>
Deuss_Ex_Machina_292_–_Exploded Seed More Of A Gorgeous Faint Brain
15 Mart 2010 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.
>>>>>Musique
Album Of The Week: Loscil – Endless Falls (Kranky)
>1<-Offthesky-Frozen Fountain (Home Normal)
>2<-Loscil-The Making Of Grief Point (Feat. Daniel Bejar) (Kranky)
>3<-Loscil-Dub For Cascadia (Kranky)
>4<-aAirial-Seul À Seul (Breathe Compilations)
>5<-aAirial-Le Rythme Des Jours (Breathe Compilations)
>6<-Sleep In-Mother Russia (Self Released)
>7<-Sleep In-Mountain Climbers (Self Released)
>8<-Pryzma-Ufology (Med School)
>9<-Joe Syntax-Expectra (Med School)
>10<-Trisector-Frozen Funk (Large Amount Of Soul)
>11<-Fanu-Amok (Large Amount Of Soul)
Exploded Seed More Of A Gorgeous Faint Brain (292) – Daracık Bir Çizginin Bir O Yanında Bir Bu Yanında Koşar Adım İlerlemeye Gayret Ediyoruz. Ne Ötekisine Sus Diyebiliyoruz Ne Buradakine. Herkes Kendi Sığındığı Eşiğinde İlla Ki Haklı Olduğunu İspatlamaya Heveskar Bir Biçimde Çabalamakta. Ortalığa Dağılmış Olan Fikir Tomurcukları Ayaklar Altında Hınç İle Ezilmeye Devam Ederken Sulhu Ne Zaman Yakalayacağız! [Niyet Edilen Başlangıçlar Bir Kerecik Olsun Anlamaktan, Yüreğini Açmaktan Geçer Kitabesinden C-1]
>>>>>Bildirgeç
İtibar bütünüyle dışadönük bir haldir. Onursuz işler yaparak itibarlı bir konuma gelinebilir. Başkasının kitabını kelimesi kelimesine çalarak profesör, hatta YÖK başkanı olabilirsiniz. Arkanızdan methiyeler yağar. Ama siz kendi içinizde bu itibarın onursuz bir işe dayandığını bilir, bunun ezikliğini ömür boyu yaşarsınız. Başkalarını ezerek ezikliğinizi bastırmaya çalışırsınız. Aynı zamanda güce karşı da biat edersiniz. İtibarlı olmak her zaman onurlu olmak demek değildir. Onurunu yitirmiş insanlar, genellikle şirretleşir.
Başkalarının düşündükleri
Elbette başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğüne hiç önem vermeyebiliriz. Bunun onurlu olup olmamakla ilgisi dolaylıdır. Böyle bir önemsememeyi insani bir değeri sahiplenerek yapabiliriz ya da bu değerleri fütursuzca çiğneyerek. Onurlu olmak veya olmamak bizim elimizdedir. Yanlış yapmak onursuzluk değildir. Her ne kadar atasözlerimiz arasında, “inkâr yiğidin kalesidir” öğüdü yer alsa da, yapılan yanlışı gizlemek veya inkâr etmek dünyada genellikle onurlu bir davranış olarak görülmez.
ABD’de Ermeni soykırımının resmen tanınmasıyla ilgili, 1975’ten beri gündeme gelen dördüncü veya beşinci girişim bu. Bundan öncekileri, tehdit, şantaj, para ve menfaat dağıtma yollarıyla milletçe savuşturduk. Onurumuzu kurtardık. Bu son girişimin de, adı geçen komitede kabul edilmiş olmasına rağmen, komitenin kapısını aşıp aşmayacağına bağlı olacak milli onurumuz. Bugün ve geçmişte hangi onurlu işi yapmış olarak milli onurumuzu kurtarmış olacağız?
Davutoğlu bunun yanıtını dolaylı olarak veriyor. “1915’te yaşananları en iyi o dönemi yaşayan halkların bileceğini” belirtip “Ermeniler için 1915’in tehcir dönemi olabileceğini, ancak Türkler için de 1915’in aynı zamanda bir Çanakkale olduğunu” söylüyor. Bundan iki farklı sonuç çıkıyor.
1915’te Türkler Çanakkale’de varlık yokluk mücadelesi verirken, Ermenileri de birileri tehcire maruz bıraktı, demek midir bu? Bundan dolayı mı 1915 deyince Türkler farklı nedenlerle kıvanç duyarlar, Ermeniler ise büyük bir yas? Aksi takdirde Çanakkale şimdi nereden çıktı diye insan kendine soruyor. Peki, bu Ermeniler kendi kendilerine mi tehcir oldular ya da işgal güçleri mi onları tehcir etti? Ermenileri Merihliler mi başka bir dünyaya ışınladı, İttihat ve Terakki hükümetinin yöneticileri mi? Yoksa 1915’te Ermeniler Çin’de, Türkler Maçin’de yaşıyordu da 1915’te diğer halkın ne yaşadığını bilmediler, duymadılar mı? Bu ve benzeri başka soruları meşrebinize göre, emperyalist güçlerin menfur oyunları, kader, savaşta herkes büyük acılar çekti türünden yanıtlarla savuşturduğunuzu zannedersiniz.
Ya da bu karşılaştırmayı amaçlı okursanız, ondan Türkler Ermenileri Çanakkale nedeniyle tehcir ettiler sonucuna da varabilirsiniz. Tehcirin sadece tehcir olmadığını anlamak için yalnızca Talat Paşa’nın itinayla tuttuğu çeteleyi okumak yeterli. Ahmet Davutoğlu’nun, yaptığı Çanakkale ve tehcir karşılaştırmasının soykırım iddialarının bütün bir millete şamil kılınmasının kapısını araladığının farkında bile olduğunu zannetmiyorum.
Osmanlı Ermenilerini Türkler tehcir etmedi. İttihat ve Terakki yönetimi bu kararı aldı ve bütün bir insan topluluğunu, dinsel, dilsel ve ırki nitelikleri itibarıyla, suçlu suçsuz, kadın erkek, çocuk ve yaşlı ayırmadan cezalandırdı.
İttihatçılar bunu devleti kurtarmak saikiyle yapmış olabilirler. Türk milletini korumak ve yaşatmak amacıyla bu vahim kararı hayata geçirmiş olabilirler. Tehciri yönetenlerin, uygulayanların bir kısmı ırkçı-dinsel bir nefretle, diğer bir bölümü dünyevi bir müsadere hırsıyla bunu şevkle yapmış olabilir. Ama ne olursa olsun, bunu yapanların insanlığa karşı bir suç ve ağır cezalık bir iş yaptıklarını reddetmek onurlu bir davranış olarak değerlendirilebilir mi? Milli onurun savunulması, insanlığa karşı işlenmiş bir suçun inkârına dayanıyorsa, savunulanın adına onur denebilir mi?
Savuşturmak
“Soykırım iddiasını reddediyoruz çünkü atalarımız soykırım yapmış olamazlar” diye haykırıyor Başbakan. Türk milletinin ortak atası yoksa İttihatçılar mı? Ya da bir milleti toplu tehcire maruz bırakanların İttihatçılar değil, Türk milleti olduğuna önce biz mi gizli gizli inanıyoruz ve bu nedenle milletin uluslararası itibarını korumak için paralanıyoruz?
Ahmet Altan geçen hafta Taraf’ta şu soruyu soruyordu: “Bu korkunç suçu niçin saklamaya uğraşıyoruz, neden o katilleri savunmaya, suçlarını gizlemeye çabalıyoruz, neden gerçekler ortaya çıkmasın diye aşağılanmayı da göze alarak kıvranıp duruyoruz?” Evet, neden 1915’te Osmanlı Ermenilerine karşı işlenmiş organize cinayetlerin, eziyetlerin mahkum edilmesini, lanetlenmesini atalarımıza karşı yapılmış bir hakaret olarak kabul ediyoruz? Neden böyle bir inkârı bu milletin hassasiyetlerinin bir parçası olarak tanımlıyoruz?
O zaman neden böyle bir onuru ve hassasiyeti korumak için çırpınan ve gayet mümtaz şahsiyetlerden oluşan Talat Paşa Komitesini AKP baştacı etmiyor? 8 Mart günü bu komitenin danışma kuruluna başkanlık yapan Rauf Denktaş, toplantının sonunda “Asıl başkanımız Doğu Perinçek’e selam gönderiyorum” dedi. Böyle bir milli onur ve hassasiyetin yılmaz savunucusu neden hâlâ hapiste tutuluyor?
Yoksa bu onurun, bu hassasiyetin arkasında son derece elle tutulur bir neden mi var? Soykırım iddialarıyla mücadele etmezsek arkasından toprak tazminat talebi gelir diye mi korkuyoruz? 6 Mart tarihli Zaman gazetesinde yer alan haberde, diplomatik çevrelerin, “ABD’nin tanımasını, Ermenilerin tazminat ve toprak talepleri izleyebilir” uyarısında bulundukları aktarıldı. Bu ilk kez dile getirilmiyor.
Biz millet olarak, toprak ve tazminat taleplerini engellemek için mi bu milli onur savaşını veriyoruz? Milli onurumuz toprak ve parayla mı ilgili? Ayrıca kim toprak ve tazminat talep ediyor? Talep edilmese bile, bizim kendiliğimizden el konulan mal ve mülkleri, kaybolan hayatları en azından simgesel olarak tazmin etmemiz mi onurlu bir davranıştır, yoksa bu büyük yağma ve müsadereyi inkâr etmek için dünya ile savaşmak mı? Kısacası, 1915’te Osmanlı Ermenilerine yapılanları onurlu bir davranış olarak görüp görmediğimizi önce etraflı biçimde bir konuşalım. Ondan sonra milli onurumuzu nerede ve nasıl savunacağımıza sıra gelir.Tedirgin edici olan haleti ruhiye değildir o duruma ulaşmamıza neden olan sakilliğin bünyemizdeki kuvettinin çoğalmış olmasıdır. Tepksizilik dozunun hallice artması, birbirinin tekrarı olan münazara görünümlü tartışmaların uzağında belleği hala tazeleyememiş olmaktır bu durumun müsebbibi olarak anılabilecek. Çizginin merkezinden nasıl çarçabuk bir biçimde uzaklaştığımızı gitmek için çırpındığımız ama bir türlü yoluna giremediğimiz hedeflerimizin uzaklarında dolaşmayı sürdürüyor olduğumuz gerçeğiyle karşılaşırız. Sert düşüşler, ani değişimler iklimin kendisine yapılmış olan müdahaleler değil bütün benliğimizi resmen kontrol dışı kalmasına vesile olan açmazlardır hissiyat dengemizi alt üst eden. Yorgunluğun üzerimizde daimi bir yakınlık kurmasına müsade eden. Öyle ya da böyle bir şekilde doğruların peşinde koşmak için çablanmamız sırasında yorgunluğumuzu da hissederiz. Ne yaparsak, nasıl edersek, hangi sapaklardan dönersek bir hal yoluna koyabilme şansımız bulunduğuna dikkat kesildiğimiz aslında bizden önce gitmiş olan, açılmamış eşikleri aramak konusunda çablanmışların yaşadıkları hezimetleri fark edebilmek mümkündür. Mümkündür yük olmaktan daha fazlasına dönüşmüş olan sorumluluklarımızın büyüklüğü karşısında hala kısıtlı bir kitlenin kendi havanlarında su dövmeye devam ettiklerini, hemen her durumu güllük gülistanlık olarak görmeye devam edişlerinin yılgınlığa kapıyı aralattığından dem vurabiliriz. Mahirlik yaşanan her tecrübenin hüzünbaz ya da mesudelik bir biçimde hamurumuzu karmayı sürdürdüğüdür. Dönüşmekten kaçındıkça, her durumda sahte maskelerin ardından saklanmaya, kendimizi olmadık hallerle iliştirmeye, izole etmeyi sürdürdüğümüz müddetçe yanılgıların tedirgin ediciliğinden uzak durabilmek mümkün olmayacaktır. Hele ki herkesin kendi meşrebince, dili döndüğünce edinmiş olduğu fikriyatı bambaşka noktalarda bütünleştirerek, sağaltımları onlarca farklı yöne dağıtıldığı günümüzde esas resmin okumaları için elimizi daha çabuk tutmamız gerekmektedir. Korkmaktan gına getirdiğimiz fakat kimsenin ucunun kendilerine dokunmadığı müddetçe ilişmediği konuların etrafında düşünmelerin karşılaşmamızı sağladığı tedirgin edicilik düşündürücü bir biçimde dört bir yanımızı kapsamaya devam etmektedir. Kapsamı arttırılan karaşınlığın çoğaltılmış halleridir. Ters istikamette ziyan ettiğimiz vaktin topyekün yıkıntıları altında kaldığımızın acı ama gerçekliğidir. Makus kederimiz acıda birlikteliklerde bile daimi tedirginliği sürüklemeye çalışmaktadır. Yansız ve tarafsız bir biçimde olan bitene iliştiğimizde, görmekten kaçınmadığımız hallerde, işitmekten uzak durmadığımız anlarda gözümüzün önünde canlanan tasvirler bu tedirginliği anlamayı mümkünatlar dahiline eklentiler. İçimizde bir burukluk ama kat etmemiz gereken o kadar uzun bir yol var ki bu daha nesi diyerek devam etmemizin en büyük kazanımımız olacağının bilinciyle beraber. Deuss Ex Machina’nın geçtiğimiz Pazartesi akşamı canlı olarak yayınlanan 292. bölümü dahilinde işitmekten kaçınmadığımız gerçekliklerimizi sorgulamaya, bu puslu gündemin sağanağı altında görülmesi gerekenleri aramaya devam ettiğimiz bir kurguyu oluşturmaya gayret ettik. Müziğin kapsadıkları, iliştirmeye devam ettiğimiz hayatın kendisinde yaşamak zorunda olduğumuz hallerin bir devamı olmayı sürdürmektedir. İş ki aynı sözlere sığınarak kulak kabartmalarımızı sekteye uğratmayalım. Dinlediklerimiz terdirgin ediciliği aşabilmemiz için tıpkı diğer sanatsal üretimlerde olduğu gibi farkındalılık sağlayan bir unsurun temsilcisidir. Fark etmeden geçip gittiğimiz aslında hepimizi çok yakından ilgilendiren konular hakkında biriktirmelerimizi sağlayabilmek için bir yol oluşturucudur. Friedrich Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” yapıtında bahsettiği gibi; “Her bilgi, tedirgin bir vicdanın dibinde yeşermiştir şimdiye dek! Parçalayın, ey gören kişiler parçalayın eski levhaları!” Altına imzasını atmış olduğu minimalist ortam müziği kayıtlarıyla dizin boyunca belirginleştirmeye çalıştığımız okumaların paralelinde icrai sanat eyleyen Scott Morgan aka Loscil’i beşinci uzunçaları Endless Falls’un başatlığında, kısa notlarımızla beraber sizlerin beğenisine sunuyoruz.Müziğin hissettirdikleri yaşama bir fon oluşturmasının yanında sorgulamaları beraberinde getirmek olan bütünleştirme olduğunu kâfi defalar tekrar ettiğimiz bir kıssayı ihtiva eder. Niteliğine göre çeşitlendirilebilecek ve biz dinleyicilerin işitir oldukları her ses evreninde farklı olanı anlamak için bir eşik atlatıcı olduğundan da dem vurabiliriz. Yorumlardaki farklılaşmalar görmekte olduğumuz resmin aynı noktalarına sabit kalmaktan bizleri alıkoyacak olan detayları önümüze getiren önerme dizilerini karşımıza çıkartır. Formüle edilmiş müziğin sadece notaların birbirlerine bağlantılanıp belirli sürelerde hayatımızı kapsayıp unutulan bir şey olmadığına dikkat çekmek istediğimiz tüm önermeleri bu sayfa aracılığıyla sizlerle paylaşmaktayız. Muhteviyatında her ne olursa olsun ortaya çıkan ses dizilimleri aslında bilmek, hissetmek ve anlamak için ihtiyaç duyduklarımızı sağlama alan bir yerde unutmaya başladıklarımızı belleğimizin dipsiz kuyularından tekrar hatıratın ön sıralarına taşıyan bir işlevselliği barındırır. Özellikle modern elektronik müziğin devamlılığı olarak rahatlıkla anabileceğimiz bir disiplin olan ambient müziğinin çeşitlendirmeleri biraz da bu üstünkörü geçmeye alışık olduğumuz hallerimizde yaşadığımız sorunlara farklı bir bakış açısını yakalayabilmemize vesile olan birer aracı görevini üstlenmektedir. Yaşanılan ortamın içeriğini kapsayan, kutsayan kimi zaman da huzursuzluğun nedenlerini ortaya çıkartan gürültülerle bezeli bir biçimde ambient müziği ânın getirdiklerine karşı cephanesi, kelimeleri tükenmiş hallerimizde yardımcılık görevini layıkıyla yerine getiren bir disiplin olmayı başarır. Bu disiplinin tanımlandırılmasına vesile olan Music For Airports albümünün üreticisi Brian Eno’nun sözleriyle “Ambient müzik, herhangi birini özellikle ön plana çıkarmadan dinleme dikkatinin çeşitli seviyelerine hitap edebilmelidir: ilginç olduğu kadar gözardı edilebilir de olmalıdır.” önermesine bağlı kalan yüzeylerin resmi geçidinden mürekkeptir. Ses yönlendirilip, değişitirilerek farklı biçemlerde yeniden kotarılarak, bina edilen yapılar dahilinde teferruatları manidar kılan kurgulamaları kulaklarımıza ulaştırır. Detaylarda saklı duranlar aslında gündelik koşuşturmacamız içerisinde işittiklerimiz de olabilir. Herhangi bir yerde kaydedilmiş olan anlık bir doğa seslenişinden de ortaya çıkartılabilir. Ses labartouvarından uğraşıp didinerek de ortaya çıkartılabilir, bir tuşun ucuna basılı tutarak rastlantısal olarak da tanımlandırılabilir. İş ki anlatmak istediklerinizi, anlamak için çırpındıklarınızı karşılayan sesle buluşuncaya kadar sürecek bir devinim hasıl olur. Tektipleştirilmiş bakışımlardan olabildiğince uzak durmayı sağlayan ambient uzun sayılabilecek bir süredir modern elektronik müzik disiplini içerisinde tüm farklılıkları içeriği dahiline eklemleyebilmiş önermelere çatılık görevini üstlenen bir alt tür olarak varlığını korumaya devam etmektedir. Scott Morgan aka Loscil’in 1999 yılından bu yana oluşturduğu müzikal sunuş ve kayıt silsilesi dahilinde de bu geçişkenliklere olabildiğince saydamlaştırılmış bir bakışıma ev sahibi olan kolajlamalar ortaya çıkartır. Belirsiz bir biçimde kulağımıza çalınan döngülerin en minimalist kuşaklarda derlenmesinden bir anda yükselişe geçen ve biraz önce dinlemekte olduğumuz ses eriminin nasıl bu kadar az katmanla şenlendirilebileceğine dair önermeler ihtiva eden bir müzikal kurgunun üreticisidir. Detaylar üzerinden şekillendirilebilen, tanım kazandırılabilen derinlikli bir müzik seyyahlığının hikayesidir birazdan okuyacaklarınız. Bilgisayarda müzik üretim programları arasında yer alan Csound’daki loop (döngü) ve oscillate (salınım, aynı zamanda program içerisinde müziğin yapısında değişikliklere imkan sağlayan filtrelerden) kelimelerinin birleşiminden Loscil ismiyle elektronik müziğe duhul etmesinden bu yana toplamda beş uzunçalara imzasını atacaktır Scott Morgan. Birbirleriyle bağlar bulunduran önermeler sentetik seslerle organik akustiğin bir yapı altında toplanmasını mümkün kılacak öznellikte kayıtları oluşturacaktır. Sonuçta dinlenilen itinayla kulak verildiğinde çağrışım olarak Brian Eno’dan Cluster’a, Henry Mancini’den Gavin Bryars’a Terry Riley’den Drexciya’ya kadar uzanan kompozitör ve ses birleştiricilerinin yolunda ilerleyen kayıtlar olarak ele alabilmek söz konusu olabilecektir. Simon Fraser Üniversitesi’nde elektro-akustik müzik icrası, kompozisyonu üzerine eğitimini almasını takiben 1999’da yayınlanan A New Demonstration Of Thermodynamic Tendencies çalışmasıyla müzikal kronolojisinin başlangıcına ulaşırız. Bağımsız bir yayın olarak tamamen kendi imkanlarıyla yayınladığı çalışmanın ses örneklemeleri üzerinden oluşturulan, termodinamik yasasına dair göndermelerin de yer aldığı debut çalışması Triple Point 2001 yılında Chicago’lu deneysel müzik yayıncısı olan Kranky etiketiyle dinleyicilere sunulur.Ambient müziğin deneysellikle taltif edildiği, oluşturulan yapılandırmaların birbirlerinden ayrı konumlandırılmasına gereksinim duyulmayacak kadar yekpare bir bütünlük ihtiva edecektir Triple Point. “Sadness In The Sky” adındaki fizik kitabından ilham edinilerek oluşturulan ve katmanları arasındaki ses aynalamalarıyla değişkenliklerin minimize edildiği bir estetik yapılandırma ortaya çıkartılacaktır Scott Morgan tarafından. Ton dengesi dahilinde birbirlerine ilintilenmiş olan techno tabanlı ses kuşaklarının rehberliğiyle minimalist bir girizgahı tanımlandıran Hydrogen parçasıyla Triple Point albümü açılır. Özellikle parçanın tam ortasından itibaren devamlılığı sağlayan zil sesini Drexciya’nın ütopik tasvirlerine yakınduran bir bileşen olarak değerlendirebilmek olasıdır. Temeli sıfır noktasından alınmış bir döngü üzerine bina edilen doğaçlama çıkışlarla oluşturulan dub techno Ampere, peşisıra sahneyi kapsayan daha karaltılı gürültü tasvirlerinin duyumsanabileceği Clicks & Cuts gibi bir dönemin deneysel elektronik müziğinin referans noktasını oluşturan Mille Plateaux derlemelerinin paralelinden bir kurgu olan Pressure parçasıyla Triple Points’in önermeleri arasında ilerlemeye devam ederiz. Yankılanan her bir çağrının ister durağan ister hareketli olsun bir şekilde dinleyicinin zihninde soruları canlandırmasına örnek teşkil edebilecek, elektro akustik ses kesidinin techno ile hemhal olduğu Discrete Entropy gibi nitelikli yorumlar da bu kapsayış dahilindeki yerini alır. Sesin inişli çıkışlı hallerini duyumsayabileceğiniz, dönüştürülen elektronik aksamın ses çatısı altında ortaya çıkartılan bileşkeye kulak kabartabileceğiniz albümün doruk noktalarından birisini oluşturan karaltılarla bezeli Enthalpy, denyselliğin kademe kademe arttırıldığı sessizliğin içerisinde yankılanan, boşlukta dalgalanmaya devam eden, sürükleyici Conductivity parçasıyla albümün nihai sonuna ulaşırız. Ambient müziğinin Brian Eno’nun önermesinde atfedildiği gibi duyumsanmasıyla bambaşka eşikleri açmaya vesile teşkil ettiğini örnekleyen, diğer yandan da orada varlığını izahate yormaya çalıştığımız bir görünüp bir kaybolan ses rezonanslarının nitelikli görünümleri paydaladığı gerçek kesit haline dönüştüğü Absolute parçasıyla Triple Point albümü tamamlanır. Loscil’in müziğini daha geniş bir şekilde çözümleyebilmemizi sağlayan vurgulamaların ön plana çıkartıldığı, detaylarıyla olduğu kadar geliştirilen seslenişlerin daha hissiyatlı bir uzama evrilmesini 2002 tarihli Submers albümü ile paylaşabilmek mümkündür. Metaforlar kullanmaktan kaçınmayan Loscil’in denizaltılar üzerinden oluşturduğu sesli bağdaştırmalara ev sahipliği yapan, kimi zaman techno’ya ulaşan kimi zaman da drone bezeyişlerle bütünleştirilebilen bir seyyahlık ortaya çıkartılır. Denizin yankısını ses ile duyumsatmanın farklı tecrübelerinde dolaştırmaktadır Scott Morgan dinleyiciyi. Dillere sakız olan eklektik kurgunun henüz dönem içerisinde laçkalaştırılmamış örnekleri arasında dahil edilebilecek mizansenler kulaklarımıza çalınır. Yapılandırmalar birleştirildiğinde ortaya çıkan insan-makine karşılaştırmalarının esaslı bir yorumu olduğu ise şüphe taşımaz bir gerçeklik olduğunun altını çizmeliyiz. Her türlü gelişime karşın giderek doğal olanı tüketerek, hemen pek çok şeyi azami bir biçimde elbirliğiyle sıfırlandırmaya olan teşneliğimize dair göndermelerin bulunduğu bir yorumlama Submers uzunçaları dahilinde kulaklarımıza ulaşır. Kaydın başlangıcında yer alan durağan temposu ile minimalist ses yüzeylerini arşınlayan Argonaut 1, Wolfgang Voigt’un GAS projesinde dinlemiş olduğumuz önermelerle aynı güzergahta ilerleyen bir kolajlamayı tanımlandırır. Techno’nun endüstriyel tını hüzmelerinde yeniden canlandırılması olarak belirginleştirebileceğimiz bir müzikal akış Gymnote, ambient müziğinin çehresine dahil edilebilecek yetkin önermelerden birisi olmayı da başarır. Dub techno içerisinde derdest edilmiş mekanik titreşimlerin canlandırıldığı sinematografik bir yansı olmayı başaran Mute gibi hüzünbaz dönüştürmeler de ha keza Submers’in öncüllüğünü ortaya çıkartan önermeler arasındaki yerini alır. Titreşimlerin başlangıç noktasından sonuna kadar geçirdiği süreler dahilinde ortaya çıkartılan her yeni im aslında bir türlü rayına girmeyen sorunların iyice görünür kılınmasını sağlayan birer aracı haline dönüştürülür Morgan’ın ellerinde. Denizaltılar üzerinden yapılan göndermelerde baskın bir biçimde derinlerimize işlemiş olan acıları ve o acılarla beraber yaşamak zorunda olduklarımızı hatırlara getiren, somut resimler ortaya çıkartır. Ne eksik ne fazla. Herşeyin kısa yollarla bağlantılandığı, özetlerin yer edindiği güncellik içerisinde Nautilus gibi dijital dokunuşlarla tefrişatının gerçekleştirildiği saydamlaşıtılmış bir techno yorumu duyumsamak sözkonusudur. İliştirdiği seslerle hasbıhal olmayı sürdürdükçe Loscil’in anlamlandırmaya çalıştıklarının ötesini işitebilmek için edebi metinlerin arasında uzun soluklu bir turu da beraberinde getirecektir. Yazılı olan materyallere verilen iletiler kadar sesle alt yapısı tanımlanan ambient müziğin de kendine has diyalektiğini anlamlandırabilmek için Triton iyi bir başlangıcı temsil edecektir. Suyla temas edilmektedir amma velakin giderek daha karaltılı sahneler karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar da korumaya çabalanıyor görünsek de aslında izlerini çoktan kaybetmeye başladığımız hakikatlerin birer birer yok edildiğini manidar bir biçimde tanımlandıran, etkileyici bir ses yerleştirmesi ortaya çıkarır Morgan. Saydamlaştırıldıkça tam da albümün genelinde sunumlandırılmış olan hüznü teferruatsız bir şekilde irdeleme imkanına sahip olunabilecek, drone kesitlerin içerisinde enstrümantal döngülerle yeni bir bakışın tanımlandırıldığı Kursk parçası, neredeyse sabah akşam ekranlarda tekrar ettirilen parçanın melodisinde hüznü hissettiğini zannedenlerin bir kerecik de bu parçaya kulak vermelerini özellikle salık vereceğimiz kurgumasal ile Submers albümü nihayetlenir. Çoğaltımlar geniş bir bakış açısıyla muktedir olanın dayattıkları karşısında unutulmaya yüz tutmuş olanları hatırlayabilmek için, çello benzeri drone ses kesitleri arasında itinayla kulak kabarttığımızda lazımgelenleri duyumsayabileceğimiz önermeler dizinini ortaya çıkartır. Fazlaca teferruatla boğuntuya getirilmeden neredeyse olduğu gibi safiyane bir düzenleyişle dinleyicilere aktarılan sinematik kesitler gerçek birer hayat tecrübesinin okuması olarak da değerlendirilebilecek bir sonucu hissedilir kılar.
“To be or not to be” değil.
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz’ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Milli Onur Meselemiz – Ahmet İNSEL – Radikal 2
İnsaniyet Namına – Yasemin ÇONGAR – Taraf
Cihan Pehlivanı – Özgür MUMCU – Birgün
Kapı Açmaktan Kapı Önüne Koymaya – Erdal GÜVEN – Radikal
Arıtman – Erdoğan İşbirliği – Ufuk URAS – Turnusol
Demokrasi Böyle Bir Şey Mi! – Umur TALU – Habertürk
Mehmetçik Lisesi Eylemdeydi – Eğitim Emekçileri Derneği – Alınteri
Serbest Hezeyanlar Ya Da ‘Çocuklar İçin Faşizm’ – Sırrı Süreyya ÖNDER – Birgün
12 Eylül’cülere Yargı Yolu Açılıyor – Habercem.com
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
İstanbul: Avrupa Muhalefet Başkenti – Kıvanç ELİAÇIK – Birgün Forum
Türkiye’ye “Nükleer” Saldırısı – Özgür GÜRBÜZ – Bianet
Kayıp Kentin İzinde – Emre SARIKUŞ – Birgün Pazar
Hatırlamayı Unutmak – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Geçen Hafta Bugün’ün Notu – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Rachel Corrie’yi Hatırlayın – Bill WHARTON – Gerçeğin Günlüğü
Top Yuvarlak, Siyaset De… – Ragıp DURAN – Apoletli Medya
Ermeni Sorunu – Uçan Balık – Uçan Balık 2
1915’in Yarattığı Yarılma – Enver GÜLŞEN – Derin Düşünce
Tek Kelime Söylemeyin Kelimeler! – Aglea – Ztopya
Tayyi Mekan – Kristensenn – Kristensenn
Trouble In The Message Centre – Dolphinished Monkey Business – Alter[ed]native
Loscil Official
Loscil At Myspace
Loscil At Twitter
Loscil Coverage At Kranky
Loscil Coverage At Ghostly International
The Science And Headiness Of Music: An Interview With Loscil – Dave SEGAL – Line Out / The Stranger
Loscil Endless Falls Album Review – Nick NEYLAND – Drowned In Sound
Loscil Live At Mutek June 6, 2004 – MutekLive035 – Mutek
Loscil Motoc Video On Youtube
Offthesky Official
Offthesky At Myspace
Offthesky Hiding Nature Album Informative On Home Normal
aAirial At Myspace
aAirial Incoercible Album Coverage On Breathe Compilations
aAirial Incoercible Album Review On Chroniques Électroniques
Sleep In At Myspace
Sleep In At Facebook
Sleep In Blackwidow Album Review – Ray FINLAYSON – OneThirty BPM
Pryzma At Myspace
Pryzma At Soundcloud
Joe Syntax At Myspace
Joe Syntax At Soundcloud
New Blood Coverage On Med School Music
Trisector At Myspace
Trisector At Last.FM
Fanu Official
Fanu At Myspace
Finnish Drum & Bass And Dubstep Compilation Coverage On Large Amount Of Soul
Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.
Dinamo – Misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
———————————————————
Coven – Troutfactory Troutfactory / Trane DeVore’s Flickr Page
İsimsiz – Kaçakkova Kaçakkova’ Flickr Page
Tosc_ago09_148 – Alessandro Gaziano Alessandro Gaziano’s Flickr Page
Loscil Photos Courtesy From Below Listed Web Sites:
Loscil Live At Mutek 2004 / Last.FM Artist Page
Loscil By Mark Mushet
Loscil Endless Falls Album Artwork
>>>>>Poemé
Öyle Günler Gördüm Ki – Sabahattin ALİ
Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.
Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.
Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:
Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.
Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.
Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi
Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.
Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur
Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
Gözyaşları içinde seneler yürür gider.
Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.
Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.
Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.
Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.