Deuss Ex Machina # 382 – horfa úr hellinum hauskúpu minnar

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_382_–_horfa úr hellinum hauskúpu minnar

02 Ocak 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Dustin O'Halloran-Snow + Light (130701-FatCat Records)
>2<-Dustin O'Halloran-A Great Divide (130701-FatCat Records)
>3<-Bill Wells & Aidan Moffat-Let's Stop Here (Chemikal Underground)
>4<-Bill Wells & Aidan Moffat-The Greatest Story Ever Told (Chemikal Underground)
>5<-Tape-Gone Gone (Häpna)
>6<-Tape-In Valleys (Häpna)
>7<-Two Bicycles-Alone At Sea (Crash Symbols)
>8<-Two Bicycles-Visions (Crash Symbols)
>9<-The Haxan Cloak-Hounfour (Temple) (Aurora Borealis)
>10<-The Haxan Cloak-Observatory (Aurora Borealis)

                                  horfa úr hellinum hauskúpu minnar
                                                       (382)
Sürek avının güncelliği, daimiliğinin ve tüm o hesaplı kitaplı yansıların birbirinin peşisıra ortaya çıkarttığı gerçeklik hissiyatı içerisinde farkına varılabilecek şeylerden birisi de kırılganlığın handiyse ivedilike artması, her ses çıkartanın karşısına dikiliveren bir olgu haline dönüştürülmesidir. Yitirmeyi normal olarak savlayıp, tükenişlere kapı açık tutulmaya devam ettiği müddetçe daha uzunca bir süre bizlerle beraberliğini korur kılacak bir sonuç olarak değerlendirilebilecek kırılganlık. Bir vizörün merceğinin, bir gözün görebileceğinin, bir kalbin yaşayabileceğinden çok daha fazlasının oldu bittilere denk getirilerek kervana eklenmesinin, sonsuzluk içerisinde bir nokta gibi başı olup sonunun bir türlü getirilmemesinden mütevellit daimliği tescillenmeye hazır ve nazır olunan kırılganlık. Yerle yeksan edilenilerin ardından eklenebilecek, beher cümlede daha bir içe kapanık, daha bir sessizliğe gömülmek zorunda bırakıldığı bu unutuşlar diyarında hatırlamaya teşne! olanları bekleyen kırılganlık. Ne menem bir şeydir ki insanlığın kökü kurutulmaya istisnasız, fırsat bulundukça, zemin sağlandıkça devam edilen bu satıh dahilinde unutulmaması gereken asal bir yük haline dönüştürülmektedir iş bu kırılganlık. Kolay değil tümceleri serpiştirip durmak, biteviye, yeniden yeniden yılmaksızın yola çıkabilmek. Her defasında anlamlandırmak istediğiniz doğruların birilerinin tarafı olduğunuzu ilan etmek için değil de salt insan olduğunuz için kaleme aldığınızı zikr etmek, yinelemek. Durmaksızın kendini tekrar eden algının, müesses nizam içerisindeki unsurlarında kendini eleverir hale dönüştürmüş olan faşizmin sıradanlaştırılması karşısında bir dur diyebilmek.

Her olup bitene, her an oldurulup sunulanlara , biçimlendirilip dönüştürülenlere, topyekün dayatılanlara karşı bir kelam örgüsünü bina edebilmek. Hasılı kelam yorgun düşürülüyoruz. Bir o yandan bir bu yandan denk getirilenler birer mizansen olmaktan artık çıkıp birer hakikat haline dönüştürüldükçe belirli bir makamın tahayyülü olarak değil genelin dimağında yer edinen cıs!lık bir yansıma haline dönüşüyor. Dokunma sen de yanarsın yollu, iğnelemeli mesajlaşmaları vavelyaya dönüştürülen haklının haklılığını paramparça etme gayretkeşliği bu kırılganlığı daha da derinleştiriyor. Kırılganlık tuzla buz olmaya eşlik ediyor, öncüllüğünü gerçekleştiriyor. Her defasında bu kadarının artık mümkünatı yoktur diye zihinden geçirilse de sessiz sedasız daha beterlerinin eşiği yokladığı aşikarlaşıyor. Aymak zorunda olanların nasıl da ellerinin altında imkanları şunları bunları, hiçbir şey yokmuşçasına suskun, puskun kesildiklerini gör, bil, duy-mak zorunda kaldıkça insanım diyenin yüreği daha da kararıyor. Zifiriye bağlıyor. Neredeyse içinden dışarı nefeslenmek için bile çıkamadığımız iş bu gayya kuyusunun en altlarına, en kuytusuna çekilebilmenin bambaşka yolları, bambaşka etütleri gerçekleştiriliyor. Anaakımın duyurmaktan özellikle imtina ettiği şeylerin nasıl da insanı ilgilendiren konular olduğunun ve bütün bunu yapıp ederken bir yandan da ilkeli habercilikten dem vurulmasının ironikliği karşımıza çıkıyor. Çıkartılıyor. İlkeli haberciliğin, alınan brifing görünümlü ayarlar neticesinde nasıl da usturuplu usturuplu kimseciklerin tavuğuna kışt demeyen ama özellikle devletluya hiçbir şey demeyen bir yapıya dönüştürüldüğü, ortalığın tozpembeliğe kesildiği ifşaasına girişen birer masal masal matitas vurgusuna dönüştürüldüğü ortaya çıkıyor çıkartılıyor.

Ucubeliğin müseccel daniskaları! şu an ekranlarımızdan evlerimize konuk ediliyor. Ya televizyon veyahutta internet üzerinden… Durumun keşmekeşliğinin sorumlularını bulup ifşaa edebileceklerin mahpusluklarla olan randevularının yamacında ortalık bir şey gör-bil-duy-madımcılara kalıyor. Bırakılıyor. Ne ala memleket dediğimizde ondan sonra terere yardım ve yataklık etmekle itham edilip yolun sağlama alındığı linçler sağanağı başlatılıyor. Sözümüzü kime edelim, bildirelim ki bata çıka girdiğimiz girdabın çekildiğimiz kuytuların karanlığının hepimizi birden esir alacağını ifşaa edebilelim. Matlaşmaya yüz tutan bir romanesk yapı değil buradan ilintilemeye çalıştığımız ya da edebiyat parçalaması değildir hiçbir zaman. Sokağın ortasında bir başına dolaşıp duran bireyin de başına getirilebilirlik ihtimalinin çok uzun zamandır bu kadar ivedilik göstermediği bir haklayış sürecinin, silsilesinin yoklayış sürecinin kıyameti günümüze taşıdığının gerçekliğidir. Yanıbaşımızda kopup duran şeyin kıyametten pek de farklılığının bulunmadığının bilindikliğidir. Sesler tek bir perdeden handiyse akordu yapılmış bir düzenlemeyle, tektipleştirilmiş bir şekilde yayınını sürdürüken bir taraflarda olup biten insanlığın katlidir, insanlığının vicdanının tahrif edilebilirliğidir. Gizlisi saklısı hiç olmayacak bir biçimde ortada duran, kırılganlık olarak sunumlandırmaya çalıştığımız şey, ucu bizlere dokunmuyor yani kıstasına denk düşen algıların normalleştiriliyor olmasıdır. Harbiden her şey ‘normal’ midir? Gerçekten bu normal dediğimiz şeyin tanımlandırılması ve kapsayışı ne menem bir şekildir ki hala bu kadar anormalliği tanımlandırır kılmaktadır. Tanımlandırmak için kullandırılmaktadır.

Uzakta olanın, bilinmezi çağrıştıran makamlarda cereyan edenin yansısını ve acısını paylaşmaktansa başka şeyler aramaya çalışmak, bir mit yeniği bulma gayretkeşliğine düşmek, başka başka şeylerle, olayın özünü unutturabilmek adına gündem maddeleri tahsis etmenin inadı daha ne kadar gerçeklerden uzakta tutacaktır? Benlik tersini söylese de muktedir algısınca mazur görülebileceklerle hangi kıyamların yolları arşınlatılacaktır oldurulacaktır. Tersinden gide gide iyice nasırlaşan, her söz, bahsi açıldığında kırmızı çizgilerinin varlığını hatırlayanların durmaksızın aynı teranelerden beton millet sakarya edebiyatını tekrardan öne sürmeleri düşündürüclüğünü korumaktadır. Konuşmaktansa susturmayı, anlamaktansa yaftalamayı, empati kurmaktsansa yerin dibine sokmayı mahir bir şeymiş gibi algılamaya devam edenlerin oluşturdukları sahanlığın tanımlandırılabilirliği, ne bir enstelasyondur ne de bir kurmacadır. Boylu boyunca giyindirmelerin türlü çeşitlisini en son yaşadığımız güncellik içerisinde göstermekten sakınmayanların, insanlarının sorunlarını, elzem olan çözümlenmesi gerekli olan şeylerin adını bir kere daha koyalım barışın adının zikredilmemesi için çabalanışları son kertede utanç vesikalarında, geçmişle yüzleşiyoruz yahu diyenlerin neyle nasıl yüzleşebildiklerini de açık-seçik ortaya dökümlendirecektir, anlayana!. Bu devinim içerisinde oluşturulan tahakküm mekanizmalarının, resmi propaganda söylemlerinin, söylenti olarak başlayıp çiğ haline dönüşen yamuk yumuk beyanatların, bir duyarlılık sahibi olduğunuz anlaşılmaya görsün hemencecik devreye sokulan linç perdelemelerinin, sinkafların, gıybetlerin vesairin ortaya çıkarttığı tablo kırılganlığın ta kendisidir.

İlla billa teker teker düzenlemeye ihtiyaç duyulmaksızın pundu bulundu mu paldır küldür devreye sokulanların hengamesinde asıl görünen budur. Bu kadar nettir. Linci teşvik ederek, geçmişte olanların üzerinden şimdinin okumasında sağlıklı bir ilerlemeye doğru meyil edildiğini varsayarak, en önemlisi de galiba bu bir şeyler iyi olacak beklentisine talim edilip daha ne kadar can yakılmasının, can pazarının sahnelenmesinin önü alınmayacaktır. Durum ve şartlar başka yerlerde baharı gösterirken buralarda hep güzün daimliğinin ilanı düşündürücü değil midir? Her yere akıl fikir bedelsizce sunumlandırılıp, bol kepçeden atıp tutuşlar serbestken eli kalem tutanları, dili lal kalmayanları, gözlerini perdelemeyenleri, kelamını esirgemeyenleri ilelebet tecrit edebilmenin neresi demokrasidir, neresi ilericiliktir. Neresini öncesinden kestirebilesiniz ki; bu kadar hangamenin ortasında bile onlarca farklı ayrıştırmayı, ithamı göğüsleyebilesiniz. Kırılmadan, incinmeden…tefe konulmadan. Acının sonlandırılmadığı bir coğrafyada payımıza düşürülenleri gözününüzün önüne tarafsız bir biçimde serme gayretine düştüğünüzde; bir, iki, üçüncü teşebbüste nefesiniz, dimağınız tıkanmıyorsa vah halimize, vay halimize!. Baki kalacak bu kubbede hoş sadadır veczinin, kapsadıklarının mütemadiyen tahrif edildiği, yapılan edilen tahribatın dozunun gün be gün arttırıldığı bir zaman diliminde aslolan tek bir şeyden bahis açılabilirlik söz konusuysa eğer o da im kabilinden bedavaya yaşadığımız, şansa hayatımızı sürdürdüğümüz gerçekliğidir. Denk düşürülenlerin mezaliminden herkesin payına haddinden fazla tahakkümün pay edildiği bu ahvalde ehvene rast gelebilmenin, olasılığının ne kadar az olduğudur burada değinmeye çalıştığımız. Çabalandığımız.

Kısıtlandırılanın, her an ama her an genişletilmeye yüz tutulduğu bu kapsayış çerçevesinde olumlu olanın ne kadar ivedi bir biçimde kadükleştirildiğini dökümleyebilmek söz konusudur. Yordam, meram kuraklaştırıldıkça, aynı tornanın mamülü olan sert ünsüzler devreye sokulmaktadır. Algıyı daralttıkça, sada yerini kabusa terk edecektir nasılsa, pundu bulunmasına gerek duyulmadan yapılır edilir kılınan şeylerin en düz okuması otorkasinin, tiz kelleri vurula olgusunun yeniden ambalajlanıp tüketime dahil edilmesidir. Her olup biteni kolaylıkla sınıflandıran bu bakışımda, her alternatif türetim, üçüncü seçenek şıkkı arayışının daha en başından etkisiz hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Mihmandarlarımızın dillerine pelesenk ettikleri, ileri demokrasinin en yapılamaz denilen dayatımları, baskıları, bu kadar olağan -sıkmayın hiiç canınızı her rutin direnci ekseninde sahiplenme dakikliklerini de göz önüne getirdiğinizde sanırız her şey daha kolay anlaşılacak, anlamlandırılacak ve birbirine ilintilenecektir. Hayatın renginin beti benzi ivedilikle, soldurulurken toz pembeliğin bir türlü görünürlüğünü sabitleyememesinin, sabitleyemeyecek olmasının has müsebbiplerinden birisidir böyle bir yapı içerisinden yansıyanlar. Karanlığa gözler alışabilir ama vicdanı, adaleti, eşitliği kısaca hayati olana vehmedilen, ilintilenen, ötekisine alışabilmek pek mümkün değildir, insana. İnsancıl olanın tanımlandırılabilriliğine karşı olan kör itaatlerle harcı karılmış duvarların inşası işte bu gayya kuyusunda karanlığı bir motif olmaktan öteye taşımaktadır, taşır. Kapsayışına eklentilenenlerin, beher an akışın üzerindeki itinalı müdahalelerin, soy, sop, secere, dil, din, ırk vs. tanımlandırmaların bolluğu, çokluğunda ortaya çıkan ucubelik makamını layığıyla hatırlatan bir sonuçtur.

Her türlü sonuçsuzluğu, sorulan soruların yanıtsızlığını, anlam ihtiva edenin değil boşa konuşun gündemi kurşuni bir ağırlığa yükseltttiği deyim uygunsa prangaladığı güncellikte aydınlığa ulaşmak bir ütopya mıdır? Çabalanıp, debelenip bir türlü kıyısına bile yaklaşılamayan bir metafor mudur, fabl, masal vs. diye atfedilemeyecek kadar gerçekliğin bu tarafında olup bitenlerin hepi topu, cümbür cemaat tekmili birden. Nasıl anlamlandırılmalıdır ki bu karanlığın ayrısız, gayrısız hepimizi, hepimizi derinlerine çeken bir ‘felaket taşıyıcısı’ olduğunu vurgulayabilelim şimdi ve şu an. Nasıl ifadlendirelim ki kıyımın öncüsü artçısı, ehveni makbülü, olmaz oldurulamaz diye netleştirebilelim. En azından kafadan yorum savlayan vicdanını çoktan indirim tezgahına çıkartanlarla aynı sudan içmediğimizi anlaşılabilir kılalım. Her defasında trajediyi, tüm anlamlarından aşırtarak yıkım haline dönüştürülebilenlerden, bunların tümünden, zerre gocunmayanlardan ayrışabilelim. Zamanı henüz gelmedi mi? Korkulara yeni korkular ekleyerek, dezenformasyona mani olmayarak, heder edici olan gıybet makamından sözcükleri daha da ağırlaştırarak en önemlisi sağduyuyu, aklı terk edip ithamlara, sıra size de gelebilir yollu imalarla ve daha fazlasıyla, mütemadiyen muktedirliğin makamından yollayıverdiği saptayış görünümlü haklayış çabalarıyla bezeli olan bu cinnet halinin karanlığından, kara uykusundan, kabusundan uyanabilelim. Kendiliğinden olumlandırılabilecek tek bir adımlamayı bile gerçekleştiremeyenlerin ikinci açılım dramaturjisinde sergilemek için aceleci oldukları tavrın yansısı daha fazla acı ve daha fazla tahakküm aracılığıyla onurun ayaklar altına alınması, çiğnenmesi böylelikle de efendiye-erke itaatin, tıpkısı eskinin sıklıkla eleştirilen devlet algısıyla bütünleştirilmesine, bir örnekleştirilmesine mani olabilelim.

Hicap duyulası şeylerin katara ekledikçe muktedir gözlerine az görünenlerin, haklarını savunabilelim ayrısız gayrısız hep birlikte, hep beraber. Ketumluğun değil de bizahati konuşabilmenin, ifade edebilmenin, algıyı ve olguları tersinden işletmeye alışkın olanların hükümranlığında yeter artık imini kuvvetlendirebilelim. Kimin ne olduğunun seceresini dökümlemeye her an hazırlıklı olanların, o dillerinin altında sakladıkları baklalar düşünen, taşınan, sorgulayan başka yerler için fevkalade adlendilenlerin burası için bir tehdit unsuru olmasının gudubetliğine ayan insan olgusudur. Düşünüyorum öyleyse terere yardım ve yataklık, en olmadı iğrenç bir atıf olarak nemalanmak için derbeder heder ediyorum kendimi okumasının bilince dahil edilmesinin gayretkeşliğidir. Gizlisi saklısı bırakılmayacak bir biçimde salt ötekisi üzerinden toplumu ayrıştıranların tümünün de bu ve benzeri çıkarsamalar üzerinden hareket ettikleri göz ardı edilebilir mi? İşin kolayını bir şekil, durum değerlendirmesi nam satıh içerisinde zihnin düşleyemeyeceği hakir görüşü, hakaretlerle, hiddetle donatıp oluşturulan bu algının karşımıza çıkarttığı cidden şansa yaşadığımız gerçekliği değil midir? Durumun tersinden düzünden okunabilecek hiç bir yanı yokken bir mit yeniği ortalıklardayken, bir şeylerin üzerinin hızla kapatılmaya çaba sarf edilirken gerçeğe vakıf olabilecek, hakikati işitilir kılabilecek miyiz?

Bu kubbeyi saran sadanın çığlıklarla yer değiştirmesindeki hüznün ağırlığında vicdanı olanlar son sözlerini söylemişler midir? Dünü geçmişte bırakarak, bugünü mazur görerek ama illa billa muhalif sınırlarını alaşağı etmek için hiçbir hinlikten vazgeçilmeyen muktedir dünyasına karşı kayıtsızlık da bir felaket değil midir? Vurguların, vurgulamaların nihai bir keşmekeşi az buz değil bildiğiniz tüm anlamlarıyla sarmaladığı bu deryadan daha ala bir cehennem söz konusu mudur? Bilmek istiyoruz. İnkar etmenin, yaftalamanın faşizmi körüklemenin başat aktörlerinin her buldukları fırsatı yeni acılar bina edebilmek için kopkoyu karanlık tarafın safını tuttukları bu müesses nizamda “insan”a yapılanlara sessizlik dilsiz şeytanlık tanımının tam karşılığı değil midir? İlave bir nükteye gerek olmaksızın aşina olduğumuz faşizm bu hayatı dar ediyor…”diyecek sözüm var diyene”, “maruzatım var diyene”, “isyanım var diyene”… 

 
>>>>>Bildirgeç
AKP’nin Kafa Karışıklığı ya da Çözümsüzlüğün Bunalımı – İshak KARAKAŞ*

Bu ülkede cumhuriyetten beri tam anlamıyla bir Kürt soykırımı yaşanmaktadır. Cumhuriyet tarihinin bu en kapsamlı ve en kanlı inkar ve imha operasyonu’na Kürtler’in gösterdiği direnç ve Demokratik Özerklik temelinde yeni bir evresine geçmiş, kendini yönetme aşmasına gelmiş onurlu barış kararlığı nihayet devleti külahını önüne koyup düşünmeye zorlamıştır.

Şu anda artık Türkiye oligarşisindeki diğer iktidar odaklarını bertaraf etmiş ve devletle bütünleşmiş AKP hükümeti bu süreci yönetmeye çalışıyor. Ancak Kürtler’in geldiği bilinç ve olgunluk seviyesi şimdiye kadar TC devletinin Kürt isyanlarını nötralize etmekte kullandıkları şiddet ve ideoloji aygıtlarını etkisiz kılıyor.

Ya kendi kafaları karışık olduğundan ya da böylelikle Kürtler’in kafasını karıştırabilecekleri gibi imkansız bir şey hedeflediklerinden olsa gerek, şu sıralar hükümetin farklı isimleri birbiriyle çelişen açıklamalar yapıyor, hatta bazısının aynı gün içinde yaptığı iki açıklama arasında uçurumlar oluyor.

KCK operasyonlarındaki mantıksızlıklar, usul hataları ya da hukuksuzluk yüzlerine vurulduğunda “yargının işine karışamayacaklarını” söyleyen hükümetin devlet bakanı aniden KCK operasyonlarının kendileri ile koordine içinde yapıldığını pervasızca deklare edebiliyor. AKP iktidarının ABD’den icazet alarak geliştirdiği konsept için şöyle diyor Atalay: “Tek yönlü uyguladığımız entegre bir stratejimiz var devlet olarak. Sınır ötesi operasyonlardan KCK operasyonlarına, hepsi koordinasyon içinde tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmekmektedir.”

AKP’nin ‘açılım süreci’nin İçişleri Bakanı ve şimdinin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay böylelikle KCK’nin bir hükümet tasarrufu olduğunu açıklamış oluyordu.

Aynı günlerde, Kazan Vadisi’nde 36, Çewlik’te (Bingöl) 8, Amed’in Piran (Dicle) ilçesinde 20 HPG Gerillası kimyasal silahlarla katlediliyordu. Tam da bu gençlerin cenazelerini almak için yurtsever Kürtler morg kapılarında toplanırken, bütün bunlardan habersizmiş gibi Bülent Arınç Meclis kürsüsünden demagoji nutukları atıyordu.

Peki, Kürtler’e yönelik devlet vahşetinin sınır tanımadığı bu günlerde AKP Hükümeti’nin kadrolu Kürt bakanları ve vekilleri gözyaşı ve öfkenin birbirine karıştığı Bölge’de neler yapıyordu? Amed’li Mehdi Eker, Cuma İçten, Piran’lı Galip Ensarioğlu, Batman’lı Mehmet Şimşek Bölge’de elbette inkarın sözcüleri olarak dolaşıyor, düğünlerde halay çekiyor, halaya ara verdikleri zamanlarda ayaküstü verdikleri demeçlerinde Türkiye halklarına hakaret edercesine Cumhuriyet tarihinin kendilerininki de dahil olmak üzere bütün soykırımlarını resmi tarih klişeleri ile reddediyordu.

Bu kişilere bir tavsiyem var. Eğer yarın çocuklarının, torunlarının yüzlerine bakabilmek istiyorlarsa, Beşir Atalay’ın itiraflarından ve içine düştükleri çözümsüzlükten sonra artık istifa etme özgürlüklerini kullanır ve köşelerine çekilirler.

Çünkü geçmiş nasıl onların iddialarına ve inkarlarına göre biçimlenmiyorsa, gelecek de öyledir. Ve gelecek onurun olacaktır. Onuruna sahip çıkanların.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. İshak KARAKAŞ’ın “AKP’nin Kafa Karışıklığı ya da Çözümsüzlüğün Bunalımı” başlıklı makalesi bu güzergahtan hem meramımızın devamlılığında okunabilecek hem de kendi içerisinde bütünlüklü yapısıyla pek çok şeyi anlaşılır kılabilecek bir derleyiş, sesleniştir, farkına varmak isteyenlere. İshak KARAKAŞ ve Jiyan sitesinin anlayışlarına binaen sayfamıza iliştiriyoruz iyi okumalar…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #375 (14.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #376 (21.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #377 (28.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Ahmet ŞIK: “Bu Talimatlar Bana Vahiyle Mi Geldi?” – Habervesaire
AKP’nin Kafa Karışıklığı ya da Çözümsüzlüğün Bunalımı – İshak KARAKAŞ – Jiyan
Kelimeler Bazı Anlamlara Gelirler – Çiğdem DALAY – Açık Radyo
Helbest: Heta Kingê – Politikart
Zor İştir Gerçekle Uğraşmak… – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
Kasıt Yok, Öyle Mi? – Faruk ARHAN – Bianet
Yetti Artık! – Eleştirel Günlük – Eleştirel Medya Günlüğü
Barış Annelerinden Erdoğan’ın Makam Odası Önünde Eylem – ANF
Boğaziçi’nde Uludere İçin “35 Ölü” – Bianet
Masal! – Serkan AYDIN – Jiyan
Uludere – Onur AKSOY – Nüve
Bir Fermanın Anatomisi:36 – Çağdaş ÇELİK – Bijwenist
Uludere: Öncesi ve Sonrası – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Kesintisiz Kaza – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Horlanmaya Dayanamadı – Umur TALU – Habertürk
Roboski’de 5 kişi Tutuklandı – Yüksekova Haber
‘Düşünüyorum Niye’ – Aslı ERDOĞAN – Yeni Özgür Politika
Tutuklu Gazetecilerden Mesaj Var – ANF
Fadime Ana: Metin’siz Yılları Anlattı – Esra AÇIKGÖZ – Bulancak Haber
çağdaş yöntemle işkence – Hafıza-i Beşer
Bu Ülkede Bir Kürt’ün Olamayacağı Tek Şey, Kürt Olmaktır – Ramazan BAYRAM – Milliyet Blog
2012’de Neye Şükredeceğiz? – Çetin DİYAR – Evrensel
2012’nin Taşeronları Kimler?.. – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Ahmet Altan’ın Son Yazısı ve “Milletin Yiğidi” Erdoğan – Foti BENLİSOY – Jiyan
Cambazlarla Bir ‘Hasbihal’ ve Katliamın Ekonomi-Politiği – Veysi SARISÖZEN – Özgür Gündem
‘Wollt Ihr Den Totalen Krieg?’ – Özgür AMED – Yüksekova Haber
Sadece Tetikçileri Cezalandırmak Yetmez… – Özgür MÜFTÜOĞLU – Evrensel
Oğuzhan Müftüoğlu İle Dünya, Türkiye ve Gelecek Üzerine… – Muhalefet
Medeni Şekilde Gözaltına Alındılar! – Cnn Türk
Kürtlüğü Terörize Eden Bir Savunma Olarak “Sadece Gazetecilik” – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
“bakan” değil “gören” gerek! – Mustafa SÜTLAŞ – Bianet
Ermeniler Kürt Aşiretlerine Dönüştü – Internet Haber
Ece Temelkuran El Ekber’e Konuştu – Sol
Kara Lekeye Müzikle İsyan! – Akşam
Internet Çağında Sosyal Muhalefet: Masa Başı “Militanları” ve Kamu Entelektüelleri – James PETRAS – Sol Defter
Dünya’nın Sonu 2012’de Geliyor! – Koray Doğan URBARLI – Yeşil Gazete
2011’den Sonra Dünya Solu – Immanuel WALLERSTEIN – Bianet
Direnme Eylemlerini Yorumlarken – Korkut BORATAV – Sol
Dipsiz Bir Cehalet – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet-Pazar
yanyanlar – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu

Dustin O’Halloran Official
Dustin O’Halloran – Lumiere Album Review By David WELSH via MusicOMH
Dustin O’Halloran – Yiğit Atak – 13Melek
Bill Wells Article via Wikipedia
Aidan Moffat Official
Bill Wells & Aidan Moffat – Everything’s Getting Older Album Review By Michael WHEELER via Drowned In Sound
Tape Official
Tape Informative via Häpna
Tape – Revelationes Album Review By Greg ARGO via Adequacy
Two Bicycles Artist Page via Bandcamp
Two Bicycles Informative Page via Last.FM
Two Bicycles – The Ocean Album Critic via Get Off The Coast
The Haxan Cloak Official Tumblr
The Haxan Cloak Artist Page via Facebook
The Haxan Cloak – The Haxan Cloak Album Review By Mohammed ASHRAF via Fluid Radio

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Colette Saint Yves
Colette Saint Yves’ Flickr Page 

>>>>>Poemé
Koru Kendini – A. KADİR

Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

“Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler.”

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 370 – Fragile Hopes

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_370_–_Fragile Hopes

10 Ekim 2011 Pazartesi gecesi ”canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Cokiyu-Little Waves (Flau)
>2<-Cokiyu-Textured Clouds (Flau)
>3<-Walls-Vacant (Kompakt)
>4<-Walls-Drunken Galleon (Kompakt)
>5<-Emuul-Expectations (Digitalis Recordings)
>6<-Emuul-Love Theme (Digitalis Recordings)
>7<-Two Bicycles-Visions (Crash Symbols)
>8<-Two Bicycles-Alone At Sea (Crash Symbols)
>9<-Arms And Sleepers-Kigali Jazz (Self Released)
>10<-Arms And Sleepers-Aux (Self Released) 
>11<-Holy Other-Know Where (Tri Angle)
>12<-Holy Other-Touch (Tri Angle)
>13<-Chllngr-Out Of Your Hands (Green Owl Records)
>14<-Chllngr-Ask For (Green Owl Records)

Fragile Hopes
(370)
Albenisiyle, akıl çelmesiyle, zihin açmasıyla, meramı keşfettirmesiyle, sesiyle soluğuyla bütün bu döngüyü mütemadiyen tamamlamasıyla sokak hayattır. Aslolanlar sokaktadır. Yansımakta olanın, yanılsamasızlığı tescilli bulunanın kıyının hep bu tarafında duranların imdisinde canlandırdıkları, tahayyül ettiklerini dimağa ulaştıran bir aracıdır sokak. Görebilmek için lügat parçalamaya gereksinim olmaksızın herşeyin uluortalık yerde açık seçik bulunduğu bir çatının kendisidir sokak. Müştemilatlar parçalanmışsa da, her sokak modernleştirilmişse de kendi kimliğini yansıtan, o kimliği temellendiren pek çok detaya vakıf olunabilecek bir kaçış sahasıdır sokak. Bunun içindir ki zamane teranelerinin, gündelik tahakkümlerinin, patavatsızlıklarının yanında orada işittiklerimiz daha değerlidir.

Orada gördüklerimiz, aşina olduklarımız her durumda çoğu şeyden daha elzem bir öncelik arz etmektedir. Anlayabilmek için. Anlamlandırıp da dımdızlak konulup terk edildiğimiz bu avanelik dünyasında makamlarından sallayaduranların, sopa, değnek ne bulursa ellerine geçirip hizaya sokmaktan başkasını bilmeyenlerin, herkesi koyun bir kendisini çoban belleyenlerin gerçek yüzlerini fark edebilmek olasılıklar arasında dahil olabilsindir. Bir ihtimalden çok daha gerçek kılınabilsin artık mümkün olabilsin diye sokağın varlığını düşünmek gerekmektedir. Sokağın sunageldiklerinin, en janjanlı paketlerde önümüze boca edilen içeriği kof boşluklardan daha anlamlı olduğu simgeleştirilebilsin. Bir yerleşik algıdan diğerine geçiş yaparken varlığı kutsanmış ‘kırmızı çizgilerden’ ibaret birer hayat yaşamadığımız, daha zorunlu yüzleşmelere, cebelleşmelere, adımlamalara giriştiğimiz bir saha olduğunun altı çizilsin diye.

Yankısını bulan her deneyimleme çabası makus kaderimiz olarak muktedirlikçe belletilenlerin yanında nelere eyvallah çektirildiğimizi, çektirilmek için ‘kırk dereden’ su getirildiğini de ortaya sermektedir. Belirli kural ve kaidelerle hangi şartlanmışlıkların nasıl algıların sokağın sesini kısmaya gayretkeş olduğunun farkındalılığı da ilavesidir. Sokak kendi yorumunu canlandırır ama muktedirlik o korunaklı sahasının dışındaki her hareketten şüpheye düşer. Varsa yoksa kendi doğrularının mutlak kabulünü bekler. Bekleye durur. Varsa yoksa söz dizimlerinde ilettiklerinin nasıl da kendisini haklı çıkarttığının duyumsatılmasından, yankısı vesair anlamlarıyla geri dönüşümlerini işitmek ister. Onaylanmayı bekler.

Oysa sokakta bulunanlar ne o anlamlandırılmaya çalışılan bu kadar ağır tahakkümleri bir seferde hazmedecektir. Ne de yükseltilip, dozu arttırıldıkça giderek şirazesinden çıkmakta olan bir hükümranlığın boyunduruğunun her şeyden daha önemli olduğu yanılgısına kendilerini teslim edecektir. Kazın ayağı hiç öyle olmamıştır olmayacaktır da. Durun hele soluklanın demeye fırsat bırakmaksızın birbiri ardına sunageldiklerinin, söyleyip dillendirdikleri hemen pek çok şeyin nasıl da dar kalıplara bağımlı kalmış, bir örnekleşmiş klişelerden ibaret olduğunun idrakı ile mücadele etmeye gayretkeş olunan salt bugünün muktediri, üstünü değil tüm zamanların birikintisidir. Birikimidir. Üst üste eklendikçe, azdan çoğa varedildikçe nasıl olsa bu da gelir bu da geçer hafızalarında ona da yer mi kalacak ki anlayışına yakın duruldukça, kısacası unutuşlara gebe bıraktırıldıkça zihinler bu yönelişim sürdürülecektir.

Her yaptıklarında bir meymenetsizlik, her eylediklerinde bir hinlik, her sözcüklerinden bir kifayetsizliğin kokusu yayılmaya devam ettiği müddetçe sokağın yansıtmakta olduklarının irdelemek, onlardansa buralarda kalabilmek daha önemlidir. Sığlığın bini bir paraya tekabül ettirilirken, demeçlerden demeçlere koşulurken ön koşullu ön yargılı davranışlara devamlılık sürdürüldükçe bizlere bırakılan tek sahanın sokak olduğu gerçekliği afakidir. Aleni olan duyumsamakta zorlananların, işlerine gelince ses verip işlerine gelmeyince sıralarını, istiflerini bozmayanların rahatlarını bozmaktan zerre gocunmayanların yanında huzursuzluğu göndere çekmeye gayretkeş olanların bilmeleri gereken şey sokağın sahipsiz olmadığıdır.

Sokağın kendi dili ve örgüsü içerisinde bir şekilde dolduruşa getirip kakalamaya gayret ettiklerinin hiçbir alıcısının bulunmadığının altı çizilesidir. Yankılanasıdır. Zamane şartları gereği elimizde kalanın en iyisi budur o da bu kadarcık çatal dillidir, çıkarcıdır, ayrıştırıcılığın türlüsünde öncüdür, yeri geldi mi sokağın sahiplerinin karşısında devletlunun hazımsızlığını gösteregelen hareketlerden, hamlelerden kaçınmayandır. Bangır bangır gelenin, teğet geçiyor olduğu yanılgısına teslimcil davranmak, koşulsuz şartsız itaat etmekte olan muktedirlik ve avanesinin anlamaktan kaçındığı, gözlerden kaçırdığı şeylerin en can alıcı yansımaları sokakta vuku bulmaktadır. Sokağa zerk edilmeye çalışılmakta her durumun en olumsuzunun müsebbibi olarak muhalif olanlar hedef gösterilmektedir. Hedeflenilmektedir.

Gelecek algısını törpüledikçe, yarınlardan ümitsiz koydukça emeği değil de sadece cebini düşünenlerin hakları peşinde koşuldukça, patronlar kayırıldıkça, istisnasız öteki yaratmak için kulplar aranmaya devam edildiği müddetçe bu çıkarsama boşa çıkmayacaktır. Boşluğa çıkartılmayacaktır. Değme tahakkümleri her yere nazire edercesine yapıp, edip, uygulamaya geçirip ondan sonra bu sınırın ötesine akıl fikir vermenin ikircikliğinin, manasızlığının takdirini ise sizlere bırakıyoruz. Kendi sokağının derdine yabancı kalarak, ses çıkartmayarak her bulduğu fırsatta yaratmış olduğu korku cephesini geliştirmeye gayretkeş olarak bu algının ötesine geçmeleri mümkün olmayanların verebilecekleri akıldan ziyade, bolcana izahatla birbirinin ardına sunageldikleri sıkıntıların, açtıkları belaların nedenlerini sorgulamak boyunlarımızın borcudur. İş bu sokağın sakinleri olarak.

Kıyıda köşede, dipte bucakta kalmış her izleyiş, belleğin önüne kurulan bu tarz setleri mütedeyyin çağrışımların niteliğini galiba en önemlisi haticeyi değil de neticeyi dökümleyen bir bağlaçtır. Şimdi. Kocaman bir sayfanın orta yerinde beliren boşluklar gibi aniden beliriveren, bazen hin ellerce kayıplara karıştırılan, zaman akışından handiyse elbirliğiyle çekip çıkartılan meçhullere teslim edilen, alıkonulan bir çabalanım toplamı hayatımızı kapsamaktadır. Hayat akışına sahip çıkmaya gayretkeş olduğumuz sokağın sınırlarını zorlamaktadır. Kapsadıkça birinin vehameti, acısı, açtığı vicdan yaralarına merhem bulamadan bir diğeri hayatımıza dahil olmaktadır. Oldurulmaktadır.

Yalansız dolansız mütedeyyin algının sahip çıktığı şirazesinden çıkmışlığa meyil etmeden, ne bir hamle gerçekleştirilmekte, ne de gölge etmeyin başka da ihsan istemez diyenlere kendi rotasını ve doğrusunu oluşturmak isteyenlere işte bu hayat, bu devinim rahat bırakılmaktadır. Alan daraltıldıkça resmin yazının sanki birer yazgıymışçasına muktedirin doğrularından öteye müsammaha göstermediği, öncüllerinden arta kalmaz engellemelerine olağandan daha da hızlı olarak devam edeceğini muştulamakta olunan bir secereyi dökümlemektedir. İzan yerini çoktandır vurdumduymazlık terbiyesiyle donatılmış olan bodoslama tecrit algısının yerleştirildiği bir karaşınlığı tavrı tanımlamakta.

Hallice zamandır doğruların peşinde koşa duranların paylarına düşürülenler önce ikaz sonra yukarıda kısaca bahsini etmeye gayret ettiğimiz tecrit politikalarının devamlılığı olarak betimlenebilecek mahpusluk olarak şekillendirilmektedir. Algı böylesine siviriltildikçe, mağdurun sesi kesilmekte, sözü engellenmekte olası tüm diğer muktedirce bellenmiş diğer hatalarını belirginleştirmek adına yapacaklarının önüne set kurulması, ket vurulması sözkonusu olmaktadır. Berhava edildikçe aklın sunageldikleri varsa yoksa papağan gibi aynı muktedirinin sözünü şakıyanlara gün doğmakta iş bu girizgahta. Aciliyeti olan sorunlara kulak vermektense, bu koral yapının bir yamacında tutunarak  kakafoni içinde hiçbir şey duymamaya devam edilmektedir. Duyurulmamasına çabalanılmaktadır.

Şartların olağandışılığı bu kadar net bir biçimdeyken inatla “hep bana rabbena” demekten gayrısına tenezzül etmeyenlerin çoğulculuğunda dil neylesin, kalem neylesin ‘eylem’ sözkonusu olmadıkça. Demokrasinin gereği olan eşit haklar ve tavırlar bir ikişer önce ucundan sonra bariz dibine kadar tırpanlandıktan sonra tam şu anda. Tırpan indirilen düşünselliğin tehlikeli olduğu çıkarsaması üzerinden hareket edildikçe muktedir ve saf tutanlarınca öteki adledilen yapı bir teferruat algısı içerisinde değerlendirilmeye devam edilecek mütemadiyen. Neylersen korkarak, adımlamayarak daha çok susarak, suskun kalarak yapabilirsin o da bizim izin verdiğimiz şartlarda olanı cinsinden bir tahakküm ortaya çıkartılır.

Dengesi sürekli olarak bir o yana bir bu yana sözümona dengelenip durulan. Ancak bu gözeti içerisinde fark edilesi bir biçimde delip geçerek, yakıp yıkarak, müesses nizamın yeni korunaklı alanları oluşturulmaktadır. Hata olasılığına zerre düşülmeksizin, gözyaşına bakılmaksızın biteviye bir döngüde körlemesine. Hopa davasının, Metin Lokumcu’nun kolluk kuvvetlerince katlinin ardından yapılan gösterilerin terör eylemi olarak algılanmasını hemen müteakiben dava açılmasından tutun da susurluk sürecinin belki de ilk defa bu kadar aleni bir biçimde dökümlenilmesine çarkan beylerden ağar abilere kadar işin karanlığında yer alan herkesin ortaya çıkmasına karşın zerre yaprağın kımıldamadığı, adalet tecellisinin sağlanmadığı, sağlanamadığı bir eşitsizlik karşımızda yükseltilmektedir.

Birisinde sokağın sesini, sokağın tepkisine gösterilmeyen müsade ötekisinde hinliğin müsebbiplerine reva görülmekte daha açıkçası korunup kollanılmaktadır. İkincisinin topluma ettiklerinin ne menem şeyler olduğu hali hazırda bu kadar belliyken ilki için olan hınç dolu hücüm ve yükleniş manidar değil midir? Dediğim dedik çaldığım düdüğün günümüz dilindeki karşılığını oluşturan khk’lar ile oluşturulan, semirtilen aşılmazlıklar sonu gelmez düzenlemeler ile bizhati bu ülkeyi kilitleme yolunda önemli hamleler gerçekleştirilir. Yedi ayı aşkın süredir ergenekon’un medya kolu!!! olmakla “itham edilerek” önce gözaltına alınıp, ardından mahpsulukla buluşturulan araştırmacı / belgeleyici gazeteciler Ahmet Şık, Nedim Şener’in iddianamesiz neredeyse çalakalem ithamlarla mahpusluklarının güncelliğinden neredeyse unutulmaya ramak kalan, Füsun Erdoğan, Sedat Şenoğlu ve Bayram Namaz’ın delilsiz 5 yıllık mahpusluklarına kadar çeşitlendirilebilecek zoraki alıkoyuşlar imgelemeye çalıştığımız sürümcemeli çabalanımların, arz eylenen istırapların katarında önemli bir eşği tanımlandırmaktadır.

Öyle veya böyle dile dolaştırılan, aşina olunan gözle tanıklık edilen bunca soruna rağmen sorunların irili ufaklığı bir yana ağırlığı artarken daha nereye kadar bu âmalık mekanizması, kifayetsiz muhterislikler silsilesi hayatımızı kapsayacaktır muktedirlikçe. Utanç vesikaları yükseltilmeye, zorlama karar ve emirlerle hayatlar sonlandırılmaya karanlıkta sabit tutulmaya devam edilecektir. Gerçek yerini almaktayken “demokrasi” sınavında daha kaybedeceğimiz kaç etap vardır? Dip noktası henüz bulunmamış, o sonun limitine erişmemiş miyizdir? İzahat, anlayış yerini bu totaliterlik içerisindeki eziyeti bol hareketlerce kapsandıkça bu çok çetrefillik, aleni bir biçimde yamuk yumuk algılarla tıka basa donanmış tahakkümler sonumuz dediğimizi daha yakına taşımaktadır. Laf olsun diye değil gerçek son….  

>>>>>Bildirgeç
Devlet Dostça Uyarıyor – Yıldırım TÜRKER*

Devlet deyince aklıma, Diyarbakır’da “Ben devletim” diye Bingöl milletvekilinin karşısına dikilen polis memuru geliyor. Ne olursan ol; ister seni yüz binler oylarıyla temsilci seçmiş olsun, ister kitapları birçok dile çevrilmiş bir dünya yazarı ol, karşında o elinin tersiyle milletvekilini iteleyip horozlanan polis memurunu bulacaksın.Neoliberalizmin cilalı ‘demokrasi’ ülküsünün sınırbekçisi işte o polis memuru. Sen de ezeli ebedi kalebentsin. Bir gazete yazarı olarak o horozlanan polisin çeşitli suretleriyle mesaim oldu. Kâh bir müsteşar, kâh bir bakan, kâh bir polis komiseri, yücegönüllü uyarılarıyla bana hakikatin yolunu gösterdi.

Polis zulmüne uğrayanların şikayetini mi dile getirdim; çat baş komiserden bir telefon.”Yıldırım Bey, önce bize bir sorsaydınız, gelin buyrun bir çayımı için:” ve benzeri uygar cilveleşmeler. Şikayetçi olanların hepsi yalancı. Gördüğün yaraları kendilerini açtılar. Bunların abileri-ablaları da zaten bir metrekarelik hücrelerde kendilerini asmayı beceren tuhaf yaratıklardı. Kaldı ki biz araştırmamızı yapar, bir yanlış olmuşsa hemen gereğini yaparız.
Arayan bakansa, mutlaka bir tanışıp yüz yüze gelmek gerek. Size lütfedip birbir kendi ağzıyla anlatacak. Siz koskoca bakana mı yoksa şaibeli eşhasa mı inanacaksınız?
“Sizinle görüşmek istemiyorum. Gazeteciliğe hevesim yok. Ben sizin yaptıklarınızı uzaktan takip etmeyi tercih ediyorum” dediğinizde şaşkınlıkla yüklü bir asabiyet. Seste bir “sen benim kim olduğumu biliyor musun” tınısı.

Hapisaneciler
Tutuklu ve hükümlülerin yaşadıklarını, cezaevlerinin durumunu aktardığım zaman mutlaka konuyla ilgili bir bürokrattan mektup alırım. Adalet Bakanlığı’ndan.
Demokratik ve bilumum açılım programında ustalık mertebesine geldiğini savlayan hükümetimiz, ilk dönemindekinden farklı bir dil benimsiyor artık. Bu dilin farkını birlikte görüp, farkın ciddiyetini tartalım.
2004 yılında F tipi cezaevleri hakkında yazdığım yazılardan birine ‘Kenan İpek, Hâkim. Bakan a. Genel Müdür.’ imzalı mektuptan bir bölüm okuyalım:
“F tipi cezaevlerine ilişkin yazılarınıza defalarca cevap verilmiştir. Bu cezaevlerinin Birleşmiş Milletler ve Avrupa Standartlarına uygun olduğu, iddia edildiği gibi hücrelerin bulunmadığı ve tecrit uygulanmadığı kamuoyuna ve gazetenize defalarca açıklanmıştır. Buna rağmen ısrarla aynı iddiaların dile getirilmesinin nedeni anlaşılamamaktadır.”

Terör örgütleri ve yandaşları bu cezaevlerine, geçmişte olduğu gibi şiddete dayalı örgütsel yapılarını sürdüremedikleri için karşı çıkmaktadır. Hâl böyle iken iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bazı basın mensuplarının terör örgütlerinin tezlerini gündemde tutma çabalarına alet olmalarını kavramakta güçlük çekiyoruz.
19 Aralık 2000 tarihinde cezaevlerinde yapılan ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ yargıya intikal etmiş ve henüz açılan davalar sonuçlanmamış olduğundan bu konuda görüş beyan edilmesinin doğru olmadığı kanısındayız.”
Çiçek beyefendinin adına yazan Hâkimin bize, yani kamuoyuna ve gazetemize defalarca ‘açıklanmış’ olduğunu belirtirken asabiyetten titreyen sesini duyar gibi olmuyor musunuz?

Ben de kendisine, “Aman, öfkenize hâkim olun.” Benim bu kalın kafamla anlamakta zorlandığım, anlamayacağım, haydi bir adım ileri gideyim, anlamayı reddettiğim şeyi arz etmek isterim. Ben, içinde yaşadığım toplumun demokratik, açık bir toplum olması gerektiğine inandığım, üstüne üstlük inançlı bir devlet memuru olmadığım için bakanlık açıklamalarıyla yetinmiyorum. Yetinmeyeceğim. Gerçekliğin ille sizin kaleminiz, sizin mikrofonunuza kilitli olduğunu bana kabul ettiremezsiniz. Bu, çocuklarının şımarıklığından usanmış baba diliyle, gerek kamuoyuna gerek gazetemize yaptığınız malumat mı talimat mı olduğu belirsiz ‘açıklamalar’ beni tatmin etmiyor. F tipi mahkumlarından sizin açıklamalarınızın kaç katı mektup aldığımı, kaç mahkûm ailesi ile görüştüğümü, o mektupların ve anaların içtenliğini iyi kötü değerlendirebilecek idrake sahip olduğumu hatırlatmama bilmem gerek var mı?

Şurada yıllardır yazdığım köşe ve okurlarıyla aramdaki özel ilişki adına sizin iddialarınızla uyuşmayan yazılarımı sürdürme hakkına sahip olduğuma inanıyorum. Ya siz? Ses tonunuzdan tahammülünüzün sonuna geldiğiniz hissine kapılıyorum.” yazmıştım.
Aba altından gösterilen sopaya cevabım da şuydu: “İyi niyetimden şüphe etmiyorsunuz ama alet olduğumdan eminsiniz. Ben ve benim gibi kalın kafalı dertlilerin misyonu, alet olmaktır. Ama şu ya da bu örgütün tezlerini gündemde tutma çabalarına değil. Nerede bir zulüm, haksızlık varsa orada mağdurların sesini duyurma çabasına alet olmak. Nerede örtbas edilen, iktidarın ceberut diline tercüme edilen bir hakikat varsa, o hakikatin çıplak haline alet olmak. Siz, basının asal görevinin ne olduğunu zannediyordunuz? Resmi Gazete’yle yetinemiyor musunuz?”

Geçen gün aldığım mektubun diliyse daha dikkatli ve usturuplu. Ama yine inkâr üstüne kurulu, hainlerden müşteki bir dil. Fakat 2004’teki gibi, köşemde basılmasını talep etmiyor. Şahsıma yazılmış. Tacettin Ural. Adalet Bakanlığı Bakan Danışmanı imzasıyla.
Hapishanede ağır bir hastalıkla boğuşan Fatma Tokmak üstüne.
Meğer Tokmak’ın tedavisi mükemmelen sürdürülüyormuş, hapishane koşullarında: “Özetlemek gerekirse Fatma Tokmak’ın rutin kontrol ve tedavileri Kardiyoloji Polikliniği’nde yapılmakta, diğer tedavileri de kurum revirinde gerçekleştirilmekte, sağlığıyla ilgili olarak yapılması gereken her türlü müdahalede bulunulmaktadır.”

İnsan olma serüveni
Pek güzel. Meğer mektup yasağı da yokmuş. Herkes istediği yere ve kuruma belirli noktalara uymak koşuluyla mektup yazabiliyormuş. Fakat bir yerde Tacettin Bey’in aklı karışmış: “Yazınıza ‘mektup yasağı’ ifadesiyle konu olan mektuba ise içeriğinde, ‘henüz yargı aşamasındaki karar ve bilgileri kullanarak kuruma ve kurum çalışanlarına karşı kamuoyu oluşturmaya yönelik ibareler bulunduğu’ gerekçesiyle izin verilmemiştir. Belli terör örgütü gruplarının zaman zaman ‘haberleşme hürriyeti’ hakkını suiistimal etme girişimlerinde bulunarak, basın mensuplarını yönlendirme gayretleri görülebilmektedir. Özetle idare açısından, mektubun gönderildiği kişi ya da kurum değil, mektubun içeriğinde suç unsuru olup olmadığı önem arzetmektedir.”

Fatma Tokmak’ın mektubu, beni farklı yollardan buldu. Dolayısıyla sansüre takılmış değil.
Ama bu mektuptan da Tokmak’ın terörist olduğuna, hakkını suiistimal ederek beni yönlendirme gayreti içinde olduğuna hükmedilmiş olduğu anlaşılıyor.
İki mektup, iki uyarı arasındaki fark işte bu kadar. İkisi de doğru olan ancak devletin sözüdür anlayışı üstüne kurulu. İkna etmeyi değil, ikaz etmeyi amaçlıyor.
Her iki mektup da bana yönlendirilmeye açık dangalak muamelesini reva görüyor. Her ikisi de benim sözlerine aracı olduğum insanları değersiz teröristler olarak tartıyor. Onlara inanma gayretimi de tuhaf karşılıyorlar. Cezaevlerinin yıllardır dile getirdiğimiz sorunlarından hiçbiri çözülmüş değil. Devletin kindar ve düşmanlık dolu yaklaşımı üstüne bir taş konulabilmiş değil. Devletin inkârcı ve inkâra davet eden tutumu ve dili aynı.

Bizim de bu beylere diyeceğimiz farklı olmayacak:
Sizin sözünüzün binlerce işkence mağdurunun, gözü yaşlı analarının, acıdan kendini paralayan babalarının sözünden, onlar çulsuz, iktidarsız, makamsız diye daha muteber olduğuna inanmak zorunda mıyım? İnsanlar intihara sürüklenir, hastalıktan kırılır, onlarcası hayata dönüş adı altında öldürülürken ve bütün bunlar ısrarla yok sayılırken. Dolayısıyla siz de benim ısrarımı anlamak zorundasınız. Kaldı ki, benim için berbat koşullarda işkence altında yaşatılan insanların terörist olup olmadığı da en ufak bir önem taşımamaktadır. Nasıl Müslüman, Kürt, Türk, katil, hırsız, kadın, erkek oldukları taşımıyorsa. Onların gerçek niyetleri sizin işaret ettiğiniz yönde de olabilir. Sahtekâr, kurnaz, bölücü de olabilirler. Beni ilgilendiren, gördükleri muamelenin insanlık dışı olduğu, böyle bir muamelenin insanlık düşmanlarına dahi reva görülemeyeceğidir. Ben insan olmanın o tuhaf, anlaşılması güç, savaş mantığına gelmeyen serüveninden söz ediyorum.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor / edecek. Haftalık meramımızın tamamlayıcısı olarak Yıldırım Türker’in Radikal Gazetesi’nde kaleme aldığı Devlet Dostça Uyarıyor başlıklı makalesi önemli bir okumayı, tamamlayıcı bir sunumu beraberinde iliştiyor. Bu haftaki söz edebildiğimiz sahaların az ötesini tamamlıyor, kapsıyor. Yazarın ve kurumun anlayışlarına binaen bu makaleyi sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #366 (05.09.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #367 (12.09.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #368 (26.09.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #369 (03.10.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
#MemleketTahlili – Kolaj Çalışma – 13Melek – Tumblr
Geç Tezkere – Afiş – İç Mihrak
Devlet Dostça Uyarıyor – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Suçu: “Güler Zere Örgütüne Üyelik” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Ucube Demokrasiden Ucube İddianame – Serhat BOZTAŞ – Sol Defter
Özel Harekatçılar Yeniden Devrede – Halil SAVDA – Jiyan / Köxüz
Selçuk KOZAĞAÇLI: Ağar Konuşursa Herkes Bildiğini Unutur – Etkin Haber Ajansı
Liste Cinayetleri – Özgür Mumcu – Radikal
Canlılar Çeşit Çeşit – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Yeni Anayasanın Can Damarı Kürt Sorunu – Özgür Gündem
Türk Basını Şırnak Darbesini De Görmedi – Mehdi ATAY – ANF
Şırnak Cumhuriyeti’nde Darbe! – Evrensel
Zana, Aydoğan ve Tuğluk’a 150 Yıl Hapis İstemi – Jiyan / Köxüz
Esas Muhalefet Geliyor – Zana KAYA – Özgür Gündem
‘Görevimiz Tehlike’ – Nuray MERT – Milliyet
Bıçak Kemikte… – Zeynel Abidin KAPLAN – Sendika.org
Barış İçin Savaşmak – Başyazı – Atılım
BDP’nin Güç Seçimi – Oya BAYDAR – T24
Doksanlara Dönmek! – Ahmet SAYMADİ – Jiyan / Köxüz
“17 Yıldır Soruyoruz: Nazım Gülmez Nerede?” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Egemenlik Kayıtsız Şartsız Cezaevinde – Birgün
Ara SARAFIAN: Türkler Kürt Gerçeğiyle Yüzleşmeli – İhsan KAÇAR – ANF
Ani BALIKÇI: ‘Emanetimi Koruyamadılar’ – Radikal
“Disko”da İşkence Gören Uğur Kantar Hayatını Kaybetti – Ekin KARACA – Bianet
Uğur’un Babası: ‘Naziler Bile Böyle İşkence Yapmaz’ – Sol Defter
İşkenceyle Öldürülen Er Katar’ın Ailesine Saldırı – Etkin Haber Ajansı
Kanlı Mutabakat! – Umur TALU – Habertürk
Şoför, Ermeni Olduğu İçin Kadını Dövdü – Ekin KARACA – Bianet
İnsanlığımızdır Sırtından Bıçaklanan – Evren HASPOLAT – Sendika.org
Vatandaşlık Meselesi (3) – Mıgırdiç MARGOSYAN – Evrensel
Zira Çoğu Kötülük Kurumsaldır – Berrin KARAKAŞ – Radikal Hayat
Serbest Bırakılan 5 Öğretmen Açığa Alındı – Atılım
Hadig Hemşince İçin Çalışacak – Ruken ADALI – ANF
Armani Tişörtü Ermeni Propagandası – Roni MARGULIES – Taraf / T24
Kıvılcım Anı ve ‘Bağlantı Kurucular’ – Murat BİRDAL – Evrensel
Masalar ve Meydanlar – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
Söyle Berlin, Söyle İçindeki Duvarı Söyle! – Perwer YAŞ – ANF
[Kişisel İzlenim] #Oct15’de İstanbul’da Ne Oldu? Ya Da #occupyistanbul Mümkün Mü? – Ahmet A. SABANCI via Google Plus
Wall Street İşgali, Barack Obama’ya Ne Yapabilir? – Amy GOODMAN – Sol Defter
“Biz % 99, Onlar % 1” – Meryem KORAY – Birgün
Çalışmak Değil, Konuşmak Özgürleştirir – Mustafa KARA – Evrensel
Cumartesimizi Vermeyiz! – Can DÜNDAR – Milliyet
Kırıntı Adaleti – Ece TEMELKURAN – Habertürk
Sol’un Aşması Temel Bir Açmazı – Celalettin CAN – Özgür Gündem
Karadeniz Örneğinde Bir Tartışma: Sol, Yerellik ve “Demokratik Özerklik” – Özcan ALPER – Cemil AKSU – Başka Haber
Kürecik-Malatya Ortak Hareket Edecek – Etkin Haber Ajansı
Gıda Fiyatları Da El Yakıyor… – Engin DURAN – Sendika.org
AKP’nin ‘Tadilat Devrimi’ – Özgür ŞEN – Atılım
Laisizm Tükendi, Sekülerizm Verelim! – Tayfun ATAY – T24
Yiğitliğin Dili Dini Irkı Olmaz – Efkan BOLAÇ – Jiyan_Ertesi

Cokiyu Official
Cokiyu – Artist Page via Flau
Cokiyu – Your Thorn Official Video Directed By Ohashi Takashi via Fluid Radio
Walls – Artist Page via Facebook
Walls – Artist Page via Kompakt.FM
Walls – Coracle Albüm Eleştirisi – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet / Müzik Yazıları
Emuul At Myspace
Emuul Artist Page via Bandcamp
Emuul – The Drawing Of The Line’s Official Informative via Digitalis Recordings
Two Bicycles At Myspace
Two Bicycles Artist Page via Bandcamp
Two Bicycles via The Sirens Sound
Arms And Sleepers Official 
Arms And Sleepers At Myspace
Arms And Sleepers – Digital EP Official Download Page
Holy Other At Soundcloud
Holy Other At Twitter
Zoned In: Holy Other – With U By Luke CARRELL via Altered Zones
Chllngr Artist Page via Facebook
Chllngr Official via Tumblr
Chllngr – Haven Album Review By Zach KELLY via Pitchfork

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
umbrella By toshi*
toshi*’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Tarih Kötüdür – Barış PİRHASAN

İşte gençliğimin şiirleri
İlk gençliğimin
Güzel şeyler
Deli saçmaları
Beceriksizlikler
Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onları.

Bir çocuk için
En güzeli
Belki bütün yazdıklarımın en güzeli
Gövdemi ılık
Kirli
Pırıl pırıl bir havuzda düşlerdim
Göğsümde nilüferler
Su çiçekleri

Garip bir çocuk dediler bana
İçine kapalı
Güçlü
Onun koluna girerdim
Zayıflığı çekerdi beni
Acımasız pırıltısı
Geceleyin kendini sevmesi
Organları

Çocukluğumun şiirleri
Hepsinde umarsız bir çığlık
Zavallı
Traji-komik
Şanlı tarihim:
Ne zorbalar geçmiş beynimden
Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde
Kimler can vermiş hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?

İlk şiirlerim
Alaycı bir göz
Kirpiklerinde tohum
Düzensiz patlamalar
Yaralı omuzlarım
Biri kavga türküsü
Acemi
Çığlık çığlığa
Yarım

Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı
Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor
Bir budala gibi
Yoksul bütün halklar gibi
Şaşkın bir el yazısıyla
Ayaklanmalar tasarlıyorum.

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 365 – beware of gov’ment disinformation

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_365_–_beware of gov’ment disinformation

29 Ağustos 2011 Pazartesi gecesi ”canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique

>1<-Bel Canto-Upland (Crammed Discs)

>2<-Bel Canto-Capio (Crammed Discs)

>3<-Balam Acab-Oh, Why (Tri Angle)

>4<-Balam Acab-Now Time (Tri Angle)

>5<-Downliners Sekt-All I Can Hear Now (Disboot)

>6<-Downliners Sekt-Hockey Nights In Canada (Disboot)

>7<-Kiyo-Micropsyche (Richard Devine Micromacro Remix) (Force Intel)

>8<-Kiyo-Noor (Machinedrum Mountain Eye-Beam Remix) (Force Intel)

>9<-AFX-Quex-RD (White Label)

>10<-Autechre-Skin Up You're Already Dead (White Label)

>11<-Architect-Attack Ships On Fire (Keef Baker Remix) (Hymen Records)

>12<-Architect-The Beauty And The Beat (End.User Remix) (Hymen Records)

beware of gov’ment disinformation

(365)

yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,

yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,

ne görebiliyorsun,

ne duyabiliyorsun. / halil cibran

Belirli bir düzlem içerisinde olan biten şeylerin etkisinin sivrisinek vızıltısından nasıl da bir kıyam, bir felaket olgusuna evrildiğini sorgulayabilmeye imkan sağlayan, zemin oluşturan, tümsek eyleyen, set çıkıp kaçak güreşen bir iklimde ironinin de tüketildiğini fark edebilmek mümkündür. Oldu bittilere yolu kestirmeden çıkartılanların, yol verilip zemin sağlananların nasıl da körlemesine bir anlayışın mamülü olduğundan hemen her defasında tekrara doyulmamasına karşın, aynı bayatlıkların yeni yeni yeni keşifmiş gibi ambalajlanıp duyurulma çabasına, köşeye kıstırılanların nedense her daim olduğu üzere hep aynı olmasına karşın muktedirlik cephesinde değişiminin zerre miskal olmamasına, bir ileri onlarca adım geri adımlanılmasına karşısında verilen tavizlerin sonunun bir türlü gelmemesine, yaptık oldularla yekpare mozaik tanımının nasıl da yeniden ama bu defasında aşılmaz mermere evrilmesine kadar çoğaltılabilir katmanlarıyla bu eşiğin içerisindekileri irdeleyebilmek olasıdır.

Fecaat gelecek yerden esirgenmeyen kışkırtıcılık, oyunbozanlık, her türlüsünde başka bir mizansen olarak tanımlandırılan oysa oynanan oyunların bizzat tekrarlanmasından ibaret olan müesses nizam sabitliğinin onulmaz yaklaşımları, ironin belinin kırıldığının belirli bir eşiğin çoktan aşılarak yeni evrelere geçildiğini ortaya koymaktadır. Geçilmekte olan yeni bir seviyeyi değil bizzat bu gayya kuyusunun karanlığında daha derinlere inilmesidir oysa. Şaka yollu! baskılardan, imalarla süslü kızım sana söylüyorum gelinim sen anla/anla/anla-lara (böyle volanlı, rezonansa uğratılmış ekolu) uğrayıveren hedef haline dönüştürmenin kolaycılığında ne dersek gidiyor, ne söylersek manşetleniyor, gündem dediğin de altından üstüne getiriliyor, ortalık gülistanlıktan toz pembeye kesiyor çıkarsamasına ulaşan hezimetlerden biri bitiveriyor, diğeri başlayıveriyor.

Nefes almayı mümkünatsız bıraktığından yurdun beşte birinin bir derdi olduğunun altı kalınca çizilmesine, psikolojisinin dönülmez ufuklara vardığının ima edilmesine rağmen olan bitenlerin üzerine kelam ekleme çabasını bile; yokuşa süren bu bağnaz şekilcilik, en olmadı sesleri çok çıktı mı dayarız biber gazını, veririz copun kralını, sustururuz bir şekil nasıl olsa olsa olsa müdanaasız elim maşalı söyleminin toz kondurulmaz, vaktini sekmez sahne kapmacılığı düşündürmektedir. Düşünme, konuşma, dile getirme. Anlama, işitme, yola koyulma. Görme, fark etme, sana dokunmadıktan sonra yılana pardon bu kadar hataya hiiç ses etme. Telef ol, beter ol ama isyankar olma. Hızar gibi kafanın üstüne sallanıp duranın giyotin değil de mahsusçuktan göz korkutmak için oraya menteşelenmiş bir oyuncak olduğuna kan, kanabil. Yeknesak makamda hatayla bi’şey söylemeye kalktın mı bilmelisin ki başına gelecek şeylerin müsebbipi bizahati o kafanın içerisinde kurmaya doyamadığın komple teorileridir. Değilse de muktedirin böylesi bir kullanım hatasına karşı sorumluluğu yoktur.

Nicedir anlamazdan geldiklerinden şimdi bir şekilde ortaya çıkan söylemlerin hemen hepsine öcü görmüş gibi davranmaya devam eden bu sistemin bizahati öncekilerden bir farkının olmadığının, sadece bakış açısının, öngörüsünün, müdahale eşiklerinin birbirilerinden farklılık gösterdiğini söyleyebilmek mümkündür. Çok zamandır felç olmuş sistemin dişlilerine bakım yaptırmak yerine nasıl olsa paldır küldür gidiveriyor o zaman sallayıverelim gitsinciliğin kolaycıl eşiklerinde heba edilecek yeni zamanlarımızdır şimdilerde bizlere reva görülen. Berhava edilenin düşüncenin kendisi, işitilmez kılınanın yıllardır üzerine ölü toprağı serpilen, cızzz diye uyaranlar yerleştirilen ve her ne hikmetse kırmızı çizgilerin hizasından bir türlü kurtarılamayan, bir türlü konuşulamayan şeyler olduğunun bilinci yavaş yavaş gelişirken bu ironi denizinde yüzebilmek güzün kapıyı çaldığı şu günlerde daha fazla manidar gelmektedir.

Elini eteğini çekmeyen muktedirliğin çiçekbeylerinin, ağlayan narınçlarının, keskin kılıçlarının söylemekte dillerinde tüy bittiği şey az biraz da bu kekremsi tat, dokuyu genişletmeye müsaade eyleyen egemen olma halinin kutsanmasıdır. Kendi söylediğinden gayrısını işitmeyen, görmek istediğinden başkasına müsammaha göstermeyi bırakıp dile getirmesinden bile hicap duyan bir anda alarm seslerinin devreye girmesine neden olan şey, sathın dışında olan bitene verilen intizam ve önemin, hak ettiklerini bulmuşlardır, halklar bu despotluklara gereken dersleri vermiştir demeçlerinin paralelinde e peki buralardan hiç eksik olmayan baskıcılığınız, etmediğinizi koymamamız, kandan medet ummanız hala nedir, nicedir sorularına net bir cevap üretememeleridir. Söyleyecek yüzlerinin bulunmamasıdır. Sahnenin bu yanında her dakika bir başka yöresindeki eksik gedik ortaya çıkarken mütemadiyen belirlenmiş, hedef gözetilmiş, hedef haline dönüştürülmüş olanlara karşın medyasıyla, yargısıyla, fikri kanaatiyle ortak bir duruş sergilediği imgelenen muktedir sahanlığının kapsayıcılığı elbette farklı düşünenler için başka şeyler söyleyecektir. Artık anlaşılmaktadır.

Tüm o ironilerin altından kusulan nefret söyleminin tortuları can yakmakta. Ne de olsa onlara karşı çıkanlar kelama karışanların hepsi idolocik muhaliflerdir. İdeolojinin ne olduğuna dair öngörüleri bulunmayanların cümlelerinin arasına sıkıştırmayı kendilerine hak olarak gördükleri terimlerle beraber dar alanda paslaşmalarının kokusu çıkmaktadır. Karanlık dört bir yanı sarmalamayı sürdürürken, yarınsızlaştırılanların halklar olduğu gerçeğine gözü, kulağı, dimağı kapayarak son sürat gitmenin, cehennemi her nasıl nakledilirse edilsin bütün tasvirlerinden daha gerçekçil hale dönüştüren bir sahanlığın fason imalatı gerçekleştirilmektedir. Fasona bağlanan şeylerin, tornası yamuk yumuk tezgahlarda kesilip biçilen kalıpları bu, sınırları bu, ulaşılabilecek mevkii bu diyerek sınırlandırılanların hemen hepsinin daha düzgün okunabilmesini sağlamaktadır. Cereyan etmekte olan şeylerin istisnasız bir yıkıma doğru hepimizi (ayrısız, gayrısız) götürdüğü gerçeğine kayıtsızlık da bu durumun tuzu biberidir. Hem de hiç ironi taşımayan bir biçimde, biçimlendirmede.

Gelecek tahayyülünden ziyadesiyle uzakta kalarak tüketilmeye doyulmayan an içerisinde ötelenen bunca şeylerin önemlerine vakıf olabilmek için müneccim olmaya gerek yokken hala nedir bu rehavet, bu tirajik denemeler diye sorulası elzemdir. Dilin meramın yoksunlaştırıldığı görünürlüğün puslu bir havaya terk edildiği, üzerinin örtülmeye çalışıldığı ve adet olduğu üzere hakkaniyetin başka eşiklere terk edildiği bir karanlık bu günceyi donatmaktadır. Tıka basa dolduruşlarla enikonu nefessiz kılmakta, biçare koymaktadır. Meselenin kendisine haiz olup, dili döndüğünce, zihni elverdiğince, aklı yattığınca anlaşılır kılabilmenin önününü alabilmek için ‘karanlık’ metaforu iş bu ülkenin muktedirlerinin sıklıkla başvurdukları bir olgu olmayı sürdürmektedir. Yukarıda kısaca değinmeye gayret ettiğimiz örneklerde, sınıflarının haylaz çocukları olarak atfedilen aslında kazın ayağının ne olduğunu çok iyi simgeleştiren müstakbel koltuklara dört elle yapışmış vekillerimizin demeçlerinde saklı duranlar ile bu kıssa derinleştirilebilir.

Yalın net gerçeklikleri değil, güdümlü, kin kusan, olaylara mesafesini konumlandıramayıp, nasıl yaklaşacağını kestirmeyip aklına geleni bir anda boca eden, ötekileştirmenin sacayakları arasına dahil edilebilecek bir ayrıştırıcılığın sorumlusudur karanlık. Bu satırlar aracılığıyla bir şekilde anlaşılır kılmaya çabalandığımız. Egemen olanın tüm dizginleri ele alıp palazlandığı muktedirlik sınırlarında adı bir türlü konulamayan, yola bir türlü çıkılamayan, çözümlemesi gerçekleştirilmeyen, yarınsızlaştırılarak derdest eylenen, ucu sipsivri bıraktırılan açmaz kümesinin kesiştiği alandır bir başka deyişle. Olumsuzlanıp durulanların varlığının, bir şekilde rayına sokulduğu varsayılan düzenleme altındaki hile hurdanın işaretleyicisidir. Ne ki muhalifliği sadece belirli koşullar ve şartlanmışlıkları yerine getirip, biat edenlere verilmiş bir hak olarak tanımlayan bu düzensizlik, bu eziyetler silsilesi, anlamlandırmama gayretkeşliği giderek olağan karşılanmaktadır.

Ekranlardan dosdoğru net bir biçimde sunumlandırılmayanın, yansız olarak aksettirilmeyenin, gazetelerde konu her ne olursa olsun çarpıtılıp, eğip bükerek sunma devamlılığının, dile bir türlü getirilmeyen hemen her şeyin üstüste birikintisi bunu daha da manidar bir biçimde anlaşılır kılacaktır. Birbirimize doğruyu anlatmaktan imtina ettiğimiz müddetçe karanlığın kapsamı bugün yakaladığı bu noktadan çok da geriye düşmeyecektir. Öznesi, yüklemi ve fiili bir o yana bir bu yana çekiştirildikçe bu ahval içerisinde mutlak yüzleşmeye zemin sağlanmadıkça karanlığın hükümranlığı daha çok can yakacaktır. Can acıtacaktır. Bütün bu hezimeti bile isteye sürdürme gayretinde olan, tekilleşerek yek vücut olmuş, sağırlaştıkça coşmuş, amalaştıkça zembereğinden boşalır hale gelmiş muktedirliğin tufanı, yeri yerinden oynatması gereken vurdumduymazlığı karşısında ‘akil’ olanı aramak şarttır. Göstermek yerine bir fiil manipüle ederek çatısı oluyşturulan savaş dilini yücelten söylemin karşısında barışın ihtimaller dahilinde olduğu duyumsatılmalıdır.

Onlar her ne kadar yanlış olarak anlama konusunda ısrarcıl olsa da, bir şekilde ötekileştirilen olarak atfedilmekten, türlü galiz küfürlerle, tehditlerle yüzyüze bırakılsa da vicdanı olanın sahiplenebileceği yegane şeyin can olduğu, sulh olduğu gerçekliğinde yol kat etmek hepimizin ödevidir. Başkaca bir şansımız olmamasına karşın hala ısrarla, körlemesine şiddet dilinin hiçbirimiz için bir faydasının olmayacağı aşikardır. Benzersiz bir söyleme handiyse ulaşılmış gibi, sakız haline evrilen, sündürülen, açılan yaralara merhem olacağına daha fazla ayrışımı beraberine getiren o kirli dilin sözümona işitilir kılınan, karşılıksız konulmadığı ortaya çıkartılmaya gayret edilen çözümleyici bir yaklaşım taşımadığı meydandadır. Boşa heba edilen şeylerin, miadı bir türlü dolamayan dün dündür bugün bugündür siyaset okulunun mezunlarından ‘bayan’ başbakanımızın dillendirdiği ya bitecek ya bitecek şarlamasında saklı duran kan rantının, istikrarlı ırkçılığın sürdürülmekte olduğunun yansımasıdır.

Varlığı bir anılıp bir yoksayılan jitem gibi, jilet keskinliğini, bıçak sırtı, korkularla beraber yaşama tutunma halini ülkenin önemli bir bölümünde hissettirmiş, varlığı açıktan veya hissettirmeden sürdürmüş bir başka gizli/kapaklı “beton millet sakarya” nefret merkezinin, can almaya doyamayan ağır abilerin, her yolun yolcusu çarkın efendilerin kepazeliklerinin bugün bile arşınlanılamayan, insan olanı nefessiz koyacak faili meçhul cinayetlerin şebekesinin üzerine gitmektense en azından o kararlılığı göstermektense onda bile zincirleme hataların sürdürüldüğü bu cenahı tanımlayabilmek hangi kelimelerle mümkündür. Elini tetikten çekmeyenlerin dünyasının hala geçerliliği koruduğunun altı çizilmesidir. Müştemilat yıkılmaya, kubbe harap olmaya devam ederken yok bir şey, her şey sapasağlam diye diretmektir. Karamsarlığın topyekün bir kapsayışı beraberinde günümüze taşıdığı bu kadar net bir biçimde okunurken, kapsamı altına aldığı her alanı; ıssız, sessiz, çaresiz koyduğu ortadayken ne zaman barışın adı anılacaktır?

Ne zaman sulh için yol ve zemin tesis edilecektir. Ne zaman ötekisi olarak belletilenlerin, yaftalananların üzerine bindirilmiş bu ağır sorun yumaklarının, korunaklı muktedirliği sınırlarınıı yokladığına ayılacaktır? Uykudan uyanış hangi aralık sözkonusu olacaktır? Kati belleksizliğe teslim olup, bu kadar cehennem tasvirinin yeryüzü mümesilliğinde, her şeyi maziye havale ederek bugünümüzün karanlığını aşamayacağımız ortadayken üstelik. Fırsat elde edip, bunu arsızca kullanan muktedirlikçe birbirimize düşman belletilerek, ortalığı kaplayan kan kokusundan, ölümlerden medet umarak, ölümleri “yüksek mertebelere” taşıyarak ve daha fazla can alabilmek için daha fazla mühimmata geleceğimizi dökerek hangi karanlıktan ne kadar uzaklaşabileceğiz? Sesimizi duyan var mı?

Sessizliği, hemen tüm alternatif yankıları izole ederek, asayiş berkemaldir diyenlerin yüzleri var mı? En ufak bir tepkimeyi olağan dışı karşılayan, olumsuzlayan ancak şahinliklerini tescil edcecek olan yeni karar-aşama-uygulama vs. hareketlerden de bir türlü kaçınmayanların hissiyatsızlıkları acı değil midir? Feryadın bir kesidine eklenebilecek o ünlü imin içerisinde yankılanan acıyı bal eyledik derken muktedirliğin bu çapsızlıklarına olur mu biçmişizdir? Birleşmek için bekleyecek zaman, aşmak için olumsuzlukları bir uyaran beklemek nereye kadardır, canlar…. İyice çürümeden, karanlıkça teslim alınmadan….

>>>>>Bildirgeç

Sosyalistler ve Kürt Meselesi – Foti BENLİSOY*

Kürt hareketi son yıllarda yaşadığı örgütsel ve siyasal evrim dolayısıyla giderek daha fazla aşağıdan kitle inisiyatifinin önünü açan, süreklileşmiş bir kitle seferberliğine dayanan bir karakter ediniyor. Kestirmeden söylemek gerekirse, sivil itaatsizlik eylemleri ve kampanyalar yoluyla giderek sürekli kılınan kitle mobilizasyonu, hareketin siyasal stratejisinde önemli yer tutmaya başladı. Bu yönelim, Kürtçe eğitim kampanyası ve Türkiye’de üç milyon kişinin imzaladığı iddia edilen “Öcalan’ın siyasi irade olarak tanınması” imza kampanyasından başlayarak günümüzde “sivil Cuma”lar, okul boykotları, demokratik çözüm çadırları ve elbette süreklileşen serhildanlar gibi farklı kapsamda eylem ve etkinlikleri içeriyor. Belki bir devlet olarak Kürdistan’ın kurulması gündemde değil, ancak bu siyasal seferberlik düzeyi “Batı”dan çok farklı bir başka ve yeni siyasal coğrafyayı fiilen oluşturmuş durumda. Milliyetçi muhafazakâr bir tahayyül dünyasının neredeyse siyasetin vasatı halini aldığı “Batı” ile karşılaştırılamayacak bir bilinç ve siyasallaşma düzeyi söz konusu. “Doğu” ile “Batı” arasındaki bu açı, iki siyasal coğrafyadan bahsetmeyi gerektiren bu uçurum, sosyalist hareketin önünde olanaklar yarattığı kadar ciddi bir sorun da teşkil ediyor.

Bu siyasallaşmanın örgütsel ve siyasal sınırları var elbette. Kürt muhalefetinin belirgin bir “kurumsalcı”, esas itibariyle devlet ricaliyle “yukarıdan” müzakere ve pazarlığı önemseyen eğilimi hep oldu, olmaya devam ediyor. Dolayısıyla koşullar ve güç dengeleri başka türlü olduğunda bu kurumsalcı eğilimin açığa çıkan “sokak siyasetini” soğurması ihtimalini daima akılda tutmak gerekiyor. Ancak söz konusu “aşağıdan” dinamiğin de bu kadar çoraklaşan siyasal coğrafyamızda önemli bir istisna olduğunu, yarattığı dinamizmin dar anlamda Kürt meselesiyle sınırlı kalmadığını, kalmayacağını görüp “üzerine titremek” gerek. Bu anlamda sosyalist hareketin bu kitle seferberliğinin karakteri üzerine eğilmesi, Kürt meselesine yaklaşırken daha “aşağıdan” bir perspektif ve duyarlılığı öne çıkarması gerekiyor.

Sosyalist hareket dahilinde Kürt meselesi üzerine kelam edilir ve siyasal tasarımlar oluşturulurken genelde şu ya da bu noktada karar alıcı konumda olan aktörlerin irade ve beyanları üzerinden hareket ediliyor. Bu elbette herhangi bir meselede stratejik bir siyasal pozisyon oluşturmak açısından kaçınılmaz bir tutum. Ancak ordunun, hükümetin, şu ya da bu bakanın, MİT’in ya da İmralı, Kandil veya BDP’nin hangi tutumları aldığı, nasıl bir taktik yaklaşım geliştirdiğini tartıştığımız kadar Kürt hareketinin seferber ettiği toplumsal dinamikleri anlamaya dönük daha “aşağıdan” bir perspektifi de seferber edebilmeliyiz. Azımsanmaması gereken bir kitleyi, üstelik çoğu zaman neoliberalizm ve savaş ekseninde iyice yoksullaşmış alt sınıfları şu ya da bu biçimde siyasallaştıran bir süreç yaşanırken bu siyasallaşmanın aktörlerinin deneyimlerinin nasıl şekillendiği üzerinde hiç değilse daha fazla düşünmek gerekiyor.

Kürt hareketiyle sosyalist hareket arasındaki ilişkinin büyük oranda “yukarıdan” geliştiği, bürokratik bir mahiyet taşıdığı bir sır değil (son “Kongre Partisi” süreci bu durumun bir başka örneği sayılabilir). Oysa seçimden seçime gündeme gelen yan yana gelişler ya da dışsal dayanışma ilişkilerinin haricinde sosyalist hareketin tabir caizse boynunun borcu, mücadele eden Kürt kitleleriyle toplumsal mücadeleler içerisinde (emek hareketinden ekolojik mücadelelere, kadın hareketinden vicdani redde) somut ve dolayımsız bağlar kurabilmektir. Bunun nasıl gerçekleştirilebileceğine dair elde hazır bir reçete olması elbette beklenemez. Üstelik burada kastedilen, birçoğu namevcut ya da hayli cılız toplumsal hareket ve muhalefet dinamiklerini (emekçiler, kadınlar, Aleviler vs.) bir nefeste sayıp bunları Kürtlerle birleştirmeye, mevcudu bir tür aritmetik toplamda birleştirmeye dönük genel geçer büyük “stratejiler” değil. Sosyalist hareketin yeniden inşasına ciddi sınırlar dayatan kitle mücadeleleri eksikliğinin “kısa yoldan” giderilmesine dönük bir manevra da değil. Kürt hareketinin açığa çıkardığı toplumsal dinamiğin solun bir anda daha büyük bir kamuoyuna hitap etmesini sağlayacak aranan “maymuncuk” olduğuna, Kürtlerin özlenen yeni “devrimci özne” olduğuna dair kolaycı sıçrama heveslerinden bilhassa uzak durmak gerek. Meram edilen çok daha mütevazı bir tutum: Dikkat ve çabamızı, Kürt meselesi etrafında “diplomatik” ve “yukarıdan” yan yana gelişler ya da “dışsal” dayanışma pratikleri haricinde ve ötesinde daha “içeriden” bir yan yanalığın koşullarının oluşturulması yönünde yoğunlaştırmak gerekiyor. Bu da ancak sosyalist hareketin bütün zaaflarına rağmen etkin olduğu mücadele alanlarıyla Kürtlerin siyasal dinamizmi arasında aşağıdan (yani toplumsal hareketler aracılığıyla) bağlar oluşturmaya çalışmakla mümkün.

Kürt hareketinin tabanının önemli bir kesiminin savaş ve neoliberalizmin kümülatif tahribatına maruz kalmış kent yoksullarından, mevsimlik işçilerden, genç işsizlerden, esnek ve güvencesiz işlerde çalışmaya mahkûm edilmiş emekçilerden oluştuğunu herhalde herkes kabul ediyor. Kürt hareketinin siyasal ve programatik pozisyonunda neoliberalizme karşı toplumsal adalet talebi merkezi bir yer bulmasa da, yani tabanının bu sınıfsal aidiyetini siyasal bir dille ifade etmese de tabi sınıflar nezdinde büyük bir siyasallaşmaya yol verdiği yukarıda vurgulandı. Sınıflararası bir hareket olarak Kürt muhalefetinin temel siyasal motifleri bugün daha çok demokrasi, siyasal haklar ve kendi kendini yönetme çerçevesinde şekilleniyor. Bunun böyle devam edip etmeyeceği meçhul; ancak toplumsal adalet talebinin Kürt hareketinin ayırt edici bir siyasal teması olmadığı da açık. Sosyalistlerin Kürt hareketinin antikapitalist temelde siyasallaştırmaktan imtina ettiği, daha doğrusu ezilmişliğine sistematik bir sınıfsal ton vermediği/veremediği bu alt sınıf mobilizasyonu hususunda nasıl bir tavır alması gerektiği ise bir başka sorun alanı. Kastedilen, Kürt hareketini sınıf temelinde politize etmeye, harekete antikapitalist bir şuur zerketmeye dönük suni “bilinç aşılama” operasyonları değil elbet. Kürt siyasallaşmasının aşağıda nasıl deneyimlendiği, Kürt ezilmişliğinin başka ezilmişliklerle nasıl eklemlendiği ya da bütünleştiği sorularının cevabını pratikte arayan, dolayısıyla hareketin “sıradan” militanlarıyla “aşağıdan” bağlar inşa etmeye dönük bir faaliyet biçimi.

Burada bir parantez açmak gerekiyor: Genelde solda etnik aidiyet sınıfsal ilişkiler, kentsel yoksulluk ve neoliberal dönüşüm dışında/ötesinde şeyleştirilmiş bir “kimlik” olarak algılanıyor ve istisnalar hariç sınıfsal ilişkilerle etnik aidiyetler arasındaki dinamik ilişkiler üzerine pek gidilmiyor. Sınıf siyaseti ile “kimlik siyaseti” arasında sıkça yapılan mekanik ayrımlar bu husustaki eksikliğin ya da aczin bir ifadesi. Bu durum, Kürt sorununa yaklaşırken meseleyi Türkiye’nin genel demokratikleşme sorunundan kaynaklı bir kimlik meselesinden ibaret olarak gören liberal çerçevenin hâkim olmasını, sosyalist solun kendisini bu çizgiden ayrıştıramamasını getiriyor.

Kürtler mağdur mu?

Unutmamak gerekir ki Kürt olmanın bağlam dışı ve özsel bir anlamı olmadığından Kürtlük çeşitli siyasal söylemlerin gündelik deneyimlerle kesişmesi yoluyla farklı anlamlar taşıyacaktır. Bir Kürt işadamıyla örneğin zorunlu göç sonucu geldiği şehirde vasıfsız işçi olan Kürdün Kürt olmaktan ne anladığı, Kürtlüğe nasıl anlamlar yüklediği farklı olacaktır. Bu anlamda bu ikisinin Kürt sorununun çözümünden ne anladığı da farklı olacaktır. Ulusal hareketlerin sınıflararası bir doğaya sahip olması, tam da o ulusal harekete ve o ulusal kimliğe ilişkin farklı yorum ve beklentileri kışkırtır. Dahası, Kürt meselesinin nasıl yaşandığı, insanların Kürt hareketi etrafında nasıl harekete geçtiği, doğrudan çatışma bölgelerinde mi, Diyarbakır ya da Van gibi bölge merkezlerinde mi ya da zorunlu göç sonucunda büyük Kürt kitlelerin yaşar hale geldiği Mersin, Adana, İzmir ya da İstanbul ve Ankara gibi Batı merkezlerinde mi yaşanıyor olmasına bağlı.

Kürt meselesini farklı sosyal bağlamlarda ve farklı coğrafyalarda çok çeşitli biçimlerde ve farklı dolayımlarla tecrübe eden Kürt nüfusunu bugün birlikte ve ortak biçimde harekete geçiren programatik zeminin bu beceriyi ne kadar zaman devam ettirebileceği müphemdir. Bu, Kürt hareketini hemen yarın (mesela hali vakti yerinde olanlarla yoksullar arasında) bir büyük bölünme bekliyor anlamına gelebilecek bir şey değil elbette. Ancak hareketin kitleselleşip “lokal” bir hadise olmaktan çıkmasıyla beraber ister istemez gündeme gelen çoğullaşma belli bir kırılganlığı da gündeme getiriyor. Sosyalistler açısından önemli olan, hareketin çoğulluğuna dair bu tarz genel tespitler yapmakla yetinmeyip, özellikle alt sınıflar nezdinde Kürtlüğün hangi siyasal ve toplumsal konotasyonlara sahip olduğu üzerine düşünmektir. Yani Kürt olmanın bir sınıf deneyimi olarak da nasıl yaşanıp anlamlandırılabileceğine dair bir farkındalık geliştirmektir.

Kürtlük, bir ezilmişlik ve mağduriyet deneyimi olduğu kadar bir kolektif siyasallaşma ve radikalizasyon pratiğini de imliyor. Dolayısıyla Kürtlük hiç değilse alt sınıflar nezdinde pekâlâ sosyal ve sınıfsal ezilmişliği ve ona karşı mücadeleyi de içeren bir kapsama kavuşabilir. Oysa sosyalistler dahi Kürt kitlelerini çoğu zaman sadece ezilmişlik ve mağduriyet terimleriyle düşünüyor. Mesela zorunlu göçe tabi kılınanları ya da zorunlu göç, yoksulluk ve devlet şiddeti sarmalında büyüyen çocukları “topluma kazandırılması” gereken mağdurlar, rehabilite edilmesi gereken kurbanlar olarak düşünmek solcular arasında dahi yaygın bir yaklaşım. Ancak mesela Kürt göçmenler kendi deneyimlerini sadece bir haksızlık ve eziyet öyküsü olarak anlamıyorlar ve öyle anlatmıyorlar. Başlarına gelen tüm haksızlıklara rağmen, kendilerini bu sürece itiraz eden, direnen ve hakkını arayan politik özneler olarak konumlandırıyorlar. Sosyalistlerin, Kürtleri bir genel “ezilen ulus” kategorisi dahiline tıkmak haricinde, hiç değilse Batı’da, savaş, zorunlu göç, milliyetçi dışlama, neoliberal yoksullaştırma ve kentsel dönüşüm politikalarının yarattığı denklemde siyasallaşan bu öznelerin politik deneyimleriyle bağlantı kurması gerekiyor.

Kürt meselesi sadece Kürtlerin devlet tarafından ezilmişliği, Kürtlerin maruz bırakıldıkları Türkleştirme politikaları ve saireden ibaret değil. Kürt meselesi bunlarla beraber aynı zamanda Kürtlerin kolektif kimliklerini her türlü baskıya karşı inşa etme ve kendi kendilerini yönetme mücadeleleri aslında. Hatta gelinen noktada esas itibariyle Kürt meselesi bu ikincisi denebilir. Sosyalist hareket Kürt meselesini bir mağduriyet ve ezilmişlik çerçevesine sıkıştırdığı sürece kendisini mevcut liberal çerçeveden ayırmakta güçlük çekecek, Kürt hareketinin açığa çıkardığı siyasal mobilizasyon biçimleriyle ancak “dışarıdan” bağ kurabilecektir. Tersine, Kürtlerin ciddi mücadeleler içerisinde deneyim kazanan siyasal özneler olarak tanınması, beraberinde aşağıdan ve ortak mücadele zeminlerinin oluşturulmasına imkân tanıyan bir zemin yaratacaktır.

Toparlarsak: Mesele, zaman zaman tepkisel temelde, bazen kısmi ya da amorf olsa da kolektif eylemlerin önünü açan bir sokak siyasetinin Kürt hareketinde giderek belirgin olması, bu süreç içerisinde geniş kitlelerin siyasallaşması, radikalleşmesidir. Yani çok geniş bir kesimin kendi kolektif gücünü mücadele içerisinde geliştirmesi, kendi kendini örgütleme ve direniş tecrübesiyle donanmasıdır. Kitle mobilizasyonunun önünü açan siyasal yönelimin Kürt hareketi açısından ne gibi sonuçlar doğurabileceğini söylemek için henüz erken. Ancak bu mobilizasyon ve kitlesel siyasallaşma ile aracısız, doğrudan, hiç değilse mütevazı bağlar kurabilmek sosyalist hareketi yenileyebilecek ciddi bir kanal teşkil edebilecektir. Bunun için Kürt meselesini sadece “dar” anlamında değil, farklı mücadele alanlarıyla kesişme noktalarında daha “geniş” bir biçimde siyasallaştırmaya dönük bir enerji harcamak gerekiyor. Yani bir ezilmişlik, ancak aynı zamanda bir direniş deneyimi olarak Kürt olma halinin farklı mücadele alanlarıyla nasıl kesişip eklemlenebileceğine dair fikri ve pratik bir çabaya ihtiyaç var. Mücadele içerisinde siyasallaşan Kürt kitleleriyle yukarıdan ve gıyaben değil, birleşik eylem zeminlerinde, somut mücadelelerde yan yana gelmek, toplumsal hareketler aracılığıyla bu kitlesel siyasallaşmayla köprüler kurmak toplumsal karşılığı iyice cılızlaşmış solun önünde yeni potansiyeller koyabilir. Bu da Kürtleri mağdur kitleler değil siyasal özneler olarak tanımaktan ve Kürt meselesini bu eksende yeniden tarif etmekten geçiyor.

* Dimağın sunabildikleri, kelimelerin müsammaha gösterdiklerinden, gösterilenlerden ziyade gösterilmeyenleri işitir kılabilmeye, derlemeye gayretkeş olduğumuz meramımızın devamlılığında Foti BENLİSOY’un Jiyan.org sitesinde yayınlanmış olan Sosyalistler ve Kürt Meselesi başlıklı analizini, yazarın ve sitenin anlayışlarına binaen önemli bir okunsal olarak sayfalarımıza alıntılıyoruz..

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler

Okuma Parçası

Titreşim / Deuss Ex Machina #361 (01.08.2011)

Titreşim / Deuss Ex Machina #362 (08.08.2011)

Titreşim / Deuss Ex Machina #364 (22.08.2011)

Özgürlük İstiyoruz!

Savaşma Konuş! – 500binradikal.com

Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter

#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd

Ağır Taş Yerinde Gerek – Ahmet ŞIK – Bianet

Sosyalistler ve Kürt Meselesi – Foti BENLİSOY – Jiyan

Savaş – Kaçakkova – Mutlak Töz

Savaştan Ne Bekleniyor? – Muzaffer AYATA – Özgür Gündem

Bora’ya Göre Kürt Meselesinde Yeni Tehlike: İnkar Yok Dışlama Var – Burcu BULUT – Akşam

Kürt Sorunu ve Egemen Basın – Bülent KALE – Bianet

Medya, Manipülasyon ve Popülerleşen Kültür – M.Utku ŞENTÜRK – Birgün Pazar

7 Aydın ve Turnusol Kağıdı – Veysi SARISÖZEN – Özgür Gündem

Körleşme ve Basın – Yıldırım TÜRKER – Radikal.com.tr

Çöpe Atılacak Gazeteciler – Kadir CANGIZBAY – Birgün / Red

Erdoğan’ın Medyadaki Eli… – Hasan CEMAL – Milliyet

‘Yeni Bir Saldırı Konsepti Devrede’ – Atılım

‘Abimin Kemikleri Toplu Mezarda’ – Zeynep KURAY – ANF

Cumartesi Anneleri: Barış İçin Barikat Oluşturalım – Evrensel

“Vatan Değil, Gençler Sağolsun” – Ekin KARACA – Bianet

‘AKP Ölümlerde Israr Ediyor’ – Etkin Haber Ajansı

O Karartı Ceylan Mıdır? – Erkan KOBANLI – BiaMag

Yıldırım Ayhan ve Yeni Dönem – İshak KARAKAŞ – Jiyan

Demokrasinin Sonu! – Umur TALU – Habertürk

Beton Milliyetçilik – Milliyetçi Beton – Ferhat KENTEL – Marksist.org

Zulm İle Abad Olunmaz… – Başyazı – Atılım

Aysel TUĞLUK: Erdoğan Savaşla Tarihe Geçmek İstiyor – ANF

Savaş Süper Bir Şeydir, Barış O Kadar Değil – Ece TEMELKURAN – Habertürk

“Barışı Demokrasi Getirir” – Nuray MERT – Milliyet

Kürt Sorununda Radikal Kafa Karışıklığı – Koray ÇALIŞKAN – Radikal.com.tr

Bu Kan Herkesi Boğar! – Alınteri

Jitem Bir Varmış, Bir Yokmuş! – Evrensel

Metiner’den Erdoğan’a Şok Sözler! – Emek Dünyası

Bu Ülkenin Kardeşliğine Dair Şarkı Yazıyor Olmak Ne Acı – Ebru ÖZKAN – Birgün

İktidara Hak Veren Bir Özgürlükçülük Olamaz! – Süleyman ARIOĞLU – Red

Duvar Yazısı: Şehrin Hafızası – Elif TÜRKÖLMEZ – Kronik Muhalif

Cezaevine Mektup – Metin YEĞİN – Özgür Gündem

Annenin Feryadı: Oğluma Sarılamadım! – Radikal.com.tr

Kanun Hükmünde Kararname Bir Yumurta Mıdır? – Koray Doğan URBARLI – Jiyan

Gayrimüslimlerin İç Edilen Malları – Amberin ZAMAN – Habertürk

Kâfirlerin Malları Nasıl Geri Verilir – Roni MARGULIES – Marksist.org

TTB’den ‘İmamın Başkekimi’ne Tepki – Etkin Haber Ajansı

Türkiye Somalileşir Mi? – Nihal KEMALOĞLU – Akşam

İnsanlık Ölmedi! – Meral BAHAR – Atılım

Emperyal Vicdan’ın Arap Baharı Şenliği – Akın OLGUN – Birgün

Diktatörler Yatak Odasından Devrilir! – Emre DURSUN – Kronik Muhalif

Arundhati ROY: Zenginlerin Şöleni Sona Erecek – Gerçeğin Günlüğü / ANF

Robert Seçime’nin Mektubu – Şeyhmus DİKEN – BiaMag

Hemşinli Kimliğinin Kuş Bakışı Bir Fotoğrafı – İsmail Güney YILMAZ – Kronik Muhalif

ruhun zamanı, o başka – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu

Bel Canto Official

Bel Canto At Myspace

Bel Canto – White-Out Conditions Album Critic By Ned Raggett via AllMusic

Balam Acab Artist Page via Facebook

Balam Acab Wander / Wonder Album Critic By Mark RICHARDSON via Pitchfork

Balam Acab Analizi – Yiğit A. – 13Melek

Balam Acab – Mother Earth Mix For Weird Magic

Downliners Sekt Official

Downliners Sekt At Twitter

Downliners Sekt Interview By Zak BRASHILL via Rebel

Kiyo Official

Kiyo At Myspace

Kiyo / Sabi – 71:36 Album Informative via Force Intel

AFX / Aphex Twin Informative via DMOZ

Autechre Official

AFX / Autechre’s s Saint Etienne Remixes Reissued

Architect Official

Architect At Myspace

Architect – Upload Select Remix Album Informative via Hymen Records

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina

Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————

>>>>>Info Go-R-Sel

War Eats Your Children – Pingu Auf Crack / Tobi TIJUANA

Pingu Auf Crack / Tobi TIJUANA’s Flickr Page



>>>>>Poemé

Ağlayan Kaya – Didem MADAK

Ben şiirin nefer taşı

Büyük bir Amerika keşfettim ruhunuzda

Ben başarıların Kristof Kolomb’u

Ne duruyorsunuz hadi alkışlayın!

Cennete gitmek isterdim otostopla,

Cinnete kadardı tüm yollar oysa,

Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında

Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak.

İlk sevgilimle bir kilisenin bahçesinde buluşurduk.

Bir mezarlıkta öpüştük ilk defa,

Rengarenk boncuklar saçılmıştı benden her tarafa,

Kapkaraydı ama toprak.

Binlerce ruhu taciz etmiş bir ilk aşk

Tanrım sorarım sana neye yarar?

İpek yolunda ipektim o zaman

Baharat yolunda baharat.

Aşk kırmızı atlastı,

Ten Greenwich başlangıç meridyeni

Yağmur yağardı, durmadan yağmur

Coğrafyadan da anlarım, hadi alkışlayın!

Keşke aşk şiiri yazsam

Ne güzel,

Aktarlara tarçın diye satardım

Ticareti de öğrendim bakın,

Hadi alkışlayın.

Cesaret sanırım bir çeşit esaretti,

Iskat edilmekti mirastan

Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak

Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak

Korkuyorum ama artık

Hadi alkışlayın!

Cesaretim bir süredir gözaltında

İhzar müzekkeremi kendim yazdım

Tehlikeli sayılmam artık.

Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum

Onu orada

Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.

Kalbim!

Şiirimin Hacer’ül esved taşı

Hadi ama baylar,

Bakın kaldıramıyorum,

Yardım edin de şunu yerine koyalım.

Hay!

Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım.

Ters Pinokyo olmak istiyorum Gepetto Usta

Kötülüklere boğulup

İnsanlıktan çıkmak istiyorum artık!

Kafam karışık ama

Yetişir!

Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık.

Camdan papuçlarım kırık

Prens de bulamaz beni artık.

Hayata söyleyin bundan sonra gitsin

Anlamını masallarda arasın

Hay!

Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım

Da çiçekler açsın ruhunuz.

Hadi alkışlayın!

Biliyorum hala biraz safım.

Keşfettim

Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika’yı

Hadi alkışlayın!

BU SİZİN BAŞARINIZ.

Kaynakça: Antoloji.com

Deuss Ex Machina # 360 – wij moeten de meedogenloze strijders voor de genadeloze

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_360_–_wij moeten de meedogenloze strijders voor de genadeloze

25 Temmuz 2011 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-D33J-Sleeping Out (Self Released / MP3)
>2<-D33J-Drowning Pools (Self Released / MP3)
>3<-RL Grime-Die 4 Me (D33J Remix) (Self Released / MP3)
>4<-RL Grime-Clipz (Self Released / MP3)
>5<-J-One-Moving On (Urban Scrumping Records)
>6<-J-One-Spirits Awaken (Urban Scrumping Records)
>7<-Machinedrum-Lay Me Down (Planet µ)
>8<-Machinedrum-Youniverse (Planet µ)
>9<-Blue Motion-Miles Away (Influenza Media)
>10<-Blue Motion-Stay Forever (Feat. MC Fava) (Influenza Media)
>11<-Kraaska & Limit-You Make Me Feel (Plush Recordings)
>12<-Kraaska & Limit-Days For A Moment (Plush Recordings)

wij moeten de meedogenloze strijders voor de genadeloze
(360)

Uç uca eklentilendiğinde açmazların can yakıcılığından dem vurmak, yemek için sabırsızlandığımız, okumak için öykünedurduğumuz bir an evvelinden dinleyebilmek için paralandığımız seslerin dünyasını resmen paralize eden, hayat dediğimiz iş bu olgunun yaşanılabilirliğini, yaşatılabilirliğini zorlayan bir evreler silsilesini çağrıştırıyor. Hazne daraltıldıkça, düşünsellik başka baharlara terk edildikçe, izan yerine yıkım çağrılmaya devam edildikçe müesses nizamda gerginliklerin sonunda hep can yakıcı badireleri paylaşmak kalıyor bizlere.

Hep can yakacak olanlara dair ahkamlar düzmek bırakılıyor sade vatandaşlara. Neresi, nasılı, niyesini değil de fazlasıyla oyalanılacak olan boş şeyler üzerinden yapılan dezenformasyonu da buna eklediğinizde ne kalırsa hep kursakta, hep kendimize bırakılmış, saklanmış bir tutam çığlığı çağrıştırıyor İşittirilmemesi için, duyulup anlaşılır kılınmaması ve en önemlisi sorgulanamaması için yekten tedbir alınan, pardon ileri demokrasi içerisinde çağrıştırabilecek her türlü olumsuzluktan arındırılarak resmen pembeli hayaller dünyasında yaşadığımıza kani olmamızı bekleyen, arz eden dayatımlarla birlikteliğimizi sürdürmemiz talep ediliyor.

E neye kadar, nereye kadar diye sorgu doğrudan belleğe ulaşıyor. Bu kadar kasvetlilik halinin devamlılığına çaba, bu kadar korkulara yenilerini eklemeye çalışma gayretkeşliği, bu kadar lafı anlamazdan gelip bildiğini okumaya devam etme ısrarcılığı, bu kadar ötekileştirmenin sınırlarını genişletmeye olabildiğince fiştekleyicilik, bu kadar şu bu kadar bu dağları açmazların can yakıcılığını manidar bir biçimde anlaşılır kılmaya devam ettiriyor. Üç maymunluğundan fazlasıyla memnun kalmaya devam eden, biatını ve istemezükçülüğünü alenen duyurmaya devam eden, ayrışımları ırkçılığın paslı cümleleriyle beraber takdim etmeye bu kadar tenezzül eden, insanlığı değil de vaktin kazançları ile cukkasını sağlama almanın çok daha doğru olduğunu deyim uygunsa resme kanırtanların muktedirliğinde, muktedirlik oyununda figüranlık mıdır revamız?

Ne gelirse eyvallah çekmek midir, alenen alaycılıkların, sözümona hazmedermiş gibisinin tevatürlerine yakın duran demeç kırıntılarının, yandaş, pastadan pay alacak şanslı azınlığın kalemlerinden, zihinlerinden çoğaltıma girişilen tahakkümlerine boyun eğmek midir? Verilecek diyetlerin çoğunlukla hep bir kademe daha yükseltilmesine, gırtlağa kadar gelmesine karşın bir kulağınızın arkası kalmıştı o limitleri de zorlayalım az biraz – nefesinizi tutunuz birazdan harikalar içerisinde modern kabuslarınıza en güncelini, en yaratıcısını eklemeye devam edeceğiz anonslarını da mı duyumsamamaktasınız. Berhava edilmeye doyulmayan, heder edilmekten yorunulmayan, yeri geldiği zaman ağzının payını muktedire yakışır bir biçimle vermekten geri kalmayan bu cehennem tasvirinin detaylarını iş bu sitenin dört bir yanında görmeye, bilgilenmeye devam ederken nereye kadar üç maymunluğun devamlılığına kayıtsız şartsız itaat etmek sorusunu sormanın vaktidir.

Çoktandır bu girilerin belirli bir anlamının olmasına çablanıyoruz. Çoktandır kendiliğinden gelişen bu cümleler içerisinde bir hayali kurmaktan, vakti kurtarmaktan, ehehe hayat da çok güzelmiş canım lakırdılarının ötesindeki, tersine giden şeyleri anlaşılır kılmaya gayret ediyoruz. En azından çabalanıyoruz kendiliğimizden. Çoğunluğu oluşturanların, açık hedef gözetmesini, hedef belirlemesini kulağa fazla takmadan, haddimiz! olanın dışında her ne varsa kelam edilmesi gereken konuları ama imayla, ama sözcüklerin sağladıklarıyla bahsedebilmek iş bu sıhhatsiz açmaz birikintisinin içerisinde verilmesi bir an öncesi, gerekli olan sınavlarımızın çoğaldığını belirginleştiriyor.

Zaman mevhumu kapsamının dahilinde ileriyi ilerlemeyi simgeleştirse de, dönüştürülebilirliği ve akil olmayı muhteviyatında barındırsa da, çok parçalı söylem ve deneyimleri, işlevsel bir demokrasi tahlili üzerinden yeni rotaları önümüze seriyorsa da henüz veremediğimiz, altından kalkmak konusunda az biraz da çekingen davrandığımız sınavları da beraberinde sunmak konusunda yetkindir. Yetkilidir. Soru(n)larımızın en nadide köşe başlarını tutmaya devam ettiği güncelliğimiz içerisinde her sınav bir meşakkatli yolu ve aşılması gerekli bir engeli tanımlandırmaktadır. Koşullar ve şartlandırılmışlıklarla hemhal ettirile ettirile neredeyse her dönemeç, her engebe zaman mevhumu içerisindeki bu zorunlu sınavların, hayat devam ediyor nasılolsa kolaycılığının çok daha ötesindeki bir hakikati de taşıdığından dem vurmalıyız.

Akış bir şekilde devam ediyor olsa da, aşılamayan her engel ya da sınav ya da sorun öbeğinin birikmesi giderek açmazlar arasında nefessiz, dermansız kalmayı beraberinde getiriyor Yoksunlaştırıldıkça, izandan daim olduğu üzere uzaklaştırıldıkça, anlayışlı olmak yerine önyargılara teslim olundukça, bu savlayış daha da derinleşecektir. Derinleşmektedir! Öğrenim hayatımızda karşılaştığımız, bilindik sınavların kuralı olan 3 yanlış 1 doğruyu götürürün gerçeklik içerisindeki olumlu olan her ne varsa hemen hepsini tahakkümü altına alıp etkisizleştirdiğinden bahis açabiliriz.

Yergiler olağanlaştırılıp, ötekisi tanımlandırılmaya, kapsamı genişletilmeye devam ettirildikçe, suskun sessiz sebat edenler dışında iş bu sürünün / yapının / memleketin içerisinde konuşmayı bile lütuf, izahate girişmeyi eskiden bütün bunları hayal bile edemezdiniz kısasına denk tutturulduğu müddetçe yanlışların nitelik, açmaz kapasitesi daha da fenalaşmaktadır. Fenalıklar kapımızdan toplumumuzdan ayrılmamakta tam aksine bizlerle beraber yaşlanmakta ve varlığını sürdürmektedir.

İş bu ahval içerisinde yükümlülükler bir kenara, yerine getirilmesi şart olan çözümlemeler başkaca bir tarafa, açık seçik olarak düşman belletilenlerin üzerine geliştirilen hakir söylence öte yana, dimağın ucunun almayacağı nice diğerlerinin katkısıyla beraber bu kaotik aşamalar, sınavların verilebilirliğini engellemekte bir şekilde aşılmaz hale dönüştürmektedir. Aşılmaz olarak resmedilen, görece bir hali ve çaresinin en azından sorun adledilenin niteliğini ortaya bu kadar rahat dökümlenmesi karşılığında hala muktedirce sahip çıkılan bir daraltım olduğunu belirtmeden geçmememliyiz.

Memleket dahilindeki yaşatılmış onca acıya rağmen hala inatçılıkla, kör bir döğüşün neleri beraberinde getirdiğini kestirmeyenlerce fitilinin ateşlenmeye bir kere daha çabalanıldığı linç olgusunu bu önermenin, sabit örneklerinden birisi olarak alıntılayabiliriz. Anlı şanlı ana akım medyamızın nev-i şahsına münhasır örnekleri olarak dayatılıp durulan, ne hikmetse birleştiricilikten çok daha fazla bölebilmeyi, kapsayıcılıktan çok yermenin dayanılmaz sathında sinkaf eyleyebilmeyi, başı belirli sonu belirsiz ahkam kumkumalarında illa billa bir yerinden bir beğenmediğine, aidiyete, inanışa, savunuşa karşı demediğini koymamayı görev adletmiş yozdillerin makam ve mevkillerinden arsızca sallamayı sürdürdükleri kin kusmaları örnek kabilinden ekleyebiliriz. Azaldıklarında sevinilen, giderek sıfır noktasına ramak kalan ama bu topraklarda yaşama direncini sonuna kadar iş bu satıh içinde dört elle tutunmaya devam eden bir avuca karşı sözümona politik doğruculuk üzerinden yorum yapıyorum kardeşim görünümlü laf sokmaların, ırkçılığı normalleştirip, olağanlaştırmanın hemen hiç bir şeye fayda sağlamayacağı ortadadır. Ha evet o adını sadece sinkafa malzeme olarak ele aldığı komşusunun devletlusunun da buranın devletlusu gibi hep börek hep börek diye söylendiği doğrudur. Ulaşamayacak ne varsa ona oynamak, insani olandansa sahneden pardon pastadan daha fazla afferinle payını yükseltip kalkmak dururken neye hizmet eder insanlık değil mi? Hepimiz İnsanız disturu.

Hak tanziminde eşitliktense onlara ayrı bunlara apayrı filtrelemelerin, düzenlemelerin, adalet dağıtımlarının sürdürüldüğü lakin kısa çöpü çekenlerin mütemadiyen değişmemesindeki isabet oranından da bahsetmeliyiz. Piyon olanı suça itilmiş çocuk olarak resmileştirilen, yargısı verilen bir sanığın yer aldığı meşum davanın kenarından kıyısından, kulaktan işittiğiniz pek çok şeyde bile bu işte var bir bit yeniği dediğiniz her salisede, durmaksızın belirli bir devlet korumasının tahsisinin ne kadar da çabukça tahsis edildiği fark edilebilir. Piyonların değil karanlığın ardılında duran, isimleri zikredile zikredile ezberlenilen makam ve mevkii sahiplerinin hesap verebilirliklerini ne zaman yüce adaletimiz gözönüne alacaktır. Yoksa bu trajedi tiyatrosunun devamlılığında nasıl olsa o da mı unutulup gidecek beklentisidir, tüm bu dokunamamalar.

E(k)mek mücadelesinde 4-C boyunduruğunun üzerine bir de kıdem tazminatı vurgununun tezgahlanmasındaki aceleciliğin detaylarını da yanyana koyduğunuzda bir türlü verilmemesi için o sınav ve engellerin önünde nasıl da cansiperane durulduğunu manidar bir biçimde ortak usa resmeder. Kazır. Her fırsatta eleştirebilirlik, özgürlük, ifadelerin tam ve eksiksiz olarak sunumlandırılabilirliği, yaklaşım ve zihniyette yeni bir ülke inşa edeceklerini ima edenlere sormayı çok ama çok isteriz. Daha bu kadar kısacık öbek içerisinde çıkanlara karşı tutumlarına aşina olduklarımız, nefessiz kalıp da tahakkümlerini, kolluk kuvvetini, toptan yaftalayıcı basınını, emir eri yargısını, kanununu bi hız devreye sokan muktedir/liğin/ sınav zamanı ne zaman gelecektir? Ne zaman….

>>>>>Bildirgeç
Tek Yol Felaket – Burak KAYAOĞLU & Yalçın HAFÇI*

Deniz içinde olup da denizden bihaber balıklar misali olunabiliyor çoğu zaman; yaşanılan toplumun çürümüşlüklerini de kanıksayabiliyor insanlar. Çoğunlukla kendi belleklerini yakıp kavuran gerçekleri dahi göremeyebiliyorlar. Her daim bir yerlere yetişmek zorundalar. Hız, zamanın ruhu haline dönüşmüş. Oysa hız arttıkça insanlık yavaşlıyor. Tıpkı Gülten Akın’ın şu derinlikli cümlesi gibi: “Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri düşünmeye”.

‘Yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağı’ gerçekliğinden hareketle diyebiliriz ki; sağlam bir bilinç ve dürüst bir yürekle donanmamış her insan, yaşadığımız dünya içerisinde her türlü savrulmaları açıktır. Çünkü hep bulanık sularda balık avlayan düzen herkesi bir şekilde kendine bağlayabiliyor, kendi alternatifini dahi kendisi üretebiliyor. Yalayıp yuttuğu her şeyi kendine dönüştüren bir canavar var karşımızda. Onun adı, her türlü kılığa bürünmekte mahir olan vahşi kapitalizmdir. En çok da reklamlarda ve yaldızlı vitrinlerin önünde dolaşan bir şeytan gibidir. Kulağımıza hep aynı masalı fısıldar: “Neden en iyisi, en güzeli, en pahalısı senin olmasın?!”. Bu öylesine güçlü bir arzudur ki, ‘her türlü’ insanı rahatlıkla bataklığından boğabilir. En basitinden, bu düzenin köküne kibrit suyu dökenimiz bile, bir reklam cıngılını tekrar ederken yakalayabiliyor kendini.

Tekrar tekrar her boyutta görmemiz gerekir ki, kapitalizm, insan onurunu iğdiş eden düzendir. Hastalıklı bireylerden oluşan hastalıklı toplumlar yaratır. Birey diyoruz ama aslında günümüzün kölelik biçimi demek daha doğrudur. Çünkü Foucault’un da söylediği gibi “sistem insanları yok ederek değil, onları şekilden şekile sokarak var olmaktadır artık”. İnsan sadece başkasının değil, artık kendisinin de kölesi haline gelmiştir. İnsanlığın dibe vurduğu bayağılaşma, iğrençlik ve bulaşıcı çürüme, toplumsal basamağın üstlerine doğru daha ustaca yalanlarla gizlenebilirken, aşağılara doğru inildikçe en çirkin haliyle doğrudan, makyajsızca görülebilmektedir. Burjuva kültür endüstrisinin ana işlevi de bu gerçekliği estetize ederek perdelemeye çalışmasıdır. Aslında kapitalizmin ekonomik boyutu kadar ‘ahlaki’ yanını da Karl Marx şu sözüyle en vurucu biçimde özetlemiştir: “Para, her şeyi karşıtına çevirir”.

Para kelimesini güç olarak da okuyabiliriz. En eski zamanlardan beri, insanlar kendilerini güvende hissetme güdüsüyle bir erkin buyruğuna girerek ilkin özgürlüğünü feda etmiştir. Günümüzde de bu böyledir ama daha incelmiş ve ustaca kurulmuş kapanlarla yürütülür. İktidarlar, insanların kendisine sığınması için sürekli korkular yaratır. Sanki bileri size saldıracakmış da iktidar sizin güvenliğinizi sağlıyormuş gibi yanılsamalı bir kesinlik yaratır. Kendi güvenliğini, sizin güvenliğiniz gibi kanıksatır. En büyük illüzyonsa sahte bir özgürlük sanısıdır. Hâlbuki kapitalizmde sınırsız ve tek özgürlük, tüketme özgürlüğüdür.

Tehlike Olmadığı Sürece ‘Düşünebilirsiniz’
Sahte güvenlikle kölelik arasında sıkı bir paralellik vardır. Yani güvenlik varsa özgürlük, özgürlük varsa güvenlik yoktur. Özgürlük ve tehlike iç içe geçmiştir. Elbette illüzyonlara aldanmayarak kendini var eden, gerçekleştiren kimseler de vardır. Ama bu sadece duygu boyutunda kalırsa, ayrık otu olarak kalmaya mahkûmdur. Asıl isyan düşüncede başlamalıdır bu nedenle. Bir yıkılış ve yeniden varoluş sürecidir bu. İçsel bir devrim. Bu yol izlenmeden gerçek ve özgür bir birey olmak mümkün değildir. Sistem, böylelerini hep cezalandırır. Biraz önce belirttiğimiz, özgürlük ve tehlikenin iç içe oluşunun nedeni de budur. Kapitalist düzen, ‘düşün ama itaat et’ der. Tehlikeli olmadığı sürece ‘düşünebilirsiniz’. Oysa bir düşünce ‘tehlikeli’ değilse, düşünce olduğu da tartışmalıdır. Bu yüzden; gerçek, özgür ve itiraz eden bir bireyin bu dünyadaki yeri, yersizlik olduğu kadar acının da içidir. Arabesk bir acı değildir bu. Tıpkı Prometheus gibi bilinçli bir tercihtir. O, yenik değil, yalnızca kararlıdır. Çaresiz bir ruh değildir onunki. Bildiği yolda ilerler, başına gelecekleri de kabul ederek. Yapılması gerekeni yapmak onun temel yönelimidir ve onun mutluluk anlayışı da budur… Sözü, tam da bu noktada Max Horkheimer’ın ‘Akıl Tutulması’ adlı kitabındaki bir paragrafla sürdürelim:

“Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir. Bu şarkısı söylenmemiş kahramanlar, başkalarının toplumsal süreç içinde bilinçsiz olarak hedef olduğu terörist imhaya bilinçli olarak hedef kılmışlardır kendi varlıklarını”.

Açıktır ki özgür olmayan, kendini aşamayan her bilinç ‘şey’leşerek sorumsuzlaşacaktır. Çünkü bütün varlığını gücün sıradanlığına teslim etmiştir. Yaşamın öznesi değil nesnesidir. İşte akıl tutulmasının başladığı yer burasıdır. O bilinç ve yürek ele geçirilmiştir. Duyguları bile kendisine ait değildir. Mesela âşık bile olamazlar gerçek anlamıyla. Çünkü sadece bu yabancılaşmaya karşı direnme gücü göstermişler ve kendisi olmayı başarmışlar âşık olabilirler, zayıflarsa bağlanırlar. Ya da verili olan güzellik anlayışına uygun olarak beğenirler. Çünkü ‘O’, ışıklı vitrinlerde, kalın camların ardında ‘arz’ olunan bir ‘şey’dir. O şeye sahip olmayı ister insanlar, hayvani bir kösnüllüğün tüketim arzusuyla.

Yalnızlık Cangılı
Kapitalist epistemolojilerin yarattığı mantık, yaşamı kapital bir emtia olarak görme ve onu mal/meta yerine koyma fikrini meşrulaştırır. Yüreğin en ince işçiliği olan aşk da nasibini alır bundan. Pazardaki yerini almıştır insanlık. Oysa piyasa ekonomisinin özünde, insan sermayeye değil, sermaye insana sahiptir. Bu, karşılıklı bir mülkiyet ilişkisidir. Mülk edinenin, dolayımlanarak mülk-nesne haline gelmesidir. Ne ki aşk, nesneleşemez ve bunu kendi dışına iter. Nesneleşme yalnızlaşmayı dayatır. Ve fakat gerçek aşk, âşık olunanı kendi aşkıyla baş başa bırakmamaktır aynı zamanda. Âşık olunanı çekip almayı, yani iki kişilik bir bütünlüğe çekmeyi ve onun acılarını, korkularını hafifletmeyi hedeflemelidir aşk. ‘Haysiyetsizliğin haysiyeti’ gibi bir kavram olamayacağından, tekillenen veya günümüz burjuva kültüründe karşılıksız çeklere dönüşen aşklar, o oranda acizdirler. O bir yalnızlıktır aynı zamanda ama en kirli yalnızlıktır; zira ötekini de ötekileştirerek yalnızlaştırır. “Bütün renkler kirleniyordu / birinciliği beyaza verdiler” türünde bir çarpıcılıkla. Mevcut düzen, bu vahşi sömürü düzeninin ilişkiler ağı, onun her ilişkilenimi ve üst yapısal endüstriyel kültür salınımı; yalnızlık üretir. Yabancılaşmayla yoğrulan bir yalnızlık. Herkes yalnızdır ve dayattığı, ağdalı bir yalnızlık cangılıdır. İnsani, sevisel, aşksal varsıllığı dıştalar düzenin kurulumu, devamlılığı ve sonuçsallıkları. Düzen içi aşk yanılsamaları… Mış gibi yaşananlar… Meta arz-talep- kârlılığı… İnsanın insana ve fakat ille önce insanlığına ihanetini dayatır.

Mideye asla inmeyecek bir yemeğin, kursakta düğümlenmişlik duyumsanması ve insanı boğumlayan bir aşağılanma. Budur aşk diye sunulan. Burjuva kültür endüstrisinde çerez niyetine paketlenmiştir ‘aşk’. Bu ağdalı tüketim faşizminde, aşkın tüm hisse senetleri halka arz olmuştur artık.

Sonuç olarak, ‘şey’leşmeye direnen; cesaret, kararlılık, koca bir yürek, devrimci bir sahiplenme ve kahramanlıkla kuşanan ve ilkin kendini örgütlemiş özgür bireyin, burjuva paradigmanın hâkim olduğu bir dünyada felaketi tercih etmekten başka yolu yoktur. Bu da ‘suç’ işlemeye cesaret etmekten geçer. Çünkü o paradigmaya göre, gerçek aşk bir suçtur. Mamafih, kapitalist sömürü düzenine, neoliberalizme ve bu her ikisine de içkin olan faşizme karşı çıkılmadan gerçek aşka sahip çıkılmaz. “Toplumda aşk eğer daha iyi bir toplumu temsil edecekse, bunu huzurlu bir gettoya çekilerek değil, bilinçli bir karşı duruşla yapabilir ancak. Dolaysızlığın dolayım ve ekonominin her yerde kendini hissettiren ağırlığı altında ezilmesine izin vermemek anlamına gelir aşk ve böyle bir sadakat içinde kendisi de dolayımlanarak inatçı bir karşı basınca dönüşür” diyor Adorno. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her şeyin en iyisi aslolanı ise hiçbir şey o aslolanın yerini dolduramayacaktır. O aslolan gerçeklikse şayet, şüphesiz haklıdır Adorno. Çünkü gerçek aşk antikapitalisttir. İncelikli bir itiraz, bir karşı duruştur aşk.

Bedeli çarmıha çekilmek olsa da, unutulmamalı ki mutlu zamanlar tarihin boş sayfalarıdır ve geçmişten beri çarmıha çekilen her asi, doğmaya çalışan insanlığın habercileridir.

* Kısa yoldan sözcüklerle örüntülemeye gayret ettiğimiz sadece düz mantığın, düz tabanlığın, dar kapsamlılığın ötesinde bir şeylerin ortaya dökülebilmesidir. Kimilerine fazlaca karışık, alacalı bulacalı gelen iş bu meram sahanlığının derlemeye gayret ettiklerine ek kabilinden Birgün Gazetesi’nin 31 Temmuz tarihli nüshasında yayınlanmış “Tek Yol Felaket” başlıklı Burak KAYAOĞLU ve Yalçın HAFÇI imzalı makaleyi, yazarların ve ilgili gazetenin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #359 (18.07.2011)
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Friendfeed.com/ozgurbasin
Tek Yol Felaket – Burak KAYAOĞLU & Yalçın HAFÇI – Birgün
Artık Demokratiğiz! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
“Kendi Çapında Olağanüstü Bir Durum… Süreç Mecrasına Girdi” – Seyfi ADALI – Sol Defter
Siz Hiç Barış Uğruna Öldünüz Mü? – Serhad ÖZGÜR – Atılım
‘İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek’ Sloganına 10 Ay Hapis Cezası – ANF
Medyanın Savaşı – Selim TEMO – Başka Haber
Kontrollü Sindirme! – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Nefret Mühendisliği – Akın OLGUN – Birgün
Aferin Yılmaz Özdil’e! – Işıl CİNMEN – Bianet
Senin Neslin – Halil TÜRKDEN – Jiyan
Neslin Batsın – Sokaktaki Adam – Komünal İşkembe
Nesline, Sana ve Sapık Fikirlerine ‘Siktir Git’ Demekten Başka Çarem Yok – Koala – Futbol Ezilen Halkların Mutluluğudur
Samast’ın ‘Diyalektik’e Sürüklenişi – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal Hayat
‘Suça Sürüklenen Çocuk’a 22 Yıl Hapis Çıktı – Kronik Muhalif
Katiliz Katilsiniz Katiller – Hasan KIYAFET – Özgür Gündem
Manşetin Gölgesinden Bezirgan Saltanatına – Mustafa KARA – Evrensel
Barış Bir Yana, Savaşı Bile Bilmemek! – Umur TALU – Habertürk
Ayıp Ediyoruz! – Nuray MERT – Milliyet
Yeni Türkiye’nin Çölaşanları – Hamza AKTAN – Kişisel Blog / BiaMag
‘Buralılar’ Önce ‘Burayı’ İmha Eder – Bülent SOMAY – Radikal
Karakolda İkinci Festus Okey Olayı! – ANF / Jiyan
Tarlabaşı Düşmeden Az Önce..! – Rawin STERK – ANF
roj buna te kutlu olsun!… – Veli BAYRAK – Evrensel
“Bilinçli Olarak Ölüme Terk Edildi” – Bianet
Değişik Beyanatlar Ülkesi – Kaan SEZYUM – Radikal
Dondurma Tezgahı ve Yumurtalı Ceket – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Herkes İçin Ortak Bir ‘Öcü’ Yaratmak – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Biz Ne Yaptık? Ne Yaptık Çocuklarımıza? – Balçiçek İLTER – Habertürk
Öldürülen Kürt Çocuklarının Listesi – Rewşen
Ölümün Öldüğü Yerde… – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Ateşten Bir Yaz – Haydar ÖZKAN – Atılım
Savaşma Konuş – Mehveş EVİN – Milliyet
Burkay: Açılım Sürecine Destek İçin Geldim – ETHA
Liberaller Kürtleri “Bidon Kafalı” ya da “Göbeğini Kaşıyan” Sanıyor – Özcan ÖZEN – Sendika.org
“Kendilerini Yakmadılar, Teslim Olacaklardı” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
TAYAD’lılara Yeni Saldırı – Alınteri.net
Cumartesi Anneleri Ferhat Tepe’nin Faillerini Sordu – Evrensel
Kritik Bir Dönemeç Daha – Yetvart DANZİKYAN – Agos / Başka Haber
’90’lara Mı Dönülüyor?’ – ETHA
Erkek Hükümetin Erkek Bakanlarından Vecizeler! – Bilgi TAĞAÇ – Atılım
6 Ayda 105 Şiddet Kurbanı – ANF
Şiddet Bir Toplum Kırımcılıktır – Dr. Arslan ÖZDEMİR – Özgür Gündem
Casper İşçilerinin 21 Şubat – 29 Temmuz 2011 Mücadele Deneyimi: Yasal Tazminat Hakkı Bile, Mücadele Ederek Kazanılıyor! – Sol Defter

D33J Artist Page At Facebook
D33J – Tide Songs EP Review By Mike WASH via Live For The Funk
D33J Üzerine Kıssa – Burutay – Küçük Tansiyon
RL Grime Official
RL Grime Artist Page At Soundcloud
RL Grime Interview & Official Mix By Mike WASH via Live For The Funk
J-One Artist Page At Facebook
J-One Interview & 45hzMix010 via 45hz
J-One Fragments Informative By Tom SPITERI – Tom’s Blog
Machinedrum Official
Machinedrum At Twitter
Machinedrum – Room(s) Album Review By Jordan ROTHLEIN via Little White Earbuds
Blue Motion Artist Page At Soundcloud
Blue Motion – Stay Forever Album Informative via Influenza Media
Blue Motion By Gideon THOMAS via Knowledge Magazine
Kraaska Artist Page At Soundcloud
Kraaska At Promo DJ
Asymmetric / Limit At Myspace
Asymmetric / Limit At Promo DJ
Limit & Asymmetric & Kraaska-Long Road EP Official Download Page via Plush Recordings

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Hands – Dror MILER
Dror MILER’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Asılmışların Baladı – François VILLON

Olmayın bu kadar katı yürekli,
Ey dünyada kalan insan kardeşler;
Allah da sizden razı olur belki
Sizler acırsanız bizlere eğer;
Şurada asılmışız üçer beşer;
Kuş tüyüyle beslenen şu bedene
Bir bakın, dağılmada günden güne;
Bakın kül olan kemiklerimize;
Gülmeyin, dostlar, bu hale düşene;
Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

Kanun namına öldürüldük diye
Hor görmeyin bizleri, kardeş bilin;
Dünyada herkes akıllı olmaz ya,
Biz de böyle olmuşuz n’eyleyelim,
Madem alnımıza yazılmış ölüm,
İsa Peygambere dua edin de
Yanmak cehennem ateşlerinde
Esirgesin bizi, acısın bize.
Etmeyin, işte ölmüşüz bir kere;
Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

Görmedik bir gün olsun rahat yüzü;
Yağmur sularında yıkandık yunduk;
Kurda, kuşa yedirdik kaşı gözü;
Gün ışıklarında karardık, yandık;
Kuş gagalarıyla kalbura döndük;
Durmadan kâh şu yana, kâh bu yana
Esen rüzgârla sallana sallana…
Kargalar geldi kondu üstümüze.
Sakın siz katılmayın bu kervana.
Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

Dilek

Büyük İsa, cümlenin efendisi!
Cehennem ateşinden koru bizi;
Koru bizi, acı da halimize.
Dostlar, görüyorsunuz halimizi;
Tanrıdan mağrifet dileyin bize.

Kaynakça: Şiir.gen.tr

>Deuss Ex Machina # 330 – That Sleeping River Has Seen The Bombs That Just Sank Into Its Phlegmatic Walls

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_330_–_That Sleeping River Has Seen The Bombs That Just Sank Into Its Phlegmatic Walls

20 Aralık 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Forest Swords-The Light (Olde English Spelling Bee / No Pain In Pop)
>2<-Forest Swords-Glory Gongs (Olde English Spelling Bee / No Pain In Pop)
>3<-Ra Cailum-September (Wonder Beat Tapes)
>4<-Ra Cailum-Waterfalls (Wonder Beat Tapes)
>5<-Keep Shelly In Athens-Don't Be Afraid (Forest Family Records)
>6<-Keep Shelly In Athens-Cremonia Memories (Forest Family Records)
>7<-Invite∆yupi-Wings/Silence (Guerilla Records)
>8<-Invite∆yupi-Scamp Girl (Guerilla Records)
>9<-Darkstar-Deadness (Hyperdub)
>10<-Darkstar-When It's Gone (Hyperdub)
>11<-Lukid-Makes (Werk Discs)
>12<-Lukid-Spiller (Werk Discs)
>13<-Gold Panda-Peaky Caps (Ghostly International)
>14<-Gold Panda-You (Dam Mantle Remix) (Ghostly International)
>15<-AFX-Custodian Discount (Warp Records)

That Sleeping River Has Seen The Bombs That Just Sank Into Its Phlegmatic Walls
(330)
Sessizliğin sınırlarında işitilmez olarak adledilip sınıflandırılanlar yeniden canlandırılmaya, görünür kılınmaya ve mümkün mertebe atfedilmiş olan şeylerin, çoktan üzerine ölü toprağı gezdirilmiş bilindiklerin yeniden hatim edildiği, ikrar edilenlerin her birimizi ilgilendiren konular olduklarını duyumsayabildiğımiz vicdan mesellerinin birbiri ardına görünür kılınmasına şahitlik ediyoruz..Görünenlerin içerisinde imdinin boş laflarla havanda haybeye su dövmekten başkasına hizmet etmeyen, söz tâ meclisten içeri birfiil kendin pişir kendin hazmet muğlaklığına / ayrıştırıcılığına teslim edilmiş, aynı klişelere teslim olunmuş sahnelemelerin vakit kaybından, illa ki öteki yaratmanın kindarlığına koşulsuz teslimiyetten gayrısına yol açmadığının afaki olduğunu fark ettirmektedir. Bir yerinden başlamak gerektiğini düşünmekten bile kendilerini alıkoyanlar kutsalları olarak savladıkları, her cümlelerinde kullanmaktan kaçınmadıkları milli birlik ve beraberlik kıstaslarına sımsıkıya bağlı, bağımlı kalarak tolere edilmesi gerekli olan şeyleri bile üstü kapalı birer tehditvari yaklaşım olarak sınıflandırmaya doymak nedir bilmemekte olduklarını zihinlerimize işlemektedirler. Tehdit unsuru olarak atfedilmişlerin bırakınız adlarının anılmasını, herhangi bir mecrada sunumlandırılmasından, seslendirilmesinden bile duyulan rahatsızlıklar henüz taslak aşamasında olan önermelerin bile paldır küldür ortadan kaldırılması gerektiğini işaretleyen, hedef haline dönüştüren bir ‘karaşınlığı’ ortaya koymaktadır. Çözüm önermesini işitmektense, çözüm olarak sunulagelmişleri duyumsamaktansa varolanı daha da kötümser kılacak ara eşikleri arşınlamanın, hala o dar patikalarda kendi sesini bile duyumsayamadan ilerleme , yol bulma çalışmalarının bizi nereye götüreceğini kestirebilmek için pek de müneccim olmak gerekmemektedir. Belirlenmiş sınırların çoktan kırmızıya çalındığı, o kırmızılığın her iki anlamıyla da bir tehdit unsuru olarak ele alınmaya, yaşatılmaya mümkün mertebe devam edildiği zamanımızda esasen sorunların çözümünü yine dayatarak, yüne suskun puskun muktedirin sağladıklarından, her durumda birbirlerine irrite olup sataşanların bile söz konusu bilinenlerin bilindik şüpheliler olarak sınıflandırılan, tek bir çatı altına ötelenmeye gayret edilen bütün isimsizler olduğunda nasıl da hemencecik birbirlerinin aşlarına katkıda bulunmaya hevesli olduklarını fark ettikten sonra daha ne bekliyorsunuz diyerek zihnimizden geçirmekteyiz. Daha nereye kadar ötelemeye devam edilecek bu kadar hızlı bir şekilde yaşamakta devam ettiğimiz hayatlarımızı prangalar ve tehditler altında tutmakta ki ısrarcılığınız. Kolaylarına geldiği için bir kısım münferitin rahatlarını bozarak her defasında seslerini duyurabilmek, kendilerini zannedildikleri hallerdeki zararlılardan bir an önce ayrıştırmaya çalışarak çoğu zaman muktedirin çizdiği sahanın ötesine yaşananları duyumsatmaya gayret ettikleri süreçlerde nereye kadar kulaklarınızı tıkalı tumaya, gözlerinizi ama kılmaya inatlşamayı katık ederek devam edeceksiniz. Alenen görünen köylerin kılavuza gereksinim duymadığını bir kere daha hatırlatmakta fayda var. Ortalıklarda fol çok, yumurta bol iken meydanı boş bıraktırmayacak olan muktedirin hücumları arsızlığı şirazesinden çıkmış had bildirmelerini gözönünde bulundurulduğunda artık tolere edilemeyecek seviyelere ulaştığına delalet ediyor. Makul bulunan sineye çekip susmaksa muktedirden dökülen follar, falsolarla açık verdiklerinden yeni cümleler kurmak, bu arsız çemberlenmeyi, çevrelenmeyi ve izoleliği aşmaya elbette yardımcı olacaktır. Defalarca yinelenmesine karşı bu ülkenin zenginliği olarak tornada şekillendirilmiş kalıp cümlelerle, sahip çıkılan ötekisinin dilinin makul bir şekilde muktedirin sınırlandırmasının ötesinde yaşanılır kılınması çabasına karşıt olarak türetilen teori ve fenomenlerin aklın alabileceğinden de ötesini işaret ettiğini ilk elden iletebiliriz. Fenomenlerle, gerçekliği birbirinden ayrıştırmadan benim izin verdiğim alanın içerisinde ‘bilinmedik bir dilin’ dolaşımına tabii ki izin vermeyeceğim garabetliği önümüzde heybetinin öfkeyle beslenerek karıldığı handikaplardan birincisini oluşturmaktadır. Tanımlandırılarak belirli bir teori haline dönüştürülmeye çaba sarf edilen kamusal alanın dahilinde o ana dilin adının zikredilmesi, konuşulmasını, öğrenilmesini ve böylelikle sınırlandırılarak, izole edilerek, tahribat ve tahakkümlerle sonuçsuz bırakılarak resmileştirilerek bir örnekleştirilmiş o dilin varlığını kamusal alanın sınırları dahilinde dört bir yanında duyumsayabilme çabasında daha doğal ne olabilir. Yoksa o da mı “idolojik” ve “provakatif” eylemler dizininde yer alanlardandır. Adı bir türlü yazılamayanlar, ismen de olsa senede bir gün bile bahsi açılmayanlar için çözüm önerisi olabildiğince tüm işleri yokuşa sürmek midir? Evlâ olan bu mudur bu kadar kolay mıdır? Peki ya 300 haftadır oturma eylemi gerçekleştirerek kiminde coplanarak, çoğu zamanlar ötekisinin yardımcıları olarak körlükle, aymazlıklarla yaftalayanlarca “vatan haini” olarak tanımlandırılmaya çaba sarf edenlerce “resmi hedef” olarak atanmaya gayret ettirilen, bırakınız karanlığın çözümlenmesini, üzerlerini toz kaplamış olan kayıp dosyalarının tek bir tanesinde bile anlamlı bir sonuca ulaşılmadığı Cumartesi Anneleri’nin varlıklarını, seslerini de mi işitmezden gelmeye devam edeceklerdir? Neyi anlattıklarını niye bu kadar dertleri olduğunu tam olarak çözemiyorum diyebilen muktedirin karşısında ömrü hayatımız boyunca bir insanın başına gelebilecek olan kötü şeyle, yok oluşla, bir insanın izini kaybederek yaşamak zorunda bıraktırılan onlarca insanın vicdanlarına karşı hala bir hesabımız yok mudur? Bunca yıldır bir arpa boyu yolu ilerlememek için nedenlerimiz nelerdir ve hangi ulu neden ile neden bir insanı topyekün kayıp olarak tasnif etmeye sevk ettirebileceğinin mantıklı bir yanıtı mevcut mudur? Sözün kıssası sadece bu iki örnekte olduğu gibi bu kadar insan eliyle kotarılmış fecaat, felaket varken birilerin ağzılarında çikletmeye doyamadıkları Marduk felaketinin esamesi mi okunur. Okunmalıdır, sakilleştikçe giderek vurdumduymazlığa teslim oldukça ha bugün sonumuz gelmiş ha yarın sonumuz gelecekmiş ne fark eder? Ne ne ne ne ne ne ne…
>>>>>Bildirgeç
Neredesiniz? – Yıldırım TÜRKER*

Daha birkaç yıl önce zor durumdaki Arjantin’e bakıp gururla, “Biz Arjantin olmayız!” diye haykırıyordu ya muktedirlerimiz. Haklı çıktılar. Arjantin olamadık.
Plaza de Mayo analarının gülen yüzlerini gördük ilk olarak, daha geçen gün. Evlatlarını, yakınlarını kayıp edenlerden hesap sormalarının yolu açıldı çünkü.
Bizim Başbakanımız ise ‘Cumartesi Anneleri’ için, “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” deyivermişti. O acılı insanları kendisine muhatap kabul etmedi. Bununla da kalmayıp onları neredeyse zanlı ilan etti.
Başbakan’a cevabını veren Ramazan Amca olmuştu. Ramazan Doğan, geçen ağustos ayında yüreği iflas edip ölene dek her cumartesi Galatasaray Meydanı’ndaydı. 95 yılında henüz 13 yaşındayken askerler tarafından Mardin’deki evinden alınıp götürülen, bir daha da izine rastlanmayan Seyhan Doğan’ın babasıydı. Cumartesi insanlarının Ramazan Amcası ölümünden bir ay önce meydandan Başbakan’a seslenmişti:
“Doğan 9 yaşındaki kardeşi Hazni ile birlikte gözaltına alındı. Olayın hemen ardından eşim Asiye Doğan, Dargeçit’teki Tabur’a giderek ‘çocuklarım nerede?’ diye sordu. ‘Merak etme, gelirler’ diye cevap verdiler. Eşim ertesi gün tekrar Tabur’a gitti bu sefer ‘senin çocuklarını bıraktık, eve gittiler, bir daha gelme’ dediler. Birkaç gün sonra 9 yaşındaki oğlum Hazni’yi serbest bıraktılar. Hazni bütün olanları bize anlattı. Çocuklara işkence yapmışlar, filistin askısına asmışlar… Ama Seyhan’dan bir daha haber alamadık. Annesi her gün Seyhan’ı soruyor, dilekçeler veriyordu. Aramaktan vazgeçmeyince onu da gözaltına aldılar 11 gün kendisinden haber alamadık. Gözaltındayken ağır işkence gördü ve sağlığı bozuldu. Seyhan diye diye öldü. Eskiden Galatasaray’a o gelirdi. Şimdi onun yerine ben geliyorum.
Bizim bilgimiz dışında nüfus kütüğümüze Seyhan’ın öldüğünü yazmışlar. Başbakan bizi suçlayacağına bu kaydı düşenleri araştırsın. Benim oğlum daha çocuktu, onu benim kucağımdan alıp götürdüler. Başbakan ne yaptığımı bilmiyorsa söyleyeyim; ben oğlumun kemiklerini arıyorum…”

300. oturma eylemi
Dün, Cumartesi Anneleri 300. kez Galatasaray Meydanı’ndaydı. 300. kez insanlara ulaşmaya çalıştılar. Okudular:
“300 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarımızın akıbetlerinin açıklanmasını, faillerinin yargılanmasını istiyoruz.
300 haftadır devleti yönetenlerse, bizi görmemekte, duymamakta ısrar ediyor.
300 haftadır bizleri suçlamak dışında bir şey yapmıyorlar.
300 haftadır ‘evlatlarımıza, eşlerimize, kardeşlerimize, anne ve babalarımıza ne oldu?’ sorumuzu yanıtsız bırakıyorlar.
300 haftadır bize kulak tıkayıp failleri koruyorlar.
Yakınlarımızı gözaltında kaybedenler, onların hayatlarını korumakla yükümlü olan devletin güvenlik güçleriydi.
Yakınlarımızı kaybedenler, devletin en üst makamlarınca teşvik ve destek gördüler, cezadan muaf tutuldular.
Devletin tüm organları, kaybedilen yakınlarımızın ve başlarına gelenlerin toplumsal bellekten silinmesi konusunda tam bir mutabakat sağlamış durumdalar.”

Kısa tarihçe
27 Mayıs 1995 Cumartesi günü ilk olarak Galatasaray Meydanı’nda toplanmışlardı. Sayıları 30’u aşmıyordu. Sonra her cumartesi günü saat 12’de meydanda toplanıp oturma eylemi gerçekleştirdiler. Sayıları arttıkça arttı.
98 yılının ağustos ayından başlayarak düzenli olarak polis saldırılarına uğradılar. Coplarla, biber gazlarıyla hırpalandılar. Gözaltına alınıp dayak yediler. 13 Mart 1999 günü her hafta tekrarlanan oturma eylemlerine ara verdiklerini açıkladılar.
Ancak 10 yıl sonra, 31 Ocak 2009’da oturma eylemleri yeniden başladı.
Cumartesi insanları olmasa kayıpları; gözaltına alındığı bilinen, görülen ama yetkililerce reddedilen; nefretle parçalanmış bedenleri kim bilir hangi ırmak yatağına, hangi ormana, hangi çukura atılıvermiş olanları bize hatırlatacak kimse kalmayacak. Ellerinde oğullarının- kızlarının çoğunluk yoksul bir fotoğrafçı dükkânında çektirilmiş soluk vesikalıklarından büyütülmüş suretleriyle, binlerce yıl yaşlanmış analar, babalar, kardeşler, evlatlar oturuyor Galatasaray Meydanı’nda. Onlar, belki hâlâ rüyalarında, kayıp evlatlarının bir akşam vakti hiçbir şey olmamış gibi kapıyı çalıverdiğini görüyor. Sevdiğinin ölümünün yasını bile tutmasına izin verilmemiş, kimseden hesap soramayacağını bilerek hayatta kalanlar.
Öte yanda, bir yakını kaybolmadığı için şükrederken her geçen gün kaybettikleri artan insanların toplumu.

* Kısa meramımızın tamamlayıcısı olarak; Radikal Gazetesi’nin 26 Aralık tarihli nüshasında Yıldırım TÜRKER imzasıyla yayınlanmış olan “Neredesiniz?” adlı makaleyi, yazarın ve gazetenin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Neredesiniz? – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Anneler 300. Haftada Yine Yakınlarını Sordu Devlet Yine Sustu – Berivan TAPAN – Bianet
Anaların “Can Yolunur Canından” – Dursun Ege GÖÇMEN – BiaMag
Canan KAFTANCIOĞLU: “Katilleri Koruyan Bir Sistemin Utancıyla Yaşamak İstemiyoruz” – Burçin BELGE – Bianet
Sizin Anneniz “Cumartesi” Değil Mi? – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Onlar Hâlâ Bekliyor – Okay GÖNENSİN – Vatan
Siz Hiç Çocuğunuzu Kaybettiniz Mi? – Balçiçek İLTER – Habertürk
Analarımızı Öldürmek İstiyorlar – Alınteri.net
Genelkurmay’a Suç Duyurusu: Dur Diyelim Tabii Ama Düşünelim De…. – Ayşegül DEVECİOĞLU – Bianet
Kardeşliğimizin Harcı: Unutmamak İçin Tekrarla! – Emre DAŞAR – Kronik Muhalif
“Özerklik Önerisi Demokrasiye Suikast Değil, Katılımcı Demokrasi” – Bianet
Diyarbakır’da Ne Tartıştık? Ya Da Türkiye Bölünüyor Mu? – Ali BAYRAMOĞLU – Yeni Şafak
Haluk Gerger: Türkiye Çözümsüzlük Girdabında Çırpınıyor – Atılım
Dil Yarası – Akın OLGUN – Birgün
Kürtçe Bir ‘Anadil’ Değildir – Necmiye ALPAY – Radikal 2
Masal Dil Kürtçe, “Büyük Ülke” Türkiye, Yahut TRT 6 – Ahmet ALIŞ – Birikim
Kürt ‘Kürdüm’ Demez, Dersek Biz Deriz – Ümit KIVANÇ – Taraf / Jiyan
Türkiye’nin Türk-Kürt Sorunu – Oya BAYDAR – T24
Lütuf – Etyen MAHÇUPYAN – Zaman
Gülten KIŞANAK: ‘Bizim ‘Resmi Dil’le Bir Sorunumuz Yok’ – Ntvmsnbc
Numan KURTULMUŞ: ‘İnsanlar Kendi Dillerini Konuşursa Türkiye Bölünmez’ – Cumhuriyet
EMEP: İki Dilli Yaşam Neden Olmasın – Evrensel
Bu Kafayla Özerklik De Böler, Anadil De! – Ayhan BİLGEN – Köxüz
‘Kürtler Sussun’ Partiler Birleşti – Oral ÇALIŞLAR – Radikal
Nereye Elinizi Atsanız Elinizde Kalıyor… – Erdal YILDIRIM – Jiyan
Sivilleşme Ve Demokrasi – Maya ARAKON – Kronik Muhalif
Yeter Yetmez – Özgür MUMCU – Radikal
Türkiye’de İşkence Yoktur: Lancet’e Mektuplar… – Şahika YÜKSEL – BiaMag
12 Eylül Yargılanacak Mı? – Hüsnü ÖNDÜL – Atılım
Ökkeş Şendiller’in Yumurtası – Mahmut BOYNUDELİK – Yeşil Gazete
Maraş: Adaletin Uğramadığı Kent – Kronik Muhalif
Sessiz Ölüm… – Sadık KAN – Birgün Forum
Sol Liberalizm Ve Diğerleri… – Uraz AYDIN – Mahmut EŞİTMEZ – Foti BENLİSOY – Yurtsuz
“Demokratik Özerklik: Alternatif Bir Sol Proje” – Zeynep Gambetti – Birgün / Sol Defter
Utancı Beklerken…- Tuğçe ÖZSOY – Başka Haber
Giden Geri Gelmez – Mesut ODMAN – Sol.org.tr
Sipariş Hattı – Umur TALU – Habertürk
‘Hepimiz Ermeni’yiz’, ‘Yüzbinler’ Ve Utanma Duygusu… – Ayşe GÜNAYSU – Köxüz
Asgari Ücretlinin Bir Günü – Osman Nuri ORHAN – Sendika.org
Asgari Değil İnsanca Yaşam İçin Mücadelede Bulunuyoruz – Başak TURAN – Birgün
DİSK: Gerçek İşsizlik 17,3 – Etkin Haber Ajansı
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Kot İşçileri Ankara’da Hak Arayışında – Emek Dünyası / Jiyan
Torba Yasada Ne Var Ne Yok? – Sol.org.tr
“Haklarımızı Torbalatmayacağız!” – Alınteri.net
AKP’li Vekil De Torba Yasaya İsyan Etti – Vural NASUHBEYOĞLU – Evrensel
Sayılar Ve Hayatlar – Bilge SEÇKİN – Birgün

AFX / Aphex Twin Returns With New Album – In The Mix
Tricks Or Treats: Aphex Twin – Come To Daddy – Adam KIVEL – Consequence Of Sound

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Detail From “Men At Work III By Abdulnasser Gharem” – dR Warp
Edge Of Arabia Official Site

>>>>>Poemé
Manşet – Murathan MUNGAN

Hayatıma manşet istiyorum.
Birkaç manşete ihtiyacım var, günler tekdüze
Karton filmlerden yapılma bütün serüvenlerin
içinden geçtiğimiz karanlık tünel bizim olmayan gündelik
Büyük bir köy artık bana tanınan, dünya!
ölüm tek ticaretin
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
sanal gerçeklikler için vurguna inmiş manşet
Gözlerimize attıkları bandın sakladığı karanlık
kimsenin ofsetinde kazınmıyor yalan sarmal grafik
kendine çevriniyor
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
Rekabetten başka yapacak bir şey bırakmıyorlar bize
Şerefin, haysiyetin, adaletin ve ümidin
eski moda öyküsüne bir biletim var, alıp cezalı bir biletle
değiştiriyorlar. Sesim hiçbir metinde tanınmayacak böyle
giderse.
Aşık olmak istiyorum.
Kendileri koyuyorlar kuralları. Naklen yayınlamak
istiyorlar bütün duygularımı. Güzel pişmanlıklar yaşamak
istiyorum, bırakmıyorlar, sterilize ediyorlar hemen yaşadığım
her anı. Hilesiz kuşlar bile kartpostallarda tuzağa düşürülüyor,
Tebrik ediliyor; poz verdiriliyor kanatlarına.
Pozdan putlar yaratılıyor her yanda, afişlerde, ekranlarda,
vitrinlerde, sokak pozlara tapmaya zorlanıyor insanlar.
Zorlandıklarını hiç anlamıyorlar.
Her yerde bela var. Olmayacak yerlerde üşüyorum.
Çarşaflarımı denetliyorlar ben yokken. Pencereme konan kuşları
takibe alıyorlar. Tek kişilik bir içbükey zaman bile
bırakmıyorlar bana.
Çıkmasam odam gömleğim oluyor. Çıkmasam sokaklar tundra.
Aynaya bile şebekemi gösteriyorum.
Bakın kimseyi dövmek istemiyorum. Aktör de olmak
istemiyorum. Vücuduma ve ruhuma muhtacım. Rahat
bırakmıyorlar. Yerimi bilmeliyim gitmeden önce. İzmarit olmak
istemiyorum. Gençken ve yeniyken bir şeyler denemeliyim. Önce
bir manşet bulmalıyım kendime, her şeye bir manşetten
başlamalıyım.
O zamanları anlatmak istiyorum.
Zamanı öğrenmeye çalışırken yitirdiğimiz zamanları.
Ölümden anlayan bir yanımız vardı gene de
Sesimiz açılırdı. Uyurken korkardık. Sıçrardık uyku
arasında ya da birinin elini tutardık
Gecenin koyu kibrinde gölgelense de erden masumiyetimiz
gelip geçerdik her şeyin yanı başından
derinleşmekti en büyük tehlike
Bağışlanırdık. Gençtik. Gençlik kaba cephane.
hiçbir şeyin içimize fazla işlemesine izin vermezdik
kahkahayla baş etmeye çalışırdık gözümüzle göremediğimiz
her şeyle, ölesiye korkardık
kendi içimizden tanımadığımız biri çıkacak diye günün
birinde
anonim bakış için rehin verdiğiniz gözler
önünde
geçip giden yazıp duran söyleyip eyleyen
ben değilim
duru suyun arı mantığın dingin optiğin
önünde
görülmek görünmek gözükmek isterim
çok mu zor çok mu olanaksız bilmek isterim
karşı durduğum şeyler vardır hayatta
manifestoya varmadan daha kısa mesafelerde
çözgüsü atkıya daha kolay dolanabilecek bir dolu yol
derin çözümsüzlükte
adı konmamış gizli bir sözleşme saklı madde
imha ve imla
ne çöllerde yiten geç dönemin mecnunları
ne teneke kutularda biriktirdiğim madeni paralar
en büyük günahımı işlemedim daha
elementlerin minimal kullanımı
daha yolun başındayım, yakında

şimdiki zaman yalnızca çarşı
pop ve popcorn zulmün bütün ayları
iki bin yıllık kadim şehirlerde işkenceciler emniyet
müdürü, katiller vali, Bağdat naklen bombalanıyor tarih ekrana
çıkıyor, şifreli çantalarda taşınıyor parçalanmış haritalar, zulme
çalışıyor devletin ve sermayenin bütün kanalları, polisler
gazeteci, sarı kartlı muhbirler, satılık şeref koltukları,
eski bir alınlık: Geçmişi anlamayan onu bir daha yaşamak
zorundadır
hem ortadoğudayız hem viyana kapılarında
kuşe bir gravürde dağılıyor kimlikler değerler özsu; katil
hep başkası çıkıyor kara piyasada kapalı iktisat
her yıl geriye çalışıyor infilaka kadar körlük
infilaka kadar kötülük
herkes birbirine düşman olursa sistem mümkün oluyor ve
buna, hayat işte, deniyor
şairler biliyor sonuna geliyoruz büyük duvara
herkes bir manşet bulmalı parçalandığı fragmanlara
bugünlerden bir gün çıkacaksak eğer, çıkılacaksa,
gömdüğümüz şeyler olmalı bugünlere, bir gün başka gözler
bugünleri yeniden okuduğunda bizi görsünler diye, birkaç
manşetlik kaba cephane
ne yalnızca siper ne barikatta verdiğimiz ölüler
şiir gizimizi herkesin gözleri önünde kaçırır geleceğe
kolay kirlenmeyecek mecralar deltalara vurur akıntısı
çıkarız çıkmalıyız acemi şiirler büyür başkalarının okuduğu
olduğu yerde
bizi de oldurur derin teorisiyle
tekin olmayan şiirlerin kotuma altına aldığı yarınlar
saklar kendi çocuklarını da
eski ve kara bir şarkı yineler kendini başkalarının
kaderlerinde:
“kendini ele verdiğin yerde
başkasına ihanet etmiş olursun
yapma n’olursun!
bizi almazken bizim kurduğumuz şehirler
biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
varsın olsun sen gene de
yapma n’olursun!”

yarım bırakılmış bir fragman gibi,
parçalanmışlığın sunduğu acemilikler gibi
mükemmel olmaktan özellikle kaçınmış şiirler gibi
söylenebilecek binlerce sözden yalnızca birkaçı gibi
kirletilmiş kayıtsızlığın her vahşeti mümkün kıldığı bir
dünyada
hayatımızın başına çekin kendi manşetinizi
1991-1994 Ludwigshafen-İstanbul
Kaynakça: Şiir.gen.tr

Older Entries