Deuss Ex Machina # 419 – okulo aŭskultado

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_419_–_okulo aŭskultado

01 Ekim 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Sesli Meram Muhteviyatı.
a1-Neşet Ertaş – Ne Söyleyim Şu Dünyanın Halına (Kalan Müzik)
a2-Neşet Ertaş – Gelin Dostlar (Kalan Müzik)
b1-Erkin Koray – Goca Dünya (İstanbul Plak)
b2-Erkin Koray – Cemalım (Doğan)
a3-Replikas – Ölüm Allahın Emri (Ada)
a4-Replikas – Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm (Ada)
b3-Acaipademler – Sarı Çiğdem (Kompile Karga # 3)
b4-Hayvanlar Alemi – Kaptan Hayvanlar Alemi (Kompile Karga #3)
c1-The Best Pessimist – We Made Our History (Self Released)
c2-The Best Pessimist – December 2, 1000 (Self Released)

okulo aŭskultado
(419)

çarpık dil, çarpıtılmış söylenceler, çetrefilleştirildikçe meramı oluşturan anlam v bağlam odağından ayrışmaların topyekün gösteriminde bu cinnet ül arz ahvalin didik didik edilmiş, pejmürdeliği kamufle edilmesine çalışılan bir simya bütünlüğü, okunmadığı için anlamlandırılmayan gerçekliğin tasviri. koskocaman bir taş neresinden tutarsan. neresini kendine yakın bulursan. kiminin bağrını delip geçer, kiminin yüreğinin ta orta yerine çöreklenir. kiminin feyiz almak için didinedurduğu, kiminin koşar adım kaçar olduğu. kiminin sathı mahalde olanı anlaması için bi’yönlendirici. kiminin sathı mahalde cereyan edenleri enikonu anlamazlıktan gelmeye devam edebilmesi için bir mihenk taşı, dönüştürücü. kimi için öğütücü tüm zamanlarda olduğu gibi vakit öldürücü. kimi için dur ya hu neler oluyor bakışına varabilmek için aydınlatıcı. dönüyor, dolanıyor bir yerden başlayıp başka bir noktaya intikal ediyoruz, sürekli devinim hali içerisinde kah oradayız, kah buradayız. varıp ulaştığımız nokta hep kör kuyular olsa da, her dem anlamazlıktan gelinmeye gayretli olup tastamam noksansız bir yalan dünya seremonisinde, sergüzeşt makamından seslendirmelere nail de olsak artık bilmenin sorumluluğu hepimizin sırtına yeni yükler bina ediyor.

yüklenişimiz, kalakaldığımız, iki lafın, iki çift sözün etrafında belini kırmaya çalıştığımız şeylerin kekremsi düz atonal bir yapının değil basbayağı korkunçluğu tescilli evlerden uzak tüh tüh tüh mizansenine yakın durulan hasbıhaller dizgesinden kotarılıp yola konulduğu bir zaman mevhumundan seçkilerden mürekkep. simya değişikliği değil, salt düz mantık ucu bana dokunmasın sonra çok acıtıyor canımlı cicimli ağdalı bir hassasiyet nüvesi üzerinden kotarılırken durmadan yineletilirken sürüden ayrılmayın uyarıları karşısında hala insancıl olanın her ne olduğu konusunda kafa yormaktır denkleştirmek istediğimiz. sözün özü, lafın kısası. beşi bir yerde durmadan carlamaya, ateşin altını harlamaya hazır v nazır olan muktedir v payandalarının yineletmeleri boyunlarının borcu olarak gördükleri ötekisine laf yetiştirme telaşesinde kayıp giden, kaybedilen zümrelerin hepimizin hayatlarında açtığı yaralaradır ucundan kıyısından değinmeye çabaladığımız. ortalık süt liman kesilmişçesine denk getirilmeye çalışılan portrenin yamacında olmadık tahayyüllerin, birbirine sımsıkı lehimlenmiş ağız dolusu lafın, nazarı dikkatten kaçmayasıca hakaretin v daha fazlasının sunduğu portrede yarıda bırakılmış olan sorularımıza ahlanıyoruz.

soru v sorunlarımızda bizi bir başımıza koyanların dünyasında kendi yolumuzu, sözlerin dirayetine sığınarak arşınlamaya, anlatabilmeye gayret ediyoruz. bu öylesine ağır bir sinizm sınayışı, adamına göre muamele düzeneği ki içimizden herhangi birisi için bir lakırdının tersinden okutulması, manşetlere çekilmesi bütün bu bezirganlık oyununu yeniden tanımlandırmaya muhtaç kılmaktadır. öylesine garip guraba bir yorum sahanlığıdır ki muktedirliğin yagane getirisi olan şarlamaların, ateşinin hiç eksik olmadığının, yineletmelerin hep o aba altından sallanan sopaların artık alenileştiği bir güncellikle yüz göz olmaktayız. bir günlük bir mesai sonrasında suriye’de bizimdir inşaallah. ne vardır ki öldürmeyeceksin kuralının hemen hiç kaale alınmadığı bir yerde sulhun adını unutmaktan geçtiği hatırlatıldığında hemen aynı hezeyan devreye girecektir, vatan haini. noktalı virgüllü. belirli başlı bir koruma düzeneğinin yanında, bir laf dokundurma çabası kabilinden milyonların inancının koruduğuna sabık bir biçimde rerereörü demeden anlamamız beklentilenen twitlerin atıldığı başvezir korunması mevzusu gibi örnekler. kutsal koruma.

secerenin dökümün, yazılacak olanın değil de bilinmesi arzu edilenlerin sıklıkla yineletildiği bir kumpaslar seremonisi. allah hepimizi kumpaslardan korusun cumhuriyeti. neye atfedildiği pek de belirgin olmayan ama vakit ilerlediğinde zurnanın zırt dediği yeri anlayabilmemize vesile teşkil eden mani”fos”toların dillendirildiği bir cenah burası. açılımların hemen arkasına katara eklentilenmiş olanın nasıl daha fazla köşeye kıstırma olduğunu yok biz hiç çıkmadık ki zaten doksanlı yıllardan diskurunun ekstra bir söze gerek duyulmadan ortaya sunulduğu bir yer, yurt burası. olağanüstü hallerin ilan edilip, yaşanılan toprağa ayak basmanın bile zor kılndığı atılan adım sayısının bile neredeyse ölçümlenmesi gerekli, şart olarak sunulan bir yer haline dönüşüyor olmamız korkulardan korku beğenin şıkkını bir kere daha sunumlandırmaktadır. janjanlı ambalajın altı eskisinden aşina olduğumuz karanlıktır. mutlak kararlı karanlık. durmak yol sinmeye devam. devlet geçmişini sorgulayıp, yüzleşip vatandaşıyla helalleşme derdindedir diye büyük sözcüklerden nutuklar döşeyenlerimizin de varlığı bir kere daha yinelenmektedir. geçmişin kör yüzüyle buluşmak elbette gereklidir. tüm hataların peyderpey aşılması söz konusu değildir ona da eyvallah.

gelgelelim otuz iki yıllık, boynumuzdaki ilmiğin has müsebbibi olanların mahkemeye sanık olarak katılmaları mümkün kılınmamışken, binlerce rica minnetle yine korunaklı korunaklı makamlarından “ret ediyoruz” yanıtı duyurulmuşken iç kıyıcı değil midir halimiz pür mealimiz. bol kepçe lokantasında damıtılmış üstünkörü demokrasi fasaryalarıyla dolduruşa gelinip bir adım atılıp hemen sonra sineye geri dönüş, yaptık oldu-olmadı demek için midir? hadi o kısmın hasbıhali çok uzundur, çok teferruatlıdır. yüzleşme helalleşme konusuna bu kadar kafayı yoran takan, bir nesne haline dönüştüren, edimi handiyse her durumda devreye sokmaya gayretkeş olanların pozantı cezaevinden, roboski köyü  sınırlarında oldurulanlar karşısında söyleyecek sözleri mi bitmiştir. hesap verilmezlik ilkesi yoksa bu sefer de bu kısımlara mı tekabül etmektedir. bir elli yıl sonra bir x partinin başvezirinin sakızı olarak bellenerek sündürülecek bir merhalesi mi olacaktır. gizli dosyalar nam eli bin dereden su getirilip bir saniye hakikatten bahsedilmeyen o yaşatılanlar bütünü. o bapta. duraksamaksızın endekslenip, biçimlendirilen gel gelelim lafın kıssası durmadan yinetelip bir sınırın menzilin ortasına sıkıştırılıp duran barış söylemine sıra ne ara gelecektir? yoksa onun için de mi bunca söylencelik boşa teferruattır. önemsenmeyecek bir akittir hayatlar karşısında.

vesayetin düzü tersi, astarlısı, vatkalısı bir yana bu mahalin yenisi olarak görünürlüğü kazanmış, kendini neredeyse her an ispata hazır v nazır hisseden erkin laci vesayetinin münferit olarak sınıflandırıp biteviye tekrar ettiği terör örgütü maşaları olarak zikrettiği barış ve demokrasi partisi zemininden tüm aidiyetleriyle bu topraklarda başka yerlerde akıtılmaya heveskar olunan kana karşı canı savunmayı tercihleri arasında sıklıkla yineleyen, adını da koyalım kürt hareketine, sosyalist cepheye, sol düşünceye, düşünen insanlara karşı uygulanan teferruatlarından arındıralım linç hareketlerinin birlikteliğinde mi yüzleşilecektir?. bu ne perhiz nasıl lahana turşusu. öte yandan top düşer bir yöremize taksim meydanı, sıhhiye meydanı gaz altında kalır. bir yanımızda bir faaliyetler~icrai aşina olunanlar sergilenir, savaş ikliminin getirileri bunlar, şunlardır diye buyurulur. şemzinan’da yaşayanlar evlerinden yurtlarından edilir, derdest edilmeyenler için de kck çatısı altında göz altına alınabilecek bir faaliyet süreci ivedilikle devreye sokulur. o bu şu yoktur a zaten hiç birlikteliğimiz olmamıştır gibi yinetelip durulur, herkesi kucaklayan anayasa yapacağız. üçyüzbir kere hayır denilmiş olan tck maddesi ortalıkta dururken, yaşamaya devam ederken, bir hakaret bir tavır olarak modern hayatta her şeye laf söyleyebilirsin ama kırmızı çizgilerimize dokunamazsın turnusol kağıdı haline dönüşen yazdığın, çizdiğin mevzulara dikkat et uyarılarına eşlik ederken kucaklayan, kapsayanın her ne olduğu muallakta kalmaya devam edecektir.

anasından, babasından öğrendiği kendi dili ile eğitim seçeneğini, sadece seçmeli dil olarak yararlanabilir ilkesi üzerinden devam ettirme çabasıyla mı bunların ardı anaysaya yapamama süreci nihayetinde ferahfeza eşitliğin olduğu bir yer mi olacaktır, takdirlerinize bırakalım. sözün eğrisiyle bunca vakit kaybettirilmişken nifak tohumları üçer beşer serpiştirilmeye devam edilirken insana varmaya kaç adımımız, kaç yolumuz kalmıştır. düşündükçe derinlemesine bir denklem ekleme, çıkarmaya gerek olmadan bilinmesi gereken yegane şey şudur. oyundan hakkaniyete sıra gelecek midir? yalan dolandan, korku ikliminden başka bir şeylere sıra imkan, olasılık dahiline alınacak mıdır, nicedir? menzili arşı alayın ötesine nedendir bilinmez ikibin yetmiş birlere kadar uzatılmış burada ‘gerçek’ ne ara güne kavuşacaktır? hazin bir duruşun, edilgen bir toplamın, köşeye kıstırılmış pek de vaka-ı hayriyeden atfedilmeyecek şeylerin olay akışına dahil edilmesinin, bunca yüklenişin birbiri ardına pay edişin, dilleri iğdiş, aklı lal, sözü kof bir sonuca çıkartma beklentisinin hezeyan dağarcığına birebir montelendiği, leğimlendiği her yeni güne yeni bir sayfa açmakla başlanıp, basmakalıp her ne varsa zikredilip durulduğu, özün, anlamlandırmaların çoktandır kenara ayrıldığı bir süreklilik karaltısının üzerimize çökertildiği bir daimilik hasıl olmaktadır. hasılı kelam yaşama salınmaktadır.

düşünselliği asgarinin de altında tutup, plastikleştikçe enikonu tektipleşen bir vehamet tasvirciliğinin klişelerle yeniden damıtıldığı, türetildiği boylu boyunca endamının sergilendiğini kanıtlayan anlık görünümler, gösterimler peydah olunur. masmavi plastiğin üzerinden avaz avaz tekrar edilip durulur, biteviye yinelenir, yineletilir. büyük birader sen bizim herşeyimizsin!. anlamın, bütün bunlara ilintili çözümleme v daha fazlasının o saikte pek de önemi yoktur. sebatkar olundukça, karakter çıkara tahvil edildikçe, bir beklentiden başkasına ikiletmeden yelken açıldıkça gündüz de olsa gece de yitmeyecek, sonu gelmeyecek bir portre sunumlandırılır. bahis açılanların bilindik, aşina şeylerden ibaret olması bir yana pek yeni bir söz barındırmasa da bugünü de yarasız, kazasız, belasız atlattık, tamamlayabildik gerisi mühim değil seslenişinin, bu anlağın özetinin ikrar olunduğu bir vesikadır karşılaştığımız. dağ gibi sorun metaforunun üzerinin nasıl güzelce ambalaj tazelemesine maruz bırakıldığı, vitrin değiştirilirken öğenin sahip çıkılan emir erliğinin nasıl daimi kılındığını çok parçacıklı değil yekten açık eden bir sunu seremoni nakş olunur.

zihne dikte ettirildikçe, söz ağızdan bilip bilmeden çıkarken hedefleyişin modern personanın yazınsaldaki benzeşi gibi verilen kısıtlılıkla yetinen, çok da ses etmeyecek günün anlamını sorgu sual etmeden eyvallah çekilmesi saiği üzerinden hareket edilen bir sunum peydah olunur. yinelemeler, didaktik tümceler hiddeti doz doz artan emir kipleriyle donatılır. vurulan her yumruk sessizliğin içinde çığlığın kıstırılması, izolasyonu için araçtır. gel gelelim feyiz alınası yegane şey ustaların ustasından kafalarımıza düşecek elmalarda saklıdır. evreka! durmak yok yola devam. tâ ikibin yetmişbir yılına kadar sürümcemesiz tekmili birden devamlıklı vavelya. kakofoninin, kitleden geldiği varsayılır o mekanda, oysa dikkatle kulak verildiğinde mazluma göndermelerin seslendirilmesi sırasında özellikle kendilerini oldu bitti böyle bilenler atfedenlerin yürek çırpıntılarıdır duyumsanan. bütün engellemelere rağmen o barikatları, korunaklılığı aşan. görülmeyip tanımlandırılmayanın hey ben buradayım imidir tüm koruma kalkanının zamane engellemeler v fazlasını ekarte eden, edebilen. neresindeyiz bu hayat mevhumunun hangi sınavlarında me yapabilmişiz bunca büyük oyun, hilenin alavere dalaverenin görüngüye dahil edildiği bir aralıkta, sahanlıkta.

geçtiğimiz hafta değindiğimiz kardeşliğin yirmi dört saat tükenmeden kalleşliğe entegre edilip, ad verilip, maruzatınızı bize onu da bu tahakkümün direnç odağı, aracısı olan dille sergileyebilirsiniz, hak mı zaten alayınız adına atfettiğimiz bebek katillerisiniz (bu tanımın önüne çıkan herkese kullanılması ayrı bir şiddet pornografisi) sizi gidi terörist yardakçıları diye abuklukların, yargısı kararı önceden verilip kalemlerin kırıldığına şimdiler söz konusuysa eğer inanabileceğimiz duruşlar, müsamerede hallice duruşmalar ile pekiştirildiği bir günde vicdanın hangi evresindeyiz? ipi çekilecekler onlar bunlar değil, bayrak benzeşi dile dolandırılarak ‘nefret edimi bunca kolaylıkla sürdürülebilir, sindirilebilir bir şeymişçesine sunulabiliyorsa dank etmek ne ara? hangi vakittedir? sarkaç ilerlemeye devam ettirilirken hem bulunan imkan v olanak dahilinde size yeni bir hikaye uyduracağım diyenlerin reva gördüklerini teraneler, tersini düzünü anlamlandırma çabasına gerek yok basabayağı ayrıştırmadır. muktediri böyleyken onun takipçisi olanın da hemen hiç farkının olmaması, bulunmaması düşündürücüdür.

fikri kanaat isterse can yakıcı, isterse can sıkıcı olsun bir şekilde yazınsal bir metne dönüşmesi, bir çerçeveye oturtulması onun üzerinden biçim tartışmalarını mümkün kılacak olan bir deneyimin kendisidir. fikrini, zikrini tamah edilenlerin dışına taşıyan, hele bir de ermeni olup üstüne üstlük taraf gibi bir mecrada yazmış olmak, hala oradaymış bellenmek, yahutta oradan bir okumaya, bel altı vuruşa girmek en son nişanyan makalelerindeki gibi cereyan eden ayarsız şiddetin, tazelenmiş nefretin bir kere daha sergilenmesi için fırsat olarak değerinin vakit kaybetmeden takdisi edilmesi trajiktir. gülüp de geçmek bir yana beyaz bereli tosuncuğa övgülerden, hedef olan onu -ermeniyi- öldürmeye v hiç olmadı sürgüne, büyük acı yaşanmamış gibi keşke sonunu getirseydik atfedişine, vah vahlanışına… o dini, yolunu hemen herkese açmış, gönlünü kalbini tasasız hesapsız açanlara bir tercih olmuş olanı alıntılar ile hiddetin merkezine taşımaya mahkemede kalem kıran zevat neyse sanal gerçek alemde de had bildirmeye hazır v nazır kıtaların varlığı son kertede nefret unsurunun bütünlüklü bir biçimde, tartışma olanağı olmadan linç aşamasına geçildiğini yineletmektedir.

ayar ayar üstüne, kaş yapayım derken nice gözün çıkartılması bütün bu sahanlığın halini özetlemektedir. cismanileştirilen bu resim duyumsatılan bunca hezeyanın pek kaale alınmadan münferittir münferit vızıkdamasının sürekliliğinin sağlanması algıyı köreltip biat etmeyeni her neyin beklediğini savlarken, bir yandan da gün dediğimizin içine sığan onca şeyi yekpareleştiren, önemsiz bir ayrıntıymışcasına öteleyen bi’tahakkümü de ortaya çıkartmaktadır. tek bir güne onlarca operasyon, baskın  ile çocukların bile gözaltına alınmasından, akredite olmadan kendi başına ses çıkartmaya çalışan, bunu düşünen öğrencilere daha ilk hamlelerinde, zamanında bizahati kendisinin de bu tepkimeleri verdiğini öne sürüp duran başvezirin makam koruyucuları, inş mangaları tarafından derdest edilmesine, yıllardır süren bir savaş ikliminin neredeyse körlemesine derinleştirilmesi çabasına, üç asker, beş gerilla yetmez ama belli belirsiz bir tepeleme hamle yığıntısı, tahakkümün yanında başka etmenlerle devlet dediğimiz yapının, tıpkı basım vesayetçiliğin izlerini takip eden, birer korku tacirliğinden mürekkep olduğunu yineletir.

bu sadece birkaç satır ile ifade edilebilecek kadar sığlaştırılıp, özetlenemeyecek kadar derin bir tasavvur olsa da durmadan yineletilmeye çalışılan alt mesaj budur: korkun!. bilince işletilen demokrasi bekçiliğinin bir öteki yaratıp ona çullanmak, zor kullanıp zapturapt altına alarak, ses edenleri ne savaşı cık cık düşük yoğunluklu kan dökmeler için yetki sağlanması falan filan diye geçiştirmek, salt doğrunun değil hemen tüm konum v konularda eğrinin bayraktarlığını yükseltebilmek için kullanılan bir edimdir korku. yeni beyaz sayfalar açılırken ümitvar olmanın, kalmanın değil elde avuçtakinden de olmanın düzeyi önceden belirlenmiş belirli bir kirlenmişliğin sahnelenmesinin öteki adı olandır korku. korkutabildikçe muktedirlik korkutabildikçe ben yaparım olur, ben söylerim budur yollu çıkarsamalar, dizboyu vehamet vesikaları naçar bir atfedişten çok daha hakiki olur. korku tüneli 2023…beklentileri sıfırlayan, savaşı satın alan piyasaların piyonluğuna bunca heveskar olunan bir zamanda, korku bahsi açılıp bir an evvel unutturulmaya çabalanılanların yekün dağarcığı uygulanan diretme potansiyeli yüksek örtüleme perdelemesidir.

ahali başka bir şeyle meşgulken tecit altındaki direnen mahpusları da, kck dava çatısının altında derdest edilip ansiklopedi boyutlu iddianamelerle demokrasi  pratiklerinin hemen tümünden suç mesnedi aranıp, yaratılmaya çalışılan istanbul v amed davalarından da kesk’li kadınların müsamere kısmında benzeş suçlamalarla yüzleşmek zorunda bıraktırılmasında da biz çoktandır unuttuk siz hala roboski’desiniz kadar türlü kederin, boyunduruk altına almaların can yakmaların her durumda perdelenmesidir korku. perdelenebilmesine aracılık eyleyendir korku. çağrılar büyütülür, ses çoğaltılırken atfedilenlerin ne kadar vicdana seslendiği önemlidir. bizim yerimiz yurdumuz gibi deli dumrulluk ile tepeden indirgemeciliğin cazibesine koştur koştur elinde tuzlukla bulaşanların, sahneyi kaparak kapsayanların, didaktik vurgulamaları toleransa sıfır, hiddete sonsuz açıklık, açık kredi bu meseli daha net ortaya koyacaktır. herkesi aynı kefeye sığıştırarak, buna didinip durarak ötekisine karşı öc almaların, ayar tebliğ etmelerin yaverleri susunca başvezir kükremesinin okuması budur. tarih önünde hesap verecekler şarlaması dünün mazlumlarının bugünün muktediri olarak sergilediği baskıcılık, bir alışkanlıktan daha fazlası olan doksanlar gerçeği bitmeyen şarkı metaforu gibi sıklıkla kullandıkları bağlaçların karşılığı olarak istikrarlı vesayet takipçiliği tüm yapının artık alenen harap olduğu, eylendiği bir demokrasi mevhumunun özgürlük ediminin, nasıl hunharca linç edilip, tanımsızlaştırıldığını meydana çıkartmaktadır. böyleyken böyle. gün devinimini, zaman akışını sürdürürken enikonu bileylenmiş her şeye bir lafazanlığı hep bulunabilen, bu düzen bekçiliğinin yılmaz neferliğine karşı insani olanı dillendirmek bütün bu süreç ardından yaşayacağımız günlerde hepimizin önüne çıkacak bir tasavvurdur. öldürmeyeceksin buyruğu, çiğneneli uzun zaman oluyor. bunca hiddetin arasında onu yeniden işlevsel bir tanım haline dönüştürmek, her yere melek, demokrasi havarisi kesilinirken başta kendi içine azrail olunmasına dur diyebilmek, ortak çabalanımla mümkün olacaktır. var mısınız yok musunuz? 

>>>>>Bildirgeç

1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları – Yetvart DANZİKYAN – Agos*

Biliyorum, bıktınız usandınız bu analizlerden ama Erdoğan’ın meşhur kongre konuşmasından bir bölümle başlayacağım, izninizle:

“26 Ağustos 1071’de Sultan Alparslan, Malazgirt Ovası’nda ordusuna ‘Ey kumandanlarım, ey askerlerim, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete giderim (…) Bir nefer gibi savaşa gireceğim. (…) Benimle birlikte savaşmakta ya da benden ayrılmakta serbestsiniz. Ya Rabbim, sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin için harbe gidiyorum. Allah’tan başka sultan yoktur. Emir ve kader onun elindedir’ diye seslenmişti. İşte bu inanmışlıkla, bu adanmışlıkla, bu azamet ve bu tevazuyla savaşa giren Sultan Alparslan, yüzlerce yıl sürecek bir (…) sevgi medeniyetinin de kapılarını araladı. O sevgi medeniyeti Osman Gazi’nin ellerinde bir filize, o filiz bir fidana, o fidan göklere dal budak salan toprağın, denizlerin, yüzünü kaplayan Kafkas Dağları’ndan Alpleri, Fırat, Dicle’den coşkun Tuna’yı kavrayan büyük bir çınara dönüştü. (…) İşte biz AK Parti olarak bu büyük çınarın kollarından biriyiz. Bizim yolumuz Sultan Alparslan’ın, Melik Şah’ın, Kılıçarslan’ın yoludur. Bizim yolumuz Osmangazi’nin, Fatih Sultan Mehmet’in, Sultan Süleyman’ın, Yavuz Sultan Selim’in yoludur.”

Erdoğan bu sözleri söyledikten sonra, gençlere yeni hedef olarak da Malazgirt Savaşı’nın 1000. yılı olan 2071’i hedef gösterdi: “2023 hedefinden sonra inşallah, cumhuriyetimizin 100. yılının dışında bir hedefimiz daha var. O da bu kuruluşun 1000. yılı olacak, hedef 2071 gençler. Rabbim lütfederse bizler 2023’ü, inşallah sizler de 2071’i inşa edeceksiniz.”

Ben Erdoğan’ın didik didik edilen konuşmasından pek üzerinde durulmayan bu bölümü ele almayı uygun gördüm. Neden diyecek olursanız, şöyle: 1071-2071 vurgusu herhalde rastgele seçilmiş bir vurgu değil. Nedir 1071? Anadolu’nun Türk ve İslam hâkimiyetine girmesinin, Rum ve Ermeni toplulukların hâkimiyet altına alınmasının kilometre taşı. Anadolu topraklarına Türk akınları 1071’den çok önce başlamıştı ve kimi tarihçiler Malazgirt Savaşı’nın sanıldığı kadar önemli bir durak olmadığını söyler, ancak sonrasında Türk ve İslam milliyetçileri bu savaşa çok önem vermişlerdir.

Verilecek o kadar mesaj varken Erdoğan’ın 1071’de ısrarlı olması tesadüf olmasa gerek. Pazar günü bu bölümü ve Erdoğan’ın Mehmet Akif’ten, Arif Nihat Asya’dan bahsettiği bölümü dinlerken bir an kendimi yoklamak zorunda hissettim. İşgal altında mıydık? Hıristiyan ülkeler Türkiye’yi işgal etmişlerdi de haberimiz mi yoktu acaba? Öyle değilse, bu ağır milliyetçi ve İslamcı tonun ne manası vardı? Ne oluyorduk?

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça milliyetçi bir argüman ve politika benimsediğini biliyoruz. Fakat bir yandan da çözülmesi gereken bir Kürt Sorunu var. Çözülmedikçe Erdoğan’ı sıkıştırıyor, TSK’yı güç durumda bırakıyor. Erdoğan’ın bu sorunu siyasal Kürt hareketinin taleplerini dikkate alarak değil, kendi kafasındaki modelle çözmek istediğini de biliyoruz. O model için ilk adım, siyasal temsilcileri yani BDP’yi olabildiğince siyasal alanın dışına iterek, tecritte olan, dolayısıyla pazarlık açısından daha iyi bir partner olacağını düşündüğü Öcalan’la masaya oturmaktır. Bu, Öcalan’la görüşüp BDP’yi günah keçisi haline getirme taktiği daha önce denenmişti. O atmosfer içinde KCK operasyonları hızlanmış, AKP’ye ve Cemaat’e yakın gazetelerde “Öcalan pek bir öngörülü, PKK/BDP ise burnunun ucunu göremiyor” temalı haberler/yorumlar yaygınlaşmıştı. Dolayısıyla, taktikte bir yenilik yok. Ama stratejisinde var.

Kanımca o yenilik de şu: Bu taktiğin bir şekilde Türklere ve Kürtlere pazarlanması gerekiyor. Bunun için Erdoğan’ın bulduğu yöntem, perde önünde çok dillendirmeden Kürtlere mahkemede anadilinde savunma, anadilinde kamu hizmetlerine erişim gibi vaatlerde bulunup, kürsülerde –Türk İslamcılığını ve milliyetçiliğini okşayacak, üstelik dindar Kürtleri de bu kampanyaya ucundan katacak– 1071 vizyonuna, yani Anadolu’nun İslamlaşmasına, iki büyük etnik grup arasında dini hegemonya temelli ve araya başkasını sokmayan bir ortaklık vizyonuna atıfta bulunmak. (AKP’nin yan-ideologlarından Mümtaz’er Türköne’nin 2 Ekim’de Zaman’da yayımlanan yazısında Alparslan’ın Malazgirt öncesinde Kürt beylerin desteğini aldığına vurgu yapmasını da bu çerçevede görebiliriz. Tabii, Türköne bu kadarla durmuyor, Yavuz Selim’in de Şah İsmail’i Kürt beylerin desteğiyle yendiğine dikkat çekiyor. Buradaki gizli adresin kim olduğu da gayet açık herhalde.)

Bu stratejide Anadolu’nun diğer kadim halklarına ve onların kültürlerine, dinlerine yer yoktur. Açık konuşalım, Ermenilere yer yoktur. Bu halk, Malazgirt’in cereyan ettiği toprakların yerleşik halkıydı. Ve son olarak 97 yıl önce bu topraklardan kazınmıştı. Önümüzde 2015 gibi bir eşik varken Erdoğan’ın gençlere 2071’i hedef göstermesi, kanımca ayrıca bunlarla da alakalı. Sadece Kürt Sorunu bahsinde değil, 2015’e doğru da AKP’nin vizyonu, fetih/işgal atmosferini canlı tutmak, kadim halkların haklarına, mirasına, kültürüne yer vermemek, onları bu toprakların eşit birer vatandaşı değil, bir sığıntı saymaktır.

Özetle, Ermeniler 1071’in, özellikle de öncesindeki 10-20 yılın ne manaya geldiğini iyi bilir. Yani iyi bir referans olmadı. Bu toprakların yeni ortaklığı, yeni iklimi Selahaddin Eyyubi ile Alparslan’ın mirası arasında olacaksa, bu vizyonda kime yer olmadığı açıktır. Fakat iyi biliyoruz ki, ‘Türkler’ diye tek bir blok, bir cephe yoktur. Aynı, ‘Kürtler’ diye bir blok/cephe olmadığı gibi. Bu buram buram hamaset, milliyetçilik, İslamcılık, Hıristiyan horgörüsü ve siyasi hesap kokan 2014 stratejisine, yine bu topraklardan itiraz geleceğini umuyoruz.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Yetvart DANZİKYAN, çok katmanlı, pek çok değişken yapılar v gözlemleriyle bir bütün oluşturarak gündelikliğin, gündemin getirdiklerine dair alternatif okumaları yazılarında paylaşmakta. Derinleştirdiği merkezine aldığı yapılandırmalar, tümceler ile beraber giderek sığlaşarak, argümanlardan uzakta kalan yeknesak makamın bozuk plağını altüst edebilmek için takip edilesi bir dili kotarmakta. Agos Gazetesi’nde yayınlanmış olan 1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları başlıklı makalesi bunun bir yapısı olarak değerlendirilebilecek önemli bir hasbıhaldir. DANZİKYAN ve Agos Gazetesi’nin anlayışlarına binaen bu metni sayfalarımıza alıntılıyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
1071 Vizyonu ve Anadolu’nun Kadim Halkları – Yetvart DANZİKYAN – Agos
“AKP Ülkeyi Savaş Politikalarıyla Yönetecek” – Yüce YÖNEY – Bianet
Barış mı? Hayır Barış… – Doğan Barış ABBASOĞLU – Yeni Özgür Politika
Hükümetin Savaş Politikalarına İlaveten Medyanın Tehlikeli Kışkırtıcılığı – Cengiz AKTAR – Açık Radyo
Medyanın Savaş Gazı: Şam Fatihi I. Erdoğan – Demiray ORAL – DYH
Havada Savaş Sesi Var – İrfan SARI – Yüksekova Haber
Savaş Fevkalade Bir Şeydir, Barış Savaşın Yanında Ne Ki! – Pelin SARIIŞIK – Gyank!
Akçakale Komplosu – Murat ÇAKIR – Emek Dünyası
Türkiye’den Tek Ses, “Savaşa Hayır” – Yeşil Gazete
Her Türlü Tezkereye Misliyle Cevap – Pınar Bihter ÖĞÜNÇ – Radikal
Laflar ve Gerçek Fotoğraflar… – Reyhan YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
İki Kırılma Noktası: İki Yalan, İki İtiraf – Filiz KOÇALİ – Özgür Gündem
Müge Tuzcuoğlu: Hopa’daki Komşularım, ‘Kürtler Ne İstiyor’ Diye Sormaya Başladı – Aram Ekin DURAN – T24
Müzakereden Kim Kaçıyor? – Dr. Mustafa PEKÖZ – Sendika
Karayılan: Artık İmralı’da Görüşme Olmaz – Baki GÜL – ANF
Hafıza ve Unutma(ma) Kültürü – Şeyhmus DİKEN – Yüksekova Haber
ataerkil, bilgisiz ve boş vermişçi toplum – kofiakofo – geç doğup, erkenden ölüyoruz
Analar Kokularından Bulur Kuzularını – Ercan KESAL – Radikal
Ne Memleket Be – Ferhat KENTEL – DYH
Bir Kongrenin Anatomisi!… – Veli BAYRAK – Gyank!
AKP: Çözümün Değil, Krizin İktidarı – Ferda KOÇ – Sendika
Bütün Sağ Bir Nutka Sığdı: Erdoğan’ın Kongre Konuşması ve Hiper Sağcılık – Ali Duran TOPUZ – Utay
Kof Hamasete Teslim Olmamak İçin – Oya BAYDAR – T24
Redhack İçişleri Bakanlığı Sitesini Ziyarete Açtı! – soL
Kürtçe Savunmaya 1 Yıl Hapis Cezası! – ANF
Açlık Grevleri ve Yankıları – Özgür EYLEMCİ – Gyank!
Galip Ensarioğlu: Öcalan Bir Aydır Güçlendi – Neşe DÜZEL – DYH
Şerzan Kurt’a Adalet Kurşunu – Fikri AKTAŞ – Muş E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Torbadaki İnsanlık – Amed DİCLE – ANF
Hakkari’de Daha Önce Merkez Jandarma Komutanlığı Olarak Kullanılan Alanda Kemikler Bulundu – Başka Haber
Avcılar’da Travestilere Nefret Söylemi: Ne Erkek Ne Dişi, Kim Bu Üçüncü Kişi – T24
Hükümet Değilse De Sosyal Medya İş Başında, “#translarirahatbirakin” – Yeşil Gazete
Turkey Launches Strikes In Syria After Deadly Bombing via Democracy Now!
Obama Misses Mideast Opportunities – Jeffrey GOLDBERG – Bloomberg
Suriye’deki Savaş, Kimin ve Neyin Savaşı? – Reşid ALİ – Arab Times – Sendika
Suriye Sınırı Değil, Siyasetin Sınırları Sorunlu – Ayhan BİLGEN – Emek Dünyası
Örnek Ülke – Metin YEĞİN – Yeni Özgür Politika
Huysuz Ama Sevimsiz – Arif ALTAN – Özgür Gündem
Kaza Değil Cinayet, İstenen Adalet – Kumru ÇILGIN – Radikal
Bir Kentsel Afetin Hikâyesi: Tarlabaşı – Gözde KAZAZ – Açık Radyo
Okmeydanı Barınma Hakkına Sahip Çıkıyor – Sendika
Tarihi TRT İstanbul Radyosu Binasının Birleşmiş Milletler’e Verilmesi Planına Çalışanlar Tepkili – Başka Haber
Aşırılıklar Çağı’nda ‘Aşırı’ Bir Entelektüel – Koray YAŞAR – Agos – Şapgir
Hobsbawm – Ferdan ERGUT – Yeşil Gazete
Obituary: Eric Hobsbawn – Morning Star
Geleneğin Son Temsilcisi Olarak Hobsbawn – M. Şükrü HANİOĞLU – Sabah
Peder Fırında Makarna, “Arap Lider” ve Nefret Suçu – Foti BENLİSOY – FB’ Tumblr
İslamifobi Tartışması ya da Sevan Nişanyan ile Orhan Pamuk Arasındaki Fark – Gökhan KAYA – Turnusol
Noam Chomsky On Occupy Wall Street’s Anniversary And The Upcoming Election – Matthew FILIPOWICZ – TruthOut
“Latin Amerika’da Barış Zor, Sorun Koka Değil Petrol” – Ali TOPUZ ile Dünyanın Hali – Rusya’nın Sesi
ruhumuzu kurtaran adam ölmüş diyorlar şimdi – Mahir Ünsal ERİŞ – Agos – Şapgir
Harçsız Eğitim Parasız Eğitim Değildir, Kamusal Eğitim İse Parasız Eğitime İndirgenemez! – Samet BAYKAL – Muhalefet
İsterdim Ki – Savasava
f91w – tumblr
Türkiye’de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din – FeminKurd
Tencere ve Kapağı – Alev ŞAHİN – Habervesaire
Gazete Yönetimlerine Açık Mektup – İsmail Hakkı POLAT – İHP Ağ Sitesi
‘Korsan Gazeteciliğe Hayır’ Bildirisi Bir Panik Halinin İlanıdır – Erkan SAKA – T24

Neşet Ertaş Resmi Sitesi
Neşet Ertaş “Bize Garipler Derler…” – Kıvanç KOÇAK – Birikim
Neşet Ertaş Özel Yayını – Ulaş ÖZDEMİR – Cem SORGUÇ – Ahtapotun Bahçesi
Erkin Koray Vikipedi Sayfası
Erkin Koray – Meçhul (Singles And Rarities) via Sublime Frequencies
Erkin Koray – Meçhul Albüm İncelemesi – Hakan CEZAYİRLİ – Hakancezhifi
M4NM – A Tribute To Erkin Koray – M4NM Blog
Replikas Resmi Sitesi
Replikas – Dadaruhi Tribute – Türkiye’den Alternatif Sesler
Replikas – Biz Burada Yok İken Albüm İncelemesi – M.Baki – Pagan Çeşmesi
Acaipademler Resmi Sitesi
Acaipademler – Facebook Sayfası
Hayvanlar Alemi Resmi Sitesi
Hayvanlar Alemi – Guarana Superpower Album Informative via Sublime Frequencies
Kompile Karga # 3 Derlemesi – Karga
The Best Pessimist Official via Facebook 
The Best Pessimist Bandcamp Page
The Best Pessimist – Love Is… Review via PostRockstar

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel bu ülkede barış dili hakimdir – iç mihrak

>>>>>Poemé
Bitiş ve Başlangıç – Wislawa SZYMBORSKA

Her savaşın ardından
birileri ortalığı temizlemeli.
Az buçuk bir düzen
kendiliğinden kurulmaz

Birileri temizlemeli kürekle
yollardaki döküntüleri
ki ceset dolu arabalar
devam edebilsin yollarına

Birileri tıkanıp kalacak elbet
çamurlarda ve küllerde
parçalanmış koltuklarda, cam
parçalarında
ve kanlı bezlerin arasında

Birileri kütükleri bulup
dayamalı duvarlara
pencerelere cam takmalı
kapıları geçirmeli menteşelere

Kendiliğinden olmaz bunlar,
fotoğraflarda
yıllar, yıllar alır.
Tüm kameralar şimdiden
başka bir savaşa gitti.

Köprüler yeniden kurulmalı
ve istasyonlar yenilenmeli.
Kolları sıvamaktan
gömleğin kolları parçalanmalı

Birisi elinde süpürge
anlatıyor savaşın nasıl olduğunu.
Öbürü dinliyor
ve parçalanmamış başını sallıyor.
Fakat hemen çok yakında
bulunmalı böyleleri
tüm bunlardan yorgun.

Birileri bazen
kazıp çıkarmalı çalıların altından
o boktan gerekçeleri
fırlatıp atmak için çöplüğe

Onlar ne yaptıklarını bilenler
yer açmalı
kendilerinden az bilenlere
azdan daha az bilenlere.
Hiç bilmeyenlere.

Çimenler örtüyor şimdi
nedenleri ve yaşananları.
Birileri yattığı yerden
ağzı açık
bakıyor bulutlara.

Çeviri: Özkan MERT
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 407 – the sun is bleeding…

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_407_–_the sun is bleeding…

02 Temmuz 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Fennesz-AUN40 (Ash International)
>2<-Fennesz-AUN80 (Ash International)
>3<-Piano Magic-Sing Something (Second Language)
>4<-Piano Magic-A Secret Never Told (Second Language)
>5<-The Invisible-The Wall (Ninja Tune)
>6<-The Invisible-Protection (Ninja Tune)
>7<-Rosa Parks-Stay Punk! Stay Prog! (Self Released)
>8<-Rosa Parks-0110 (Self Released)
>9<-Kafabindünya-Moongazing (Peyote Müzik)
>10<-Kafabindünya-Binlerce Özur (Peyote Müzik)
>11<-Korhan Futacı ve Kara Orkestra-Duvar (Dokuz Sekiz Müzik)
>12<-Korhan Futacı ve Kara Orkestra-Sen Mi Duyacaksın  (Dokuz Sekiz Müzik)

the sun is bleeding
(407)

hissiyat hisli olmak ucundan kıyısından değil bu yapış yapış sinizmin iliklerimize işletildiği, ne gelirse ona eyvallah çekilmesinden ötesinde de pek de akılda kalmayan önermelerinin çoğunlukla kulak arkası edildiği duyumsanmadığı bir zaman diliminde geçerliliğini korumakta olan üzerine düşünülmesi zaruri bir edimi oluşturmaktadır. bir resmi tahayyülün çok daha ötesinde, kitabına göre şekillendirilmiş kıvamı tutturulmuşlar dizisi olarak akla gelebilecek şeylerin tümünde, tüm yaşadıklarımızda, yaşatıldıklarımızda seçtiğimiz olarak tanımlandırılan, seçkimiz olarak tasnif edilen yazgımız olarak kestirilip attırılan üzerinin bir an evvelinden kapatılmaya çalışıldığı sorun yumağının merkezinde düşünülesi bir duraktır. yalan yanlış binlerce yönlendirmeden, bir tane doğrum var o da sizlere pek uymaz zaten kısasıyla beraber ileri sürülen, her daim pundu hah! şimdi bulundu diye rotasyona dahil edildiği, rutine eklemlendiği bir zaman diliminde hisli olmak bir reklam tabelası değildir. seçkin bir yüz kırk karakter veçhe, söz kırıntısı değildir.

bir yerlerden bol keseden “like” alacak bir arkadaşım, arkadaşlarım, yurttaşlarım sizlere sesleniyorum bakın taşın altına elimi sizler kadar koyuyorum (bir yandan ismi lazım olmayan o pembe şarabımdan yudumluyorum en kadirşinas, enn vicdan paratoneri, her şeyi bilen görmüş geçirmiş, ununu elemiş eleğini asmış sıradan bir orta vatandaş ama duyarlılık sahibi biri olarak meh) vesair benzetmelerle şekillendirilip, tanımlandırılabilecek bir vurgunun kendisi değildir. hisli olmak başkasının başına getirilmiş olan şeylerin, bunca bedbinliğin, iki arada bir derede fenalıkların ne kadar insanlık dediğimizi, ulaştığımız seviye diye böbürlendiğimiz medeniyetimizin esas olarak ne kadar zamanın gerisinde v halen ilkel konulduğunu meydana çıkartacaktır. bunu deneyimlemek için ne alim olmak, ne okumuş olmak, ne de duyargalarını sonuna kadar açmış, bir önce ki tümcenin has karakterleri gibi bir gözüm işte, öbür gözüm oynaşta hislendim çok duygusala bağladım, empati de yaptım sizlerle! kandırmacasına tutunmak lazımdır. lazımgelendir.

gördüğüne, bildiğine v ulaştığına gözünün tam da önünde cereyan edene ama, fakat, bi’tabii ki bir şekilde hinlik aramaksızın odaklanıldığında, ah bir o aralık yakalanabildiğinde bir kere tercih edildiğinde bu hissiyat ediminin lime lime edilmesinin de, içeriğinin boşaltılmasının da önünün alınmasının bir hal yolu bulunabilecektir. bulunacaktır. bunca varlığı korunan, her durumda hazır kullanıma amade bir seçeğin devreye sokulduğu, hemen her şeyin “on beş” dakikalığına bahsinin açılıp, tartışılıp sonra nadasa, kendi havasına terk edildiği bir gündem çöplüğünde hepimize lazım olanların, bahsi asla kapatılmaması gerekli olanların pek çoğunu irdeleyebilmek olasılıklar dahilinde ilave bir tasvire gereksinim olmaksızın yer edinecektir. böyledir. yorumlamaların, atfedişlerin, bilindik seslendirmelerin, aynı tornadan kestirilip biçimlendirilen cümlelerin kıyısında, tam da yanında yeniden bitiveren her doğruyu biz izahat edebiliriz, her sonucu en matahını biz biliriz bakışımın ulaştırmış olduğu nokta kanıksatılanların ne kadar ağır olduğunu anlaşılır kılacaktır.

kanıksatıldıkça ne kendimizi, ne bu yurt dediğimiz sath içerisinde olan biten bunca pespayeliğin önüne bir seti çekebilmemiz söz konusu olmayacaktır. bu yerde başımıza getirilenlerin bir sonu olacaktır. bir gün orada, bir gün burada, bir gün yerde, bir gün havada bir gün şurada öbür gün diğer yanda birbirinden alakasız görünenlerin nasıl da birbirlerini takip eden, zincirleme bir tepkime halinde güncenin içerisinde varlığının tesis edildiğini ilave etmeliyiz. etmeliyiz ki hissiyatları bir şekilde kolayca ağza alınıp, sakız bellenecek, en sığ insanı bile neden sorgusuna yönlendiren bunca sorumsuzluk karşısında ‘illallah’ dedirtecek bir yemiyoruz, yemeyeceğiz cephesini oluşturabilelim. kandırıp, kanıksatıp, kendi kendine gelin güvey olunup bu modernleşme sürecinde hep bir ket vuracak birileri olacaktır, onlar ister orak çekiç taşısın, ister kimlikleri olmaksızın daima sanal agoradan ses etsin, bilahare bir şekilde sokakta akademide yazdıkları mecralarda vs. kendi alanlarında ses eden, ses çıkartan olmaya devam etsinler onların hepi topuna karşı bir mücade planımız, içimizdeki hainlerden, beslediğimiz nankörleri içimizden ayıklama, ayrıştırma çabalarımız mütemadiyen devam edecektir sorunsalının, bakışının önü alınabilsin artık dur denilebilsin.

bir saniyelik değil bir ömürlük tezahürlerin, yaşatılanların hemen tümünde her durumda aynı kekremsi, aynı iğrençliği tescilli bakışımın, nefreti körükleyelim, neylerse güzel eyleyen devletlunun hepimizin çanına ot tıkamaktan gayrısına çabalanmadığını yineleyebilelim! kalakaldığımız yerlerin, korunaklı zannettiğimiz dört duvarlarımızın nasıl da birdenbire birer ikişer, kah tan vakti, kah gecenin köründe bir hedef haline dönüştürülüp en korunaksız mevkii haline indirgenilebildiğini, ‘hissiyat’ mı o nasıl bir tanımlandırmadır, varsa yoksa ayrıştırma, varsa yoksa hır gürün içerisinde yok sayılacak, ‘izleri silinecekler’ olarak tanımlandırıldığımızı ötesinin olmadığının, ötesinden bahis açmak istediğimizde aynı vurgulu her dem tazelenen sıfatlarla, yaftalamalara girişildiğini artık anlaşılır kılabilelim. unutturulmaya namzet olunanların haklarını talep eden, dile getirme konusunda hissiyat jargonundan isterik çıkarsamalardan bağımsızlık ile ayrıştırılmış söylemlere sahip çıkmaya çabalayan v doğrunun sadece sarf ettiklerinden ibaret olmadığını, yaşayarak belleyenlerin dünyalarından yansıyanların ne kadar önemli olduklarını bir kere daha anlamlı kılabilelim. anlamını derinleştirebilelim. hücrelere tıkıla tıkıla dışarıda düşünmekten alıkonulan, her anına korku gelecek seni ham yapacak vurgusunun dibinde bitiriliveren söylemlerin, eylemlerin, darpların olağan olmayan tüm edimlerin, hareketlerin tümünü gözünüzün önünde canlandırdığınızda esas resmin nasıl da paramparça olduğunu, eksik konulduğunu anlamamak içten değildir. ötesi yoktur.

bu kadar kısadır v nettir günün getirdiklerinde halen durmaksızın aynı söz yitimleriyle, aynı kör odaklara bağlı v bağımlı kalarak, çıkarım neyi gerektiriyorsa ona ses ederim gerisi yalan dünya’nın payıma düşürdükleri, kader, talih vesaire bir anlamlandırma gayretinin başımıza neler ettikleri az çok meydandır. profesör doktor ünvanı taşıyanından, baş gazetenin baş makalecisine, bürokrat oldum da adam sandım kendimi diyeninden elimde hak var hem vurduğum yerlerin çokluğundan, hıncımdan dolayı elim ağrıyor diye buyuran kolluk kuvvetlerine, o da yetmez üzüm üzüme baka baka karararan, iç karartan sivil zabıtaların değme meydan savaşlarında bir türlü bitmeyen öfke patlamalarına, bakanından başvezirine uzanan yürüdükçe, yükseldikçe daha da hiddetlenen bir söylem bütününün her yere akıl fikir dağıtırken buraları nasıl cehenneme çevirdiğini anlatmak v hala anlaşılır kılmaktansa takdirleri sizlerin uslarına bırakmak elimizden gelendir. elimizin yetebildiğidir.

düzayak, paldır küldür bir biçimde şekillendirilmeye devam edilen bu darlatım sahasında ‘nefes almanın bile izne tabi olacağı günler, yakınlarımıza konumlandırılmışken, unutursak kalbimiz kurusun dediklerimiz, gördüklerimize yüzümüzü eğersek vicdanımız ortadan ikiye ayrılsın diye atfettiklerimiz, dün gibi aklımızda yer edinen fenalıklar yerlerini korumaktayken hala günde şapkalarımız önümüzde yarınımızı düşünmeliyiz. bu gidişatın sonu ciddi ciddi nereye diyerekten. bu mabatta kotarılmış olan cehenneminin bir sınırı var mıdır? bir sözcüğe tutunmanın, bir imgeye bağlanmanın, bir türkü tutturmanın nice aşılmaz vecheleri, engellemeleri yok sayarak, kiminde iki katı daha fazla çabalayarak, kısıtlandırılmış v derdest bırakıldığımız çoğunda, çoğunluğunda bir başına bırakıldığımız bu dar alanın ötesini arşınlayabilmek söz konusu edildiğinde, heybemizde varlığını koruyan, görünürlüğünü hatırlatandır cam kırıkları.

bir çabanın içerisine giriştiğimizde bir derde yandığımızda, bir kere daha yinelemekte fayda var ne oluyor sorgusuna düştüğümüzde yanıbaşımızda görüp geçirdiklerimizi simgeleştiren, anlamlandırandır cam kırıkları. kolay yoldan hemen hiç bir şeyin yoluna v rotasına hemen hiç konulmadığı bu limanda, hangi şartların zorunluluk v zorlukların bizleri yeniden başlangıç noktasına taşıdığını açık seçik ifşaa eden cam kırıkları. yol kat ettiğimizi, ileriye doğru hamle ettiğimizi, bir şeylerden çoktan geçtiğimizi varsayarken, konunun hiç kapanmadığını, açılan yaraların tedavisinin bile isteye gerçekleştirilmediğini, sorunların bugün git yarın gel düzelecek ya da düzeltildiğinde biz sizi ararız düzeyinde ironiyi çoktan yitirmiş bir rutin fasit döngü sınırlamasına dahil edildiğini muştulayan cam kırıkları. heder edilmiş, ütopya bellenmiş, bir aradalığı, bir umudu, bütünlüklü sevinçleri nasıl ulaşılmaz bir seviyeye taşındığını yineleyen cam kırıkları.

korku simyasını, nefret doğasını, utanç vesikaları vahimliklerini korumaya devam ederken kafasını kıma gömmekten alıkoyanlar, kuma gömmeyi zul adledenler için her şeyin yeniden başladığını (başlayacağını) yineler cam kırıkları. bölük pörçük paramparça benim doğrum ötekilerinin yalanları söyleminden başkasını bilmeyen, başkasını bellemeyen ‘muktedirlik’ algısının dün ne idiyse bugünlerde de aynısı olduğunu, korunduğunu bir biçimde hatırlatan cam kırıkları. doğrunun göreceliliği bir yana her durum v şart altında yanlış olana sahip çıkılmasının ne kadar acıyı beraberinde hayata dahil edip, merkezine konumlandırıldığını, hayatlarımızın ayrıştırılmaz bir parçası haline dönüştürüldüğünü göz önüne getirdiğimizde cam kırıkları tecrübelerimizdir. tecrübe ettirilenler sınavlarımız, sınanışlarımızdır. muhalif olmanın, muhalefet edip sözüne sesine düşüne ve düşüncene sahip çıkmanın nasıl bir mücadele sürekliliği olduğunu akıllara dank ettirendir.

jetonlar düştükçe, yalnızlaştırılmalarımız, izole edilişlerimiz her durum v şartta ayrıştırılmamız bir süreklilik haline dönüştürüldükçe her gün aynı pilav kaşıklatılmaya hiçbir değişim tahayyülü akla getirilmeksizin öne sürülebildikçe, dayatıldıkça hayat dediğimiz bu uzun sürecin meramı daha bir net ortaya çıkmaktadır. daha bir gerçek. ilaveye gerek duymayacak bir yalınlık ile beraber betimleyendir. üstünkörü bir hayat okuması veyahutta bir neler öğrenmişiz güzellemesi değildir meram çünkü cam kırıklarıyla tanımlandırılıp yükümüz eylenenler her durum v şart altında hiddetin, nefretin v tahakkümün eylediklerinin vehametini, gazabının ne kadar da üst noktadan bir tahakküm bileşkesi olduğunu anlamlandıracaktır. vara vara, bata çıka dönüp dolaşıp ulaştığımız noktanın insaniliğinden, insana yakıştırılabilirliğinden ne kadar uzağa konumlandırılabileceği sanırız daha anlaşılır olacaktır.

meram sadece hasbıhal etmek için değil, uzun uzadıya veryansın etmek için değildir. her güne düne bugüne v olası yarına sığdırılan, sığdırılacak olan toplumsal hassasiyetler, milli tepkimeler, barkod patentinin çoktandır alındığı münferittir o münferit yaklaşımı v daha fazla adlandırmalar v atfedişlerle faşizm retoriğinin olağanlaştırılıp sıradanlaştırılmasıdır. cam kırıkları meydana getirilirken, yeni faylar, kırılmalar; zulümler, tecritler, adaletsiz eşitlikten bir haber tüm davranış biçemleri, edimlerini bir araya getirilirken bir şekilde tanımlandırıldıkça sessizca kabulleniş değil daha fazla düşünceye sahip çıkmaya çalışmak, el aman feryadına, üç maymun oynanılana karşı kayıtsız kalmamanın yollarındandır meram. yargıların müdanasızca, handiyse mübalağaya bile artık yer bıraktırmayacak bibiçimde kararlarını çok uzun zaman öncesinden tertip ettiği trajik tiyatrolara illallah çekmektir meram. çekebilmenin bir izdüşümüdür meram.

hasbıhalin arasında ucu dokundurulup durulan, dış kapının mandalı, dış mihrakların maşası, kalıcı dönüşümün ket vurucusu diye söylenegelenlerin nasıl havanda su dövmenin tam karşılığını oluşturan terennüm v tespitlerden ibaret olduğunu yineletendir meram. yaşadığımı yer küreyi, kara parçasını bir hak iddiası, bir zapturapta koşturarak sizler, evet muhalifler, öğrenciler, gazeteciler, akademisyenler, emekçiler, memurlar, güvencesizler, geleceksizler, yabancılar, lgbttler kısacası düpedüz sınırlandırılmış tekçe bakışımın dışında ama hep dışında kalacak, bırakılacak olan  tespit eylenenler için yaşanılmaz kıldıran sisteme karşı bir tahayyüldür meram. bir göstergeç olan bitenlerin vehametinin, ayrıştırmasının v daha pek çok şeyin nasıl da tıkır tıkır işlediğini gösteregelendir meram. dertlenişler bir değildir ki, sadece tekil bir çıkarsamaya başvurarak sonuçlandırabilelim. vicdanı rahata erdirebilelim. dert azcana değildir ki sadece bir kere seslendiğimizde dur dediğimizde sonuna ulaşabilelim.

dertlenişlerimiz salt belirgin gün v gecelerde yaşatılanları yad etmemiz adına kullandığımız bir tanımlama değildir ki, her gününe her anına ayrı yandığımız, yaralandığımız bir daha bir daha anlatmak zorunluğunda bulunduğumuz ibret vesikalarıdır. mütemadiyen çarkları döndürülürken bu sistemsizlik ikliminde ensede pişirilen bozaların ne kadar yoğun bir tahakküm reçetesine, tarifine göre şekillendirildiği imgelemektedir. görebilene! azın ne kadar göreceli bir kavram olduğunun yansımasıdır o pencerede, o aralıkta yansıyanlar, yansıtılanlar. önemsenmeyip basitçe istatistik halime dönüştürülen bir formun kenarına kıyısına düşülen not, rakamdan çok daha ötesidir bazı gerçeklikler. v o bazı gerçekler kalk borusunun bizahati kendisidir. kafalarını kumdan kaldıranlar için görmeye yeltenenler için. mezar ev haline dönüştürülen toplu konutlar, mahpus damları bu boyutun, edimin, önermenin bir ayağıysa dışarılarda yaşatılanlar diğer ayağıdır.

hakkını arayabilmenin, ben de varım sesimi, sözümü işitin demenin bedelinin nece olduğunu me kadar bağnaz v fütürsuzca faturalandığını sembolleştiren, görünür kıldıran güne dahil edilen öneriler, çabalar karşımıza çıkartılır. her daim karşılığını bulduğumuz hınçtır. her daim karşılaştığımız nefretin farklı bir tasviri veyahutta uygulamasıdır. her daim diri tutulan silmek, yok etmek v daha fazlasının nasıl rahatça, kıl dahi kıpırdatmaksızın uygulanabildiğinin vesikalarıdır. yüz iki gazeteci, yedi yüz yetmiş öğrenci, elli akademisyen, yüzlerce siyasetçi, aktivist, görüşüm var diye seslenenler, onlarca asker, yüzlerce gerilla, sayısı onlu rakamlarla telaffuz edilebilen devletzedeler, devletinin kurbanı olanlar. kafalarına bomba, o olmaz tutturulmaz ise çamur yağdırılanlar, sokak ortasında dövülenler, yersiz yurtsuz konulanlar. bir umuttur diye yola çıkıp buraların ileri demokrasisinden paylarına düşeni sekmeksizin alan ötekiler, niceleri niceleri.

vesikanın küçüklüğüne kanmayın dünya’nın yükünün, cehennemim bu yeryüzünde şekillendirilebilirliğinin, canlı kurbanları v kurban seçilmişleri. bugün için aklınız, kalbiniz ferahsa da yarınlar adına hep bir acaba sorgusunu, korkusunu diri tutan yaklaşımlara maruz kalanlar. hepimiz!… kolay lokma değil cam kırıklarından, can kırıklarından bahsedebilmek, defaatle ikrar edebilmek, sözü döndürüp dolaştırmadan kestirmeden öze, neticeye, sona vardırabilmek. güzel ölümlerin, pek münferit cürümlerin, layığıyla handiyse alkışlanan linçlerin, her defasında kader, yazgı bu n’apalım cık cık yollu izahatların suç bizde değil halen akıllanmayıp da, ibret almayan sizlerde, sizlerin akıllarında şarlamalarının vurgusunda gram sekmeyen tahakküm bu, şartlar bu kadar yerseniz pusularının ortalık yerde varlığını koruyabilmesidir bu devinimin, yaralanmışlığı daimi kılan v kıldıran bir sonuçtan çok birden çok geçişin saiğini oluşturan.

sicimin simyası ağırlaştırılırken ağıtlaşırken durmaksızın aynı pejmürdeliklere sığınıp da aynı teraneleri yineleyip cürümlerin üstünün örtülebildiği bu ahvalde, insanlık ne yana düşer. kolaylıkla dillendirilemeyecek şeyler olarak resmedilenler hala mı bu ileri demokrasinin en gürbüz günlerinde bahislerinin açılmasının bile namümkün olduğunun, olacağının temsilciliğini üstlenmektedir. susmak nereye kadar fayda sağlayacak. ben kendimi güvende hissediyorum algısının nasıl da kof bir çıkarsayış sonuç olduğunu simgeleştirecektir ne zaman? suçlu toki değil doğa, suclu ucubelik tck değil öymler, suçlu 301 değil çok konuşmaktan kendini alıkoymayanlar, suçlu hedef haline dönüştüren erk-muktedir-iktidar v payandalarının değil bütün bu anlamlandırmak istediğimiz gidişata artık bir dur! demek isteyenlerin. suçlu bomba yağdıranlar değil kaçağa gitmeye eli mahkum olanlar. suçlu patronajın modern kölelik, boyunduruk v dayatımlarına karşı insani olanı hala tahayyül edenler, direnenler.

eee peki hiç mi kadı kızının günahı, hiç mi bunca suçlananın, suçun satılabildiği insanın yanında bir kere de hata bizim diyebilecek bir irade, temsil veya sorumlu yok mudur. tükenmiş midir? cam kırıkları canımızı deyr-el-zor’da, dersim’de, sivas’ta, madımak’ta, zeytinburnu’nda, riha’da, colemerg’de, roboski’de, istanbul’da, samsun’da fırsatını bulduğunuz her an v her yerde yakmaya, yıkmaya, yok etmeye, zapt etmeye v acıtmaya, bir kademe ileriye gidip öldürmeye devam ederken modern ülke, rol modelliği tescilli yıldız, demokrasinin sonuna kadar yaşandığı sath, medeniyetlerin beşiği vs. tanımlandırmaları hakkaniyetten uzak boşa lafazanlıklar, dolgu malzemeleri v çıkarsayışlar değil midir? daima suçlanan, suçlu bellenenler olarak sorgumuzu yineliyoruz bunlar, bütün bu ca(n)m kırıkları hep bizlere mi reva… hala… hala… hala… 

>>>>>Bildirgeç
Su, Toprak ve Ateş Ölümleri – Mustafa KARA*

Su, toprak, ateş, hava… Antik Yunan’da yaşasaydık, “hayatın kaynağı”nı konuşacaktık uzun uzun… Evrenin temel, ilk öğesini “arkhe”nin hangisi olduğu üzerine tartışacaktık. Ne zaman var olduklarını, nasıl bir araya geldiklerini ve hatta insanlığın bugüne nasıl geldiğini…
Kimimiz Thales’in sözüne inanıp “su”da arayacaktık “hayatın anlamı”nı… Kimimiz Anaksimenes gibi “hava”da… Belki de, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” sözüyle gönlümüzde taht kurmuş Herakleitos gibi “ateş”te görecektik “temel öge”yi…
Yazık bize ki; Türkiye’de ve 2012 yılında yaşıyoruz! Cern’de yapılan önemli deney ile aynı tarihlerde… Adamların “Allah’ın belası parçacık”ı bulduğu, evrenin oluşumu ile ilgili önemli bulgulara ulaştığı zaman diliminde; biz de yaşıyoruz. Ama, “Filmde gerçek cin kullandık” diyenlerin ülkesinde… Kim bilir kaçıncı kez çektikleri “aynı” filmi, pazarlamak için “gerçek cin” hikayesine başvuracak “sanatçı”lar ve bunu “yiyecek” insanlar var bu ülkede…
Sinemasını “cin”lerle pazarlayanların ülkesinde, selde ölenlerin ardından “Semavi felaket” açıklaması yapan Belediye Başkanı olması şaşırtıcı mı? Kaçıncı “güzel öldüler” açıklaması bu; kaçıncı “takdir-i ilahi” savunması…
“Hayatın kaynağı” sayılan maddeler, nicedir “ölümün kaynağı” bu ülkede… Su öldürüyor, toprak öldürüyor, ateş öldürüyor, hava öldürüyor…
Barajda çökme; madende, inşaatta göçük, cezaevinde, fabrikada yangın, evde, işyerinde, serviste ölüm, havadan bombalarla gelen ölüm… İnsan eliyle, iktidar eliyle felaketler silsilesi…
Ve nedense bu “semavi” felaketlerde, işçiler ölür, kapıcılar ölür, Kürtler ölür, çocuklar ölür, emekliler ölür; bir kez olsun bir patron, bir bürokrat ölmez! “Doğada bulunan dört element”ten yoksulun payına ölüm düşer; zenginin payına “daha iyi bir hayat”…
Bu da mı takdir-i ilahi! Bu da mı semavi! Gökten mi geliyor, içinde yaşadığımız lanet olası kapitalist sistemin adaletsizliği?
“Dere yatağına ev yapıyorlar, sellerde can kaybı oluyor, hepsini yıkacağız” diye bağır çağır parmak sallayanların yaptığı “çağdaş” konutlarda ölen bir buçuk yaşındaki bebeğin “yaşama hakkı”nın hiç mi kıymeti yok! İnsanlık tarihinin binlerce yıllık birikiminden bir nebze olsun, bizim payımıza bir şey düşmedi…
Mağaralarda yaşarken gök gürültüsünden korkan ilkel insan kadar mı ufkumuz, bilgimiz, aklımız… Açıklayamadığımız ne varsa, “Tanrısal”dır; diyen ilkel insandan bu yana bir arpa boyu yol alamadık mı, dünyayı, doğayı anlamaya dair…
En azından “biri”leri alamamış görünüyor. İnşaat temellerinde gömdükleri ayakta durabilme umutları, gözlerini bu kadar kör etmiş işte! Mert Irmağı gibi her yıl en az üç beş kez taşan derenin yatağına “Kuzey Yıldızı” konutlarını dikiveriyor TOKİ… Umurunda mı?
Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ne diyor; “TOKİ hem titiz çalışmasıyla hem işini bilimsel yapmasıyla elhamdülillah bugüne kadar mühendislik, denetim bakımından böyle bir afet yaşamadı. Bana göre TOKİ’nin bir milim suçu yok, mühendis olarak söylüyorum”…
Hamdolsun ki, mühendis bir bakanımız var! Neyi değiştiriyor peki? Soruşturma yok, inceleme yok… Yoksulların evi yıkılacağı zaman, “Dere yatağına ev yapılmaz”, TOKİ konut yaptığı zaman “1 milim hata yok”… Adalet bu mu? Bilim böyle mi söylüyor sahiden?
Geçin efendim bir kalemde…
Siz bu topraklarda, dere ağızlarına toplu konut dikmezden evvel, Anadolu ne uygarlıklar gördü… Ne mimari şaheserlere, ne kentlere tanıklık etti… Yaşama kültürünün en inceliklerine kadar düşünülmüş örneklerini yaşadı. Antik Yunan filozoflarının fırtınayı, depremi, sizin “semavi” dediğiniz felaketleri anlama çabalarına şahit oldu…
Ve şimdi binlerce yıl sonra biz; “gerçek cin”li filmler izleyip, sizin “semavi yağmur” senaryolarınıza kanacağız öyle mi? İnsanlığın tüm bilimsel birikimini elimizin tersiyle itip, “gök”te bir yerlerde arayacağız içinde yaşadığımız hayatın anlamını?
Sırf siz istiyorsunuz diye, sırf sizin “kâr”larınıza halel gelmesin diye, sırf sizin “adaletsiz düzen”iniz bozulmasın diye… Öyle mi?
Herakleitos’e bin kez inanırız, tüm eksiğine rağmen; ama sizin tek bir cümleniz ikna edici gelmez bize. Bu nehirlerde daha “kaç kez” yıkanacağız? Daha kaç kez öleceğiz, anlamak için; “Bir milim bile hatasız” felaketlerinizde?
On binlerce yıldır kendi yatağında akıp giden dereye yaptığınız müdahalenin sonucudur bugün yaşadıklarımız… Uludere farklı mı? “Sınırı kaçak geçtiler” diye gençlerin, çocukların üzerine bombalar yağdırmak bugünün derdi… Oralarda bir yerlerden “doğal sınır” geçmiyor işte; sizin çizgileriniz sadece “harita”larınızda… Anlamak istemeseniz de, hayatın içinde öyle bir çizgi yok! Ve tüm çizgileriniz silinecek bir gün…
Daha ne diyelim; sözün bittiği yerde, daha güzel söylesin diye ustaya bırakalım bir kez daha: “Topraktan, ateşten ve denizden / Doğanların / En mükemmeli doğacak bizden… / Ve insanlar ellerini / Korkmadan, / Düşünmeden / Birbirlerinin ellerine bırakarak, / Yıldızlara bakarak / Yaşamak ne güzel şey / Diyecekler…”
Evet, “Yaşamak ne güzel şey” diyecekler; çünkü yaşamak gerçekten güzel olacak. Çünkü, ne mutluluğu, ne acının sebebini gökte değil, bilinmezde aramayacaklar. Akılla, bilgiyle, bilimle anlayacak doğayı ve elbette kendini…
İnsan böyle insan olacak…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar…Mustafa KARA’nın Su, Toprak ve Ateş Ölümleri başlıklı makalesi tüm tahayyül sathı boyunca denkleştirmek için uğraş verdiklerimizin tamamlayıcısı önemli bir okunsal metni oluşturuyor. Mustafa KARA v Evrensel Gazetesi’nin anlayışlarına binaen meramımıza eklemleliyoruz….

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Su, Toprak ve Ateş Ölümleri – Mustafa KARA – Evrensel
Düşünme – Ayhan AYEBE – Erzurum H Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Faşizm Üzerine: “Pan-Faşizm” ve Demokrasi – Foti BENLİSOY – Jiyan
Büşra Ersanlı’nın Gözünden KCK Davası – Post-Express / Birdirbir
Merhaba… Barış İçin Geldim! – Özgür AMED – Yüksekova Haber
Le Monde: Türkiye’de Özgürlükler Hapiste – ANF
Tüm Muhalifler, İçeri! – Faysal CEYLAN – Özgür Gündem
Kürt Sorununda Cam Yarıldı – İsmail Güney YILMAZ – BiaMag
Rakel Dink Uludere’deydi – Birgün
Devletimize, Milletimize Hayırlı Oldu – Yalçın YUSUFOĞLU – Jiyan
Tutuklu Öğrencilere Özgürlük – Hüsnü ÖNDÜL – Evrensel
Sivas Katliamı’nı Anlamak Doğru Bilince Sahip Olmaktır – M. DELİLA – Yeni Özgür Politika
İnsanları Yakarak Öldürmek – Gönül İLHAN – BiaMag
Ahmaklığa Dair Notlar – Lokman ERGÜN – Yüksekova Haber
Uludere’den Samsun’a Öldüren Tarz-ı Siyaset – Ali TOPUZ – Radikal
10 İnsanın Katili TOKİ’dir! – Yeşim ERGÜN – Sosyalist Demokrasi Gazetesi
İşçiler, Yoksullar ve Kapıcılar – Ender İMREK – Evrensel
Ahmet Şık’ın Yeni ‘Bomba’sı ‘Pusu’ Yayımlandı – ANF
Ahmet Şık’ın ‘Bu Nasıl İş’ Sorusu ve Cevapları – Ezgi BAŞARAN – Radikal
Belçikalı Filozof Silivri’de Soyundu – Nilay VARDAR – Bia / DemokratHaber
Zindanın Dumanı Naylondan Vicdanlara Üflendi – Yüksel GENÇ – Özgür Gündem
12 Eylül’e Dönüş ‘Yine Hapishane Kapılarındayız’ – Oya BAYDAR – T24
Hapisteler.. Ortak Noktaları: Yoksul, Demokrat, Örgütlü Olmak.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Zaloğlu Rüstem Mi Zaloğlu Ramazan Mı? – Metin ÇULHAOĞLU – Birgün
Bu Filmi Görmüştük – Ertuğrul MAVİOĞLU – Radikal 2
Süddeutsche Zeitung: Kürt Enes’i Almanya Öldürdü – Perwer YAŞ – ANF
1915’te Suriye’ye Sürülen Ermeniler 2012’de Türkiye’ye Mi Dönecek? – Aris NALCI – DemokratHaber
İmralı Sürecin Dışında Değil – Mete ÇUBUKÇU – T24
Redhack, Terörizm ve Propaganda – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
‘İktidar Sanattan Elini Çek’ – Yeni Özgür Politika
Müge’den Mektup Var! – Serdar M. DEĞİRMENCİOĞLU – Evrensel
Suçlu Devlet Güçlü Devlet – Selim FERAT – Yeni Özgür Politika
AKP Krizi Fırsata Mı Çeviriyor? (2) – Yetvart DANZİKYAN – Agos
Çok Faşist Hareketler Bunlar – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Sokrates’e Erdoğan Gözüyle Bakmak – Yaşar GÜNDERİCİ – Tekirdağ 1 Nolu Cezaevi – Özgür Gündem
Torba Yasada Skandal; Devlet Sayıştay Denetiminden Nasıl Kaçırıldı? – Doğan AKIN – T24
Metafizik Acı – Bülent USTA – Birgün
Acının Dilinde Mırıldan – Ahmet ASLAN – DemokratHaber
Bir Çift Hüzün – Ali KOÇ – PolitikART
Galata Herkesin ve Öyle Kalacak – Deniz ÖZGÜR – İmece / Birdirbir
“Foti Benlisoy’un Kitabı – Güncel Devrim Sorunlarını Tartışmak” – Gün ZİLELİ – Sol Defter
Taraf’ın ’Balıkçısından’ Radikal’in ’Hukukçusuna’ – Erdem CAN – ANF
Sıfır Sorunun Çöküşü – İlhan UZGEL – Radikal 2
Sistem, Hatanın Ta Kendisi – Murat ÇAKIR – Yeni Özgür Politika
Milli Gelir Nereye Akıyor- Aslı AYDIN – Muhalefet

Fennesz Official
Fennesz – AUN Official Site
Fennesz Preps AUN Soundtrack By Gregory ADAMS via Exclaim.ca
Piano Magic Official
Piano Magic – Life Has Not Finished With Me Yet Official Informative via Second Language
Piano Magic – Life Has Not Finished With Me Yet Albüm İncelemesi – Zülal KALKANDELEN – Zülal Müzik
The Invisible Official
The Invisible Official via Ninja Tune
The Invisible – Rispah Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Rosa Parks Official Artist Page via Facebook
Rosa Parks Official Bandcamp
Rosa Parks via Last.FM
Kafabindünya Resmi Sayfası / Facebook
Kafabindünya Röportajı – Büşra MUTLU – Avaz Avaz
Kafabindünya – Obi – Bir Dizi Olsa En Az 3 Sezon Gider – Uğur ÇELİK – Türkiye’den Alternatif Sesler
Korhan Futacı ve Kara Orkestra Resmi Site
Korhan Futacı ve Kara Orkestra – Pavurya Albüm İncelemesi – İpek Burcu ŞAŞMAZ – Avaz Avaz
Korhan Futacı ve Kara Orkestra – Akustikhane Performası – Akustikhane

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Kardeş De Oynasın – İç Mihrak Kollektifi
İç Mihrak Kollektifi

>>>>>Poemé
Gül Zakkum Ya Da Su Boşluğu – Metin FINDIKÇI

İmgeyi antikacıda rehin bırakan usta
ölüm de artık baştan kokar
nerede kalmışsa su zamanı
üç basamak merdiven indiğim
kalbimin şurasında
bugün de ince bugün de kırıldı kırılacak
gülzakkum (?) saçlar. Aşkın,
miras kalan öyküsüyle yaptığın kahve

Masada unutulan kaysı, buzdolabı
Havada dedikodu tadı
Deniz şortunu giyinmiş
Teninde yorumlar gününü güneş, dilimi çağırıyor
Mermerdeki damarlar, tenin soyuluyor terimle
Bir sinek vuruyor cama
Sokağı yok suboşluğuna inen yolun, uzun zamandır
Unuttum sokak adlarını, kedi gözü, memebaşların
Avucumda kokan ot fıskiye

İstanbul’un tozu alınmamış bir köşesinde içtiğimiz
rakı, aşkımızın açıkta kalan kamburuydu komi,
ölü düşler asılı
duvarda, kılıktan kılığa giren su, kimi ölü kimi uzak
kimi adını bilmediğimiz, zakkumu bırakmıştık
vestiyere gülü alıp gidiyoruz,
tozu alınmamış bir köşesine İstanbul’un

güneşin en yorgun saatinde, suskun ben sen ve
herkes kumun ötesinde
anonslar… anonslar
tenimizde pullanır ayetler
aşkımın gülden zakkuma sızdığı
branda da poyraz, sevişme izleri
döşendiği otlar, anonslar
ben sen alışamadığımız bu şehirde

ne varsa yükümüz denizden çıkan gizliden gizliye
öğrendik yalnızlığı
lodos terimizi ve tenimizi okşadı
güneşten gizlediğimiz beyazlık

aynı yerde buluşmalıyız değmeden bıçağın ucu
koynumuza, sakladığımız aşk bir sur içi, bindiğimiz
gece tramvay, aynı yere gitmeli
aradığımız rüzgârın koyunda
su boşluğu, ‘bir savaşın tasviri’nden alıntı bir adrese
sızıyoruz
aşkımız gül kokusu

dalında unutulmuş portakal
bu gecede, baykuş sesine aldandı ay
el çantasında dudak renklerinin iki hali, meçhul
gelişini saptayamıyorum, geceye mi bakıyor
gözlerim gündüze mi? ot kokusu
gözlerim yorgun bakmaktan gülü kuşatan poyraza
karşı pencerenin perdesi çekiliyor
zakkum, zakkum ve zakkum

şimdi
belinden kopmuş karıncayım, başım
kendi merkezi etrafında arıyor dudaklarını, kod adı
bırakıyorum bulamadığım yerde
kasılan zakkumdur terimin birleştiği
ırmakta-gül
gül ve gül

aşkınızla kulaç atıyorum
üç basamak deniz iniyorum
SU BOŞLUĞU
 
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 406 – miste min subjektivitet

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_406_–_miste min subjektivitet

25 Haziran 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-BADBADNOTGOOD-Uwm (Feat. Leland Whitty) (Self Released)
>2<-BADBADNOTGOOD-Rotten Decay (Self Released)
>3<-Michael Wollny's [EM]-Symphony No. V, Mov 1: Trauermarsch (The ACT Company)
>4<-Michael Wollny's [EM]-Blank (The ACT Company)
>5<-Ceylân Ertem-Şenay (Pi Müzik)
>6<-Ceylân Ertem-Torun (Pi Müzik)
>7<-Sigur Rós-Ég Anda (Krúnk)
>8<-Sigur Rós-Ekki Múkk (Krúnk)
>9<-Drowner-Wildflowers (Saint Marie Records)
>10<-Drowner-Never Go Away (Saint Marie Records)

miste min subjektivitet – ugyldig
(406)

cismanileştirilen, görünür kıldırılan, zihne belletilen, akla yatırılan tapulanan pek çok şeyin nereden hareketle v hangi çıkarsamalara dayandırılarak, o dayanaklara yaslanarak nihai şeklinin kazandırıldığını sonucun v ezcümlesinin nasıl ortaya çıkartıldığını tahlile giriştiğimizde neden ediminin, neden sorgusunun gerekliliği bir kere daha anlamını bulacaktır. anlamca pekişecektir. ayrışımın, tahakküm v ötesinin bir domino taşı etkisi gösterdiği hemen hemen her konuda ortalığa kesilecek, efelenilecek bir vavelyanın temellerinin atılabildiği, halen gelişim gösterebildiği bir satıhda aleni olan yaraların nasıl kanırtılmaya, doğru bellenmiş olanı ise ne kadar da kör kör parmağım gözüne bir tasavvurdan ibaret olduğunu duyumsatacak, kanıtlayacak bir seviyeyi karşımıza çıkartır. bu işler nasıl işler v bu gelişim treninde nasıl aymazlıklardan yola çıkılarak mesafe kat edilmeye çalışıldığını çözümleyebilmek neden sorgusunu beraberinde güncelliğin kıyısında önemli bir konuma taşıyacaktır, taşımaktadır. neden sorgusunun gerekliliği başımıza getirilenlerin hiç de öyle şapkadan çıkan tavşan numarasındaki gibi sevimli v sineye çekilir bir tavır olmadığı meydana çıkacaktır.

kolayca, kolaylıkla atılıp tutulan vecizlerin, veçhe v lafazanlıkların nerelerden hangi filtrelerden geçirildiğini , kotarıldığını sonuç kabilinin ilk hamlesi, başlangıcı olarak tasvir edildiğini anlamlandıracaktır. bu v benzeri yorumlamaların yanlış olan şeyleri doğru algılatma gayretinin neticede bir kazanımı, bir devinimi yahutta bir ilerlemeyi değil tam aksine bulunduğumuz yere sabitlenmeyi sabitlendiğimiz yerde de içten içe çürümeyi beraberinde getirdiğini aynalayacaktır. ulaşılabilen kayıtların hemen tümünde görünürlüğünü korumakta olan sorgulanamazlığın, çekincesiz bir dayatım izleğinin gerçek kıldırılabilmesi için ister adına yeni dünya düzeni, ister adına neo liberal politikalar veya hak mı ne hakkı bir seçeneğiniz var ölümün görüp sıtmanın ne kadar da çekinilesi bir sonuç olduğuna itimat göstererek, kandırılmayı her durumda otoriterleşen, dikleşen sertliğini koruyan devlet yapısına karşın mübalağasız bir eyvallahın devamlılığından başka bir yol öte bir köy yok seçeneği ile başbaşa kalmayı, başbaşa kalmanın ne menem sonuçları iliştirdiği, önümüze getirdiğini özetleyecektir.

özetlenen şeyler bir devamlılık halindeki baskıcılıktır. özetlenen şeyler doğru, görüp bildiğini seslendirmekten kendini alıkoymanın başına iş açmaktan reva olduğunun dillendirilmesidir. hakkaniyet ile kelamın göstere geldiği, işaret ettiklerinden halen çekinildiğinin, çekimser görünümün yanında da olağanın tersi her ne varsa bunun normalleştirilmesi sürecinin vesaikleri ortaya çıkartılır. neden sorgusuna vurgu, ima yahutta seslendiriş çabalanımında bulunanların bilinmeyen kriterlere göre torbalardan birisine dahil edilmesi, ardından her yeni günün içimizden birisini, bizlerden bir diğerini bir ağın üyesi, bir örgütün sempatizanı, bir henüz çerçevesi toparlanamamış gelgelim kanıtlananamış suçların ortaklığına dair çıkarım v çıkarsamaların bir iki değil her defasında başka bi’yerden insanı hedeflediği anlamını bulunacaktır. erk-muktedir-iktidarın tersine bir şeyler söylemenin tam karşılığı şimdilerde hiç bitmeyen bölümlerinin devreye sokulduğu bir zapturapt, mahpusluk v suskunlaştırma operasyonlarının, propagandalar ile hedefi on ikiden vurmayı düşüneduran bir korku simyasının cismanileştirilmesidir.

düşünmekten idesini ileriye sürmekten oncu buncu olmaksızın da fikir teatrisine girişmenin menfii bir çabalanım toplamı olduğunun zerk ettirilmesidir (kime göre neye göre sorusunun hakkı mahfuzdur). toplumsal dinamiklere, olana bitene duyarlılık sahibi olmanın bir şekilde marjinalize, çizginin dışını tam da vurguladıkları birlik v beraberlik duygusu denilegelen şizofrenik yapının katmanlarının nasıl ağır bir balçık haline dönüştürüldüğünü, o deryanın hepimizi istisnasız içine çekmeye hazır olduğu ortada, ortalıklardadır. içine çekilirken nefessizliğimizin daimliğinden başkacasına çabalanılmayan her seslenişi höt zöt deyine susturabileceğini varsayan buna göre hareketler ortaya koyan bir yapı karşılaştığımız. her seslenişi zaruri bir biçimde devletin bekaası v daimiliği için susturulması elzem bir bileşen haline indirgenmesidir muktedir nezdinde, usunda şimdi. hepiniz piçsiniz, hepiniz ermenisiniz disküründe ortalanan, söylene gelen dile yapışan ırkçılık değil de fikir teatrisi olarak ele alınıyorsa, ermeni vurgusu bir biçimde hala ama hala hıyanet, küfür v daha fazlasının temsilcisi olarak görülüyor ise buna mukabil ayrışımın değil ortak aklı tahayyül etmek, tasvirine girişmek nedendir, nasıl suç istinat edilebilir.

hangi mantıklı gerekçeyle böyle bir çıkarsayış denk tutulabilir, denkleştirilebilir. eğitim hakkından, dolambaçsız yalansız bir hakkaniyet v eşitlik istemenin neresi aylar yıllar boyu tahkikat v tecrit sonrası bitmeyen bir ızdırap haline dönüştürülen mahpus edilmektir bunca rahatça gıybetin, tıynetsizliğin işlenebildiği bir coğrafyada. kimliğini, varlığını, insan olduğunu unutmaksızın bir şeylere endişe etmenin, yolun sonu yar olduğunu dibe gitmeden durabilmenin önünü alabilmenin çabalanımı hep mi yıkımdır hep mi parça parça paramparça olmaktır. altı koca aydır bir fiil tek bir doğrunun duyumsatılmadığı, kendi halkına zulümün en acılı deneyimlerinden birisi olan roboski kıyımı sonrasında takınılan elbirliğiyle olan bitenleri ‘örtbas’ etme gayretinin, fitili çoktan ateşlenmiş terörist onlar garabetinin bunca ayan beyan kadüklüğüne karşın toplumun belirli bir kısmında hainlere ölümden başlayıp insanım diyeni hala düşüneni utandıracak nice tasvirlerin yarenliğinde duyumsatılması, seslendirilmesi zulmün nadıl da su kaldırır olduğunu deneyimletmek isteyenlerin kirli, arsız yüzlerini ortaya çıkartmaktadır. bunca vehamete karşın utanmak ne zaman sorusu sorulası, sorgulanasıdır.

geride kalanlara çektirilenlerin, acılara ortak olmaktansa vurun abalıya, basın gazı yaslıya çabasının, sonucunun ta kendisi utanç verici değil midir? hala değil midir? kolay yol olarak görülen kindar olmayı tavsiye etmek, bunu kışkırtmak, yarayı her daim kanırtmak ota boka, dünyanın dört bir yanına akıl fikir verirken kullanılagelen duyarlılık bu memlekete ne zaman uğrayacak, ne zaman karşılığını bulacak, ne zaman kuru bir özür yanında, bolca akıl veren, atıp tutan, hizaya çekmenin ayrıştırılmaz bir bileşkesi v öğesi olmaktan alıkonacaktır, n’zaman?. bütün parçalar birbirinden ayrışık. bütün parçalar birbirinin tam zıttı istikamette. bütün parçalar önemsenmenin değil hakir görebilmenin yıpratıcılığıyla baş başa bir yanları harap. bütün parçalar sözün n’olduğunu hayal meyal hatırlarında barındıran nereden v nasıl başlamalıyız sorusuna kilitli, prangalı kalakalmış. bütün parçalar bunca parçalanmışlığın el yordamıyla değil bile isteye ayrıştırılmanın huzursuzluğu ile baş başa yan yana ama darmadağınık. beklentinin her dem en alt seviyede tutulduğu, beklenti potansiyelinin hep kaderle ilintilendiği, sığlaştırıldığı bir sahanlıkta yola koyulmanın şartlı, şurtlu bir evre olduğu kanısı huzursuzluğunda ön tanımlayıcısı olmayı başartır.

öyle ya baş-öncü-ata parçaların kararsızlıkları yüzünden ayrı gayrı düşülmemiş midir? boş yere heder edilen daha çok zamanımız var bakışımının sağladıkları, sağlamlaştırdığı bu bölük pörçüklüğün perçinleyicisi değil midir? beklenti dediğinizin dünyanın hemen tüm parçalarını, birbirinden ayrı duranlar v ayrıştırılanlarından tek bir bütünleşik yapı ortaya çıkartmak gibi ütopik bir tasavvur olmamasına karşın şuncacık bir yerde, bir şeylere teşne olup önemsemek, dirayet göstermek, mücadele verip çabalamak, aklın yolunu akil olanı aramaktan geçtiğini fark etmek, ona göre hareket etmek, yola koyulmak hala düşünülemez bir seçenek midir? nicedir. defaatle yinelenenin tekrara doyulmayan, ket vurucu olduğu bilinen sesleniş v tavırların bir işe yaramadığı v bundan sonra da yaramayacağının bilindikliği , aşinalığıdır ortada olan, bunca yıldan sonra ilave tek bir sunuşa gereksinim duyurmayacak çözümleme. ta kendisidir kararsızlığı normal bir savunuş olarak ele alıp her defasında; yahu bizler böyle alıştık her hak diyene yol verseydik sonumuz nice olurdu, ön yargısının, korkusunun dimdik halen hayatta varlığını koruduğunu varolduğunu birbirilerini bulmak, birbirlerine kavuşmak isteyen tüm parçalara karşı en olmadık, en huzursuz, en düzenbaz senaryoların devreye sokulduğu, icra-i sanat eylendiğini faş eyleyendir.

bütün bu özetleyiş gayesinin, çerçevesinin sırrı. yok etmek, silmek, unutturmak v daha fazlasına bel bağlayan kendilerince öcünü alabilmek, yapısına karşı olan taaruzları def edebilmek için sıraya koyulanları bir araya getirdiğimizde, bir kere denk getirdiğimizde o çabalanımların tümünde karşılaşılanların nasıl hamleler bütününden mürekkep olduğunu idrak ettirecektir, az meraklısına. korku dağları yükseltilirken her el aman yakarışına, her yeter artık seslenişine karşın durmayı değil yola devam seçeneğini tecrübe eden, tahakkümün eyleyebileceklerinin yeni sınırlarını arşınlayan örneklemeler v teşebbüsler güne dahil edilirken bir kere daha seslendirilesidir yol nereye? korkunun sıradanlaştırılması, huzursuzluğun müspet bir durumla eşdeğerliliğinden bahis açılması, ötekisi ötekisi diye tutturularak gidilen hamlelerin sonucunun daha ağır vehametleri güne dahil etmesi v ötesiyle beraber detaylıca bir tahlile girişmeden de zaman mevhumunda nasıl korunaksız, demetimsiz bir biçimde muktedir eliyle “denekler” haline dönüştürüldüğümüzü özetleyecektir.

her yanımız terörist, her yanımız mihrak dört yanımız haddizatında komşumuz ajan, işbirlikçi, üç kuruşa tamah etmeyip yediği kaba pisleyen hain, patronaj, tıpkısı devleti gibi hatta ondan aşağı kalmaz bir biçimde üç kağıtçılık sergilemeye doymazken- para yok bununla seve seve idare edeceksin, geçim sıkıntısı mı ben aldığım telefona, yata, kata vd. bakarım sen işinle gücünle uğraşıp dur köle, zavallı olarak görüldüğü, sadece işini yapabilmeye gösterdiği özen yüzünden gazeteci, akademisyen ya da haklarını savunduğu v ses verdiği için öğrenci, memur, işçi veya aktivistlerin tümü ya da belirli belirsiz bir kısmı bu sathın kümenin daimi elemanları bu denekliğin bir parçasıdır. bir parçası olarak okunabilir. kesişimin tam merkezinde sirayet etmiş, vuku bulmuş bunca felakete karşın zihin yürütmek hala suç fikir beyan etmek hala mekruh algısı net bir biçimde karşılaşacaklarımızdır o özetlenenler dahilinde. gün kapkaraya bağlarken, bağlatılırken bütün bu benzeştirmeler v dolaylı imalar ile sunageldiğimiz veya tahlil etmeye çabaladıklarımız birer hakikat tasviri olarak sınıflandırılmaya, atfedilmeye devam etmektedir.

gerçeklik dediğimiz dönüştürülürken doğrunun önüne set, hayati olanın önüne ket, istisnai değil özellikle yan çizmeksizin vurgulanması gerekli olanların işittirilmemesi için bir vesile teşkil etmektedir. yalnızlaştırılıp, ayrıştırılan, ötekisi diye atfedilip canından bezdirilen, dokuz sütuna manşet çekilip hain belletilen, izleri yolları simaları v hatta bu tarihteki yerleri bile neredeyse bir dozerin asfaltı sıkıştırıp dümdüz etmesi gibi, o raddede bir kararlılıkla kesintisiz olarak sürdürülerek yok edilen bir cenahın üyeleri, yaşayanları olarak yolculuğun nereye götüreceğinin tahlillerine girişilmesi bu gayya kuyusunda hayatlarımızı manidar, anlamlı kılabilmek için bir vesile teşkil edecektir. sorgusuzluğun getirmiş olduğu rehavetin, bilinmezliğin beraberinde taşımış olduğu sorumlu ben değilim ki işi olan düşünsün, yarası olan gocunsun, derdi olan tasalansın vd. ne kadar kadük, ne kadar yabanıl v hakikatten uzak olduğu bilinesidir, duyurulasıdır bu mabette.

seslendirilmesi şart olan şeylerden bahis açarken bile birilerinin diline pelesenk olan sıkıkla tekrar ettikleri çıkar peşinde koşuyorlar yae, sorgusunun üzerini kalınca çizip, ne olacak sorgusunu ortaklaştırabildiğimiz vakit, nasıl olacak bu gidişattan sonrası kısmını kekremsi, iki arada bir derede v çalakalem, kendini tekrar edip bir öncekinin “turnusolu” olan belagatten, tahakkümden v bu doğrudur gerisi varsa yoksa yalan propagandasına bir dur artık imini güçlendirdiğimiz  vakit söz konusu olacaktır. ölümlerden medet umup, kanı yüceltip, ayrıştırmayı derinleştirip hayatın kutsiyetini lağvedip, ayaklar altında per per tepip, her çabalanımı daha en başında saf dışı bırakılma çabası bütün bunları üst üste koyduğumuzda, toplamın getirdiklerini düşündüğümüzde vardığımız noktanın acıdan mürekkep bir bileşen olduğu da ortaya çıkacaktır. nasıl acılardan işlenerek bir mozaik olduğumuz ciddi ciddi meydana çıkacaktır. benzeştirmeye, örnekleştirmeye gayret ettiğimiz vicdanlara düşürülen şüphelerin, yüreklere salınan elemlerin, akla zerk ettirilen korkuların hamle etmeyi istisna barındırmaksızın, mübalağasız bir biçimde engellenmesidir.

bu güncellik dahilinde görüp geçirdiklerimiz ne ilk ne de sonuncudur, gelgelelim ki eylenenlerin akil olmaya, akil olana, akla mukvemetinin şeklinin nasıl v hangi çabalarla bir üst seviyeye taşındığını da göstermektedir. muktedir v payandalarının ileri demokrasi çehresi, edimini nasıl algıladıkları v ne yöne çekiştirdikleri meydandadır. her taaruz başkaca bir yıkımı v felaketi beraberinde getirmekteyken, her kapanmamış yara bir başka unutuşumuzu, unutturulduğumuz şeyleri simgeleştirirken, her tahakküm bu huzursuz bu hınç dolu bu öçten gayrısını önermeyen bir iklimin olumlanmasına hemen hiç çekince barındırmaksızın girişilirken adalet ne zaman sorusu tüm geniş okumalarıyla beraberce cevabını bekleye durduğumuzdur. bir yerinden başlanacaksa insan olduğumuz vurgusunu değinilerinde sürekli olarak yapının özü olarak, ana omurgası olarak belleyenlerin buradan yola çıkanların nasıl yabanileştiklerinin, nasıl vicdansızlaştıklarının, nasıl çekincesiz yaftalamalara girişebildiklerinin soru v sorgusuyla başlayabiliriz. mekanikleşen, duyarsızlaşan sözlerim bir kesime onlar kendilerini biliyorlar bahsiyle başlayıp haşlamaya, hor görmeye, ötekisi belletip linç ettirmeye ortak arayanların otuz yılı aşkınca bir süredir devam eden bu savaş karabasanını nihai bir barışa ulaştırmayacakları, bunu dillendirirken konjüktür, simge, demokrasi, misyon, özgürlükler bahislerinin bolca geçtiği cümlelerinin arasında, esas metin v meselin kandan medet ummak, genç insanların yaşamlarına azraillik edip, onların üzerinden kurulan bir acı deryasının, bir sinizm bataklığını sürdürmek, o batağı kurutmak bir yana daha da derinleştirip hepimizi hapsetmek şiarını diri tutmaya çalıştıkları yinelenesidir.

katli vaciplerden yola çıkılıp, toplumun dışına itilecek, sürülecek, yok edilecek, silinip izleri yok edilecekler koskocaman bir acı hatıratı oluştururken işte bu memlekette, koskocaman bir yarayken daha hangi açmazlarla gün geçirmek söz konusu edilebilir ki? duyarsızlaştırılan, unutturulmaya gayret edilen altı aydır, altı koca ayın her gününde bir kamera kaydının ahali ile buluşmasına mani olunan, kayıtların dip köşe saklandığı, her defasında yukarıda kısaca değindiğimiz gibi bir kulbun yakıştırılmasına çalışıldığı otuz dört cana yapılanlar bir kıyamın ta kendisi değil midir? sözün bittiği yer diye kestirseniz olmayacak, içinden çıkılamayacak bir kıyamın karşısında onlarda silah vardı yollu denkleştirmeler, hain belletmeler hiç mi vicdanları sızlatmamaktadır. acının hesabını hiçbir zaman, asla vermeyecek olduktan sonra yatıp kalkıp, kucaklaşsak, helalleşsek neye yarayacaktır. insanları bir toplama kampı düzeninden de beter bir biçimde, yaşayan ölüler karşılığına denk düşen bir biçimde mahrumiyet secresiyle baş başa bırakıp, kayıtsız kalınıp on üç canın yakıldığı riha cezaevinde sergilenenler devletualinin hayatı algılayış biçimi v dönüştürmesinin ne kadar da sağlıksız bir toplamdan ibaret olduğunu önümüze sermemekte midir?

pozantı tutukevi yahutta bakırköy kadın cezaevinde yaşatılanlar dahası bilmediğimiz yerlerde, bilmediğimiz mahpusluklara reva görülenler tam da yıllar yılıdır hesaplaşılacak denilen darbe zihniyeti takipçiliği değil midir? muktedirce diri tutulan öfkenin, kendi halkına doğrultulan bir silah, bir cop, bir biber gazı ya da kemer veya sözlü tacizler v hiddet turnusolünün bir başka tamamlayıcısı olduğunu imgeleyebilmek için alim olmaya gerek yoktur sanırız. yol, gidiş v ötesi, kararlar v şekillendirmeler v tavırlar bütünü ne bu meram sınırlarında duyumsatılanlardan ibarettir ne de sanıldığı kadar kolaydadır anlatmak tek bir güncenin sınırı ile beraber. az biraz etrafınıza baktığınızda, hemen her şeyin daha fazlasını görebilmeniz söz konusudur. az biraz yerden kafanızı kaldırdığınız vakit bir şeylerin ne kadar da anlatılanlardan ayrışık olup, o anlatılan masallardan vahim olduğu meydana çıkacaktır. farkına erebiliyor musunuz, ayırdına varabiliyor musunuz?

>>>>>Bildirgeç
“Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri – Ali TOPUZ*

Tepemde şu dolanan atmaca mı, tavus mu?
(Metin Eloğlu)

Siyaset yer tutma kavgası. Su başını, değirmen yolunu ve buğday kilerinin kapısını tutma kavgası. Rahim, mide ve mezar etrafındaki ezeli kavga: Kim doğacak, kim ölecek, kim doyacak. Kimileri ebedidir de deyip değirmenini yürütmeye bakar: En son KESK kısmına şahit olduğumuz kitlesel operasyonların yerleştiği yer burası. Kimileri böyle gelmişse de böyle gitmesin diye yol yordam arar: Bütün tutuklamalara, gaza, copa rağmen hâlâ ses edenlerin yerleştiği yer de burası.
Sadece su, yol ve köprü başlarına dikeceğiniz kolluk güçleriyle, kelepçe, mermi ve F16’larla yürümez iş; söze de hükmetmeniz gerekir. Söz çünkü, Yunus Emre’nin 800 yıl önce bulguladığı gibi, baş da kestirir, savaş da durdurur. İkisini yapamıyorsa akıl karıştırır, ruh avlar; malûm, iletişim çağı. O zaman tekrar edebiliriz: Siyaset sözü tutma kavgası da.

KONUŞULAN YER: VAN
AK Parti söz savaşını özel özen ve taktiklerle yürütüyor: Karşıya ait, kendisine en zıt sözü, kendisine en has sözmüş gibi yaparak konuşuyor. Gemi de gemicik de böyle yürüyor; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik konuşuyor:
“Bu memlekette ne zaman güzel bir şey olsa, Türkçü ve Kürtçü ırkçılar rahatsız oldu. Ama biz bu iki ırkçı grubu da kendi ırkçılıklarıyla baş başa bırakıp yolumuza devam edeceğiz. Kürtçe seçmeli dersi koyduk. Türkçü ırkçılar da Kürtçü ırkçılar da rahatsız oldu. Niye çünkü huzur gelirse beylere ekmek kalmayacak. İstismar kapısı kapanacak. Ama onlar rahatsız olsa da sağduyu aklıselim bu ülkede hâkimdir, hâkim olacak. Eski devlet aklı, yerini yeni devlet aklına bırakmıştır.”
Bu sözler Van’da ediliyor. Hani seçilmiş belediye başkanlarının, 1994’te dört Kürt milletvekilinin Meclis’ten yaka paça çıkarılıp hapse yollandığı gibi hapse yollandığı yerde. Hani şu depremden sonra kendilerine yapılacak iç ve dış yardımların pervasız sözler eşliğinde engellendiği Van’da.  Eklemek şart: Bu sözler, cezaevinde on bini çoktan aşmış politik tutuklunun yanına yenilerinin yollandığı KESK operasyonu sürerken söyleniyor. “Bu memlekette ne zaman güzel bir şey olsa…” Evet, bunlar iktidara güzel şeyler. Mutlak olmak isteyen, tutmak istediği su başına kimseyi yanaştırmayan iktidara. Cümlenin ikinci kısmı, yüklemin de geleceği kısımdan önceki ibare de iktidar ihtişamı içeriyor: “Türkçü ve Kürtçü ırkçılar…”

BİR CUMHURİYET MİRASI
Irkçılık, cumhuriyetin kurucu ideolojisinin Türk-olmayanlara (Hiç unutmamalı, Türk-olmayanlar, sadece Türkçe konuşmayanlar değildi. Sünni-Müslüman olmayanlardı da) ayırdığı paydı, malûm. Hani AK Parti’nin “statüko” derken kast ettiği yönetsel teşkilatta işleyen aklın parametrelerinden. Elbette cumhuriyet hiçbir zaman ırkçı olduğunu kabul etmedi, çeşit çeşit tarif hileleriyle cevap verdi ithamlara. Şu anda “yenilenmiş devlet aklı”nda ırkçılık olduğunu öne sürebilir miyiz? (“Dindarlıkla ırkçılığın bir arada olamayacağı” itirazı gelir hemen; evet, olmaması gerekir. İslam, ırkçılığı reddeder, açık hükümlerle; çünkü ayrım ilkelerini “inanç” eksenine oturtur, dil veya renk değil. Hatırlatalım: Cumhuriyet kadroları, “dinsiz” olduklarını söylemedi hiç, “asıl din bizim dediğimiz gibi bir şey” dedi veya demeye getirdi. )
“Devlet aklı”nın ırkçılığı dışlayacak kadar yenilendiğini öne süreceksek, “eski” aklın bu elemanının temizlendiğini görmek gerekir. Hüseyin Çelik’in bu sözüyse, Kürtlere cumhuriyetin tebliğ ettiği yol haritasını koruyan biri itiraf olmaktan başka işe yaramıyor. Harita gizli değil: Er ya da geç Türk olacaksınız. Er ya da geç Kürtçe konuşmayı bırakacaksınız. Cumhuriyetin ilk dönem zulmünü acelesi görünür kılıyordu, katliam ve soykırım teknikleriyle yürüdü yolunu. Şimdi “statüko”yu kırdığını, “devlet aklını değiştirdiğini” söyleyen parti, Kürtçenin seçmeli ders olmasına gelen her türlü itirazı “ırkçılık” başlığı altında toplayıp çöpe atarken, aynı yolu ağır ağır yürüdüğünden başkasını söylemiş olmuyor. Seçmeli derse Kürt hakları açısından gelen itiraz çünkü basit: Anaokulundan başlayarak Türkçeyle kuşatılan çocuklara, ilkokul beşten sonra haftada birkaç saat verilecek dersler, Kürtçenin korunmasına yetmez. Türkiye’nin desteğine ihtiyacı yoksa da, senelerdir mecburi tutulup çokça para harcanan İngilizce kimseye öğretilemedi böyle, örneğin.

ANLAMI YOK, HEDEFİ VAR
Son derece yerinde itirazların (ki demokrasi varsa, itirazlar yersiz de olabilirdi) milliyetçi bile değil de “ırkçı” olarak tanımlanmasının anlamı ne? Bir anlamı yok, yeni “statüko”, tasfiye ettiğini öne sürdüğü eskiden kendine mülk yazdıklarını gizlemek için, söz savaşı yürütüyor. Hedefi, oyunu aldığı yüzde 50’lik nüfus üzerindeki etkinliğini sürdürmek. Çünkü bu eşi benzeri olmayan ve her iktidara güzel gelen demokraside, yüzde 50 milli iradenin tamamı demek. Hedef bu, ama bu sözün işaret ettiği bir şey daha var: AK Parti, klasik devlet partisine dönüştü; yeni statükonun ta kendisi. Hüseyin Çelik, devletin 88 yıllık inkârını bugüne uyarlıyor sadece. O zaman Kürtçe konuşmak isteyenler “Ekrad-ı Vahş”tan ibaretti; şimdi “ırkçı” ilan ediliyor.
“Devlet aklı” iyi bir akıl değil, yenisi de eskisi de; çünkü daima toplumun aklının aleyhine işler. Çelik’in “yeni devlet aklı” dediği şey, kadroların el değiştirmesinden ibaret: Yüzde 50’yi al, yüzde 100’ü değiştir. Sonra aynı parametreleri az elden geçir, aynı yol haritalarına küçük eklemeler, çıkarmalar yap, aynı armadayla, aynı kutup yıldızlarına bak, seyrüsefere devam. Sıradan partizanlığı ve sonuçlarını, köklü reform ve demokratikleşme olarak yemek isteyenler, önden buyursun.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Ali Duran TOPUZ’un, Radikal Gazetesi’nde yayınlananmış “Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri başlıklı makalesi bu yapının devamlılığında önemli bir okunsaldır. Hem bildiklerimizi, hem de bildiğimizi sandıklarımız için tecrübe edilesi bir sesleniştir. Ali Duran TOPUZ’un v Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
“Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri – Ali TOPUZ – Radikal – Utay
Uçak Düştü Kel Göründü!… – Veli BAYRAK – Jiyan
Keskin Sirke – Ragıp DURAN – Birdirbir
Bilmek Anlamak Mıdır? – Nesimi KALKAN – Antep H Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Erdoğan, Davutoğlu ve Sünnet Çocuğu – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Ortaçağın Karanlığında Kürtler! – Hakan TUNÇ – PolitikART
Cumartesi Anneleri: Zulme Rıza Zulümdür – ANF
‘Vatandaş Hassasiyeti’yle Halkı Ezmek – M. Ender ÖNDEŞ – Özgür Gündem
Lacan’ın Gerçek Kavramı ve Özneyi Tahrip Eden Tecrit – Mustafa EREN – BiaMag
Kanayan…- Aslı Öktener KÖSE – T24
12 Eylül Ebedileşirken Darbelerle Hesaplaşma – Stefo BENLİSOY – SDYeniyol
El Meselesi – Eren Ali GÜL – Jiyan
771 Öğrenci Tutuklu! – Nilay VARDAR – Bianet
‘İnsanların Dişleri Erimiş, Nasıl Bir Yanmaktır Bu?’ – Uzay BULUT – Demokrat Haber
Vatandaşını Yakan, Yananları Seyreden Devlet! – Yeşim ERGÜN – Sosyalist Demokrasi Gazetesi
Tuğluk: Devlet Müzakerelere Başlamalıdır – Evrensel
Toprak Üzerine – Yasin CEYLAN – Radikal 2
Roboskili Anneler: Alın Kimliğinizi Başınıza Çalın! – ANF – Emek Dünyası
Roboski ile Düşen Maskeler – Refik BAYAV – Hatay E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Aldar XELİL: Türkiye Suriye’de Savaş İstiyor – ANF
Aynştayn KCK Savcısı… – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Zira Ayran, KCK İçeceğidir! – Serkan BESİ – Yüksekova Haber
Hükümete Muhalefet Terör Suçu Mudur? – Ahmet İNSEL – Açık Radyo
İHD: Darbe Dönemi Yargı Anlayışı Sürüyor – ETHA
Hepimizi Tutuklasanız Da Sağlık Hakkını Gasp Ettiğiniz Halkın Öfkesinden Kaçamayacaksınız – Sevinç HOCAOĞULLARI – Sendika.org
G-20 Ülkesinde Sendikal Temizlik Vakti!.. – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Lemi ÖZGEN: ”Yaptıklarımız Terör Eylemi Olarak Görülmüş” – Birgün
Baskın Mesajları – Erkan AYDOĞANOĞLU – Evrensel
Baskını Gazete Satarak Protesto Ettiler – Rana ENÇOL – Bianet
‘Kürt Olunca Toplantı Yapmak Da Yasak’ – Emek Dünyası
Gündemi Değiştirmeyelim Baylar – Tuncay YILMAZ – Jiyan
Dış Borç Kamburu 318 Milyar Doları Aştı – Mustafa SÖNMEZ – Sol Defter
Kürt Hareketi Ayrışıyor Mu? – İrfan AKTAN – Birdirbir
Siyasal İktidarın Meşruiyet Krizi – Sebatullah TEKİN – Özgür Gündem
Seçmeli Dil, Seçmece Gerçek – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Medusa’nın Salı – Halil TURHANLI – Birgün
AKP û Cunta Leşkerî Ew Û Aşitî? – Fêrgin Mêlîk AYKOÇ – Yeni Özgür Politika
Murat KARAYILAN Röportajı Tam Metin – Avni ÖZGÜREL – Jiyan
Sevag Balıkçı Davasında Önemli Gelişme – Demokrat Haber
Sivas Katliamında Medyanın Halleri – Onur AKSOY – Sendika.org
Medyada Nefret Söylemi İnceleme Raporu Yayımlandı  – Hrant Dink Vakfı
Habervaktim Nefret Etme, Ettirme! – Emel GÜLCAN – Bianet
Yurttaş Gazeteciliği Üzerine Birkaç Not – Erkan SAKA – T24
‘Zindanlar Boşalsın, Gazetecilere Özgürlük’ – ETHA
Sivil Anayasa Sürecinde İki Önemli Risk – Açık Radyo
İçsel Göç – Bülent USTA – Birgün
87 Yıl Hıristiyan Yaşadı, Müslüman Gibi Gömüldü – Bülent GÜNAL – Habertürk
Xwezî Tû Li Viraba! – İrfan AKTAN – Birdirbir
Tabii Ki Bedenlerimiz Bizimdir – Fadile YILDIRIM – PolitikART
Nestle’ye Yine Çocuk İşçi Suçlaması – Humphrey HAWKSLEY – BBC Sol Defter
Togo Direnişi 2 Ayı Geride Bıraktı – Emek Dünyası
Bir Direniş Abidesi Olarak Agirî ya da Gelidağ – Mehmet Nuri EKİNCİ – ANF
Joseph Stiglitz Sees Terrifying Future For America If We Don’t Reverse Inequality – Lynn PARRAMORE via AlterNET
My Life As A Bibliophile – Julian BARNES – The Guardian

BADBADNOTGOOD Official
BADBADNOTGOOD Official Account via Twitter
BADBADNOTGOOD – BBNG2 Albüm Kritiği – Doğan YILMAZ – Biletsiz
Michael Wollny’s [EM] Official
Michael Wollny’s [EM] Official Informative via The ACT Company
Berlin’den Yükselen Bir Caz Yıldızı; Michael Wollny – Sami KISAOĞLU – Cazkolik
Ceylân Ertem Resmi Facebook Sayfası
Ceylân Ertem Resmi Twitter Hesabı
Ceylân Ertem Albüm Tanıtımı EMI Kent
Sigur Rós Official
Sigur Rós Official Artist Page via Facebook
Sigur Rós – Valtari – Yiğit A. – Featmag. / 13Melek
Drowner Official Artist Page via Facebook
Drowner Official Informative via Saint Marie Records
Drowner – Drowner Album Review By Mark S. TUCKER via Fame Review

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Kristen DROZDOWSKI via Flickr
Kristen DROZDOWSKI’s Flickr Profile

>>>>>Poemé
Yürüdükçe Öğrenmenin Şarkısı – Kemal ÖZER

Yürüdükçe öğreniyorum ayaklarımızın da konuştuğunu
yürüdükçe sorular sorduğunu, yankılar bıraktığını ardında
öğreniyorum gök ne uçsuz bucaksız,
                                                 ne göründüğü kadar mavi
bulut değil rüzgârın taşıdığı bir tek,
                                                vakti gösteren saat değil
yürüdükçe öğreniyorum, kendiliğinden ışımıyor sabah bile

Söylendiği yerde kalmıyor söz, durmadan ilerliyor alevi
– içinde bir yürek varsa bir sözün,
                                             içinde bir alev varsa yüreğin –
bir alan bir başka alanın, bir kent bir başka kentin
yürüdükçe katıyor sınırlarına kendi sabırsız genişliğini

Yürüdükçe öğreniyorum, elimize neyi alırsak alalım
– bir somun parçası, aşınmış bir çift ayakkabı, bir bayrak –
yeni bir dili konuşuyor tutup kaldırdıkça havaya
öğreniyorum bir kıvılcıma yol verdiğini parmaklarımızın
neyi tutarsak tutalım ellerimizin her biri bir şalter

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 388 – viðrar vel til loftárása

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_388_–_viðrar vel til loftárása

20 Şubat 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-High Wolf-The Dawn Of Man (Holy Mountain)
>2<-High Wolf-Fuji Descent (Holy Mountain)
>3<-Dan Berglund's Tonbruket-Balloons (The ACT Company)
>4<-Dan Berglund's Tonbruket-Decent Life (The ACT Company)
>5<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Laila (ECM Records)
>6<-Bjørnstad, Darling, Rypdal & Christensen-Consequences (ECM Records)
>7<-Behzad Mehrnoosh-Vaelkommen (Till Vildmarken) (Self Released)
>8<-Behzad Mehrnoosh-Vinterblek (Self Released)
>9<-Sigur Rós-Lúppulagið (Krúnk)
>10<-Sigur Rós-Ný Batterí (Krúnk)

                                 viðrar vel til loftárása
                                            (388)

En yalın biçimiyle gülmek handiyse bu hengamenin türlü çeşidinin mütemadiyen sergilendiği bir cenahta hem bellekten hem yürekten silinmeye yüz tutmaya başlamış bir olgu haline dönüşüyor, dönüştürülüyor her bir dönemecinde muktedirin sus işaretçiliğinin, sırıtma artık hezeyanlarının birbirine paralelliğinde yeniden dolaşıma çıkartılıyor. Ümitvar olmayı bir kenara terk ettikten sonra hiç değilse bazı bazı, arasıra denkliği tutturulmuş gülüşlerin de sepya birer anı olmasının çabalanımı düşünülesidir. Tahrifatçılığın bir örnekleştirilmiş başka hallerinden peyderpey payımıza hakkımıza düşenleri ediniyoruz. Gam yükümüzü ağzına kadar tepelmesine donatmışken yepyeni ilavelere yer açmamız tembihleniyor. Sorsak da değişmez bir biçimde rutine dahil ediliyor, el mi yaman bey mi yaman diyerek, denilerek göstere göstere somurtmaların yenisini bir başkacasını bu kubbeye eklemlendiriyoruz. Neresinden başlarsanız, nasıl derinleşterirseniz hangi kıvrımını yakalarsanız yakalayın değişmezliği artık tescilli bir algı olarak sabitlenmiş “nemrut suratlılığın” hemen bir başka benzerinin zuhur eylendiği bir donatım hasıl olur. Dolgu. Bilinmezlikler arasında düşülmüş gayya kuyularında ıssızlaşmak bir yana enikonu gülümseyebilmenin bile handiyse idelojik sayılacağı bir dönem içerisinde hayatı sürdürebilmekten daha zor ne vardır, daha zora ne kalmıştır.

Yetişmeye, koşturmacasından kendi payımıza olumlu anlamda bir şeyleri edinebilmeye bunca çabalanma söz konusuyken bazı olgu ve türetimlerin fırsat bu fırsat denilerek iyice köşeye kıstırılması üzerine kafa patlatılası değil midir? Bunca avaneliğin, pespayeliğin, biri bitmeden ötekisi devreye giren tahakkümlerin dayatımların dünyasından hiç bir şekilde kurtuluş yok mudur, olmayacak mıdır? Dimağ bu kadar esef vericisini bir arada görmeye, işin adını koyalım resmen bağışıklık kazandırılmışken devletlu eliyle insana dair olanın sonunun getirilebilmesi yaralayıcı değil midir? Farkına varılması gerekli olan şeylerin üzerinde neredeyse hiç durulmaya bile tenezzül edilmezken incir çekirdeği kıvamının net karşılığını oluşturan şeylerin günü kapsaması, teferruatlardan sözümona arındırılmış bu sathın içler acısı halini yansıtmaktadır. Doğruyu dile getirebilmek, çekincesiz kouşabilmek, yarını için düş kurabilmek, her zamankinden az da kalmış olsa da sürprizlerin denk gelişleriyle gülümseyebilmek kısaca teferruat adledilmişlerin, teferruatlarından bir şeyler kapabilmek unutulması öncelikli olan mıdır? Vurgu. Dönüşümler belirli bir gelişimle düşünsellik makamının sabitliklere tutturulmuş her daim aynı kör noktalara takılı kalmış bezginliğini aşabilmek alt edebilmek için bir anahtardır.

Mutlak doğru olarak lanse edilenlerin nasıl da görecelilik ihtiva ettiği taşıdığı bu ahvalde iyice meydana çıkmaktayken istemsiz davranmanın, kulağını olana bitene kapalı tutmanın, duyarsızlaşmanın kendini tekrar eden yansılarından kurtulabilmek için hakikatli bir çözümleyicidir.Unutuşlara tekabül ettirilmiş insansı olan şeylerin söz konusu olduğunda bahsini açabilmek fırsatını göz önüne getirdiğinizde sanırız ne demek istediğimiz daha anlaşılır kılınacaktır. Bir personna haline dönüşmekte olan tepkimlerin, rutin sabitliklerinde müesses nizam sıradanlığına kendini kaptıranların her tepkimesini bir örnekleştirdikçe haştak estetiğinden uzaklaşmayan bir vurgu sahipliliğine dökümlemesi asıl resmin ne kadar büyük bir yıkım olduğunu unutturmaktadır. Hatırı sayılır bir biçimde gülümsemeyi, insana dair olan pek çok tepkimeyi artık ardımızda bırakmamızın müsebbiplerinden olan vehametlerin has sahiplerine karşı geliştirilebilecek tepkimenin sadece sanalın sınırları ile daraltımıyla ne gün anlaşılır kılınacaktır ne de geleceğin çekincelerinin aslında hiç de yabanıl şeyler olmadığının ikrarı söz konusu olacaktır. Çözümsüzlüğün “yeni” keşfedilmiş bir çözümleme biçimi olarak değere v kaale alınmasından göz önünde bulundurulmasından bu yana geçen sürenin aslında aleyhimize işleyen bir döngüyü tamamlaması mevzuu bahisken aynı eşiklerde ömürlerimizi heder etmek de günah değil midir?

Muktedir-erk-iktidarın yinelemelerinde çekincesizce dile getirdiği unutuşların belirli bir limittten çok daha derinlikli bir şekilde çoğaltılmasıdır. Az sayıda hatırlayanın, belleğini hatırlamak konusunda zorlayanların da sınırlı bir alanda vavelyalarını, gazlarını nasıl adlandırırsanız tanımını kendinizce belirleyebileceğiniz başkaca bir denkliğe tekabül edebilecek bir savlayışla def etme ısrarının yol verdiği, ulaştırdığı bu griliğin tam ve eksiksiz tahakkümü iflah kesici değil midir? Birbirimizi anlayabilmek konusunda en zorlu etapların bu döneme denk geldiği güncelliğin sathında hiç değilse lafazanlıkların yerini hakikate bıraktıracak, kuru kuru dolambaçlardan, tın tın temennilerden daha hakikatli bir şeylere sıra gelmemiş midir? Ehven olan sessizliğin daimiliği, unutulan gülüşler gibi pek çok şeyi bir kenara terk edip benzerlerini sıklıkla eleştirmek mevzu bahis edilmiş şeylerin bizahati kafamıza tepilmesinin ağırlığı altında kalmak, bu kadar yoksunlaşmak insanlıktan çıkartılmak düşündürücü değil midir, hala değil midir? Gözün gördüğünü, kulağın işittiğini her vurgu ve tonlamada senden, benden ayrımının başka bir tevatürünü dillendirebilmek konusunda yırtınanların da az biraz bu resmin kenarında, kadrajın tam da yamacında görünen şeylere artık uyanmalarının vakti değil midir, uyanmanın denkliği saati gelmemiş midir?

Bilindik şeyleri arşınlamaktansa gözümüzün önünde biriktirilen yeni cerahatlerin, musallat edilen, tebelleş kılınan fecaatlerin yankısını duyumsatabilmek oldubittileri aşındırabilmek, üçüncü bir yol oluşturabilmek, alternatif olanı tanımlandırabilmek gördüğünü yargılamadan önce bir kaç kere daha izlemeyi, anlamayı, düşünmeyi her kelamı kırk kere tarttıktan sonra kervanı düz yola çıkmayı gerektirir. Bütün bu gereklilikler günün şartları diye dayatılanların, üstüne konuşulan şeylerin nasıl gerçekliklerden mürekkep olduğunun, kestirilip atılmaya namzet olunan şeylerin önemli bir kısmının hiç tevazuya gerek olmaksızın hayati konular olduğunun altı çizilesi bir kere elzemdir. Meram dediğimiz bu satıh içerisinde kimi bulmacavari kurguların, deneyimlemelerin, kelime cambazlıklarının yegane çıkarımı bu rahlede böyledir. Kurgu. Basbayağı çiğ bir hamlığın, ama mütedeyyin ama seküler çaresizliğin, doldur boşalt algıların yoğunlaştırılmış akışında güncelliğin kenarında, kıyısında daimi birlikteliğimizden bir diğeri , bir başkasıdır sessizlik. Adı anılasılardan belki de önceliği, kapsayışı dahilinde sunumlandırdıklarıyla ibret alınasıdır, ibret vesikasıdır dört başı tecrit yalnız ve güzel ülkemin, önem arz eden mevzuuları boyunca, daimiliğini, nüfuzunu, etkisini koruyandır sessizlik.

Per per perişan edilen vicdan olgusunun, artık açıktan göstere göstere çekincesizce tahrif edildiği, manasızlaştırıldığı bir güncellikte bunca boyunduruğa, bunca dayatmaya adıyla sanıyla kocaman kapanmaz yaraları açan adaletsizliğe, biçareliğin ta kendisine karşı bünyeye sabitlenmiş olan sessizliktir hasbıhalimiz içerisinde değinmeye çalışacağımız. Heder ettirici, fecaati olağanlaştırıcı, muğlak ama birilerine göre hala geçerliliği olan, oldurulan doğruların, kesin ve değişmez yargıların, nasıl da aba altından sallanan değneklerle pardon, gümbür gümbür, mahalle ağzının tam karşılığı olarak denk düşen direktiflerle dopdolu veciz, demeç ve beyanatlarla bütünleştirildiği, olurunun yollarının çizildiği bu sahanlıkta tepkimelerin alt edilebilmesinin payandalarından olarak iliştirilebilecek sessizlik. Her çağrıda, her yankıda saklı duran, kendisini görünür kıldırsa da ancak dikkat kesildiğinizde farkına varabileceğiniz sessizlik günün getirdiklerinde, tortusunda biriktirilenlerin mevzusu hiç açılmayacak olanların yalnızlaştırılmasının, yalnız başına konulmasının müsebbiplerini, yönlendiricilerini daimi bir ilerleme disturuna her dem sahip çıkılır görünürken bu cenahta muktedirin nasıl da her yer ve her zamandan farklı olarak yerimizde saydırılmamızın söz konusu edilebilirliğini yalın ve net bir biçimde bütünleştirir, anlam kazandırır. Böylesi bir algı toplamında, neticede sessizliğin yaygınlaştırılması düşündürücülüğünü muhafaza etmekte korumaktadır.

Ayrışımların zamanımızda standartlar ötesine! bağlantılandığı handiyse her tepkime sahibine uygun bir biçimlendirmeyle bezdirme opsiyonunun devreye sokulabildiği bu ülkede siyasetçisinden, yazarına, öğrenci ve akademisyenine, hatta işinde gücünde asıl derdi geçim olan sade vatandaşına bir oradan bir buradan yapılan edilen ayrıştırmaların karşılığı, tartışma zemini, savunma hakkını, ifade özgürlüğü v daha nice aslen olağan olması gereken tahayyülü sınırlandırmaktadır. Okuduğun makaleden, tek tek sayfalarını çevrirken özen gösterdiğin kitabına, giyinip kuşandığın kılık kıyafetinden, dinlemeye can attığın seslere kadar uzun uzadıya bir liste ve sahanın yasaklı olarak tanımlandırılması, çabalanılması devlet eliyle terörize etmenin nasıl pundu bulundu mu muktedir elinde etkinliğini koruyan, halkına karşı bir susturma aracına evrildiğini, dönüştürülebildiğini kanıtlar. Pasifize edilmiş algı, düşünmektense riayet etmeyi, sürüden ayrışmamayı, etiketlenmemeyi, sıradanlaşmayı, sivrilmemeyi, gerektiğinde muhbirliği ve daha fazlasını ihtiva eder. Ettirilir. En sıradan görünen olayların bile belirli, hesaplı kitaplı çabalanımlar, tasarlamalar neticesinde oldurulduğu iş bu cenahta kurguyu tamamen aşan, tesirinin uzunca bir süre, etkinliğinin ise daimi kılındığı bir devinim hasıl olur, tebelleş edilir.

Dert gani ganiyken, handiyse her güne bir felaket sığdırılırken, her güne ayrı yanılası, tepki konulası bir tezahür, tahakküm dizilimi söz konusuyken nereye kadar, hangi raddeye kadar tamah etmenin, koşulsuz şartsız biatın temellendirilmesidir düşündürücülüğünü her şekilde muhafaza eden. Gün karaya dönerken, gün yüzü hepimizden kendini esirgerken böylesi bir yapılandırma sahanlığında bu dar alanda bazı şeylere uyanabilmenin, yolunda pek gitmeyen epey hallice dert edilesi olgunun hakikat olarak tanımlandırılmasının da ayırdına varabilmek ne zaman dank edecektir. Beklentileri bir kenara terk ettikten sonra yarınlardan da umudumuzu bayağı kesiyor olmamız yavaştan yavaştan, ha bire ısıtılıp durulan kıyamet geliyor kardeş sanrılarından çok daha evhamlanılası değil midir, hala değil midir? Etkisiz bir imgelem talihsiz bir çıkarsama değil hakikat ortadayken üstelik. Bunca bedbinlik, sirayet ettirilmiş olumsuzluk, rayına pek de güzel oturtulmuş tahakküm silsilesi, dayatım kumpanyasının sonu getirilmezliği kah şok kah flaş x 3 diye duyurulanın sus yoksa sıra en kısa sürede sana, size de gelecek ezcümlesinin okunabilirliğini arttırmaktadır. Kolaya kaçılmış olanın, başkalarını eleştirmek için fırsat kollananlar olmasının da en azından başka diyarlar için bitmek tükenmek bilmeyen bir demokrasi havariliğimiz devletlu nezdinde söz konusuyken üstelik ironik bile değil lügatın tam karşılığı olarak trajiktir.

Kendi sorumluluk sahanlığında yapmadığını, yapmayacağını fırsat bu fırsat bir sonraki güne terk etmeyen bu algı biçemi felaketi, yaşadığımız bozgunların, yıkımların, açılan gediklerin de tahrifatını belirli bir seviyenin üstüne taşımaktadır. Kuru gürültülerin, oldu bittilerin bu orta oyununda demokrasi dediğimizin basbayağı kumpaslara getirilip, deviniminin aksatılması neticesinde işlevini yitirmesidir, yitirtilmesidir. Boyunduruğu altına kaldığımız, nefessiz kılındığımız, yaşamın rastlantısal bir devamlılık arz etmesinin nihayetinde karşılık bulabilmesi, üstelik bunun itinayla sürdürülmesi hayalin gerçekler hale dönüştürüldüğünden dem vurup, bağ kurup, yapısının içinde adalet geçen bir oluşumun adilliğinin ne kadar müstehzi, olaycıl ve gerçekten uzak olduğunun gün yüzü bulabilmesini sağlar. Geçmişe terk edildiği bir şekilde ucundan kıyısından eleştiriye konu olan o dönemlerin pespayelikleriyle yüzleşmek, sorumlularını ortaya çıkartmak, hesaplaşmak vs. nice olguyla yola çıkıldığı duyumsatılan muktedir-erk-iktidarın bugüne eylediklerinin tam karşılığı nicedir? Hangi yanlışlar adalet ve demokrasi içerisindeki varsa bir gelişimi doğruyu götürmekte, yetersiz sessiz kılan, huzursuz eyleyen, istim üstünde tutan, endişeyi korkuya bağlayan müesses nizamın onamacılığının, neferliğinin daimliği bizleri ulaşmaktan artık heder olduğumuz muasır medeniyetler seviyesine çıkartabilecektir. Hangisi?

Bir hüsnü kuruntudan daha fazlasını tanımlandıran, günceyi donatan itinalı sessizlik, sessizleştirme, düşünceden ırak tutma çabasının karşılığı korkuyu olağan adletmekten başkası değildir, inandığın değil, piyonu olduğunu bunu öğretilip dayatıldığı hayat tecrübesinin en dikenli bahçesinde yalanların peşinde dolanmaya biat etmek kendi kendini kandırmaktan ötesi olmayacaktır. Vurguların tonu şiddetlendikçe, dokunan yanar ezcümlesini haklı çıkartan örnekler eklemlendikçe, fasit daire yarayı derinleştiren felaketi sıradanlaştıran ama daha detaylı bir gözlem imkanına kavuştuğunuzda ensede pişirilen bozanın, acısını görünür kılan bir sonucu ortaya çıkartır, denkleştirir. Bir tasvir yığınından çok daha değerli, anlamını görmeye gayret ettikçe, sessizliğe karşı ses çıkartabildikçe, tepkime ortaya koyabildikçe insani olanın asgarisini tesis ettikçe söz konusu edilebilecek demokrasi algısının eksiklerini en azından şimdi fark ettirebilecek bir büyük resim ortaya çıkmaktadır. Parçalarını irili, ufaklı yanyana denk getirmeyi başardığımızda hemen yanı başımızda cereyan eden olayların, sorumsuzlukların, felaketlerin içerisinde parmağı olanları da bu kasvetli karanlığın sürekliliğine çabalayanları da görebileceğimiz bir imge toplamıdır neticede karşılacağımız. Dip köşe saklanan hakikatlerin, üzerini ölü toprağıyla örtebilmek için didinenlerin, mevzuyu kısa kesmek adına yapılıp edilenlerin tümünün yekten görünürlüğü bir noktada oluşan bu resim zihinlerdeki devreyi harekete geçirebilir diye düşünmekteyiz.

Ötekisi olarak sınıflandırılmış, derdest edilmesi makulleştirilmiş, katledişlerin müspet karşılanabildiği her türlü kırımın, tehcirin, sınırlandırmanın, hayatın elden ayaktan kestirilebilirliğini deneyimlemeye doyamamış bir ülkenin yaralarını anlayabilmek, olan bitenlerin son kertede acısıyla yüzleşebilmek, yinelemekte fayda var dirayet göstererek oluşturulabilir, sessizliğe tamah ederek, boyun bükerek değil daha fazla söze karışarak, kelamın ve vurgunun hakkını ucu ona buna dokunurken çıkartmayıp sıra kendisine geldiğinde vavelyayı kopartarak değil tam da ona buna dokunulurken, bu arsız fecaatler arz eylenirken yapılasıdır. Hasılı kelam sessizlik, her olumsuz vurgunun handiyse olağan olarak sınıflandırıldığı bir coğrafyada önemli bir imgelemdir. Fazla derinleştirmeye çoğunluğunda gerek bıraktırmayacak bir biçimde kopan fırtınaların ardındaki anların toplamıdır, sağlamasıdır. Anlatabilmenin, laf olsun beri gelsin diye değil layığıyla anlayabilmenin, konuşabilmenin tesis edilebildiği bir ülkeye özlemle… ses çıkartın!…

>>>>>Bildirgeç
Ölümün Yaşı 12’ye Düştü – Kumru BAŞER / Kutbettin KURT*

İnsanın tarihsel algısının kabul ettiği, tanıma kavuşturduğu her olay ve felaketi doğal bir seyir olarak kabul etmiştir. Doğayı canlıyı cansızı zamanı mekanı tanımlamıştır. Tanımları ortak bir hafızaya dönüştürüp algıya evrilmiştir. İnsan algısının bildiği tanıdığı yaşam ve ölümler vardır. Algılarda yaşam sevinci çağrıştırır. Yaşam algısının en önemli kavisi ölümdür. Ölüm de bir algıdır insan zihninde, yüreğinde yaşantısında. İnsanlar ölüm karşısında çok zorlansalar da ölümün varlığını kabul etmiş ve bir algıya dönüştürmüştür. Yaşam denilen sürenin sonu, hayatın sunduğu tüm getirilerden mahrum kalmanın başlangıcıdır ölüm. Bu yüzden acı ve korkutucudur insana.

Ölümü, yok olmayı katlanılır kılmak için bir başka yaşamın varlığını yaşamsallaştırmışlar. Öbür dünya, cennet ve cehennemi yaratırlar zamanla. Yaşamı ölümü cennet ve cehennemi yüklerler insan algısına. Artık ölüm kabul edilen bir algıdır insan yaşamında. Amacım yaşamı ölümü tanımlayıp tartışmak değil. İnsan algısında ölüm bir sonu ifade ettiği için, acı vericidir. Bunun için “her ölüm erken ölümdür” denmiştir. Ölüm kabul edilen bir algıdır yaşam gibi. Ama kimi ölümler vardır ki algıyı çıldırtır. Algının isyan, çıldırma vakti. Algının ölümden utandığı an. Ölümü kanıksattığı için pişman olduğu an. Ölümün algılara kusup tükürdüğü an. Bilinen bir şeydir; insan doğası, büyür, evrilir ve ölür.

28 Aralık 2011, yaşam ölüm aralığı. Bugün ölüm farklı bir algıda, algının isyan vaktinde doğmuş olup yaşamamış ömürlerin ölümlerine uyandık. Roboski bir sınır köyü. Köy ölümün kıyısında. Ölüm sınır tanımıyor. Sınırın berisi gerisi, önü, arkası ölüm. Ölüm yağdırmışlar bilinmez silahlarla. Sınırsız bir ölüm ve pervasız. Kurban kesilecek hayvanların yaş sınırı var. O yaşı doldurmayan hayvanlar kurban edilmez. Ama bu toprağın çocukları gençleri, kadınları kurban ediliyor. Kurbanlık yaşımız 12’ye inmiş…

Bu topraklarda yaşı 30’un üzerinde olan her insanın uzaktan yakından duyduğu, bildiği veya gördüğü sınırlar arası yapılan kaçakçılık hikayeleri vardır. Öyle ki bu hikayeler bazen destansı bir masalın konusu, bazen şiir, bazen de filmlerin konusu yapılmıştır. Dünyanın her yerinde sınırlar arası kaçakçılık yapılıyor, halen de var. Şimdilerde kadın, eroin ve insan kaçakçılığını sıkça duyarız. Sözünü ettiğimiz kaçakçılık bunların hiçbiri değil; bu kaçakçılık türü az bulunandır. Bu bir toplumun yaşam hikayesi veya yaşam gerçeği. Bu başkalarınca dörde bölünmüş bir halkın kültürel, sosyal, ekonomik ve aşk hikayesi. Bu sadece bölünenlerin değil, bölenlerin de hikayesi. Bu sadece ölenlerin değil, öldürenlerinde tarihe geçen hikayesi.

28 Aralık’ta dağlar, sınırlar, derin vadiler, mayınlar aşılmış umut adına. Büyük emekler harcanmış. Kılı kırka yarmışlar, kırk katır, kırk cangori, kırk bidon mazot, her biri kırk liraya yola düşmüşler gecenin tam ortası. Dört tarafı çevrili karlı dağlardan geçiyorlar. Beyaz kar, beyaz ay, gecenin sessizliğinde yürüyorlar kan kırmızı ölümlere uyku var. 12’lik çocukların gözlerinde, gecenin soğuğu var el ayak yüzlerinde. Burası Botan, Roboski köyü kenarı. Yaşamak için her gün ölüme gülümsenilen diyar. Her sabah sevgiyle, anneyle, yaşamla vedalaşılır. Akşama varmamak var, geri dönmemek, kayıp olmak var bu ülkede. Her akşam dönüldüğünde yeniden merhabalaşılır geride kalan herkesle. Gece fısıltıdır konuşmanın dili. Dilden çok yürek konuşur; bu diyarlarda yüreğin atıyorsa yaşıyorsundur. Ve ölüm geldi kulakları sağır edercesine. Gökyüzü yarıldı, göğün karnı yırtıldı. Ateş yağdı gökyüzünden yeryüzüne. Karıncalar kaçıştı sağa sola. Kaplumbağanın kabuğu çatladı, korkudan. Dağın ayıları uyandılar derin kış uykularından. Sadece kurtlar sezdi havadaki puslu ölüm kokusunu. Ölüm gökyüzünden indi, zulüm ile kol kola. Algıyı çıldırtan ölüm, baş bir yana beden bir yana, umut ise başka bir yana savruldu. Umut saf değiştirdi, sessiz puslu havada. Cindi dört yaşındaki kızı Narin için kırmızı bir toka getirmişti ötelerden. Yol boyunca Narin’in saçlarına takacağı anı hayal etmişti. Gülümsemişti kendi kendine. Her gülümseyişinde buz tutan ortası sarı kenarları beyazlanan bıyıklarındaki buzlar eridi. Daha önceleri de Narin’e hediyeler almıştı. Çoğu zaman unuturdu cebinde. Ama bu kez toka hep elinde. Tokayı avuçlarında sıkmıştı yol boyunca. Şimdi kol bir yana toka bir yana. Toka karın üstünde savrulmuş. Cindi’nin görebildiği son şey kırmızı toka.

Bu coğrafya çok ölüm gördü. Ölümün her rengini tattı. Soğukluğunda tüm hücreleri dondu. Sıcaklığında dirhem dirhem eridi. En kötüsü beyinsel olanıydı, düşünsel duygusal ruhsal ölümlerden geçti. Karakolda, sokak ortasında, Dicle-Fırat kenarı, dağın zirvesi, okul bahçesi, gaz çocukları, işkence tezgahları, dört duvar arası şahittir. En kötüsü ruhsal olandı. Ama bu çok farklı, paramparça bir ölüm…

Genç bedenler taşınıyor Roboski’ye katırların sırtında, gece geride kaldı. KejÍ ana beyaz saçlarıyla yola çıkmış katırları gözlüyor. Oğlunun ölüsünü öpecek iki kaşı arası. Yollara düşmüşler oy havar! Ama oğul eksik, oğul yarım… Diğer katırın sırtında oğlun diğer yarısı. Oy aman, bu zaman hangi zaman, bu ölüm hangi ölüm? Gökyüzünün ağlama zamanı değil mi? Tanrıların gökyüzünden düşme zamanı değil mi? Taşların çatlama, dağların devrilme zamanı değil mi? Toprağın yüzünü örtme zamanı değil mi? İnsanlıktan çıkılan vakit değil mi? Artık yüreğini yollara vurup gitme zamanı değil mi? Hangi seyirci, insan olduğunu iddia edecek bundan böyle? Kıyamet, mahşer günü bugün değil mi? Görmediniz mi, zebaniler havalanmış, kanatları kara, gözleri irin, çeneleri sivri değil mi havar!

Hangi annen gülecek bundan böyle hüzünsüz? Hangi gelin yarını düşleyecek, hangi genç kız gizli aşklarında buluşacak Roboski’nin dağ eteğinde? Söyle anne. Söyle anne hangi çocuk gülecek bundan böyle Roboski’nin sokaklarında? Her çocuk doğar doğmaz yürümez mi yolları? Genç kızlar hangi beyaz atlı genci örecek, nakış işleyecek beyaz beze kaneviçe. Parçalanan bedenin hangi parçasını düşleyip sarılacak soğuk bir gecede hayal ile kabus arası? Toprak nasıl örtecek üstünüzü genç bedenler? Anne mırıldanıyor, oy cangori yÍmin, sen değilsin benim, benim vurulan. Dağ çiçeği kokulum bendim vurulan.

İşte o anlar, toprağa dönme vakti. Umut bölünüp yapay sınır tellerine takıldı, baharı bekleyeceğiz çaresiz. Acı sınırlarda gezinirken gelip ülkemin annelerinin boğazına düğümlendi yeni bir yılın arifesinde. 12’sinde kaldı oğulların ömrü 13’ün basamaklarında. Anneler 35 ömür yaşlandılar tek tek 40’lı bedenlerinde. Umut sınır ötesinde, acı ise sınırın berisinde, gerisinde; Narin’in gözlerinde. Acının sınırı yok, geziniyor yollar yürekler arası. Herkes ama insan olan herkes ağladı, sadece tanrılar ağlamadı. Onlar kılıf aradı yaptıklarına ve yapacaklarına. Tanrıların gazabına geldi, Narin’in kırmızı tokası. Birden ona, ondan yirmiye, yirmiden otuza, otuzdan otuz beşe sıra sıra tabutlar akıyor omuzlardan toprağa. Acı sel olup akıyor toprağa, toprak yüzünü kapatıp kaçıyor.

Narin yarı buharlanmış kırık camlı pencereden izliyor gözlerindeki buruk acıyla. Kıyamet anlarını duymuştu dedesinin masallarından. Kıyamet bu olmalı diye düşünüyor Narin. Roboski mahşer yeri. Tanrılar halen sus-pus, gözlerinde hiç yaş yok. Yeni ölümleri, benzersiz ölümleri planlıyor olmalılar. Ama nokta koy buraya tarih, can alırken dünyanın en sefil yaratıkları, onların Batılı işbirlikçileri de suskun kalmayı yeğliyorlar…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya tekrarından ibaret değildir, hemen hiç de öyle olmamıştır. Kumru BAŞER ve Kutbettin KURT imzalarıyla yayınlanmış olan Ölümün Yaşı 12’ye Düştü başlıklı makalesi hem denememizin devamında okunabilecek detaylı bir çözümlemeyi, hem de günümüz sathının içerisinde suskunlaştırmaların yamacında hizaya sokulmasına çabalanan, bir ötekisi adledilenlerin kimler olduğunun açık bir beyanatı karşımıza çıkartılıyor. BAŞER, KURT ve Özgür Gündem Gazetesi’nin anlayışlarına binaen sayfamıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #380 (19.12.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #382 (02.01.2012)
Titreşim / Deuss Ex Machina #383 (09.01.2012)
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Tutuklu Gazete – Sendika.org
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Ölümün Yaşı 12’ye Düştü – Kumru BAŞER / Kutbettin KURT – Özgür Gündem
Heron Görüntülerini İzleyen Kürkçü: Geriye Tek Soru Kaldı – ANF
Roboski Gençleri Anlatıyor – Hamza AKTAN – Bir Artı Bir
Tersine, Şiddeti Tatmin Etmeye Yönelik Olan Kurallar Evreni… – Michel FOUCAULT – Proscenium Arch
Yenilenmiş Resmi İdeoloji – Sıtkı GÜNGÖR – Atılım
“Kazılar Şeffaf Yürütülmeli” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Öldürülen Kürt Çocuklarının Listesi – Çetin YILMAZ – İç Dalaşı
Çocukları Ancak Silahsızlanma Korur – Yüce YÖNEY – Bianet
Demirtaş: İki Vekil Bedenini Ölüme Yatırdı – ANF
‘Dindar Nesil’ Konusunda R.T. Erdoğan’ı Destekliyorum. Neden Mi? – Bülent HABORA – Evrensel
Akılcı Nesiller Yetiştirmek… İşte Mesele Bu – Çağhan KIZIL – Muhalefet
Kaçıp Gitmek – Bülent USTA – Birgün
24 Nisan 2011’in Ardından – Silva BİNGAZ – Talin SUCİYAN – Azad Alik
Sevag Balıkçı’nın Ölümü Neden Bir ‘Nefret Cinayeti’ Örneği? – Garo PAYLAN – Açık Radyo
My Son Shall Be Armenian – Hagop GOUDSOUZIAN via NFB
Anti-Semitizm ve İsrail’in Kalıtımsal Açmazları – Remzi BARUD – Etkin Haber Ajansı
Noam CHOMSKY: Irak’taki Kürt Yarı-Özerkliği Sürdürülebilir Değil – David BARSAMIAN – Armenian Weekly – Gerçeğin Günlüğü
namert – leylaceviz – Hafıza-i Beşer
‘Medeniyet’ çiye? – Fuat UYGUR – Atılım
“ilericiyiz ama ‘ibne’de değiliz!” – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu
“Millî ve Manevî” Faşizm – Tarık GÜNERSEL – Birgün
Polis, Ergenekon ve KCK Operasyonlarında “Bonus” Aldı Mı? – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Dünya Anadil Günü Etkinlikleri – Basına ve Kamuoyuna… – Kollektifler – Nor Zartonk
İfade Özgürlüğü ve Polis – Hüsnü ÖNDÜL – Evrensel
AİHM: Nefret Söylemi İfade Özgürlüğü Değildir – Etkin Haber Ajansı
Yunanistan’daki Cadı Kazanı – Stathis KOUVELAKIS – Yiğit ATAK – Jiyan
Ne Değişti? – Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi – Emek Dünyası

High Wolf At Myspace
High Wolf via Holy Mountain
High Wolf Return With ‘Atlas Nation’ By Josiah HUGHES via Exclaim
Dan Berglund’s Tonbruket Official
Dan Berglund’s Tonbruket – Dig It To The End Albüm Eleştirisi – Sami KISAOĞLU – Cazkolik
Dan Berglund’s Tonbruket @ SalonİKSV Konser Eleştirisi – Zülâl KALKANDELEN – Zülâl Müzik
Ketil Bjørnstad Official
David Darling Official
Jon Christensen Informative via Wikipedia
Terje Rypdal via ECM Records
Bjørnstad / Darling / Rypdal / Christensen – The Sea II via ECM Records
Terje Rypdal & David Darling – Eos (ECM – ECM 1263) Album Critic By Sühan GÜRER via DOARC
Behzad Mehrnoosh Official
Behzad Mehrnoosh Artist Page via Last.FM
Behzad Mehrnoosh Informative via The Sirenssound
Sigur Rós Official
Sigur Rós Artist Page via Facebook
Sigur Rós – Inni Album Review By Jake COHEN via Consequence Of Sound

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Seni İzliyor – İç Mihrak
İç Mihrak

>>>>>Poemé
Umuttur – Turgut UYAR

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya’da biterken sözgelişi, şili’de öbürkü başlar

Kaynakça: İTÜ Sözlük

Deuss Ex Machina # 377 – mae llyfr du cyfalafiaeth

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_377_–_mae llyfr du cyfalafiaeth

28 Kasım 2011 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak: 13Melek vs. Deuss Ex Machina
Konuk: Yiğit ATAK – Basatap / Post Express – 13Melek
>1<-Erkin Koray-Meçhul (Diskotür / Sublime Frequencies)
>2<-Kurt Vile-Baby's Arms (Matador)
>3<-Lambchop-Steve McQueen (City Slang)
>4<-Sylvain Chauveau-Et Peu À Peu Les Flots Respiraient Comme On Pleure (Noise Museum / Type)
>5<-Dustin O'Halloran-We Move Lightly (130701 / FatCat Records)
>6<-Beck-Lost Cause (Geffen Records)
>7<-Thurston Moore-Benediction (Matador)
>8<-Dakota Suite & Emanuele Errante-A Worn Out Life (With Cello) (Lidar)
>9<-Julia Kent-Overlook (Important Records)
>10<-Yo La Tengo-The Weakest Part (Matador)
>11<-Low-Tonight (Kranky)
>12<-Vic Chesnutt & A Silver Mt. Zion-Coward (Constellation)

                                         Mae Llyfr Du Cyfalafiaeth
                                                        (377)

Kısacık bir meram sınırlarında günün bunca yüküne, yüklenişine dair bir kelam daha eklemleyebilmek kolay mıdır? Sabahın kör vaktinde başlayıp akşamın pusunda tükeniveren günün koşturmacasından hemen sonra ne kalır ki akılda bu kadar henagemin ortasında. Ne kaldırılır ki insan dediğimiz varlığın, sade vatandaş olarak belletileninin usunda. Neye müsammaha gösterilmiş ki usda biriktirilenin yankısına dair çokça kelam eklentilenebilsin o garip dünyanın sınırlarında. Her şey iyidir hoştur da hala garip olarak tanımlandırılır. Yiyip içmek için emek sarf eder, karşılığında bir ayı bırakınız bir haftayı geçirmesinin, mümkünatların sınırlarında bile kayda geçirilmediği, tespit edilmediği bir kazanımla beraber tüket, tüket son kuruşuna kadar tüket dünyasında elindeki avucundakinden de bir an evvel olabilsin diye ekranın karşısında zihni iyice körleştiren bir dünyanın sınırlarına terki diyar eylenir. O küçücük kutuya göstereceği itimat ve özenle sanki daha güzel bir dünyada yaşadığını sanmasının zemini yoklanır, daimi olduğu üzere. Alışılageldikliği hep bilindiği şekliyle. Kendisinden, yaşadıklarından bir haber kıldırılınca, oralarda gördüklerinden her şeyde bir hayır vardır çıkarsamasına daha mı yakın durması beklentilenir yoksa böyle gelmiş böyle giderciliği bir gelenek olarak devam ettiren erkin bitmek tükenmek bilmeyen buyruklarına olur vermesinin yolları mı arşınlanır. Karar sizin, bizim; hepimizin.

Neticenin bulanıklığı, neticenin okunamazlığı bir yana bu kadar ağır gıybetin pat oradan küt buradan derlenip toparlanıp, ambalajlanıp, taksitlendirilip sunumlandırıldığı bir satıhda düşünmek, ama nasıl? Düşünmek bütün ön yargıları bir kenara bırakıp tamamen sorunun mabadını, merkezini göz önünde bulundururarak, eğmeden, bükmeden, lakinlerle, fakatlarla bölmeden, bölmeksizin tek bir şey için sadece ve sadece doğrunun kendisine vakıf olabilmek için. Bütünleşmiş, bütünleştirilmiş olanın nasıl da kolaylıkla tek bir bakış açısında damıtılmış olan, başka sese bırakınız tahammülü nefes almasını bile istem dışı belleyen bir sistem cangılında neye ne kadar, neye nereye kadar anlam atfederekten bir yol oluşturulabilir. Hap kıvamında haber demeye bin şahit ister şeylerin mevzu büyükmüş gibi sunumlandırıldığı, olması gerekenin değil olmaması gerekenin ekranı, sayfaları, sokakları işgal ettiği, yer yer daha doğru ifadesiyle iğfal ettiği güncellik içerisinde lazımımız gelen basitliğini korudukça meramı daha kolay anlamlandırabilir kılacak aynalamalardır. Meramı daha net bir şekilde çözümleyici kılacak kelamlardır öyle veya böyle. Bu kadar hızlıca ilerleyen bir katarın orta yerinde, kaçırmaya çoktan namzet olduğumuz seferlerin ardından da ahlanıp vahlanmamak için elimizde başkaca bir şansımız kalmış mıdır?

Belleksizliğimizi sağlamlaştırmak adına kurgunun her yerinde ortalığa salınıveren günün en anlamsız lakırdısının saatlerce tartışıldığı, bilmem ne dizisinde cereyan etmiş olay örgüsünün hikayesinden, bağlamından kopartılarak tam bugünün şartlarında neye ikbal ettiğini düşümleyebilmek çabası boşluğun ta kendisi değil midir? Boş zihinleri üretme sistematiğinin pratiği değil midir? Akrep ve yelkovan durmaksızın yer değiştirirken, hareketini sürdürürken griliğin üzerini böylesi hafifletilmiş konularla saklayabilmek hala söz konusu olması bile düşündürücüdür. Hala böyle bahislerin ekranları, hala böylesi çıkarsamaların yazılı metinleri işitsel algıyı “şekil” kazandırır kılması dertlenilesidir. Dert küpünün tam karşılığına yerleştirilebilecek bir konu yığını arasında bu ülkenin önceliklerinin hala neler olabileceğini kesitremeyenlerin, kestirip de işlerine gelmeyenlerin ennn olmadık çıkarsamalara olur vermelerinin, onların peşinde durarak, yollarını gözleyerek hiçbir şey söylemelerinin yegane bedbinliği bizleri yeterince kederlendirmektedir. Ya sizleri? Makus kaderimiz olarak tasnif buyurulanların nasıl apaçık bir biçimde belirli kasıtlar ve kazanımlar çerçevesinde şekillendirildiğini gözlemleyebilmek mümkünken üstelik. Bütün hinlik ortalıktayken üstelik. Bütün aymazlıklar zincirleme bir şekil içerisinde dolaşıma çıkartılırken üstelik. Ciddi ciddi sormak lazım gelmektedir halimiz gerçekten nicedir?

Nereye elini atsan orasında bir mahrumiyet bir can sıkıcı tevatür bir dert çoğaltıcı soruna ulaşılırken, hala bu mümkünken nereye kadar bu ali harikalar diyarında parodisi, trajedisi. Toz kondurmama, toz konduracak olanı işin ehillerine hedef gösterme çabalanışı, didişi. Korkunun yükseltildiği aslolanın anlamlandırılıp detaylandırılmadığı bu güzergahı betimlenebilecek şeyleri bile özenle seçmek, yazmak için oturduğunuz klavyenin, kalemin, defterin başında bile saatlerce tartıp biçerek, ölçüp hatmederek bir şeylere çabalanma bile hala mimlenebilmek için geçerli bir neden olarak sayılıyorsa neyimiz iyiye gidiyordur. Konuşamadıkça, talim ettikçe aynı teranelere bir bakmışsınız ki sesinizi bile işitemez olursunuz. Sesinizden yankılanmaya çalışan doğruların izini süremez olursunuz. Bugün gazetecisinden, emekçisine, öğrencisinden, vekiline, siyasetçisinden sade vatandaşına kadar mahrumiyetleri mütemadiyen güncelleyen, derdest etmek adına her durumu değerlendiren, değerlendirebilen bir ülkenin gerçekliğinde sessizliğin yükselmesinden daha korkunç ne olabilir. Üstten özürlerin, yahu etmeyin biz değil onlar yapmış bu teraneleri sahteciliğinin varlığını bu kadar yıldır sürdüren devlet denilen aygıtın tüm yapıtaşlarının bildiğiniz zehirli şarmaşıklarla donatıldığını öngörebilmek söz konusudur. Gerçekliği bir başka bahara terk ettikçe, önceden kestirilip biçimlendirilmiş mutlak doğruların hakimiyetine olur verdikçe daha farklı bir iklime ulaşamayacağımız artık kesindir.

Çokça hasbıhal eylememize rağmen nasıl da pundu bulundu mu aynı teranelerden yeni yalanlar üretilebildiğinin afaki yansıları istenci örselemeye devam ediyor. Yalanlarla donatılan güncellik, yalandan özürler, yalandan demokrasi söylemleri, yalandan hakikat peşinde koşturmacalar kısacası sahneyi komple unutup her ne varsa sadece kazanım, her şekilde kazanım prensibiyle dönüştüren muktedirlik kelime oyunlarına gerek bıraktırmaksızın karanlığın sınırlarını genişletip, nefes almayı mümkünsüz kılmaktadır. Böyledir. Tahammül eşiğini çoktan aşağılara çekmiş olan algının karşısında betimlenenler birer uyarıdır görmesini bilenler için. Afaki nefretin, boyuna vicdan mahlası! üzerinden enikonu daha fazla giyindirmenin, adaletsizliğin tesisinin, hakkaniyetin ılgasının, sıfır sorunun ne demek olduğunu belleğe hatmettirendir bunca yaşanmışlıklar. Halen yaşatılmaya devam edenler, az aşağıda, az beride, sağda solda çıkıvermeyi hala başaranların, seslerini ve imlerini kaybetmemeye gayret edenlerin dolaşıma çıkarttıkları tümcelerden de teyit edilebileceği yaşanmışlıklar. Yaşatılanlar. Gelip vardığımız nokta başkasının, erkin kazanımlarının yanında sanki ‘dertsizmiş’ gibi gösterilmeye devam edilenlerin nasıl önceliklerinin bulunduğunu da hakkaniyetle anlaşılır kılmaya yetecektir bir kere daha. Bugünümüz bu kadar griyken yarına ulaşabilmenin, yalanlardan kurtulmayı istemek ile sağlanabileceği uzun yolun ilk aşılası engelidir.

Saflığını enikonu yitirmiş, duyarlılığını daimi taca çıkartmış, vicdanının yükünü makus kaderimiz n’apalım diye bellemiş, bu uğurda didinmiş cenahın sunageldikleri ve yapabildikleri şeyleri toplayıp çıkarttığımızda karşımızda dimdik konumlandırılmış bir duvar gibidir yalanlar. Sarılıp, sarmalanıp, her aralıkta olup biteni anlamlandırmak adına kullanageldikleri dilden, kendileri gibi olmayanlara reva gördükleri hiddetten, eşiği aşındıran, başkalaştıran, dönüştüren uygulamalarına, üniformalı vesayetin can yakıcı örneklerinden az çekilmiş gibi yenilerini kervana düzme konusunda yine yeni yeniden çabalanımlara girişenlerin sığınağı haline dönüşen yalanlar. Toptan tahakkümün, iş bu statükonun merkezinde durmaksızın ileri demokrasinin perakende uygulamalarını hayata geçiren!, vitrine yerleştiren, dönüp dolaşıp aynı terabeleri janjanlı ambalajlarla süsleyip yerseniz yapanların fırsat bu fırsattır diyerek hegemonyaları altında unutturabildiklerini bu aralıkta çoğaltabilmek adına el altında tuttukları yalanlar. Dört başı virane, dört başı derbeder, dört başı bunca dert nedir sonu getirilir mi belli olmaz bir akışta, mütemadiyen yinelenen yalanlar. Magazinleştikçe ana akımındaki rotası şaşkın medyasından, şirazesinin, ayarının esas olarak kaçtığı adaletine, gündelik önceliğin değil çok sınırlı sayıdaki mutlu azınlığın çoğunluk karşısındaki kazanımlarını, yaşayışlarını! toz pembelik bir memleket masalı olarak nakletmeye devam edilen, her daim ettirilmeye gayret gösterilmesine aracılık eden yalanlar.

Handiyse ayrılmaz bir parçamız olarak George Orwell’in 1984 yazınının, genişletilmiş versiyonuna zemin sağlayan yalanlar. Kestirilip alıntılanan, her yapının romandakinden daha fazla yıkımı beraberinde getirmesini mümkün kılan yalanlar. Süreklilik, süreklilik adına hangi aymazlıkların önünün açıldığını muştulayan yalanlar. Konuşmanın, fikrine sahip çıkmanın namümkün kılındığı bir zamanın payandası olan yalanlar. Vavelyalarla, gümbürtüye getirilen şeylerin enikonu hepimizin geleceğini şimdiden ipotekleyen, bir yapıya dönüştürüldüğü bu kadar aleniyken, demokrasi tabelasının o da yavaştan, çaktırmadan vidalarının gevşetilmeye çalışıldığı bir süreçtir hasılı kelam, bir sürecin daimi üyesidir yalanlar. Hakkaniyetin unutuşlara, adaletin zaman aşımına, temel hak ve özgürlüklerin bir başka bahara, internet filtresinden tutunuz gerçek sansürün gizlenmesi mümkün olmayan nice örneklemlerine kadar çeşitlendirildiği, sığlaştırılıp, tektipleştirildiği bir ortamda aleni doğruların vakti gelecek midir Doğrunun, yüzleşmenin, köşeleri kırılmamış sipsivri yanıtların yerine başkalarının ikame ettirilebileceği, ayrımcı bakışımların-ben erkim, ben muktedirim ötesi lafı güzaftır çok bilmişliğinin sonunun getirilebilirliği de söz konusu mudur? Bu kadar grinin tonlarının hakimiyetini ilan ettiği bir sahada, bunca tersine işletilmiş algıyı dönüştürebilecek dermanımız, birbirimizi susturmaksızın dinleyebilecek sabrımız, her şeye ve her duruma karşı önce “insan” tavrını kollayacak, koruyacak amasız, fakatsız niyetimiz kalmış mıdır?

Düşüne düşüne ulaşabildiğimiz karşılığını hep muallak menfii bakiyeler olarak edindiğimiz, bunca yaşanmışlıktan sonra bunlar bir kere daha düşünülesidir! Bir kez daha hayatın tüm yalanlarına karşı doğruları savunabilmenin zamanının söz konusu olmadığını her an ve her şart altında gereklilik olduğu belirgindir. nettir. İş bu aralıkta yansıyan mütedeyyin tasvirlerin, yaptırım ve tahakkümlerin hep bir tornadan, salt suskunlaştırabilmek amacı taşıdığı okunabilecektir. Salt, benzerlerini hiç de arattırmayan, düşünsel soluğu, işitsel algıyı ve görsel hafsalayı müdanasız bir yaftalayış silsilesi ile çizgi dışı ilan etmenin karşılığıdır içinde yaşadığımız günlerin tortusu. Sorunları yok sayarak, önemsemeyerek bazı eşikleri çoktan aştık diye buyururken erk aba altından sopa sallamaya devam etmektedir. Yasal zemini, konuşabilirliği engellemeye doymadıkça, her ses çıkartanı muhalif olarak tanımlandırıp, operasyon çatısı altında mahpsulukla buluşturması doğru düzgün iddianamesi olmaksızın yargı önüne iteklemesi, masumiyet karinesini çiğnemek adına ucu boş, çoğu kof binlerce tevatürün yaygınlaştırıldığı, dedikodunun olağanlaştırıldığı b’iklim olağandışılığın normalleştirilmesi sürecinde neleri geride bıraktığımızı, damıtılan olay örgüsü içerisinde her birimizin başına gelebilecekler, fişlemeler, fişteklemeler, el oğlu belletmeler, hain muştulamalar, bu yalanlarla donatılmış en başından bu yana değinmeye gayretkeş olduğumuz demokrasinin yaşatılabilirliğini de tehlikeli bir evreye taşımaktadır:

Yetersizliğin kafi cehaletin ehil, şiddetin müsbet, sorgulamaya gayretkeşliğin kuraldışılık olarak sunulduğu bu satıhda “yüzleşmek” de gösterişli, bol mübalağalı bir piyesten farksız olacaktır. Hakkaniyetin, gerçekliğin önüne çekilen her bir yalan setiyle ne bugünümüz düzgün, ne yarınımız daha iyi olacaktır!…….

İstediğince yalın görünsün göze,
Kuşkuyla bakın
En küçük bir olaya bile!
Sınayın gerekli olup olmadığını,
Hele “alışılagelmiş” türden ise!
Açıkça istiyoruz şunu sizden:
Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni!
Çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli;
Şu kanlı kargaşanın, şu düzenli geçinen düzensizliğin,
Serserice başına buyrukluğun,
Ve insanlarla ilintisini yitirmiş insanlığın
Egemen olduğu dönemlerde kimse demesin:
Doğaldır bu olup bitenler; böyle denmesin ki,
İnanılsın her şeyin değişebileceğine.

Bertolt BRECHT

>>>>>Bildirgeç
Mis gibi sonbahar… İstanbul’un ağaçları güzellikte birbiriyle yarışıyor. Rüzgâr estikçe, bir sokak arasında başımızdan aşağı alev renginde yapraklar yağıyor. O an her ne için koşturmakta isek, bundan çok daha hayati bir şeyler olduğunu anımsatmak ister gibi.

Yaşarken hayatı unutmak, insan denen varlığın tuhaf çelişkilerinden biri. Bir de tabii, kimi zaman hayatı hatırlamamıza izin vermezler çünkü o zaman otomatik pilota bağlanmış rutinimizi sürdüremez, kısa devre yaparız. Misal, o yaprakları fark etmiş ve gülümsemişsek, anılar eşliğinde zamanın içinde ileri geri sürüklenir, o günün sıradan akışıyla hiç ilgisi olmayan şeyler yapmaya kalkabiliriz. Ve düzen, sıradışılıktan nefret eder.

Oysa dünyanın en akla ziyan şeyleri sıradan gerçekliklermişçesine dayatılırken, en çok da bu sıradışı, öznel sığınaklarımıza, bize aslından kim olduğumuzu hatırlatan, kendimizi unutmamıza engel olan boyutlara ihtiyacımız var. Cesaret dediğin de zaten var olana katlanamamaktan başka ne ki?

Operasyonlar sürüyor… Eski milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler, parti mensupları, belediye başkanları, avukatlar içeride. Şafak vaktinde ya da gece karanlığında kırılan kapılar var. Tecavüz edilen mahremler… Sözün tutsaklığında silahlar konuşuyor ve silahların konuşmasını meşru kılan zemin sanki itinayla korunuyor. Oysa ateşkesin barış anlamına gelmediği tecrübeyle sabit. Öfkenin sağaltılması, kinin anlayışa akıtılması hep söze, konuşmaya, birbirini işitmeye ve nihayetinde güvenmeye muhtaç edimler. Bunlar olmadan daha kaçıncı kuşağın hayatını da ipotek altında tutacağız? İşkencede, sürgünde yılları heba edilen koca bir kuşaktan bir özrü, adalet hesaplaşmasını esirgeyerek demokrasiyi hangi yamasından tutturacağız?

Şehrin uzak çocukları

Çocuklar hâlâ daha antlarla güne başlayıp aynı içi boşalmış kalıpları tekrarlıyor. Hâlâ daha düşmanlık dolu satırları tarih bilgisi diye okuyor. Sınavlar yüzünden arkadaş değil, rakip edinip iflah olmaz bir bencilliğin pençesinde kıvranıyor o çocuklar. Şehrin bir yanı koca koca sitelerin steril yalnızlığıyla çevrili. Girişte güvenlik birimleri… Yani, dışarısı, o sınırın ötesi tehlikeli. Böyle yaşanıyor işte. Çocuklar o sitelerin geniş alanlarından okullara ışınlanıyor servis araçlarıyla. Beri tarafta duran İstanbul’u hiç bilmeden İstanbul’da yaşıyor.

Enine boyuna genleşen şehrin uçlarında yokluğa doğan çocuklar da, kondukları alan kadarını tanıyor hayat diye. Eğitim yıllarında başlayan eşitsizlik, kader adı altında doğal bir hale bürünüyor. O doğallığa karşı ya büyük bir öfke ya da kişisel mucizeyle direniyor şehrin uzak çocukları. Ama büyüdüklerinde de içlerinde hep bir rüzgâr esiyor.

Zamanın her şeyi zalimce değiştirdiği bu şehirde hâlâ sürekliliği sağlayansa çarşı pazarlar, küçük dükkânlar ve Arnavut kaldırımı yokuşlar. Oralarda koşturmacalarımızı gülünçleştiren, bizi azıcık soluklanmaya sevk eden sağduyulu bir sükûnet var. Kimsenin acelesi olmayan bir düzlemde, “Nasılsın?” sorusunun karşılığını retorik niyetine değil, gerçek anlamda bir hal hatır sorma olarak yanıtlayabiliyor insan. Kaldırım taşları kim bilir kaçıncı kez ve hangi müteahhidi zengin etmek üzere kırılıp yeniden döşenirken o yamru yumru yokuşlarda tarihin tanığı taşların arasında ot bitmiş. Taşın arasında ot bitebilen bir dünyada insan umuttan vazgeçer mi?

Ama umut dediğin de tutarlılık ister. Bir yanda tarihin acıları gündeme gelmişse ve paylaşılmaya başlanmışsa, o paylaşım her şeye terör gözüyle bakılan, tanımların muğlaklaştığı ve korkunun, tekinsizliğin hava niyetine solunduğu bir ortamda inandırıcılığını yitirir.

Yaşamanın politikası

Hayatın nasıl da küçük ve görece önemsiz ayrıntılarda gizli olduğunu bilen şairler, yaşamanın politikasını sunar aslında. Bu küçük ölçekten yola çıkmadan girişilen büyük dönüşüm projeleri havada kalacaktır nasılsa.

Üzerine titrediği özgürlüğü kerelerce elinden alınan ama kapalı kapılara inat, kalbini başka türlü bir hayat ihtimaline açan Nazım Hikmet, yaşamaya dair öğütlerini yaşanmışlıktan damıttığı için bu denli etkili bu denli unutulmaz.

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.

Kaçak bir güneşin altında elinde çayın sokakta otururken, karşı kıyıları seyrederken bu insani keyfin zûl gelmemesi için aynı anda birilerine hayatın sebepsizce zindan edilmediğini bilmen gerek. Sen görmüyorsun diye, kötülük yok olmaz. Geçmişin acısı, bugün için ders alınmamışsa, gelecekte daha farklı yaşanmayacaksa, sağalmaz. Birbirine uzak kıtalar gibi bakan insanların toplamından halk olmaz. Sevinçte, kederde ayrılanların yaşadığı ortak topraktan da memleket olmaz. Zaman bizi bir bebeğin gevrek kahkahasıyla sınar, onun koca gözleriyle izler. Bir hayatı nasıl yaşadığımız, atalardan miras, çocuklara emanet umutla sınanır en çok. Sabah işe koştururken arabanın motoru üzerinde bıyıklarını titrete titrete uyuyan bir kedi, şahit olur verdiğimiz söze. Yaşamın hakkını verelim her şeyiyle, inat diye…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Karin KARAKAŞLI’nın “Yaşamak Dediğin” başlıklı makalesi bu meram sathının tüm kapsayışına bir ek okuma parçası olarak değerlendirilebilir. Yazarın ve Kronik Muhalif sitesinin anlayışlarına sığınarak metni sizlerle paylaşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #371 (17.10.2011)  
Titreşim / Deuss Ex Machina #372 (24.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Yaşamak Dediğin – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
Büşra ERSANLI: Düşüncelerimizden Dolayı Rehin Alındık – Evrensel
“Rastlardım Avluda Hep Volta Atarken…” – Cnn Türk
Umutsuzlar… – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Gündem – Murat YAYKIN – Birgün
Adil Yargı, Acil Sonuç! – Umur TALU – Habertürk
Bunlar Tanınmamak İçin Kestirmiştir Saçlarını – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Tarihçilere Bırakamayacağımız Şeyler Listesi – Yücel SARPDERE – Evrensel
Bir Kez Daha – Aslı ERDOĞAN – Özgür Gündem
Taksim’den Tek Ses; TMY Kaldırılsın – Etkin Haber Ajansı
Selahattin DEMİRTAŞ: Çocuklara El Konulmasına İzin Vermeyiz – ANF
“Tutuklamaları Normalleştirmeye Çalışıyorlar” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Tutukluları Da Tutuklayın… – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Sabahat AKKİRAZ: Siz Maraş’la Sivas’la Yüzleştiniz Mi? – Bianet
1915: Katiller ve Kahramanlar – Orhan Kemal CENGİZ – Radikal
Vedat TÜRKALİ: Kemalist Rejim Çok Zalimdi – Demokrat Haber
Komutan: Kürtleri Stadyuma Toplayıp İmha Edeceksin – Zeynep KURAY – Birgün
Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz? – Mithat SANCAR Söyleşisi – Arife KÖSE – Altüst Dergisi
Kürtler ve Demokrasi: Bir Kurt Masalı – Nuray MERT – Milliyet
Barış Sürecinin Aktörleri – Mithat SANCAR – Taraf-Düzce Yerel Haber
Hastalıklı Görünümler – Hakan TUNÇ – Jiyan
Erdemli Özür, Kibir Özrü – Selçuk CANDANSAYAR – Birgün
Devlet, Kürtleri Türk Olarak Doğurmak İstiyor – Özgür Gündem
11.018 Gündür Onu Bekliyorlar – Işıl CİNMEN – BiaMag
Çevik ve Zabıta Bir Oldu, 11 Liseliye Saldırdı – Sol.org.tr
İran’ın ‘Vururuz’ Açıklaması, Malatya’yı Tedirgin Etti – ANF
Hayata Dönüş’te Süpriz Tanıklar – Yeşil Gazete
Niye Hâlâ Sosyalistim – Roni MARGULIES – Taraf-Düzce Yerel Haber
Olmazsa Olmaz – İlhan Kamil TURAN – Muhalefet.org
İleri Engizisyon – Kadir CANGIZBAY – Birgün
“Tayyip Erdoğan’a Biat Etmemiş Bir Adamım” – Cumhuriyet
Dersim 1938 ve Bugün! – A.Cihan SOYLU – Evrensel
Dersim’in Gözyaşı Halen Nemlidir – Hüseyin ÇELİK – Muhalefet.org
Bekaroğlu’ndan Dersim Katliamı Bombası! – Cnn Türk
Keşke – Mesut ODMAN – Sol.org.tr
Vicdanın Kabulu Mü, Reddi Mi? – A. Hicri İZGÖREN – Özgür Gündem
Doğayı Koruyanlar Vatan Hainiymiş! – Yeşil Gazete
DİSK: Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında – Bianet
Ülker Sendikalı İşçi İstemiyor – Emek Dünyası
John Bellamy FOSTER: Küresel Yedek Emek Ordusu ve Yeni Emperyalizm – Gerçeğin Günlüğü
Wall Street İşgali, Sınıf Mücadelesidir – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
ay abla – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu

Erkin Koray via Anatolian Rock
Erkin Koray – Meçhul: Singles & Rarities Album Critic By Joe Tangari via Pitchfork
Kurt Vile Official
Kurt Vile – Smoke Ring For My Halo Album Critic By Maura MCANDREW via CokeMachineGlow
Lambchop Official
Lambchop Informative via Wikipedia
Sylvain Chauveau Official
Sylvain Chauveau via Café De Pass
Dustin O’Halloran Official
Dustin O’Halloran – Vorleben Compilation Sampler via FatCat
Beck Official
Beck – Sea Change Informative via Wikipedia
Thurston Moore Official
Thurston Moore – Demolished Thoughts Stream via NPR
Emanuele Errante Official
Dakota Suite & Emanuele Errante – The North Green Down Album Critic via The Ambient Blog
Julia Kent Official
Julia Kent via Son Yudum
Yo La Tengo
Yo La Tengo At Brooklyn Bowl – Yiğit Atak – 13Melek
Low Official
Low – Live On KEXP
Vic Chesnutt via Wikipedia
Vic Chesnutt: A Tragedy Foretold In Song – Louis PATTISON via The Guardian

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
In Cold Blood By SonOfJordan
SonOfJordan’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Yirminci Yüzyılın Portresi – Czeslaw  MILOSZ

Kardeşçe bir özen dolu, gülümsemenin ardında,
Nefret eder, iktidar diyalektiğinin kurbanı gazete okurundan.

“Demokrasi”ye çağırır hep göz kırparaktan.
Yalnızca nefret eder insanın bedensel zevklerinden,
Hiç unutmaz yiyip yiyip çiftleşenleri,
Tümünün boğazını kesivermektir derdi.
Genel öfkeyi durdurmak için önerisi: dans ve garden-parti.

“Kültür!” der  “Sanat!” der, ama bunlarda gördüğü
Bir sirktir, ne fazlası ne eksiği.

Tamamen tükenmiştir, bitmiştir.

Uykusunda ya da ameliyat masasında, “Tanrım, ah Tanrım!” der
Kendisini Mithra ile İsa’ya tapınmayı birleştiren Romalı gibi görür.
Eski inançlara bağlıdır hâlâ bağlıdır, bazen de kendini şeytanın elinde sanır.
Geçmişe saldırırsa da istemez tümden yıkılmasını,
Korkar kafasına başka dayanak bulamamaktan.
İskambili, satrancı, en çok da kendiyle tartışmayı sever.

Bir eli Marx’ın yazılarının üstündedir, ama gizlice İncil okur.
Tükenmiş kilise ayinlerini alaycı gözle izler.
Dekoru: At eti rengi yıkılmış bir kent.
Elinde: Ayaklanmada öldürülmüş bir “faşist” oğlanın not defteri.

Çeviri: Okay GÖNENSİN
Kaynakça: Şiir

Older Entries