Deuss Ex Machina # 393 – förlorade svar från spegeln

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_393_–_förlorade svar från spegeln

26 Mart 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-WHTCLLR-Overdose (Self Released)
>2<-WHTCLLR-Centrality / Proximity (Self Released)
>3<-Ekaros-Merike (Abstractions)
>4<-Ekaros-Poiz (Abstractions)
>5<-Scuba-Dsy Chn (Hotflush Recordings)
>6<-Scuba-Underbelly (Hotflush Recordings)
>7<-Svreca-Jade (Orphx Remix) (Semantica Records)
>8<-Svreca-Obscur (Silent Servant Remix) (Semantica Records)
>9<-Stay+-Young Luv (Ramp Recordings)
>10<-Stay+-Scum (Ramp Recordings)
>11<-Autoclav1.1-Today Is The Day (Tympanik Audio)
>12<-Autoclav1.1-Inhale/Exhale (Tympanik Audio)

                          förlorade svar från spegeln
                                          (393)

Bir dönüşüm saiği, imgelemi olarak günün getirdikleri sıklıkla karşımıza çıkartılanlarının yükleminin sanki birer ikişer, üçer beşer, ama az ama çok ironik birer çıkarsamadan mürekkep olduğu konusunda sürekli bir düşünsellik zihin jimnastiği hasıl olmaktadır. Şimdiki zaman dediğimiz sürekliliğin içerisinde bir yanıyla durmaksızın ileriye doğru hamle ederken öte yandan da nasıl daha fazla derinleşen gayya kuyusunun enn diplerine doğru yol aldığımızın birlikteliği ortaya çıkartılır işte bu saikte. İronik olarak belletilenlerin nasıl sahici, sahici olarak atfedilenlerinse nasıl birer ironiden mülhem çıkarsamalar olduğunun yansısıdır değinip, bir iki kelam eklemek istediğimiz. Günümüz karanın en koyu tonlarında seyrüsefer eylerken geleceğimizin nice olabileceğinin ezcümleleri, önsöz kabilinden belki birer küçük analizi dökümleyecektir. Peyderpey ortaya çıkartılan, savunulup zamanı donatan, atfedilip malumun ikrarı olarak resmedilen şeylerin nasıl belirli filtrelemelerden geçirilerek, düz bir okumaya ulaştırıldığı ortadaysa ironik olarak tasavvur edilenleri de böylesi bir doğrultuda şekillendirilen, yapılandırılan dönüştürülen birer olgu olduklarından dem vurarak başlayabiliriz sanırız. Dikkatimizden kaçmadı bugün bir nisan denildiğini uzaktan duyar gibiyiz!.

Evet bugün bir nisan, yıllar yılıdır düzenin devamlılığının, sabitliğinin bizahati kendisinin ben insanım!! diyene reva gördüklerini yumuşatmak konusunda bir aracılılık belki de bir mola olarak taltif edilen, şakanın başka şeylere dönüşebilmesinin, belki de artık sineye çekilmesindeki öteki günlerden farklılık barındıramayan tahakkümü bunca rahat ve kolaylığı yüzünden hiç elden bırakılmadığı bir zamansalda bir mola hakkının verildiği bir nisan!. Yalancı dolmalardan yeni hayal kırıklıklarının, ben ezber bozuyorum diye dışarıya tere satılmaya çalışılırken evde birbirine kördüğüm edilenlerin varlığını hissettiren, ikisinin arasındaki bu farkı sorgulamak isteyene ise lüzümü görülenin şak diye uygulanageldiği bir cenahta bir nisan!. Her durumda bilindik algıların başka ambalajlarla yeniden hayatlarımıza dahil edildiği, müesses nizam içerisinde ezberi yeterince ama yeterince (devletçe öngürlen kıstaslar) kuvvetli olmayanlar için hatırlatma notlarının saklı tutulduğu yerlerden görünür kıldırıldığı bir gün bir nisan!. Bunca patavatsızlığın, birbirine iliştirilen onca olumsuzluğun nasıl içinden çıkılabileceği konusunda önermelere girişmektense maytap geçilmesinin yine uygun bulunduğu, pek de şakacıyız canım edebiyatının, tozpembe hayatlarımız var saiğinin devamlılığını simgeleştiren bi’nisan her duruma uygun bir polyannacılık elimizde mevcuttur sermayedarlığının başkaca bir sahnelemesine zemin bulan bir nisan!.

Neresinden başlayasınız, nasıl ilerleyesiniz ki bunca kıyamı birbirine yakın eden, birini diğerinden ayırmaya anlık bile zaman tanımadan bir başkacasına hayatı kapsatan, donattıkça daha da baskınlaşan, nefessiz koyan bir iklimin içerisinde insanlığı koruyabilmenin en büyük sevinçlerden daha elzem ve öncelikli olduğunun altını çizebilelim. Her yerinden ayrı patlak veren sistem sistem diye sunulanın nasıl da geçmiş ile bağlantılarını sımsıkı korumaya devam eden bir müesses nizam tasdikçiliğinden mülhem hep aynı rotadan ilerlemeye devam, ant içmiş bir bakışımdan tesis edildiğinin altını kalınca doldurabilelim. Bilgiyle, gördüklerimizle, her defasında bu defa son dediğimiz ancak yine karşılaşmak mecburiyetiyle ‘sınav’ haline dönüştürüldüğünden bunca hezimetin dem vurabilelim. İronikleşen insaniyet karinesinin nasıl da ayaklar altına alınabilmesindeki kolaycıllıktır. Hep bana hep bana ötekisine yok hiçbir şey vallaha argümanı söz diziliminin kuru birer vavelyadan ibaret olduğu artık nettir, kesindir. Bir nisan gününe sığdırılan şeylerin ne öncesinden ne sonrasından farkının bulunmadığı bunca belliyken hala neyin nasıl okunması gerektiği konusunda ahkam kesenlerin olumsuzluğu o kadar da büyütmeyin canımlı, cicimli bakışımla beraber terbiye eder, sakinleştirir görünümlerinin altında bu lafazanlıktan doğacak pazardan irice bir payı daha iç edip yollarına pardon cukkalarına yönelmelerinden de geriye ne kalmaktadır.

Onurlu olmanın katakulli ile yapılıp edilenlerle bir şekilde pay elde etmekten, nemalanmaktan çok daha önemli olduğunun idrakına sıra ne zaman gelecektir cancağazım satıha. Gündelik kazanımların şahsi oyunların bitmeyen terennümlerle bezeli halde dönüştürülen, bezdirme amaçlı tahakküm oluşturma simyalarının ortalığa çıkarttığı basbayağı kesif koku, gelişmişlik diye sunumlandırılan kırık dökük resim hiç mi utandırmamaktadır mevkii makam sahiplerini, erkin bütününü, tümünü. Nasıl giderseniz, nasıl devam ederseniz işte bellediğiniz o yolda öyle uzayıp giden satha dönüşen, dönüşüm diye vaat edilenlerin hemen epey hallice bir kısmındaki kusurlu hareketlerin, hamlelerin bunca çokluğu içerisinde kayıtsızlığın kendisi de ironik değilse nedir? Bu daraltım sahasının içerisinde hizaya çekilmek dışında başkasına es verilmeyen, yol buldurulmayan muhalif olma tanımlandırmasının handiyse fırsat bu fırsat iyice marjinalize edilmiş bir disiplin haline dönüştürülmesinin vehametini de eklediğimizde ortaya çıkan sonucun okuması nice olacaktır.

Yol, gidişat topyekün, cümbür cinnet nereye!. Gereksinim duyulan asgari insani olanı insana dair olanın tesisinden başkaca şeylere dönüştürülmesinin tezahürleri bunca belirginleştirilmişken her sekansa başka bir tasvip edilemez tasarrufun denk getirilmesinin tahlili nasıl okunmalıdır. Okunabilmelidir. Ümit kırıntısının zerresine bile tahammül göstermeden dünün vesaiğinin, vesayetinin yaptığı ettiğinden az çekilmemiş gibi bugün yenilerinin icadına girişilmesinin, üstelik tüm bunların güle oynaya gerçekleştirilmesi, nasıl da oyunu aldık benzeşmesine paralel bir algıda şeklinin şemalinin oturtulması düşündürücü değil midir, hala değil midir? Vavelya ortalığa salındıkça yeniden düşünme imkanına sahip olmak zorunluluğunu bir kenara koyuldukça, unutuşlara gebe kalındıkça, yarınlarımız için haleti ruhiyenin daha olumlandırılabilir olması için bir gerekçe söz konusu edilebilir mi? Keyfiyet düzlemi içerisinde biz yaptık oldu denilerek geliştirilmiş tüm cepheleşmelerin, kararnamalerin altından girerek ve üstünden çıkarak yapılan şey bildiğiniz sindirmelerin ironik birer çıkarsama olmaktan öte, bir kurgumasal kıvamından öte yüzünüzü asla çeviremeyeceğiniz bir gerçeklik tahlili olduğu meydandadır.

Herkeslere yetişecek kadar hiddeti bünyesinde bulunduran sözümona yüzde ellinin aslında nasıl da masaya yumruğunu vurup, ağzına geleni, aklına düşeni sıralayıp sonra da en ufak bir ters yanıta mızıklanmaya başlayan bir oyuncu olduğu bu orta oyununda çokça bellidir, belirgindir. Gözümüzün gördüğü her karaşınlık karşılaşmasında sahnenin tam kenarında bitiveren şey az biraz da böylesi bir denk getirme, pundunu bulduk çook güzel şimdi de golümüzü atalım, atalım ki artık enikonu yenileceklerini bilsinler kurnazlığından başkacası değildir. Kazanıldığı varsayımlanan, şükre, hamd edişe sevk ettirilen bu üstünkörü değil basbayağı baskıcı emperyalist taktiklerin hemen hepsinden, her sahnelemesinden apayrı birer hikaye ortaya çıkartılabilir. Bütün bu meram sathının bir gün eğer kesintiye uğrayacak olursa geride bırakmak istediği yegane mesajının biraz da bu bilinenlerin artık kendi dört duvarımız dışında işitilebilir kılınması, aşinalığının sağlanmasıdır. Yüzeysel çıkarsamaların, analiz görünümlü bilindik teranelerin yanında az biraz bulmaca kıvamlı bu tortu ile birbirine eklemlenmek istenen her nasıl adlandırılırsa adlandırılsın yaşadığımız sürecin toplamında geleceğimiz için önemli sonuçları beraberinde getireceği gerçekliğidir. Vavelyalar dizi dizi sarmalarken bu satıhın beher alanını, söze girişilmesine az biraz değil basbayağı müsammaha gösterilmezken, adi medyanın kendisinin kameraları, istihbahratı çalışmazken kaydedilen görüntülerde insanlığa yaşatılanların, zulmün ağırlığı vehametin büyüklüğüdür bizleri bu satırlara her hafta sevk ettiren.

Bunca zamanda biz değiştik, dönüştük derken mahir bir biçimde faşizm sureti haline evrilen statükonun şimdiki sahiplerinin eskiden de matah bir farkının hemen hiç sorgulanmadığı gerçekliğine dikkat çekilesidir bir kere daha ama son kez değil. Bir edim olan hakkın nasıl da oyuna getirilip, zaruri parkurları geçebilenlere reva görüldüğünün oysa kazın ayağının hiç de öyle olmadığının bilindikliğidir ezcümle. toparlama yapacak olursak eğer. Gün akşama kavuşmaktayken durup da tahlile giriştiğimizde acabalardan, fakatlardan imalar yollamalı bolca sallamalı göndermelerden geriye kalanın bu amorf ironi çekimlerinden, bizahati dillerinden çıkan durum tespitlerinden daha da ağır bir fecaat olduğu ortalıktadır, ürün de ülke de meydandadır. Zaruri taramalardan nihayet uzak kalındığında tümü anlamlı birer çıkarsama esas resmi, bir türlü gösterilmeyen has halimizi görünür kıldırmaktadır, anlayana!. Tasvir edilenin yanlılığı, düzenbazlığı, iki dirhem bir çekirdek yaftalamalara ev sahipliği, mutlak doğrular olarak tanımlandırılmaya gayretkeş olunan nice yanlışın hasbelkader fark edilmese nasıl da yoluna, rotasına devam ettirildiği söz konusu edildiğinde bu sahanlıkta karşılaştıklarımız biçimlendirilmiş birer “vavelya” olmayı başarır.

Biçimlendirilmesi çoktandır tamamlanmış olan birer kuru gürültü halinin görünür en menfii örneklerini çağrıştırır. İçerik boşaltıldıkça beher an vuku bulanın karşısında kaskatı kesilen bir yol vermezciliğin, bildiğimden şaşmazcılığın tek doğrusuyla hayatı ikame ettirme ile dayatma arasında gidip geri gelen bir ikircikli sahneleme hasıl olur. Zaman mevhumunda sallanıp duran şeyin vicdan, doğruluk, hak adalet ve özgürlükler konuları mevzubahis edildiğinde nasıl da hiç şaşmaz bir dakiklikle doğru olarak nakledilmeye çalışılan aslında daha derin yanlışlara zemin sağlayan bir bakışım olduğu ortaya çıkmaktadır. Meydana çıkan şey demokrasi dediğimiz olgunun da çifte standartlara göre şekillendirilen bir edim haline dönüştürülmesinin aynalayıcısıdır. Haklılık tek bir doğrudan ibaret olsa da asıl dava bilinmezden gelinen soru ve sorunları naklettirmek, bilindik kılmak için çabalanım toplamından mürekkep olsa da aslolan vurgulamalarda birer ikişer hakir görmeyi olağan sayan, ayrıştıran bir bakışımın tutturulma gayretkeşliğidir. Bu ilintileme çabasında, meram sathının iş bu kara parçasının nasıl da yaşanılamaz kıldırıldığının örnekleyicisidir.

Vesikalanan, kadraja dahil edilip ölümsüzleştirilen az biraz da bu kolaycıl seçenek olarak sunulan, münferit olarak tanımlandırılan biçimsiz kestirip atmaların olağan karşılanabilirliğidir. Gün devinirken, zaman mevhumu çarklarını mütemadiyen çevirirken her sekansına ayrı yanılası, ibretlik karşılaşmalar, olaylar peyderpey güne dahil ettirilir. Güncelliğin ayrıştırılmaz bir parçası olarak resmedilir, muştulanır biteviye. Kah bakanbeylerin, devletu alilerinin yasssah hemşerimciliğinde hasıl olan madrabazlık dolu tantanalarında görünür kıldırılır, kah başvezirin hiddetiyle önemli bir performans sunar gibi şişinip durduğu, matah bir şeymiş gibi sahiplendiği ayrıştırıcılıkta gün yüzü bulur. Kah bürokratından, masa başındaki işi gücü dışındaki her duruma “her salatalığa elinde tuzlukla koşagiden” rolünü benimseyen çalışanına, kah durumdan vazife çıkartan münferitlerin, dört yanımız düşman ama millet gaflet uykusu, kabusu içerisinde diye kendince önlem almaya çalışanların! yapıp ettiklerinde daha büyük yıkımların zemini sağlam atan beton millet sakarya’nın eline koz olarak iliştirilir. Oyuncak edilir.

Vavelyalar, karanlığı daha bilindik kılarken, bunca acının müsebbipleri olanları faş ederken, faşizmin sıradanlaştırılmasının durum analizleri, anlık verileri tv ekranlarından, anaakım basından sunumlandırılmasına özellikle itina edilip özenilen, olur verilenlerle şekillendirilir. Sonuçsuz, biçimsiz, dermanı unutturan, balık hafızalılığı yücelten bir dar kapsamsallık nüfuz ettirilir inceden, kıyıdan kıyıdan. Dahil edilen bakış açısının neredeyse bu kadar içtenlikle normalmiş gibi sunulması ortaya konulan müsamerenin nasıl planlı programlı, sonuca götürmeyi ama hangi sonuca çokça belli eden, amaçlayan diğer tüm seçenekleri en baş kısmından devredışı bırakan bir yapı olduğunu netleştirir. Birbirine iliştirir. Bağımlı yapıların, iliştirilmiş savunuşların, bolca engebeli dokunursan yanarsın parkurlarının ortalık yerinde gün yüzü bulan vavelya dönüşümünü tahakküm üzerinden şekillendirmek dışından başkaca yol, fikir ya da çabayı önemsemeyen erkin kendini konumlandırdığı bataklığı, sathın ne kadar bunca tanatanayla yaygınlaştırıldığını resmetmektedir. Yalanın bini bir paraya tekabül ettirilirken, denk düşürülürken nasıl havanın daha da basıklaştırıldığını, kirletildiğini ayan beyan ortaya çıkartır.

Hava basıklığının vehamet derecesinden de ağır bir yük haline dönüşümü birbiri üzerine eklenen, yapılandırılan her durumda nefrete turnusol kağıdı vazifesi gösteren vavelyaların sıklığı ile ilişkilendirilebilir. Nail olduğumuz, karşılaştığımız, etkisi altında korunaksız bırakıldığımız bu iklimin getiri olarak atfedilmişlerinin de esasen ne kadar sorunu, problemi bünyesinde tutmaya devam eden bir çözümsüzlük sarmalından mürekkep olduğunu fark ettirmektedir. Fark ettirecektir. Doğrunun zamanla eğilip bükülerek, rotasından anlamından ve bağlamından kopartılabilmesi için cümbür cinnet dört koldan seferber olunan, anlaşılmaz, ayrıştırılamaz olarak resmedilenlerin, hakiki yanlışların hepimizin gününden çaldığını, bunu yaparken de geleceği ve ümitvar kalma halini de beraberinde silip süpürdüğünü imleyebilmek söz konusudur. Vavelyalar sarmışken dört yanımızı, baktığımız resimde acılar, yaralar, tahakkümlerin getirisi olan daha fazla baskılar, yıldırmalar ve tecritler bilahare meydandayken karanlıktan kararlılıkla çıkabilmenin bir yolu var mıdır?

Bir konuda kişisel görüşleri bildirmek maksadıyla bahis açmayla, bile isteye kullanılan her kelimede hedef haline dönüştürme arasında sallanıp duran veçhelerin mihmandarlarından idris bakanbeyinin diline pelesenk ettiği söylem bu karaltılı tasvirlerin belirli bir düzeyin ötesinde rastlantısal değil tastamam rutin olarak hayatlarımıza dahil ettirildiğini göstermektedir. Çözümleme için eldeki eldeki imkanları kullanamayınca, adıyla sanıyla barış olgusuna sahipleniş söz konusu edilmediği müddetçe tükürükle boğarız kabilinden çiğ terennümlerle daha sık sık karşılaşacağız, yüzyüze kalacağımız bir sorunun kendisini oluşturmaktadır. İdrakı vehameti bir kenara koyup, sorun mu ne sorunu diye nükteli sözcüklerle imgelemeye girişilen her şey kontrolümüz altında bakışımının bizahati tekzip edilmesidir. İdris bakanbeyinin dilinden dökülenler.Hiddetinin dozunun ayarsızlığı bir yana yok saymaya devam ettiği her kesim ve çevre için gerekirse milli birlik v beraberlik akti, çatısı altında yaşamakta olan herkesi zorunlu bir savaşıma, planlı bir kışkırtıcılığa, çokça aşina olunan linçlere hazır ve nazır, müesses nizam kıtaları haline dönüştürmek için gösterilen çablanımlar son kertede düşündürücüdür.

Toplumsal dirliği sağlamakla mükellef olan bir bakanlığın başının diline doladıklarında, gizlisi saklısı olmadan ortaya çıkan şey bariz ırkçılıktır. Çözümleyicilik, kapsayıcılık, anlayışlı olma hali, hellaleşme şu bu değil bizahati ötekileştirmenin haruba ateş tutmaktır. Mağduriyetleri bariz bir biçimde rencide ederek, en gereksinim duyulan özgürlük biçemleri, insanlık gereksinimleri üzerinde baskı daralatımlar silsilesinin toplamı ulaştığımız hünün bütün olumlu getirisinin (artık ne kadar kaldıysa!) lav edilmesidir. İdris bakanbeyinden, başvezirine bir silsile halinde al gülüm ver gülüm çok parçalı ama tek mana ihtiva eden vavelyaların altında saklı tutulmaya çalışılanlar, baklalar biraz dikkatle göz gezdirdiğinizde bu kadar kısa ve net bir biçimde sonucu beraberinde taşır. Hamasi söylemlerin hiddetli çıkarsamaların hala biz’e ulaşmayan ben’de takılı kalan nevrotik, kaotik bencilliğin beraberinde taşıdığı kibirin, çeşitlendirme, dönüştürme gayreti altında ne menem şeylerin şekillendirildiğini açık eden bir imgelem büyük resimi önümüze çıkartmaktadır.

Hopa’dan Kızılay’a ulaşan, Akkuyu’dan Taksim’e varan, Pozantı’dan Uludere’ye yolunu kesiştiren şey dev aynasında kendini gören muktedirin vavelyalarının aslında hiçbirimizin bir öneminin bulunmadığı gerçekliğidir. Acı bir biçimde devletlunun bekasına reva gördüklerinin nasıl da dünyanın dört yanına bol kepçe dağıtılan, kullanılmaktan kaçınılmayan barışçıl, demokratik ve daha özgürlükçü bir dilden uzak tutulan bir atfediş olduğunu simgeleştirir. Her yere akıl fikir için elde iğne dikilecek kumaş çabasına girişilen terzi halindeyken, sözümona girişilmekteyken buraların hep yaralı, hep eksik konulduğunu betimlemektedir. Dünün bunca hezimetini bir kenara koyarak, önemsemeyerek, basit argümanlarla geçiştirerek hayatın daha da zorlaştırılabiliyor olmasının halini pür mealini sizlere bırakıyoruz! İnsan dediğimiz acısının, fecaatinin, yaşadığı yıkımların ve tahakkümlerin tümünden aldığı dersler ile aynı hatalara bir kere daha düşmemek için tecrübesiyle varlığını sürdüren bir yaşam formuysa her yeni gün yepyeni bir sınavdır hepimiz için… otokrasiye, tahakküme, iftiralara, hükümranlıklara, faşizme karşı bir sınav… 

>>>>>Bildirgeç
Gaz+Cop+Tazyikli Su: İleri Demokrasi – Ali TOPUZ – Radikal*

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde demokrasi yok diyenler fena yanılıyor. Var. Ama önce bazı olaylar.
**
21 Mart, malum Nevruz. 12 Eylül 1980 sonrası  ırkçı-bölücü Türk-İslam sentezi ideolojisi çerçevesinde güncellenen cumhuriyetin kadim inkar-imha-asimilasyon politikalarına sembolik yanıtın en güçlü verildiği gün olarak, Newroz. Yine malum, hükümet “21 Mart sadece 21 Mart’ta kutlanır” diyerek bir güç gösterisine girişti. Gaz, cop, tazyikli su, yumruk vb. kamusal imkanlar kullanılarak engel olunmaya çalışıldı. En başta Diyarbakır olmak üzere, hiç hoşlanmadığı bir yanıt aldı. Diyarbakır’da güvenlik güçlerinin kurduğu bariyerler öğlen saatine varmadan aşılıp geçildi, “Düşmeseydim de inecektim” diyen Nasrettin Hoca’ya sığınılarak, “Kaldırdık zaten” açıklaması yapıldı. Durumu, “İstanbul’da en fazla 2000 bin kişi vardı” diyerek kurtarmaya girişti. Peşinden bir de yapılan aleni haksızlığı savunmak için, “Sizin bilmediğiniz şeyleri bizim bildiğimizi neden düşünmüyorsunuz” yollu, “büyük işlere engel olduk” demeye gelen mistifikasyon dolu  bir açıklama geldi.
Sivas davasına ilişkin duruşmada, bazı sanıklar için zamanaşımı kararı verildi. Duruşmayı izleyen üzgün ve canı sıkkın insanlara Ankara adliyesinin kapısında gaz ve copla saldırıldı. Tepkiler, “Onlar zaten kötü niyetli, ideolojik oluşumlar” lafıyla savuşturulmaya çalışıldı. Elbette, ideolojik saiklerle işlenmiş bir katliamın protestosunun baskılanmasının ideolojik olmadığına inanan yeterli sayıda yurttaşa güvenilerek yapılmış olmalıydı bu izahat. Neticede, “millete hayırlı olması gereken” bir karar verilmişti ya!
Bu hafta, eğitim sistemindeki bir değişikliği protesto etme kararı alan KESK’in eylemlerine müdahale ile geçildi, tarife malum: Gaz, cop, tazyikli su… Sadece var olduğu iddia edilen toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne değil, otobüslerin durdurulması, insanların indirilmesi gibi seyahat özgürlüğüne de aykırı işlerdi. Açıklaması, “eylem için izin verilen yer” formülüyle getirildi. Açıklamadan anlaşılan, Türkiye’nin hemen hemen her yerinin yasaklı oluşuydu. “İdeolojik işler, terör örgütü” vb. laflar bugün yarın sökün eder.

‘DÜŞMAN GÜÇLER’İN ÇATIŞMASI
Sanki her şey, “demokratik” olduğunu iddia eden bir ülkedeki dinamiklerin hareketliliği olarak değil de, düşman güçlerin çatışması şeklinde yürüyor.
Ne oluyor? Neden bu sinirli hal? Bir bakalım.
Paul Virilo, eski ABD Başkanlarından Billi Clinton’ın bir sözünü hatırlatır ve ekler:
“Başkan Clinton, “ilk defa olarak” diyordu, “iç politika ile dış politika arasında bir fark yok. (…) Amerikan başkanının bu tarihsel cümlesi küresel hale gelen bir gücün META-SİYASAL boyutunu ortaya koymakta, bugün iç politikanın eskiden dış politikanın yürütüldüğü şekilde yürütülmesine cevaz vermektedir.” (Paul Virilo, Enformasyon Bombası, Metis Yayınları)
Hükümetin açıklamalarına ve olan bitenlere baktığımızda gerçekten de “dış güçlerin çatışması” modeline uygun her şey: Newroz’da daha yapılmamış eylemler yasaklanır, Ankara Adliyesi’nde daha hiçbir eylem yapmamış kitleye saldırılır, KESK eylemlerinde Ankara ulaşmak isteyenler, ulaşanlar, bir meydana gitmek isteyenler, kıstırılabildikleri yerlerde durdurulur, tarife malum. Bush döneminin ünlü dış politika doktrinlerinden “önleyici müdahale” iş başında sanki. Geçen yazki seçimden önce başlayan, bugüne kadar da hiç hız kesmeyen bir doktrin. Buna dört yıldır siyasi muarızların, muhaliflerin yargı yoluyla terbiyesini de ekleyelim. Manzarayı özetleyelim: Sanki iktidarın seçimlerle değiştiği bir demokraside değiliz de bir azınlık iktidarıyla karşı karşıyayız, sanki iktidar partisi bugün ya da yakın gelecekte yapılacak bir seçimin en güçlü adayı değil de bir daha seçilemeyecek bir parti, son kozlarını kullanıyor. Oysa durum bunun tersi.

‘İÇ’ ve ‘DIŞ’ SAVAŞ
Bu durumda Virilo’nun, “iç politikanın dış politika gibi” yürütülmesi ilkesinin, yani bir toplumun iç politik mücadalesinin dış düşmanla mücadele formunda yürütülmesinin kaynağının bir bozuk demokrasinin değil de bir “örnek demokrasi”nin, ABD’nin icadı olduğunu hatırlayıp bağlayalım: Neoliberal otoriteryen muhafazakârlığın toplum tasarımı, bir savaş tasarımıdır. Hedefi, kendisini sarsabilecek dinamiklerin oluşmasını, buluşmasını engellemektir. Hem kamu otoritesinin operasyonel güçlerini yani yargı ile kolluk güçlerini hem de buluşmaya ve yaygınlaşmaya aracılık edebilecek medyayı bir “dış savaş” varmış gibi düzenlemesi ve kullanması da bunun olağan bir sonucudur.
O zaman şemayı tamamlayalım: Bugün iç mücadele gibi gördüğümüz şey, “küresel” bir savaşın bu lokasyondaki versiyonundan ibaret. Hak, demokrasi vb. lafların şampiyonu Avrupa Birliği ve ABD’nin Türkiye’deki hükümete sevgi ve şefkatlerinin kaynağı da budur.
AB yetkililerinin kimi sızlanmaları da bir Kürtçe söze uyuyor: “Tev gur berxê dixwe, cem mihê şîne dike.” Kurtla birlikte kuzuyu parçalar, koyunun yanında oturup ağıt yakar.
**
Türkiye’de demokrasi var demiştim. Var, cop, tazyikli su, gaz ve toz bulutu olarak.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Ali Duran TOPUZ’un yazısı ‘Gaz+Cop+Tazyikli Su: İleri Demokrasi’ bu minvalde gerçekçil bir analizi okurun dikkatine sunuyor. Peyderpey analizler arasında keni kelamını en net biçimde açık eden, dolambaçsız yalın ve anlaşılabilir bir dil ortaya çıkartılıyor. Sayın TOPUZ’un ve Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
‘Müge Vicdanımızdır, Tanıyoruz, Tanığıyız!’ – Emek Dünyası
Ahmet Şık Avrupa Parlamentosu’nda Konuştu: “Özlemini Duyduğumuz Bir Hayat” – Habervesaire
Gaz+Cop+Tazyikli Su: İleri Demokrasi – Ali TOPUZ – Radikal
Tükürsek Boğarız – Maya ARAKON – T24
İdris’i Affetmek – Dilgeş ASLAN – Jiyan
Tükürük Siyaseti – İhsan DAĞI – Zaman
Yassak! – L.Doğan TILIÇ – Birgün
Hava Kurşun Gibi Ağır… – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
Financial Times: Türkiye’de İran ve Çin’dekinden Daha Fazla Gazeteci Tutuklu – Emek Dünyası
Güvenlikçi Politikaların İflası – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Adalet ve Demokrasi Egemenlerin Değil Halkın İhtiyacıdır – Aktüel Gündem – Sendika.org
Kan-Oburluk Hezeyanları – Kadir CANGIZBAY – Birgün
90′ları Hatırlatan Görüntüler Söylemi İktidara Aittir – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Tepinmek – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
BDP’li Tan: Bölgedeki Valiler Vatandaşla Savaşıyor – ANF
Kızıldere’den Samandağ’a Süren Mücadele – Evrensel
Kızıldere’nin 40. Yılında Mahir’le… – Can DÜNDAR – Milliyet
Yeni Statüko – Nabi YAĞCI – Düzce Yerel Haber – Taraf
İleri Demokrasi Gaza Bastı! – Umur TALU – Habertürk
Operasyon Toplumu: Herkes Terörist, Herkes Şehit.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Tek Tip İnsan Yetiştirmek – Oya BAYDAR – T24
Oturun Oturduğunuz Yerde – Aslı AYDIN – Muhalefet.org
Üzüm Yiyeceksen Bağcıyı Dövmeyeceksin – Aydın ENGİN – T24
Cizre’de BDP Binasına Saldırının Görüntüleri – İMC TV
Totalitarizm’in Bugünü ve Yarını – Ergin YILDIZOĞLU – soL
‘Başbakan’ın Psikolojik Desteğe İhtiyacı Var’ – ETHA
Kırılma Noktası – Atılım
Özgür Basın Susmaz – A. Hicri İZGÖREN – Yeni Özgür Politika
Medyatik Gerçek, Hakiki Gerçeğe Bir Şey Yapamaz – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
Bulvar Büfesinin Hikayesi – Taylan ESMER – ANF
“Biz Bitti Demeden Sivas Davası Bitmez” – Haluk KALAFAT – Bianet
Aleviler: Davamız Mahşere Kalmayacak – ETHA
Cihan Sadece Başlangıç – Ahmet SAYMADİ – Jiyan
‘Oğlum Kürtsün, Solcusun, Alevisin Vururlar Seni’ – ETHA – Jiyan
20 Üniversite Öğrencisi Tutuklandı – İMC TV
Alevi Köyüne ‘Kafir Aleviler Hepinizi Yakacağız’ Yazıldı! – soL
Savcı Usta: “Mahkeme Dink Kararında Ciddi Hataya Düştü” – Bianet
Kimin Çocukları ‘İşçileşiyor’? – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
4+4+4= Sermayenin Sömürüde “Yeni” Formülü – Ahmet YILMAZ – Sol Defter
ODTÜ Öğrencilerinden ‘Gülermisin Ağlarmısın’ Anketi – Emek Dünyası
Ateist/Dinsiz Faydası – Sarp KÜRKÇÜ – Bianet
Hayallerindeki Türkiye’nin Yasası! – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Avrupalılar’dan Hiç Farkımız Yok Vallahi – Düzce Yerel Haber – Taraf
Cumartesi Anneleri, Bakan’dan Hesap Sordu – ETHA
Ani BALIKÇI’dan Oğlu Sevag’a Mektup: Kişer Pari* Bir Tanem – Mine TUDUK – Radikal
Eylem Fetişi Üzerine Notlar I – Gökhan ERDOĞAN – Azad Alik
“dikenli gül’ün şairi”nin düşündürdükleri  – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Kadın Olmak ve Uzak Doğu’m – Büşra ERSANLI – Bianet
Mutluluk Pili – Bülent USTA – Birgün
Kaliforniya’dan Bitlis’e – Sedat ULUGANA – ANF
Kurtiz: Türkiye Yılmaz Güney’i Harcadı – Yüksekova Haber
Kadın Adamlar – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Amerika “1984” – Ergin YILDIZOĞLU – Sendika.org

WHTCLLR Artist Page via Soundcloud
WHTCLLR At Bandcamp
WHTCLLR At Soigne Tes Oreilles
Ekaros Official
Ekaros Artist Page via Soundcloud
Ekaros “The Hunt Is On” via Creative Space
Scuba Official At Twitter
Scuba Artist Page via Facebook
Scuba – -Personality Album Review By Andrew RYCE via Pitchfork
Svreca – Semantica Official
Svreca Artist Page via Resident Advisor
Svreca Interview By Paul HAYNE via Electronews
Stay+ Official
Stay+ Artist Page via Facebook
Stay+ Artist Page via Bandcamp
Autoclav1.1 Official
Autoclav1.1 Artist Page via Facebook
Autoclav1.1 “Embark On Departure” via Tympanik Audio

deuss ex machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. bu bağlamda ambient’dan – weird folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak dinamo fm’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Indigenous Pain By Meru Fumoto
Part Of Sculpture (Maralinga) By, Lin (Burralang) William McLintock Onus. Art Gallery Of Western Australia.

Meru Fumoto’s Flickr Page 

>>>>>Poemé
Neyi Anlatıyorum Ben Bir Ozan Çırağı Bile Olamazken – Yılmaz ODABAŞI

ışıdı
öfkemde dolandı gün allı-mor
neydi az önce
o zifiri karanlık
ağarmadan ortalık

selam civan dost
bozkır mı uyanan
güne dönmüş çorak toprak
seslerle hele yokla kendini

bahçesi olurmuş acılar ülkesinin
tomurcuksuz, çiçeksiz
çocukları oyuncaksız, şekersiz

önceleri böyle değildi insan
bir alageyik seker ormanda
mağrur, atik
acılar yürür insanlarla yollarda

insan,

ilkyaza vuran
öfkeye gül sunan
doğruya dost, eğriye düşman

sevda olmalı
karanın karanlığında
pusatsız
sevda olmalı
bir uçtan bir uca ağlamaksız

ve haber haber olmalı
ölümün sesi toktur
çocuklar duymamalı

bak civan dost
mevzilenmiş acı
bilenir toprağın avuçlarında

birşeyler demelisin artık
neyi anlatır duvaklı güzellikler
neyi anlatıyorum ben
bir ozan çırağı bile olamazken

 
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 377 – mae llyfr du cyfalafiaeth

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_377_–_mae llyfr du cyfalafiaeth

28 Kasım 2011 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak: 13Melek vs. Deuss Ex Machina
Konuk: Yiğit ATAK – Basatap / Post Express – 13Melek
>1<-Erkin Koray-Meçhul (Diskotür / Sublime Frequencies)
>2<-Kurt Vile-Baby's Arms (Matador)
>3<-Lambchop-Steve McQueen (City Slang)
>4<-Sylvain Chauveau-Et Peu À Peu Les Flots Respiraient Comme On Pleure (Noise Museum / Type)
>5<-Dustin O'Halloran-We Move Lightly (130701 / FatCat Records)
>6<-Beck-Lost Cause (Geffen Records)
>7<-Thurston Moore-Benediction (Matador)
>8<-Dakota Suite & Emanuele Errante-A Worn Out Life (With Cello) (Lidar)
>9<-Julia Kent-Overlook (Important Records)
>10<-Yo La Tengo-The Weakest Part (Matador)
>11<-Low-Tonight (Kranky)
>12<-Vic Chesnutt & A Silver Mt. Zion-Coward (Constellation)

                                         Mae Llyfr Du Cyfalafiaeth
                                                        (377)

Kısacık bir meram sınırlarında günün bunca yüküne, yüklenişine dair bir kelam daha eklemleyebilmek kolay mıdır? Sabahın kör vaktinde başlayıp akşamın pusunda tükeniveren günün koşturmacasından hemen sonra ne kalır ki akılda bu kadar henagemin ortasında. Ne kaldırılır ki insan dediğimiz varlığın, sade vatandaş olarak belletileninin usunda. Neye müsammaha gösterilmiş ki usda biriktirilenin yankısına dair çokça kelam eklentilenebilsin o garip dünyanın sınırlarında. Her şey iyidir hoştur da hala garip olarak tanımlandırılır. Yiyip içmek için emek sarf eder, karşılığında bir ayı bırakınız bir haftayı geçirmesinin, mümkünatların sınırlarında bile kayda geçirilmediği, tespit edilmediği bir kazanımla beraber tüket, tüket son kuruşuna kadar tüket dünyasında elindeki avucundakinden de bir an evvel olabilsin diye ekranın karşısında zihni iyice körleştiren bir dünyanın sınırlarına terki diyar eylenir. O küçücük kutuya göstereceği itimat ve özenle sanki daha güzel bir dünyada yaşadığını sanmasının zemini yoklanır, daimi olduğu üzere. Alışılageldikliği hep bilindiği şekliyle. Kendisinden, yaşadıklarından bir haber kıldırılınca, oralarda gördüklerinden her şeyde bir hayır vardır çıkarsamasına daha mı yakın durması beklentilenir yoksa böyle gelmiş böyle giderciliği bir gelenek olarak devam ettiren erkin bitmek tükenmek bilmeyen buyruklarına olur vermesinin yolları mı arşınlanır. Karar sizin, bizim; hepimizin.

Neticenin bulanıklığı, neticenin okunamazlığı bir yana bu kadar ağır gıybetin pat oradan küt buradan derlenip toparlanıp, ambalajlanıp, taksitlendirilip sunumlandırıldığı bir satıhda düşünmek, ama nasıl? Düşünmek bütün ön yargıları bir kenara bırakıp tamamen sorunun mabadını, merkezini göz önünde bulundururarak, eğmeden, bükmeden, lakinlerle, fakatlarla bölmeden, bölmeksizin tek bir şey için sadece ve sadece doğrunun kendisine vakıf olabilmek için. Bütünleşmiş, bütünleştirilmiş olanın nasıl da kolaylıkla tek bir bakış açısında damıtılmış olan, başka sese bırakınız tahammülü nefes almasını bile istem dışı belleyen bir sistem cangılında neye ne kadar, neye nereye kadar anlam atfederekten bir yol oluşturulabilir. Hap kıvamında haber demeye bin şahit ister şeylerin mevzu büyükmüş gibi sunumlandırıldığı, olması gerekenin değil olmaması gerekenin ekranı, sayfaları, sokakları işgal ettiği, yer yer daha doğru ifadesiyle iğfal ettiği güncellik içerisinde lazımımız gelen basitliğini korudukça meramı daha kolay anlamlandırabilir kılacak aynalamalardır. Meramı daha net bir şekilde çözümleyici kılacak kelamlardır öyle veya böyle. Bu kadar hızlıca ilerleyen bir katarın orta yerinde, kaçırmaya çoktan namzet olduğumuz seferlerin ardından da ahlanıp vahlanmamak için elimizde başkaca bir şansımız kalmış mıdır?

Belleksizliğimizi sağlamlaştırmak adına kurgunun her yerinde ortalığa salınıveren günün en anlamsız lakırdısının saatlerce tartışıldığı, bilmem ne dizisinde cereyan etmiş olay örgüsünün hikayesinden, bağlamından kopartılarak tam bugünün şartlarında neye ikbal ettiğini düşümleyebilmek çabası boşluğun ta kendisi değil midir? Boş zihinleri üretme sistematiğinin pratiği değil midir? Akrep ve yelkovan durmaksızın yer değiştirirken, hareketini sürdürürken griliğin üzerini böylesi hafifletilmiş konularla saklayabilmek hala söz konusu olması bile düşündürücüdür. Hala böyle bahislerin ekranları, hala böylesi çıkarsamaların yazılı metinleri işitsel algıyı “şekil” kazandırır kılması dertlenilesidir. Dert küpünün tam karşılığına yerleştirilebilecek bir konu yığını arasında bu ülkenin önceliklerinin hala neler olabileceğini kesitremeyenlerin, kestirip de işlerine gelmeyenlerin ennn olmadık çıkarsamalara olur vermelerinin, onların peşinde durarak, yollarını gözleyerek hiçbir şey söylemelerinin yegane bedbinliği bizleri yeterince kederlendirmektedir. Ya sizleri? Makus kaderimiz olarak tasnif buyurulanların nasıl apaçık bir biçimde belirli kasıtlar ve kazanımlar çerçevesinde şekillendirildiğini gözlemleyebilmek mümkünken üstelik. Bütün hinlik ortalıktayken üstelik. Bütün aymazlıklar zincirleme bir şekil içerisinde dolaşıma çıkartılırken üstelik. Ciddi ciddi sormak lazım gelmektedir halimiz gerçekten nicedir?

Nereye elini atsan orasında bir mahrumiyet bir can sıkıcı tevatür bir dert çoğaltıcı soruna ulaşılırken, hala bu mümkünken nereye kadar bu ali harikalar diyarında parodisi, trajedisi. Toz kondurmama, toz konduracak olanı işin ehillerine hedef gösterme çabalanışı, didişi. Korkunun yükseltildiği aslolanın anlamlandırılıp detaylandırılmadığı bu güzergahı betimlenebilecek şeyleri bile özenle seçmek, yazmak için oturduğunuz klavyenin, kalemin, defterin başında bile saatlerce tartıp biçerek, ölçüp hatmederek bir şeylere çabalanma bile hala mimlenebilmek için geçerli bir neden olarak sayılıyorsa neyimiz iyiye gidiyordur. Konuşamadıkça, talim ettikçe aynı teranelere bir bakmışsınız ki sesinizi bile işitemez olursunuz. Sesinizden yankılanmaya çalışan doğruların izini süremez olursunuz. Bugün gazetecisinden, emekçisine, öğrencisinden, vekiline, siyasetçisinden sade vatandaşına kadar mahrumiyetleri mütemadiyen güncelleyen, derdest etmek adına her durumu değerlendiren, değerlendirebilen bir ülkenin gerçekliğinde sessizliğin yükselmesinden daha korkunç ne olabilir. Üstten özürlerin, yahu etmeyin biz değil onlar yapmış bu teraneleri sahteciliğinin varlığını bu kadar yıldır sürdüren devlet denilen aygıtın tüm yapıtaşlarının bildiğiniz zehirli şarmaşıklarla donatıldığını öngörebilmek söz konusudur. Gerçekliği bir başka bahara terk ettikçe, önceden kestirilip biçimlendirilmiş mutlak doğruların hakimiyetine olur verdikçe daha farklı bir iklime ulaşamayacağımız artık kesindir.

Çokça hasbıhal eylememize rağmen nasıl da pundu bulundu mu aynı teranelerden yeni yalanlar üretilebildiğinin afaki yansıları istenci örselemeye devam ediyor. Yalanlarla donatılan güncellik, yalandan özürler, yalandan demokrasi söylemleri, yalandan hakikat peşinde koşturmacalar kısacası sahneyi komple unutup her ne varsa sadece kazanım, her şekilde kazanım prensibiyle dönüştüren muktedirlik kelime oyunlarına gerek bıraktırmaksızın karanlığın sınırlarını genişletip, nefes almayı mümkünsüz kılmaktadır. Böyledir. Tahammül eşiğini çoktan aşağılara çekmiş olan algının karşısında betimlenenler birer uyarıdır görmesini bilenler için. Afaki nefretin, boyuna vicdan mahlası! üzerinden enikonu daha fazla giyindirmenin, adaletsizliğin tesisinin, hakkaniyetin ılgasının, sıfır sorunun ne demek olduğunu belleğe hatmettirendir bunca yaşanmışlıklar. Halen yaşatılmaya devam edenler, az aşağıda, az beride, sağda solda çıkıvermeyi hala başaranların, seslerini ve imlerini kaybetmemeye gayret edenlerin dolaşıma çıkarttıkları tümcelerden de teyit edilebileceği yaşanmışlıklar. Yaşatılanlar. Gelip vardığımız nokta başkasının, erkin kazanımlarının yanında sanki ‘dertsizmiş’ gibi gösterilmeye devam edilenlerin nasıl önceliklerinin bulunduğunu da hakkaniyetle anlaşılır kılmaya yetecektir bir kere daha. Bugünümüz bu kadar griyken yarına ulaşabilmenin, yalanlardan kurtulmayı istemek ile sağlanabileceği uzun yolun ilk aşılası engelidir.

Saflığını enikonu yitirmiş, duyarlılığını daimi taca çıkartmış, vicdanının yükünü makus kaderimiz n’apalım diye bellemiş, bu uğurda didinmiş cenahın sunageldikleri ve yapabildikleri şeyleri toplayıp çıkarttığımızda karşımızda dimdik konumlandırılmış bir duvar gibidir yalanlar. Sarılıp, sarmalanıp, her aralıkta olup biteni anlamlandırmak adına kullanageldikleri dilden, kendileri gibi olmayanlara reva gördükleri hiddetten, eşiği aşındıran, başkalaştıran, dönüştüren uygulamalarına, üniformalı vesayetin can yakıcı örneklerinden az çekilmiş gibi yenilerini kervana düzme konusunda yine yeni yeniden çabalanımlara girişenlerin sığınağı haline dönüşen yalanlar. Toptan tahakkümün, iş bu statükonun merkezinde durmaksızın ileri demokrasinin perakende uygulamalarını hayata geçiren!, vitrine yerleştiren, dönüp dolaşıp aynı terabeleri janjanlı ambalajlarla süsleyip yerseniz yapanların fırsat bu fırsattır diyerek hegemonyaları altında unutturabildiklerini bu aralıkta çoğaltabilmek adına el altında tuttukları yalanlar. Dört başı virane, dört başı derbeder, dört başı bunca dert nedir sonu getirilir mi belli olmaz bir akışta, mütemadiyen yinelenen yalanlar. Magazinleştikçe ana akımındaki rotası şaşkın medyasından, şirazesinin, ayarının esas olarak kaçtığı adaletine, gündelik önceliğin değil çok sınırlı sayıdaki mutlu azınlığın çoğunluk karşısındaki kazanımlarını, yaşayışlarını! toz pembelik bir memleket masalı olarak nakletmeye devam edilen, her daim ettirilmeye gayret gösterilmesine aracılık eden yalanlar.

Handiyse ayrılmaz bir parçamız olarak George Orwell’in 1984 yazınının, genişletilmiş versiyonuna zemin sağlayan yalanlar. Kestirilip alıntılanan, her yapının romandakinden daha fazla yıkımı beraberinde getirmesini mümkün kılan yalanlar. Süreklilik, süreklilik adına hangi aymazlıkların önünün açıldığını muştulayan yalanlar. Konuşmanın, fikrine sahip çıkmanın namümkün kılındığı bir zamanın payandası olan yalanlar. Vavelyalarla, gümbürtüye getirilen şeylerin enikonu hepimizin geleceğini şimdiden ipotekleyen, bir yapıya dönüştürüldüğü bu kadar aleniyken, demokrasi tabelasının o da yavaştan, çaktırmadan vidalarının gevşetilmeye çalışıldığı bir süreçtir hasılı kelam, bir sürecin daimi üyesidir yalanlar. Hakkaniyetin unutuşlara, adaletin zaman aşımına, temel hak ve özgürlüklerin bir başka bahara, internet filtresinden tutunuz gerçek sansürün gizlenmesi mümkün olmayan nice örneklemlerine kadar çeşitlendirildiği, sığlaştırılıp, tektipleştirildiği bir ortamda aleni doğruların vakti gelecek midir Doğrunun, yüzleşmenin, köşeleri kırılmamış sipsivri yanıtların yerine başkalarının ikame ettirilebileceği, ayrımcı bakışımların-ben erkim, ben muktedirim ötesi lafı güzaftır çok bilmişliğinin sonunun getirilebilirliği de söz konusu mudur? Bu kadar grinin tonlarının hakimiyetini ilan ettiği bir sahada, bunca tersine işletilmiş algıyı dönüştürebilecek dermanımız, birbirimizi susturmaksızın dinleyebilecek sabrımız, her şeye ve her duruma karşı önce “insan” tavrını kollayacak, koruyacak amasız, fakatsız niyetimiz kalmış mıdır?

Düşüne düşüne ulaşabildiğimiz karşılığını hep muallak menfii bakiyeler olarak edindiğimiz, bunca yaşanmışlıktan sonra bunlar bir kere daha düşünülesidir! Bir kez daha hayatın tüm yalanlarına karşı doğruları savunabilmenin zamanının söz konusu olmadığını her an ve her şart altında gereklilik olduğu belirgindir. nettir. İş bu aralıkta yansıyan mütedeyyin tasvirlerin, yaptırım ve tahakkümlerin hep bir tornadan, salt suskunlaştırabilmek amacı taşıdığı okunabilecektir. Salt, benzerlerini hiç de arattırmayan, düşünsel soluğu, işitsel algıyı ve görsel hafsalayı müdanasız bir yaftalayış silsilesi ile çizgi dışı ilan etmenin karşılığıdır içinde yaşadığımız günlerin tortusu. Sorunları yok sayarak, önemsemeyerek bazı eşikleri çoktan aştık diye buyururken erk aba altından sopa sallamaya devam etmektedir. Yasal zemini, konuşabilirliği engellemeye doymadıkça, her ses çıkartanı muhalif olarak tanımlandırıp, operasyon çatısı altında mahpsulukla buluşturması doğru düzgün iddianamesi olmaksızın yargı önüne iteklemesi, masumiyet karinesini çiğnemek adına ucu boş, çoğu kof binlerce tevatürün yaygınlaştırıldığı, dedikodunun olağanlaştırıldığı b’iklim olağandışılığın normalleştirilmesi sürecinde neleri geride bıraktığımızı, damıtılan olay örgüsü içerisinde her birimizin başına gelebilecekler, fişlemeler, fişteklemeler, el oğlu belletmeler, hain muştulamalar, bu yalanlarla donatılmış en başından bu yana değinmeye gayretkeş olduğumuz demokrasinin yaşatılabilirliğini de tehlikeli bir evreye taşımaktadır:

Yetersizliğin kafi cehaletin ehil, şiddetin müsbet, sorgulamaya gayretkeşliğin kuraldışılık olarak sunulduğu bu satıhda “yüzleşmek” de gösterişli, bol mübalağalı bir piyesten farksız olacaktır. Hakkaniyetin, gerçekliğin önüne çekilen her bir yalan setiyle ne bugünümüz düzgün, ne yarınımız daha iyi olacaktır!…….

İstediğince yalın görünsün göze,
Kuşkuyla bakın
En küçük bir olaya bile!
Sınayın gerekli olup olmadığını,
Hele “alışılagelmiş” türden ise!
Açıkça istiyoruz şunu sizden:
Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni!
Çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli;
Şu kanlı kargaşanın, şu düzenli geçinen düzensizliğin,
Serserice başına buyrukluğun,
Ve insanlarla ilintisini yitirmiş insanlığın
Egemen olduğu dönemlerde kimse demesin:
Doğaldır bu olup bitenler; böyle denmesin ki,
İnanılsın her şeyin değişebileceğine.

Bertolt BRECHT

>>>>>Bildirgeç
Mis gibi sonbahar… İstanbul’un ağaçları güzellikte birbiriyle yarışıyor. Rüzgâr estikçe, bir sokak arasında başımızdan aşağı alev renginde yapraklar yağıyor. O an her ne için koşturmakta isek, bundan çok daha hayati bir şeyler olduğunu anımsatmak ister gibi.

Yaşarken hayatı unutmak, insan denen varlığın tuhaf çelişkilerinden biri. Bir de tabii, kimi zaman hayatı hatırlamamıza izin vermezler çünkü o zaman otomatik pilota bağlanmış rutinimizi sürdüremez, kısa devre yaparız. Misal, o yaprakları fark etmiş ve gülümsemişsek, anılar eşliğinde zamanın içinde ileri geri sürüklenir, o günün sıradan akışıyla hiç ilgisi olmayan şeyler yapmaya kalkabiliriz. Ve düzen, sıradışılıktan nefret eder.

Oysa dünyanın en akla ziyan şeyleri sıradan gerçekliklermişçesine dayatılırken, en çok da bu sıradışı, öznel sığınaklarımıza, bize aslından kim olduğumuzu hatırlatan, kendimizi unutmamıza engel olan boyutlara ihtiyacımız var. Cesaret dediğin de zaten var olana katlanamamaktan başka ne ki?

Operasyonlar sürüyor… Eski milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler, parti mensupları, belediye başkanları, avukatlar içeride. Şafak vaktinde ya da gece karanlığında kırılan kapılar var. Tecavüz edilen mahremler… Sözün tutsaklığında silahlar konuşuyor ve silahların konuşmasını meşru kılan zemin sanki itinayla korunuyor. Oysa ateşkesin barış anlamına gelmediği tecrübeyle sabit. Öfkenin sağaltılması, kinin anlayışa akıtılması hep söze, konuşmaya, birbirini işitmeye ve nihayetinde güvenmeye muhtaç edimler. Bunlar olmadan daha kaçıncı kuşağın hayatını da ipotek altında tutacağız? İşkencede, sürgünde yılları heba edilen koca bir kuşaktan bir özrü, adalet hesaplaşmasını esirgeyerek demokrasiyi hangi yamasından tutturacağız?

Şehrin uzak çocukları

Çocuklar hâlâ daha antlarla güne başlayıp aynı içi boşalmış kalıpları tekrarlıyor. Hâlâ daha düşmanlık dolu satırları tarih bilgisi diye okuyor. Sınavlar yüzünden arkadaş değil, rakip edinip iflah olmaz bir bencilliğin pençesinde kıvranıyor o çocuklar. Şehrin bir yanı koca koca sitelerin steril yalnızlığıyla çevrili. Girişte güvenlik birimleri… Yani, dışarısı, o sınırın ötesi tehlikeli. Böyle yaşanıyor işte. Çocuklar o sitelerin geniş alanlarından okullara ışınlanıyor servis araçlarıyla. Beri tarafta duran İstanbul’u hiç bilmeden İstanbul’da yaşıyor.

Enine boyuna genleşen şehrin uçlarında yokluğa doğan çocuklar da, kondukları alan kadarını tanıyor hayat diye. Eğitim yıllarında başlayan eşitsizlik, kader adı altında doğal bir hale bürünüyor. O doğallığa karşı ya büyük bir öfke ya da kişisel mucizeyle direniyor şehrin uzak çocukları. Ama büyüdüklerinde de içlerinde hep bir rüzgâr esiyor.

Zamanın her şeyi zalimce değiştirdiği bu şehirde hâlâ sürekliliği sağlayansa çarşı pazarlar, küçük dükkânlar ve Arnavut kaldırımı yokuşlar. Oralarda koşturmacalarımızı gülünçleştiren, bizi azıcık soluklanmaya sevk eden sağduyulu bir sükûnet var. Kimsenin acelesi olmayan bir düzlemde, “Nasılsın?” sorusunun karşılığını retorik niyetine değil, gerçek anlamda bir hal hatır sorma olarak yanıtlayabiliyor insan. Kaldırım taşları kim bilir kaçıncı kez ve hangi müteahhidi zengin etmek üzere kırılıp yeniden döşenirken o yamru yumru yokuşlarda tarihin tanığı taşların arasında ot bitmiş. Taşın arasında ot bitebilen bir dünyada insan umuttan vazgeçer mi?

Ama umut dediğin de tutarlılık ister. Bir yanda tarihin acıları gündeme gelmişse ve paylaşılmaya başlanmışsa, o paylaşım her şeye terör gözüyle bakılan, tanımların muğlaklaştığı ve korkunun, tekinsizliğin hava niyetine solunduğu bir ortamda inandırıcılığını yitirir.

Yaşamanın politikası

Hayatın nasıl da küçük ve görece önemsiz ayrıntılarda gizli olduğunu bilen şairler, yaşamanın politikasını sunar aslında. Bu küçük ölçekten yola çıkmadan girişilen büyük dönüşüm projeleri havada kalacaktır nasılsa.

Üzerine titrediği özgürlüğü kerelerce elinden alınan ama kapalı kapılara inat, kalbini başka türlü bir hayat ihtimaline açan Nazım Hikmet, yaşamaya dair öğütlerini yaşanmışlıktan damıttığı için bu denli etkili bu denli unutulmaz.

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.

Kaçak bir güneşin altında elinde çayın sokakta otururken, karşı kıyıları seyrederken bu insani keyfin zûl gelmemesi için aynı anda birilerine hayatın sebepsizce zindan edilmediğini bilmen gerek. Sen görmüyorsun diye, kötülük yok olmaz. Geçmişin acısı, bugün için ders alınmamışsa, gelecekte daha farklı yaşanmayacaksa, sağalmaz. Birbirine uzak kıtalar gibi bakan insanların toplamından halk olmaz. Sevinçte, kederde ayrılanların yaşadığı ortak topraktan da memleket olmaz. Zaman bizi bir bebeğin gevrek kahkahasıyla sınar, onun koca gözleriyle izler. Bir hayatı nasıl yaşadığımız, atalardan miras, çocuklara emanet umutla sınanır en çok. Sabah işe koştururken arabanın motoru üzerinde bıyıklarını titrete titrete uyuyan bir kedi, şahit olur verdiğimiz söze. Yaşamın hakkını verelim her şeyiyle, inat diye…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Karin KARAKAŞLI’nın “Yaşamak Dediğin” başlıklı makalesi bu meram sathının tüm kapsayışına bir ek okuma parçası olarak değerlendirilebilir. Yazarın ve Kronik Muhalif sitesinin anlayışlarına sığınarak metni sizlerle paylaşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #371 (17.10.2011)  
Titreşim / Deuss Ex Machina #372 (24.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Yaşamak Dediğin – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
Büşra ERSANLI: Düşüncelerimizden Dolayı Rehin Alındık – Evrensel
“Rastlardım Avluda Hep Volta Atarken…” – Cnn Türk
Umutsuzlar… – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Gündem – Murat YAYKIN – Birgün
Adil Yargı, Acil Sonuç! – Umur TALU – Habertürk
Bunlar Tanınmamak İçin Kestirmiştir Saçlarını – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Tarihçilere Bırakamayacağımız Şeyler Listesi – Yücel SARPDERE – Evrensel
Bir Kez Daha – Aslı ERDOĞAN – Özgür Gündem
Taksim’den Tek Ses; TMY Kaldırılsın – Etkin Haber Ajansı
Selahattin DEMİRTAŞ: Çocuklara El Konulmasına İzin Vermeyiz – ANF
“Tutuklamaları Normalleştirmeye Çalışıyorlar” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Tutukluları Da Tutuklayın… – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Sabahat AKKİRAZ: Siz Maraş’la Sivas’la Yüzleştiniz Mi? – Bianet
1915: Katiller ve Kahramanlar – Orhan Kemal CENGİZ – Radikal
Vedat TÜRKALİ: Kemalist Rejim Çok Zalimdi – Demokrat Haber
Komutan: Kürtleri Stadyuma Toplayıp İmha Edeceksin – Zeynep KURAY – Birgün
Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz? – Mithat SANCAR Söyleşisi – Arife KÖSE – Altüst Dergisi
Kürtler ve Demokrasi: Bir Kurt Masalı – Nuray MERT – Milliyet
Barış Sürecinin Aktörleri – Mithat SANCAR – Taraf-Düzce Yerel Haber
Hastalıklı Görünümler – Hakan TUNÇ – Jiyan
Erdemli Özür, Kibir Özrü – Selçuk CANDANSAYAR – Birgün
Devlet, Kürtleri Türk Olarak Doğurmak İstiyor – Özgür Gündem
11.018 Gündür Onu Bekliyorlar – Işıl CİNMEN – BiaMag
Çevik ve Zabıta Bir Oldu, 11 Liseliye Saldırdı – Sol.org.tr
İran’ın ‘Vururuz’ Açıklaması, Malatya’yı Tedirgin Etti – ANF
Hayata Dönüş’te Süpriz Tanıklar – Yeşil Gazete
Niye Hâlâ Sosyalistim – Roni MARGULIES – Taraf-Düzce Yerel Haber
Olmazsa Olmaz – İlhan Kamil TURAN – Muhalefet.org
İleri Engizisyon – Kadir CANGIZBAY – Birgün
“Tayyip Erdoğan’a Biat Etmemiş Bir Adamım” – Cumhuriyet
Dersim 1938 ve Bugün! – A.Cihan SOYLU – Evrensel
Dersim’in Gözyaşı Halen Nemlidir – Hüseyin ÇELİK – Muhalefet.org
Bekaroğlu’ndan Dersim Katliamı Bombası! – Cnn Türk
Keşke – Mesut ODMAN – Sol.org.tr
Vicdanın Kabulu Mü, Reddi Mi? – A. Hicri İZGÖREN – Özgür Gündem
Doğayı Koruyanlar Vatan Hainiymiş! – Yeşil Gazete
DİSK: Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında – Bianet
Ülker Sendikalı İşçi İstemiyor – Emek Dünyası
John Bellamy FOSTER: Küresel Yedek Emek Ordusu ve Yeni Emperyalizm – Gerçeğin Günlüğü
Wall Street İşgali, Sınıf Mücadelesidir – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
ay abla – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu

Erkin Koray via Anatolian Rock
Erkin Koray – Meçhul: Singles & Rarities Album Critic By Joe Tangari via Pitchfork
Kurt Vile Official
Kurt Vile – Smoke Ring For My Halo Album Critic By Maura MCANDREW via CokeMachineGlow
Lambchop Official
Lambchop Informative via Wikipedia
Sylvain Chauveau Official
Sylvain Chauveau via Café De Pass
Dustin O’Halloran Official
Dustin O’Halloran – Vorleben Compilation Sampler via FatCat
Beck Official
Beck – Sea Change Informative via Wikipedia
Thurston Moore Official
Thurston Moore – Demolished Thoughts Stream via NPR
Emanuele Errante Official
Dakota Suite & Emanuele Errante – The North Green Down Album Critic via The Ambient Blog
Julia Kent Official
Julia Kent via Son Yudum
Yo La Tengo
Yo La Tengo At Brooklyn Bowl – Yiğit Atak – 13Melek
Low Official
Low – Live On KEXP
Vic Chesnutt via Wikipedia
Vic Chesnutt: A Tragedy Foretold In Song – Louis PATTISON via The Guardian

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
In Cold Blood By SonOfJordan
SonOfJordan’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Yirminci Yüzyılın Portresi – Czeslaw  MILOSZ

Kardeşçe bir özen dolu, gülümsemenin ardında,
Nefret eder, iktidar diyalektiğinin kurbanı gazete okurundan.

“Demokrasi”ye çağırır hep göz kırparaktan.
Yalnızca nefret eder insanın bedensel zevklerinden,
Hiç unutmaz yiyip yiyip çiftleşenleri,
Tümünün boğazını kesivermektir derdi.
Genel öfkeyi durdurmak için önerisi: dans ve garden-parti.

“Kültür!” der  “Sanat!” der, ama bunlarda gördüğü
Bir sirktir, ne fazlası ne eksiği.

Tamamen tükenmiştir, bitmiştir.

Uykusunda ya da ameliyat masasında, “Tanrım, ah Tanrım!” der
Kendisini Mithra ile İsa’ya tapınmayı birleştiren Romalı gibi görür.
Eski inançlara bağlıdır hâlâ bağlıdır, bazen de kendini şeytanın elinde sanır.
Geçmişe saldırırsa da istemez tümden yıkılmasını,
Korkar kafasına başka dayanak bulamamaktan.
İskambili, satrancı, en çok da kendiyle tartışmayı sever.

Bir eli Marx’ın yazılarının üstündedir, ama gizlice İncil okur.
Tükenmiş kilise ayinlerini alaycı gözle izler.
Dekoru: At eti rengi yıkılmış bir kent.
Elinde: Ayaklanmada öldürülmüş bir “faşist” oğlanın not defteri.

Çeviri: Okay GÖNENSİN
Kaynakça: Şiir