Deuss Ex Machina # 388 – viðrar vel til loftárása

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_388_–_viðrar vel til loftárása

20 Şubat 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-High Wolf-The Dawn Of Man (Holy Mountain)
>2<-High Wolf-Fuji Descent (Holy Mountain)
>3<-Dan Berglund's Tonbruket-Balloons (The ACT Company)
>4<-Dan Berglund's Tonbruket-Decent Life (The ACT Company)
>5<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Laila (ECM Records)
>6<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Consequences (ECM Records)
>7<-Behzad Mehrnoosh-Vaelkommen (Till Vildmarken) (Self Released)
>8<-Behzad Mehrnoosh-Vinterblek (Self Released)
>9<-Sigur Rós-Lúppulagið (Krúnk)
>10<-Sigur Rós-Ný Batterí (Krúnk)

                                 viðrar vel til loftárása
                                            (388)

En yalın biçimiyle gülmek handiyse bu hengamenin türlü çeşidinin mütemadiyen sergilendiği bir cenahta hem bellekten hem yürekten silinmeye yüz tutmaya başlamış bir olgu haline dönüşüyor, dönüştürülüyor her bir dönemecinde muktedirin sus işaretçiliğinin, sırıtma artık hezeyanlarının birbirine paralelliğinde yeniden dolaşıma çıkartılıyor. Ümitvar olmayı bir kenara terk ettikten sonra hiç değilse bazı bazı, arasıra denkliği tutturulmuş gülüşlerin de sepya birer anı olmasının çabalanımı düşünülesidir. Tahrifatçılığın bir örnekleştirilmiş başka hallerinden peyderpey payımıza hakkımıza düşenleri ediniyoruz. Gam yükümüzü ağzına kadar tepelmesine donatmışken yepyeni ilavelere yer açmamız tembihleniyor. Sorsak da değişmez bir biçimde rutine dahil ediliyor, el mi yaman bey mi yaman diyerek, denilerek göstere göstere somurtmaların yenisini bir başkacasını bu kubbeye eklemlendiriyoruz. Neresinden başlarsanız, nasıl derinleşterirseniz hangi kıvrımını yakalarsanız yakalayın değişmezliği artık tescilli bir algı olarak sabitlenmiş “nemrut suratlılığın” hemen bir başka benzerinin zuhur eylendiği bir donatım hasıl olur. Dolgu. Bilinmezlikler arasında düşülmüş gayya kuyularında ıssızlaşmak bir yana enikonu gülümseyebilmenin bile handiyse idelojik sayılacağı bir dönem içerisinde hayatı sürdürebilmekten daha zor ne vardır, daha zora ne kalmıştır.

Yetişmeye, koşturmacasından kendi payımıza olumlu anlamda bir şeyleri edinebilmeye bunca çabalanma söz konusuyken bazı olgu ve türetimlerin fırsat bu fırsat denilerek iyice köşeye kıstırılması üzerine kafa patlatılası değil midir? Bunca avaneliğin, pespayeliğin, biri bitmeden ötekisi devreye giren tahakkümlerin dayatımların dünyasından hiç bir şekilde kurtuluş yok mudur, olmayacak mıdır? Dimağ bu kadar esef vericisini bir arada görmeye, işin adını koyalım resmen bağışıklık kazandırılmışken devletlu eliyle insana dair olanın sonunun getirilebilmesi yaralayıcı değil midir? Farkına varılması gerekli olan şeylerin üzerinde neredeyse hiç durulmaya bile tenezzül edilmezken incir çekirdeği kıvamının net karşılığını oluşturan şeylerin günü kapsaması, teferruatlardan sözümona arındırılmış bu sathın içler acısı halini yansıtmaktadır. Doğruyu dile getirebilmek, çekincesiz kouşabilmek, yarını için düş kurabilmek, her zamankinden az da kalmış olsa da sürprizlerin denk gelişleriyle gülümseyebilmek kısaca teferruat adledilmişlerin, teferruatlarından bir şeyler kapabilmek unutulması öncelikli olan mıdır? Vurgu. Dönüşümler belirli bir gelişimle düşünsellik makamının sabitliklere tutturulmuş her daim aynı kör noktalara takılı kalmış bezginliğini aşabilmek alt edebilmek için bir anahtardır.

Mutlak doğru olarak lanse edilenlerin nasıl da görecelilik ihtiva ettiği taşıdığı bu ahvalde iyice meydana çıkmaktayken istemsiz davranmanın, kulağını olana bitene kapalı tutmanın, duyarsızlaşmanın kendini tekrar eden yansılarından kurtulabilmek için hakikatli bir çözümleyicidir.Unutuşlara tekabül ettirilmiş insansı olan şeylerin söz konusu olduğunda bahsini açabilmek fırsatını göz önüne getirdiğinizde sanırız ne demek istediğimiz daha anlaşılır kılınacaktır. Bir personna haline dönüşmekte olan tepkimlerin, rutin sabitliklerinde müesses nizam sıradanlığına kendini kaptıranların her tepkimesini bir örnekleştirdikçe haştak estetiğinden uzaklaşmayan bir vurgu sahipliliğine dökümlemesi asıl resmin ne kadar büyük bir yıkım olduğunu unutturmaktadır. Hatırı sayılır bir biçimde gülümsemeyi, insana dair olan pek çok tepkimeyi artık ardımızda bırakmamızın müsebbiplerinden olan vehametlerin has sahiplerine karşı geliştirilebilecek tepkimenin sadece sanalın sınırları ile daraltımıyla ne gün anlaşılır kılınacaktır ne de geleceğin çekincelerinin aslında hiç de yabanıl şeyler olmadığının ikrarı söz konusu olacaktır. Çözümsüzlüğün “yeni” keşfedilmiş bir çözümleme biçimi olarak değere v kaale alınmasından göz önünde bulundurulmasından bu yana geçen sürenin aslında aleyhimize işleyen bir döngüyü tamamlaması mevzuu bahisken aynı eşiklerde ömürlerimizi heder etmek de günah değil midir?

Muktedir-erk-iktidarın yinelemelerinde çekincesizce dile getirdiği unutuşların belirli bir limittten çok daha derinlikli bir şekilde çoğaltılmasıdır. Az sayıda hatırlayanın, belleğini hatırlamak konusunda zorlayanların da sınırlı bir alanda vavelyalarını, gazlarını nasıl adlandırırsanız tanımını kendinizce belirleyebileceğiniz başkaca bir denkliğe tekabül edebilecek bir savlayışla def etme ısrarının yol verdiği, ulaştırdığı bu griliğin tam ve eksiksiz tahakkümü iflah kesici değil midir? Birbirimizi anlayabilmek konusunda en zorlu etapların bu döneme denk geldiği güncelliğin sathında hiç değilse lafazanlıkların yerini hakikate bıraktıracak, kuru kuru dolambaçlardan, tın tın temennilerden daha hakikatli bir şeylere sıra gelmemiş midir? Ehven olan sessizliğin daimiliği, unutulan gülüşler gibi pek çok şeyi bir kenara terk edip benzerlerini sıklıkla eleştirmek mevzu bahis edilmiş şeylerin bizahati kafamıza tepilmesinin ağırlığı altında kalmak, bu kadar yoksunlaşmak insanlıktan çıkartılmak düşündürücü değil midir, hala değil midir? Gözün gördüğünü, kulağın işittiğini her vurgu ve tonlamada senden, benden ayrımının başka bir tevatürünü dillendirebilmek konusunda yırtınanların da az biraz bu resmin kenarında, kadrajın tam da yamacında görünen şeylere artık uyanmalarının vakti değil midir, uyanmanın denkliği saati gelmemiş midir?

Bilindik şeyleri arşınlamaktansa gözümüzün önünde biriktirilen yeni cerahatlerin, musallat edilen, tebelleş kılınan fecaatlerin yankısını duyumsatabilmek oldubittileri aşındırabilmek, üçüncü bir yol oluşturabilmek, alternatif olanı tanımlandırabilmek gördüğünü yargılamadan önce bir kaç kere daha izlemeyi, anlamayı, düşünmeyi her kelamı kırk kere tarttıktan sonra kervanı düz yola çıkmayı gerektirir. Bütün bu gereklilikler günün şartları diye dayatılanların, üstüne konuşulan şeylerin nasıl gerçekliklerden mürekkep olduğunun, kestirilip atılmaya namzet olunan şeylerin önemli bir kısmının hiç tevazuya gerek olmaksızın hayati konular olduğunun altı çizilesi bir kere elzemdir. Meram dediğimiz bu satıh içerisinde kimi bulmacavari kurguların, deneyimlemelerin, kelime cambazlıklarının yegane çıkarımı bu rahlede böyledir. Kurgu. Basbayağı çiğ bir hamlığın, ama mütedeyyin ama seküler çaresizliğin, doldur boşalt algıların yoğunlaştırılmış akışında güncelliğin kenarında, kıyısında daimi birlikteliğimizden bir diğeri , bir başkasıdır sessizlik. Adı anılasılardan belki de önceliği, kapsayışı dahilinde sunumlandırdıklarıyla ibret alınasıdır, ibret vesikasıdır dört başı tecrit yalnız ve güzel ülkemin, önem arz eden mevzuuları boyunca, daimiliğini, nüfuzunu, etkisini koruyandır sessizlik.

Per per perişan edilen vicdan olgusunun, artık açıktan göstere göstere çekincesizce tahrif edildiği, manasızlaştırıldığı bir güncellikte bunca boyunduruğa, bunca dayatmaya adıyla sanıyla kocaman kapanmaz yaraları açan adaletsizliğe, biçareliğin ta kendisine karşı bünyeye sabitlenmiş olan sessizliktir hasbıhalimiz içerisinde değinmeye çalışacağımız. Heder ettirici, fecaati olağanlaştırıcı, muğlak ama birilerine göre hala geçerliliği olan, oldurulan doğruların, kesin ve değişmez yargıların, nasıl da aba altından sallanan değneklerle pardon, gümbür gümbür, mahalle ağzının tam karşılığı olarak denk düşen direktiflerle dopdolu veciz, demeç ve beyanatlarla bütünleştirildiği, olurunun yollarının çizildiği bu sahanlıkta tepkimelerin alt edilebilmesinin payandalarından olarak iliştirilebilecek sessizlik. Her çağrıda, her yankıda saklı duran, kendisini görünür kıldırsa da ancak dikkat kesildiğinizde farkına varabileceğiniz sessizlik günün getirdiklerinde, tortusunda biriktirilenlerin mevzusu hiç açılmayacak olanların yalnızlaştırılmasının, yalnız başına konulmasının müsebbiplerini, yönlendiricilerini daimi bir ilerleme disturuna her dem sahip çıkılır görünürken bu cenahta muktedirin nasıl da her yer ve her zamandan farklı olarak yerimizde saydırılmamızın söz konusu edilebilirliğini yalın ve net bir biçimde bütünleştirir, anlam kazandırır. Böylesi bir algı toplamında, neticede sessizliğin yaygınlaştırılması düşündürücülüğünü muhafaza etmekte korumaktadır.

Ayrışımların zamanımızda standartlar ötesine! bağlantılandığı handiyse her tepkime sahibine uygun bir biçimlendirmeyle bezdirme opsiyonunun devreye sokulabildiği bu ülkede siyasetçisinden, yazarına, öğrenci ve akademisyenine, hatta işinde gücünde asıl derdi geçim olan sade vatandaşına bir oradan bir buradan yapılan edilen ayrıştırmaların karşılığı, tartışma zemini, savunma hakkını, ifade özgürlüğü v daha nice aslen olağan olması gereken tahayyülü sınırlandırmaktadır. Okuduğun makaleden, tek tek sayfalarını çevrirken özen gösterdiğin kitabına, giyinip kuşandığın kılık kıyafetinden, dinlemeye can attığın seslere kadar uzun uzadıya bir liste ve sahanın yasaklı olarak tanımlandırılması, çabalanılması devlet eliyle terörize etmenin nasıl pundu bulundu mu muktedir elinde etkinliğini koruyan, halkına karşı bir susturma aracına evrildiğini, dönüştürülebildiğini kanıtlar. Pasifize edilmiş algı, düşünmektense riayet etmeyi, sürüden ayrışmamayı, etiketlenmemeyi, sıradanlaşmayı, sivrilmemeyi, gerektiğinde muhbirliği ve daha fazlasını ihtiva eder. Ettirilir. En sıradan görünen olayların bile belirli, hesaplı kitaplı çabalanımlar, tasarlamalar neticesinde oldurulduğu iş bu cenahta kurguyu tamamen aşan, tesirinin uzunca bir süre, etkinliğinin ise daimi kılındığı bir devinim hasıl olur, tebelleş edilir.

Dert gani ganiyken, handiyse her güne bir felaket sığdırılırken, her güne ayrı yanılası, tepki konulası bir tezahür, tahakküm dizilimi söz konusuyken nereye kadar, hangi raddeye kadar tamah etmenin, koşulsuz şartsız biatın temellendirilmesidir düşündürücülüğünü her şekilde muhafaza eden. Gün karaya dönerken, gün yüzü hepimizden kendini esirgerken böylesi bir yapılandırma sahanlığında bu dar alanda bazı şeylere uyanabilmenin, yolunda pek gitmeyen epey hallice dert edilesi olgunun hakikat olarak tanımlandırılmasının da ayırdına varabilmek ne zaman dank edecektir. Beklentileri bir kenara terk ettikten sonra yarınlardan da umudumuzu bayağı kesiyor olmamız yavaştan yavaştan, ha bire ısıtılıp durulan kıyamet geliyor kardeş sanrılarından çok daha evhamlanılası değil midir, hala değil midir? Etkisiz bir imgelem talihsiz bir çıkarsama değil hakikat ortadayken üstelik. Bunca bedbinlik, sirayet ettirilmiş olumsuzluk, rayına pek de güzel oturtulmuş tahakküm silsilesi, dayatım kumpanyasının sonu getirilmezliği kah şok kah flaş x 3 diye duyurulanın sus yoksa sıra en kısa sürede sana, size de gelecek ezcümlesinin okunabilirliğini arttırmaktadır. Kolaya kaçılmış olanın, başkalarını eleştirmek için fırsat kollananlar olmasının da en azından başka diyarlar için bitmek tükenmek bilmeyen bir demokrasi havariliğimiz devletlu nezdinde söz konusuyken üstelik ironik bile değil lügatın tam karşılığı olarak trajiktir.

Kendi sorumluluk sahanlığında yapmadığını, yapmayacağını fırsat bu fırsat bir sonraki güne terk etmeyen bu algı biçemi felaketi, yaşadığımız bozgunların, yıkımların, açılan gediklerin de tahrifatını belirli bir seviyenin üstüne taşımaktadır. Kuru gürültülerin, oldu bittilerin bu orta oyununda demokrasi dediğimizin basbayağı kumpaslara getirilip, deviniminin aksatılması neticesinde işlevini yitirmesidir, yitirtilmesidir. Boyunduruğu altına kaldığımız, nefessiz kılındığımız, yaşamın rastlantısal bir devamlılık arz etmesinin nihayetinde karşılık bulabilmesi, üstelik bunun itinayla sürdürülmesi hayalin gerçekler hale dönüştürüldüğünden dem vurup, bağ kurup, yapısının içinde adalet geçen bir oluşumun adilliğinin ne kadar müstehzi, olaycıl ve gerçekten uzak olduğunun gün yüzü bulabilmesini sağlar. Geçmişe terk edildiği bir şekilde ucundan kıyısından eleştiriye konu olan o dönemlerin pespayelikleriyle yüzleşmek, sorumlularını ortaya çıkartmak, hesaplaşmak vs. nice olguyla yola çıkıldığı duyumsatılan muktedir-erk-iktidarın bugüne eylediklerinin tam karşılığı nicedir? Hangi yanlışlar adalet ve demokrasi içerisindeki varsa bir gelişimi doğruyu götürmekte, yetersiz sessiz kılan, huzursuz eyleyen, istim üstünde tutan, endişeyi korkuya bağlayan müesses nizamın onamacılığının, neferliğinin daimliği bizleri ulaşmaktan artık heder olduğumuz muasır medeniyetler seviyesine çıkartabilecektir. Hangisi?

Bir hüsnü kuruntudan daha fazlasını tanımlandıran, günceyi donatan itinalı sessizlik, sessizleştirme, düşünceden ırak tutma çabasının karşılığı korkuyu olağan adletmekten başkası değildir, inandığın değil, piyonu olduğunu bunu öğretilip dayatıldığı hayat tecrübesinin en dikenli bahçesinde yalanların peşinde dolanmaya biat etmek kendi kendini kandırmaktan ötesi olmayacaktır. Vurguların tonu şiddetlendikçe, dokunan yanar ezcümlesini haklı çıkartan örnekler eklemlendikçe, fasit daire yarayı derinleştiren felaketi sıradanlaştıran ama daha detaylı bir gözlem imkanına kavuştuğunuzda ensede pişirilen bozanın, acısını görünür kılan bir sonucu ortaya çıkartır, denkleştirir. Bir tasvir yığınından çok daha değerli, anlamını görmeye gayret ettikçe, sessizliğe karşı ses çıkartabildikçe, tepkime ortaya koyabildikçe insani olanın asgarisini tesis ettikçe söz konusu edilebilecek demokrasi algısının eksiklerini en azından şimdi fark ettirebilecek bir büyük resim ortaya çıkmaktadır. Parçalarını irili, ufaklı yanyana denk getirmeyi başardığımızda hemen yanı başımızda cereyan eden olayların, sorumsuzlukların, felaketlerin içerisinde parmağı olanları da bu kasvetli karanlığın sürekliliğine çabalayanları da görebileceğimiz bir imge toplamıdır neticede karşılacağımız. Dip köşe saklanan hakikatlerin, üzerini ölü toprağıyla örtebilmek için didinenlerin, mevzuyu kısa kesmek adına yapılıp edilenlerin tümünün yekten görünürlüğü bir noktada oluşan bu resim zihinlerdeki devreyi harekete geçirebilir diye düşünmekteyiz.

Ötekisi olarak sınıflandırılmış, derdest edilmesi makulleştirilmiş, katledişlerin müspet karşılanabildiği her türlü kırımın, tehcirin, sınırlandırmanın, hayatın elden ayaktan kestirilebilirliğini deneyimlemeye doyamamış bir ülkenin yaralarını anlayabilmek, olan bitenlerin son kertede acısıyla yüzleşebilmek, yinelemekte fayda var dirayet göstererek oluşturulabilir, sessizliğe tamah ederek, boyun bükerek değil daha fazla söze karışarak, kelamın ve vurgunun hakkını ucu ona buna dokunurken çıkartmayıp sıra kendisine geldiğinde vavelyayı kopartarak değil tam da ona buna dokunulurken, bu arsız fecaatler arz eylenirken yapılasıdır. Hasılı kelam sessizlik, her olumsuz vurgunun handiyse olağan olarak sınıflandırıldığı bir coğrafyada önemli bir imgelemdir. Fazla derinleştirmeye çoğunluğunda gerek bıraktırmayacak bir biçimde kopan fırtınaların ardındaki anların toplamıdır, sağlamasıdır. Anlatabilmenin, laf olsun beri gelsin diye değil layığıyla anlayabilmenin, konuşabilmenin tesis edilebildiği bir ülkeye özlemle… ses çıkartın!…

>>>>>Bildirgeç
Ölümün Yaşı 12’ye Düştü – Kumru BAŞER / Kutbettin KURT*

İnsanın tarihsel algısının kabul ettiği, tanıma kavuşturduğu her olay ve felaketi doğal bir seyir olarak kabul etmiştir. Doğayı canlıyı cansızı zamanı mekanı tanımlamıştır. Tanımları ortak bir hafızaya dönüştürüp algıya evrilmiştir. İnsan algısının bildiği tanıdığı yaşam ve ölümler vardır. Algılarda yaşam sevinci çağrıştırır. Yaşam algısının en önemli kavisi ölümdür. Ölüm de bir algıdır insan zihninde, yüreğinde yaşantısında. İnsanlar ölüm karşısında çok zorlansalar da ölümün varlığını kabul etmiş ve bir algıya dönüştürmüştür. Yaşam denilen sürenin sonu, hayatın sunduğu tüm getirilerden mahrum kalmanın başlangıcıdır ölüm. Bu yüzden acı ve korkutucudur insana.

Ölümü, yok olmayı katlanılır kılmak için bir başka yaşamın varlığını yaşamsallaştırmışlar. Öbür dünya, cennet ve cehennemi yaratırlar zamanla. Yaşamı ölümü cennet ve cehennemi yüklerler insan algısına. Artık ölüm kabul edilen bir algıdır insan yaşamında. Amacım yaşamı ölümü tanımlayıp tartışmak değil. İnsan algısında ölüm bir sonu ifade ettiği için, acı vericidir. Bunun için “her ölüm erken ölümdür” denmiştir. Ölüm kabul edilen bir algıdır yaşam gibi. Ama kimi ölümler vardır ki algıyı çıldırtır. Algının isyan, çıldırma vakti. Algının ölümden utandığı an. Ölümü kanıksattığı için pişman olduğu an. Ölümün algılara kusup tükürdüğü an. Bilinen bir şeydir; insan doğası, büyür, evrilir ve ölür.

28 Aralık 2011, yaşam ölüm aralığı. Bugün ölüm farklı bir algıda, algının isyan vaktinde doğmuş olup yaşamamış ömürlerin ölümlerine uyandık. Roboski bir sınır köyü. Köy ölümün kıyısında. Ölüm sınır tanımıyor. Sınırın berisi gerisi, önü, arkası ölüm. Ölüm yağdırmışlar bilinmez silahlarla. Sınırsız bir ölüm ve pervasız. Kurban kesilecek hayvanların yaş sınırı var. O yaşı doldurmayan hayvanlar kurban edilmez. Ama bu toprağın çocukları gençleri, kadınları kurban ediliyor. Kurbanlık yaşımız 12’ye inmiş…

Bu topraklarda yaşı 30’un üzerinde olan her insanın uzaktan yakından duyduğu, bildiği veya gördüğü sınırlar arası yapılan kaçakçılık hikayeleri vardır. Öyle ki bu hikayeler bazen destansı bir masalın konusu, bazen şiir, bazen de filmlerin konusu yapılmıştır. Dünyanın her yerinde sınırlar arası kaçakçılık yapılıyor, halen de var. Şimdilerde kadın, eroin ve insan kaçakçılığını sıkça duyarız. Sözünü ettiğimiz kaçakçılık bunların hiçbiri değil; bu kaçakçılık türü az bulunandır. Bu bir toplumun yaşam hikayesi veya yaşam gerçeği. Bu başkalarınca dörde bölünmüş bir halkın kültürel, sosyal, ekonomik ve aşk hikayesi. Bu sadece bölünenlerin değil, bölenlerin de hikayesi. Bu sadece ölenlerin değil, öldürenlerinde tarihe geçen hikayesi.

28 Aralık’ta dağlar, sınırlar, derin vadiler, mayınlar aşılmış umut adına. Büyük emekler harcanmış. Kılı kırka yarmışlar, kırk katır, kırk cangori, kırk bidon mazot, her biri kırk liraya yola düşmüşler gecenin tam ortası. Dört tarafı çevrili karlı dağlardan geçiyorlar. Beyaz kar, beyaz ay, gecenin sessizliğinde yürüyorlar kan kırmızı ölümlere uyku var. 12’lik çocukların gözlerinde, gecenin soğuğu var el ayak yüzlerinde. Burası Botan, Roboski köyü kenarı. Yaşamak için her gün ölüme gülümsenilen diyar. Her sabah sevgiyle, anneyle, yaşamla vedalaşılır. Akşama varmamak var, geri dönmemek, kayıp olmak var bu ülkede. Her akşam dönüldüğünde yeniden merhabalaşılır geride kalan herkesle. Gece fısıltıdır konuşmanın dili. Dilden çok yürek konuşur; bu diyarlarda yüreğin atıyorsa yaşıyorsundur. Ve ölüm geldi kulakları sağır edercesine. Gökyüzü yarıldı, göğün karnı yırtıldı. Ateş yağdı gökyüzünden yeryüzüne. Karıncalar kaçıştı sağa sola. Kaplumbağanın kabuğu çatladı, korkudan. Dağın ayıları uyandılar derin kış uykularından. Sadece kurtlar sezdi havadaki puslu ölüm kokusunu. Ölüm gökyüzünden indi, zulüm ile kol kola. Algıyı çıldırtan ölüm, baş bir yana beden bir yana, umut ise başka bir yana savruldu. Umut saf değiştirdi, sessiz puslu havada. Cindi dört yaşındaki kızı Narin için kırmızı bir toka getirmişti ötelerden. Yol boyunca Narin’in saçlarına takacağı anı hayal etmişti. Gülümsemişti kendi kendine. Her gülümseyişinde buz tutan ortası sarı kenarları beyazlanan bıyıklarındaki buzlar eridi. Daha önceleri de Narin’e hediyeler almıştı. Çoğu zaman unuturdu cebinde. Ama bu kez toka hep elinde. Tokayı avuçlarında sıkmıştı yol boyunca. Şimdi kol bir yana toka bir yana. Toka karın üstünde savrulmuş. Cindi’nin görebildiği son şey kırmızı toka.

Bu coğrafya çok ölüm gördü. Ölümün her rengini tattı. Soğukluğunda tüm hücreleri dondu. Sıcaklığında dirhem dirhem eridi. En kötüsü beyinsel olanıydı, düşünsel duygusal ruhsal ölümlerden geçti. Karakolda, sokak ortasında, Dicle-Fırat kenarı, dağın zirvesi, okul bahçesi, gaz çocukları, işkence tezgahları, dört duvar arası şahittir. En kötüsü ruhsal olandı. Ama bu çok farklı, paramparça bir ölüm…

Genç bedenler taşınıyor Roboski’ye katırların sırtında, gece geride kaldı. KejÍ ana beyaz saçlarıyla yola çıkmış katırları gözlüyor. Oğlunun ölüsünü öpecek iki kaşı arası. Yollara düşmüşler oy havar! Ama oğul eksik, oğul yarım… Diğer katırın sırtında oğlun diğer yarısı. Oy aman, bu zaman hangi zaman, bu ölüm hangi ölüm? Gökyüzünün ağlama zamanı değil mi? Tanrıların gökyüzünden düşme zamanı değil mi? Taşların çatlama, dağların devrilme zamanı değil mi? Toprağın yüzünü örtme zamanı değil mi? İnsanlıktan çıkılan vakit değil mi? Artık yüreğini yollara vurup gitme zamanı değil mi? Hangi seyirci, insan olduğunu iddia edecek bundan böyle? Kıyamet, mahşer günü bugün değil mi? Görmediniz mi, zebaniler havalanmış, kanatları kara, gözleri irin, çeneleri sivri değil mi havar!

Hangi annen gülecek bundan böyle hüzünsüz? Hangi gelin yarını düşleyecek, hangi genç kız gizli aşklarında buluşacak Roboski’nin dağ eteğinde? Söyle anne. Söyle anne hangi çocuk gülecek bundan böyle Roboski’nin sokaklarında? Her çocuk doğar doğmaz yürümez mi yolları? Genç kızlar hangi beyaz atlı genci örecek, nakış işleyecek beyaz beze kaneviçe. Parçalanan bedenin hangi parçasını düşleyip sarılacak soğuk bir gecede hayal ile kabus arası? Toprak nasıl örtecek üstünüzü genç bedenler? Anne mırıldanıyor, oy cangori yÍmin, sen değilsin benim, benim vurulan. Dağ çiçeği kokulum bendim vurulan.

İşte o anlar, toprağa dönme vakti. Umut bölünüp yapay sınır tellerine takıldı, baharı bekleyeceğiz çaresiz. Acı sınırlarda gezinirken gelip ülkemin annelerinin boğazına düğümlendi yeni bir yılın arifesinde. 12’sinde kaldı oğulların ömrü 13’ün basamaklarında. Anneler 35 ömür yaşlandılar tek tek 40’lı bedenlerinde. Umut sınır ötesinde, acı ise sınırın berisinde, gerisinde; Narin’in gözlerinde. Acının sınırı yok, geziniyor yollar yürekler arası. Herkes ama insan olan herkes ağladı, sadece tanrılar ağlamadı. Onlar kılıf aradı yaptıklarına ve yapacaklarına. Tanrıların gazabına geldi, Narin’in kırmızı tokası. Birden ona, ondan yirmiye, yirmiden otuza, otuzdan otuz beşe sıra sıra tabutlar akıyor omuzlardan toprağa. Acı sel olup akıyor toprağa, toprak yüzünü kapatıp kaçıyor.

Narin yarı buharlanmış kırık camlı pencereden izliyor gözlerindeki buruk acıyla. Kıyamet anlarını duymuştu dedesinin masallarından. Kıyamet bu olmalı diye düşünüyor Narin. Roboski mahşer yeri. Tanrılar halen sus-pus, gözlerinde hiç yaş yok. Yeni ölümleri, benzersiz ölümleri planlıyor olmalılar. Ama nokta koy buraya tarih, can alırken dünyanın en sefil yaratıkları, onların Batılı işbirlikçileri de suskun kalmayı yeğliyorlar…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Kumru BAŞER ve Kutbettin KURT imzalarıyla yayınlanmış olan Ölümün Yaşı 12’ye Düştü başlıklı makalesi hem denememizin devamında okunabilecek detaylı bir çözümlemeyi, hem de günümüz sathının içerisinde suskunlaştırmaların yamacında hizaya sokulmasına çabalanan, bir ötekisi adledilenlerin kimler olduğunun açık bir beyanatı karşımıza çıkartılıyor. BAŞER, KURT ve Özgür Gündem Gazetesi’nin anlayışlarına binaen sayfamıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #380 (19.12.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #382 (02.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Ölümün Yaşı 12’ye Düştü – Kumru BAŞER / Kutbettin KURT – Özgür Gündem
Heron Görüntülerini İzleyen Kürkçü: Geriye Tek Soru Kaldı – ANF
Roboski Gençleri Anlatıyor – Hamza AKTAN – Bir Artı Bir
Tersine, Şiddeti Tatmin Etmeye Yönelik Olan Kurallar Evreni… – Michel FOUCAULT – Proscenium Arch
Yenilenmiş Resmi İdeoloji – Sıtkı GÜNGÖR – Atılım
“Kazılar Şeffaf Yürütülmeli” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Öldürülen Kürt Çocuklarının Listesi – Çetin YILMAZ – İç Dalaşı
Çocukları Ancak Silahsızlanma Korur – Yüce YÖNEY – Bianet
Demirtaş: İki Vekil Bedenini Ölüme Yatırdı – ANF
‘Dindar Nesil’ Konusunda R.T. Erdoğan’ı Destekliyorum. Neden Mi? – Bülent HABORA – Evrensel
Akılcı Nesiller Yetiştirmek… İşte Mesele Bu – Çağhan KIZIL – Muhalefet
Kaçıp Gitmek – Bülent USTA – Birgün
24 Nisan 2011’in Ardından – Silva BİNGAZ – Talin SUCİYAN – Azad Alik
Sevag Balıkçı’nın Ölümü Neden Bir ‘Nefret Cinayeti’ Örneği? – Garo PAYLAN – Açık Radyo
My Son Shall Be Armenian – Hagop GOUDSOUZIAN via NFB
Anti-Semitizm ve İsrail’in Kalıtımsal Açmazları – Remzi BARUD – Etkin Haber Ajansı
Noam CHOMSKY: Irak’taki Kürt Yarı-Özerkliği Sürdürülebilir Değil – David BARSAMIAN – Armenian Weekly – Gerçeğin Günlüğü
namert – leylaceviz – Hafıza-i Beşer
‘Medeniyet’ çiye? – Fuat UYGUR – Atılım
“ilericiyiz ama ‘ibne’de değiliz!” – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu
“Millî ve Manevî” Faşizm – Tarık GÜNERSEL – Birgün
Polis, Ergenekon ve KCK Operasyonlarında “Bonus” Aldı Mı? – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Dünya Anadil Günü Etkinlikleri – Basına ve Kamuoyuna… – Kollektifler – Nor Zartonk
İfade Özgürlüğü ve Polis – Hüsnü ÖNDÜL – Evrensel
AİHM: Nefret Söylemi İfade Özgürlüğü Değildir – Etkin Haber Ajansı
Yunanistan’daki Cadı Kazanı – Stathis KOUVELAKIS – Yiğit ATAK – Jiyan
Ne Değişti? – Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi – Emek Dünyası

High Wolf At Myspace
High Wolf via Holy Mountain
High Wolf Return With ‘Atlas Nation’ By Josiah HUGHES via Exclaim
Dan Berglund’s Tonbruket Official
Dan Berglund’s Tonbruket – Dig It To The End Albüm Eleştirisi – Sami KISAOĞLU – Cazkolik
Dan Berglund’s Tonbruket @ SalonİKSV Konser Eleştirisi – Zülâl KALKANDELEN – Zülâl Müzik
Ketil Bjørnstad Official
David Darling Official
Jon Christensen Informative via Wikipedia
Terje Rypdal via ECM Records
Bjørnstad / Darling / Rypdal / Christensen – The Sea II via ECM Records
Terje Rypdal & David Darling – Eos (ECM – ECM 1263) Album Critic By Sühan GÜRER via DOARC
Behzad Mehrnoosh Official
Behzad Mehrnoosh Artist Page via Last.FM
Behzad Mehrnoosh Informative via The Sirenssound
Sigur Rós Official
Sigur Rós Artist Page via Facebook
Sigur Rós – Inni Album Review By Jake COHEN via Consequence Of Sound

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Seni İzliyor – İç Mihrak
İç Mihrak

>>>>>Poemé
Umuttur – Turgut UYAR

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya’da biterken sözgelişi, şili’de öbürkü başlar

Kaynakça: İTÜ Sözlük

Deuss Ex Machina # 378 – in power we trust the resistance advocated_beta

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_378_–_in power we trust the resistance advocated_beta

05 Aralık 2011 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Ed Yazijian-Hands Of Blue (HP Cycle Records)
>2<-Ed Yazijian-Hoffie's Hill (HP Cycle Records)
>3<-Niggas With Guitars-Milky White (Digitalis Recordings)
>4<-Niggas With Guitars-Blacksnake (Digitalis Recordings)
>5<-Ekin Fil-Not A Self (Root Strata)
>6<-Ekin Fil-Expect (Root Strata)
>7<-Belong-Keep Still (Kranky)
>8<-Belong-Common Era (Kranky) 
>9<-AGF-Massaker (AGF Producktion)
>10<-AGF-Lingu-tik (feat. Prof. Noam Chomsky) (AGF Producktion)  
>11<-Pinch & Shackleton-Selfish Greedy Life (Honest Jon's Records)
>12<-Pinch & Shackleton-Burning Blood (Honest Jon's Records)

                In Power We Trust The Resistance Advocated
                                              (378)
Tepelemesine yığıntı haline dönüştürülen, en korunaklı sandığımız yüzeylerin altından bile, görünür hale dönüştürülmüş gizlemenin, görememenin na’mümkün kılındığı, olguların ulaştığı merhaleyi çözümleyebilmeyi anlaşılır kılan bir aracıdır kırık aynalar. Dört bir yanımızı sarmalayan cam kırıklarından mülhem aynalar. Her bir parçasında parçalanmışlığı, her bir kırıntısında hüznü, her bir yüzeyinde teferruat olarak adledilenin gerçeklililiğini simgeleştiren kırık aynalar. Vurulup kırıldıkça, eşik eskimez, zaman gerisin geriye akmaz ya; yaşadığımız dönüşümlerin hızlılığının içerisindeki hareketlenmeyi manidar bir biçimde vurgulamakta olan kırık aynalar. Benliğimiz, yaşadıklarımız, görüp geçirdiklerimiz, geçip gittiğini sandığımız şeylerin hala capcanlı bir biçimde yanı başımızda durduğunu afaki bir biçimde kanıtlayan kırık aynalar. Bir metaforun tamı tamına anlamlandırabileceğinden daha fazlasını az biraz daha yaklaşınca kendi başınıza görebileceklerinizle sağlamasına girişebileceğiniz kırık aynalar. Her bir kırık ayna içimizde saklı tutmak zorunda olduğumuz bizimle beraber büyüyen, ilerleyen daha sonra yük haline dönüşenlerin varlığını kanıtlamaktadır. O kadar çok parçaya ayrışmışız ve o kadar fazlasıyla elemle yanyana konulup terk edilmişiz ki; günyüzünün aslen ne olduğuna karar vermeyi bile unutuşlara denk düşüren, hizalamalarda yanık türkülerimizi kendimize saklayarak, kendi gayya kuyularımızda hayatlarımızı tüketir hale dönüştürülmüşüz.

Dönüştürülmüşüz biteviye sorgusuz, sualsiz biat etmenin ötesinin gereksizliğine inanç göstermemiz beklentilenerek hep aynı teranelerde daimi bir yüzsüzlüğün başka örneklerine tamah etmek vurgusuna ısrar gösterilerek. Ne olduğumuzun ve vardığımızın aslen olması gerektiğinin zerresi olmaması bu noktayı dönüştürmeye ve aşılamamasına sebebiyet veriyor. Gidiyoruz, dönüyoruz, ilerliyoruz, sabit kalıyoruz pek bütün bu heyhulanın içerisinde nasıl bunca kırık aynayla beraber hayat akışına devam edebiliyoruz. Nasıl bunca heder oluşa rağmen müsvedde olarak anlamlandırılan sorgusuz sualsiz aşılması zerk ettirilenin karşısında bir ses, hareket oluşturmanın sınırlarını yoklamaya gayretkeş oluyoruz. Teferruatlar değil de hakikatleri konuşmaya heveskar oluşumuzdur, her gördüğünde bir bityeniği aramaktan gocunmayanların çoğunluğunda adları anılmayanların hakları söz konusu edilebilirliğine duyulan itimattandır belki. Resim capcanlı, ayna sapasağlam iken yüz verilmeyenlerin hep orada varlığını korumaya devam ettiğini bildiğimizdendir bir ihtimal. Yoksunlaştırıldıkça, sesini kıstıkça, susup pustukça bu çukurun karanlığının hepimizin üzerini kapsayacak, kapatacak olduğunu bilmemizi de bu duruma eklemleyebiliriz. Bilmek sorumluluk getirir, yükü çoğaltır ama tektipleştirilmiş bakışın sığlığındakilerin de bu istikameti koruduğunu, bu önermeye sahip çıktığını bildiğimizden bu yana, sokaklarda yalnız kalan kitlelerin, esas çoğunluk olduğunu idrak etmemizden bu yana sürekli bir biçimde daha iyi istikametin sorgulamaktan, koşulsuz şartsız düşünmeye paye vermekten geçtiğini yinelemek hala mümkündür.

Tarih tekerrürden ibarettir de gel gelelim her yol bu sığlığın ötesini arşınlamaya cesaret edebilenlerin oluşturdukları hamleler vesilesiyle bir başka günü beraberinde getirecektir. Getirmektedir. Öyle ya da böyle düşünselliği sınırlandırarak, hareket özgürlüğünü kısıtlayarak, konuşma hakkını engelleyerek, görünür veya görünmez tüm kayıt olanaklarıyla “hayatları” tahakküm altına almaya uğraş didiş çabalanarak, x’i y’ye üstün tutma gayretkeşliğine soluk almaksızın devam ederek, barışın üzerini çiğneyerek savaş naralarını sürekli ön planda tutarak yapılandırılanların karşısında tek şansımız hayata daha fazla tutunabilmek için direnmektir. Direnerek, örgütlenerek, öğrenerek bu zamana kadar getirilmiş olan sabitliklerin devamlılığının sorgulanabilirliği sağlanabilecektir. İlla ki söylemlerin zeminini oluşturan, diyalektiğin temellendirici vurgularının, sol söylemin pratiklerinin kimi yansılarına dair kelamlar eklemlendirmek yerine, makus bir bölünme evresinden bir başkasına ulaşabilmek için daha fazla çabalanmak yerine hakikatlerin uygulanabilirliğine yoğunlaşmak lazımgelendir. Haksızlığın bu kadar farklı merciiden birbirinden bağımsız görünen hamleler ile beraber temellendirildiği satıhda durmanın, didişmenin hiçbirimize bir faydasının dokunmayacağı ortadayken üstelik.

Geçmekte olduğumuz tarih aralığı mutlak hükümranlığını ilan etmekte olan dünün muhalifliğini sahiplenmiş olanların imkan ve olanaklar tersini sağladığında nasıl da öncekilerle aynı hamleleri öne sürmekten çekinmediğini, bir an olsun düşünülmeden geliştirilen “pratiklerin” daha şiddetlilerini sergilemeye can attıklarını gözümüzün önüne sermektedir, canlandırmaktadır. Yaşam bu satıhda hiç kolay olmamıştı, şimdilerde ehveni şerrin ötesini arşınlayanlar sayesinde artık geçmişin griliğini geleceğin karanlığı haline evirme için çabalanımı ispatlayan, örnekleyen olgular dört bir yanımızı sarmalamaktadır. Nefessiz kılmayı bu toprağın tüm muhalifliğine daimi bir armağan olarak tahsis edildiği, paylaştırılmışlığını anlamlandırmaktadır her güne birbirinden ayrı hamlelerle şekillendirilen, öne sürülen dayatımlar ve uygulamalarla beraber, cümbür cinnet, hepsi bir arada. Gözyaşının tüketilmemesi, sonunun getirilmemesi, elemin nihayetlendirilmesini hiç düşünmeyen bir iklimin varlığının korunması çabasının ulaştırdığı zeminin tam karşılığıdır kırık aynalar. Her bir kırık aynada bir parçasını bulmaya devam ettiğimiz, hayat mücadelesinde yanlarında olmak zorunda olduğumuz insanları, düşünselliği paylaşmak zorunda olduğumuz dimağları fark edebilmemize vesile teşkil eden detayları barındırır.

Bir zorunluluk değildir elbet hakikat payandalığıdır, paylaşımcılığıdır bu kısacık meramda dillendirmekte gayretkeş olduğumuz. Karanlığın yükseltilmesinden bu kadar ar duyulurken bir vazife paylaşımından ziyade bir vicdan meselinden bir diğerine çabalanabilmenin gerekliliğidir aslolan. Bir detay bir başkası ile örtüşürken, bir olgu; başkaca bir tanesini tetiklerken, bir hamlenin ardında saklı duran başka düşünceler devreye sokulurken, gündem dediğimiz heyhula haline dönüştürülüp öncelikliğini hiç düşünmediğimiz, tahayyül dahi edemediğimiz şeylerin uzun uzadıya izahatına çalışıldığı satıh üzerine düşünülesidir. Her pundunu bulduğunda bir başkaca dayatımın zeminini oluşturan, temel bir insanlık hakkı olan vicdani redden, parasız temel eğitim hakkı için uğraş veren öğrencilere müdanasız şirretliğe, kalemini bir cenaha v bir olguya tahvil edip cukkasını doğrultmak yerine fikriyatın özgürlüğünü, doğrunun öncelikliğini ön planda tutmayı sürdürenlere karşı mahpusluğun öne sürülmesine, aba altından sallanan sopalarla sürüden ayrılınmamasını tavsiye edip duran başka bir cenahta bambaşka hamlelere girişen bu ‘ileri demokrasi’ bir kabusun ta kendisini tanımlandırmaktadır. Hak mağduriyetini ılga edebilmek aşabilmek için ideolojik yaklaşımdan artık enikonu kabak tadı veren benzeş söylemler ve kolluk kuvvetlerinin yaratmış olduğu en hakikatli çözüm budur ‘dayak’ ve ‘şiddet’ iklimine geçilmelidir diyeduran muktedir özgürlüğün sınırlandırımlasını canlandırmakta, hafzalamızın bir köşesine hakikatli bir biçimde işlemektedir.

Özet geçmeye uğraş verdiğimiz biraz da budur, susmak, sorgulamamak, sineye çekmek, sindirmek, unutmak, her şeyin güllük gülistanlık olduğuna biat etmek ötesi yok berisi yok bütün bu çetrefilli durumu netleştirmektedir. Bir defa içerisinde. Sıradanlaştırılan şiddet, olağanlaştırılan linç, dayatılmasından gocunulmayan şiddet arsızlığın yükünü hafifletmeden bu satıhı bildiğimiz cehhenem tasvirinin yaşanılan örneklemi olarak sağlamlaştırmakta, belirginleştirmektedir. Gri bulutların kestirmeden de olsa, kısa bir süreliğine dahi olsa, günyüzü göstermediği, duraksama nedir bilmeksizin aksatmadan insana nefes bile aldırmadığı, itip kakmadan hak tanzimine yol vermediği bu cenahta, acının tek bir toplamı, tek bir sözlük anlamı tarif edilebilir mi? Tek bir yönden kederin bu kadar eksiksiz hep tam kadro, tam saha pres bu aralıkta varlığının mütemadiyen kanıtlanması karşısında ne yaraya merhem, hangi çözümleme görünür ama anlaşılmazı nihayetinde anlaşılır kılacaktır. Ucundan kıyısından değil basbayağı zor şartların hakimiyeti altında sürmeye gayret ettiğimiz bu devranda günyüzü görebilmenin karşılığı var mıdır? Bırakılmış mıdır? Tatavlanın biri bitmeden bir başkasının icra-i sanat eylendiği, görünürlüğünün arttırılması karşısında insan benliğinin çekeceği daha kaç azap ve daha ne kadar acı vardır.

Söylemlerin hiddetinin, hedef göstermelerin, yaftalamaların alışılageldik simalardan, dizboyu “faşizm” ile beraber nakledildiği günümüzde, acının karşılığını daha da vahimleştiren sıradan halkı da yavaş yavaş etkisi altına alan, ucu bana dokunmuyor nasıl olsa vurun tiz kellelerini, kesin o çatallı dillerini vd. gibi en nazik tümceleri olarak sıralayabileceğimiz nefret söyleminin yaygınlaştırılması düşündürücü bir vesikayı oluşturmaktadır. Anın görünümünü netleştirmektedir, tüm ayrıntılardan soyutlanıp tertemiz bir mercekten gerçeğin, gerçekliğin tam halini, esas vahvahlanılasını aynalamaktadır. Yazamadığımızı, söyleme fiilini gerçekleştiremediğimizi, bir türlü gösteremediğimizi, izahatına hiç girişemediğimizi nakletmek bu minvalde mimlemeyi de hakir görülmeyi de, tevazusuz, mübalağasız, öteki haline dönüştürülmeyi de gerçekçil kılmaktadır. İfade özgürlüğü de, acının paylaşımı da, tasfiye edilmesi gereken bayat nakaratlar da, kazın ayağı hiç öyle olmasa da mütemadiyen dezenformasyon ile sınanan muhalifliği zorlu etapların çevrelediği bir saha haline dönüştürmektedir. Algının bu kadar tersine işletildiği bir ülkede erdemliliğin yerini, günün çıkarsamalarından birisi olarak dile yerleşen yusuf, yusufa terk ettirmek, tercihlerin arasında saymak bile vahimdir, anlayana.

Kolay olmasındansa hayatı daha da zorlaştırmak gayesi taşıyan bu bakışım, dayatım ve tahakküm seceresi karşısında susmak dilsiz şeytanlık değilse ne olarak tanımlandırılabilir. Başkaca bir çözümleme sözkonusu edilebilir mi? Başkaca bir kurgu bizi bu sıkışıp kaldığımız, mengelenediğimiz iş bu sathın içerisinde yaşamakla zorunlu bırakıldığımız şeyleri net bir biçimde ifadelendirebilir mi? Komplo teorilerinin, vicdan bozguncularının, hiddet arsızlarının, mütemadiyen ayar vericiliğin karanlık tarafını oluşturan erkin, muktedirin yanında saf tutuşları, biteviye tekrarlara hazır ve nazırlığı acının bu diyarda sahneyi mütemadiyen kapsamasını belirginleştirecektir. Olmayan delillerin hayat karartmak, var edilmeyen varlığı hiç belli olmayan şeylerin önemli birer olguymuş gibi değer kazandırılmasına, yaftaların sipariş haberlerin biri bitmeden diğerinin devreye sokulmasına, world document diye icat edilenin bildiğiniz kelime işlemci uygulamasının bile bir delil haline dönüştürülmesindeki abukluğa, giydiğiniz, taşıdığınız, yakıştırdığınız her bir aksesuvardan, okuduğunuz kitaba kadar tahrifat düzeyinin engin tutulduğu herşeyin bir yerlere inatla bağlantılandırıldığı çetrefilli hal tam da değinmeye gaayret ettiğimiz nefes aldırmazlığı pekiştiren bir görüntü elde edebilmemizi sağlar.

Onuru ayaklar altına almanın, vicdanı tahrip etmenin, emeği kölelikle karıştırmanın, yazarlığı teröristlik ile ilintilemenin, öğrenciyi salt duyarlılığından dolayı yargılamanın, muhalif kesimleri topyekün lincine zemin sağlanmasının, vs.tüm gayya kuyusunun elem sağlayıcılarının bir aradalığı bu cehennem tasvirini bir kez daha manidar bir biçimde tanımlandırmaktadır. Sathın griliğinin epey hallidir karaya çaldırıldığını ifşaa etmektedir, görmesini şartlara bağlamayan tüm acıyı bal eyleyenler için, tüm çizginin ötesinde toparlanmışlar için. Tüm hudutsuzluğu, hadsizliği, arsızlığı bir gün değil; her an hayatlarında tutanlar her an yüzleşmek zorunda olanlar için. Mevzuu muktedirlikçe oluşturulan tahakkümün, yargının, adaletin, emeğin, gündelikliğin ortasında daimi bir biçimde kondurulmuş olan istemezükçülüğün artık enikonu, can yakıyor olmasıdır, fırsat kollamasıdır. Aleni bir şekilde yüzde kırkdokuz içerisinde kalan diğerlerinin, kimliklerin ötekileştirilmesinde ulaşılan seviyenin yıkımı amaç edinmesidir. Mevzuu anayasa ile güvence altına alındığı belirli olan gösteri ve yürüyüş serbestisinin nasıl bile isteye tahrif edilip, aynı tornadan çakmaya çalışan yandaş betimlemelerinde de değinildiği gibi piyondan başlayıp teröristlikle nihayetlenen bir devinimi realize etmektedir. De Facto. Hal ve gidişat nere!.

Hal ve gidişat düşünmekten yoksun, haksızlığa karşı suskun, ne verilirse sus payı kabilinden ona tamahkar olunmasını şart koşan, akla gelmeyeni başa getirme konusunda mahirliklerin sergilenmesinin bir toplamıdır. Hal ve gidişat muhalifliğin, tartışabilirliğin bizahati özüne vurulmaya çalışılan ketin yansımasındaki olağanlaştırma ve sıradanlaştırma çabasının düşündürücü halidir. Hal ve gidişat yıllar sonra bile okuduğu kitaptan, takip ettiği yayından, gittiği yoldan, konuştuğu meramdan acaba bir bit yeniği çıkartılır mı düşüncesinin daimi canlı tutulmasıdır. Hal ve gidişat, statükonun yanında durmadıklarından dem vuranların, bizahati yermek için her fırsatı kolladıkları askeri vesayetin bir örnek tekrarlarını savunur hale dönüşenlerce oluşturdukları bu ileri demokrasi diyarında özgürlüklerin de sınırlandırılmasıdır. Hal ve gidişat içeride karne bu kadar doluyken hala ehveni şerin bile iyi olduğuna inanma saflığının tekrar ettirilmesi, dışarıya her konuda akıl fikir verirken buralardaki özgürlüğü altına çekme disturuna bağlılıkla oluşturulanın, açtığı, yol verdiği biçimsizliktir. Uyanalım…

>>>>>Bildirgeç
Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı? – Veli BAYRAK*

Hani duyanda devletin Sivas katliamı ile ilgili üzerine düşen görevi layıkıyla yaptığını, yakalayabildiklerini yakalayıp yakalayamadıklarının da peşine düşüp mahkemeye çıkartmak için elinden geleni esirgemediğini sanacak!

Adı İhsan Çakmak! Sivas katliamının sanıklarından! Aranırken 1999’da evlenmiş! Askere gidip gelmiş! Çoluk çocuğu olmuş! Çocuklarını nüfusa kaydettirmiş! Bu da yetmemiş İstanbul Büyükşehir Belediyesine işe girmiş ve emniyetten de ehliyet almış! Zaman aşımından bahsedenlere sormak gerekir şimdi, siz bunca yıldır sanıkları yakalayıp yargılamak için ne yaptınız da şimdi zaman aşımından bahsediyorsunuz?

Zaman için ilaç derler. Oysa ilaç bir yarayı iyileştirmek içindir. Bir sızıyı gidermek, bir acıyı dindirmek içindir. Sivas katliamının hangi yarası sarıldı ki bugün zaman aşımından bahsediliyor! Sivas’ta hayatını kaybeden canların yakınlarının hangi sızısı dindirildi, hangi acısı söndürüldü ki zaman aşımından bahsediliyor!

Dikkat edin daha günler öncesinden Sivas katliamının firari sanıkları için savcının istediği zaman aşımı talebi dillendirilip duruldu! Oysa bizim için 2 Temmuz 1993, daha dün yaşanmış gibi yüreklerimizde taptaze duruyor. Ve dünya döndükçe de bu tazeliğini hep koruyacak.

Seyit Nesimi’nin derisi bundan kaç yüz yıl önce yüzüldü, acısı zaman aşımına uğradı mı? Çıktı mı yüreklerden acısı? Pir Sultan Abdal asılalı kaç yüz yıl oldu, acısı zaman aşımına uğradı mı? Çıktı mı belleklerden acısı? Dersim zaman aşımına uğradı mı? Dindi mi yüreklerde ki sızısı?

Siz nerden bileceksiniz acının ne demek olduğunu! Sizin hiç Gülsün adında gonca bir gülünüz oldu mu? Gonca gülünüz 22 yaşında soldu mu? Sizin hiç babanız gonca gülünü koklayamadan gencecik kızını toprağa verdi mi?

Zaman aşımı kavramını ortaya atanlar, bunun hukuksal zeminini hazırlayıp “Ama ne yapalım sonuçta hukuk devletiyiz” diye katliamın affını hukuksal zemine çekmeye çalışanlar, bu karara alkış tutanlar, destekleyenler öyleyse sormak gerekir size, sizin hiç 12 yaşında bir oğlunuz, 17 yaşında ki ablası ile yan yana yakılıp, yan yana mezara gömüldü mü?

Sizin hiç şair bir abiniz oldu mu? Eli saz tutan türküler söyleyen bir babanız oldu mu? Peki ya abiniz gerici yobazların alkışları arasında yakıldı mı? Saz çalan türkü söyleyen diliniz ateşlere atıldı mı?

Sizin hiç yuvanız dağıldı mı peki? Yüreğinize kor, vicdanınıza ateş düştü mü? Halaya duran kız kardeşinizin saçı tutuştu mu alev alev. Sizin hiç anneniz ardınızdan “Ben öleydim kuzummm, kınalı kuzummm” diye ağıtlar yaktı mı?

Siz nereden bileceksiniz acıyı! Ne çektiniz ki siz? İnanmak ne demek, mücadele etmek ne demek siz nerden bileceksiniz ki? Siz hiç bile bile ölüme gittiniz mi? Siz 19 yaşında ki Serkan Doğan gibi “Başıma kızıl bağla, arkamdan ağıt yakma anam” deme cesaretini gösterebildiniz mi?

“Güzel şeyler olacak” diyenleriniz oldu bir dönem! Binleri geçti tutuklu sayısı! Dövülen, coplanan, yakılan yıkılanlar da cabası! Siz nerden bileceksiniz ki güzel şeylerin ne demek olduğunu! Siz hiç korumanız olmadan Malatya’dan öteye geçtiniz mi? Korumanız olmadan Munzur’dan bir tas su içtiniz mi? Diyarbakır sokaklarında korumalarınız olmadan yürüdünüz mü? Tütün içtiniz mi yağmura karşı, bir çiçeği koparmadan dalından öptünüz mü?

Siz nereden bileceksiniz acının ne demek olduğunu? Aşağılanmanın, horlanmanın ne demek olduğunu? Siz hiç köy meydanında toplanıp askerler tarafından coplandınız mı? Yaşlılarınıza insan dışkısı yedirildi mi? Peki ya sahibi Kürt diye koyununuz keçiniz öldürüldü mü? Diliniz yasaklandı mı hiç?

Sizin hiç 13 yaşında Ceylan adında bir kızınız oldu mu? Vuruldu mu havan mermisiyle kızınız?

Şehitler ölmez vatan bölünmez diyorsunuz ya hani? Sizin 19 yaşında bir oğlunuz şehit düştü mü peki? Siz hiç şehit ailesi oldunuz mu? Bölünmez dediğiniz vatanda aileniz bölündü mü hiç? Köyünüz yakılıp yıkıldı mı? Vurdunuz mu kendinizi göç yollarına?

Siz nerden bileceksiniz acıyı? Acıyı bilen zaman aşımından bahseder mi? Sizin sevgiyi, hoş görüyü, kardeşliği, özgürlüğü, barışı kucaklayacak bir yüreğiniz oldu mu? Sahi oldu mu?..

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Veli BAYRAK’ın Evrensel Gazetesi’nin Pazar nüshasında yayınlanmış olan “Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı?” makalesi izleğin içerisinde derlemeye gayret ettiklerimizi pekiştirecek detaylar örülmüş bir metin. Yazarın ve gazetenin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #373 (31.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #375 (14.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #376 (21.11.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #377 (28.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Sizin Hiç Kızınız Yakıldı Mı? – Veli BAYRAK – Evrensel
“Yazın Gül Soykırımını Aya Vardığınızda” – Süreyya KARACABAY – Haber Fabrikası
Şerzan Kurt Davasında Tahliye Yok – İMC-TV
Devrimci Karargâh’tan 14 Zanlıya Tutuklama – Milliyet
Sırrı Süreyya’dan Canlı Yayında Puşi Tepkisi – Emek Dünyası
Ölmekle De Bitmiyor Bazen – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Suçsuz Ceza Olmaz. Peki Ya Delilsiz Yargılama? – Ters Yüz
“THKP-C Ayağa Kalk!” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
“Her Muhalif, Sanık Sandalyesinin Arkasına Geçme Potansiyelini Taşımaktadır.” – Nüve
Saç Kesme Eylemi Sürüyor – Sendika.org
Eşkıyalar Dışarı – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Hopa Davası Yeni Rejimin Turnusol Kağıdıdır – Merdan YANARDAĞ – Sol.org.tr
AKP’yi Muhatap Alma Teşhir Et – Kadir CANGIZBAY – Birgün
‘Bütün Ülkeyi Dangalak ve Avanak Yerine Koyuyorlar’ – Emek Dünyası
‘Gazeteciler Hapiste’ Efsanesi: Bunlar Ya Pinokyo Ya Papağan – Emre AKÖZ – Sabah!
Alınak ve Ayata Tutuklandı – İMC-TV
BDP’den 3 Bin 894 Kişi Tutuklu – Sercan KAYA – ANF
Polis Zarakolu ve Tanilli’nin Peşinde! – Evrensel
Tam Aziz Nesinlik! – Etkin Haber Ajansı
Bu Polisler Hala Nasıl Görevde? – Işıl CİNMEN – Bianet
Sırada Karabağlar Polis Karakolu Var – Ruken ADALI – Haber Fabrikası
İnsan Hakları Kimin İçin? – Yüce YÖNEY – Bianet
Korkmaz, Kasaplar Deresi’ni Anlattı – İMC-TV
Dersim 38 Mitingi: ‘Erdoğan Diz Çökerek Özür Dilesin’ – Sol Defter
Boğaziçi Starbucks’ta Şenlik Var! – Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri – Eylem Güncesi
Öğrenciler Yaşam Alanlarına Sahip Çıkıyor – Berivan KOÇ – Evrensel
Boğaziçili Öğrencilerden Starbucks İşgali – Demokratik Üniversite
Evrim İçerikli Bilimsel Siteler Neden Filtreleniyor? – Özgür UÇKAN – Cnn Türk
MEB Can Dündar’ı Yasaklamış – Sol.org.tr
Gazetecilerden Özgür Gündem’e Destek – Etkin Haber Ajansı
Karamollaoğlu’nun Vicdanı Rahat! – Evrensel
Kimin Ahlakı… – Enis RIZA – Birgün
Cioran Karabasanı: “Çürümenin Kitabı” – Filiz GAZİ – BiaMag
Şu Dincilerin Alt Ekonomisi – Barış İNCE – Muhalefet
Cemaat AKP’ye Baskıyı Arttıracak – Mehdi ATAY – ANF
Açlık Sınırı 992, Yoksulluk Sınırı 3136 Lira – Haber Birikimi
“Başka Bir Komünizm Mümkün!” – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
Arınç’ın Açıklamaları ve 21 Aralık Grevi – Faysal ÖZÇİFT – Sendika.org
Eşit Ağırlıkta İki Olay – Yavuz ALOGAN – Muhalefet
Sözler – Eleştirel Medya Günlüğü

Ed Yazijian Artist Page via Last.FM
Ed Yazijian Releases via Mimaroğlu Music Sales
Ed Yazijian – Gansrud Album Informative via HP Cycle Records
Niggas With Guitars – Smokeland Official
Niggas With Guitars At Myspace
Niggas With Guitars – Ethnic Frenzy Album Critic via Mishka Bloglin
Ekin Fil At Myspace
Ekin Fil – Language Album via Root Strata
Ekin Fil Interview By Brad ROSE via Foxy Digitalis
Belong At Myspace 
Belong – Common Era via Boomkat
Belong – Common Era Album Critic By Brandon BUSSOLINI via Dusted
AGF Official
AGF Beatnadel Official
AGF Preps Beatnadel By Will LYNCH via Resident Advisor
Pinch & Shackleton Album Informative via Honest Jon’s Records
Pinch & Shackleton – S/T Album Review By Rory GIBB via The Quietus
Pinch At Twitter
Shackleton Artist Page via Resident Advisor

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Who We Really Are By Cybjorg
Cybjorg’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Öldürme Özgürlüğü – Yevgeni YEVTUŞENKO

Özgürlük Anıtı’nın rengi şimdi
Bir ölümcül donuklukla eşittir
Kurşunlandı özgürlük, onun sevgili adı
Sandı alındı bağımsızlığı geri –
Amerika, kendi kendini vuran!

Tam da öyle işte, kendi kendini!
Sıkıysa çık dışarı bu korkulu
Her taşına kâbuslar sinen ülkede
Ve daha korkuncu bu gidişle
Ormanlara kaçıp gizlenmek sonu.

Toprakta o bildik koku
Şu evrensel ünü olan Dallas’tan,
Yaşamak nasıl da tekinsizlik dolu
Ve işte senin en büyük utancın bu.

Kim inanır masallara, hangi çağdayız
O soylu fikir zevahirinin ardından
Silah yağının fiyatı yükselirken
Yaşamın düşürdüğün bedeline bak sen!

Katillerdir cenazende yas tutanlar da
Hissedar olmaya her karış toprağına
-İşte yine, bir daha, hadi bir daha-
Başaklarında kurşun tanelerinin
Dalgalandığı Teksas tarlalarına.

Şapkalarının altında haince
Tarıyor gözleri karanlığı
Senin o katil çetelerinin
Tutmuşlar her kapıyı
Ve işte cesedi bir ikinci Kennedy’nin…
Amerika nedir bu, oğullarını koru!

Ve çocukları, başka ülkelerdeki
Ve onların kulübelerini küle döndüren
Yakıyor tıpkı onlar gibi, ateş ve bombaların
İnsan hakları bildirini senin de.

Bilinci olmaya söz verdiydin dünyanın
Şu hale bak, dipsiz utancın kıyısında
Vurduğun, kral değil sözündür
Onurundur, Vietnam’a attığın her bombada.

Bir ulus çıldırıyorsa, yaptıklarını
Mümkün müdür kınamak el kadar
Üstünkörü barış sözleriyle.

Tek yol senin için yine utançtır
Tarih çamaşırhanede aklanmaz ki
-Yok henüz, keşfedemedin
Böyle bir çamaşır makinesini-
Kan hiç paklanır mı Amerika!

Nerendedir Amerika utancın senin
Söyle nerede saklı o
Sanki kaçan bir köle
Kölelerin içinde.

Tut ki Raskolnikov’dur dolaşan baştan başa
Deliliğin kanlı baltası elinde
Kendisini yine kendi yargılayan
Planlı katliamlarıyla
Canilerden geçilmiyorsun Amerika.

Hey Abe, iyi ihtiyar
De bana ne yapıyor ülkendeki insanlar?
Kaçıncıdır sıralıyor tek bir gerçeği:
Anlaşılır ancak kesildiğinde
Yüce bir ağacın yüceliği.

Lincoln oturuyor güneşe karşı
Mermer sandalyesinde kanayarak.

Aslında odur canavarların
Bu kaçıncı kez vurduğu.

İşte o kurşun delikleridir
Amerika
Yıldız diye koydukların da
bayrağına.

Urbası kurşunlarla lime lime
Özgürlük Anıtı, ey sen
O kadın, o ana yüreğinle
Kaldır başını ölümlerden
Aç ağzını, yum gözünü
Toptan lanetle bu
Kahrolası öldürme özgürlüğünü.

Hey Özgürlük Anıtı, sen, kaldır şu
Yeşile kesmiş yüzünü boğulduğun kandan
Kafa tut özgürlüğün cellatlarına
Ve ama alnından artık
Bir damla kan akıtmadan.

1968
Türkçesi: Ülkü TAMER
Kaynakça: Şiir

>Deuss Ex Machina # 337 – Percées De Lumière

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_337_–_Percées De Lumière

31 Ocak 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Kara Güneş-Gece (Bağımsız Müzik)
>2<-Kara Güneş-Diloy (Bağımsız Müzik)
>3<-Viya-Huzur İsyanda (Clinical Archives / Opzzz! Oppa Tzupa Zound Zystem)
>4<-Viya-Viya (Clinical Archives / Opzzz! Oppa Tzupa Zound Zystem)
>5<-Gevende-Sanki (Baykuş Müzik)
>6<-Gevende-Kadibostan (Baykuş Müzik)
>7<-Cyro Baptista's Banquet Of The Spirits-Tzar Tak (Tzadik)
>8<-Cyro Baptista's Banquet Of The Spirits-Hutriel (Tzadik)
>9<-Dubioza Kollektiv-Domacica (Self Released)
>10<-Dubioza Kollektiv-Vidi, Vidi, Vidi (Feat. Losa) (Self Released)
>11<-Dinar Bandosu-Noy! (Ütopya Müzik)
>12<-Dinar Bandosu-Milena (Ütopya Müzik)
>13<-Kultur Shock-High-Low (Kultur Shock Records)
>14<-Kultur Shock-Don't Shoot Me (Kultur Shock Records)
>15<-Sakin-Ikarus Başarsa (Rakun Müzik)

Percées De Lumière
(337)
Bir resim diğerine ulaşmadan önümüzden akıp gidiyor. Akan görüntüleri saydamlaştıran gözümüzün önüne getiriveren beyaz cam birden bire olağanlığın, sıradanlığın resmi geçişlerinden bir diğerine daha mümtaz ev sahipliğini gerçekleştiriyor. Kutsandıkça görüntüler, söylemler giderek ayarı kaçmış, hiddeti çoğalmış dengesini buluyor. Defaatle yinelenmesine karşın tepkimelerin eskisinden de az bir biçimde karşı tarafta olan izleyiciden geçtiği şen kahkahalar eşliğinde yayın masalarında kutlanıyor. Kanıksanan nedir? Neresinde bunca zamandır çözümsüzlük girdaplarına terki diyar eylenirken ses edilmemiş, yalnızlaştırılma evrelerinde yeni merhalelerin aşılması, gıybet eylenmesi için imece çalışmaların davullu zurnalı gerçekleştirildiği bir ortamda bu kadar uyuşturan, düşünmekten izleyeni alıkoyan nedir? Her daim sözcüklerin yavan kalması için muktedirlerin, muktedir olmaya heveslilerin atıp tutmaktan gayrısına, kadrolu yorumcu olmaktan ötesine, fitilin ateşleyicisi olmaktan uzak olmayan hallerine kolayca sığınır olduk, alıkonulduk. Gösteri bir şekilde devam ettirilirken, hayat akışını bulmayı sürdürürken hangi heveslerin peşinde koşadurarak bu kadar vasıf aşan verili kontenjana gözü kapalı atlayacak bir şekilde sağır duymaz uydururur, yola hizaya çekilir olduk. Tersinden baksanız, meramları hiç anlamıyor görünseniz bile belirli bir noktasında alıkonuluşun anahtarı hemen her şeyin şaka gibi adledilmesi üzerinden geçtiğini görmek mümkündür. Mümkündür, başkalarının hayatlarını alabora eyleyen şeyler size hiç değmesin. Mümkündür başkalarına zulüm olan şeyler için bahis dahi açılmasın. Mümkündür çomak sokmaya doyulmayınca daha ne yaparız da hizadan bu mendeburları ayırırız böylelikle de hizayı bozanları keşfederizciliğin yılmaz neferi olanların yanında durulduğunun idrak etmek için güneşe dikkatli bakmanın gerekli olduğu gerçeğinin bir an hatırdan çıkartıldığının bilindikliği. Mümkündür yalnızlaştırılıp, izole edilenin sadece o eziyetlere maruz kalmışların değil koskocaman bir toplum olduğunu anlamlandırabilmek için çok sonraları vah vahlandığımızda aklımıza düşen haller bütününde karşımıza çıkanları vakitlice değerlendirmediğimiz. Pek çoklarının geçer bu da geçer, o da geçer bugün ona paşam yarın şuna ağam dediğimizde, köprüyü her geçişimizde malumun ilamı olan dayılara selam durmanın gerekliliğinden alıkoyamadığımız için kendimizi şakalarla cebelleşmek de, geçtiğimiz meramlarımızda değindiğimiz bir avuca kalıyor. Tornistan duygu sağanağından kaynaklanan bir sağaltma, bir tek kendi canına kast edilmiş gibi heveskar olunmaksızın hedef haline dönüştürülenlerin yanında şaka gibi kalan hallerin tümünü okuyabilmek için sadece vicdanı takip etmek bile yeter de artar. Esasa gelmeyen, türlü eşit mavralarla vakit öldürenlerin ağızlarında sakız eylenenler için geçerli bulunabilecek tek hakikattir şaka gibi. Değerlendirmeye allah göstemesin!!! meyil ettiğinde ilk çıkıştan kaçmaya odaklı sözler. Odak haline dönüştürülmeleri kiminde 1, kiminde 4, kiminde 10, kiminde daha da fazla yıllar boyunca adaletsizliğin, adalet tecellisinin mümkünatsızlığından bahsederken takınılan o bilindik tavırlar. Tavır alındığının bir anlık unutuşlarında punduna getirildi mi çoktan atı alanların üsküdarlara yollanması. Ya da yerin altına canlı, yarı canlı ölüme terk edilen hayatlar. İster öyle ister böyle yitirilip gidenlerin de birer can olduğunu ve bügün dahi hesaplarının sorulamadığı bir aralığı işaret eden hayatlar. İstemezükçülüğün ha bire mermerden daha katıcıl olan mozaiklerini sahiplenirken kullandıkları veciz tümceler. Elele dipdibe kırdırılan onurlar, vicdanlar, çoktan kayıtlardan silinen hayatlar. Hep münferit diye algı odağına hitaben dikte ettirilen kimliğinden dolayı sıfatlar yakıştırmalar. Ne birini ne diğerini sahiplenmeden doğru olunamayacağına inanmamız beklenen., beklentisizilikle dopdolu grilikler. Anlamıyoruz, Amed’in diline sökün ettirilenlerle, İstanbul’un güneşinin çalınmasını. Hopa’nın doğasına taaruz edilmesinden, Kıbrıs’ın izole edilmiş halinde, araya sıkış, tıkış bırakılmış besleme sözcüğünün orta yerdeki derin yaranın kanırtılmasına. Bir yanı ilericilik metaforlarında sözümona muasırlaşırken ötesinin buna ulaşmasının yolunu susmak ve itaat etmekten geçtiğinin gelip şaka gibi ilaç kabilinden sunulmasını. Oturduğumuz yerde basit bir basın taramanın neticesinde bir anda ömrünüzden ömür alınmasına karşı ses çıkartılmamasındaki nüktedanlığın kolaylıkla devam ettirilmesini ve bütün her şeyin hengamede gündemin toz bulutunda kaynatılmasını. İleri demokrasiye haddinden hızlıca geçerken önce o sonra bu diye yaftalanıp dara sokulduğu f tipinde bir oraya bir buraya bütün haklarından feragat edilmesinin insanların, insanlık onurunda açtığı acziyetin şaka kabilinden değerlendirilmesi. Ne olacaktı canım o da efendi olsaydı diye kestirilip atılması. Mahkemesinde bi’umuttur değişir belki bazı şeyler dediğinizde yüzünüzde patlayan şamarın okkalı devletümüzün hakkaniyet bilir, hak yemez yargısının alışılmış tokadının acizyetini gösterir kindarlığıdır bizlere kalan. Yıllar yılı süregiden, arapsaçından hallice türlü çeşit oyalamalarla sadede bir türlü getirilmeyen bir sosyoloğun başına gelenlerin, tam beraat ettiğini düşünürken yine yeniden aynı romanın sahnelenmesi için yılmaz neferlerin vakitlice sahneyi kapsamasının tam da işaret etmek istediğimiz dakiklikte ekranlara rücu etmeleridir. Her daim şaka olarak değerlendirilen. Şaka yollu geçiştirilen acziyetlerin yerinde adaleti talep etmenin hala mümkünatsızlığıdır derinlerimizde bir yerlerde bizleri sarsan. Derdest eyleyen. Kendi yağında kavrulan bir derginin meram kısmında, hem kendini yermek, eleştirileri göğüslemek adına kaleme aldığı İstikbal Marşı dizelerinde memleketimizin en asli, en dokunulmaz satırlarının tahrif edildiğini zanneden, münferit vatandaş şikayetini kaale alanların serbest piyasalarında, serbest düşünceyi linç eder halleri midir komiğe kaçan. Komik olarak değerlendirilmesi her durumda beklenen. Adı konulmasına gerek olmayan bir sansürün seslendirilmesi sadece öteden bu yana aşina olduğumuz devletten değil de özel müteşebbis ve bir kültür dağıtıcısından kaynaklanıyor olması mı herkesleri suspus eyleten. Sağırlaştıran. İş bu raddede kimilerince yaşadığımız hemen her şey şaka zaten kısacık sürelerde linçler, yokediş, talan, torba, yafta, ithamlar gırla giderken bizler yanmaya devam eden cehennemimizde cennetin önüne çekilen seti yıkmaya çalışıyoruz? Başarabilecek miyiz? İşin o kısmı şakayı bir kenara bırakıp, başka diyarların sokaklarında seslerini yükselten, ama öyle, fakat böyle diyerekten en başta kendini zehirlemeden, durdurmadan oyun bozanların çoğalması ile söz konusu olabilecektir. Anlayana, anlamak isteyene….

>>>>>Bildirgeç
Büyüyünce Ne Olacaksın? – Karin KARAKAŞLI*

Oldum olası şu natürmort denen tablolar ürpertmiştir beni. Hani şu oturma odalarının yemek masası karşısına denk gelirler ya… Ya da işyerlerinde sıkıcı gri duvarlara rastgele asılmış dururlar. Türkçe karşılığı, içimdeki sıkıntıya denk geliyor: Ölüdoğa.

Hiç hareket yok. Zorlama, yapay bir kompozisyon içinde sepetinde armut, elma, nar, özenle kırıştırılmış masa örtüsü ve saydam yüzey dokusu verme becerisini kanıtlasın diye illa bir cam şişe ve bardaklar… Bir sonraki karede belki bir darbeyle parçalanacak hepsi. Zaten böyle bir nizam içinde donuk halleriyle duruşlarında tekinsiz bir şeyler var. Hayat böyle bir hizalandırma eşliğinde yaşanmaz ki… Meyve, tabak çanak için bile olsa. Ama işte yakalanmışlar bir kez. Kurtuluş yok, tutsaklar o sabit ana.

Buğday Tarlası ve Kargalar

Ölüdoğa zaten bana sıkışmışlığı, tutsaklığı anlatır en çok. O nedenle daraltır, bunaltır. Ona gözünü dikmiş ve bir yemek sofrasında oturmuş aile bireylerinin bitmemiş hesaplaşmalarını dil içi şifreler halinde birbirilerine karşılıklı tıslayışlarını işitirim. Ya da işinde bunalan gencecik bir adamın bir an için başını kaldırıp o mükemmel meyveleri seyredişini görürüm. Ölü balık gözleriyle bakar tabloya.

Bir hayat tercihi belirler tablolar. Onları aksesuar ya da duvar süsü mü görürsünüz, yoksa ruhunuzu mü ürpertir bir resmin derinliği? Buna göre de yaşanır biraz hayat. Misal, Van Gogh sevecekseniz, fırtınayı göze alacaksınız demektir. ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ tablosunu hatırlayın bir an. Nasıl da büyük bir yalnızlık duygusuyla doldurur insanı o bomboş, göz alabildiğine uzanan buğday tarlaları. Ya gökyüzü? Fırçaların haşin darbesinde kıvamlaşmış da her an başınıza çökecek gibidir. Alçaktan uçan kargalar, fırtınanın yakın olduğunu müjdeler sanki. Doğanın dönüşüm anıdır bu. Bir eşikte durur ve ürperir insan tablonun karşısında.

‘Buğday Tarlası ve Kargalar’da yollar ayrı yönlere uzanır. Tıpkı geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizin birbirine kimi zaman tezat şekilde uzayıp gidişleri gibi. Yollar da hayat kadar belirsizdir, bir tercih, bir seçim dayatır durmadan: Bu hayatı nasıl yaşayacaksın?

Hayatın arka sokaklarında

Oysa bize öyle sorulmaz. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulur, babamızın, annemizin, eşin dostun mesleklerini yinelememiz beklenir. “Aferin” alırız arzu edilen yanıtı verdiğimizde. “Büyüyünce sosyolog olacağım” demesi beklenmez pek kimseden. Ama işte bazılarımız beklenmeyeni yapar. Sosyolog olur, hem de sosyolojinin tarifini hayatı pahasına yaparak olur bunu. “Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum. Bu arayışla, okul yılları boyunca, bilgi-iktidar ilişkisini, bilimin kurumsallaşma biçimini, dokunulmayan kutsallıkları, dil ve davranış kalıplarını sorgulayarak kendimce bir patika çizmeye çalıştım” der.

Pınar Selek böyle dedi. Ve ölüdoğa resimlerine bakmayı değil, arka sokaklara dalmayı seçti. Andıçların kol gezdiği en zorlu siyasi dönemde en tabu, en cısss konuya elini uzattı. Kürt sorununu muhataplarından dinledi, muhtemelen de anlaşılır kılacaktı ki gözaltına alındı. Görüştüğü kişilerin isimlerini vermesini istediler, vermeyince işkenceye uğradı. Ama esas işkenceye daha biraz zaman vardı.

Kendisine sorguda tek bir soru yöneltmedikleri Mısır Çarşısı patlamasının bombacısı alarak dünyaya ilan edildiğini, cezaevinde televizyon ekranından öğrendi.

İsmimizi veriyorlar da sonra onun içini biz dolduruyoruz ya, işte o doldurma işlemine hayat diyorlar. Şiddetin her türlüsüne karşı mücadeleye ve barış diline adanmış bir insanı katliam sanığı niyetine hedef tahtasına koyduklarında aslında o hayata kastettiler.

Oyunun kuralları

Ettiler de ne oldu? Pınar, hayatın ta kendisi oldu. Bilirkişi raporları patlamanın bombadan değil tüpgazdan olduğunu kerelerce kanıtlarken, karartılan deliller, sahte tutanaklar, yalan ifadeler sapır sapır dökülürken o yaşamaya da, yaratmaya da devam etti. Ama yeni bir ders öğrenmişti. Yapılanın nedenini de yine en iyi o anlattı. Savunma niyetine oyunu ifşa etti: “Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir antimilitarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin. Yani bir odağın üzerine yürürken, kendinle uğraşmaya başlarsın. Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır… Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Bir düşünce suçlusu değilsindir. Barış suçlusu da ilan edilmezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.”

İlla bir tablo varsa Pınar’ınki Van Gogh’un fırtınalı resimlerine yakışır. Bir mektubunda “Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta” diye yazmış Van Gogh. Pınar, hayatın karanlıklarına tıkılmak istenenleri ışıl ışıl parlatmayı seçti. Görmeyene göstermeyi, iktidar mekanizmalarını kamaş kamaş sergilemeyi seçti. Hani şu ‘Yıldızlı Gece’de yıldızlar minik gezegenler misali döner ışıldar ya, Pınar bütün bunları sevgiyle yaptı, kötülüğün elini ayağını dolaştırdı.

“Ben, iyi niyetli en küçük bir çabayla bile iyileşeceğimize inanıyorum. Ama bitiremiyoruz. Ve suyun kirlenmesini, havasız kalışımızı sadece izliyoruz” dedi bir de. O tabii ki izlemekle yetinmedi hayatı. Ben de ona bakmaya doyamadım, sevmelere kıyamadım. Hikâye bundan ibaret.

* Meramda denkleştirmeye çalıştığımız konuların tamamlayıcısı olarak, 9 Şubat Pazartesi günü adalet talep ettiğimiz, takipçisi olduğumuz Pınar Selek’in davasında karşılaştığımızda kesik cümlelerle ancak vicdanımızı aydınlatıyorsunuz diyebildiğimiz sayısı görece azalmış olan vicdanlı fikir yazıcısı Karin KARAKAŞLI’nın Kronik Muhalif sitesinde kaleme aldığı Büyüyünce Ne Olacaksın? başlıklı makalesini siz okurlarımızın beğenisine sunuyoruz. Tüm diğer alıntılarımızda olduğu gibi gibi Kronik Muhalif ve Karin KARAKAŞLI’nın anlayışlarına binaen…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Büyüyünce Ne Olacaksın? – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
İkinci Hrant Dink Davası: Pınar Selek – Alper GÖRMÜŞ – Taraf / Jiyan
Türkiye: Aktivistin Yargılanması Bir Adalet Parodisi – İnsan Hakları İzleme Örgütü – Nor Zartonk
Selek: Bu Kan Davası Sembolik Bir Savaşa Dönüştü – Miraç Zeynep ÖZKARTAL – Milliyet
Sevil Atasoy, Pınar Selek Konusunda Rahat Mı? – Balçiçek İLTER – Habertürk
Selek İçin Kritik Eşik – Dilek KURBAN – Radikal
Üç Mahkeme, Tek Soru: Ey Adalet Neredesin? – Selda TUNCER – Birikim
Gerçek Nerede? – Turgay OLCAYTO – Evrensel
Fosseptikte Yüzenler – Nazım KAYALAR – Atılım
Mutki: Devletin Kanlı Elini Bırakmak – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Toplu Mezar İtirafı – Evrensel
EMEP: ‘Toplu Mezarlar Utanç Tablosudur’ – ETHA
“Dersim’de Topluca Gömülmüş 230 Kişinin Kemikleri Bulundu” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Bir Bildiği Varmış!.. – Alınteri
Ne Kadar Uzun Sürüyor Böyle! – Umur TALU – Habertürk
Her Yerde Onlar Var: ‘Birileri’ – Emre DURSUN – Kronik Muhalif
Acil Yanıt… Acil Adım… – Filiz KOÇALİ – Günlük
Kışanak: Hükümet Toplu Mezarlar Konusunda Sağır Rolü Oynuyor – Birgün
“Hrant’ın Arkadaşları” Devleti Affetmeyecek – Elvan KISMET – Burcu ÖZKAN – Bianet
Hrant’ı Neden Özlüyoruz? – Tanıl BORA – Birikim
Dink Sorusuna Ek Süre – Radikal
Bir Katilden Bir Çocuk Yaratmak! – Nazım ALPMAN – Birgün
‘Besleme’ Meselesi – Mıgırdiç MARGOSYAN – Evrensel
Kıbrıs Türklerine Irkçı Tehdit: Ya Sev, Ya S.ktir Git! – Kronik Muhalif
‘Türkiye Kıbrıs Türk Halkına Kılıç Çekti’ – Ntvmsnbc
Lefkoşa-Ankara Hattında Yüksek Gerilim – BBC Türkçe
Kuzey Kıbrıslılar Neden Sokakta? – Bianet
Ultra-Liberalizmin Beslemeleri – Yalçın YUSUFOĞLU – Köxüz
Metal Yorgunluğu – Sami ÖZBİL – Atılım
Ne Ka Devlet O Ka Birey – Sezai SARIOĞLU – Günlük
Örnek Ülke Türkiye – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Tam Antidemokratik Türkiye – Canan SAKA – Jiyan
Muhteşem Meclis!.. – Veli BAYRAK – Evrensel
Adam Gibi Bir Muhalefet – Mehveş EVİN – Milliyet Cadde
Suzan Zengin’e Özgürlük! – Alınteri
Erkek Medyanın Yan Etkileri – Özge AYIK – BiaMag
Testi ve Kubur! – Gün ZİLELİ – Köxüz
Çelebi: Bu Bir Sömürü Rejimidir – ETHA
KTÜ’de Öğrencilere Polis Saldırısı – Sendika.org
HES’ler İşçileri Öldürüyor, HES’ler Yaşamı Yok Ediyor – Jiyan
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Ölü, Suçlu ve Evli… – Zeynel Abidin KAPLAN – Sendika.org
Sonunuz Tarihin Çöplüğü Olacak! – Evrensel
“Ben Nesli”nin Hayatı Torbada! – Canan ESELER – Başka Haber
CHP’nin İkiyüzlü Siyaseti – Burak ÖZ – Birgün
‘Torba’ Sineye Çekilmeyecek – Atılım
Torba Yasalaştı – ETHA
Belleksizler Partisi (Mi) – Akın OGUN – Birgün Pazar
Ulusal Güvenlik – Eleştirel Günlük – Eleştirel Medya Günlüğü
Irkçı Refleks ve Sol – Yücel Yüksel MERT – BiaMag
Ezbere Dünya – Okay GÖNENSİN – Vatan
Tahrir Meydanı Mucizesi – Slavoj ŽIŽEK – The Guardian / Sol Defter
Bu Bir Devrim Mi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Tahrir Meydanı’ndan Sakarya Meydanı’na… – Özgür MÜFTÜOĞLU – Evrensel
Ortadoğu’nun Üzerinde Dolaşan Hayalet – Ahmet İNSEL – Birikim
Mısır, Devrim, İnternet – Seviyesiz – Seviyesiz Siyaset
Mısır ve Tunus Halkına Selam – Alınteri
Orta Doğu’da Eylemler – Özel Dosya – BBC Türkçe
Algeria Protesters Push For Change – Al Jazeera

Kara Güneş Resmi Sayfası
Kara Güneş Facebook Sayfası
Kara Güneş Röportajı – Wrzl – Dergi.biz
Viya Resmi Sayfası
Viya – Huzur İsyanda EP via Clinical Archives
Viya Yeni Albümü ‘Huzur İsyanda’yı Peyote’de Tanıttı – Milliyet
Gevende Resmi Sayfası
Gevende Myspace Sayfası
Gevende – C.E.T. Baykuş Sessions
Cyro Baptista Official Site
Cyro Baptista’s Banquet Of The Spirits At Myspace
Cyro Baptista’s Banquet Of The Spirits – Caym: The Book Of Angels Volume 17 Informative via Tzadik
Dubioza Kolektiv Official Site
Dubioza Kolektiv Informative Via Wikipedia
Dubioza Kolektiv – 5 Do 12 Official Download Page
Dinar Bandosu Myspace Sayfası
Dinar Bandosu Vikipedi Sayfası
Dinar Bandosu – Leyla Halid
Kultur Shock Official Site
Kultur Shock At Myspace
Kultur Shock Interview By Judith GENNETT via Roots World
Sakin Myspace Sayfası
Sakin Röportajı – Avaz Avaz
Sakin Dağıldı Mı? – Ayhan ABAYHAN – Hafif Müzik

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[at]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Sometimes It Rains By Horriblecherry
Horriblecherry Flickr Page

>>>>>Poemé
Şair İşçidir – Vladimir MAYAKOVSKI

Bağırırlar şaire:
“Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki…”
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle…
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!

Türkçesi: Ataol BEHRAMOĞLU
Kaynakça: Şiir.gen.tr

>Deuss Ex Machina # 331 – Look Into The Silence

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_331_–_Look Into The Silence

27 Aralık 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak:
Konuklar: Kerim Yüzer aka Kabus Kerim & Barış K.
>1<-Alatav-Yalansın Dünya (Alatav / Bağımsız Müzik)
>2<-Nasihat Kartal-Hiç Bir Nasihat Veren Yok Mu (High 5 Entertainment)
>3<-Orhan Gencebay-Yorgun Gözler (İstanbul Plak)
>4<-I'mpty-Dar Geçit (Karlı Dağlar) (Music For Non-Musicians / Bağımsız Müzik)
>5<-Armonycoma Or Slt-Şişeler Ve Leblebi (Music For Non-Musicians / Bağımsız Müzik)
>6<-Ayyuka-Beni De Allah Yarattı (Demo) (Bağımsız Müzik)
>7<-Kabus Kerim-Sensiz (Demo) (Bağımsız Müzik)
>8<-Kabus Kerim-Neyim Var (Demo) (Bağımsız Müzik)
>9<-Big Daddy Kane-Just Rhymin' With Biz (Prism Records)

Look Into The Silence You’ll See The Rights Within Their Consciences
(331)
Farkındalılığını sağlamaya gayret ettiğimiz zaman mevhumunun içerisinde bir tekrerrürü, sahnelemeyi, vediayı daha ardımızda bıraktık. Bir 365 günlük dilim daha olanca fazlalığıyla, yükleriyle, bize katıp, bizlerden götürdükleriyle beraber arkasına bakmadan!!! geri sayımlarla ve nihayetinde beliren son yazısı ile beraber tükendi. Tüketildi. Devinimin hızlılığına paralel olarak tüm canlılığıyla yaşadığımız sorunlarımızı da yanında götürseydi diyenlerimiz de muhakkak olsa da, sorunların arasında gördükleriyle uyananlarımız, hayatlarımızın açmazlarının anahtarının bizahati insanların elinde olduğunun farkına varılabileceğini idrak ettiren detaylara vakıf olanlarımız da oldu. Vakfedilen yaşamın karaşınlığı, yerine koyamayacağımız, yeniden tasarlayamayacağımız, binbir türlü zahmetle düzenleniyor görünse de yine yarasından kan damlatılan, zehir zembereklikten zerrece farkı olmayan nitelikteki acı reçetelere tekrar sevk edilen sonuca ulaştırılan bir çağda tabii olan bu fark edişin çoğaltılabilmiş olmasıdır. Muktedir olarak savlananların ellerini kollarını birilerinin bağladığını inatla zannetmemize yetecek kadar amansız, umursamaz, işitmez, işittiğini de düzgün anlamaz olmalarının niteliğini çözümleyebilmeye vesile teşkil edendir. Vesile olan anlamlandırılmış olması değildir sadece, yıl boyunca okuduğumuz düzayak hitapların, üzeri çoktan tozlanmış birbirinin aynısı fenomenlerin artık geçerliliklerini yitirme konusunda hızlıca ilerlendiğini de idrak ettirecektir. İdrak ettirecektir şaşkına çevrilmiş avaneliklerle deli divane eylenmiş türlü badirelere sokularak, deneyin bini bin paraya harcanma yolu tercih edilmiş; aidiyetlerin üzerine çullanmak, taş çalmak, hile yapmak mümkünatlar dahiline sokulduğunu fark ettirecektir. Mümkün olan bu girift hal içersinde suskun puskun kalmak olarak zikredildiğinin duyumsanmasıdır. Nereye varılabileceği konusunun bir türlü kestirilemediği o ışıksız tünellerde yol almak konusunda nedendir bu aceleciliğimiz, kendimizi yırtarcasına karşımıza almaktan gocunmadığımız, fırsatını da bulduk mu ağızlarının payını vermeye heves edişlerimiz en basit tabiriyle hep beraber düz yola ulaşmak yerine tersinde kalmaya bu kadar mı meyilliyiz. Tersindeyiz. Nedendir anlaşılmaz olarak kalmasına bu kadar heveskar oluşlar, nicesinde ötekileştirilenlerin dertlerinin bu kadar ortak olduğunu bilmemize anlaşılır olmasına karşılık olarak kafasını gömdüğü kumdan ayrı konumlandıramayanlar. Üstelik hiçbir şekilde hayra yorulmayacak olan demeçlerin, atıfların, lafıgüzafların tek perdeden yükseltilmiş olan zehirliliği söz konusu olduğunda değme fikir zerreceğinden daha tehlikeli olan şeylere gösterilen ehemmiyeti sorgulamamız lazım gelmektedir. Işıklar yanıp sönüyor, gün akıp milenyum dediğimiz eşikten ilk adımlayışımızın üzerinden ise on sene geçtikten sonra bulunduğumuz hallerin toplamına denk düşen karanlığı imgeleyebilmektir aslında kıssayı ulaştırmak istediğimiz. Muktedirle kolkola her defasında açmazların derinleşmesini, büyük bir heveskarlıkla takip eden, ses çıkartmadıkça onadıklarını anladığımız türlü çeşit konuda ortaklığa imza atmış olanların varlığını duyumsamalıyız. Acıların üzerine gerili halde terk edilmiş olan, aşılmazlığın can yakıcı perdesini gerdirerek esas resmin varlığını nereye kadar saklamayı kendileri razı kalacaklardır. Bunun yanıtı için düşünmeliyiz. Düşünmeliyiz, yıllar yılıdır yaşamakta olduğumuz sorguların, heba edilmiş tüm çabaların asli nedenlerinden birisi olan darbelerle hangi aralıkta yüzleşme eylemine geçebileceğimizdir. Ressam olarak şirinlik muskasına dönüştürmekten boyalı basınımızın kaçınmadığı isimin hesap verebilir olduğunu ne zaman fark ettirebileceğiz. Hangi aralıkta bu kadar muallağa teslim edilmiş olan bir dönemin yüzleşmesini gerçekleştirebileceğiz? Önce x, sonra y, sonra z’nin üzerine oynananmış kötücüllük yüklemli nihayetinde insanları canlarından edip heder ettikleri derinlerin işlerine sıranın gelebilirliğini önceliklerimiz arasında sayabiliriz. Gün gelir o silmeye, yok etmeye doyamadıklarından sonra kalakaldıkları çoğunluğun da bir şekilde aynı tehditvari haller içinden, yıkımlardan geçirilebileceklerini işittirmeliyiz. İşittirmeliyiz ki 30 yıl sonra hala aynı insanların ‘içimizdeki irlandalılar’ olarak resmedilme çabasının abesliğini anlamlandırır kılabilelim. Anlamlandırabilelim ki defaatla yinelemelere karşı her muhalifliği aynı kefeye koyaraktan, altları kuru, sırtları pek insanların değil, bütün varlıklarıyla beraber bu griliği, aşabilmek için taşın altına ellerini koyma konusunda mücadeleden başka ellerinde seçenek bulunmayan, bırakılmayan insanların yankıları birilerinin kulaklarına ulaşabilsin. Ulaştırılan her yankının yok yere bir kuru gürültü değil bir hakikatin daha fazla saklanamayacağı gerçeğini idrak ettirebilsin. İnsanlığın yaşadıklarından ders almak yerine, bildiğini okumaya devam etmeyi emreden statükonun pabuçunun yüzkaralığı ortaya çıkabilsin. E(k)meğin hakkının eşit bir biçimde paylaştırılabildiği, esamesi bir süre sonra okunmayacak kadar istemsizce duyurulmakta olan savaşımların hepimize lazımgelen onurlu bir geleceğin (ezberlenmiş bir ütopya değil) tesisi için gerekli olduğunun altı çizilebilmesinin hakikati anlaşılabilsin. Orada burada fark etmez, sonuçta kapının önüne konulanın, hakkı gasp edilenin, üzeri çizilenlerin emekçiden çok daha fazlası olduğunun, çarkın fazlalıklarını anımsatan sayısallaştırmalardan, rakkamlardan gerçek oldukları idrak edilebilsin. Meçhullere teslim edilip, karanlığın adının daha fazla zikredilmesine zeminin aranıldığı çözümsüzlük yolunda ne kadar dar sokak varsa hepsinin yılmadan arşınlanıldığı toplumsal açılım projelerinin tümünde ulaşılan noktaların yarım yamalaklığını da buna dahil edebiliriz. Bölünmez bütünlük formülüne bir dahil edilip, bir çıkartılan hangisinden ne anlam çıkartabileceğimiz tam belirginleştirilmeyen hamlelerle! vakit kaybından gayrısına tenezzül edilmediği ortadadır. Sorunun kendisi olduğu gibi ortada durmaktayken resmi söylemlerle günü kurtarmak bir öyle bir böyle demenin yaraya merhem olmayacağı aşikardır. Aşikar olan bir diğer şey ise hak ihlallerinin, birbiri peşi sıra açılan davaların, kural tanımaz bir biçimde insanları zorla yerlerinden yurtlarından eden, sözde dönüşüm projelerinin modern göçerliliği yeniden hayatımıza dahil ettiğinin okumasıdır. Bu eşik dahilinde çok renklilikten, nasıl buldozerler evleri yok ediyorsa o kadar hızlı bir biçimde tek renkli, soluk ölü gri bir tona evrildiğimizin okuması herkesin malumu olacaktır. Malum olanların keşmekeşliliği, göz korkutuculuğun yanında sığınabileceğimiz tek şey vicdanlarımızdır. Kısıtlandırılanın, kıstırıldıkları köşede sesleri işitilmez kılınan öteki yarılarımız, canlarımız, yarınlarımız gibi…Vicdanlarınızın sesinin gür çıkacağı, işttiklerinize, gördüklerinize kayıtsız kalmayacağınız bir 365 gününüz olsun!
>>>>>Bildirgeç
Herkes Safını Seçsin! – Mithat CAN*

Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir?

İstanbul’da öğrencilere yapılan linçten sonra Ankara SBF’de gelişen olayları değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan öğrencilerin eylemini kafasındaki “ileri demokrasi”yi hazmetmeyenler olarak nitelendirdi.

Bu demeç üzerine AKP’nin demokrasi ve “ileri demokrasi”den anladığını açmaya çalışacağım.

• Çeşitli illerden İstanbul’a gelen öğrencileri; nasıl, nerede, ne tepki göstereceklerine bakmadan İstanbul girişinde arabaların içinde hapsederek, seyahat özgürlüklerini engelleyerek, mola yerinde gerekli ihtiyaçları için indiklerinde linç etmektir.

• Sağlam olarak gözaltına alınan bir öğrencinin işkence yaparak burnunu kırmak, yüzünü ve gözünü morartmaktır.

• Düşünce özgürlüğüne tahammül etmemektir.

• Temel hak ve özgürlükleri tanımamak, insan haklarına saygılı olmamaktır.

• Demokratik tepkilerini gösteren veya yasal haklarını arayan öğrencilere, işçilere saldırarak dağıtmak ve kırmaktır.

• Emekçilerin ve öğrencilerin örgütlenmelerinden ürkerek engellemeye çalışmak ve çeşitli hilelerle bu örgütlenmeleri yok etmektir.

• Öğrencileri kimliklerine ve siyasal-sosyal yapılarına göre fişlemektir.

• İletişim araçlarının gizliliğini ihlal etmek, telefon dinlemeleri ve teknik takipler yapmaktır.

• Polis ve asker terörünün yanında yargı terörünü geliştirmektir.

• Başbakanın politikalarını beğenmeyen ve buna karşı demokratik taleplerini dile getiren öğrencileri 15 ay hapis cezasına mahkûm etmektir. Bu hapis cezasını 5 yıl süreyle tehdit ederek baskı altında tutmaktır.

• 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleri döneminde “sayın muhbir” ihbarlarına itibar edilirken şimdi “gizli tanık” beyanlarına dayanarak iddianame hazırlamak ve bu iddianamelerle karara gitmektir.

• Uluslararası ödüllü muhalif sanatçıların ülkeye gelmelerini engellemek ve kovmaktır.

• Muhalif gazetecileri hapse atmaktır.

• Üniversitelerde en ufak düşünce ifadesi şekillerine (afiş asmak dahi) uzaklaştırma cezaları vermektir.

• 12 Eylül faşist darbesinin ürünü YÖK ve tüm anti-demokratik yasaları korumaktır.

• Dönüşüm ve yeniden yapılandırma programlarıyla bütün kamusal hizmetleri ve doğal kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekmektir.

• Hidroelektrik Santral (HES) projeleri ile doğal dengeyi bozmaktır.

• İçki içiliyor bahanesiyle sanat galerilerine saldırmaktır.

• Etkin birey ve hareketleri itibarsızlaştırmak ve etkisizleştirmektir.

• Üniversitelerde sivil polisleri yerleştirmek ve öğrencilerin enselerine polisleri dikmektir (eski İçişleri Bakanı Faruk Sükan “solcuların nefesini takip edeceğim” demişti).

İşte AKP’nin kafasındaki sözüm ona “ileri demokrasi” reçetesi. İstediğin gibi kullan!

AKP’nin ileri demokrasisini tanımladıktan sonra YÖK cenderesi altında sıkışan üniversitelerin konumları, nasıl işleyeceğine ilişkin birkaç sözümüz vardır.

Rektör, dekan, müdür, öğretim üyesi nedir? Bu özellikleri taşıyan her eğitimcinin bulunduğu kuruma karşı sorumluluğu vardır. Kurumun öznesi olan öğrencileri korumakla, aydınlatmakla, değiştirmekle yani eğitmekle sorumludur. Başka bir deyişle öğrencilerin hem anası hem babası hem öğretmeni hem de idolü olmaları gerekir. Öğrencisinin gelişmemesinden, değişmemesinden ve başarısızlığından acı duymalıdır. Her eğitimcinin öğrencilerini bilimsel metotlarla yaratıcı güçleri ve yetenekleri doğrultusunda değiştirmek dönüştürmek görevdir. Öğrenciyi tanıyarak sorunları varsa hafifletmek ve başarısını yükseltmek, uyumunu sağlamak gereklidir. Hiçbir eğitimcinin rütbesi, kariyeri ne olursa olsun öğrencilere aptal, geri zekalı, beyinsiz demeye hakkı yoktur.

Bunu diyen birinin eğitimciliği sorgulanmalıdır, bu tür davranışlarda bulunanları eğitimden anlamayan diplomalılar diye nitelendirebiliriz.

Bu değerlendirmeler ışığında Dolmabahçe’de rektörlerle başbakan toplantı yaparken dışarıda dayak yiyen öğrencileri için nasıl dayanabildiler. Başbakanla eğitim sorunları görüşülürken öğrencilerden temsilciler çağrılamaz mıydı? Öğrencilerin demokratik haklarını kullanarak görüşme, dosya verme, forum yapma taleplerinin polis işkencesiyle önlenmesi, yok edilmesi hangi demokraside, hangi özerk üniversitede, hangi eğitim anlayışında yazar.

Öğrenciler dışarıda işkencelere reva görülürken kızını yanında toplantıya alan başbakana soruyorum: Kızının ne üstünlüğü var bu öğrencilerden? Demokrasiyi içimize sindiriyorsak, demokrasiyi bir yaşam biçimi ve yönetim tarzı olarak kabul ediyorsak öğrenciler demokratik haklarını kullanacaklardır. Bu haklarını kullandırmamak ve bunların arkasında örgüt, provokatör aramak, öğrencileri töhmet altında bırakmak demokrasiyle bağdaşmadığı gibi öğrencilerin yasal haklarını da tanımamaktır.

Bu öğrencilerin birey olma hakkı yok mu? Kendi geleceği ve sorunları ile ilgili söz söyleme öneri yapma hakları yok mu? Öğrencilerin bu haklarına tahammül etmemek veya tanımamak tekçi-diktacı-zorba ve faşist bir anlayıştır. Küresel sermayenin bir piyonu olan kendi karanlık diktasını kurmak ve kardan başka bir şey düşünmeyen, kendi gelecekleri için her şeyi mubah gören AKP hükümetinin doğası ve ideolojisi gereği anlayış göstermesini beklemiyorum.

Solda olduklarını söyleyen ruhlarını ve kalemlerini sermayeye satan neoliberallerden de anlayış beklemiyorum. Ancak kendilerinin hala solda olduğunu iddia eden ve geleceği sosyalizmde gören “yetmez ama evet” diyenlerin bir kez daha düşünmelerini ve kendilerini sorgulamalarını öneriyorum.

Bu soruları birbirimize soralım:1-Sermaye nedir? 2-Emek nedir?

Sosyalizm sermayenin mi yoksa emeğin mi geleceğidir? Tek kutuplu dünyada sermayenin tek söz sahibi ve evrensel nitelik kazandığı bir dönemde düştüğü krizleri aşmak için göstereceği açılımlar ve alacağı tedbirler hiçbir zaman emeğin yani çalışanların yani dar gelirlilerin durumunu iyileştirmeyle ve gelecekleriyle ilgili olmayacağı gibi demokrasiyi de geliştirmeyecektir.

Amacı sadece yıllardır kandırdığı, aldattığı emekçi kitlelerini daha fazla sömürmek, ezmek ve açlığa itmektir. AKP hükümeti reformculuk, değişimcilik ve demokratçılık oyunu oynayarak her gün hukuku, adaleti, insan haklarını ihlal etmekte ve emekçilerin geleceğini karartmaktadır. Sol adına bunlardan bir şey beklemek hayal değil mi? Recep Tayyip Erdoğan, rektörlerle görüşürken “yasakları yasaklayın” diyor. Onu dinleyen rektörler de alkışlıyor. Bu düpedüz halkla, öğrencilerle alay etmek değil midir? Yasakların anası da babası da YÖK denen ucubenin kendisi 12 Eylül faşist darbesinin disiplin yönetmeliği değil midir? Recep Tayyip Erdoğan ve rektörler yasakları yasaklama bilinmezliğinin çamuruna saplanacaklarına YÖK’ü kaldırsınlar, dolayısıyla yasaklar kendiliğinden kalkmış olur. Oysa onların yaptığı aynen “tavşana kaç tazıya tut” oyunu oynamaktır. Sermaye temsilcileri hangi partilerde olurlarsa olsunlar dün farklı yerlerde olan kimi solda kimi sağda kimi ortada kimi dinci kimi laik kimi ateist ancak yürekleri ve mideleri para hırsları ve karları için nasıl bir araya geliyorlar? Bunlardan demokrasi mi beklenir? Bunlardan emekten, insan haklarından ve adaletten yana tavır mı beklenir? Bunlardan sadece sömürü, zulüm ve baskı beklenir.

Recep Tayyip Erdoğan öğrenci hareketlerini değerlendirirken illegal örgütlerden söz ediyor. Elli yıldır bu filmleri izliyoruz. Her demokrasi, insan hakları ve adalet talep edenlerin çıkarcılar, sömürücüler, karlı sömürüleri devam etsin diye bu bahaneleri söylerler. Gizli örgütler aranacaksa kendi arka bahçelerine baksınlar. Kısacası herkes doğrularına inandığı ve bildiğini yapar.

Biz demokrasiye, hukuka, adalete, eşitliğe, emeğe, bilime ve sosyalizme inanırız. Onlar paraya, kâra, zamma, zulme, baskıya, linç ve tahakkümlere inanırlar.

Biz emeğin adaletin ve hukukun geleceğine evet deriz. Onlar daha çok kâr için yalana, dolana, adaletsizliğe ve talana evet derler.

O zaman, herkes safını seçsin!

* Kısa öndeyişimizin, cümlelerimizin bir tamamlayıcısı olarak 31 Aralık tarihinde Sendika.org sitesinde eğitimci, veli Mithat CAN tarafından kaleme alınmış olan Herkes Safını Seçsin! başlıklı makaleyi, yazarın ve ilgili sitenin anlayışlarına sunarak sizlerin dikkatine sunuyoruz….

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Bianet Manşetlerinde 2010 – Bianet
Herkes Saflarını Seçsin! – Mithat CAN – Sendika.org
İnsanın İki Sır Kutusu – Umur TALU – Habertürk
2010 Yanarken! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Zamanın Egemen Ruhuna Karşı… – Mithat Fabian SÖZMEN – Evrensel / Desporte
Bu Urbalar Kürtlere Dar Geliyor – Oya BAYDAR – T24
Hek Meselesi – Mıgırdiç MARGOSYAN – Evrensel
Akp ile Tsk Mgk’de Anlaştı: “Kürtlere Yaşam Hakkı Yok!” – Fırat News / Jiyan
Kürtler, Siyaset Ve Ağzımızdaki Cephaneler – Emre DAŞAR – Kronik Muhalif
‘Anadil, Karın Gurultusu Kadar Doğaldır’ – Cengiz AKTAR – Vatan
Samimiyet – Etyen MAHÇUPYAN – Zaman
Madem Ki Bu Kerre Mağlubuz Netsek, Neylesek Zaid – Zeynel Abidin KAPLAN – Sendika.org
Ahmet’e Yandık Pınar’a Yanmayalım – Koray ÇALIŞKAN – Radikal
138 Yıl! Yeni Falan Da Değil… – L. Doğan TILIÇ – Birgün
Kutlar ve Cebenoyan Aileleri PKK’den Özür Bekliyor – Berivan TAPAN – Bianet
Ajanda – Özgür MUMCU – Radikal
Hrant Dink Davası’na İlişkin İçişleri Bakanlığı’na Yönelik Soru Önergesi – Ufuk URAS – Ufuk URAS Resmi Sitesi
Haddini Aşan BBC – Hamza AKTAN – Başka Haber / Hamza Aktan, Yazılar
Kimliğin Deli Gömleği – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2 / Kronik Muhalif
Mezarsız Ölüler Katilsiz Cinayetler – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Mikail Kırbayır: “Galatasaray’da Yüreğimizi Arıyoruz” – Emre DURSUN – BiaMag
Yeni Yılda Gözlerinde Hasret – Atılım
Geçmişten İki Kelime; Tansu Çiller – Canan ESELER – Başka Haber
Edp: ’12 Eylül Uygulamalarına Özenmeyin!’ – Turnusol
Cezaevi Müzesi! – Gün ZİLELİ – Köxüz
Özkan Tacar: Katliam Bir Devlet Geleneğidir – Atılım
İHD: Kayıp Ve Karanlık Bir Yıl: 2010 – Kronik Muhalif
Türkiye, İnsan Haklarında Sıfır Çekti – Berivan TAPAN – Bianet
Küresel Dönüşüm İnşaatı – Uğur KUTAY – Birgün
Sapphire İşçisi Direndi ve Kazandı! – Sol Defter
Torba Yasa, Torbadaki Sendika – Zafer AYDIN – Radikal 2
Torba Yasa İçin Kime Söz Verdiniz? – Sultan ÖZER – Evrensel
Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında Kaldı – Jiyan
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Danıştay: Çalışma Bakanlığı Silikozis Hastalarından Sorumlu – Erhan ÜSTÜNDAĞ – Bianet
UPS’de Yılbaşı – Alınteri.net
Dünya Ekonomisi Sallandı Türkiye Ayaklandı Öyle Mi? – Bülent FALAKAOĞLU – Evrensel
Neoliberalizme Karşı Direnişin Yılı – Sendika.org
Meriç’e Atılan Göçmenler, Dicle’ye Atılan Mülteciler – Senar ATAMAN – BiaMag
Yeni Toplumsal Hareketler: Özgürlüğün Değişen Grameri – Ramazan KAYA – Köxüz
Nitelik Kadar Nicelik De Önemli – John B. WHITBECK – Alev YILDIRIM – Counter Punch / Birgün Forum

Alatav Resmi Sitesi
Alatav Facebook Sayfası

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Seni Kim Dinliyor? – Kulak Takımadaları – İç Mihrak

>>>>>Poemé
O Uzak Göçebeler Epeydir Göçebeler – Yılmaz ODABAŞI

“Say acı olanı, uyanık tutanı say
Beni de onlara kat…
-Paul Celan-

I
Nerdesin?
Beni anlamazsan duyulmaz sesim…

Masallar öldü,
o sevilen yüzler de.
Benim ömrüm ölü yüzlerle arkadaş;
yaslı sözlerle, yitik güzlerle,
benim ömrüm infazlarda o güllerle arkadaş…

Hey güller, martıları bilir misiniz?
Kaç metre küp ter,
kaç milyon megavat keder yüklenir otobüsler:
Sorsam… Sorsam anlatabilir misiniz?

O uzak göçebeler
epeydir göçebeler…

II
Masallar öldü,
öpülesi yüzler de!
Biz şu dağların buzulundayız.
El vurup yüz sürdükçe zamanın aynasına,
gördük ki tufanlar ortasındayız…

Masallar öldü,
yaralıdır düşler de;
biz aynı notalardayız,
köhne rüyalardayız…

İlkyazlar yağma,
esriktir gülüşler de,
hangi anılarla avunmadayız?

O uzak göçebeler
epeydir göçebeler…

III
Daha aşklarımız kuruyor, dağlar kuruyor;
hızla ölüyor her şey, hızla soluyor.
Bu yüzden kahrını dağlara salan uzak bir yıldız gibi,
yıldızını uzaklara salan kahırlı dağlar gibi,
yıldızsız dağ, dağsız yıldızlar gibi,
yaşamak bile bile:
Üstelik kuşlar gibi.
Üstelik kuşlar gibi…

IV
Yine geceyi bir kurşun sesi vurdu;
kimse görmedi, kimse!
Fail de beraat, meçhûl de.
Ölüm oyununda duraklardayız.

Şu yıkımlarda savrulan ömrümüzdür,
savruldukça küçülen, çürüyen ömrümüzdür;
biz külü, kül de bizi tanımlar, ağlar…

V
Büyük sevgiler büyük ölürler.
Papatyalar, akarsular ölürler.
Kan sıçrar, seherin göğsüne vurur:
masallar ölür, düşler ölürler!

Oysa kim bilir ki
yanağımda
yangınlardan çok önce
o yârin bıraktığı öpüş izi var;
yüreğimde oralardan kalan bir düş izi var…

VI
Kaç ömür eskittik şunca yaşamışlıkta.
Nerdesin?
Nerdesin?
Beni anlamazsan duyulmaz sesim…

Daha bizi soracak olursan,
burada her şey bilmediğin gibi.
Daha beni soracak olursan:
“Herkesin biraz faili olduğu meçhûl bir cinayetim şimdi! ”

Kaynakça: Antoloji.com

>Deuss Ex Machina # 327 – Vi Måste Ta Tillbaka Makten Från Stånd

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_327_–_Vi Måste Ta Tillbaka Makten Från Stånd

29 Kasım 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Ólöf Arnalds-Surrender (Feat. Björk) (One Little Indian)
>2<-Ô Paon-Sainte Patronne De Rien Pantoute (Self Released / Ô Paon Music)
>3<-Ô Paon-Le Dernier Mot (Self Released / Ô Paon Music)
>4<-Islaja-Ihmispuku (Fonal Records)
>5<-Islaja-Pimeyttä Kohti (Fonal Records)
>6<-Head Of Wantastiquet-On Earth As It Is In Heaven (Conspiracy Records)
>7<-Head Of Wantastiquet-All High Souls (Conspiracy Records)
>8<-Hayvanlar Alemi-Stamina (Sublime Frequencies)
>9<-Hayvanlar Alemi-Hayalgücü Spor Kulübü (Sublime Frequencies)
>10<-Hallogallo 2010-Drone Schlager (Vampire Blues)
>11<-Hallogallo 2010-Blinkgürtel (Vampire Blues)
>12<-Nine Inch Nails-Terrible Lie (TVT Records / Universal)

Vi Måste Ta Tillbaka Makten Från Stånd
(327)
Yoksunlaştırıldıkça, mütemeadiyen zapturapt altına alındıkça, hâddin hududun bildirilmesinde gram sekme yapmaksızın zorbalıklarla dakikası dakikasına yüzyüze kaldıkça içinde yaşadığımız şu mavimsi küre giderek grileşiyor. Her yerinden apayrı patlak veren eşitliksizlikler, en hakikisi benim bildiklerim ötesi yalancının dikâlası yaklaşımının korkunçluğu manidar görüngülerde zihinlerimize işleniyor. Hızlandırılmış tefrikalarda gözümüzün önüne getirilenler biraz daha manidar oluyor, haliyle. Haliyle kelimesi kelimesine doğruculuk dışındakilere kulak vermememiz konusunda sıklıkla hizaya geçirilip, hazır ol/öl’de sabitliğimizi korumaya çalışanların alışkın olmadıkları bir sahneleme cereyan etmekte. Kıvılcım saçmakta. Kaynağın orta yerinde durmamıza karşın nasıl bilinmezliklere kendimizi kaptırıverdiğimizi tıpkı o kuralcılığı korkulara denk düşürenlerin istedikleri haleti ruhiyeleri sırtımızda taşımaktan hala yorulmadığımızı okuyabilmemizi de bütünleştirmekte. Öyle ya da böyle eğreltiliğin, eğri bıraktırılmış olan doğruların, her seferinde bu defası son bir daha asla denilse de nasıl olsa pundu bulundu mu, belleksizliği yaşama biçimi haline dönüştürenlerin, koz sayanların ellerinin altında tuttukları bir ayrıştırmalar yığını olduğunun da altını çizmeliyiz. Düşünce sabitliğe teslim edildikçe, değiştirilmez olarak adledildikçe yarışın bir parkurunu kazanmak değil sonuca gidebilecek miyiz sorusunu zihinden ötelemedikçe ne duyulursa, ne duyurulursa, ne bilinirse o kadar çok, o kadar hüzünbaz bir biçimde yerimizde saymaya devam edeceğiz. Kendimize ucunun dokunmasını bekleyedurarak, kaçırmakta olduğumuz nice fırsatları göz önüne getirdiğimizde demokrasinin geliştirilebilirliği, dünya jandarması halini istikrarla sürdürmek isteyen ülkenin nasıl da bu uğurda her yerde, her an yeni bir oyunu sahnelemeye hazır ve nazır olduğu, bilinmesi gerekenlerin değil kitlesel afyonlamanın bir parçacığı olarak inkişaf ettirilen, nakil ettirilip, gözümüze sokulan tüketim hızlılığı dışında başkaca bir şeye kafa yormayınız, ne yapacaksınız bürokratlarımızın siz sade vatandaşların bilmemesi gerekli şeyleri bize ulaştırdığı not parçacıklarını öğreniyor olmanız gibi güzide çıkarsamalar bu kaotik griliği daha rahat çözümlemeyi beraberinde getiriyor. Tiksinti verici bir biçimde pandora’nın kutusundan lağım kokuları yayılıyor. Her daim yok sayılması, gözden ırakta tutulması gerekli görülenlerin okunmasına zemin sağlıyor. Hiddeti arttırılan hâd bildirmelerin, ucu açık bırakılmış tehditlerin, tuzaklarla ağzına kadar dolu beyin yıkamaların, ucu ucuna denkleştirilmiş irin yüklü propagandaların sonunda mıyız? Sonucunda bellekte derdestliğe terfii ettirilmiş olan her ne varsa yerli yerline oturtulacağı bir sahnelemenin başlangıcında mıyız? sualleri bu girizgah içinde canlanıyor. Canlandırılıyor. Canlılığı kanıtlanmış zincirleme hatalar segmentinde yeni fenomenler ortaya çıkartılıyor. En hafif tabiriyle kolaycıllığa teslimiyetlerini and içerek vermişlerin yalan!, engellerle donatılarak şifrelenmiş parametrelerin altında saklı tutulanların bütünü diyere saçmaladıkları söz öbekleri iş bu rahlede gerçekliklerini bir kere kanıtlıyor. Görmek için ki illa bir kesime ait olmadan, belirli bir ‘etiket’ takıntısına sımsıkı, despotlukla bağımlı kalmayan tüm ötekiler için irdelenesi bir cevheri sunuyor. Bir cevher ki Pax Americana’nın nasıl bu kadar girift bir biçimde kimselere hak tanımadan kendi doğruları uğruna yaşayışlar arasına nifak tohumları ektiğini, gerektiğinde herkesi birbirine düşürmekten geri kalmadığını anlamlandırabilmemizi mümkün kılıyor. Sızıntı elbette devam edecek, o dört duvarların arasında, 3 milyon kadar seçili insanın! girebildiği kısıtlandırılmış ağın derinlerinde hepimizi ilgilendiren nice şeyler dökülecektir. Dökülmelidir aralıksız bir biçimde konuşmaktan çok korkulara teslim edilmiş, aman sus konuşma yerin iki kulağı var ondan da birisine yakalanırız tedirginliğini aşabilmek için. Hakkını muhafaza edebilmek için canlarını dişlerine takanların nasıl dımdızlak ortalık yerde marjinalize edildiği yanılsamasının önünü alabilmek dahası yaşatılabilir demokrasi dediğimiz şeyin belirli zümrelere ait bir kazanım değil, dileyen herkesin hakkı olduğunu idrak ettirebilmek için bu köhneleşmiş, kokuşmuş sistemsizliğin, fişlemelerin ifşaatlarına, derin kulak, derin yazışmalara ihtiyacımız var. Üstelik oralarda cümlelere dökülenlerden daha fecîlerini yıllardır yaşayarak öğrenmemize karşın suskunluğumuzu yırtamayışımıza karşı okkalı bir şamarı oluşturabilmesi, bir kalk borusu oluşturabilmesi için gereksinim duyduğumuzdur. ‘Devlet ciddiyetine sahip hiç kimse bu iddialara sahip çıkmaz’ diyerek kendini konu dışı konumlandıranların izin verdikleri! demokratik iklimde, bir tarafta açılım anlatılırken öte tarafta haksızlığa karşı seslerini duyurabilmek için en tabii insanlık hakkı olan protesto eylemine girişen öğrencilere biber gazıyla müdahalenin kifayetsizliğini anlamlandırabilmek de mümkün olacaktır. 30 yılın üzerine bırakınız çözülmeyi, neticelendirmeyi bir arpa boyu yol bile alınmadan resmen göstere göstere katili zaman aşımından beraat ettiren, cinayet dosyasını unut gitsinlere teslim eden acizyeti fark edebilmek sözkonusu olacaktır. Şark kurnazlığının yılmaz bekçilerinden, köşesini bildiklerini paylaşmak dışında hedef göstermek, tükürdüğünü yalamamak için cümlelerinin ardına sığınan ve hala ne menem bir şeydir ki bir hakkı teslim edebilmeyi kendine zul görmekteyken, halkın değerlerine son derece saygılı, halkla kaynaşmış bir elit olarak sırasını savabilenlerin gerçek yüzlerini fark edebilelim. Manşetlere taşıma konusunda ikircikli davranılan e(k)mek hakkının mücadelesinde yalnızlaştırılanların gerçek dertlerine bir zahmet canı gönülden kulak verebilelim, sendikanın hakkını korumam gerekiyor diyerek ayar vermekten de başkasını bilmeyen işi kitabına uydurup, saman altından su yürütenlerin tenkitlerinin bir yerde iflas ettiğini idrak edebilelim. Bir sızıntı, yaşadığımız yerkürenin tüm adil olmayan koşullarını paldır küldür düzeltip, herşeyi yerli yerine sihirli bir şekilde oturtmayacak. Ama o öyle olmayacak böyle olmayacak diyerek daha baştan koyvererek, kaybedecek vaktimiz hâla kaldı mı diyerek kendiliğimizden bu griliği sorgulamaya başlayabiliriz. Hiç değilse daha adilane, şifreli kriptolarla şunlarla bunlarla şaşkın şaşkın bakılmayacak, oralara saklı bıraktırılmayacak kadar derin vicdan yaralarımız belirginleşmeye devam ederken….

>>>>>Bildirgeç
Diplomaside Yaşanan 11 Eylül: Kelepçelenmiş Bir Sanal Dünya! – İsmail Ekin ÇAM*

WikiLeaks’in açıkladığı belgelerin ardından, ortalığın karışması ve yaşanan kaos, diplomaside 11 Eylül olarak yorumlandı. Peki, neden 11 Eylül? İkiz kulelere yapılan saldırıların ardından dünyanın ciddi bir değişim geçirdiği ortada. Başını El Kaide’nin çektiği uluslararası terör örgütlerine karşı başlatılan mücadele ile Afganistan ve ardından Irak savaşının çıkması yanında; çoğunluğu batı devletleri olmak üzere birçok ülke, 11 Eylül ardından politik yapılarını 3 kelime etrafında şekillendirdi.

Terör, demokrasi ve güvenlik. Özellikle, terör ve demokrasi devlet liderlerinin ağzından düşmeyen iki kelime haline geldi. Bunun yanında güvenlik ise yeni yaratılan dünyanın yardımcı oyuncusu konumuna getirildi. Ortaya çıkan korku dünyasında ihtiyaç güvenlik oldu. Devletler güvenlik harcamalarını fazlasıyla arttırdılar. Bilim ve teknolojiden faydalanılarak yeni güvenlik önlemleri alınmaya başlandı. İnsanlar da yeni dünyanın yarattığı korku üzerine bu önlemlere destek verdiler. Kameralar, dinlemeler, aramalar, polis – asker ve gizli servis gibi güçlere verilen sınırsız yetkiler… Devletler, artık “vatandaşların güvenliği” adı altında neredeyse bütün bireyleri, kurumları ve sokakları kontrol altına almaya başladı. İnsanlar da devletlerinin sağladığı güvenli ve huzurlu dünyada(!) yaşamlarına devam ediyorlar.

Huzur ve güven
Bu huzurlu ve güvenli dünyanın yanında, uzun bir süredir başka bir dünyanın içinde daha yaşamaktayız: Sanal dünya. İnternet, sunduğu özgürlüklerle artık birçok insan için yaşamın vazgeçilmez bir parçası oldu. Kimi ülkeler interneti, elektrik – su gibi vatandaşlık hakkı olarak tanımaya bile başladı. Başta medya olmak üzere birçok kurum ve şirket artık internet üzerinden yollarına devam etmekte. Bankalar, para dünyası internet üzerinden yönlendiriliyor. Aynı zamanda internet, insanlar arasındaki en önemli iletişim aracı haline de gelmiş durumda.

Dünyanın neresinden olursa olsun birçok kişi birbirleriyle olan bağlarını ve sosyo-kültürel paylaşımlarını sanal dünya üzerinden gerçekleştirmekte. Tabii bu iletişim ve paylaşım kimileri tarafından tehlike olarak da görülüyor. Özellikle gençlerin oluşturduğu kitleler bir araya gelmek, örgütlenmek için interneti bir araç olarak kullanmakta. Eylemler, tartışmalar, seçimler artık sanal dünya içerisinde toplanarak gerçekleştiriliyor. İnsanlar internet sayesinde daha rahat ve hızlı bir biçimde haberleşip, kararlar verebiliyorlar. Bu da gençlik ve isyan hareketlerinin yeni dağları, sokakları haline getiriyor interneti. Devletler de, bugün sanal savaş kavramını konuşmakta ve bunu tehdit listelerine yerleştirmiş durumdalar. Kelepçelenmiş dünyamızın içinde sınırsız bir özgürlük sunuyor bize internet.

Peki, dünyamız huzurlu ve güvenli(!) bir yaşama doğru yol almaktayken, sanal dünyanın başıboş bırakılması beklenebilir mi?
Wikileaks belgelerinin ardından ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton yaptığı basın toplantısında ilk olarak güvenlikten bahsetti. İnsanların hayatlarının ve güveliklerinin tehdit altında olduğunu belirtti. Kimi Amerikalı devlet yetkilileri Wikileaks’in terör örgütü ilan edilmesi gerektiğini söylediler. Bu açıklamaların ardından, geriye ne kalıyor? Sanal dünyayı terörden temizlemek ve oraya demokrasi götürmek… Bir şeyleri hatırlatıyor gibi. “Diplomaside 11 Eylül” benzetmesinin tam bu noktada pek de yanlış olmadığı düşünülebilir sanırım.

Kaçınılmaz gelecek
Önümüzdeki yıllarda, 11 Eylül sonrası ortaya çıkan politikaların, dünyada arttırılan ve yeniden oluşturulan güvenlik önlemleri gibi benzeri uygulamaların, sanal dünyada da gerçekleştirilmesi kaçınılmaz gözüküyor. Takipler, dinlemeler, aramalar ve sanal polislere verilen sınırsız yetkiler… Dünyamız gibi internet alemini de yeni bir dönem bekliyor gibi. Kelepçelenmiş bir sanal dünya. Bir gün bilgisayarın başındayken, web kameramız aniden açılıp kimlik kontrolü yapılırsa şaşırmamak gerek. Sonlandırmadan önce klişe bir gönderme ile Orwell’ı analım mı? Neyse, yapmayalım.

* Bir paragraflık meram kısmızın tamamlayıcısı olarak yer vermediğimiz detaylara dair cümleleriyle, İsmail Ekin ÇAM’ın Radikal Gazetesi’nde 01 Aralık 2010 tarihinde yayınlanmış makalesini yazarın ve Radikal gazetenin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Diplomaside Yaşanan 11 Eylül: Kelepçelenmiş Bir Sanal Dünya! – İsmail Ekin ÇAM – Radikal
Altan TANRIVERDİ: “WikiLeaks’in Galibiyeti Domino Etkisi Yaratabilir” – Birgün
Anlatılan, Gizli Öznelerin Hikayesidir… – Koray LÖKER – Express
Wikileaks’in Aynasında Türkiye’nin Düzeni – Ertuğrul KÜRKÇÜ – Bianet
Mümkünlü, WikiLeaks’e Karşı – Ümit ALAN – Birgün
Allah’ın Belası Geçmiş Ya Da Wikileaks! – Hasan CEMAL – Milliyet
WikiLeaks’in Hakikati – Nilgün TUTAL – Bianet
Noam CHOMSKY: Belgeler Filtreden Geçiyor – ANF
Noam CHOMSKY: Siyasi Liderler Demokrasiye Öfkeli – Red Haber / Kronik Muhalif
John Pilger Utanç İçinde – Etkin Haber Ajansı
Hiçbir Şey Eskisi Gibi… – Umur TALU – Habertürk
Sızdırın, Kızdırın! – L.Doğan TILIÇ – Birgün
Komünistler Moskova’ya – Sırrı Süreyya ÖNDER – Radikal
Rüya Ve Riya Ülkesi – Halil BERKTAY – Taraf
30 Soruda WikiLeaks? – Erdal GÜVEN – Radikal
ABD Gözünden Türkiye’de AKP İktidarının 6 Yılı – BBC Türkçe
Foruma Gelen Öğrencilere Polis Saldırısı – Sendika.org
Erdoğan’ın Polislerinden, ‘Çapsız Siyaset’ Saldırısı – Kronik Muhalif
Devletin Kapının Önüne Koyduğu Öğretmen Öldü – Serkan OCAK – Radikal
Değişen Bir Şey Yok – Erdal YILDIRIM – Jiyan
Ziya HALİS: “Alevilere En Büyük İyilik Onları Özgür Bırakmak” – Berivan TAPAN – Bianet
Bitmeyen Çifte Standartlar – Ragıp ZARAKOLU – Köxüz
Korkun, İran Olmayız, Türkiye Oluruz! – Tufan SERTLEK – Sendika.org
Türkiye: Duygusuz Olarak – Ece TEMELKURAN – Habertürk
Çoğunluk Olarak Az – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
Economist: Süryanilerin Durumu AKP’nin Çabalarını Hiçe Sayıyor – BBC Türkçe
Bir Göz De Sen Ol! – Evrensel
Dil’e Söz Kesmek – Şeyhmus DİKEN – BiaMag
Özgürlük Duvarına İşemeyen Bir Sosyalist Demokrasi Mümkün Mü? – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Yeni Dönem ve Tekel – Alınteri.net
İşçileri Haklı Çıktı! Pazar Günü 8. Meşaleli Yürüyüşe Çağırıyor – Sol Defteri
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Sermaye İşsizliği Silah Olarak Kullanıyor – Murat IŞIK – Günlük / Sendika.org
Mızrak Çuvala Sığmıyor – Alınteri.net
Nilgün TÜRKLER: “Ülkemi Değil Yönetenleri Lanetliyorum…” – Sol.org.tr
Türkler Davası Düştü Mü Düşürüldü Mü? – İhsan ÇARALAN – Evrensel
Kürt ve Türk Aydınları Miroğlu’nun Tehdit Edilmesini Kınadı – T24.com
Medya Neden Ve Nasıl Ele Geçirildi? – Merdan YANARDAĞ – Sol.org.tr
Beynimi Tıklıyorum, Bilincim Kapalı – Ümit KIVANÇ – Taraf
Kutsal Aile’den Wikileaks’e – Oya BAYDAR – T24.com
Tüketicilik, Mücadelecilik Ya Da Her İkisi – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu

Ólöf Arnalds Official
Ólöf Arnalds At Myspace
Ólöf Arnalds – Surrender Official Video via One Little Indian
Ô Paon Official
Ô Paon – Le Dernier Mot – Brandon – Stereogum
Ô Paon At Last.FM
Islaja Official
Islaja At Myspace
Islaja – Keraaminen Pää Album Critic – Aaron LEITKO – Pitchfork
Head Of Wantastiquet At Myspace
Head Of Wantastiquet At Conspiracy Records
Head Of Wantastiquet – Dead Seas Album Critic – Richard FONTENOY – Freqzine
Hayvanlar Alemi At Myspace
Hayvanlar Alemi – Guarana Superpower Official Informative via Sublime Frequencies
Hayvanlar Alemi Official Downloads via Free Music Archive
Hallogallo 2010 / Neu! 2010 Official
Hallogallo 2010 Informative – Mersenne – Undomondo
Hallogallo 2010 / Konser Duyurusu 08.12.2010 Bronx Pi
Nine Inch Nails Official
Nine Inch Nails – Pretty Hate Machine RM Album Critic – David BUCHANAN – Consequence Of Sound
Nine Inch Nails – Top:10 – Cem Berk AYDIN – Avaz Avaz

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Ego Trip – By Sick Sad M!ke
Sick Sad M!ke’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Ölü Sirenler – Edip CANSEVER

Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.

Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.

Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.

Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.

İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.

Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.

Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.

Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.

Kaynakça: Şairbul.com

Older Entries