Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_362_–_berätta något om nuförtiden vårt kaos

08 Ağustos 2011 Pazartesi gecesi yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique

>1<-Spherique-Snowflakes Catcher (Med School)

>2<-Clarity-Underneath The Leaves (Med School)

>3<-London Elektricity-Elektricity Will Keep Me Warm (Feat. Elsa Esmeralda) (S.P.Y Remix) (Hospital Records)

>4<-London Elektricity-Yikes! (Lung Remix) (Hospital Records)

>5<-Ink-Dr.Umbougu (Feat. BTK) (Renegade Hardware)

>6<-Ink-So Addicted (Feat. Perpetuum) (Renegade Hardware)

>7<-Amit-9 Times (Feat. Rani) (Commercial Suicide)

>8<-Amit-68000 (Commercial Suicide)

>9<-Kinetik & Tre-O-Hollow (Critical Recordings)

>10<-Break-Cold Sweat (Critical Recordings)

>11<-Nickbee & Malk-Go Away (Mindtech Recordings)

berätta något om nuförtiden vårt kaos

(362)

“İnsanın hakikati, sana gösterdiğinde değil, gösteremediğindedir. Bundan ötürü onu tanımak istersen dediklerine değil, demediklerine kulak ver.” Halil CİBRAN

Yapbozun tüm parçaları bir o yana bir bu yana sallanıp, ne yapıp edip göz kırpma süresi içerisinde, el çabukluğuyla gözden ıraka tekabül ettiriliyor. Kayıp ettiriliyor. Kaybedilen her parçanın esas omur ve yapının şekillendireceği ana resmi görebilmemizi bir süreliğine daha rafa kaldırıyor. Engelliyor. Ortaya çıkartılan sözümona mahir yapılandırmalar, biteviye tekrarlarda kendi ezberlerinden bile tiksinir hali elbet yansıtmaya devam eden rutinlerin başatlığında halının altına süpürülüp, – aaa bak orada mıymış parçalar hay aksi komedyası mütemadiyen devam ettiriliyor.

Mütedeyyin kereler olumlandırılabilir olan her ne olgu varsa onu istisnasız yağmalamaya doyamayan, çekiştirip, sündürüp, süründürüp amacından ve doğrultusundan uzaklaştırmaya gayretkeşlik, her teşebbüste olduğu gibi yine aynı kekremsi, küflü, ayak oyunlarını sergilemeyi sürdürüyor. Mütemadiyen standartlar korunur, tabular sabitlenmeye gayret edilirken çığlıkların hemen hepsi yalıtılmaya çalışılıyor, iş bu ahvalin sınırlarında. İşitilmez kılınıyor, muktedirliğin getirdikleri tüm avantajlar sonuna kadar zorlanarak, her türlü b-planı tahrif edilerek, el altından oyuna dahil ettirilen yeni somut engeller bina ediliyor.

Neresinden baksanız orasının eksik, tanımlanması gerekli olan gedikleri ve açmazlarının oluşturduğu delip geçicilik bu kadar afakiyken yapboz mu tek eksiğiniz o kalsınlarla mevzular bağlanmaya çalışılıyor. İyi de hayırlısının ne olması gerektiğini çok önceden kestirip, biçimlendirme, yapılandırma şansını halkın elinden aldıktan sonra bu demokrasi görünümlü otokratizmin kime ne faydası dokunacak. Dediğim dedik çaldığım düdük gittiken sonra, verilen oyların hesabını sorgulamaksızın günü geçirmek neye yarayacaktır. Boşa heba edilen günlerin ardından hangi zihniyet neresini düzeltebilecektir bu kadar yamukluğun. Yahutta varolan yamukluk sadece bize mi görünmektedir nicedir??

Yolundan her daim çıkartılmaya çalışılan çözümlenebilirliği gözardı etmenin kimlere ne faydası dokunacaktır? Daim olan ekmeğini ölümden, zulümden, zulden yana tutup, seçimlerini ona göre yapılandırmakta olan bu kapitalist sofrasının ortasındaki teşvikçilerden başka. Kendiliğinde gelişim göstermeyen, sulandıkça boy vermeyecek olan sorgulanabilirlik şıkkı ne zaman muktedirliğin a’sı, b’si, c’si partileri için geçerli olacaktır. Beraber tutturulan, beraber tozutturulan bu isli, puslu yollarda gündemi al gülüm ver gülüm diyerek, kimi zaman ortalığı yeterince sulandırabilecek, herkesi yine birbirine kırdırıp küstürecek olan vavelyalara terk etmekten başkasına müsammaha göstermeyen bu griliğin kendisi üzerinde düşünme vakti gelmemiş midir? Henüz değil midir?

Bozguna uğratma gayretinde değişmez unsurlar olarak ötekileştirilen, yaftalanan, bu şekilsizliği tescilli müdanasız kinlenmelere havale edilip durulan sadece vatandaş olanların (işin özü muktedir kapsayıcılığından uzakta olan hepimizin) haklarını arama vakitleri gelmemiş midir? Kaçırılmaya doyulmayan, gözden ırakta tutuldukça nasıl olsa unutuşların sonu gelmeyen tarlalarında ufak bir alanı daha nadasa terk ettirecek olan aforizmaların, boşa sarf edilen sözcüklerin, yokyere manşetlenen güzellemelerin değil hakikatlerin konuşulabilirliği önceliğimiz olmalıdır.

Resmi ortaya çıkartcak yapbozun her parçası masadan çalınıp çırpılmaya devam ettirilse de önceliğimiz işte tam da bu kıssadır. Bu kıssanın içerisinde iliştirmeye gayretkeş olduklarımızdır. Körü körüne sabıklığın, dili, nutku tutululmuşluğun lâl olarak ebediyete kadar kalmanın kimselere bir faydası olmayacaktır. Bütün çekimserliği bir kenara terk edebilmekten başlayarak dönüştürülebilir, gelişimi sürdürülebilir bir yarının temelleri ancak sorgulanabilirliği, o şıkın altında sunumlandırılan tüm deneyimleri önyargısız bir biçimde uygulayabilmeye çaba sarf etmekten geçmektedir. Asri zamanın dörtbaşı mahmurmuş gibi duyurulup durulan pembemsi hülyalarının hiçbirimize aynı görünmediğini, eşitlikçi olmadığını tam aksine ayrıştırıcılığının altını çizenin bizahati o söylem yığını olduğunu belirtmeden geçmemeliyiz.

Kriz kelimesini lügatından çıkartan, kendi yanlışlarına karşı olağan olması gereken her türlü ses vermeyi, tepki verebilirliği, tahakküm sınırını zorlayarak oluşturulan her dayatımın temelinden yanlışlıklarını ön plana çekmeye gayretkeşliği manidar bir biçimde ötekisinin sesçisi, ideolojik yaklaşımlar şunlar bunlar diyerek hakir görmeyi sürdüren bu düzen bekçilerinin karşısında hareket alanı daraltılırken mütemadiyen neresinden başlamalıyız sorusu biraz kadük kalmamakta mıdır? Giderek asabiyeti sabıklaşan bir tektipleştirme, tekil, tek bir merkezden yönetilip, yönlendirilen bir gündem heyhulasının içerisinde, yanlışı, doğruyu, eğriyi, düzü, hatalıyı, hatasızı kısaca tersi ve düzünü ayrıştırabilmenin muallakta konulduğu bir evredeyiz. Bir şekilde bulanıklaştırılıp su, esas gündem değil sudan olanlar gözümüze iliştirilip duruluyor. Konu hep kapatılıyor, üzeri bir şekilde örtülüyor.

Kopmakta olan gümbürtülerin hemen hemen her defasında başka bir uyanışı, tepkimeyi, varolan ataleti alaşağı etmesi beklenedururken, sorunların konuşulabilirliği her defasında daha asgariye ve altına çekiliyor. O asgari düzeydir ki son dönemin en gözde kalıplarından birisi olan özet geç lan! ile birebir örtüşük, bağdaşık bir halde götürülüyor. Yanyana, cancana cümbür cinnetin dik yamaçlarında sessizlik sabitlenmeye gayret ediliyor. Ne olay ne olgu vesair sorunların nedenleri hakkında bilgiyi doğru dürüst derinleştirebiliyoruz. Ne de fırsatımız olan şans ve çözümleme olanaklarının ne kadar da kırılgan olduğuna vakıf olabiliyoruz.

O muktedir dilinin pespayeliğinden fazlasıyla nasibini almakta olan güdümlü basınının yansıttıklarında. “Haber” diye önümüze çıkarttığı düzenlemesi çoktan yapılmış, neredeyse Orwell’in hayal dünyasına selam çakan; göndermeler ihtiva eden derdin değil de başka şeylerin olağanlaştırıldığı, yutturulmaya gayret edildiği bir düzlem tanımlandırılıyor. Bedbin olarak adledilmiş her ne varsa muktedirliği dili ile şekillendirilen ona sunulanlarla mutlak eyvallah etmemiz bekleniyor. Bütün beklenti, hap kadar kıvama indirgenmiş o kirli özetleri sindirip unutuşlara bir yenisini ekleyeceğimiz bir yerinde sayma etabına devamlılığı işaret ediyor. Etap bu kadar sığ bir biçime evrildikçe muallağın, doğrunun yerine ikame ettirilme çabasının bir tık daha yükseltildiğini duyumsamak mümkün oluyor.

Kuyular derinleştiriliyor, atılan taşların sayısı çoğaltılıyor ama bunun içinden çıkabilecek personanın düşünselliği mutlak teşebbüslerle açık / kapalı sınırlandırılıyor. Düşün sınırlandırıldıkça olayların, sorunların okunabilirliğinden ziyade kopartılan tantana içerisinde oluşturduğu gümbürtü imi üzerinde hemen her şey yeniden tanımlandırılıyor. Sığlaştırılıp, ıssızlığı tescillendikçe, ayrıştırıldıkça muhalifliğin iç dinamikleri arasında sorunlarını bir türlü çözemeyen, her daim kırmızı çizginin üzerinde duran, bütün hataların kendilerinden kaynaklandığını bir türlü göremeyen, kendi sorunlarından inatla ayrışamayanlar olarak resmedilip, muktedirliğin dayatmalarına karşı çıkamayacaklar nasıl olsa kolaylamasından dem vurduruluyor. O giriftliğe sahip çıkılıyor.

7-24 paramparça edilen algının evet doğrusu sadece budur diyen kırçıllı muktedirin (çamur atıp durduğunu bildiğimiz) özetlerinde saklı duruyormuş noktasına tekabül ettirilmeye çalışılarak bu durum iyice içinden çıkılmaz bir hale dönüştürülüyor. Janjanlı süslerle ambalajlanıp sunulanların ne kadar doğruyu gösterdiği çoğu zaman, tren yol aldıktan sonra usda canlandırılsa da her daim bu pilavın yedirilmeye çalışılmasından artık gına gelmemiş midir? Nereye kadar günü kurtaran birisine bir dakikalar, ötekisine men dakka dukkalar arası bir efenlenmişlik evreninde hizalanmalardan hiza beğendirileceğiz.

Üniformalı vesayetle mücadele ederken, en azından edildiği izlenimini canlı tutacak teşebbüslerin ortasında üniformasız ötekisinden de pek farksız olmayacak yeni bir vesayetin ellerine mi teslim edileceğiz. Ondan buna hizaya geçirileceğiz. Müesses nizamda steril bir biçimde ortaya karışık olarak yapılandırılacak yeni dayatmaların – aman sakın sırayı bozmayın – sonu fecaat olurların sonu gelecek midir? Getirilebilecek, nihayetinde demokrasinin şeklen, sevimli hayalet casper görünümlü olan , oldurulan bu varlığından çok daha hakikatli yaşanılası bir ülke haline dönüşebilecek miyiz?

Olguları çarpıtmaksızın, mahrumiyetlere gebe kalmadan, adalete ulaşabilecek miyiz? Düz ayak, uluorta çadır tiyatrolarında muğlaklığı koruyan dayatımların nefesini sonuna kadar enselerinde hisseden yargının veremediği kararların, açamadığı soruşturmaların, üzerine gidemediği karanlıkların ceremesini, türk, kürt, o, bu; hepimiz ödemeye devam ederken gerçekten vakıf olabilecek miyiz? Eğriliğinin düzeltilmesi beklenirken karanlığının kapsayışı daha da arttırılmaya devam eden linç olgusunun mütereddit teşebbüslerinin geleceğimizi belirsiz kıldığının farkında mısınız?

Müsamere etkisinden zerrece uzakta olmayan sunumlandırmalarla, herkesi kapsadığı varsayılan sözcüklerle bezeli müstesna mozaik temasına sahip, çok renklilik mesajlarının daha masa başından kalkmadan nasıl çiğnendiğini, vurguların kofluğunu belirginleştirildiğini dahası sokağa bir türlü o nazik tümcelerin yansımadığının, bir karşılığının olmadığının idrakına muktedir, destekçisi, avanesi hep beraber idrak edebilecek midir? Bizahati kendi elinin altından icra-ı sanat eylenen!, zulüm örneği Hopa’daki taaruzunun yanısıra, hes’lerin geçtiği, temellendirilmeye gayret edildiği her yerde bu öfkesini yılmadan sunan devletlunun yanında, Sakarya’da kürt işçilerini kovalamaya, Erzurum’da oruç tutmamayı tercih ederek sigarasını yakmaya teşebbüs edene, İstanbul’da uzun yollar tepip belki bir rahat ederim sonunda diye hayal kuran, kaçak, göçek ama adıyla sanıyla nihayetinde bir şekilde yaşama tutunmaya çalışanlara, bizahati galeyana getirttiği, üzerine saldığı vatandaşının münferit! adledilen ayrşımlarının hepimiz için bir felakete doğru meyil ettiğine aymak bu kadar mı zordur.

Özet geç lan diyenler için bu satırlara dahil edemediğimiz, pek çok bilinçli hatanın, üstünkörü geçiştirilen kolaymış gibi önem sırasından düşürülen problemlerimizle yüzleşme vaktimiz hala gelmemiş midir? Nice olacak sonumuz? Küflenmeye iyice yüz tutmuş basmakalıp söz dizimlerine verilen ihtimamın ta kendisini sunanlar bu ülkenin gerçeklikleri için hangi şartlar oluştuğunda harekete geçecek ve tepki verecektir. Unutulmamalıdır ki, renklerimizi, değerlerimizi, inançlarımızı, güvenimizi bir o yana bir bu yana ayrıştırma hevesi, lime lime edip üzerinde tepinmeler inatla sürdürüldükçe, sınandıkça, huzur bu karanlığın kapsayıcılığındaki şimdinin dünyasında mumla aranacak bir olgu olmayı sürdürecektir….

>>>>>Bildirgeç

Dilbazlar Cehennemi – Arif ALTAN*

Mükemmelliği ararken kendi sanatını öldüren ressamlar vardı vaktiyle; şiiri şiirsizliğe, müziği sessizliğe vardıran, bir tutkunun peşinde dünyayı dize getirmek isterken kendi tutkularına esir düşüp aklın öte yakasında sayıklayan dev beyinlere rastlanırdı bir zamanlar. Rutubetli, dökülen çatı katlarında hayata ve ölüme dair kıvılcımlar saçarlardı çürümüş bir dünyanın üstüne. Hayatın akışına ağır gelen ruhlar, kasvet ağırlığınca çöken zamanın üstünde tüyden ayaklarla sekerek ilerleyen yetenekler vardı. Yaptıklarıyla hiçbir zaman yetinmeyen bu ruhları anlayan bilgeler, bilgelerle kadeh tokuşturan delileri vardı bu dünyanın.

Vahşet sürüp giderdi de söze pek kıyılmazdı, kelimeler ilk saf haliyle, kirletilmeden parlardı katillerin dudakları üstünde bile. Akıl oyunlarına tutkularını yatıranlar, uğruna hayatlarını heba ettikleri çıkarların çarkına ruhunu kaptıranlar, yani yaratıkların en düşmüşleri, yani bu dünyanın en acizleri, en kötürümleri, cüzamlıları; onlar bile, büyük çöküşün eşiğinde son nefesini yine sığındıkları kirletilmemiş bir dilin saçakları altında verirlerdi.

Aşkı ararken şiirin doruklarında can veren ozanlar, şiiri ararken bir tutkunun derinliğinde kendini yeniden bulan ve bir tebessümün kıyısında gözünü kırpmadan kendine kıyan insanlar kadar; büyük entrikacıları, saraylarla karanlık arka sokakları birbirine bağlayan gizli geçitlerde koştururken, ince düşünceliliği bir ahlak, mertçe izahı onur meselesi yapan tuhaf düzenbazları olan bir düşler ülkesinden söz edilirdi vaktiyle. Hançerini bembeyaz bir gerdana daldırırken hiçbir şey hissetmeyen, ama bir çocuğun kanayan parmağını sararken dünyanın bütün ıstıraplarını duyan acayip katilleri, kurduğu büyük tuzakları nihai kurtuluş diye sunmaya yanaşmayan, bunu onursuzluk sayan korkunç dolandırıcıları vardı. Öldürürken de, yaşatırken de, dolandırırken de yalanın zirvesinde eğleşirken bile küçük bir çatlak buldu mu, hakikate doğru yuvarlanan, yuvarlanırken hayalinden de derin, iç titreten, gerçeğin ta kalbinden süzülüp dünyayı açıklayan bir çift lafı sayıklayan parlak zekalarla tanışıklığı vardı bu dünyanın.

Dar ağacının altında gerçek şeytanla birlikte bir zavallı günahkar için bile kendinde boğuşma cesareti bulan gözü pek çılgınların, aynı zamanda hem onur hem de acılarla dolu yaşamında, tatlı çileyi çekmeye yeni başlayan bir sanatçının taze tutkusuyla kıyıma girişebilen bu barbar ruhluların dolaştığı sıradışı çağlardan söz edilirdi vaktiyle. Geleceğin büyük umutlarının şimdiki dar olanaklara hiç uymadığını görünce duvarları kaplayan adi kağıtlar gibi yüzü buruşan, hayranlık verici bir ustalıkla yarının hakkını bugünden çıkaran, ama kuyruğu kaptırdığında da kelimelerden anlam aşırmaya hiç yanaşmayan becerikli hırsızların cirit attığı geniş zamanlar vardı. Duygularını nasıl pervasızca gösterirse göstersin, kötülüğün elbisesini hangi göz alıcı taşlarla süslerse süslesin, en büyük fedakarlığı kendisinden ve herkesten gizleyebilenlerin yaşadığı bir dünya. Ve bu dünyada, iğrenç bir alçalıştan ancak çirkin manevralarla yükselebilen, en yükseğe lağımın içinden geçerek çıkabilen, ama en gerektiği anda ömründe bir kez olsun fikrini zikrine uyduran insanlar yaşardı.

Bir düş elbet. Böyle bir dünya hiç olmadı, ama böyle insanları oldu bu dünyanın. İnsandaki bütün duyguların temelinde, hep soylu bir coşkudan doğan bir saflığın olduğuna dair işaretlerin gölgesi çoktan çekildi bu dünyanın üstünden. O delileri, katilleri, hırsızları, yağmacıları, dolandırıcıları, kötülüğünü yüreklice üstlenen o tuhaf insanları bile özlüyoruz. Çevirdiği entrika ne kadar berbat olursa olsun, bugünkü gibi dili kirletmeye hiç yanaşmayan insanların yaşadığı o çağları özlüyoruz. Demokratlarımıza, solcularımıza, liberallerimize, düşün dünyamızın öncülerine, yalanın kapısında bir muhafız sadakatiyle gözünü kırpmadan bekleyen bilgelerimize bakarken, ışıktan çok bir parıltı izlenimi veren, “güzelliğin dostu bir yarı aydınlığın” neden asla gerçekleşmeyeceğini anlıyoruz. Bu ülkede kelimeler bekaretini, dil masumiyetini yitirdi. Zalim iktidarı barışın mucidi, savaş hazırlığını barış seferberliği, kıyameti ve yaşadığımız cehennemi cennetin huzuru diye vaaz eden ışıklı kafalara toslarken, “en iyisi bunlarsa acaba en kötüsü hangisi” diye zihnimiz kendiliğinden iç bulandıran bir kasvetle kendi üstüne kapanıyor. Ve zihnin ışıklarını kapatması, herhangi bir yeni kanun kadar şoke edici.Bu yakadaki kanı donduran o yakadaki dilin zehri. Ama dökülen kan damarda durduğu gibi durmuyor. Çürütüyor, geride berbat bir koku bırakıp çürütüyor her şeyi. Bu çürümüş havadan damıtılan hikmetli sözler tabiatın acılarını dindirmiyor, şu vahşi ıstırapları yumuşatmıyor. Biliriz “namuslu bir insanı bir kez zıvanadan çıkardın mı, o usta bir şeytan olmuş demektir.” Dil bir kez yalan döndü mü, doğruda, ancak kan gövdeyi götürdükten sonra durur. Şimdiki korkunç iyilerimiz, “bütün sorun, görüş sorunudur, bunu kendi çıkarına uydurmayan delidir” diyen o eski zamanların en kötülerini özletiyor.

* Sözcükler varlığını sürdürmeye gayret ettiğimiz bu çevresi belirli sahanlığımızın içerisinde olabildiğince yankınlanmaya devam ediyor. İş bu haftaki meram / notumuzun hemen paraleline yerleştirilebilecek, kaygı ve kavramsal betimlerimizi tamamlamaya vesile teşkil edecek; Özgür Gündem Gazetesi’nin 11 Ağustos nüshasında Arif ALTAN imzasıyla yayınlanan Dilbazlar Cehhenemi başlıklı makaleyi yazar ve Gazete’nin anlayışlarına sığınarak sizlerle paylaşıyoruz.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler

Okuma Parçası

Özgürlük İstiyoruz!

Savaşma Konuş! – 500binradikal.com

Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter

#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Friendfeed.com/ozgurbasin

Dilbazlar Cehennemi – Arif ALTAN – Özgür Gündem

Kurtlar, Kuzu, Demokrasi ve Özgürlük – Bülent SOMAY – Radikal

Dipsizliğin ‘Çılgın’ Hali – Nazım KAYALAR – Atılım

Düşünce Suç Değildir! Düşünenlere Selam Olsun… – Saim BALKAYA – Kronik Muhalif

Başımıza Gelen “Ferdi Olay”lardan – Sennur SEZER – Evrensel

Hangi Tahammül – Ayşe BÖHÜRLER – Yeni Şafak

Hopa’da ‘Çevik Kuvvet’ Tepkisi: AKP Bize Savaş Mı İlan Etti? – Turnusol

Savcı Hopa’da Terör Örgütü (!) Aradı, Bulamadı – Sol Defter

Savaş ve Ceza – Serkan AYDIN – Jiyan

körleşme – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu

Ehli Keyfin Dehşet Rehberi – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün

Tatyos BEBEK: Çatı Partisi TiP Gibi Heyecan Yaratabilir – Ömer ÇELİK – Özgür Gündem

İnsanı Aramak – Hasan KIYAFET – Özgür Gündem

Mehmet Mi, Mahmut Mu; Necdet Mi Işık Mı? – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan

Kim Bu “Sivilleşme” Savunucuları? Ya da Türk Sağı ve “Sivilleşmecilik” – Mahmut ÜSTÜN – Sendika.org

‘Türk Sorunu’ ve Türk Oryantalizmi – Nuray MERT – Milliyet

Cemil Çiçek ve Kürt Meselesi – Murat YETKİN – Radikal

Türk Basınında Sri Lanka Tarzı Savaş Yazarlığı – LermontovC – Yıkıcı Tutku

‘Hükümete Açık Mektubumdur’ – Öcalan – Oya BAYDAR – T24

Şairin Dönüşü – Yıldırım TÜRKER – Radikal 2

Burkay’ın ‘Asimetrik’ Dönüşü! – Vedat İLBEYOĞLU – Evrensel

Bir Sürgün, Bir Gülümseyiş ve Bir Deyiş… – Mehmet SOYLU – Kronik Muhalif

Şair En İyi Kendine Dönendir – Berrin KARAKAŞ – Radikal

ABD Taşeronluğu, Halk Düşmanlığı Makyajla Saklanamaz! – Aktüel Gündem – Sendika.org

AKP Mehmet Ağar’a Dokunmuyor – ANF

Ne Çok Birikmiş – Okay GÖNENSİN – Vatan

Üçüncü Tasfiyenin İzdüşümleri – Soli ÖZEL – Habertürk

Bu Da Kara Propaganda – Can DÜNDAR – Milliyet

Times: Balyoz’un Özü Tahrif Edilmiş Kanıtlar – BBC Türkçe

Dink Cinayeti Davasında Gerekçeli Karar – Bianet

Ermenilere Karşı Halkı Kışkırtmakta Sorun Yok Mu? – Ezgi BAŞARAN – Radikal

45 Öğrenciye Ceza Üstüne Ceza – Atılım

333. Kez Galatasaray’da – Alınteri

Şiddetleri Ortak, Kaderiniz Ortaktır! – Umur TALU – Habertürk

Tunceli’deki Toplu Mezar’da Kemiklere Rastlandı – Bianet

“Vücudunun Yüzde 70’i Su Olan Bir Canlının Nasıl Olur Da İçi Yanar?” – Ardıl Bayram ŞAHİN – Kronik Muhalif

Sınırlarda Koçerler Var Bombalar Altında – Ahmet ÇİMEN – ANF

Kaybedecek Bir Şeyi Olmayanların İsyanı – Murat IŞIK – Özgür Gündem

Londra Suriye Hattı – Süreyyya EVREN – Birgün

“London Is Burning” Kapitalizmi Korkutan Notalar – Özcan ÖZEN – Sol Defter

Tottenham: Neoliberal İsyanlar ve Siyaset İhtimali – William WALL – Jiyan

Göçmenler Arası Olasılıklar, Magna Carta, Yağma ve Yer Kavgası Gibi Şeyler Üzerine.. – Tayfun SERTTAŞ

Türkiye Suriye’de Ne Arıyor? – Aydın ENGİN – T24

Çalışma Hakkının Kaybolması… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam

Kıdem Tazminatı Lafazanları Neyi Gizliyorlar? – Adil YAŞAR – Atılım

Sermayenin Gözü Kıdem Tazminatında – Dosya – Sendika.org

GEA İşçilerinden, Lokavta Karşı Dayanışma Çağrısı – Birgün

Çalışma Bakanlığı ILO’yu Biliyor mu? – Aziz ÇELİK – Sol Defter

Nedim GÜRSEL: ‘Bir Dönemi Sorgulamak İstedim – Arzu DEMİR – ANF

Zil Kalesi’ne Yapılanları Herkes Görmeli! – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag

Gerçeklerin El Meydanı – Kaan SEZYUM – Radikal

Bir Caz Műziği Gibi Gelip Geçmese De Hűzűn! – Eleştirel Günlük – Eleştirel Medya Günlüğü

let me kill you – bettydir – Yasemin Çayı

Spherique At Soundcloud

Spherique Artist Page via Facebook

Clarity At Soundcloud

Clarity Artist Page via Facebook

Clarity Interview & Guest Mix By Edward KEEBLE via Knowledge Magazine

New Blood 011 Informative via Med School

London Elektricity Official

London Elektricity At Hospital Records

London Elektricity – Yikes! Remixes! Review By Ricardo via Fast Forward And Rewind

Ink At Myspace

Ink Artist Page via Facebook

Ink Interview via Resound Sound

Amit At Myspace

Amit Artist Page via Facebook

Amit Artist Page via Commercial Suicide

Kinetik At Soundcloud

Treo Artist Page via Facebook

Break / DNAudio Official

Break At Myspace

Critical Sound Of Drum & Bass Compilation Critic By Andrew RYCE via Resident Advisor

Nickbee Artist Page via Facebook

Nickbee At Soundcloud

Malk Artist Page via Promo.DJ

No Future Compilaton Via Mindtech Recordings’ Soundcloud Page



Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo – Send Promos: misak[æ]dinamo[dot]fm – Makina

Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————

>>>>>Info Go-R-Sel

Antifa Stencil – seven_resist

seven_resist’s Flickr Page



>>>>>Poemé

Şairin Diyalektiği – Bozan YAMAN

1

Şairsen oğlum

Her koyun senin bacağından asılır

Anlat onurlu çelişkisini

Ölüme giderken peşinden sürüklüyor olmanın

Diri bir güzelyaşama umudunu

Anlat bizi gönendir

Söyle hüzünlendiğini saklama

Onu da güzelleştir şair-sen

İstersen yalan söyle

Ama ne yap et bizi inandır

2

Mehmet Oğuz’a

Coşkuyla bağırarak söyler sesinin çıkmadığını

Çünkü şiirdir en uzun konuşması

Nice çiçekler solmuştur kalbinde

Ondandır elini koyarken göğsüne

Bir yaraya dokunur gibi olması

Oysa hüzündür en eski yarası

Delirtecek onu

Adam olmayan adem enflasyonu

Çünkü dostluğu kapitali değil

Onun tek kapitali ise dostluğu

Şaşırtır karışık aşklarıyla beni

Bilmem eskisi mi yenisi yenisi mi eskisi

Bir cebinde ateşten şiirler taşır

Biri boş tabancalarla dolu

Birini doldurup bir gün şeytan

……

Düşündükçe kafam karışır

Düşündükçe uykularım kaçar

Beter olsun koca Ortadoğu

Acılara ağulara kan ve baruta yer var da

Bir bizim başımıza kardeşim

Bir bizim başımıza (mı) dar

3

Göçebe çingene yüreğimin prefabrik yaşantıları

Bir çiçek ömrünce süren ve sonra biten alışkanlıkları

Her güne bir yıldönümü düşürüyor yaşadıklarımdan

Kaç yıl yaşadım / yaşadım mı yaşadıklarımı

Yaşayacak denli yeni baştan

Bir şehri bıraktığımda anlamaz beni çocuklar

Dönsem bir akşam aralasam içerden çocukların içindeki perdeyi

Dokunsam çocuklardaki rüzgâr çan ve güneşe

Dağılır mı ufkumu saran sis

Değişir mi kalma kararındaki cüzzam

Ve gözle görülür tomurcuklanma gitme ağacındaki

Silip bir bir takvimden

Konukluk ve yolculuk zamanlarımı

Eklesem yerleşiklik tarihime

Azığım çantam ve gitme sevincim yerine

Kalmanın ve güneşe doğru yapraklanmanın

Direngen dinginliğini

Çocuklar anlar mı beni

Emekliliği garanti yerleşik ve sigortalı yaşam

Bir aşkın güzelliğine bağlanmak güzeldir diyor

Güzelliklerin aşkına bölünmekten

Benim etinden yiyerek yaşayan tedirgin gençliğimse

İnanmıyor henüz at görmemiş bir çocuğun

Koşarken atlara öykünebileceğine

4

Birkaç solgun anıyla birlikte

Diz çöküp küçük kalemlerle

Sayfaları karaladığım yıllardan

Annemin gözyaşlarına bulanmış

Ayrılık ve özlem türküleri

Benim kimsesizliğimin ürpertileriyle

Uzayan masal geceler

Bir gidenin ardından ilk ağlayışlarım

İlk hıçkırıklarım

Aşk derdinden çok önce tanıştığım

Yoksulluk acısı ve alfabe çetini günler

Geri geldi bir yalnızlık akşamında

Usulca çıkıp üç numara tıraşlı fotoğraflardan

Geride çırpınan yaralı bir kuş

Anımsandıkça ağlanan

Bir geçmiş değil benimki

Ama

kadife kanatlı

kuşlar da

uçuramadım geleceğe

Bir yandan ateşler ekildi ardımdan

Yalınayak geçtiğim yollara

Öbür yandan kefenim oldu taşıdım yüreğimde

Koşarken geriden çağrılma korkusunu

Süt taştı anne ateş söndü çoktan

Birer birer öldü bütün kuşlarım

Yeniden yeniden onarır gibi

Bir yanından kararan eskiyen günlerimi

Üfleme tutuşturamazsın çocukluğumun küllerini

Küller değil

Yavru bir kuşu büyütüp ölmüş kuşlarımın anısına

Ağlamadan ölümüne katlanmayı öğrenmek

Daha iyi ilaç olur gençliğime

5

Hiç takvim kullanmadığı bir başıboşlukta

Çınarlar selviler kavaklar dikti önceleri

Acı biberler fesleğenler ekti uzadıkça yollar

Sonra kır çiçeklerini sevdi mevsiminde

Bir saat ve bir takvim aldığı gün kendine

Bir günlük çiçekler aradı bahçıvan

Buldu ama koklayamadı doya doya

Bütün kokuları ve tatları yitirdiği gün

Döküp yapraklarını solduğu gündü gençliğin

Bahçıvanın son sözleri:

Ömrüm bir günde açılıp solan çiçek

Aynı güne denk getiremedim mevsimini

Yapma çiçeklerde bal arayan yorgun yürek

Yanlış dolaştın geçmişin bahçelerini

6

Yanlış yaşadığına bahaneler uyduran

Solgun bir çiçek değilim

Paslı kilitleriyle dünyanın

Güneşe kapalı kapılarının ardında

Tuzum belki ağızda uysal

Yarada ateşten tadı olan

Güneşe giden yolunda çiçeklerin

Çatlayan bir taşım ortasından

Güneşle rüzgârı oynaştıran salıncağa ip

Paslı kilide anahtar olsam

Kirli suları gizleme özverisiyle nilüferlerin

Ağlasam içime ışık yağsa dışıma yağmur

Çıkrığı kırık bir kuyuyum oysa

Acıyla ve/dalaşıyorum her anla

Yaşamın tuzu küle dönüşüyor dilimde

Yan etkisi intihar girişimi ilaçlarla

Katlanmaya çalışıyorum zamana

7

Dünyanın uzaydan bile çekilirken fotoğrafı

Poz verircesine durmaktır yazmak

Gökyüzünde çıplak yürümek ya da

Herkes durmuş bakarken gökkuşağına

Yaşamın ufkunda ebru yangınları tutuştururken

Gidilmemiş denizlerin şafağı

Gecikmeyi silmek için zamanın haritasından

Çatlatmaktır atını sürüp uçurumlara uçurumlardan

Gece duman olup tütünce şehrin bacalarında

Dağda odun kesenlerin yanık türküleri

Vardiyanın yorgun çeliğinden

Karnında bıçak dansları başlar şairin

Okunaksız bir gömü haritası

Kanatır kemirgen çağrılarıyla uykularını

8

Ayçadan dolunaya

Yapraklanarak seyrini dünyanın

Binlerce yıllık ömrünü taşın

Yuvarlandım çakıla geldim

Kuşlarla ilgilendim bir zaman

İçimdeki göle konup kalkan turnaların

Her seferinde vuruldu biri / uçamadım

Yağmurlarda çürüdü tohumum

Çiçeklerle açamadım

Döndüm insana geldim

Anlayamadım/diyemedim

9

Mademki doğmuşum

Yaşarmışım bir iç kanama olarak

Boşuna sorma artık bana

İstasyon neden bu kadar uzun yazılır

Tren bu kadar kısa

Yanıtını bilsem

Aramazdım yaşamın anlamını

Ölüm masal olsa

Anlardım belki

Yaşamın tekerleme olmasını

Kaynakça: Şiir Feneri