevrenin de hala demokrasi ve özgürlük sorunu vardır. Ancak mevcut ana akımlar için bu sorun gündemden çıkmıştır. Onların sorunu ve kaygısı artık devlet içinde yerlerini sağlamlaştırmaktır. Bu nedenle de gelinen aşamada esas hedefleri de Kürt Özgürlük Mücadelesi ve demokrasi güçleri olmuştur. Her ne kadar klasik iktidar blokları ile belirli sorunlar yaşasalar da bunlar daha çok klasik iktidar blok artıklarıdır. Klasik iktidar blokları esasında Siyasal İslam’la uzlaşarak “yeni Türkiye’de” bunların etkin olmasına razı olmuşlardır. Çünkü onlar NATO ve ABD’den besleniyorlardı. NATO ve ABD ise eski klasik blokların ihtiyaçlarını karşılamadığını görüp siyasal İslamcıların sistem içine alındığı yeni iktidar bloklarını esas almaktadır.
ABD ve NATO’nun öngördüğü “Yeni Türkiye” de demokratik karakterde değildir. Sistemin ihtiyacı nedeniyle kimi yumuşamalar istense de, bu Türkiye’nin sorunlarını çözmekten uzaktır. Bunun en somut ifadesi Kürt sorunudur. Bireysel haklar temelinde Kürt sorununun çözümünün ele alınması kültürel soykırım sistemini yeni bir biçime kavuşturmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Türkiye’de demokrasi sorununu mevcut sistemden zarar görenler çözebilir. Emekçiler, Kürtler, etnik ve dinsel topluluklar, özgür düşünce ortamına ihtiyaç duyar. Aydınlar, sanatçılar ancak derin demokrasi ve genişletilmiş özgürlük ortamında kendilerini ifade edip yaratıcılıklarını ortaya koyabilirler. Kadınlar, baskı ve sömürü ortamında nefes alamayan gençler, Türkiye’ye gerçek demokrasiyi getirme mücadelesi verebilirler.
1 Mayıs ruhu, tam da bu demokrasi ve özgürlük isteyenlerin ruhudur. 1 Mayıs, emekçilerin ve ezilenlerin dayanışma, mücadele ve özgür yaşam özlemlerini yükselttikleri gündür. Kuşkusuz ezilenlerin demokrasi ve özgürlük özlemi ve mücadelesi her zaman olmuştur. İnsanların toplumsallığını koruması bile bir demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Ancak son 125 yıldır 1 Mayıs ruhu ve bilinciyle bu mücadele hem toplumsal temeline hem de gerçek programına ulaşmıştır. Bu yönüyle 1 Mayıs hem özgürlük ve demokrasinin programı, hem de dayandığı toplumsal temelin somutlaştığı gündür. “Özgürlük ve demokrasi güçlerinin hedefi ne olmalıdır, bu hedef hangi toplumsal güçlerle yürümelidir” denilirse, 1 Mayıs tarihine, ruhuna ve bilincine bakılmalıdır.
Gerçek demokrasi de, gerçek özgürlük de, gerçek sosyalizm de, gerçek barış ve kardeşlik de, adalet ve eşitlik de 1 Mayıs ruhunda vardır. Bu ruhun, tarihin, bilincin dışındaki demokrasi de, özgürlük de, sosyalizm de, barış da, kardeşlik de, adalet de, eşitlik de eksiktir, yanlıştır. Kuşkusuz birçok düşünce, inanç ve dinde de bu değerler vardır. Ancak en kapsamlı haliyle 1 Mayıs’ta somutlaşır. Bu nedenle din-ırk farkı gözetmeksizin milyonlar, milyarlar bu ruh etrafında duygularını, taleplerini, yeni dünya özlemlerini dile getirmektedirler. İnsanlığın da, ezilenlerin de, emekçilerin de kurtuluşu ve özgürlüğü 1 Mayıs ruhunda vardır.
1 Mayıs’ı sadece emekçilerin dayanışma günü olarak görmek yanlıştır. 1 Mayıs; emekçilerin temiz, çıkarsız, adaletli duygularında tüm dünya sorunlarına çözüm getirecek ruh ve bilinç olarak görülmelidir. Bu ruhta Kürtler de, başka ezilen topluluklar da, kadınlar da, gençler de kendi sorunlarına çözüm zihniyetini ve zeminini bulabilirler.
Bu nedenle bu 1 Mayıs’ta Türkiye ve Kürdistan’da başta Kürtler, emekçiler olmak üzere tüm demokrasi ve özgürlük sorunu olanların buluşması gerekiyor. Türkiye ancak 1 Mayıs ruhuyla sorunlarını çözebilir. 1 Mayıs, çıkar çevreleri dışında, Kürtler başta olmak üzere tüm Türkiye halklarının buluşacağı ve sorunlarına çözüm bulacağı bir platformdur. Her ne kadar sistem, bürokrat sendikacılarla bu ruhu bozmaya, bu ruhu özünden koparmaya çalışsa da bu başarılmayacak bir iştir. Reel sosyalizm yıkılmış, her türlü silaha sahip olan reel sosyalist devletler kaybetmiş ama 1 Mayıs ruhu, 1 Mayıs’ın demokrasi, özgürlük ve sosyalizm anlayışı yıkılamamıştır. Çünkü demokrasiyi de özgürlük ve sosyalizmi de her zaman gerçek anlamda 1 Mayıs alanları, ruhu ve bilinci temsil etmiştir.
Kim özgürlük istiyorsa, Allah’ın ipine sarılır gibi 1 Mayıs ruhu ve bilincine sarılmalıdır. Türkiye gibi demokrasi sorununun yakıcı olduğu bir ülkede bu zamanda Kürtler, emekçiler, kadınlar, gençler, ezilenler, etnik ve dinsel topluluklar 1 Mayıs alanlarını doldurarak gerçek demokrasi, özgürlük ve sosyalizm alternatifini gözler önüne sermelidirler.
Bu duygu ve heyecanla herkese “Haydi, 1 Mayıs Alanlarına!” diyoruz.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Hüseyin ALİ’nin Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde yayınlanmış olan Yeni Türkiye başlıklı makalesi, meramımız dahilinde denkleştirmeye çalıştıklarımızın devamlılığında okunası bir makaleyi oluşturmakta. Yazarın ve Gazetenin anlayışlarına binaen metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
‘Müge Vicdanımızdır, Tanıyoruz, Tanığıyız!’ – Emek Dünyası
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Yeni Türkiye’yi Yaratmak – Hüseyin ALİ – Yeni Özgür Politika
Tabular Yıkıldıkça – Hrant DİNK – Birgün / Muhalefet.org
97 Yıl Sonra Ayaş Yolunda – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
… – Hafif Abi – Görme Biçimleri
‘1915’te Ermenilere Ne Oldu’ Yerine ‘Türklere Ne Olduğu’ Sorulmalı – Agos
Hayko BAĞDAT: “Bu Sadece Ermenilerle Değil, Türkiye’deki Herkesle İlgili Bir Konu” – Marksist.org
Peki, Bize Ne Oldu? – Aydın ENGİN – T24
Der Zor Yolunda Ölmek – Ragıp ZARAKOLU – Evrensel
BDP’den 24 Nisan İçin ‘Ulusal Yas’ Teklifi – Radikal
24 Nisan – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Ferhat Tunç’un Dêrsim Ağıtları – Şeyhmus DİKEN – BiaMag
İnsanlığın Asil Cesareti – Umur TALU – Habertürk
Grandma’s Tattoos – Suzanne KHARDALIAN For Witness On Al Jazeera
97 Yıldır Teslim Oluyorlar Yetmedi Mi? – Burak COP – T24
24 Nisan, ‘Türk Tezi’ ve Aymazlık – Berat ÖZİPEK – Star
Tarifi Kabil Olmayan Bir Kederin Tarihi: 24 Nisan 1915 – Ülkühan ZEKİOĞLU – Jiyan
Vatandaş ‘İç Tehdit’ Olursa… – İbrahim G. AÇIKYER – ANF
‘1980’den 2011’e Sürüyor İşkence’ – ETHA
600. Gününde Keyfi Tutukluluklar Son Bulsun – Halit ELÇİ – Özgür Gündem
İnsan Hakları Komisyonunun Görevi – A. Murat EREN – Bianet
Zeynep Altıok AKATLI: Aziz Nesin’i Suçlamak Katliamı Meşrulaştırmaktır – Hülya KARABAĞLI – T24 – Emek Dünyası
120. Gününde Roboski Konuşuldu – ANF
İnkâr… Nefret… Şiddet… – Kemal BÜLBÜL – Özgür Gündem
Politika, Politikacı ve Vefa! – Şeyhmus DİKEN – Köxüz
İdris Naim Şahin Durdurulamıyor – Yeşil Gazete
Geert ve İdris: Bir Madalyonun İki Yüzü – Mehveş EVİN – Milliyet
Devletin Yüzsüz Maskeleri – Dilşah KOCAKAYA – Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi – Özgür Gündem
Samast’ın “Örgüt”ü “Ergenekon”dan Mı Çıkacak? – Bianet
23 Nisan ve O… Çocukları Meselesi – Yaşar GÜLEN – Haber Diyarbakır
23 Nisan Tüm Dünya Çocuklarının Bayramı Değil… – Dilgeş ASLAN – Jiyan
1 Mayıs 2012 – Çağrılar – Bildiriler – Sendika.org
Aksi İstikamet – Bülent USTA – Birgün
Kafasına Dipçikle Vurduğumuz Çocuk – Aslı ERDOĞAN – Özgür Gündem
Uslu ve Ağar’ı Üzmeyin, Ayıptır…!!! – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
’12 Eylül Belgesi’ Çıkmadı – İMC
Bir Afiş As, Bir Slogan At, 9 Ay Hapis Yat! – Hasan CEMAL – Milliyet
5 Öğrenciye 79 Yıl Hapis Cezası – ANF
Bizim Sokaklarımıza Da T.T. – Füsun ERDOĞAN – Bianet
Toplam Eğitim Kalitemiz; YGS – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
4+4+4 İçin ‘Pardon’ Diyemezsin – Ecem Kurumsuz ÜNAL – Habervesaire
Genç Sen Üyeleri Formasyon Hakkı İçin Kendilerini Zincirledi – ETHA
RedHack’in Lideri ‘Şirin Baba’ Çıktı! – Serkan OCAK – Radikal
RedHack Saldırdı, TTNet Fişi Çekti – Sendika.org
Bu Ne Biçim ‘Hack’aye Böyle? – Sarphan UZUNOĞLU – Evrensel
Hacktivizm – Özgür UÇKAN – BT Haber
Bölgede Hava Durumu – İrfan AKTAN – Express
Hangi Şartlar Değişti ? – Gülseren YOLERİ – Emek Dünyası
AKP Ne Demokrat E – Medeni FERHO – Yeni Özgür Politika
Erdoğan’ın Listesi – Özgür Gündem
Yorulmayın Bülent Bey, Yasaklayın Gitsin – Ümit KIVANÇ – Taraf / DYH
Biraz Ar, Edep ve Terbiye – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Mine SÖĞÜT: Yüzleşme Sert Olmalı – Arzu DEMİR – ANF
Dört Ülke, Bir Yaşam… – Gülistan UTKUN – Yeni Özgür Politika
KESK’ten Ahmet İnsel ve DSİP’e Yanıt: Haddinizi Bilin! – Sol Defter
(çalışma yasaları konusunda) kurumsal mızmızlanmanın kısa tarihi. – Friendfeed Kollektifi
Liberallerin Depresif Halleri Üzerine – Bülent DANIŞOĞLU – Bianet
Meds Yeghern – Orhan ALKAYA – T24

ASC Official
ASC Kana Broadcast 027 / Interview via Okkana.com
ASC – TMA-1 EP Review Jack SMITH via Urban Essence
Synkro Official Artist Page via Facebook
Synkro vs. Indigo On The Floor! – Live At Deadly Rhythm, Plan B, London via RBMA Radio
Synkro – Broken Promise EP Review By John DAWSON via Inverted Audio
Lone Official Artist Page via Facebook
Lone – Galaxy Garden (Album Stream) via The Line Of Best Fit
Lone – RSMIX002 via R & S Records Soundcloud Page
Peverelist Official Artist Page via Facebook
Peverelist Artist Page via Soundcloud
Peverelist – Livity Sound Showcase 30 Minute Mix For BBC Radio 1 Official Download
Blixaboy / Astroblaque Official
Blixaboy Artist Page via Concrete Plastic
Blixaboy On Big Up Podcast # 36 via The Big Up Magazine

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
One Tree By Darren WILKIN via Flickr Page
Darren WILKIN’s Flickr Page

>>>>>Poemé
İnsan ve Deniz – Charles  BAUDELAIRE

Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.

Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.

Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?

Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!

Çeviri: Orhan Veli KANIK

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 396 – tukšums no smieklīgi

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_396_–_tukšums no smieklīgi

16 Nisan 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Sendai-Win Trepsit/Brief Delay (Time 2 Express)
>2<-Sendai-Geotope (Time 2 Express)
>3<-Anne-James Chaton with Alva Noto & Andy Moor-Chapitre IV: In The ISS (Raster-Noton)
>4<-Anne-James Chaton with Alva Noto & Andy Moor-Chapitre I: En Ville (Raster-Noton)
>5<-Pete Namlook + Material Object-The Fourth Dimension – Part II (Fax +49-69-450464)
>6<-Pete Namlook + Material Object-The Fourth Dimension – Part III (Fax +49-69-450464)
>7<-Kyoka-23 iSH  (Raster-Noton)
>8<-Kyoka-YESACLOUDui  (Raster-Noton) 
>9<-NHK'Koyxeи-530 (Pan)
>10<-NHK'Koyxeи-638 (Pan) 
>11<-Oneohtrix Point Never-Up (Napolian Remix) (Software Records / Self Released)

tukšums no smieklīgi
(396)

Tuhaflık havaların bir öyle bir böyle yanarlı dönerli olmasından, bir güneşin görünüp bir zemheri ayazının kendini belli etmesinden, göstermesinden, bunca karaşınlığın ortasında çatkapı bitiveren sessizlik anlarının behemehal birbirlerine yakınlığından, ses v söz erimlerinin bir tamamlayıcılıktan ziyade birbirini itip – kakıp duran yapısından ileri gelmemektedir sadece. Yaşamakta olduğumuz sathın gününe, güncelliğine duhülü tamamlanmış olan sayısız tatavlanın, birbirinden pek de farkı bulunmayan söylem yığıntılamalarının, hep aynı nüveden hareketle dönülüp dolaşılıp eninde v sonunda aymazlıkla birbirini tümleten hiddetin, şiddetin, alâsıyla karşılaşmak mecburiyetinde bırakıldığımız bir yerin tuhaflıkları asıl buralardan ileri gelmektedir. Bu bahislerden sonra meydana çıkmaktadır. Tahayyül edilemeyenin, tasvir edilmeye doyulamadığı, örneği için, duyurulması, layığıyla işitilmesi gerekli olanlar adına per perişan olunan şeylerin çalakalem üzerinden geçildiği, asıl lazım olanların değil boşa doluya lafların, hareketlerin söz konusu edilebildiği bir güncelliğin mabadında çözümsüzlüğün yancısı tuhaflıklar dizi dizidir. Tamamlanamamış olanın yanı başında birden bitiveren yığılmaların, esip gürlemelerin, öyle olmaz böyle verelim ayarları biz bakalım yollu göndermelerin, bir yerinden yakalanamazsa hemen bir sonraki evrede kullanılacak hilelerle bütün bu pejmürdeliği ziyadesiyle yerine getirecek yardımcı öğelerin bulunabildiği, bulunup denkleştirilebildiği memleketin tuhaflıklarına dair çıkarsamalardır söylemek istediğimiz.

Yanlışın ‘kör kör parmağım gözüne’ hala dirayetle savunulabilmesinden tutun da ismim hıdır elimden gelen budur yollu kabarmalarla donanmış, işimin ehliyim gelgelelim konulardan bir haberim yollu seslendirmelere kadar birbirini tamamlayan, dönüşümün merkezinde yarınların kurgusunu şimdiden bozulmaya terk eden bir mümesilliğin sahipliğinedir sözümüz. Sözcüklerimiz. Bir tuhaflık bitmeden başkaca bir tuhaflığın rotasına çoktan çıkartıldığı bir cenahta diri söze, duru akıla ne zaman sıra gelecektir, yahutta getirilecektir. Yarını bugünden tüketmek, geçmişin bakiyesini şimdi yapıyoruz biz işte bir şeyler -yüzleşmeler -tahkikatlar -soruşturmalar vs. yollu eylemlerle, pratiklerle denk tutup da bugün olan biten bütün hataların sorumluluklarından bir an evvelce sıyrılabilmek düşüncesinin kendisinden hareketle seyrüseferin içerisindekiler bu teşebbüslerin esas ayrışmaz yapı taşlarının, öğelerinin nasıl da “devletlu” geleneğinin birebir örnekleyicisi olduğunun altını kalınca belirginleştirmektedir. Sorunun kendisine kulağı kapattıkça, önemsemedikçe, hiddet arsızlığının derecesinin her seferinde bir kademe daha arttırdıkça, yalana sarılıp doğruların esamesini okumamaya iman ettikçe, suskunlaşmanın bir yaşam biçimi olarak tavsiye edilen bir bakışım haline indrigetilmesinin neticesinde yaygaralarla oluşturulanın bir gerçeklikmiş yanılgısı anlak üzerinde bağdaşık duran görüntülerin de paramparça olmasını tuhaflıkların normalleştirilmesi sürecini hızlandırmaktadır. Koşaradım.

Her halükarda doğrunun eğilip bükülmesi tuhaflık ediminin canlılığını da korumaktadır. Yorum getirmek istediğinizde siz ne bilirsiniz; doğrusunu işittirmek istediğinizde had v huduttan bahis açmaların, bunca fecaatin ortasında her seferinde yanlışa tutunmanın karavanaların ötesini görememenin hiçbirimiz için bir artı oluşturmayacağından dem vurmanın, yeni bir ülke tanımlandırılması çabasında dahi aslolanın, varolan klişelere hala sıkı sıkıya bağımlı kalmarak onun daimiliğine biat olduğunu işaret etmenin hep istedikleri şimdi ise fırsatını bulduklarında oyuncak etmekten çekinmediklerinin açık olan ‘statükoculuk oynamaktan’ daha yeğ olduğunun bilindikliğine çabalanmaların sözün kısası doğru için çabalanımların önüne kurulmakta olan setleri aşabilmek için yollar keşfetmeye çalışmak tuhaflıktır da el muktedirce, iktidarca bütün bu hengamenin kendisi mi normaldir. Aynalanan şey, gözün önünde cereyan eden hakikatler tek bir doğrunun değil birden çok etkileşimin ve neticenin beraberce kotarılabileceğinin tam da üzerine vurgu yapmaktadır. İçinde bulunduğumuz sathın normallerinin nasıl da çizgisinin dışına taşınarak, manşet manşet flaş flaş büyük boyutlu içerikten, nicelikten yoksun salt çamur atıp izini bırakayım gerisi elbette gelecektir kurnazlığının, içe işlemiş olan düzenbazlığın el birliğiyle şekillendirilmiş örneklerini sunumlandırmaktadır. Biteviye hala. Doğrunun seslendirilmesi söz konusuysa eğer “alternatif ” tezahürler, çözümlemeler ortaya çıkartılabilir lakin böylesi bir hazımsızlığın payandalığında ne dediği belirgin olmayan, ötekileştirmeyi takdis edip yücelten bir anlam metaforundan başkaca bir çare türetilmesinin gerekliliği ilk elden lazım olandır.

Tuhaflıkların zincirleme bir reaksiyon halinde birbirini tetiklediği, normal olanın adının neredeyse hiç anılamadığı bir güncellik dahilinde akil olan sözün işlevselliğini hayata geçirebilmektir. Boşa doluya laf ebeliğinde birini bırakıp diğerine geçip durulurken bu zaman çizelgesinde ömrü hayatımızı heder etmekten gayrısını düşünmeyip hala ilerliyoruz muasır medeniyetler seviyesine argümanının artık koskocaman bir sahte simgeleştirici, gaz alıcı olduğu malumdur. Artık. İddianın bunca uzun süreli bir çabalanımın en azından insani olanları sağlayabilmekten, bunun asgarisini bile tesis etmekten özellikle imtina edenlerin istedikleri kadar didinsinler o anlattıkları bahis bir masaldır. Hüsnü kuruntudan, bunlar bıçak sırtı konular her yerde v her şekilde konuşulmazlara, bir yerinden başlasaydık da nereye gittiğimizi artık biz de bilseydik yani yollu seslenişlere hadi oradan (en hafif yollu) atfedişlerine kadar sarmalın derinlerinden en dışına kadar etkin bir fasitdairenin varlığı ortaya çıkmaktadır. Ne bugünün getirdiklerinin, ne dünün bir şekilde hayatalarımızı zapt ettiklerinden, ne de gelecekte ensemizde pişirilecek olan bozaların müsebbiplerini bulabileceğimiz konusu bir fiiil ifşaa edilmektedir. Öyle böyle diye diye sonunda masalların birer birer kabus haline bizahati o kıt düşünceler sayesinde gerçeklik haline dönüştürüldüğü bahsi meydana çıkacaktır.

Yordam, derman aramaktan, deva üretmekten gayrı varolan keşmekeşin tüm tuhaflıklarına sırt verip, sahip çıkarak, en akla gelmez şeylerin bile bir günde gerçek olarak insanın başına getirilebileceğinin türlü tezahürlerine yakın durulan bir memleket portresinde, esas resim inciği, cinciği ayrı, beti benzi apayrı bir biçimde atmış, atarlara gelmiş bir sindirilmiş, sınırlandırılmış bir çöplük halini almaktadır. Mal meydandadır. Geçici olarak devre dışında bırakılan bellek hep boşaltıldıkça başkaca şeyler sayesinde, o beyazcam vesilesiyle, bu boyalı basın mahiretiyle, şunun bunun teşebbüsüyle beraber kopkoyu bir boşluk kalır gelir geriye. O bildiğimiz tüm tanımlandırmaların da ötesinde gerçek bir gayya kuyusunun kendisidir, oluşumu varlığı mütemadiyen gözlemlenen, kökü kurutulmak bir yana daima kapsayışının, insan yutar gulyabaniliğinin devamlılığına çabalanılan uğraşılan, acının, ızdırabın bir türlü sonlanamasının vesilesi olarak da akılların bir köşesinde yer edinebilecek bir imgelemdir. Suskunlaşıp biat etmekten gayrısına tenezzül etmemenin iyi insan profili olarak sunumlandırılan şeylerin hepitopu koyunluktan ibaret olduğunun gerçekliğini, takdiri kısmını sizlere bırakıyoruz. Esas resim olarak atfedilmişin, tanımlandırılmışın bunca kıyısında hala tezahür eden felaketlerin kendilerine sıranın getirilmezliği söz konusuyken iyimserliğini korumaktan yana kalanları, iyisimerlik hamuruyla günlerini geçirip duranlar için önemli uyaranların varlığının o bahsettiğimiz resim içerisinde capcanlı örnekleri iş bu sahifeler, bu hayat akışı içerisinde gözlerinizin önüne sunuluyor, tamamıyla.

Parçaları bir o yana, bir bu yana savrulmuş, dağıtılmış, bir daha toparlanamaz, denkleştirilemez, düzenlenemez nasıl olsa akıl yürütmesiyle beraber topyekün neredeyse kaf dağının ardına saklanmışi, işlevsellik taşıyan unsurlarının tanımsızlaştırılmasına didişilip durulduğu her defasında başkaca bir oyunun sergilenmesinden vazgeçilmeyen bir satıh haline dönüştürülen esas resim metaforu gündelikliğin getirmiş olduğu baskıcılığı, suskunluğu, düşünmekten çok tasnifsiz, ayrısız, gayrısız biatı salık veren, şart koşan tutumların, tavırların altında yatan hinlikleri anlayabilmemize imkan sağlayan bir dağarcıktır. Uluorta yapılmış olan şirkatin, fecaatin, oluru çoktan onanmış müdanasız tahakküm seremonisinin, biteviye keskin bir fasit daire halini çok uzun zamandır edinmiş olan masumiyet karinesini lime lime etmenin, gık demenin suç, guguk demenin suça teşvik, gak v guk demenin yardım v yataklık olarak tanımlandırılma çabasında basbayağı yol kat edildiğini, bütün parçalarında oynamalar, düzenlemeler meydana getirilmiş olsa da hala ilk günkü gibi olduğundan dem vurulan, bahis açılan bir sahanlığın ta kendisidir esas resim. Görünenin, kadraja dahil edilenin üzerinde muktedir-erk-iktidarın payandalarıyla beraber şekillendirmeye doyamadığı, her sefer v defasında başka bir acınılası, dert edilesi, tasanın, kederin vuku bulduğu, buldurulduğu bir simya ortaya çıkar. Ortaya çıkmaktaktadır.

Dönemsel bir yüzleşmeden, zamanın getirdiklerine karşı işlenmiş olan tüm günahların hemen hepsiyle hesaplaşmaya, sorgulanabilirliğine şimdilik müsammaha dahi gösterilmeyen, böyle bir teşebbüste bulunulacaksa onu da en iyi biz yaparız ara gazlamasının iteklemesiyle beraberce kel başa şimşir tarak hamlelerin sergilenebildiği her defasında kelama dahil edilip sakız gibi sündürüldüğü meydana çıkan bir trajik sahne hasıl olur. Tebelleş edilmiş olanların devlet eliyle değil de sanki çatkapı, başımızdan, kapımızdan hiç eksik olmayan, hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir düşmanlar kontenjanı sayesinde vuku bulduğuna o kadar kaptırılır ki, bunca mesnetsiz meymenetsiz tahakkümün yanı başında hala vurdumduymazlık, sağır sultanlık, kazın ayağı öyle değilcilik vurgulamalarıyla beraber ortaya çıkan tanımsız ucubenin kendisi bugünün siyaset zeminin hangi nirengi noktalarından kendisine drstek bulduğunu v harekete geçtiğini ortaya çıkartan esas resmin tahrifatçı başlarını daha yakından tanıyabilmemize vesile olan bir bağdır. Bağlaçtır. Birbirine bir şekilde denk getirilen parçaların nihayet okunabilmesiyle beraber, mozaik mozaik diye betimlenenin, düpedüz gri, kasvetli, iç kapayıcı bir mermer formu olduğu meydana çıkmaktadır. Felaket dizi dizi tecrübe edilirken ali-ayşe harikalar diyarında toz pembe masallarıyla hemhal başbaşa değil bilakis her sekansının başkaca bir zulmü çağrıştırdığı, komiklik olsun diye değil basbayağı trajik bir sunu vuku bulmaktadır.

Kıyasıya bir mücadeleyle üzerinin başkaca şeylerle örtülmeye namzet olunan konu esas resmimdeki bbu ayrıntılardır. Detaylar kapatıldıkça, tek bir resim, tek bir form, tek bir görüş v savunuş hakim kıldırıldığı müddetçe daimiliği esas olacak kısım budur. Kendi tekrar ededuran, yanlışın devamında bir doğru olarak atfedilebilmesinin mümkünatlığı söz konusuysa eğer hepimizin birer birer denek yapıldığı bu laboratuvar ülke gerçek bir turnusol kağıdı işlevini ihtiva etmektedir. Nefretin, hiddetin, kölelik düzeninin, adaletsizliğin, umutsuzluğun, hilebazlığın, kötümserliğin v daha nicelerinin işlevlerini dosdoğru anlamlandırabilmemizi gerçekçil kılan bir aynalayıcıdır. Yorgun, bitap düşürülüp varlığı takdis edilmiş olan olguların cümbür cinnet beraberliği, birlikteliği aynalanmış olan resmin üzerindeki taaruzların, gaspların, yoksayışların, biz böyle bildik bundan sonra da böyle gideceğiz ahkamının, tahakküm kotasını enikonu bütünleştirmektedir. Anlamak isteyene belirginleştirmektedir!. Aralıksız sergilenmeye devam edilen, bir daha asla sözüyle unutulmamaya, unutturulmamaya gayret gösterilen lakin bir başka satıh veya dönemeçte yeniden tecrübe edilip yüzyüze kaldırıldığımız meymenetsiz, tıynetsiz vakiaların edimlerin, olguların yinelenmesidir. Yinelenebilirliğidir.

Alınan ahların, yakılan ağıtların dillendirilen tüm seslenişlerin hep bu toplumun bir ötekisi olarak tasnif edilmenin, payınıza düşen budur evir çevir dur arsızlığı ile oluşturulan söylemlerin paralelinde yapılan edilen birbirine denkleştirilen dayatımların kendisinedir sözümüz. Bir yerinden başlamak gerekirse yüzleşme denilegelen şeyi nasıl obesesif bir takıntı halinde peyderpey tekrarlanacak bir muasırlık belirtisi, emaresi olarak ele alınıyorsa muktedirce hemen yanında daha tazeliğini v acısını diri olan, hiddet arsızlığının insana hayatı dar etme gayretkeşliğinin, sorumluluğunu yerine getirmektense görmezden, bilmezden gelmeyi, hesap sorulabilirliğin şansla bağlantılı v kişilere özel bir lutuf yanılgısı olduğunun ciddi ciddi önü arkası, dolduruluyorsa beyanatlarla, dahası adalet hiç gelmeyecek bir tecelli olarak resmediliyorsa şirazesinden çıkmışlık artık fizikidir. Yaşayandır. Hak talebinin karşısına doluya boşa laf yetiştirmekle çözüm getireceğini sanmaya devam edenlerin, gündeliğini çıkartmak için dökülen alın terinin karşılığı olarak üçün birinin reva görülmesi o da gıdım gıdım kaşıkla tanzim edilipkepçeyle toplanması algılanıyorsa hala esas resmin teferruatı olarak bellenen kitlelerin görünürlüğü bin kat daha yakındır. Yakınımızda v yanı başımızdadır. Bir değişimi, gelişimi ilerlemeyi başka bir ket vurucunun yardımıyla daha en başından sıfırlanıyorsa, bu kadarı layık görülüyorsa sormak lazım gelmektedir. Yol nereye, gidişat nereye!

Düzensizliğin, hakkaniyetsizliğin mütemadiyen ben ben diyen zümrelerin bizlere, vatandaşına ulaşmasına daha ne kadar yolları kalmıştır, bunu akıl edebilmek için daha kaç fırın ekmek yemeleri lazım gelmektedir!. Sorgulanabilirliği boşa, adalet arayışını yokuşa, kopartılan bunca işitilmez! sessiz çığlıkları anlamazlığa, teşebbüs edilen her anlamlandırma gayretini basbayağı münferit, ideolojik diye yaftalamaya, yapılan edilen bunca zulümün tam karşılığının faşizm olmasına karşın hala kısır döngülerle bitmez atışmalara imza atılıp maya takvimine göre kopacak fırtına alametlerinin, yokoluşun bütün bu grilikle dopdolu esas resmin taşıdıklarının yanındaki önemsizliğini anlamlandırabilmek ne kadar zordur. Tahayyüle teşebbüs doğru olanı, ortaya çıkartabilmek bütünde hasıl olmuş yanlışlıkların önünü alabilmek için alınan önlemlerden birisidir. Hazır paketlenmiş, ambalajlanmış korku öğesi üzerinden anlamlar ortaya çıkartan, dili lâl, aklı boş tın tın teneke, görmektense âma kalmayı tavsiye eden, imgeleştiren bir güncellik aksinde aynalananlar hemen hiç bu önermenin kıyısından geçmemektedir. Yanlışları olağan doğrular olarak atfetmek, şüpheyi bir anlığa bile kenara koymadan sürekli bir baskı ortamının daimiliğini sağlamak adına el altında tutmak, yargıları fikriyatı boşa çıkartmak adına yaftalamalardan faydalanarak çürütmeyi bir mani olarak görmeksizin uygun adım yürürlüğe koymak, bir ayağı demokrasi, bir ayağı özgürlükler olan ana derslerimizde iktidarın eksiklerini tamamlaması bir yana hala vaktini heba ettiğini ortaya çıkartmaktadır.

Akil olanı aramaktan uzak kalmak, hak mahrumiyetlerinin sorumlularını sorgulamaksızın, hesap sormaksızın trajediye devam etmek bu edimin birer devamlılığıdır. Kalıcılaştırıldığının tamamlayıcısıdır. Zaman mevhumu ilerlerken neyi nasıl konumlandıracağına, kimi neyle bağlantılandırarak köşeye kıstıracağına zihin yoran bu sistemin şimdiki sahiplerinin ortaya koydukları daha fazla biat, daha fazla tahakküm v onarılamayacak nice ağır yaralardır. Bu yükler hepimizin omuzlarına yüklenirken, biriktirilirken derde devayı değil akla ziyanı müdanasız savunuş gerçek bir felaketi tecelli ettirecektir. Yozlaştırılan dil, arsızlaştıkça coşup duran nefret söylemi, mahallenin kabadayıları geldi hanım tonlamalı diklenmelerle bezeli olan seslendirmeler, sorunların görünürlüğünün bunca afaki olduğu bir güncellikte hala ama v fakatı kaldırmamaktadır. Kararını günden güne yel nereden eserse ona göre değiştiren, mizacına uygun seslendirmelere olur verip gıkını çıkartmayıp, sürünün içerisinde kalmayı gelecek güzel günler beklentisi, sancısı olarak savlayanlara duyurulur. Kazın ayağı hiç de sandığınız gibi değil bütün bu hengame tiyatrosunu sineye çekip, refaha, düze ulaşılacakmış diye sandığınız gibi toz pembe değildir… bilgilerinize….

>>>>>Bildirgeç
Yüzleşmek, Hesaplaşmak, Ödeşmek – Oya BAYDAR*

Düşe kalka da olsa, iki adım ileri bir adım geri giderek de olsa Türkiye bir süreden beri geçmişiyle hesaplaşmaya çalışıyor. Bu hesaplaşma şimdilik siyasal aktörler eliyle ve onların iradesiyle yürüyor; büyük ölçüde de başta iktidar partisi ve çevresinde kümelenmiş siyasal kesimlerin asker hasımlarıyla hesaplaşmasına dönüşüyor. Böyle olduğu için, ödeşme ile bitecek ve toplumun zihniyet dünyasını değiştirerek tarihsel-toplumsal yaraları saracak sağlıklı bir sürece girilemiyor. Fay hatlarıyla yarılmış toplumumuzdaki çatlaklar daha da derinleşiyor, her kesimin kendi içinde bile ayrışmalar oluyor. Toplumsal mutabakat sağlanamıyor. Neden?

Yüzleşmeden Hesaplaşılamaz 

Hesaplaşmak ister kişiler arasında, ister siyasal güçler veya toplumlar arasında olsun bir hasmın varlığına işaret eder. Bu yüzden de dışarıya, ötekine dönüktür. Zarara uğrayan ya da uğradığını düşünen taraf kendisini zarara uğratan, mağdur eden ötekinden (hasımdan) hesap sormak için onu vicdanî ya da hukuksal anlamda yargılar; ceza verilmesini, uğradığı zararın tazmin edilmesini ister, ya da cezayı kendisi vermeyi dener. Her hesaplaşma; kişinin, topluluğun, bir zümrenin, bir halkın, bir ülkenin, vb. kendisine yapılan kötülüğün, haksızlığın intikamını da içerir. O kişi, o zümre, o halk, o toplum ahlâken veya siyaseten yeterince olgunlaşmamışsa, demokrasi kültürü gelişmemişse hesaplaşma öfkeli, sert, intikamcı, hatta kanlı olur. Ödeşme yaşanıp barış sağlanamadan, sadece gücün ve iktidarın el değiştirmesiyle sınırlı kalır.

Yüzleşme ise hesaplaşmadan çok daha derin ve çok daha güç bir süreçtir. Hesaplaşma ötekiyle gerçekleştirilirken yüzleşme kişinin, siyasal gücün, ideolojik topluluğun, bütün bir toplumun kendine ayna tutmasıdır. O aynada gördüğü suretten korkmadan, aynayı karartmadan kendisiyle, kendi eksiğiyle, hata veya suç payıyla cesaretle karşı karşıya durabilmesidir. Yüzleşebilmek için önce aynaya bakma cesaretini gösterebilmek, orada gördüğü gerçeği ne kadar acı ve utanç verici olursa olsun kendini ve başkalarını kandırmak için aynayı karartmadan kabullenmek gerekir. Yüzleşme bir çeşit kendi kendini sorgulama, kendi kendinden hesap sorma eylemidir. Sonrasında atılacak adım -eğer varsa- suç veya hata payını kabul edip özür dilemektir. En zor olan budur ama bireyin ya da toplumun ruhunu temizleyecek, cerahati akıtıp yarayı sağıltacak olan da budur. Yüzleşme süreci kişiyi (veya topluluğu, halkı, toplumu) önce acıtsa da yavaş yavaş iyileştirir; ruh sağlığına, dengeye kavuşturur.

Bir kişiyle, bir olayla, toplumsal olgularla, tarihsel gerçeklerle yüzleşmeden hesaplaşmaya kalkışıldı mı bugün Türkiye’de yaşanan tablo çıkar ortaya. Herkes, her kesim; bu olup bitenlerde benim payım nedir, ben olayın neresinde duruyorum, nelerden ne kadar sorumluyum, doğruyu ve gerçeği kendi çıkarım için mi “doğru” ve “gerçek” olduğu için mi arıyorum diye sormadan, yani yüzleşmeden “Şimdi artık benim günüm, oh olsun düşmana” mantığıyla davranırsa, düşman sivrisinekler tek tek avlanır ama bataklık daha da kokuşarak yerinde kalır.

Zihniyetle Yüzleşmek Şart

Şimdilik askeri vesayetle, darbeci gelenekle darbelerin elebaşları üzerinden hesaplaşma aşamasındayız. Bir kez daha bunu önemsediğimi, aynı süreci yaşamış başka ülkelerde de olduğu gibi darbelerde sorumluluğu olan kişilerin yargılanmasının ve cezalandırılmasının takipçisi olmamız gereğine inandığımı tekrarlamalıyım. Ancak bu, burada kalırsa toplumca arınmaya, normalleşmeye, ödeşmeye ve barışmaya vardırmayacak bir ilk adımdır.

Başta askerler olmak üzere bürokratik oligarşinin toplumu kendi planlarına ve çıkarlarına göre düzenleme hamleleri olan darbeler, neden değil sonuçtur. Ardlarında, bugün yaşamakta olduğumuz devasa sorunların, çıkmazların, toplumsal sarsıntıların temelindeki kadim bir zihniyet yatmaktadır. Çok basite indirgeyecek olursak bu zihniyet; kökleri Osmanlı’ya giden, ulus-devlet kuruluşu sürecinde İttihat Terakki, sonra Kemalist Cumhuriyet’le devam eden kâdiri mutlak devlet anlayışı ve tapıncıdır. Devlet denen aygıtın (ve tabii ki ona hükmeden muktedirlerin) bireyin refahı ve özgürlüklerinin korunması için halka hizmet sunmakla görevli bir sosyal yapıdan ibaret olduğu fikrini  küfür sayan, yurttaşın devlete ve onun ideolojisine itaat ve sadakatle yükümlü olduğunu veri kabul eden bu anlayışa göre, kulun, tebaanın, giderek halkın çıkarlarını, en iyi devlete egemen olanlar bilir ve toplumu kendi doğruları (yani kendi ideolojileri ve kendi çıkarları) çerçevesinde biçimlendirme hakları vardır. Onlar ülkenin ve halkların sahipleridir. Eylemlerini, kararlarını, suçlarını, cinayetlerini “devletin bekası” ya da bu zihniyetten türeyen “vatan ve milletin yüce çıkarları” türünden kendi beka ve kendi çıkarlarından başka bir şey olmayan yüceltilmiş kavramların ardına saklarlar. Bu zihniyet hangi ideolojik temele dayanırsa dayansın, o ideoloji doğrultusunda tekçidir, toplumu kendi doğrularına göre biçimlendirmeye çabalar. Başka doğruları tehlikeli ve kendi iktidarına karşı tehdit olarak algılar. Türk ulus devletinde bu doğrular Türk-Müslüman çoğunluk temelinde biçimlendirilmiştir. Şu anda birbiriyle hesaplaşmaya çalışan dindar İslami cephe ile ulusalcı Kemalist ya da devletçi Türkçü faşizan güçler bu noktada aynı zihniyetin temsilcileri olarak benzeşir ve birleşirler. Birbirleriyle kıyasıya mücadele ederken bile sözünü etmeye çalıştığım zihniyetin köşe taşlarına sarılmakta yoktur birbirlerinden farkları. Fark, söylem ve nüanslardadır.

Adım Adım Öğreneceğiz

Şimdilik toplum, askerin siyasete hükmetmesinin, darbe yaparak veya silah gücüne dayanarak siyasal iktidarları devirmesinin meşru olmadığını, hatta suç olduğunu öğrenme aşamasında. Bundan çok değil beş altı yıl öncesine kadar askeri darbeleri hem haklı hem de meşru bulan kesimlerin çoğunluğu artık aynı kanıyı taşımıyor. Kendimizden ve yakın çevremizden de gözleyebiliriz bunu. Sadece korkuya dayanmıyor bu dönüşüm; insanlar siyasal hayattan ve kendi deneyimlerinden öğreniyorlar, farkındalık kazanıyorlar. Şimdi sıra, “sana vuran darbe iyi, bana vuran darbe kötü” çifte standardından kurtulmakta. Mağduriyetleri tokuşturmadan herkes için adalet, herkes için özgürlük isteyebilmekte.

Ancak yetmiyor; farkındalık toplumcak içimizi kemiren zihniyete yönelmezse, bir zihniyet devrimi yaşamazsak sadece vesayet el değiştirmiş oluyor. Sürmekte olan darbe davalarını önemsizleştirmeksizin, kişisel ve toplumsal vicdanımızın mahkemesinde tarihimizle yüzleşmemiz gerek. Sağıyla soluyla, Türküyle Kürdüyle, İslamcısıyla Kemalistiyle, askeriyle siviliyle, Ülkücüsü devrimcisiyle, arınmak ve normalleşmek için yüzeysel hesaplaşmalardan çok daha derin bir yüzleşme sürecine ihtiyacımız var. 1915 Ermeni kırımından başlayarak İstiklâl mahkemeleriyle, Dersim’le, 6-7 Eylül’le, sonraki Rum tehcirleriyle, azınlıklar sorunumuzla, sivil yöneticileri idam sehpasına götüren 27 Mayıs’la, Meclis’ten yükselen “üçe üç” çığlıkları arasında Denizleri katleden 12 Mart müdahalesiyle, 12 Eylül’ü hazırlayan gladyo- Ülkücü komando ortak yapımı cinayet ve katliamlarla, 28 Şubat’la, Susurluk’la, Diyarbakır hapishanesiyle, işkencecilerle, sadece askerlerle değil militarizmle, ayrımcılıkla, yaşadığımız ve yaşattığımız bütün mağduriyetlerle yüzleşmemiz gerek.

Yüzleşmeyi başarabilirsek hesaplaşma intikamcılıkla sınırlı kalmaz; darbeler toplumsal vicdanda meşruiyetini yitirirken ardlarındaki zihniyet yeni meşruiyet zırhları kuşanamaz. Belki ağır ve sancılı olacak ama yüzleşmeyi ve intikamcılıktan uzak bir ödeşmeyi başarabileceğimizi umut etmek istiyorum.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Oya BAYDAR’ın kaleme aldığı “Yüzleşmek, Hesaplaşmak, Ödeşmek” başlıklı makalesi kıyısından köşesinden değinmeye çalıştıklarımızın paralelinde okunabilecek bir fikriyat ihtiva ediyor. Sözün kıymetini bir kere daha belirginleştiriyor. Sayın Oya BAYDAR’ın v T24 internet gazetesi’nin anlayışlarına binaen meramı sayfalarımıza ilintiliyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
‘Müge Vicdanımızdır, Tanıyoruz, Tanığıyız!’ – Emek Dünyası
Yüzleşmek, Hesaplaşmak, Ödeşmek – Oya BAYDAR – T24
Türkiye’nin İlk Barış Bakanlığı Kuruldu! -Serdar M. DEĞİRMENCİOĞLU – Yeni Özgür Politika
Mumia Abu JAMAL: Örgütlen, Örgütlen, Örgütlen – RT / Gerçeğin Günlüğü
Irkçılık Zehiri – Mithat SANCAR – Açık Gazete – Açık Radyo
Niyetiniz T.T.’yi Öldürmek Mi? – Hamdullah KESEN – DİHA – Özgür Gündem
Agos’un 24 Nisan Sözü: Türkiye İçin İdrak Zamanı – Agos
Soykırım Günceldir, ‘Dün’ün Acısı Değil! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Bir Arkadaşım Meseleyi Şöyle Anlatabiliyordu – Ümit KIVANÇ – Taraf – DYH
Cumartesi Anneleri, Ermeni Aydınları ve Çocukları Andı – Emek Dünyası
Hak, Hukuk ve Gündelik Faşizm – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
Barzani ve Zehir Hafiye İdris Naim’i de Dinleyecek – Ahmet KAHRAMAN – Yeni Özgür Politika
RedHack İçişleri’ni Hackledi – Bianet
İdris Naim Şahin: Cilasız AKP – Kadir CANGIZBAY – Birgün
İdris Naim Şahin’le Bir Hafta – Işıl CİNMEN – Bianet
Bakan Şahin ve Domuz Siyaseti – Sıdkı ZİLAN – Haber Diyarbakır
Tanrıkulu: ‘Kanım Dondu, Utandım, Burnum Kızardı’ – İMC
Bokböcekleri ve Yeni Strateji – Özgür AMED – Yüksekova Haber
Yaşamın Mimarlarından: Darbeye Dayanıklı ‘Seksenler’ – Şebnem TAN – Özgür Gündem
Pancar Mevsiminde Roboski Tedirginliği – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Beşir Atalay: Demirel 28 Şubat’ın Koordinatörüdür – ANF
Medya Lokomotif Olamaz Vagon Olur Ancak – Ragıp DURAN – ETHA – Apoletli Medya
Yavuz ÖNEN Açıkladı: ‘Çevik Bir İşkencecimdi…’ – Sesonline
28 Şubat’a Dair Hafızamızı Tazeleyelim – Ali BİLGE – Açık Radyo
Medya Çevik Bir’i Nasıl İmana Getirdi – Demiray ORAL – Taraf – DYH
Hani ‘Vatan, Millet, Sakarya’? – Aliekber PEKTAŞ – Demokrat Haber
MİT’in 1 Mayıs Katliamı Raporunda Açılan Ateşlere Değinilmedi! – T24
Hesaplaşma! – Ahmet YAŞAROĞLU – Evrensel
F Tipi’nde AŞK – Mahmut ALINAK – Radikal 2
Ölül Orucu Değil Barışın Sesi – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Muhataplık Sorunu – İshak KARAKAŞ – Jiyan
Yeni Anayasadan Kendinizi Koruyun… – Yüksel TAYLAN – Emek Dünyası
İddianame ‘HES’ Dedirtti – Elçin YILDIRAL – Birgün
Dersim’de OHAL Günlerine Dönüş – ANF
Ayhan Bilgen Röportajı – Ertan KESKİNSOY : İstismar Pozisyonuna Yerleşmek – Post-Express
Köprüler Yıkılıyor Barajlar Çöküyor – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Yeni Anayasa ve Eğitim Sisteminde Çoğulculuk – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Kafamızda Beyaz Emre… Irkçılıkla Da Mücadele Ederiz Biz! – Umur TALU – Habertürk
Pozantı, Sincan, Bu Ceza Bitmez – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Tutuklu Çocuklar Kimin Umurunda? – Batuhan KURTARAN- Biamag
Uykuda Mısın TC? – İnci ERKAN – Jiyan
Bir İddianameden Ayrıntılar – İMC
AKP Yine Terör Estirdi: 62 Gözaltı – ANF
Bakanlıktan “Taşeron Cumhuriyeti” Hazırlığı – Aziz ÇELİK – Birgün
Twitter’ımın Solcusu! – Serdar AKİNAN – Akşam
Adaletsizlik ve Anlamsızlık – Özcan YAMAN – Evrensel
Yüksek Siyaset Çıkmazından Sivil Toplumun Meydanlarına – Kerem ÖKTEN – Agos
Mülk Yurttaşınsa Ferman Devletindir! – Ali Duran TOPUZ – Utay
Müjgan HALİS: “Hâlâ ve İnatla Gazetecilik!” – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
La Fontaine’den Türkiyelilere… – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Tamama Kederi – Bülent USTA – Birgün
Doğaya Karşı Irkçılık Suçu – Sezai SARIOĞLU – Özgür Gündem
Nasıl Özgür Tiyatro – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
İskender Pala’nın “Muhafazakârın Sanat Manifestosu”na Zeyl! – Ezel AKAY – Muhalefet
Hovagim SAROYAN – William SAROYAN – Biamag

Sendai Official
Sendai – Process Part 300 via Modyfier
Sendai – Geotape Album Critic By Leica23 via Darkfloor
Anne-James Chaton Official
Anne-James Chaton Décade Official Informative Site
Anne-James Chaton with Alva Noto – Uni Acronym Live At La Gaïté Lyrique – 24.02.2012
Pete Namlook Official
Material Object Official
Pete Namlook & Material Object – Elektronik Album Informative via Fax +49-69-450464
Pete Namlook Röportajı – Sühan GÜRER – Proodos
Kyoka Official
Kyoka Official Page via Twitter
Kyoka – iSH Critic By Matt UNICOMB via Resident Advisor
NHK’Koyxeи / Kouhei Matsunaga Official
NHK’Koyxeи Official
NHK’Koyxeи – Dance Classics Vol.1 Album Review By Paula DAUNT via Eletrica.eu
Oneohtrix Point Never Official
Oneohtrix Point Never’s Unreleased Philip Glass Remix By Matthew SCHNIPPER via The Fader
Napolian Official Page via Facebook
Oneohtrix Point Never – Up (Napolian Remix)

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Tate People By Slipsimages via Flickr
Slipsimages Flickr Page

>>>>>Poemé
Ölümüm – Bedros TURYAN

Solgun benizli ölüm meleği
Sınırsız bir gülüşle karşıma dikilse de,
Acılarımla ruhum buhar olup uçsa da,
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Yastığımın ucunda eriyen
Soluk çehreli bir mum
Soğuk ışığını serpse de ah,
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Terli alnımla
Taş kesilmiş vücudumu,
Kefene sarıp kara tabuta koysalar da,
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Acımasız ölüm meleğinin titrek gülüşü
Dokunaklı çanın çalmasıyla,
Tabutum ağır ağır ilerlese de,
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Yas şarkıları söyleyen insanlar,
Siyah giysileri ve asık suratlarıyla
Tütsü ve dualar yaysalar da,
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Çukurumu kazıp beni gömseler de
Yasa bürünmüş sevdiklerim
Ağlaşıp ayrılsalarda
Bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Ama eğer bir köşede
Unutulup giderse mezarım,
Ve hatıram da solarsa,
Ah işte ben o zaman ölürüm.

Kaynakça: Nabukednazar
Bedros TURYAN Analizi – Sarkis ADAM – Hyetert

Older Entries