Deuss Ex Machina # 431 – nobody,not even the rain,has such small hands

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_431_–_nobody,not even the rain,has such small hands

24 Aralık 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<
x. Stable Mechanism – Heads & Dimensions (Platforma-LTW)
xx. Stable Mechanism – Ice Oceans (Platforma-LTW)
xxx. ASC & Ulrich Schnauss – Theta (Auxiliary)
xxy. ASC & Ulrich Schnauss – Pyramids (Auxiliary)
xyx Sam KDC feat. ASC – All Roads Lead Somewhere (Veil)
xyxx. Sam KDC – Captured (Veil)
xxxz. Amen Ra – Low Maintenance (Keysound Recordings)
xxzzx. Amen Ra – One Toke Wonder (Keysound Recordings)
xxnxxx. Tunnidge – Twenty 12 (Deep Medi Musik)
xnxxxx. Tunnidge – Orion (Deep Medi Musik)
xxyxxxxx. Kryptic Minds – Rule Of Language (Osiris Music UK)
xxxbxxxxx. Kryptic Minds – The Divide (Osiris Music UK)

nobody,not even the rain,has such small hands
(431)

hayatın neresinde durduğumuzu hangi odaklarından nereye doğru yollandığımızı neresinde düz, neresinde eğrelti neresinde kararsızlık tarlalarında dolaştığımızı açık eden, belirgin kılan bir bütünlüğün parçalanmış haleti ruhiyelerinde nefes almaktayız. devinimimiz zorunlu gereksinimlerimizin yanında aslen en elzem olanlara karşı neler yapabildiğimizi yahutta yapamadığımızı meydana çıkartan bir görüngü toparlamasıdır. bir yahut daha fazla kararsızlık menzilinin birbirlerine rastgele, yeknesek makamdan çarpıştırıldığı senin sözün benim sözüm, senin dilin benim dilim, senin adetin benim adetim, senin meskenin benim meskenim diye uzatılarak gidebilecek bir karşıtlıklar kontrastında hayatın ne olmadığını idrak etmeye devam ettiğimiz bir deneysel sahanın ahvaliyiz. deneysellikten kasıt ha’bire kafamıza kakılıp durulan her ne olduysak o değil, her neyse o yanlış olarak onanan ona doğru koşaradım, doludizgin koşturulmamızın beraberinde taşıdıklarıdır. şekillenmiş doğruculuğun o yekten, tektipleştirildikçe başkasına nefes aldırmayan, düşündürmeyen, kararsızlığı normal belleten bir simyanın, eğrelti olanın düpedüz layığınız buydu hakkınızı teslim edelim artık seviyesinde derlendiği bir güncellik, gücümüzü, iflahımızı kesip durmaktadır.

sesin soluğun, meramın ve anlamın peşinden gidilmesinin farazi bir duruş olarak resmedilmesinden bu yana gündem ben ne dersem odur bahsinin etrafında dolaşıma çıkan muktedir algısının tam teşekküllü, donanımlı yapılandırmaları ortası beirgin sonu malum olan bir çizginin devamlılığını göstermektedir. gösterilen anlık kırılmaların, karşılıklar, karşılaşmalar içerisinde tahayyül ettiklerimizin değil beklmediğimiz yerden soruların çıkartılmasıdır. doğru düzgün bir tahayyül yahutta perspektif algısı olmadan entelektüelliğin daraltımının ilavesi, katkısı yok onu böyle demeseydik, bununla ilgili fikrinizi gözden geçirseydik kararsızlık anlarının toparlaması müştemilatın bütünlüğünde esas yeteneksiz sizsiniz türkiye portresini okuyabilmeyi kolaylaştırmaktadır. hazıra konulmuş her yeri törpülenmiş, sadelenmiş, sade suya tirit lafazanlıklar derdin kendisine kıymet vermezken hala gık v guk ikilisi ile şerh konulmasının iktidarın değirmenine su taşımaktan başka da bir işe yaramadığını fark ettiğimiz güncelliğin ortasındayız. şimdisindeyiz. ne feylezofik, ne de sokağın kendi seslenişinde karşılaşma buluşma vesair anlamlandırmalar ya da fiilllere denk gelmeyecek bir karaşınlık payımıza düşen, düşürülen daimi bir biçimde yıkımın kendisidir. nesnelliğidir.

avaz avaz çığlıkların paramparça edilmesi, üzerlerinde per per tepinilmesi, suskunlaştırmanın olağanlaştırılması gibi devamında eklentilenebilecek nice algı daralatımı hamleleriyle beraber bu cennet vatanın, cinnet kuyusuna dönüştürüldüğünü gözlemleyebilmek alenen mümkündür. görmemiz için teşvik edilenlerin, alttan alttan desteklenenlerin yanında hiç haberdar olmamamız gerekenlerin nasıl usul usul kenardan silindiğini, devre dışına, çerçevenin ötesine taşındığını idrak edip farkına erdiğimizde sanırız bu dediklerimizin karşılığı daha net anlamlandırılacaktır. unutturmak fiilinin neredeyse aralık verilmeksizin süreğenleştirildiği bir yerde durup ne oluyor yahu bahsinin etrafına iliştirilesi ne çok azap, gıybet, fecaat vardır. bir kere denediniz mi? heyhulanın içerisinde ortalığa salınıp durulan, iki gün bilemediniz üç gün konuşulup, nadasa terk edilen acıların bileşenlerinden sonra üç yüz altmış beş gün v altı saatin hesabını kitabını yapsak neye yarayacaktır! ne gördüysek salt bir karaşınlık, ne bellediysek afedersiniz ne mal olduğumuzu çemkirip duran bir algının bütünlüğüdür.

her şart altında olmamız gerekeni sır gibi sakladıkları dayatımların başka unsurlarını gün yüzüne kavuşturan erkin hamleleri karşısında özet geçmektense neticeleri gözlemleyebilmek bu meram sahasının az ötesinde ilgilendiğimiz sitelerin, portal, blog vs. aparatlarında iliştirilmektedir. sunulmaktadır. yargıların dönüştürüldüğü, aleni hedef almaların kolay bir yöntem olarak bellendiği, eskinin unutuşunun ne acılara mal olduğunun hatırda yer etmesine karşın halen ısrarla aynı yolların bir kere daha arşınlatılmasının karşısında dil neylesin, kelam ne yapsın tek başına. bir şey yapmalı kısmı elli yıllık bir slogan olmaktan başka işlevsellik kazandırılmadıkça. suyu çoktandır belirli bir seviyenin üstünde çekmeye başlayan, çekmiş olan, suyu alan bu geminin yolcularıyız ya o hesaptan ilerlersek kastedişlerin ardından yüzleşmeksizin nasıl nefes alacağız; ne hakla!. benim dediğim olur bahsinin emir demiri keser biçimleri ankara’dan istanbul’a, izmir’e bilindikliğin kocaman plastik metropollerinden tâ colemerg’e, amed’e, qileban’ın roboskî’sine, besta’nın haritalarda yerin dahi gösterilemeyen yok sayılmış yerleşkelerine, dört dağın arasında kalakalmış dersim’ine uzanan bir secerede böylesine zincirleme bir bütünlükte inatla zapt etmeyi sürdürürken dertlerin hangi birisinden dem vurmalıyız. neresinden başlamalıyız.

kolay lokma zannedilen esasında bildiğin ağır kaya nerende yük edinmek istersen oranda yüklen ya da taşı diye belirginleşen bu zehirli sarmaşıklarla örülü devlet algısının hiçbirimiz için şu yaşamı düzeltmeyeceği gerçekliğidir. söz konusu olan. kocaman bir yılı süre olarak ömürden belirli bir parçayı ardımızda bırakırken yanıtsız bırakılmış sorunlarımızın peşinde dolaşıp durmaktayız. gözümüzden akan yaşların hesabının o akıttığınız yaşlar bölücülüğe hizmet etmektedir, yeriniz yurdunuz neresi bilmeden, kafanıza dank ettirmeden sahibinize itaat etmeksizin olur olmadık seslenişlerinizden tabî ki hesap soracağız, gün de gelecek bunu yapacağız bahsinin diri tutulması nasıl sağlıksız bir toplumsal dönüşüm ile hemhal olduğumuzu anlamlandırmaktadır. birbirinin turnusol kağıdı gibi temize çeken hır gürün, şiddeti olağanlaştırması, beğenmediği her neyse ona karşı tahakkümü kolay kolay en kolayı o dikenleri batırmak, derdest etmek, yaparız inceden güzellikler hesabıyla rotası şekillendirilen, linç güruhlarına, üniformalı, formasız hizaya çekici mangalara bir ya da daha fazla sınırın içerisinde tutacak yardımcı ile sağlaması yapılan bir denkliktir bu kast ettiğimiz.

söz konusu vatansa tüm linçler teferruattır. söz konusu birlik ve bütünlük ise ölümler olağandır. söz konusu kardeşlikse o ev işaretlemeleri tamamen sevgi göstergesidir. söz konusu et tırnak ilişkisiyse roboski kırım değil afedersin mehmet mi ahmet mi! vur emrini verenlerin anlamadığı bir hatadır. söz konusu demokrasi ise bu olanlar tamamen onu ileriye taşımak içindir. söz konusu kürt sorunuysa bir elli sene sonra bir şeylerden özür dileyecek birileri çıkacaktır yerseniz. söz konusu ermeni, süryani alevi sorunuysa eğer açılımlar bütün o sorunları yerlebir etmiştir daha ne isteresiniz bre zındıklar!. hakkaniyeti yok ederek, sergüzeşt makamda yalana dolana, hiddete ve şiddete kucak açarak ilerleyen, koşan bir ülkenin perspektifinde nasıl olumlandırılabilir ki bunlar diye düşünmek halen geçerliliğini korumaktadır. cılkı çıkartılmış olan pespayeliklerin müsameresinde her defasında sahneye konmaya devam eden algı siz anlamazsınız, siz bilemezsiniz, siz yapamazsınız denklerinden dolaylarından hareketle kotarılan bizler yerine alınan kararların salt günü değil geleceğimizi de ipotek altına aldığının bilindikliğidir.

son kertede odtü’de havaya atılan gazların, bir sene önce yılbaşı arifesinde roboskî’de yağmur gibi yağdırılan bombaların, dur durak bilmeden hiddete yol verdirmeye namzet laf salatalarının yanında yanı başında ne oluyoruz sorgusu, ne yapmalıyız kısmı albenisini hala! hala korumaktadır. düşünmedikten sonra sorun yoktur. ses etmedikçe slogan atmadıkça, sloganlardan bağımsız bir biçimde hayatta varlık göstermedikçe bütün bu erkanın sağladığı moderen türkiye resminin bir hatalar, zincirleme yanlışlıkların birlikteliğine aymadıkça, uyanmadıkça daha çok masal işiteceğimiz gerçektir, haddizatında. beşerilerin koltuklarında evladiyelik olduklarını sanan yönetenlerin iki dudakları vicdan ve akıl tutulmaları etrafında şekillendirilenler, neticeye kavuşturulanlar söz konusu ülkenin kendisiyse yeterince açık ve seçik bir biçimde parçalanmışlığımızı ileriye çıkartmaktadır. sonuç kabilinden öne sürmekte her ne olduğumuzu ikide bir tekrar eden bir sonucu karşımıza çıkartmaktadır. anaakımın bütünlüklü uyumunda, darbelerle yüzleşirken! şimdinin darbelerine korunaksızlığımız salt bir cümle olmaktan öte hakikati tanımlandırmaktadır. görebilene.

teferruat, belagatli dil, tahakkümperver kalkışmalar, ustaya saygıda kusur etmemeler, ileri demokrasi bileşenleriyle akademiya’nın yüz karası kuzubeylerin! refakatlerinde onuncu yıl marşısının dönüştüğü hal iç parçalayıcıdır. (ulusolcu falan değiliz elhamdüllillah) herkeşler kck’li, illa ki tererist, olmadı bölücü, böldüren, haddini bilmez, vatandaş mı onlar bayağı böyle çook konuşan zavallılar sürüsü olarak nakş edildiği, atfedildiği, öğrencisinden akademisyenine, sıradan vatandaşından, emeğinin peşinde hayata tutunmaya çalışanlarına böyle bir ülke tahayyülü hayaldi şimdi abesle iştigal olmasa gerçek gerçekliğimiz! budur. masallar denk getirilirken ilerliyoruz, büyüyoruz, gelişiyoruz falan filan bildiğiniz medeniyet eşiğimiz ilkel çağları aratmatmayan bir seviyedeyken kelam malesef bir başına yeterli gelmeyecek. sözcüklerin şefaati tek başına bu gayya kuyusundan çıkışımızı sağlamayacaktır. bırakıldığımız, yalnızlaştırıldığımız, her ne olduğumuzun kafamıza kakıldığı koca bir üç yüz altmış beş günün ardından masalın sonu, sonlandırılması nasıl olacaktır yaşarken göreceğiz!. yaşarken belleyeceğiz.

şatafatla takdim edilenlerin hamurunda iğneleyici, daimi surette yaralayıcı, derdest etmenin ön koşulu olarak yaftalayıcı, perspektifin dil ve betimlemenin, güncenin dahilinde asılı duranların mevzubahis edilmemesine uğraş didiş canhıraş bir biçimde el verildiği bir aralıkta, takvimlere göre aralığın da sonunda işittiğimiz masallar tazelenir, durulur. bir biçimde yeknesaklaştırıldıkça kurgu ya da bir mizansen içerisinde yaşamadığımızı enikonu anlayabilmemize vesile olan bu çerçevenin sağının solunun allanıp pullanmasıyla bunun tadından yenmeyecek bir masal halinde sınıflandırılma gayreti şimdinin hakikatlerinden birisidir. böylesi bir vurgulayış ile hangi arada, derede ne dolapların çevrilmeye devam edildiğini fark edebilmemize olanak sağlayan bir “görüngü” hasıl olur. alelade saçmaların günün getirdiklerinde etkisi, dönüşümü, gelişimi yahutta alıkoymasının dinamikleri ortaya çıkmaktadır. gerçekliğimiz olarak ad verdiğimiz muktedirin bakışımının enikonu daralmasının, kapsamı v kapsayıcılığının ironi kaldırmaz bir eşiğe evrilmesinin, hiddeti, şiddeti, handiyse olmazsa olmaz bir unsur, el altında tutulacak yardımcı bellemesi beraberliğinde hiçbirimiz için o masallardan kaçış olmadığı günün dahilinde yinelenmektedir.

yinelenen sürü dahilinde sessiz kalmaya, olabildiğince gürültü çıkartmamaya, muktedire karşı laf, söz geliştirmemeye, eyleme girişmemeye dair tavsiyelerin uygulamalarıyla görünürlüğü, bilindikliği arttırılan masallardır değindiğimiz, işittiğimiz. gerçeklik genel resmin, ötesinde berisinde bunca yarayı, yazgınız budur diyerek sunulan yıkımları, hezimetleri, acı reçeteleri, şifa etmeyen dağarcıkları kinin şiddetin aslında kimlerin ellerinde nasıl kotarıldığını yine yeniden anımsatırken masal anlatmaya devam edilmesinin bütünlüklü bir anlam mahrumiyetini, her ne oluyorsa fena oluyor bahsinin önünü ardını, tamamen denkleştiren ve eksiksiz bir biçimde engellemelerin süreğenliğini hafızaya nakşettirendir. seyirliklere alıştırılmış belleğimiz için her anın bir sınav halini korumaya devam eden yörüngesinde karşılaşmalar ayrıntıların değil acının alt metinlerini, dipnotlarını ihtiva etmektedir. masalların cilasının altında acı yaşatılmaya devam ettirilmektedir. cilalanmış olanın muhteviyatında otuz dört yılın parametreleriyle aynı körlük ve bağnazlığı daimi kıldıran tahammülsüzlükleri görebilmek mümkündür.

otuz dört yılın hınç alma yöntemlerinin nasıl devamlılığının sağladığının, neyin nasıl bellendiğini idrak ettiren vesikalardan mürekkeptir. üzerine tek yahut daha fazla şey ilave etmemize gereksinim olmayacak doksan senelik başlangıcından bugüne bir cürüm haline dönüştürülen tabelası dışında içeriği boş sahayla beraber. kıyamet bile kopsa tek bir doğrunun günün ehveni olarak kabul edilip, yaşatılacağını gerisinin tatavla bellendiği işte bu gelenekselleştirilmiş, içselleştirilmiş olan şiddet eşiğinin ve ona bağışıklığın ne hallerde olduğunu netice kabilinden özetlemektedir. nokta ve aralıklarla denk getirilmiş, terk edilmiş çizgileri birleştirdiğimizde birlik ve beraberliğimizin hakkaniyetli karşılıklarını, temellendiricilerini değil utanç vesikalarının toplu geçidi karşımıza çıkmaktadır bu masalların diyarında!. noktaların tekabül ettiği avaz avaz bağrış çağrış yatıp kalkıp sığ argümanların tekrar edildiği bir muktedirlik dünyasının kendisidir. yaşamanın bedelinin zorlaştırıldığı bir ülke gerçekliği. nefes almaktan, nefes tazelemekten uzak soluksuzluğun kendisi atbaşı giderken, hayatı kapsarken halen “eyiye gidiye” kepazeliği. her bir noktanın yarıda konulmuş, yarıda bıraktırılmış bir tecrübenin yansıması hayata tutunmanın nedenlerini muhafaza ediyorken bütün bu utanç vesikalarından arınarak sağlıklı bir topluma ulaşmak nasıl olacaktır, oldurulacaktır? sorgunun tam vaktidir.

kullanılan dilin şiddeti önemseyen, hiddeti kendi algısına yoldaş belleyen ikilemde kalmış değil basbayağı hesaplı kitaplı çilelere zemin sağlayan, yol sağlayan muktedir algısı son kertede bütün bu hezimeti, ortak yazgımız diye yutturulmaya gayret edilen eğreltiliği, mesel ve sorunları sığlaştırarak, hakir görerek çözümsüzlüğe terk etmeyi süreğenleştirmektedir. masal olarak bilinenler temize çekilirken mürekkepden kan, irin, gözyaşı damlamaktadır. bütün erk, kurgunun biçimini v yönlendirmesini alaşağı ederken yıkıntılarının üzerinden o tahakkümü onaylatacak yeni lafazanlıkların dizgiye dahil edilmesidir. kuşatılıp ıssızlaştırılacak, biçareleştirilecek, biçar konulduğunda el aman feryatlarının kerhen kah duyacak kah sağır sultan olacak, dövlet mekanizmasının kendisi gösterilecektir. hatılatılacaktır. bu doğrultuda yapılıp edilenlerin kısmetinize bu çıktı sürprizlerinin karşılığı her defasında sorguyu öteye  taşırken, nedenlerin peşinden koşmamayı, niyetleri ise çoktan unutturmayı her durum ve şart altında behemehal devreye sokmaktadır. sorgulanabilirlik makamı devre dışı bırakıldı mı insanlık neye yarar bu sorgu ve düşüncenin henüz yanıtı bulunamadı bu harikalar diyarında.

töhmet, zan altında bırakma, yaftalama ile yolları kesiştirilenler için her gün bir yer cehennemken, o hale dönüştürülürken kanaat sahibi olmaktan da ötesine vakıf olmak ne ara? bütün bütün peyderpey denk getirilenlerin, kes yapıştır söylenceliklerin, ısıtılıp duran badiresavar! beton millet sakarya nutuklarının, her bireyin zikrine fikrine karışmayı marifet sayan, atarlar ile günü dar etmenin bu tahakkümü normalleştiren bir algıda köşeye kıstırılmışlık halini sürekli yaşayan insanların durumu bir gün muktedirliğin de kapısını çalmaz mı? çaldığında da böylesine sığ, asabiyeti normal adleden bir bakışımla karşılaşmak derdi anlatamamak hüzülendirmeyecek midir? nedir allasen!. saatler, günler, haftalar, aylar takvim yapraklarından üçer beşer tükenirken bir kerecik doğrunun varlığını görmek, çirkefleşmenin karşısında durun artık diyebilmek arşı alaya gönderilen göktürk uydusundan daha kıvançlanılası bir şekil olmayacak mıdır? oldurulmayacak mıdır? idenin önemsenmezliği, fikirlerin başta bölücü ve yapıcı diye ayrıştırılmasının, tek adamlığın, tek adamdan türeyen doğruculuğun bunca yüceltilmesinde durmak yok yola devam eylemi bir hızarın gerçekliğini akla düşürmektedir.

hızar mütemadiyen bu başın üzerinde sallandırılmaya devam edilirken bütün olan biteni bir masal menzilinde gören, vurdumduymazlıkla beraber enikonu içselleştirilen bir vesikayı ne yana koyacağız!. otuz dört canın bir “gece” ansızın, bombalanması, paramparça edilmesinin hesabı bir türlü verilmezken, verilmemekteyken onlara sivil sivil deyip duruyorlar durun bakalım kazın ayağı öyle değil diye sayıklayan yazıklanan, başvezirin hiddetinin bu sıkışık kaldığımız acı ekseninden öteye çıkamayacağımızı yinelemesi düşündürücü değil midir? dövlet katil değildir, seri katildir bunun beyanatı bir hıyanet için değil onca insanın göstere göstere yok! edilmesinin sıradan bir kaza gibi görülmesinin üzüntü verici halini ne yana koymalıyız. vicdanı pas tutanlar için bu bakışımın devamlılığında mı barış gelecek, kalıcı olacaktır. devlet mekanizmasının, ses edenlerin sesleri elbet bir gün er ya da geç had bildirmelere denk getirileceği, hudut devşirmelerin -devlettir gerektiğinde sever gerektiğinde can alır.- menzilinin aralığından ortaya serilenler bir masalın dahilinde yaşamadığımızı alenen ortaya sererken düşünmek ne ara söz konusu edilecektir.gerçekliğin görünmez bilinmezliğini duyumsatmaya gayretkeş olan gazetecilerin halen mahpusluklarının sürdürüldüğü, milletin vekilliğini elde etmiş, seçim kazanmış olmalarına, halktan onay almalarına rağmen aidiyetleri, öncelikleri içimizdeki hainler kontenjanına entegre, sıkış tepiş edilen insanların durumlarının ilave ettiğimizde sonuç ne olacaktır? günyüzü uzakları işaret eden bir menzilin kendisi midir?

ne yana koyacağız siyasi tutsakların, dışarının umursamazlığına karşı görülmüştür damgalı mektuplarıyla hayatlarından kesitleri ulaştırdıkları gerçek yıkımların, tahakkümlerin neler olduğunu işitmek zor mu bu kadar. günlük yevmiyesine 1.1 tl zam ile asgari yaşamın en alt kademesinden hayatı idame ettirme sınavındaki emekçileri yanisi yüzde ellinin ötesini hasılı kelam; pek çoğumuzu ne yana koyacağız. görünen köy artık kılavuza gereksinim duymazken, görmeye uzak olanlar hiç etrafınıza bakıyor musunuz vurgusunu yineleyelim bir uyaran kabilinden. entelijansıyanın muhabbetinin bütün olup bitenler hakkında yüksek yüksek ahkam kesmekten başkasına ilişmemişken, alışmamışkenb hal böyleyken sokağın, avazının, ıssız konulanların seslenişlerinin, yaşamlarına kastedilenlerin nihayetinde fark ettirme çabalarında bunca kabusun varlığı karşısında nihai bir tepkimenin bina edilmesi hangi aralıkta gerçek olacaktır. aşağıda konumlandırılmış olanlar öyle bellenmiş olanlarımız adına bir mücadele yılı daha başlamaya hazır ve nazırken meram elbette dizilir. meram düzenlenir başka vesikalarla, iş o menzildekilerin başlarına getirilenlerin, yaralanmalarını, yaralarını onarabilmekte, muktedirliğe karşı; topluca ses etmekte, devinimi tam ve eksiksiz sağlamakla söz konusu olabilecektir. uyurgezerlikten uyanmamız ancak beraber olduğumuzda bir hakikat olacaktır. hala şüphesi olanların bilgisine…

>>>>>Bildirgeç

Roboskî Yoklaması: Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Reha RUHAVİOĞLU*

Ben Selim Encü’yüm; babasını anne karnında kaybetmiş, yavrusunu anne karnında yetim bırakmış bir yetimim… “Hayat zordur” demişler, böyle bir ölmek daha da zormuş, bu ölümle anladım… Kırk yaşına dört çocukla girecektim, karlar üzerinde kırk parça olsun istemezdim bedenim, ciğerime çektiğim cigaram ciğerimle beraber bir kayanın altında kaldı…

Ben Osman Kaplan’ım; babamın oğluyum, gözü pek, alnı ak… Yoksulluğu ite kaka beş çocuğa bakıyordum… Her bir yaşım bir tesbih tanesi gibi savruldu Roboskî’nin kayalarına, ben böyle ölmemeliydim…

Ben Hüsnü Encü’yüm; tam sekiz yıl hasreti ile kavrulduğum bir evlat müjdesi almıştım. Hayalimde yavrucağımın yüzü, yanımda kardeşimle beraber düştüm toprağa… otuz yıllık ömrümün bakiyesi, yanan bir ceset kokusu…

Ben Nadir Alma’yım; babamdan kalma bir işim vardı, kaçakçıydım, tütün içerdim, mezarıma çiçek ekin…

Ben Mehmed Ali Tosun’um; on bir kardeşin biriyim, beni beyaz kefene sarmayın, beyaz karın üzerinde donarak öldüm, ama siz anama öyle söylemeyin…

Ben Zeydan Encü’yüm; kara toprağın kara bağrına, yanyana yürüdüğü kardeşi Orhan ile yanyana değil parça parça düşen… Şerafettin Encü sayıldım otopsi raporunda, mezarlıkta düzelttiler adımı… Ölüm çemberinden kurtulamadık… Ömür çemberimizi kırdılar… Babam hangimizin acısına yansın şimdi…

Ben Selam Encü’yüm; mühendis olacaktım. 23’üncü yaşıma giremedim, beni bombalayan pilot’un ben yaşında bir oğlu varmış, mühendis olacakmış… bir bahar daha göreydim ne olurdu?!

Ben Seyithan Enç’im; Dağları delemedik, göğsümüzü deldi kara gülleler. Ferhat’la Mecnun’a haber salın. Teknoloji çağı deyip küçümsedikleri zamanda bir genç, sevdiğinin sesini duyabilmek için öldürüldü… Vasiyetimdir: Beni sevdiğimin gamzelerine gömün…

Ben Hamza Encü’yüm; otopsi raporuna “aidiyeti bilinmeyen kol ve bacak” olarak geçtim ben! 80 kiloluk Hamza’sının on kilosuna iki gün sonra kavuşabildi anam! Bedenimin 70 kilosu Roboskî’nin dağına bayırına savruldu. Anam her dağa, her taşa fatiha okumasın da ne yapsın?

Ben Fadıl Encü’yüm; ‘Yüzümün üstüne kaç yüz düştü’ sayamadım, kaç yüz parçaya ayrıldı bedenim… her birimizin kaç parçası kaldı karlar altında… üç gün aradılar beni, vücut parçalarım bulunamadı, birçoğu gibi ben de eksik gömüldüm… Saatim kolumla beraber kayboldu bulursanız kardeşime verin…

Ben Hüseyin Encü’yüm; bacağım yok, kan kaybından öldüm, ruhum santim santim, gram gram çekildi, nasıldı anlatamam size…

Ben Nevzat Encü’yüm; sekiz kardeşin ikincisi, ocağına ateş düşen “otuz dört”lerin bilmem kaçıncısıyım… Benimle beraber yedi kişi eksildi sınıftan… Roboskî, yediveren gibi büyüyen bir kahırdır artık… Yedi kardeşimin isyanını duyuyor musunuz?

Ben Şêrvan Encü’yüm; Şêrvan “aslan avcısı” demek… Sırtıma bir hançer gibi saplandı bomba! Arkadan vuruldum! Şêrvanlar hep böyle mi ölür!?

Ben Cihan Encü’yüm; 15’e girmeden yetim, 18’e ayak basmadan öksüz kalan, 20’sini göremeden toprağa düşen biriyim… Askerin biri “bu son kaçağınız” demişti, sonumuz oldu… Katilim istediği zaman lambayı söndürsün, ben onu karanlığından tanırım!

Ben Adem Ant’ım; nişanlıydım, bu son “kaçakla” Garibe’me bir çift küpe alacaktım. Katırı da emanet almıştım, iki kere mahcup oldum…

Ben Salih Encü’yüm; Anamın gözbebeği yanarak öldü… Herkesin babası buradaydı, bir benim babam yoktu… korkudan olacak unutmuşum, benim babam mayın kurbanı idi, tek ayaklıydı, onca yolu gelemezdi…

Ben Özcan Uysal’ım; amcamın düğününe hazırlanan kızların ellerinde kaldı parlak fistanları… kız  kardeşlerim, zülüfleri yerine gözyaşı dökecekler, yine yas tutmak kalacak bu toprağın analarına, yine yetim çocuklar büyütmek düşecek paylarına…

Ben Şerafettin Encü’yüm; 12’sinde öksüz kalan çocuk 17’sinde toprağa düştü, anasının yanına bir mezar daha kazıldı, domdom kurşunu değil koca bombalar bedenimdeki, yine teke tekte yenilmedik, yine haindi pusu, benim de hikâyem böyle bilinsin…

Ben Cemal Encü’yüm; okulun kantinine olan borcumu ödemek için gitmiştim kaçağa. Babam yanmış elbiselerimden tanımış beni, parçalarımı çuvala koymuş; Ceylan’ın annesi gibi…

Ben Aslan Encü’yüm; çıkmadan anama tembih ettim “kekliklerimi susuz bırakma” diye. Keklikleri sahipsiz, anamı da Aslan’sız bıraktı o koca bombalar. O gece, o beyaz karın koynuna bir Aslan düştü.

Ben Vedat Encü’yüm; üç gün sonra on sekizime girecektim, akan kanım buz kesmiş, ölmüşüm…

Ben Selahattin Encü’yüm; özlemlerimi soğuk toprağın bağrına gömen ve katırıyla ölenlerdenim. sizin hiç çocuğunuz bombalandı mı? Babamınki bombalandı, kahroldu!

Ben Salih Ürek’im; etrafa saçılan ceset parçalarını, katırların sesine karışan insan seslerini, kanı, acıyı, çaresizliği gördüm o gece. Yaralı bir ceylan gibi yüklediler bir katırın sırtına, ambulansların yolu kesilmiş, katır sırtında ölmüşüm…

Ben Yüksel Ürek’im; etlerim kıymaya döndü, katırımın etleriyle karıştı! bir parçam traktör yükü benim! yaşımı biliyor musunuz siz!?

Ben Bilal Encü’yüm; yaşım 16. Bir ailenin umudu, zor bir hayatın kahır dolu sonuyum… “Keşke biraz ölmesem” diyecektim, komadılar! Böyle yazılsın mezar taşıma…

Ben Celal Encü’yüm; Sizin hiç tebessümünüz çalındı mı? Benimkini çaldılar! Şimdi burada tebessümlerimin hırsızı, umutlarımın cellâdı olanlar hesap versin diye gözlerim açık bekliyorum…

Ben Serhat Encü’yüm; Şekerden hayallerim vardı benim, bombaladılar! Annem güvercininin acısını dindirecek merhem bulamaz, sorarsa siz ona şöyle deyin: O güzel insanlar, o güzel katırlarla gittiler, dönmediler…

Ben Mahsun Encü’yüm; sabaha çıkamadım, kardeşimi doktora götüremedim, doktorda olan babamın eve dönüp dönmediğini öğrenemedim. Artık büyüyemeyecek, evlenemeyecek, çocuk sevemeyecek, takım tutamayacak, ağlayamayacak, gülemeyecek, aşık olamayacağım.

Ben Savaş Encü’yüm; 14’ünde toprağa düşmüş bir fidanım… Ben doğmadan ömrüm kadar sürmüş ölüm yarışı, ömrümce de sürdü, ma êdî ne bes e!

Ben Orhan Encü’yüm; ak yeleli bir tay sırtladı beni, cennete uçurdu… Ben gittim, düşlerim kalacak bir ceviz ağacının kıyısında… Ağabeyim Zeydan ile artık ‘bir gömüyüz biz, bulutların altında…’

Ben Erkan Encü’yüm; ömrümün 13 senesini yaşadım, ‘üstü kalsın’ deyip ayrıldım aranızdan, ‘asker görürsen korkma’ dedi annem, bomba düştü, çok korktum… Bilmek ürkütüyor biliyorum, ama gene de söyleyin; kapanır mı bombanın açtığı yara çocuklarda?

Ben Şivan Encü’yüm; Şivan Perwer’in “Helepçe”sinde bir “ax hawar! hawar! hawar!” var ya o benim işte…

Ben Bedran Encü’yüm; yırtık elbiselerimin cebinden bir kek çıkmış, acıkırsam yiyecektim. Gövdemin sağ üst parçasını bulmuş babam, bacaklarım “kök saldı” toprağa,  “kökümüzü kurutamasınlar” diye…

Ben Muhammet Encü’yüm; “otuz dört kaçakçı” idik biz… Şimdi siz, “Otuz üç kurşun”un yanına “otuz dört kaçakçı”yı da yazın, üç’ler yedi’ler kırk’lara ‘otuz dörd’ü ekleyin ve unutmayın…

Ben tam 365 gündür Reha Ruhavioğlu Encü’yüm; şairin dediğini diyorum:

“katır sırtında taşınan ölüler /
unutursam kalbim kurusun!”

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Aslında gözümüzün önündekilerin, her ne ediliyorsa belirli bir doğrultuda hakikatin eğilip bükülmesi bugünlerin en büyük gerçekliği savını derinleştirmektedir. Yalnızlaştırıldıkça derdin önemini değil kopan tantananın kısa sürede unutturulması üstü ve yan unsurlarıyla beraber ele alındığı bir zamanelik hasıl olmaktadır. Meram bunun için değerlidir. Reha RUHAVİOĞLU imzasıyla Aşağıdan sitesinde yayınlanmış olan Roboskî Yoklaması, denk getirilenlerin yanında bilmediklerimizi, unuttuğumuzu yeniden öneren bir vesikayı tanımlandırmaktadır. Orada 28.12.2011’de yarıda konulan hayatların seslenişleri hepimize bir kalk borusudur aslında.. Kimin gözünde her ne isek onun göreceliliğini sorgulatan bir yetkinlikle beraber. RUHAVİOĞLU ve Aşağıdan ekibinin anlayışlarına binaen metni sayfamıza alıntılıyoruz….

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Çağrı: Mor Gabriel’e Dokunma!
Belgesel: Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim – Ümit KIVANÇ
Tragic Turkish Bombing Still Unresolved – Joe PARKINSON via WSJ
Türkiye: Hava Saldırısı Kurbanlarına Adalet Yok – İnsan Hakları İzleme Komitesi
Roboskî Yoklaması: Unutursak Kalbimiz Kurusun! – Reha RUHAVİOĞLU – Aşağıdan
Kervan – Deniz GEZGİN – Agos_Şapgir
Roboski – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Roboski’nin Direnişi Erdoğan’ı Yargılayacak! – Hamide AKBAYIR – ANF
Utanç, Yas Tutma, Adalet: Roboski Katliamı – Kaçakkova – Mutlak Töz
TMMOB-DİSK-KESK-TTB: “Roboski Katliamının Sorumluları Hesap Vermelidir” – Politeknik
Devlete “Adam Öldürdüm” Dedirtemezsiniz, Bu Ülkede.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Bir Türk’ün Gözünden: Uludere’nin Bir Yılı – Erkan BAYIR – Aşağıdan
Devlet Bize Ölümden Öte Bir Şey Göstermedi – Gözde TÜZER – Evrensel
Türklerin Roboskisi ve Devlet Anlayışları – Zübeyir ŞİVAN – Hürbakış
Roboski’nin Katili Erdoğan, Yeni ‘Angajmana’ Gerek Yok – Baki GÜL – ANF
Katliamın Yıldönümünde Roboski’de – İMC
Tüzel: Suçlular Susuyor – Evrensel
Roboskî, Maraş Katliamı ve AKP İktidarı – Sultan OĞRAŞ – Özgür Gündem
Rapor Belli Oldu, Katliam Aklanacak – Emek Dünyası
Safları Sıklaştırmayın Büyükler – Demiray ORAL – DYH
Yatıp Kalkıp Roboski Demek – Sendika.org
Uludere Neler Yaşandı? – Atilla GÜNER – Rusya’nın Sesi
Herkes Evladını Sever – Mehveş EVİN – ME’s Blog
Yeni’sini At, Elde Kaldı Yıllar – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
13 Yıl Önce Bugün: “Faili Meşhur” Bir Ölüm – Yurtsuz
15 Yıldır Kayıp – A. Vahap HARAN – Mustafa Emrah SÜER – DİHA – Yüksekova Haber
Polisin Gaz Bombası 11 Yaşındaki Bir Çocuğu Ağır Yaraladı – Muhalefet
Beşikçi: Son 30 Yılda Kürtleri Herkes Tanıdı – Hürbakış
Bu Dava Bitmedi!.. – Vahap COŞKUN – DYH
Kürt Sorunu Bağlamında Bazı Anayasal Tartışmalar (I) – Murat SEVİNÇ – Bianet
Sultandağı’nda Kürtlerin Ev ve İşyerlerine Saldırı – ANF – Özgür Gündem
Açlık Grevleri Sürecinde Sendikalar Üzerine – Hasan ALİ – Muhalefet
Kar Üstünde Bir Çift Terlik – Sarphan UZUNOĞLU – Akşam
Beş Silahlı Polis Kovalıyor – İMC
ODTÜ Yalnız Değildir – Özgür MUMCU – Radikal
ODTÜ, Şimdi, Sonra… – Onur ÖZGEN – Red Gençlik
ODTÜ Sefer-i Hümayunundan Viyana Bozgunu Çıkar Mı? – Foti BENLİSOY – FB’s Blog
Galatasaray Üniversitesi Akademisyenleri: ODTÜ’lü Akademisyenlerin ve Öğrencilerin Yanında Yer Almak Bir Sorumluluktur – Başka Haber
ODTÜ’de Polisin Öğrencilere Nişan Alma Görüntüleri! – Kollektifler.net
“Polisin Kurduğu Pusuda Darp Edildim, Orantısız Güç Demek Basit Kalıyor” – Doğu EROĞLU – Türkiye’den Şiddet Hikayeleri
Ankara’da Polisin Öğrenci Avı Devam Ediyor: Başbakan’a Mektup İletmek Terör Suçu – soL
İktidarın Rektörleri – Onur EREM – OE’s Blog
İki Haftalık Öğrenci Mücadelesinin Bir Bilançosu – İbrahim Q – Servet Düşmanı
Julius Oppenheimer ODTÜ’lü Müydü Hocam? – Mustafa ÖZCAN – Sol Defter
Sabahattin Zaim: Şaka Kaka Olmasın – Foti BENLİSOY – FB’s Blog
ODTÜ’yü Kınayan Öğrenci Konseyi Başkanı Yolunu Bulmuş! – soL
YÖK Yasasına Karşı Üniversite Kürsüsü – Dosya – Sendika.org
Şey Anayasacılığı! – Murat SEVİNÇ – Radikal 2
Derin Devlet Efsanesi – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Kuvvetler Ayrılığı ‘Hır Gürü’nün Sebebi İki Hastane – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Kuvvetler Ayrılığı Tartışması ve AKP Hegemonyası – Harun YILMAZ – Militan
Siyasi Tartışma Programları Demokrasiyi Nasıl Sömürür? – Defne ÖZONUR – Muhalefet
İMO: “1948 Karayolu Programından, 2012 Köprü ve Otoyolların Özeleştirilmesine” – Politeknik
Hikayesini Yazamayan Kadın – Gözde ÖNDER – Solukbeniz
Asabi Bello’yu Sahipsizlik Öldürdü – Zeynep KURAY – ANF
2012’nin Sınıfsal Bilançosu – Mustafa SÖNMEZ – Muhalefet
Şantiyede Ölen İşçilerin Ailelerine Bir Miktar Para Verildi, ‘Tüm Haklarından Vazgeçtiklerine’ Dair Sözleşme İmzalatıldı – Umay AKTAŞ SALMAN – Radikal / Başka Haber
İşçiyiz ve Haklılığımızla Mücadele Ediyoruz! – Halkın Sesi
Asgari Ücret Net 700 Lira Oldu – Sol Defter
34 Senedir Asgari Ücret Artmıyor! – Muhalefet
Sanat Değil Utanç Gecesi! – Ayşe GÜVEN – Onur ÖZTÜRK – Evrensel
Kış Güneşi – Karin KARAKAŞLI – Agos_Şapgir
Asgari Düşünce – Kemal YILMAZ – Sendika.org
Gerçeğin Kalbi “Tepenin Ardında”! – Büşra ERSANLI – Bianet
roboski katliamı “hayvan”ların işi degildir… – Marxist Öküz – Öküz Komünü
Transiktidar ve Transseksüel – Mahsum ÇİÇEK – Birikim
Ermenistan Başbakanı: “Suriyeli Ermeniler Zor Durumda” – Amerika’nın Sesi
Üç Farklı Ses: Suriyeli Muhaliflerle Röportaj – Betül Dilan GENÇ – Marksist
ABD ‘Mali Uçurum’un Kenarında – Rusya’nın Sesi
Naomi Klein: “İklim Değişikliği Zamanımızın İnsan Hakları Mücadelesidir ve Sadece Çevrecilere Bırakılamayacak Kadar Önemlidir” – Yeşil Gazete
Gelmekte Olan Ortaklık / Tienanmen* – Potlaç
Gelmekte Olan Ortaklık / Sınıfsız – Oğuzcan ÖNVER – Aşağıdan
1071 Nesli ve Mustafa Kemal’in Yurttaşları – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Tren Yolu – Bülent USTA – Birgün
Okuyamamak – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Direnç ve Umut – Zülâl KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
Eleştirel Psikoloji ve Toplumsal Mücadeleler Üzerine: Dennis Fox – Özlem ARKUN – Meydan
“Kötü Tohum Olmaktan Sıkıldım” – Osman KAYTAZOĞLU – Sanatatak

Stable Mechanism Official via Escala
Stable Mechanism Artist Page via Soundcloud
Stable Mechanism – Approaches To Understanding Nothing Album Informative via Platforma-LTW
ASC Official
Ulrich Schnauss Official
ASC w. Ulrich Schnauss-77 EP Informative via Surus
Sam KDC Official via Twitter
Sam KDC Artist Page via Soundcloud
Sam KDC – Synesthesia EP via Veil’ Tumblr
Amen Ra & Vibezin via Boiler Room
Amen Ra / Scene Selection: Keysound Recordings By Seb WHEELER via Mixmag
Amen Ra / LHF – Keepers Of The Light Album Critic By George BASS via Drowned In Sound
Tunnidge Official
Tunnidge Artist Page via Soundcloud
Tunnidge Interview By Laura CHARALAMBOUS via Knowledge Magazine
Kryptic Minds Official
Kryptic Minds Artist Page via Soundcloud
Kryptic Minds – The Divide / Rule Of Language Critic By Alexander THOMAS via Skanktfo

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
1st April – Typewriter Keys By *superhoop* via Flickr

>>>>>Poemé
Yüz Yıllık Yalnızlık… – Ömer Faruk HATİPOĞLU*

Roboskiler için…

I
bir çocuk bedene kırk uçak kaldırırlar
sabî bedene bir filo uçak       
öldürmeye arş-ı alâda gözler
kaldırmaya katırlar
elin bir ayağını biçmesi gibi
bu toprağın dişinden kalkar uçaklar   
vurur bu toprağın dilini
şehrinden bombalanır köylü çocuklar
bomba bir şehri yıkacak kadar
ölü duyar ölür taş duyar
dünya en fazla şöyle bir
şöyle bir yan değiştirir
her çığlık dehaka müsekkin
dehaka beyin her çocuk
mayına basmaya korkarken
kazan’la çiğnenen çocuk
bir sabî bedenden kırk uçak
döner taş yemeden muzaffer
mağlup cesetler geride
parçalanmış yalnızlık
haşa tanrı uykuda gibi
tekmil tanrılar uyanık
katırlar var yalnızlığa
katırlar katırlar sırtındaki
odun değil insan
canlı değil ölüsü
zulm ölümle bitmiyor
ey siniri nasırlılar
zulmün en dişlisi
bir ölüye işkence
ve gidenleri asıl götüren
yüzün avuç avuç körlenmesi
zalimleri görünce

II
önce sınır konulduydu aramıza
aramıza yumak tuzak
toprağın alnına saplanan nacak
enine boyuna saplanan
dağlar dağlılar kadar sınır
dört kez geçirildi her boyuna
eğilsin diye bir kolay
boyuna eğilsin diye
sonra tarla tarla mayın ekimi
an’lar boyu nemrut surlar
yakar ta ötede ibrahimi
devletin resmî dili silahtır
jandarma göçer aşiret
şirret kuşatmalarda sekerat
salt nefesi kalmış hayat
soluk, soluk siyahtır
toptancıdır buralarda azrail
yangınlarda kibrit gibi bir yalnız
bedeni soğurken hiç yalnız değil
salâsı salâlara karışır
musallası boşalmaz
öncesi sonrası fırtına talaz
fırtına talazda sis
sis kısık göz koca kulaklı
civadan buharlaşmış
kurşun kanatlı
gölge demektir kanat
girsen altına pençe
çıksan keklik ötüşlü ihanet
döldaşmış akbaba serçe
ah ihanet dağ’ı yar’a çevirme
gökten çevirme hattı               
yalnızlığı bilmez                       
her asiye bir hain
her enseye bir karartı
arkalı mazlumun sırtı
dişti tırnaktı hançer
şer yalnız koymadı
inkâr zihne çakılı ekser
ağza dil damaktı
çığ bombalar düştükçe coğrafyaya
çok ses kaldı altında
çok dünya
ses dilde ceset zaten
sessizlik ateşe yağan kar
hem ölüye kefen
kefen çok görülür bazen
bazen kömür tendendir
karşıcı yangınlar var
yangınlar çekirge sürüsü
köylerde mukim yangınlar
gezer mezrayı sıçrar ormana
dağa dal civana
sürü sürü boş bakış yok mu
benzin körük yangına

III
hayat yollar dolusu demir parmaklık
uygun adım geçirildi içinden bir halk
duvarlar duvarlar ruhlara
çıkılmış duvarlar geçti bedenden
taş mı can hayır taş ocağı
dağıttığı dinamit
bahane yalnız bırakmadı
dönek amalar
yamayı eskilerle yamar amalar
bu kumaş yanlış dikişlerle çürük
devlet nehri bu kumaşı akıtır
kızıl akar öteki tene eğreti kürk
tenleşir kürk ve altını boşaltır
al işte beyaz kimlik giyersen
bolca kimlik onura dar
al işte
yanlış mıydı uzanan el geçmişte
el uzak misafire açılan kucak
bu toprak bereketli bu toprak
ve bencile mahsus yalnızlık
diye omuz verildiydi yer yatak
niye el kapısı oldu ev sahibine
derken çınarı yerinden yolmak
yolmak sürgüne
şimdi kapıda nöbetçi fail-i meçhûl
malûm dünün mirası
her sokak bir cinayete çıkan yol
kırk uçlu ipe bağlı her katil
dil budar paslı devlet makası
tarihle bağ keser
yerine mezra başı karakol
ve her sivile hapishane

IV
arsız bir tekrardır uludere
roboski zalim kere tekrar
dağlarda sınır dışı çocuklar
dağlar sınır dışıdır
tepede kılavuz ‘neron’lar
negatife bilmem kaç uçak
kaçak gezinin resmine
önce flaşlar patlayacak
sonra…
sonrası çığdan sonrası
sessizlik yalnız koymaz dedikti
kimsesizliğin hası
yüz yıldır yalnız değil bu halk
cehennemler cellatlar içinde
içinde cehennemi celladı
aşk da öyle kalabalık
bu halk ateşine aşık
hem ipine aşık bu halk
ah be yüz yıllık yalnızlık
yüz yıllık kalabalık ah

V
cehennemden sıyrıldı ya bir çocuk
umuda yeniden giriş cennete yol
yolda daha çok cehennem varmış
olsun yok umutsuzluk
ölüm var olacak
umuda ölüm yok      
her omzuna bir bomba düştü
düştü diz çökmedi bir çocuk

kaynakça: özgür gündem

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)
Deuss Ex Machina # 425 (12.11.2012)
Deuss Ex Machina # 426 (19.11.2012)
Deuss Ex Machina # 427 (26.11.2012)
Deuss Ex Machina # 428 (03.12.2012)
Deuss Ex Machina # 429 (10.12.2012)
Deuss Ex Machina # 430 (17.12.2012)

>Deuss Ex Machina # 298 – Fragments On Speed, Slowless And Commemoration For Our Past

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_298_–_Fragments On Speed, Slowless And Commemoration For Our Past

26 Nisan 2010 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Kabus Kerim-Ney’im Var (Feat. Masut) (Ruffmix) (MP3 / Bağımsız Yayın)
>2<-Sadece Bu Yeterli Değil-Kıyma Makinesi (Türkçe) (Music For Non Musicians)
>3<-Sadece Bu Yeterli Değil-Plasenta (Music For Non-Musicians)
>4<-Shackleton-Something Has Got To Give (Perlon)
>5<-Shackleton-Let Go (Perlon)
>6<-Muslimgauze-Jar Of Salahuddin (Staalplaat)
>7<-Muslimgauze-Turn Onto Hezbollah Digital Radio (Staalplaat)
>8<-Fedayi Pacha-Baghdad Bahnhof (Hammerbass)
>9<-Fedayi Pacha-Space Bedouin (Hammerbass)
>10<-Omar Souleyman-Kaset Hanzal (Sublime Frequencies)
>11<-Mos Def-Supermagic (Downtown Music)
>12<-Selda Bağcan-İnce İnce (Türküola / Finders Keepers Records)
>13<-Selda Bağcan ve Kardaşlar-Nem Kaldı (Türküola / Finders Keepers Records)
>14<-Bandista-Birinci Rollama (Opzzz! Oppa Tzupa Zound Zystem)

Download Episode # 298 İndir

Fragments On Speed, Slowless And Commemoration For Our Past (298) – Kendinden Sakındığını Sandığın Kesitler, Belirsiz Bir Fragmanın Detaylarını Örseleyen, Unuttuğunu Varsaydığın Nice Değerlerini Yâd Ettiren, Unuttuğun Direnişi Tekrardan Tesis Ettiren Bir Aracılık Gösterir. Sonuna Kadar Gidememiş Olsak Da Fragmanın Canlandırdığı Her Bir Karede Şimdinin Tezatlıklarını, Hatalarını Görebilmek Mümkündür. Öyleyse Neden Yarın Başka Bir Dünya Olmasın! Neden Her Durumda Hezeyan Bekleyenlerin, Ellerini Avuçlarını Ovuşturanların Ütopya Onlar Dedikleri Gerçek Olmasın! Neden Ütopyalarımız Bu Kubbede Baki Kalacak En Sahici Hikayemize Dönüşmesin! (İçimizdeki Kıvılcımlar, Ümitler Pare Pare Fasikül 3. Sayfa 1)

>>>>>Bildirgeç
Kontrol Toplumları Üzerine Dipnotlar – Gilles DELEUZE *

Foucault “disiplin toplumları”nın on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda görüldüğünü ve yirminci yüzyılın başında en yüksek noktalarına ulaştığını söylemektedir. Bu toplumlar, sonu gelmeyen kuşatılmış alanların organizasyonunu öngörürler. Birey, hiçbir zaman, her birinin kendine özgü kuralları olan bir kapalı alandan bir diğer kapalı alana geçmekten kurtulamaz; ilk önce aile; daha sonra okul (“artık ailenizde değilsiniz”); sonra kışla (“artık okulda değilsiniz”); sonra fabrika; zaman zaman hastane; muhtemelen hapishane; kuşatılmış çevrenin egemen örneği.

Foucault, özellikle, fabrika örneğinde çok belirgin olan bir ideal kuşatılmıi alanlar projesinin parlak bir analizini yapmıştır: toplamak, alana dağıtmak, zamanında emretmek; alan-zaman boyutlarında bileşenlerinin gücünün toplamından daha büyük bir üretim gücü oluşturmak. Ancak Foucault bu modelin geçiciliğini de fark etmişti: hedef ve fonksiyonları oldukça farklı (üretimi organize etmektense vergi toplamak, yaşamı yönetmektense karar vermek) olan hükümdarlık toplumlarının devamıdır ve geçiş zaman içinde gerçekleşmiştir; Napoleon da bu bir toplumdan diğer topluma geniş çapta geçişi etkilemiş gözükmektedir. Buna karşılık, disiplinler de, zamanla yavaş yavaş kurumlaşan ve II. Dünya Savaşı sonunda yükselen yeni güçlerden avantaj sağlamak adına krize girmişlerdir: disiplin toplumları artık olmadığımız, gereide bıraktığımız bir olgudur.

Bütün kuşatılmış çevrelerle (hapishane, hastane, fabrika, eğitim, mesleki, aile) ilgili genel bir kriz içindeyiz. Aile “iç alan”dır. ve diğer tüm iç alanlar gibi eğitim, mesleki vb., kriz içindedir. Yönetimler sürekli olarak sözüm ona gerekli yeni iyileştirme programlarını işlerliğe koymaktadırlar: okulları iyileştirmek, endüstriyi iyileştirmek, hastaneleri, askeri güçleri, hapishaneleri. Ancak, herkes bu kurumların artık bittiğini bilmektedir, sona etme tarihleri ne kadar uzakta olursa olsun. Artık bütün mesele son ayinlerini yönetmek ve kapıyı çalan yeni güçler devralana kadar çalışanların işlerini devam ettirmektedir.

Disiplin toplumların yerini alacak olan bu yeni oluşumlar “kontrol toplumları”dır. Burroughs, Foucault’nun yakın geleceğimiz olarak tanımladığı bu yeni canavarın ismi için “Kontrol”u önermişti. Paul Virilio da, sürekli olarak, kapalı sistemlerin zaman dilimleri içinde işlev gören eski disiplinlerin yerini alan yüzer-gezer kontrolün aşırı hızla değişen formatlarının analizini yapmaktadır. Bu noktada, yeni sisteme girmek üzere düzenlenmiş olmalarına rağmen, olağanüstü farmasötik üretimlere, moleküler mühendisliğe, genetik uyarlamalara başvurmaya gerek yoktur. Hangisinin en sıkı rejim olduğunu sorgulmaya da gerek yoktur çünkü her biri içlerinde bir diğerine karşı koyan özgürleştirici ve esir alıcı güçler barındırmaktadır. Mesela, kuşatılmış çevre olan hastane krizinde semt klinikleri, düşkünler yurtları ve kreşler yeni özgürlüğü temsil ediyor olabilirler; öte yandan en acımasız hapishanelere eş değerde kontrol mekanizmalarının parçası da olabilirler. Korkmak ve umut etmek için bir sebep yok; yalnızca yeni silahlar bulmamız gerekiyor.

Bireyin içinden geçtiği çeşitli gözaltı alanları birbirinden bağımsız değişkenlerdir; her seferinde sıfırdan başlamak zorundayız ve her ne kadar varolan tüm bu alanların ortak bir dili olsa da, bu benzeşmedir. Öte yandan, çeşitli kontrol mekanizmaları ayrılmaz değişkenlerdir ve nümerik (ikili olması gerekmiyor) dile sahip, değişken geometrik bir sistem oluştururlar. Kuşatılmış alanlar kalıplardır, kesin dökümlerdir; öte yandan kontrol sistemleri modülasyondur; bir andan diğerine sürekli değişen, kendi kendini deforme eden kalıplar veya delikleri bir noktadan diğer noktaya değişen bir elek gibi.

Bu nokta maaşlar konusunda çok belirgindir: fabrika, en yükseği üretimde, en düşüğü maaşlarda olmak üzere iç güçlerini dengede tutan bir kurumdu. Kontrol toplumunda ise, fabrikanın yerini bir ruh, hava olan şirketler aldı. Fabrika zaten prim sistemi ile tanışmıştı ancak şirket her maaşın değişken koşullara göre ayarlanması yönünde bir sistemi oturtmaya çalışmaktadır. Bu, yarışmalarla, kendini ispat gerektiren konularla ve son derece komik grup seansları ile sağlanan kesintiyle uğramaksızın yayılan durumlardır. Dünyanın en aptal televizyon programları bu kadar başarılı ise, şirket durumlarını büyük bir doğrulukla yansıttıkları içindir.

Fabrika bireyleri patronun çifte avanatajına olacak şekilde tek vücut olarak oluşturmuşlardır; patron da hem kitle içindeki her bir elemanı, hem de kitle direnişini harekete geçiren sendikaları gözlem altında tutmaktadır. Öte yandan şirket en küstah düşmanlığı, rekabetin sağlıklı bir formu, bireyleri birbirine karşıt hale getiren, her birinin içine işleyen ve her birini içten bölen harika bir motivasyon gücü olarak sunmaktadır. Değişken “liyakat karşılığı maaş” sistemi ulusal eğitim de kanına girmekte gecikmedi. Nasıl ki şirket, fabrikanın yerini aldıysa; “yaşam boyu eğitim” de okulun yerini almıştır ki bu da, okulu şirketleştirmenin en kesin yoludur.

Disiplin toplumlarında, birey her zaman sıfırdan (okuldan kışlaya, kışladan fabrikaya) başlamak durumundaydı; öte yandan kontrol toplumlarında birey hiçbir şey ile bağlarını kopartamaz; şirket, eğitim sistemi, askeri güçler; hepsi birbirinin içinde varolan yayılarak durumlardır; tek ve aynı modülasyonun parçalarıdır, evrensel bir deformasyon sistemi gibi. “Dava” romanında Kafka, kendisini iki ayrı sosyal sistemin eksenine oturtarak en korkutucu sistemi anlatmaya çalışmıştı. Disiplin toplumlarının görünür aklanması (iki hapis dönemi arasında) ve kontrol toplumlarının limitsiz ertelenmeleri (sürekli değişim içinde) adli sistemin iki çok değişik görüntüsüdür ve adli sistemimiz duraksama ve ertelemeler içindeyse, kendisi de kriz içinde olduğundan, bizim bir sistemi bırakıp, diğerine girmek üzere olduğumuzdandır.

Disiplin toplumları iki kutupludur; bireyi tanımlayan “imza” ve kitle içindeki pozisyonunu gösteren numaralama sistemi veya numara. Bu durum, disiplin toplumlarının ikisi arasında bir çelişki görmemiş olmasından ileri gelmektedir. Ayrıca güç hem bireyselleştirir, hem de kitleselleştirir; yani üzerinde güç kullandığı bireyleri kitle oluşturmaya zorlarken, o kitlenin içindeki bireyselliği de şekillendirir. (Foucault bu çifte saldırının başlangıcını papazların pastoral gücünde görmüştür, sürü ve sürünün her bir hayvanı. Ancak sivil güç, dönüşümlü olarak hareket eder, başka bir deyişle kendini “papaz” yerine koyar.

Buna karşın kontrol toplumlarında önemli olan imza veya numara değildir; önemli olan artık “kod”dur: disiplin toplumları parolalarla regüle edilirken (entegrasyonda olduğu kadar direnişte de), kontrol toplumlarında kod bir şifredir. Kontrolün nümerik dili bilgiye ulaşıma izin veren veya reddeden kodlardan oluşur. Biz artık kitleler veya bireylerle uğraşmak durumunda değiliz. Bireyler bölünebilir hale gelmiş, kitleler ise örneklere, veriye, pazarlara ve bankalara dönüşmüştür. Belki de bu iki toplum arasındaki farklılıkları en iyi tarif eden para kavramıdır; disiplin toplumları her zaman için altını nümerik standart olarak sabitleyen basılı parayı referans alırken kontrol toplumları bir takım standart kurlarla ayarlanan yüzer dolar kurları ile kendilerini ilişkilendirmektedirler.

Eski finansal köstebek, kuşatılmış alanların hayvanı iken kontrol toplumlarının hayvanı yılandır. Yaşadığımız sistem içinde bir hayvandan diğerine, köstebekten ytılana geçerken aynı şeyi yaşam tarzımızda ve diğerleri ile olan ilişkilerimizde de yaşıyoruz. Disiplin toplumunun insanı, enerjinin kesintili üreticisiyken kontrol adamı dalga halindedir, sürekli yörünge ve network içindedir. Eski sporlar’ın yerini artık her yerde ‘surf’ almış durumda.

Bu teknolojik evrim kesinlikle, çok daha derin ve etkileyici bir biçimde, kapitalizmin dönüşüme uğramış şeklidir. Bu hali hazırda çok iyi bilinen veya en azından tanıdık olan dönüşüm şu şekilde özetlenebilir: on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi üretim ve mülkiyet açılarında toplama kapitalizmidir. Dolayısıyla, kapitalist üretim güçlerinin ve aşamalı bir şekilde, benzer yoldan diğer alanların da (işçinin evi, okul) sahibi olarak, kuşatılmış alanlar olan fabrikalar kurar. Pazarlar ise zaman zaman uzmanlaşma, zaman zaman kolonileşme, bazen de üretim maliyetleri düşürülerek fethedilir.

Günümüzde ise, kapitalizm artık üretim ile ilgili değildir; tekstil, metalürji, ve petrol gibi kompleks üretimler bile üçüncü dünya ülkelerine havale edilmiştir. Günümüz kapitalist sistemi artık yüksek düzen üretimlerin kapitalizmidir. Artık ham madde almamakta ve bitmiş mamul satılmamaktadır: bitmiş mamul veya birleştirilmiş parçaları satın almaktadır. Satmak istediği şey servisler, almak istediği ise hisse senetleridir. Üretimin değil, mamülün kapitalizmidir; başka bir deyişle, satılan veya pazarlanan için vardır. Esas olarak dağıtıcıdır ve fabrika yerini şirkete bırakmıştır.

Aile, okul, askeriye, fabrika artık mal sahibinde birleşen, benzer bağımsız alanlar devlet veya özel –değildir; sahip oldukları şey sadece hisse senedi olan tek şirketin deforme edilebilen ve iletilebilen kodlu figürleridir. Sanat bile bankaların açık devrelerine girebilmek için kuşatılmış alanları terk etmiştir. Günümüzde pazarın zaptedilmesi ise artık disiplin eğitimlerindense kontrolü ele geçirmekle, maliyetleri düşürmektense döviz kurlarını sabitlemekle, üretimde ihtisaslaşmaktansa mamülü dönüştürmekle gerçekleşiyor. Dolayısıyla, yozlaşma yeni bir güç elde ediyor.

Pazarlama, şirketlerin ruhu haline geldi. Şirketlerin ruhu olduğu öğretildi bize ki bu, dünyadaki en ürkütücü haberdi. Artık pazarların yönetimi, hem sosyal kontrol enstrümanı haline geldi, hem de yeni sahiplerimizin arsız soylarını şekillendiriyor.

Kontrol mekanizması görüşü, açık bir çevrede her hangi bir elemanın yerinin bulunması (barınaktaki hayvan veya şirketteki insan olsun, elektrikli tasma takmışcasına) bilim kurgu kavramı olmak zorunda değil artık. Artık yeni bir toplumsal dönemin başındayız ve terk etmeye yüz tuttuğumuz disiplin toplumlarındaki bir çok şey yerini kontrol toplumlarının elemanlarına bırakıyor. Hapishane sisteminde, en azından ufak çaplı suçlar için ikame cezalar bulmaya çalışıyoruz ve hükümlüyü günün belli saatlerinde yakasındaki elektronik tasması ile evde bulunmaya zorluyoruz. Okul sistemi için: sürekli kontrol formları uyguluyor ve yaşam boyu eğitimin, tüm üniversite araştırmalarını terk edilerek şirketleşme kavramının okulların her kademesinde uygulamaya konuluyor.

Hastane sistemi için “doktorsuz ve hastasız” sloganı ile potansiyel hastaları ve risk grubunda olanları ayıran yeni ilaç bireyin varlığına tanıklık etmektense kontrol edilecek olan bireyi veya nümerik bedeni yedekliyor. Bunlar çok ufak örnekler ancak kurumların krizlerini gelişerek yaygın bir şekilde uygulanmaya konulan yeni egemen sistemi daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.

En önemli sorulardan biri de bu sistem içinde sendikaların yetersizliği, uygunsuzluğu ile ilgili olacak: disiplinlere karşı veya kuşatılmış alanlar içinde verdikleri bütün mücadelelerinin geçmişine bağlı kalarak kendilerini yeni koşullara adapte mi edecekler yoksa kontrol toplumlarına karşı oluşan yeni direnişe şekillerine yol mu verecekler mi? Birçok genç insan garip bir şekilde “motive olduklarından” gurur duyuyorlar ve sürekli olarak stajyerlik ile yaşam boyu eğitim talep ediyorlar. Kendilerinden önceki kuşakların, çeşitli güçlüklerle, disiplinlerin nihai noktasını keşfettikleri gibi, onların da neye hizmet ettirildiklerini bulmaları onlara kalmış. Yılanın kıvrımları köstebek yuvasının deliklerinden çok daha karmaşık.

L’Autre Journal Dergisinin Mayıs’90 tarihli 1. Sayısında yayınlanmış olan “Post-scriptum sur les sociétés de contrôle” makalesinin Figen KAYRALCI tarafından Trendsetter Dergisi Akıl Fikir bölümünde yayınlanmış olan çevrisinden aktarılmıştır. İlgili kurum ve çevirmenin hoşgörülerine sığınarak…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
1 Mayıs’ın Kökenleri Nelerdir? – Rosa LUXEMBURG – Marxists.org / Sendika.org
“İşçi Kalkarsa…” Bugün 1 Mayıs – Ahmet TONAK – Birgün
Yasaklı Meydan Açılırken – Derviş Aydın AKKOÇ – Birikim
Bunca Yıl Korkan ve Korkutanlar Utandı Mı? – İsmet BERKAN – Radikal
Daha Umutlu 1 Mayıslara – Nabi YAĞCI – Taraf
Taksim: Emeğin Bayram Yeri – Yaşar SEYMEN – Birgün
Chicago Anarşistlerinden Artık Taksim’deye – Süreyyya EVREN – Birgün
1 Mayıs Alanından Sesler: Hakkımızı Almak İçin Buradayız – Semra PELEK – Burçin BELGE – Bianet
Asıl Sen Niye Geldin Buraya? – Sendika.org
1 Mayıs 2010 – Anarşist ve Anti-Otoriterler – Karaumut – Internationala.org
Taksim’de Devrimci, Kitlesel 1 Mayıs – Alınteri.org
Taksim’siz 1 Mayıs, ‘Çarşı’sız Bayram Olmaz – CNN Türk
Taksim’de 1 Mayıs – Seviyesiz İnsan – Seviyesiz Siyaset
1 Mayıs Alegorisi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Dink Cinayeti Basın Açıklaması – Gündüz VASSAF – Radikal
Bianet 10 Yaşında – Tüm Girişler – Bianet.org
Kedi – Kaçakkova – Mutlak Töz

Kabus Kerim Myspace Sayfası
Kabus Kerim Soundcloud Sayfası
Kabus Kerim Twitter Sayfası
Kabus Kerim’den Taze Miksim Var! – Sezyum.com
Music For Non-Musicians Official Page
Music For-Non Musicians Myspace Sayfası
Music For-Non Musicians Röportajı – Eylül AKINCI – Gönenç GÖÇMENGİL – Reset!
GSMH: Music For Non Musicians – Yiğit – 13Melek
Sirayet Myspace Sayfası
Armonycoma Myspace Sayfası
Ağaçkakan Myspace Sayfası
Shackleton On Skull Disco
Shackleton At Resident Advisor
Shackleton – Three Eps Review – Jordan ROTHLEIN – Little White Earbuds
Muslimgauze The Authorized Site
Muslimgauze Fansite Arabbox
Muslimgauze At Myspace
Muslimgauze Mort Aux Vaches Live At VPRO On Youtube
Muslimgauze: Elektronik Müziğin İslami Yüzü – Sühan GÜRER – Proodos
Fedayi Pacha Official
Fedayi Pacha At Myspace
Fedayi Pacha Değerlendirmesi / Deuss Ex Machina
Omar Souleyman On Sublime Frequencies
Omar Souleyman Myspace Tribute Page
You Must Hear This: Omar Souleyman – Björk – NPR Music
Mos Def At Myspace
Mos Def At Downtown Music
Mos Def – Supermagic Video On Youtube
Selda Bağcan Resmi Sitesi
Selda Bağcan At Turkish Progressive Music
Selda Bağcan At Finders Keepers Records
Bandista Resmi Sayfası
Bandista Myspace Sayfası
Bandista – Yan Babilon (Çadır Sahnesi)

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Protection – SalaBoli
SalaBoli / David Martín’ Flickr Page

>>>>>Poemé
İstanbul – Vedat TÜRKALİ

“Sis” şairine ithaf edilmiştir.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

Kaynakça: Siir.gen.tr

>Deuss Ex Machina Podcast Volume 10 – Lost Transmissions Of The Ill Saint II By Cenk Akyol

Leave a comment

>

Akil adımlamaları çoğaltabilmek yerine akılsız başın getirdiklerine tamah etmek durumunda kaldığımız, idareten işleri hâl yoluna koyduğumuz sanrısını bir sonraki safhaya kadar saklı tuttuğumuz gerçekliği sürdürüyoruz. Deyim uygunsa günü gününe yaşıyoruz.

Günü günden resmen kaçırıyoruz. Girdabın hemen girişinde karşılaştığımız, kâh alaycı, kâh ironik olan toz pembe hayallerin nasıl birer birer kabusa dönüştüğünü idame ediyoruz. Ne doğru soruları tam zamanını bilerek soruyoruz, ne de olması gerektiği kadar sözcüklere sığınarak ne yapılması gerektiğine zihin yoranlara yardımcı oluyoruz.

En ufak bir tereddüt taşımaksızın gittiğimiz yolun en doğru olduğuna inatla biat ederek yaşamakta olduğumuz her ne varsa çekmeye de devam ediyoruz. Sonuna kadar.Makul olan budur kıssasını kendimizce biçimlendirerek. Ne kadar değer yargısı varsa hepsine bir alternatif oluşturabileceğimiz sorusunu aklımızdan olabildiğince uzakta tutarak kaosu canlı tutuyoruz.

Ne ki yaptığımız hataların bizlere bonus olarak eklentilendiğini unuttuğumuzdan bu yana her kademede bir kere daha dip burası mıdır sorusunu eklemlemeye devam ediyoruz. Oysa hiç bir şey pratik değildir, aklın öngördükleri, gözün gör dedikleri, kulağın işitir kıldıklarını önyargısız bir biçimde baktığımızda karşımıza çıkartabildikleri kadar.

Aleni olan, sümenaltı edilenlerin yanında daha ne kadar üç maymunu oynayacağımız çıkarsamasıdır. Nereye kadar bu gırtlak gırtalağa mücadelenin gereksinimimiz olduğudur. Biçarelik pek de uzun soluklu olmamıştır sadece akıl tutulmasının getirdiklerinin süresinin uzunluğu söz konusudur bu aralıkta. Makul olanı anlamlandırabilmek didinip de bir şeyleri değiştirebilmenin hala kâf dağının ardındaki bir ütopya olarak dillendirilmesidir burada yaralayıcı olan, akılsız başın peşinde seyrüseferi olağan kılan.

İşittiğimiz hemen her çözümleme, birbirine ilmiklenen hemen her cümle, duyumsamakta olduğumuz hemen her ses, seyirliğine katılmış olduğumuz hemen her görsel bir şekilde bu ulaşılmaz olarak en başından ötelenmiş olan hayali yakınlaştırmaya olanak sağlayan bir yolun tesisini mümkün kılar. Mümkün olanın nasıl da yakınımızda durduğunu hatrımıza en umulmadık anlarda düşürür. Galiba onun içindir ki bu kadar patavatsızlığın, anlamsızlığın ortasında hala nefes alabilmeyi sağlayan yegane dayanaklarımız olmayı başarır sanatsal çıkarımlar. En amatöründen en usta işine kadar ilerleyen bir yelpazede bütünleştirmeler.

Bir vakit yarattığınızda dinlemenizi salık vereceğimiz Lost Transmissions Of The Ill Saint II derlemesinde arkadaşımız Cenk Akyol bir çizgi dahilinde birbirileriyle hemhal ettirdiği müziklerle manidar bir bakış açısını dinleyicinin dikkatine sunmaktadır. Kaçındığımız müddetçe fark edemeyeceğimiz detaycıl öbekler bir yerde okumakta olduğumuz metnin tamamlayıcısı haline dönüşen bir bağlacı oluşturur. Ya da en sevdiğimiz seyirliği seyrederken arada kararmakta olan sahnenin ardından bizi nelerin beklediğini idrak edebilmemizi sağlayan bir yol göstericilik karşımıza çıkartmaktadır. Parça adlarının yer almadığı ama içeriğe dahil edilmiş hemen her üretici / grubun modern elektronik müzik çatısı altında mahirliklerini duyumsayabilmenize imkan tanıyan dinlenceliğini Deuss Ex Machina Podcast dizini altında sizlerin beğenilerine sunuyoruz. İyi Dinlenceler. Kim bilir belki de kendi doğrularınızı bulabilmeniz için bir kıvılcımı yakalama şansınız doğar.

“If you haven’t heard the first one then prepare your mind for a heady mix! Its all about crucial dub tunes plus some illbient and abstract beats. High times or else just enjoy this flight.

Sutekh,
Namlook & Gaudi,
Dubadelic,
Motor,
Byzar,
Dj Spooky And Panacea,
King Midas Sound,
S.O.L.O.,
Sub Dub,
Material,
Mohlao,
Scan X,
The Curse Of The Golden Vampire.
320 kbps
!!!Woofer Advisory – Explict Bass!!!

You Can Still Download The First Mix: Lost Transmissions Of The Ill Saint I
Release Date: Mar 25, 2010

Esrarcengiz Makina Videoları Dizininden Bir Kesit

http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=10336396&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1

DJ Spooky @Plutopia SXSW 2010 From Scott Johnson On Vimeo.

>Bi’Daha Deuss Ex Machina # 217 – Time Has Changed, Counter Shows XXVIII

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_217_–_Time Has Changed, Counter Shows XXVIII

03 Ağustos 2009 Pazartesi gecesi *tekrar edilmiş programın parça dizinidir.

[İlk Yayın Tarihi: 30 Haziran 2008]

>>>>>Musique
>1<-Claro Intelecto-Beautiful Death (Modern Love)
>2<-Ceephax-Trabzonspor (Planet µ)
>3<-Grouper-Stuck (Type Records)
>4<-Sunken Foal-Dutch Elm (Planet µ)
>5<-Change Of Plans-How To Be A Saint? (Self Released)
>6<-Change Of Plans-Mighty Pine Tree (Self Released)
>7<-Shuta Hasunuma-Sunny Day In Saginomiya (Western Vinyl)
>8<-Shuta Hasunuma-Discover Tokyo (Western Vinyl)
>9<-Akira Kosemura-Garden (Schole)
>10<-Akira Kosemura-Drizzle (Schole)
>11<-iTAL tEK-Red Sky (Planet µ)
>12<-Matoa-Alka (DubKraft)

Deuss Ex Machina # 217 İndir/Download

Time Has Changed, Counter Shows XXVIII Bölüm (217) – Tükenmek Nedir Bilmeyen Hayat Akışı, Ümitsizliği De Beraberinde Götürecek Mi?

>>>>>Bildirgeç
Bir Sezon Finali, ya da bir programlık da olsa Kışa duyulan özleme methiye çalışması. Günlerin hızı alınmaz bir şekilde ve seri bir biçimde paydalandığı, dönüşümlerin ve düşünselliğe olan sebatın giderek daha ırak bir noktaya tekabül ettiği zamanımızda, bir ümit manifestosu… 10 Ağustos’da yeni bir seçkiyle görüşebilmek üzere…Şimdilik…

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Claro Intellecto At Myspace

Claro Intelecto Review At Makina
Ceephax Official
Ceephax At Planet µ

Ceephax At Myspace
Grouper At Myspace

Grouper At Last.FM

Grouper At Type Records

Grouper Review At The Yellow Stereo

Sunken Foal Official

Sunken Foal At Myspace

Change Of Plans Official

Change Of Plans At Myspace

Shuta Hasunuma Official

Shuta Hasunuma At Myspace

Western Vinyl
Akira Kosemura Official

Akira Kosemura At Myspace

Akira Kosemura Review At Cyclic Defrost

iTAL tEK At Myspace

iTAL tEK Review At Makina

Matoa At Myspace

DubKraft At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
www.dinamo.fm – misak[nospam]dinamo[dot]fm deuss-makina.blogspot.com

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

—————————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel Graf 3 By Greatgetfilte
© Greatgetflite

>>>>>Poemé

Ruhumun Dalgaları – Sabahattin ALİ

Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız
Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak.
Kalbim bir kayadır ki, neredeyse yıkılacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.

Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız.
Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,
Çekilse kulağımdan hatıraların dili.

Ey eski gunler artık bana yaklaşmayınız,
Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşina.
Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına,
Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.

>Deuss Ex Machina Podcast Volume 7 – Episode 254

Leave a comment

>http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=406964&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1

Perversion 05 re-mashed from tohoscope on Vimeo.

Sesler arasında serüvenimizin 254. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Yazınsal detayları az aşağıdaki bilgi notunda, işitsel tedarik ise şurada yer alan bağlantıda.

-İyi Dinlenceler…

Older Entries