Deuss Ex Machina # 401 – mwen gen plent

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_401_–_mwen gen plent

21 Mayıs 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Christian Naujoks-Diver (Dial)
>2<-Christian Naujoks-True Life , In Flames (Dial)
>3<-Asa & With Joyful Lips-Forgotten (Fent Plates)
>4<-Asa & With Joyful Lips-Francoise (Fent Plates)
>5<-Darkside-A1 (Clown And Sunset)
>6<-Darkside-A2 (Clown And Sunset)
>7<-Skyge-Sarah (Self Released)
>8<-Skyge-Goodbye, Operator (Self Released)
>9<-Clubroot-Hellion (Solace Records)
>10<-Clubroot-Scars (Solace Records)
>11<-Dark Sky-F Technology (Black Acre)
>12<-Dark Sky-Zoom (Black Acre)

mwen gen plent
(401)

dirayetli bir savunuş olan bitene karşı tek bir anlamlı cümle kurarak belki tek bir yorumu öne çıkartarak, bir şeyleri saklamaya gerek duymadan olup biteni mazur görmeden, yok saymadan, anlamazdan gelmeyi zul adlederek, doğrunun peşinde koşup, bir çıkarsama yoluna girişerek söz konusu edilebilir bir ihtimal. ihtimallerin tüketilip, laçkalaştırıldığı, içeriğin küflendirilip enikonu pis kokuların yayılmasına karşın hala bir gülme efektinin zaruri yamalarının nakşettirildiği, ilintilendiği bir sahanlıkta insanlığımızın bekasını göz önünde bulundurduğunuzda böylesi bir edimdir, hamledir belki yolun, gidişatın nasıl meymenetsiz bir rotalama ile yönlendirme ile şekillendirilmesinin gerçekleştirildiğini açık edecek. kelamlar hep yarım yamalak kalıyor. kelimeler hep cılız. gerçek olan biten yürek dağlayıcı olsa da her defasında bir kere daha anlamlandırır kılacak şeyleri iliştirmek giderek daha zor bir merhaleye taşınıyor. tüketilmesinde aceleci davranılan şeylerin arasına vicdanın da eklentilenmesiyle beraber bütün bu cümbür cinnet halin kıyısında dönüp durup ne olması gerektiğine dair çıkarsamalar, tahayyüller v daha fazlasına çabalanmak zaruri bir tekrar edişten daha farklı anlamları olan bir karşılaşmayı beraberinde getiriyor. ne karşımızda yer edinenler derdimizin asıl ne olduğundan haberdar, ne söylemek istediklerimiz hep sandıkları gibi bölücü, ideolojik, mesnetsiz vesaire vesaire çıkarsamalar.

ne bu yolda anlatmak için didişip durduklarımız hayatın anlamına dair çıkarımlar büyük büyük tahayyüller, ne de hor görülesi, kulak arkası edilesi tespitler, vızıldamalar. ne işitiyorsak, ne görüyorsak ona dair bir cümledir hepitopu. ne görüyorsak ne biliyorsak ona dair bir sesleniştir enikonu. kalburüstü, üstünkörü, vızıldaması bol çıkarsaması az bir seslendiriş değildir hiçbir zaman. hemen hiç öyle bir tahayyülün sınırlarına saplanış sözkonusu değildir çabalandığımız. anlamlandırmaya tebelleş olup bir kereliğine yad ediş değildir, adını anıp unutuş hiç değildir. onun içindir ki yarım yamalak da olsa, yarısı havada da kalsa, anlamsal bağlantılamalar, sözel birikitirmeler dahilinde günü, her güne sığdırılan bu kadar yoğun tahakkümün, pejmürdeliğin yarattığı hale dair birer tespit tanesidir. tespit ediştir bir meram kıvamına ulaşmazdan evvel, öncesinde bu sathın dahilinden paylaşılanlar. dedest edilmişliğin, hal v tavrın bozuş, yıkışa getirişin müdanasız olurunun tesis edildiğinin, her pundu bulunduğunda gündemin asıl konuları dururken kıyıdan, kenardan iliştirilen başka başka şeylerin konuşulmasına, günü işgal etmesine “müsammaha” gösterildiği bir satıha bir cümle ile bir şeyler bırakabilmektir belki elzem olan. bunca çabalanımın esasında nedenini oluşturan.

modernleştiğimizi varsayarken giderek yabanileştirildiğimizi, muasırlaştığımızı sözlere katarken bir yandan olabildiğince hızlı bir biçimde ilkelleştiğimizi, sapla samanı ayırmak dururken hala çerçöp ile beslenen hiddet söyleminin arkasına sığınmaktan gocunmayan başımıza dikilmişlerin vavelyalarını işitmeye, taaruzlarına maruz kaldığımız bir güncelliktir enikonu denkleştirmek istediğimiz görüntü. görünenler, yandıklarımızdır. görünenler, içimizi kıyanlardır. görünenler bir çıkarsama hesap kitap olmaksızın ne ile neyi birbirine yakın tuttmaya devam ettiklerini ortaya çıkartan mendeburluğun pek semirmiş olan ibret vesikalarına karşı bir duruş sunabilmektir. bir alternatif. kelimeler yanyana dizilirken hep olduğumuzu her an varsaydığımız o yüksek makamlarımızı, korunaklı dört duvarlarımızı, onore edilmişliğimizi veya yerin dibine sokuluşumuzu bi’arada, kimliklerimizin getirdiklerini bir diğer yana terk ederek sade v sadece insan gözlüğüyle bakabildiğimizde halimizin nice olduğunun aynalanması girişimidir ezcümlesi tüm bu dönüp dolaşıp, denkleştirmek istediğimiz meram kapsamının dahilinde sunmaya çalıştıklarımız… yoksunlaştırıldıkça, sağırlaştıkça, giderek daha fazla muktedirin bezirganlığına kayıtsız kalındıkça dile pelesenk edilmiş tasvirlerin yoğunlukla bir ötekileştirme v hakir görmeler bütününden mürekkep olduğunun, kılındığının tespitidir.

günler devinirken zamanla yalnızlaştırılıp izole edilenin bireysel bir düşün yerine toplumun tüm katmanları üzerinde oluşturulan baskıcı bir tahakkümün vesikalarıyla beraber sonucunda düşünmeme olduğunun, bir başka deyişle malumun ikrarının yol verdiklerinin tasviridir. yerle yeksan edilen, yüz üstü bırakılan, arkası getirilmeyen, sorgusu gerçekleştirilmeyen, tahlili çoktandır unutulan, unutturulmaya namzet olunan şeyleri bir yığın haline getirdiğimizde nasıl bir dar alana kıstırıldığımız enikonu meydana çıkacaktır. çıkmaktadır. bunca yaraya rağmen halen bir şeylerin yolunda gittiği masalının su kaldırabileceğine olan biatın gelişigüzel taşıdığı nokta yarın başıdır. uçurumdur. hepimizi aşağısında tasvirlerine girişildikçe yüreği daha fazla kasvete buladığı resmedilen o cehennemin ta’kendisi olan, tabelası eksik kalmış yar. kendilikliğinden düze hiiç çıkmayacak olan şeylerin nasıl elbirliği, gönül birliğiyle beraber üzerinin örtülmesinin söz konusu edilebildiğini sadece bir kereliğinde düşündüğünüzde manası daha ehemmiyetle vuruculuğunu hissetiren bir bileşen bütünü oldurulan yar. kesinlik v keskinlik ile muğlaklığı değiştirilmez olarak perçinleme gayretkeşliği içerisinde bizler yüzde elliyiz şuyuz buyuz gazının vermiş olduğu, hemen diğerlerinin söyleminden yansıyanların bir şekilde sunularına karşı tecridin, işittirilmezliğin mümkünatına çabalanıldığı bir kara parçasında, karanlığı tesis edenlerin kimler olduğunun intibasıdır belki bir ne oluyor yahu dedirtmeyi başaracak.

bu kadarını hiç tahayyül etmemiştik vay başımıza gelenleri! çat kapı dimağa dank ettirecek. kederli olmayı, kaderle bağlantılamayı istisnasız bir şık olarak sunanların, savlayanların şarlamalarından gizliden açıktan belirgin bir doğrultuya ulaştırdıkları aşılmaz duvarlarımızla, daimi kayıtsızlığımızla, iyi çocuklarımızın yaptıklarını örtebilmek konusunda sonsuz çabalanımımızla hakikatlerinizi duyuramayacaksınız tahayyülünün basbayağı bu sathı etkisi altına almasıdır dem durmak istediğimiz. değme saçmalıkların has müsebbibi olup hırı gürü bol her durum karşısında kinini kusmayı görev belleyen mussolininin takla attıran takipçilerinden nayimşahin beyler gibi donanımlı yerli sürüm vezirlerin boşa doluya aynı nefretten bilenmiş, aynı hiddetten şekillenmiş sözlü taaruzlarının karşısında, biber gazından tutun da copla, dayakla eksiksiz gediksiz polisiyle sunduğu sunabildiği tahakküm zincirlemesinin, edep yoksunluğundan, arsızlık çıtasını kırıp yeni eşikler arşınlayanların sunduklarıdır dikkatinize sunmaya çalıştığımız. bir olacağız derken hep ayrıştırmanın yeni tonlamalarını her durumda bir öteki yaratabilmenin altına imzasını atarak, eskinin eksik gediğini yeni yapacağımız yarım yamalak anayasa çalışmalarının neticesinde yine kadük, yine yeniden işlevsiz bir sonuca ulaştıracak olan çaba v didişiyoruz yahu biz okumasının garabetliğidir belli etmeye çalıştığımız.

topyekün bir değişim, bir sonuç için balkon konuşmalarında sallanıp durulan veciz sözlerin, büyük vaatlerin nasıl dönüp dolaşıp aynı temcit pilavından başka bir kaşıklama, bir zaman öldürücü haline dönüştürüldüğünü meydana çıkartan neticelerdir bu meram sahasında denklemeye çalıştığımız. zehir zemberek sözleri dizip durarak akılara ziyan çıkarsamaları duyumsatarak, biteviye tekrar ederek ensemizde pişirilen bozaların pek de hayırlı olmadığı anlaşılır kılacaktır. gidişatımız hamdolsun cehennemden halliceyken esef duyup utanmayı kendilerine reva görmeyenlerin, işlerine gelmediğinden akıllarına getirmeyenlerin hiddetle ama dikenli, sinkaflı sonu gelmeyen bir öc alma çıkarsamasının lafazanlıklarının tortusu ileri demokrasi vesikamızın ne kadar yalan nasıl da kof olduğunu özetleyecektir. bir taraf olmaya gerek olmaksızın, bir şeyleri görmek için sadece vicdanından geçenleri önemseyenler için. şartlanmışlıklara göre değil, aslının o olduğunu bilenler için durum budur!! olağan hayat akışında, rutinin dehlizlerinde karşı karşıya kalınanların, yüzyüze bıraktırılıp hadi çöz bakalım bu kördüğümü diye tahayyül edilenlerin, o yolla kesiştirilenlerin daha siz söze başkarken devreye girip, necefli marşapadan hallice bir görünümle araya sıkıştırılan, tahakkümlerin çoğulculuğunda bu kadar çokluğunda muktedirce sahiplenilen uyaranlar edimi bir görünüm tamamlayıcısı olmasının yanında kimi neyi ön planda tuttuğunu, dolambaçsız yalın bir biçimde sunumlandıran bir sahanlığı meydana çıkartır.

hiddetin atbaşı gittiğini, şiddetin övüle övüle bitirilmediğini, baskıcı olmanın büyük bir hakediş, derdestliğin münferit, soykırma teşebbüslerinin kaza, lafazanlığın istisnasız bir politik duruş gereği olarak tanımlandırıldığı güncellikte uyaranların, uyarıcıların açtığı perspektif, sundukları özetleyiş, hangi arada hangi derede neler başa musallat edildiğini, bizler ancak birisine yanarken, birisine yoğunlaşırken sahnenin nasıl başkalarıyla donatılabildiğini netleştiren bir görüngü hasıl olur. sistemin getirdikleri sistem diye belletilenin açıklarının kapatılması bir yana, artık yama tutmayacak müdahalelerle nasıl da korunaksız, tel tel dökülen bugünü kurtardık yarın da bir yol bulunur elbette, nasılolsa beklentisinin açıverdiği, vurdumduymazlık bahsinin, çözümsüzlük kararlılığının, tıkır tıkır işleyen demokrasinin bu taraf, bu cephede hemen hiç de öyle olmadığını afişe eden durum v olguların birlikteliğini yalın bir biçimde anlaşılır adleden, çıkarsamayı mümkünatlar dahiline sokandır uyaran silsilesi. cenahın dönüşümünün, gelişiminin bir hakkaniyet uzamındansa, uzlaşı bulunmasındansa hala öcü gelecek hepinizi ham yapacak kurgumasalının absürtlüğüne sırtını dayayan, kısıtlı o aralıktan hareketle iliştirilen, ilişmeye gayret edilen sorunlara karşı dokunursan yanarsın! bahsini diri tutulduğu bir korku tasvirciliği atbaşı gitmektedir.

uyarı olarak betimlenenlerin dünün vesayetinin, bugünün dünyasında yeniden biçimlendirilmiş hallerinin toplamıdır budur. bir ikirciklik türküsü tutturulmasına karşın iki adım ileri apar topar dört adım geri sonra her şey bir daha, bir kere daha yinelendiği, tekrar edildiği kararsız kazımlığın dört nala boyuna servis edildiği bir ülke resmi karşımıza çıkmaktadır. bir fabldan daha fazla hayallerle durumu idare etmeye hazırlıklı ama bir gerçeklik bahsi söz konusu edilebilmesinin hemen hemen çok uzağına tekabül eden hareketlere, çıkarsamalara, yönlendirmelere peyderpey ev sahipliği yapılan bir cenahtır burası uyaranlar kasabası. korkunun olağan, suskunluğun elzem, muhalifliğin dış mihrakın kuklası, endişe etmenin ideolojik, tahlillere girişmenin, teşebbüs etmenin vatan hainliği, bir şeyleri dönüştürmenin ütopya her yeni gün için umut barındırmanın, yük edinmenin fasarya, boş boş laf salatalarına karın tokluğunu ikrarın, örneklerle belleğe kaydetmenin işittirmenin kısacası hayatın yalın gerçeklerini sunma gayretinin provokatörlükten teröristliğe kadar uzanan bir secerede yaftalandığı bir cenahtır burası uyaranlar kasabası. akil olanı değil hep tek bir seçeneğimiz, tek bir çıkışımız varmış gibi gösterilerek  muktedirliğin her olur dediğine, her hedefleyişine, her teşebbüsüne kayıtsız şartsız biatın adının konulduğu yerdir burası uyarmayı, daha iyisi için değil esas resmin sunageldiklerinin önüne kurulmuş karton, kagir, beton duvarların önümüzde sunumlandırıldığı, plastik hayatların kullan at pratiğine teslim olup hemen hiç sorgulamayan, düşünmeyen, durup da neler oluyor bahsini bire türlü açmayan bir ahval, bir sahanlık olarak neticenin bağlaçlarından değerlendirmek mümkündür.

bugünümüz dünümüzden sırtlandıklarımız, ağır yüklerimiz ile yaşam mücadelesinde yeni evrelerin arşınlandığı bir sathtır. kolaylıkla sindirilmeyecek nice tahakkümün, dayatımın pattadanak olurunun, fermanının imzalandığı bir yurttur burası. hizanı bozma, yoldan kazara da olsa çıkma, karşı gelme, direnç gösterme, ses etme, bunca mesnetsizliğe karşı kılını kıpırdatma, ucu sana dokunmuyor fasılasına kan, sürüden ayrılma, niyet et, aklından yürüt ama dillendirme, niyet et, sebat et ama asla delirtici olana karşı vicdani olanı seslendirme, teşebbüs dahi etme, afedersin kardeşim dediğimiz zaman matah bir şeye değiniyormuşuz gibi sevin. bunca yoksayışa, bunca kindarlığa karşın her akşam senin için revize ettiğimiz, haberlere bitmeyecekmiş gibi ekranı zapt ettirdiğimiz salla pati dizilere, sonu gelmeyen yarışmalara takıl seyret v unut gitsin. unut gitsin bütün hüsnü kuruntularını vs. şekillendirilen bir özetin özeti ilave edilebilir sanırız bu bahiste. bahsedişte. görevini layığıyla yerine getirirken ahmet’i mehmet’i birbirinden ayırmadan vuranlara, parçalarına ayrıştıranlara sahip çıkıp sorumluları bulmaktansa tanzim ettik, özür diledik – sormayı terererelerin ekmeğine yağ sürmeyin münasebetsizliklerinin bir şekilde arkasına saklanarak uyarılarını yineleyen haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytanlık olduğundan bahisler açıp dururken kendi tezini ivedilikle çürütmeye böyle amade olanların yurt bildikleri kara parçasıdır. kara parçası diye kakaladıkları yeryüzündeki cehennemimizdir. [sıfır ideolojik tespit]

hakkaniyetin değil yok sayıp tefe koymanın, yaftalamanın, adaletin değil çalakalem bir tasvirin karşılığın, demokrasinin değil handiyse içi boşaltılmış ibret vesikalarına zemin edilen bir yer burası. topyekün tekil bir cümleyle özetlenecekse bu yer, derdin tükenmez, acının sonu gelmez ama muhalif olmanın hala boynunun devrilmesine çabalanılan, tezatlıklarını sergileyenlere dokunursan muhakkak yanarsın yollu bahislerin açılabildiği bir sahanlıktır bu uyaranlar kasabası. sözümona uyarılarını kendilerince yineledikçe daha fazla cana kastın zuhur olduğu bir cinnet ül arzdır burası. eveleyip, geveleyip, lafı döndürüp habire dolaştırıp sonunda kördüğüm kılarak biz başta kime çemkiriyorduk yahu diye ikilemlere düşülen, pespayeliğin, körlüğün dozu arttıkça barışın, adaletin, özgürlük v bilmukabil edimlerin koşaradım boşa çıkartıldığı içeriğinin yok edildiği anlamından uzaklaştırıldığı bir cenahtır burası. cerahat durmadan yaygınlaşmasını sürdürürken hala takıntılı, hala tekçe takıntılıklarla, tanıklık ettirilen zamanın ruhuna bunca iğfal söz konusu edilirken her şey yolunda, her şey rutininde v kararlılıkla ilerliyoruz biz türküsüne sahip çıkıldığı bir ülkede utanç vesikalarından kurtulmaya daha kaç vardır, kaç zaman? komplo teorilerinin, bakınız biz olmazsak takla da da atamazsınız, zararsız gazımızdan da yiyemezsiniz, deprem olduğunda evsiz kaldığınızda saray gibi çadırlarda, konteynırlarda unutulsanız da kalırsınız gibi bir devamlılık silsilesi içerisinde olup bitenin hep o kırmızı çizgilerin dışını arşınlayanlardan kaynaklanıyor okumasının başımızdan eksik etmezliği artık tescilli bitleri görmüyor musunuz?

bunca viranlığın vuku bulabiliyor olması, birer vakia haline dönüştürülebilmesindeki bu yetkinlik gerçekten olup biten karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır veczini doğru çıkartmıyor mu? neresinden başlayıp, nasıl ilerleyesiniz ki utancu çoğaltan hiddeti yücelten, öç almayı hala kan üzerinden söylemlerin haklı bir savaşım, uğraş olmayacağı olsa olsa yaşadığımız yerde azrail temsilciliği olduğunun altını kalınca çizebilelim. ilaveten bir şey yazmaya gerek olmaksızın işittirebilelim. bunca acı bir toprağa yetmezmiş gibi daha kötüleri için kararlılıkla mücadele, bir şekilde taviz vermeden sindirme, dirayet için linç ettirme, yaşatmak için değil öldürmek için çana, ilerletildiği varsayılıp durulan demokrasi olgusunun bunca kadükleştirilmesi hayatın toz pembelikten zifir karanlıpa doğru meyil ettirilmesi kutsanması hiç öi canınızı yakmamaktadır. hiç mi canınızı acıtmamaktadır? gelip vardığımız noktanın ehven bir örnek olmadığı bir çaba neticesinde takdirlik bir seviye olmadığı apaçık ortadayken cana değer vermek, oncu buncu, ötekici berikici diye ayrıştırmadan, buna tenezzül edenlere yüz vermeden, bir aralıkta mümkün olabilecek midir? ceylan önkol, uğur kaymaz, serap eser, orhan, karker, bedran encü, salik ürek vd. turan dursun, uğur mumcu, rahip santoro, hrant dink vd. dağlarda ölen askerler v gerillalar vd. bitmeyen ikilemler hesaplarla kitaplarla hedef göstermelerle ötekileştirilenler her an dış kapının mandalı bellenen, bellenecekler v bu toprağın has bileşenleri olarak yaşam süren sessiz kitlelerin arda kalanları için düşünmek, harekete geçmek, böylesine arsız uyarmalardan gına geldiğini artık duyumsatmanın vakti henüz gelmemiş midir?

edi bese, artık yeter, it is enough, aylevis kı pave. bildiğmiz, unuttuğumuz nice dil ile dur! imine sahip çıkıp söze katmanın, tiradlarını oynayanlara karşı sağlam bir duruş sergileyebilmenin, hayata sadece hayata sahip çıkmanın vakti bu cehenneme döndürülüp her defasında cennet olarak tasvirine girişilen bu yurtta henüz gelmemiş midir…. hala gelmemiş midir?…   

>>>>>Bildirgeç
Neden Kültürel Çatışma? – Erdem İLTER*

Samuel P. Huntington, “Medeniyetler Çatışması” makalesinde Soğuk Savaş sonrası süreçte çatışmaların ideolojik veya ekonomik temelde değil, “kültürel” temelde olacağını belirterek, “Doğu” ve “Batı” medeniyetlerinin kültürel farklılıklarının potansiyel çatışma kaynağı olduğu tezini işliyordu. Buradaki problem, Doğu ve Batı toplumlarının kendi içlerinde yeknesak ve çelişkisiz olmaları gibi bütüncül ve sorunlu bir analizin yanı sıra ayrıştırmayı kültürel kodlara indirgemenin kolaycılığı ve faydacılığında da yatıyor kuşkusuz. (Kültür Savaşı’nın merkezinde dinin olduğunu akılda tutarak devam edelim.) Amerika ’da, 2008 seçimleri öncesinde Cumhuriyetçilerin eski kongre üyesi Robin Hayes, Obama’nın “gerçek Amerikalı” (bkz. Türk Sağı’nın “millet” tanımı/vurgusu) olmadığını, liberallerin çalışan, kazanan ve Tanrı’ya inanan Amerikalılardan nefret ettiğini söyleyerek tartışmayı kültürel alana çekmeye çalışmıştı. Ama Amerikalıların oy tercihini “guns and butters” (ekonomi) ve Irak Savaşı belirlemişti. Obama propagandasını ekonomi, özgürlükler ve Irak Savaşı çerçevesinde yürüterek seçimden galip ayrılan taraf olmuştu.
Türkiye ’de de benzer türden kolaycı, faydacı ve toptancı bir analizin bugün AK Parti tarafından yapılarak, çatışma alanlarının değiştirildiğini ve siyasal mücadelenin sınıflar arası çelişkilerden, ekonomik ve demokratik boyutlarından kopartılarak, ısrarla geleneksel aidiyetler ve kültürel kodlar üzerinden yürütülmeye çalışıldığını düşünüyorum.
Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu ile benzer kültürel kodlara, düşünce sistemine sahip olan ve kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan Erdoğan’ın önünde iki seçenek duruyor. Birincisi güçlü karizmasını ve güvenilirliğini kullanarak toplumu dönüştürmek, ikincisi Türkiye toplumunun mevcut yapısını muhafaza ederek kültürel kodları belirginleştirmek. İkinci seçenek, hep yedekte tutularak, ekonomik ve sosyal ilerlemenin durduğu noktalarda piyasaya sürüldü.
Erdoğan, Türkiye toplumu ve dünyadaki aktörler nezdinde muktedir olarak görüldüğünün ve bunun getirdiği olağanüstü sorumluluğun farkında. En ufak bir zafiyet ve başarısızlık görüntüsünün karizmasını “çizeceğinin” idrakinde (Gülen Cemaati’ne, “hizmet”, bu kadar sert çıkmasının nedeni de burada aranmalı). Erdoğan bu noktada “ustalığını” devreye sokuyor ve kendisini zor durumda bırakacak konuların (özellikle ekonomi ve dış politika) üstünü ülkenin kadim tartışma ve çatışma konularıyla örterek gündem dışı bırakıyor. Bu sayede ana tartışma konularımız kendi tabanı dahil diğer bütün alt sınıfları dezavantajlı konuma düşüren sorunların üzerinden değil, “kültürel çatışmalar” ve modernler-gelenekçiler kamplaşması ekseninde yürütülüyor. Tartışmalar bu minvalde yürütüldüğü ölçüde kendisini geleneksel cenahta konumlandıran büyük kitleye ulaşmak, muhalefet için neredeyse olanaksızlaşıyor. Güncelden örnek vermek gerekirse, geçen haftanın iki önemli meselesinden biri “devlet tiyatrolarının kapatılması” iken diğeri “özelleştirme yasası” idi. Toplumun çok küçük bir azınlığının gündelik hayatının parçası olan tiyatro haftanın ana tartışma konusu olurken özelleştirme yasası gibi bütün toplumu birinci dereceden etkileyen bir konu doğru düzgün gündemde yer almadı bile. Oysa yeni kabul edilen yasayla, özelleştirmeyi Anayasa Mahkemesi bile durduramayacak artık. Bundan en çok patronların ve hükümetin elit kanadının memnun olduğu ve “kamu yararı”nın artık nostaljik bir kelime olarak kalacağı malumunuz. Tiyatro önemsiz bir konu değil fakat bu kavgada muhaliflerin, muhafazakâr milliyetçi cenahta ulaşabileceği, etkileyebileceği bir kitle mevcut değil. Oysa muhalifler, özelleştirme yasasını gündemleştirerek, bütün tabanı iş insanlarından oluşmayan ve toplumun alt katmanlarında geniş bir kitleyi oluşturan AK Parti seçmenine de hitap edebilirlerdi.

Dinsel, kültürel
Erdoğan, kültürel zeminde, “Anadolu’nun bağrı yanık bir çocuğu” olarak eline kimsenin su dökemeyeceğini çok iyi biliyor. Çünkü halkın yüzde 80-85’inin muhafazakâr, milliyetçi ve dindar kodlara sahip olduğu bir toplumda, siyasal gündemi kültürel yapı üzerinden oluşturduğu sürece kaybeden taraf olmayacaktır. Bütün bu dinsel vurgularının, imam hatip meselesini kör göze parmak sokar mahiyette ele alarak rakiplerinin sinir uçlarına, taraftarlarının bam tellerine dokunmasının en önemli sebebi, kültürel alandaki kavgayı sıcak tutmak istemesinin sonucu.
Kültürel çatışma şu ana kadar ufak tefek aksaklıklar dışında gayet başarılı bir şekilde yürütülüyor. Bu başarıda rakiplerinin kendilerini her irrite eden konuda tam da Erdoğan’ın istediği türden tepkiler vermesinin etkisi yadsınamaz. Neoliberal politikaları katıksız yürüttüğü bir dönemde, TÜSİAD ve DİSK’i aynı zeminde buluşturabilen usta bir kabiliyet var önümüzde. Hatırlayacağınız üzere, DİSK 4+4+4 tartışmasında laik prensipler adına sokağa dökülmüş ve ertesi gün gelen yüzde 18’lik doğalgaz zamlarına karşı koymaya mecali kalmamıştı.
Bu dönemin en çok parlayan bakanının Ekonomi, Sanayi veya AB Bakanı değil de, İçişleri Bakan’ı İdris Naim Şahin olmasının bir tesadüf olmadığı böylece açığa çıkıyor. Erdoğan, “endişeli modernlerin” sinir uçlarına dokunan çıkışlarıyla, Şahin ise milliyetçilerin içinin yağlarını eriten ve Kürtleri, solcuları, liberalleri adeta tahrik eden “gaflarıyla”, AK Parti’nin kültürel hegemonyasını geniş sağcı kitle üzerinde sağlamlaştırıyor.
Suriye meselesini Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği üzerinden, bertaraf ederken benzer şekilde Kürt meselesini artık bir hak ve özgürlükler meselesi olarak değil domuz yiyip yememe meselesi, Zerdüşt veya Müslüman olup olmama meselesi olarak tartışmaya açarak bağlamından kopartıyor.

Tarafların keskinleşmesi
Sonuç olarak, hükümet önümüzdeki seçimlerde ve Anayasa yapım sürecinde tartışmaları olabildiğince kültürel kodlar üzerinden yürütecek ve her iki cenahta da safların sıklaşması, tarafların keskinleşmesi için mücadele edecektir. Kültürel reformların sadece örtü amaçlı kullanıldığı tezi tabii eksiktir fakat Erdoğan’ın buradaki mücadeleyi bu kadar sertleştirmesinin ve uzlaşmaz, otoriter bir tavırla yürütmesinin sebebinin pragmatik ve kolaycılığa kaçan yönü kesinlikle gözardı edilmemeli.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Erdem İLTER’in Radikal 2’de yayınlanmış olan Neden Kültürel Çatışma? başlıklı yazını meram sahanlığında seslendirmeye gayret ettiklerimizin tamamlayıcı öğeleriyle dikkatle okunası bir metni oluşturuyor. Fikriyatın derinleştirilmesi, sadece tekil bir doğrudan daha fazlasının varlığına şahitlik v daha fazlası için Erdem İLTER’in v Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza iliştiyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Neden Kültürel Çatışma? – Erdem İLTER – Radikal 2
Kahrolsun Sınır Kaçakçıları – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Yatıyoruz, Kalkıyoruz, Uludere Diyoruz! Ya Siz? – EKolektif
Ayna Ayna Söyle Bana – Işıl CİNMEN – Bianet
Otuz Üç Kurşundan Otuz Dört Bombaya – Doğan DURGUN – Özgür Gündem
Silahlı İktidarla İktidar Sinizminin Buluşması – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Öldürürüz, Zorda Kalırsak Parasını Veririz – Yücel SARPDERE – Evrensel
Hayvanî Üslup – Roni MARGULIES – Taraf – DYH
Uludere ve Kürtaj – Köksal AYDIN – Muhalefet
AKP’li Vekiller: İçişleri Bakanı Görevden Alınsın – Emek Dünyası
Kutsal İttifak – Yıldırım TÜRKER – Radikal
İdris Naim Şahin: Karikatürleştirilmiş Otoriterizmin Karanlık Öznesiyle Mücadele – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Murathan Mungan: Keşke İdris Naim Şahin Yalnızca Bir Şaka Olsaydı – Sibel ORAL – Taraf – T24
Bir Katliamın Getirdikleri – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
Müslümanlar İçin Çağrı – Uludere İçin Adalet
‘Roboski Dosyası Kapanmayacacak’ – İMC
Komutanını Savundu – Birgün
Anayasa Yalanı ve Roboskî Gerçeği – Ayhan BİLGEN – Yeni Özgür Politika
ICAD, Avrupa’da Kayıpları Andı – ETHA
Bir Ülkenin Nurettinleri… – Nuri FIRAT – Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Hades’in Tulgası Ya Da Poşu – Ayşe FIRAT – Bijwenist
Medya Klara’yı Neden Çok Sevdi? – Yetvart DANZİKYAN – Agos
‘AKP Kürde, Kadına, Bilime Düşman’ – ETHA
‘Dink Cinayetindeki Kamu Görevlileri Neden Korunuyor?’ – ANF
‘Yargısız İnfaz Ettiler’ – Agos
Bu İkinci Sürgün – Selçuk ASLAN – Bianet – Yüksekova Haber
Kum, Çakıl Örgüt Şifresi Oldu! – Hişyar Barzan ŞEREFHANOĞLU – ANF
Hoşgörü… İnadına.. – Ferhat KENTEL – Taraf – DYH
Malumun İlamı Meselesi – Mıgırdiç MARGOSYAN – Evrensel
Faşizm Gerçekleşirken… – Gün ZİLELİ – Jiyan
Yaşasın Halkların Kardeşliği – Birgün
Leyla Zana’ya 10 Yıl Hapis – ETHA
Deniz Türkali: ‘Öcalan’a Özgürlük Kürtlere ve Türklere Özgürlüktür’ – Köxüz
Yolcu Otobüsüne Irkçı Saldırı – Emek Dünyası
Anarşi Tutsak Alınamaz – Devrimci Anarşist Faaliyet – Internationala Forum
“Operasyonun Sorumlusu Hükümet” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Yandaş Sermaye Hep Bir Ağızdan ‘Milli Derecelendirme’ Diyor – soL
Ekonominin Suçluları… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Başkanlık Sisteminin Riskleri  – Sivil Anayasa, Riskler ve Olasılıklar – Açık Radyo
Savaş İkliminde Kokan ‘Adalet’! – İbrahim AÇIKYER – ANF
Genel Af Gene Laf Mı? – İrfan AKTAN – Birdirbir
Cezaevi Önünde Eylem – Yeni Özgür Politika
‘Grev Yasak’ Mı Demiştin Başbakan? – Evrensel
Bir Fikri Egzersiz: “Hava Döndü” Mü? – Foti BENLİSOY – Jiyan
Krizde Sol, Solda Kriz – Murat ÇAKIR – Emek Dünyası
Terör û Rerörürü û Jaleciğim – Özgür AMED – Bijwenist
“Durduğumuz Kabahat!” – Hakan TUNÇ – Ajans Amed
Kıvılcım – Sezin ÖNEY – Taraf – DYH
Hâkim Gülünce Sıkıntı Olmaz Sandım – Özgür MUMCU – Radikal
Dersim’de 3 Öğrenci Tutuklandı – İMC
Ülkemin Hakikati – Özgür OKTAN – Şakran 1 Nolu T Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Demokrasi Mücadelesi – Mesut ODMAN – soL
Sísyphos’tan Beter Olmak – Ahmet A. SABANCI – Jiyan
Acının Dibinden – Bülent USTA – Birgün
Suskunlar… – Berxwedan YARUK – PolitikART
“zamansız”ın zamanı mı? – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Omurga Bozukluğu – İlhan Kamil TURAN – Muhalefet

Christian Naujoks’ Official Artist Page via Facebook
Christian Naujoks: “It’s A Very Transparent Approach” – Walter W. WACHT – Electronic Beats
Christian Naujoks Presents “True Life / In Flames” via PlayGround
Asa Official Artist Page via MySpace
With Joyful Lips Official
Asa & With Joyful Lips – FPL003 Preview via Fent Plates’ Soundcloud
Darkside / Clown And Sunset Official
Nicolas Jaar’s Darkside via Gorilla vs. Bear
Darkside – Darkside EP Review By Brian HOWE via Pitchfork
Skyge Official Artist Page via Soundcloud
Skyge via Bandcamp
Skyge & Horcrux – Cabal EP via Horcrux’s Bandcamp
Clubroot Official Artist Page via MySpace
Clubroot / LoDubs Records
Clubroot – Scars/Hellion – Review via MJBlount
Dark Sky Official Artist Page via Facebook
Dark Sky via Twitter
Dark Sky – Black Rainbows EP Review By Shawn REYNALDO via XLR8R

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Lost Looks / Bora ALDEMİR / Flickr
Bora ALDEMİR Flickr Sayfası

>>>>>Poemé
    Cıgarayı Attım Denize – Cemal SÜREYA

    Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
    Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
    Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
    Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
    Alıp yaracak olsa yüreğini
    Şimdi bir güvercinin

    Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
    Önünde durulacak tam elinden tutulacak
    Hangi bir elinden güzelim hangi bir
    Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
    Öbür elinde yetişkin bir günışığı
    Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
    Çalışan insanlar için akşamlara kadar
    Toz duman içinde
    Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun

    Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
    Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
    Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
    Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
    Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
    Bir cıgara atmışsak denize
    Sabaha kadar yandı durdu

    1954
    Cemal SÜREYA
    (Üvercinka)
Kaynakça: Şiir

>Deuss Ex Machina # 286 – Identification With The Enemy: A Key To The Real World

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_286_–_Identification With The Enemy: A Key To The Real World

01 Şubat 2010 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Pantha Du Prince – Black Noise (Rough Trade)
>1<-Akira Kosemura-Light Dance (Schole)
>2<-Aaron Martin-Tilton's (Preservation)
>3<-Aaron Martin-Branch Wheel (Preservation)
>4<-Jürgen Paape-864M (Kompakt)
>5<-Wolfgang Voigt-Zither Und Horn (Kompakt)
>6<-Markus Guentner-Das Haus Steht Leer (Sending Orbs)
>7<-Markus Guentner-Angelpunkt (Sending Orbs)
>8<-Pantha Du Prince-Es Schneit (Rough Trade)
>9<-Pantha Du Prince-The Splendour (Rough Trade)
>10<-Mike Slott-When Giants Meet (Bleep)
>11<-Taz Buckfaster-Au Revoir (Bleep)

Identification With The Enemy: A Key To The Real World (286) – Tereddüt Hallerinde Yol Nereye Çıkacak? Ümit Birikimini Sonuna Kadar Heba Ettiğimizde Rahata Erecek, Huzura Kavuşacak Mıyız? Kendimiz Olmaktan Ne Kadar Zaman Önce Vazgeçip Maskelerimizin Ardına Saklanarak Bu Girift Döngüyü Yaşamaktayız? Yaşadığımızı Varsaymaktayız. Hiç Adil Olmadı Zaman, Direnmek, Hayata Tutunmak, Alıkonulduklarımızla Yüzleşebilmek İçin Hesap Sorabilmek İçin Şimdi Tam Zamanı. Bandista’dan Apartarak; Neoliberalizme Karşı Mücadele, Yalnız Ankara’da Değil, Seattle’da, Porto Alegre’de, Melbourne’de, Cancún’da, Atina ve Kopenhag’da Dolaşan Bir Hayalet, Yeraltının Karanlığı İle Güneş Işığı, Siyaset İle Tarih, Mazi ile Âti Arasında Mekik Dokuyan “O” HAYALET.

>>>>>Bildirgeç
“Gerçek İnsan, Başkasının Yüzünde Patlayan Tokadı Kendi Suratında Duyabilen İnsandır.” José Julián Martí Pérez

Kuru kuruya lafazanlıklar ile birbirine bağlantılanmış çözümsüzlük hikayelerinin, oldurulamazlıklar silsilesinde işleme konulmuş yeni aşılmazlıkların, her yeni hamlede ağıza sakız edilmişçesine istimi alınmamış öfke patlamalarının yaşanır kılındığı bir güncelliği paylaşmaktayız. Zamanın akışı olanca hızlılığıyla sürüyor olsa da bir türlü sonu gelmeyen hengamenin sınırlarındayızdır artık. Ne ötesine ne berisine ne de berhava edilmiş olan geleceğimize zihin yormadan sürüp gittiğimiz bir evredir. Kasvetin, griliğin resmin tamamlayıcısı olmasından öte gerçekliklerle birebir örtüştüğü çıkarsamasına denk düşmüş bir haller bütünü etrafımızı çevrelemektedir. Nefessiz kalışlarımızın resmiyete dökülmesidir bu evrenin içerisinde karşılaştıklarımız. Nicesinden hesap sorulabilirliği unuttuğumuz için, vaat edilmiş olanlar nelerdir tam olarak çıkartamadığımız için, her birimize takdim edilmiş sus payları ile avunabilmenin dayatıldığı bir iklimde görünenler lafı fazla da dolandırmaya gerek bıraktırmadan artık yapılanların birer makyaj hilesinden daha farklı bir şey olmadığına kani olmamıza yetmektedir. O kadar fazlaca tertiplenip düzenlenmiş ki, yılmadan, yeniden, biteviye artık kazınmaya başlayan cildin altından çok daha farklı bir biçimde görünmekte olan yaraların varlığı bile resmen kanıksanmıştır. Somut bir imgelemler dizini çıkarttırılmasından, problemler bunlardır yaşadığımız ama hakikatli çözümlemeleri de vardır diye uğraşmaktansa, yenilemeler altında yapılandırılan hilkat garibeliklerinin birer birer olur olarak tescil edilmesine göz yumulmaktadır. Anlamak için dirayetli olup, kulak kabartmanın elzem olduğu bilinmesine karşın inatlaşa inatlaşa artık o eşiklere geri dönmeyeceğiz yalanlarıyla bir kere daha karşılaştığımız sıvası dökülmeye başlayan, kesif kokuların yayıldığı bir yapılandırmadır sözcükler ile beraber tasavvur etmeye, anlaşılır kılmaya uğraştığımız. Kendilerini halktan ayrıştıranların, yaftalamalar ve sürüsüne bereket ithamlarla birbirlerinin gırtlaklarına, gözlerini iyice karartarak çöreklendikleri bir zamanda hala, ısrarcıl bir biçimde şartsız diyaloğun gerekliliğine zihin yormalıyız. Anlamlandıramadığımız, çözmeye odaklanmadığımız, birilerini sürekli olarak dibine itmeye devam eden bu öğütücü çarkın dişlilerinde yok olmaktansa hiç değilse bu defa sözcüklerimizi kullanarak, zihinlerimizi ortalığa sererek, olan bitenden hicap duymalıyız. Ne kadar kısa sürelerde, nasıl bu kadar fazla içinden çıkılmaz sorunları yaratabildiğimiz için? Hangi aralıkta, hangi vakit bu kadar sağırlaşabildiğimiz için? Zembereğinden boşalırcasına birbirlerine kin kusarak, hedef haline dönüştürmek için döke kıra, ellerinde cd, dosya, metinlerle sorunların esasından kaçmakta olan vekillerimiz bulunduğu için hicap duymalıyız. Birisi olur dediğine ötekilerinin olmazlarını aşamadığımız, kuyuya atılan taşları bir türlü çıkaramadığımız, boşa dört döndüğümüz için hicap duymalıyız. İddianamelerde operasyon olarak tanımlandırılarak, aymazlıkların birbiri peşisıra sunulmasına karşın elikanlıların hinliklerle dolu planlarından ayrı kalamadığımız, üzerimize salınan korkulardan bir türlü ayrışamadığımız için hicap duymalıyız. Cana kast edenleri göremediğimiz, can almışların omuzlarda davulla zurnayla memleketin en hayırlıları arasında anılmasını engelleyemediğimiz için hicap duymalıyız. Gösterilen aba altından sopalar ile yıllardır bir kademe bile ilerlemeyen, dehşetengiz cinayetlerin ardında yer alanlara ulaşılmadığı için hicap duymalıyız. Görmek istediklerinin dışında başkaca fikirlerin varlığı, söze kavuşturulmasına mani olunduğu için, sene 2010 olduğunu da gözönünde bulundurduğumuzda hicap duymalıyız. Hala belirli kriterlerle, faydası olan, zarar gelebilecek diye ayrıştırmalara maruz kaldığımız, bir ucundan da bizlerin tutturulduğunu göz göre göre ısrarla devam dediğimiz için hicap duymalıyız. Listenenler, listelenmemişler, pek yakında listelenecekler denilerek oluşturulan sarmalı, açmazlar bütününe karşı ama şunlar bizden değil ötekilerin tümü bunlardan daha fazla listelenmesi gerekirdi diyerek ayardan ayara koşmaktan yorulamadığımız için hicap duymalıyız. Televizyonların kamu bilgilendirmesinin ötesinde resmi propaganda aracı haline dönüştürülerek, tektipleştirilmesine karşı sesimizi yükseltemediğimiz için, her akşam aynı arka kapakta öyle böyle diyerek iri iri beylik lafların sıralanmasından medet ummayı, kendimizi rahatımızdan ayrı tutmadan sürdürdüğümüz için hicap duymalıyız. Yoksunlaştığımız güncenin içerisinde karşılaştığımız bu kadar esef vericilik, dolu dolu anlamlandırılması gerekli olan zincirleme hatalar dururken, kimlerin nerelerden nasıl kaçırılıp, nasıl cukkalarını doğrulttuklarını ağzımız bir karış açık pür dikkat seyreylediğimiz seçme saçmalar ile beynimizi doldurduğumuz için hicap duymalıyız. Ekranların takip edilesi isimlerinin bile fakatla, amâyla aralarını bir türlü düzeltemediklerinden, yanlışa yanlış demekten bu kadar önyargılı olarak uzak durmalarına makul, mantıklı bir manalandırma getiremediğimiz için hicap duymalıyız.

Birgün her birimiz için geçerli olabilecek hak arama mücadelesinde somut gelişmelerin olmamasına veryansın ettiğimiz, özlük hakları ve işlerinin devamlılığı dışında başkaca bir amaçları bulunmayan, Ankara’nın soğuğunda 50 günden fazladır bunu ısrarla savunmaya devam eden Tekel işçilerine reva görülenler bu boyası iyice dökülen yapının merkezinde önemli bir gediği, hicap duyulası başka bir durumu karşımıza çıkartmaktadır. Somut bir biçimde taraf olmanın böylesi durumlarda gerekliliğini bir kere daha hatırlatmaktadır. Mücadele etmenin zorluğunu, emeğin tam karşılığını bulabilmek için gerekli olan özverinin nereye kadar hayatlarımızı kapsayabileceğini belleğe düşürendir. Göz önüne getirendir. Çekilen cefanın karşılığının tam olarak ne olabileceği konusu hala bir muamma olarak kalmayı sürdürse de, en azından bazılarımız için hayal kurmanın bile imkansızlaştığı bir zamanda ayakta kalabilmenin bayraktarlığını yapmaktadır, 10.000 işçinin tek yürek olmuş direnişi. Kelimesi kelimesine olmasa da ideolojik yaftasının peşisıra kurulan cümleleri çürütürcesine aidiyetlerini ve kimliklerini bir kenara bırakarak tek bir amaç doğrultusunda bugün dahi bütünleşilebileceğini dosta düşmana kanıtlanması Tekel direnişinin harcının bu kadar kuvvetli olmasını sağlamaktadır. Yoksun çaresizliklere tepkisiz kalmaktan, belleksizliğine yenik düşmekten, elindeki iş gücünün anlamından bir haber kalmaktan yitip gittiği düşünülen işçi sınıfının ayrıksılaştırılan seslerini tekrardan anlamını bulması teşebbüsü karşımızdadır. Endişe taşıdığımız bütün öteki konularda olduğu gibi üzerlerine ölü toprağı serpilmeye çalışılan, zamanın unutulanlar çöplüğüne terk edilmesine çaba sarf edilen yoksa daha fenasına hazırlıklı olun diye en başından uyarılarla, tenkitlerle, bizden günah gittilerle nefret dolu, gözden çıkartmaların bir seviyeden sonra hepimizin ortak makus kaderi olacağının bilincine varanların Tekel direnişi için sözlerini sakınmamaları bu günlerde hepimiz için gereklidir. İtham ve yargıların körlemesine bir biçimde genellendirmeler haline dönüştürülmesi, emeğin bugün yaşamış oldukları sorunların daha hakikatli bir şekilde tüm toplum kesimlerince benimsenebilmesi, desteğin artabilmesi için sığınabileceğimiz tek şey bilindik cümleler yerine Tekel işçileri gibi kararlı duruşlara ihtiyacımız olduğudur. Ne ona ne buna yaranmak için değil ne x ne y partinin güdümünde olmadan en doğrusu neyse onu ortaya çıkartmak Tuzla tershanelerinde, kot taşlama atölyelerinde ve maden ocaklarında yaşanan ölümleri, problemleri ve genel anlamıyla emeğin konumunu birbirlerine iliştirebileceğimiz büyük resmin oluşumunu olası kılacaktır. Gördüklerimizin bir hakikat olduğunu, kısa yoldan devlete kapağı atarak, yan gelip yatarak keyiflerini sürme lüksleri bulunmayanların, sendika bürokrasisinde fazlasıyla yer edinmiş renkten renge girenlerden uzakta neyse o halleriyle sadece yaşama tutunma mücadelesi verenlerin varlıkları için nihai adaletin ertelenemeyeceğini belirginleştirmektedir. 4 Şubat günü İstanbul’da Saraçhane Parkı’nda toplanan emekçilerin (tıpkı yurdun dört bir köşesinde olan diğerleri gibi) talepleri de bu beklentileri bütünleştiren bir kareyi karşımıza çıkartmıştır. Direnerek, yasal haklarının sonuna kadar verilmesini koşulsuz talep ederek, biat etmeyerek, hizadan çıkarak muhalefetin kuru kuruya lafazanlıklarla gerçekleştirilemeyeceğini, gerektiğinde taşın altına elleri, yürekleri koymanın elzemliğini de ortaya çıkartmışlardır. Sadede gelmemek için türlü çeşit ajitasyona inatla bel bağlayanların, önce onlar başlattı diyerek hedef saptırmalarına, kulaklarını enikonu tıkamalarına, hiçbir mülkiyetin alamayacağı özgürlüklerinin kendi ellerinde bulunduğu yanılgısında nihai bir sahiplerinin olduğunu ve onların sözlerinden çıkmalarının kendi hayırlarına olamayacağının tehditleri ile doldurulan demeçlerle iyice derdest edildikleri iklimde anlamlı bir “hayır” sesinin yükseltilebileceğini idrak ettirmişlerdir. Eylem sırasında okunan ortak metinde bizim de satır aralarında değinmeye çalıştığımız gibi; “Tekel işçisi lütuf beklemiyor, hakkı olmayan bir şeyi talep etmiyor. Kölelik düzeni olan 4/C’nin içine girmeyeceğim, kimseyi de bu cendereye sokmayın, diyor. Tekel işçisi güvenceli, kadrolu ve örgütlü çalışmak, evine ekmek götürmek derdinde. Sosyal sorumluluk taşıyan siyasetçiye düşen işçileri tehdit etmek değil, taleplerine kulak vermektir.” Vicdan sahibi olanları bir kere daha karar anının yaklaştığı uyarısını yapan bir görünüm kıssadan hisse. Kelimelerin çarpıcılığına sırtımızı dayayıp, öncül ardıl olanların gittikleri yollardan yürümek de bizlerin ellerinde. Ulaşmak için tünelin ucunda yer alan ışığa, ümide koşmakta. Yargılarımız ve mevkilerimizden arındığımızda o kadar insanın yaşamak zorunda kaldıklarını daha rahat çözümleyebilmek, hiçbir şey elimizden gelmiyorsa empati kurabilmek, yadsımadan, yargılamadan karara varabilmek bizlerin insiyatifindedir. Tayfun Er’in 4 Şubat 2010 tarihinde Birgün gazetesinde yayınlanmış (ilk yayın Yeni Harman dergisi) olan Bak, Dövüşenler De Var başlıklı yazısını bir tamamlayıcı okuma parçası olarak sizlerle paylaşıyoruz:

İşçi, kadın, anne ve devrimci sosyalist olarak bizim gurur duyduğumuz Sevim, artık TEKEL işçisi olarak da bir simge olmuş durumda. TEKEL işçileri; sınıf mücadelesinin, muhalefetin nasıl olacağının, burjuva hükümetinin nasıl sarsılacağının dersini veriyorlar
TEKEL işçilerine destek için AKP il binasına yürüyoruz. Belediye İşçisi Gürsel Ulaş da var, “TEKEL İşçisi Yalnız Değildir” diye belki de en içten, en gür sesle o bağırıyor. Biraz önce eşi Sevim Ulaş’ın gözaltına alındığını televizyondan o da izlemiş. Sloganlar arasında Sevim’in görüntüleri konuşuluyor. 70’lerin başından bu yana sosyalist solun kavgasında en önde yer almış emekli işçi bir ağabeyimiz, “Sevim nasıl da itiyordu polisleri” diyor. Herkes görüntülerde dikkatini çeken bir parçayı söylüyor. Kalabalıktan bir ses, polisler tarafından yaka paça götürürken Sevim’in “Kadın polisiniz yok mu sizin?” diye bağırdığını söylüyor. Sevim’in dostu bir kadın arkadaş, gülerek ve gururla “Söyler” diyor. Aklım Sevim’in bileğinde, kısa bir süre önce bir iş kazasında bileği çatlamıştı. “Yatarken” değil, tütün balyasını kaldırırken…
Telefon trafiği sürüyor, Sevim’e ulaşıyoruz, ifade vermek için beklediğini kendi sesinden duyuyoruz. Ankara’daki yol arkadaşlarımız zaten oradalar. Sevim, benim kardeşim ve yol arkadaşım. Üye olduğu sosyalist partinin -ÖDP’nin- İzmir İl Yönetim Kurulu ve Parti Meclisi Üyesi. Fotoğrafta onca polisin arasında görünen Sevim üstündeki beyaz örtü atkı, şal değil kefen. AKP Genel Merkezi’ni bizim jargonumuza göre “basmaya” gitmişler.
Sevim’i tanıyıp da sevmemek mümkün değildir. O, bizim aramızda hep örnek bir devrimci sosyalist olarak bahsettiğimiz birisidir. İşçi, kadın, anne ve devrimci sosyalist olarak bizim gurur duyduğumuz Sevim, artık TEKEL işçisi olarak da bir simge olmuş durumda. TEKEL işçileri; sınıf mücadelesinin, muhalefetin nasıl olacağının, burjuva hükümetinin nasıl sarsılacağının dersini veriyorlar.
TEKEL’in içki kısmı 2004 yılında 292 milyon dolara satıldığında kasasında 348 trilyon TL, deposunda ise 70 trilyon TL’lik içki vardı. Alan şirketler birliği elindekinin % 92’sini 2006’da Texas Pacific Group’a 810 miyon dolara, misliyle büyük bir kâr kazanarak sattı. Özelleştirme adı verilen “organizasyon” sonucu 9 fabrika kapatıldı. Hem üzüm üreticisi hem de TEKEL işçisi mağdur edildi. Özelleştirme yeni bir yatırım değil, sadece servet transferidir. Dolayısıyla sermaye birikimine bir katkı da sağlanmıyor. Satılan TEKEL niteliğindeki işletmeyse, bunu alanlar da TEKEL niteliğindeki şirketler oluyor ve çok iddia ettikleri serbest piyasa yapısı da oluşmuyor.
TEKEL’in sigara bölümü ise 2008’de British American Tobacco’ya satıldı. Bu satış sonrası 5 sigara fabrikası kapatıldı. Perişan olan tütün üreticilerinin sayısı yaklaşık yüzde 60 azaldı, 200 bin ton olan tütün üretimi de 93 bin tona düştü.

EMEKÇİYE SALDIRININ DA TARİHİ VAR
Bir zamanlar bu ülkede tütün üreticilerini savunan, kendinde sınıfın ötesinde kendi için sınıf olanlar da vardı. İzmir’in girişindeki bir duvar reklâmında: “Şehir güzel, kızlar güzel, neden jantlar güzel olmasın” yazıyor. Onların anladığı, dervişin fikri neyse zikri de odur misali medyanın anlattığıyla bilinçlere kazınan anlam elbette başka. İzmir’in asıl güzel kadınları ise başkadır. Onların isimleri söylenmez. Mine Bademci, Urla’da bir bağ evinde 12 Eylül’e karşı direnirken 22 Eylül 1980’de öldürüldüğünde 18 yaşındadır; cansız bedeninde ise 32 kurşun vardır. Buca Eğitim Enstitüsü’nü kazanmasına rağmen okuluna devam etmeyip, tütün işçileri arasında devrimci çalışmaya devam etmiştir. 1962’de Alaçatı’da doğan Mine, tütün ekimiyle uğraşan bir ailenin kızıdır. İşte şimdi Sevim’leri kapitalizmin, emperyalizmin karşısında savunmasız bırakmak için Mine’ler öldürüldü. Tütün kokulu, şiir ömürlü “fırtına kız”ın ağabeyi ve yol arkadaşı Salih Bademci de Temmuz 1980’de öldürülmüştü.
Kuşkusuz mücadelenin de emeğe, emekçilere, safını işçi sınıfının yanı olarak belirleyenlere saldırının da bir tarihi var. 24 Ocak Kararları’yla başlayan emekçilere saldırı, 24 Ocak’ın silahlı hali olan 12 Eylül’le zirveye vardı. Darbeleri, sınıfsal temelinden kopararak burjuvaziyle, sermayeyle bire bir bağını gizlemek istiyorlar. Bürokrasi görece özerk davranabilir, ama sınıflar üstü değildir. Bonapartist rejim, iktidarı burjuvazinin çıkarları adına elinde tutar, ama bunu yaparken sanki sınıflara eşit mesafedeymiş yanılması yaratır.

EKONOMİK MODEL DAYATTILAR
1980 öncesi uygulanan ithal ikameci model de emperyalizmin borç ve sermaye ihracına uygun bir modeldi. İkinci Dünya Savaşı sonrası, sömürgeciler, sömürgelerin ağır masrafları ve bunun karşılığında yüklendikleri risklerin yerine bir başka siyasi model geliştirdiler. Bu elbette sadece sömürgecilerin dış dinamiğiyle olmadı, iç dinamikler de bu yöndeydi. Milliyetçilikte bir patlama oldu ve pek çok devlet ortaya çıktı ve bu devletlerin hemen hepsi de eski sömürgelerdi. Görünüşte bağımsız, özünde bayrak bağımsızlığından ibaret devletler başta olmak üzere, Türkiye de dâhil olmak üzere bir ekonomik model dayattılar: Devlet egemenliğinde, müdahaleciliğinde bir kalkınma. Bunu yaparken de elbette, batıya yetişmek için, Batıyı taklit etmek gerekir dediler. Oysa kapitalizm, Batının kendi iç dinamiğiyle, a priori olarak ortaya çıkan bir sistemdi. Diğer ülkelerde ise a posteriori olarak sunulan bir model vardı ve bu modele uymak da zorunluydu. Bu ülkelerin biçimsel bağımsızlığı, Batı’nın fayda/masraf analizi sonucu karar verilmiş, bir yeni ve içsel sömürgecilik biçimiydi. Oysa o ülkeler zengin olduğu için diğer ülkeler fakirdi zaten. Bir de yalan uydurdular “kalkınma” dediler adına.
70’li yılların ortalarından itibaren kapitalizm yapısal bir krize girdi. Refah devleti, müdahaleci devlet anlayışı, Keynesci ekonomik politikalar gitmiyordu artık. Bu krizden çıkışı da, devletin tamamen ekonomiden çekilmesi gerektiğini ileri sürerek aşmaya çalıştılar. Artık kalkınma sözü ortadan kalkmıştı, sosyal devlet olgusu bitiyordu ve neoliberal dalga esiyordu. Bunu yaparken de o ülkelerin kahve edebiyatı yapan yazarlarını da anormal maaşlarla atlarının terkisine aldılar. Onlar görünürde cahil halka “doğrusunu” öğretiyorlardı. Dün de solcu değillerdi, o yüzden hiç dönek olmadılar.

ULUS DEVLETLERİ BİTİRMEK İSTİYOR
Kapitalizm, geçmişte bir milli pazara ihtiyaç duyuyordu ve bu da ulus-devletle sağlanıyordu. Oysa şimdi “Çok Uluslu Şirketler” (ÇUŞ) dünya sanayi üretiminin yaklaşık yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. Burjuvazi adına küreselleşme denen, sermayenin uluslararasılaşması nedeniyle geçmişte bağımsızlığını desteklediği ülkelerin şimdi de çözülmesini, ulus-devletlerin bitmesini istiyor. Çünkü bu devletlerin işleyişi uluslararası kapitalizmi, emperyalizmi olumsuz etkileyebiliyor. Bu bağımsızlıklar da, IMF, Dünya Bankası aracılığıyla pratikte yok ediliyor. Zenginin şerefi, fakirin ise onuru vardır. Şeref, onuru parasıyla döver.
12 Eylül 1980 burjuvazinin bayram günüdür. Emekçilere, işçi sınıfına ve onların davasını savunanlara karşı kanlı bir darbedir. Bugün TEKEL işçilerine yapılan saldırı, 24 Ocak ve 12 Eylül bilinmeden anlaşılamaz. Kenan Evren, kürsülerden hep işçilerin yüksek ücret aldıklarını söylüyordu. Bir ara garsonlara -amiyane tabiriyle- kafayı takmış, garsonların çok yüksek ücret aldıklarından yakınıyordu. Üniformalı liberalizm, has adamları olan Özal’ı darbe sonrası hemen bakan yapmıştı. Özal döneminde de 12 Eylül’ün emekçilere yönelik saldırı politikaları, birkaç göstermelik uygulama dışında, aynen izlenmiştir. Siyasi olarak da bir süreklilik izleniyor ve Mine Bademci’nin yol arkadaşı Hıdır Aslan, bizzat Özal ve emrindeki ANAP’lıların oylarıyla 1984’te idam ediliyordu. 24 Ocak’ın mimarı Özal açıkça “12 Eylül olmasaydı 24 Ocak programının neticelerini alamazdık” demişti.
O zaman Özal’a övgüler düzenler ki bunlar bütün darbelerin önce kışkırtıcısı sonra da destekçileriydi, şimdi de TEKEL işçilerine saldırıyorlar. Onlar hep aynı tarafta, biz de öyle… Tarihte ne olduysa öyle olması gerektiği için olmuştur, bugün de TEKEL işçileri bir tarih yazıyor ve olması gerekenler oluyor.
24 Ocak’ın Başbakanı Demirel, 60’lı yılların başında dönemin ABD Başkanı Johnson’la, Başkan Yardımcısı iken çektirdiği fotoğrafını oy isterken büyük bir marifetmiş yapmış gibi olarak kullandı. Başbakan oluşunda bu fotoğrafın önemli bir payı vardır.
Sevim, benim kardeşim ve yol arkadaşım. 12 Eylül 2009’da faşist darbeyi protesto ettiğimiz yürüyüşte yan yana yürürken bir fotoğrafımız var. Demirel’in Johnson’la fotoğrafı varsa benim de Sevim’le var. Hayatınızın özeti bazen bir fotoğraftır. O fotoğrafta kimlerle yer aldıysanız, ona göre de “yeriniz” belirlenir.
http://www.yenidendevrim.org/resimler/ekler/7369e37b2aa1404_ek.jpg

Yürüyüşte taşınan fotoğrafların arasında Mine Bademci’nin de fotoğrafı vardı. Sevim Ulaş, bu ne güzel bir soyadıdır ve Sevim’e ne de yakışmaktadır, TEKEL işçisi bir emekçi olarak kendilerine yapılan sınıfsal saldırının kaynaklarını ve saldıranların babalarının kimler olduğunu gayet iyi biliyor. Mine düşüyor, ama şimdi Sevim yürüyor; Mine’nin neden vurulduğunu da bilerek yürüyor. Onlar; Tağmaç, Erim, Talu dediler, biz Mahir, Hüseyin, Ulaş dedik. Onlar Demirel, Evren, Özal dediler, biz ise Mine, Hıdır, İlyas dedik. Burjuvazi ile emekçilerin mücadelesi işte bu, hiç uzlaşamıyor ve hâlâ sürüyor ve sürecek de…
TEKEL’de dibine kadar bir sınıf çatışması yaşanıyor. Bu çatışmayı burjuvazinin CHP, MHP gibi diğer partileri sureti haktan görünmek için ve kendilerince siyasi rakiplerini yıpratmak için kullanmaya çalışıyorlar elbette. İktidarda Derviş’in CHP’si veya Halit Narin’in MHP’si olsaydı, bu kez AKP’liler aynı şeyi yapacaklardı. Burjuvazinin renk katalogunda AKP yeşil, CHP sarı, MHP ise kahverengidir ve hepsi de burjuvazinin tablosunda çeşitli renk ve biçimlerde rollerini oynarlar. Faşizmin ve/veya burjuvazinin emrine kalemlerini kiralamış olanların sanki o işçilerin yanındaymış gibi yapmaları da doğaldır. Bütün bunlar tereddütte bırakmasın, yaşanan bir sınıf kavgasıdır. TEKEL işçileri rüzgârı işçiden yana estiriyor…. Saflar netleşiyor, boyalar dökülüyor…

Not: TEKEL işçilerinin eldiven, bere, çorap, iç çamaşırı, çay, şeker, bardak ve strafor ihtiyacı var. Dayanışma için adres: TAKSAV Atatürk Bul. No: 127/10 Bakanlıklar-Ankara

Tel: 0312-4197318
*Yeni Harman’da yayınlanmıştır.

Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
(Ahmed Arif – Anadolu Şiirinden)Boşlukta yankılanan ümittir bizi ayakta tutan, bu keşmekeşlik sarmalında hiç olmadığımız kadar diri kalabilmemize vesile teşkil edendir. Düşüp de kaldığımız kaldırımlarda, tur bindirilip geride kaldığımız koşullardan yeniden ayağa kalkabilmemiz için el verilmesinin karşılığıdır. Köşeye sıkıştırılmışlığımız karşısında her an ortada görünmeyen ama orada olan bir gediğin açılabileceğini bildirendir. Günün dönüşmeye, hayat akıp gitmeye devam eder iken kayıpsızlığımıza sevinmemize neden olan da bu ümittir. Kaybettiklerimizin değerini bilincimize kazıyarak sıfıra da insek yeniden başlayabileceğimizi zerk edendir dimağlarımıza. Görünen köy kılavuz istemez. Karşılaştığımız ve güncel olanın dahilinde sunulanların, yaşananların, gayret gösterilen, eteklerinden çekilen, sahnede kalması için daha çok çaba sarf edilen ya da her an alaşağı edilmesi için hamlelerin bekletildiği bu sundukları ki biz onu hayat olarak tanımlıyoruz, önümüze çıkarttığı geniş resmin kenarından gördüğümüz hiç ama hiç bir şekilde o direnç noktalarında yalnız olmadığımız, omuz vereceğimiz, omuz alacağımız birilerin olduğunu çözümleyebilmemize imkan tanır. Tekel işçilerinin öncüllükleri ile yaşama tutunmak için sonuna kadar direnebilmenin, ümidi son ana kadar taşımanın gerekliliğini bilahare tekrar etmeliyiz. Koşulların ve şartların giderek daha kötüsüne mahkum ediliyor olsak da, elimizdeki avucumuzda maddiyattan gayrı, onurlu bir yaşam filizinin bulunduğunu, onu ta içimizde taşımaya devam ettiğimiz gerçeğidir kısa girişin ezcümlesi. Yüreklerini karartanların, seslerini bir anda suspus edenlerin, öteki öteki deyip kendisini onlardan uzakta ayrıştırmaya devam eden hayalci yaşayanların, bu sefer olmasa da bir dahaki sefere kendilerine böyle bir hayat piyangosunu vurup vurmayacağı belli olmayanların yüz kızartıcılıkları karşısında sığınılabilecek bir barınak, ümit. Kısa bir görünüm, ufacık bir metin bile bunu anlamlandırabilir, tıpkı geçtiğimiz Pazartesi akşamı canlı olarak yayınlanan Deuss Ex Machina programının başlangıcında alıntıladığımız Turgut Uyar’ın dörtlüğü gibi “Hazırladım hazıra durdum giydirdim gölgemi Kuş çığlığı senin bölgen sorma benim bölgemi Aşklar telef olur gider sokak köpeği gibi Gitsin. Harcansın bazı şeyler. Sen dur e mi” Tek yönden ve tek bakışımdan mümkün olduğunca daha derinlere bakabilmeyi, kimi zaman kısıtlılıkla mümkün mertebe sunmaya gayret eden Makina’nın çarklarını döndürmeye devam ettiğimiz 286. bölüm dahilinde, bu istikamet üzerinden şekillendirilebilecek bir dinlencelik seçkisini oluşturmaya çalıştık. Yönü ve kapsamsallığı ile kelimelerin karşılığına denk düşebilecek, o lazımgelen ümidin tılsımını tanımlandırmaya yardımcı olacak sesler bu kapsamın dahilinde sunuldu. Müziğin alelade bir dolgu olmasından ise gerçekten bize lazım olanları bulabileceğimiz bir çatı olduğu noktasından hareketle, dönüşerek, dönüştürerek ses dehlizleri arasında dolaşmaya devam ettik. Kısa yoldan tanı konulamayacak sorunların, aşılamayacak duvarların, korku öğesi haline dönüştürülenlerin bolluğu karşısında hakkaniyetli bir ümidi tesis edebilmek için müzik, edebiyat ve sinema bizlere beklentiler doğrultusunda en elzem olanı sunacak olduğuna inancımızı korumayı sürdürerek. Makina’da albüm önerisi olarak sizlerle paylaşmak istediğimiz Hendrik Weber ya da bilinen ismiyle Pantha Du Prince bu belirginleştiriciler doğrultusunda minimal techno sınırlarında yapılandırılmış müziklerle beraber yeteri kadar açık ve cesur, tavizsiz bir ses erimini kulaklarımıza sunmayı başarır. Rough Trade’den yayınlanacak olan üçüncü uzun çaları Black Noise’a dair söyleyeceklerimiz ile beraber Pantha Du Prince’i ve onun nadide müziğini takdimimizdir.

Techno insansı olanın makineler ile türetilebilirliğini kanıtlayan bir müzik türüdür. Steril, yeknesak olmayan aksine sürekliliği sağlanan sesler, farklı okumaların, anlamlandırmaların çıkartılabileceğini pek çok kez kanıtlamayı başarmış örnekleri, içeriğinin dahilinde dinleyenlere sunulduğu nice önermeyi barındıran bir müzik disiplinidir. Sesin dönüştürülebildiği müddetçe geliştirilebildiği, ucu bucağı olmayan bir zamane metaforlar tarlası olarak da değerlendirebilmek mümkündür. Özellikle 1990-2000 dönemi dahilinde ortaya çıkartılmış, tanım kazandırılmış olan Amerika’da Detroit’in bayraktarlığını (Kevin Saunderson, Derrick May, Juan Atkins, Robert Hood vd.) yaptığı, Avrupa’da ise Almanya’nın (Wolfgang Voigt, Basic Channel, Thomas Fehlmann, Robert Henke vd.) öncüllüğünü gerçekleştirdiği minimalist kuşağın, techno’nun soy ağacında ilk başta demiş olduğumuz önermeyi geliştiren ve derinleştiren bir bütünlüğü karşımıza çıkarttığını tekrarlamalıyız. Müziğin yetkin bir biçimde pek çok farklı çıkarsamayı beraberinde getirmesinin mümkün olmasını bugün yıllar sonra dinlediğimiz kimi kayıtlarda duyumsayabilmek halâ olasıdır. 2000’li yılların içinde yayınlanmış minimal techno etiketine sahip ama içeriğinin bu geliştirilebilir örnek dizgisinin tamamen gözardı edilerek, tekdüze bir döngünün birbirinin peşisıra ayrı kayıtlarda kullanıldığı yapımlardan uzakta bir kurgu anlam kazandırmaya çalıştığımız. Her dinleyişte yeniden kelimelerin dökülüvermesine imkan sağlayabilecek kadar yetkin bir doğaçlamanın, tadılmamış ses deryalarının kulaklara sunulduğu bir alaşımdır minimal techno. 2002 yılında faal olan X-ist.com sitesi için kaleme aldığımız ilk derli toplu incelememize konuk ettiğimiz Hamburgeins toplamasının ardında yer alan Dial ekibinden birisi olan Hendrik Weber ya da Pantha Du Prince melankolik ses yüzeyleri arasına ilintilediği çoğu zaman çiseltili, puslu ama iç karartmayan, aksine zihin açmakta mahir teorileriyle beraber minimal techno döngüsü dahilinde incelenebilecek yeni bir yolun varlığı üzerinde kurgulamalarını paylaşan bir isim olarak takip edilesi olduğunu salık vermiştik. Minimalist eşiğin bütünüyle gözardı edilmeden yeniden tanımlandırıldığı, Köln Techno’sunun popüler olanla ilintisinden ve Frankfurt ses eriminin kaideleri yıkan yüksek bass destekli döngülerinden ayrıksı bir duruş kulağa çalınmıştı Hamburgeins toplaması aracılığıyla. David Lieske, Paul Kominek ve Peter M. Kersten üçlüsü tarafından temellendirilen Dial dönemin alıp başını giden minimal techno türevi ses odakları arasında heyecan verici bir cevheri tanımlandırmaktaydı. Melodik geçişkenlikler, tılsım barındıran armoniler, hareketli olmayan ama sakil de durmanızın mümkün olmadığı dans edilebilir figüratif çıkışlar ile bugünden farklı olarak taze bir müzik sunumu gerçekleştirilmekteydi. Pantha Du Prince olarak kariyerine devam edecek olan Hendrik Weber’in müziğiyle ilk tanışıklığımız bu toplama albümde yer edinen Glühen 4 ve Panthel namlarıyla kaydettiği parçalar aracılığıyla olur. Elena Lange, Mense Reents ve Thies Mynther ile Bas gitarist olarak yer aldığı, spacepop, artpop grubu Stella’nın üyesi olduğunu çok sonraları tesadüfler neticesinde öğreneceğimizdir. Alternatif müziklerin birbirlerinden aldıkları kuvvetle yeni çekim alanları, yeni önermelere zemin sağladığı günlerden bu yana müziğini geliştirmeye çalışan bir üreticidir Hendrik Weber ya da Pantha Du Prince. Modellenebilir, örnekleştirilip kalıba dökülebilir bir techno estetiğinden uzak, alabildiğince genişletilip, esneyebilen, muhteviyatının tam olarak kesitirilemeyeceği sürpriz seslere her daim şans tanınan bir kurgulama sanatçının müziği için atfedebileceğimiz ilk önerme olacaktır. Kurgu gelişimi dahilinde melodik kesitlerden, deneysel ara yollara, endüstriyel pop figürlerinden, techno’nun dinamik çıkarsamalarına kadar değişkenlerin sürekli yer değiştirdiği bir ses kütüphanesi tanımı sanırız daha hakikatli bir çözümleme için kayıtlar hakkında notlarımızı iletmeden önce yeterli olan ön bilgiyi sağlayacaktır.2004 yılında Dial etiketiyle yayınlanan debut çalışma Diamond Daze pratikte minimal ses eriminin diğer müzikal türler ile bağlantılarının kulaklara servis edildiği bir bütünlük olarak dinleyicilerle paylaşılır. Bir yanı geçmişte biriktirilmiş, dinlenerek özümsenmiş olan seslerle diğer yanı henüz çok yeni duran bir dans müziği ekolünün hemhal ettirildiği bir kurgulama yolu tercih edilir. Sanki bir bulmacanın eksik parçalarını yazar gibi çözümlemeye başladığınız ilk hamleden sonra olabildiğince çözümlemenin kolaylaştığı bir sihirli kayıt karşımıza çıkartır. Minimal techno teorilerinde alışılmış olanın dışında deneysel kesişimler tıpkı Lawrence, Isolée, Markus Nikolai, Superpitcher, Akufen vd gibi dönem içerisinde gelişmekte olan birbirlerinden değişik kolajlamaların paralelinden cesurca bir adım olduğunun altını çizeceğimiz örnekler ihtiva eder Diamond Daze. Albümün açılışında yer alan Suzan, hayatın parçalanmış hikayelerinden bir kesidi arz edercesine durağan ambient tonlu girişin hemen ardından techno sınırlarında cereyan eden karşılaşmaları, yıkımları manidar bir şekilde kulağa taşıyan melodramatik bir enstantane ile perde denilir. Mahir techno seslerinin kudretli yansı ve izdüşümleri arasına serpiştirilmiş olan deneysel betiklerle kotarılmış olan St.Denis Bei Licht, piyanoda türetilmiş olan minimal titreşimlerin techno odağında başka bir yapılandırmaya evrildiği hatta hafiften de olsa dans ettiriciliğin ilk yankısı olan The Right For Romance ile katmanların derinleştirildiğini, müziğin ise giderek daha iyi bir rotayı arşınladığını belirtmeliyiz. Detroit techno mümessiliğini layıkıyla yerine getiren sert endüstriyel basların zuhur eylediği Satin Drone türün klasik unsurlarının yanında bu seslerle nasıl bir deneysellik ortaya çıkartılabilir sorusunun net bir yanıtını barındıran bir ara türetim olacaktır. Bol eko takviyeli spacepop girizgahının hemen ardında bitiveren, saydamlaştırılmış Köln technosu Circle Glider albümün de doruk noktalarından birisidir. Dominik Eulberg’in detaylı doğa seslerinden derleyerek kurguladığı organik techno damıtımlarına yakın duran, açmazlarımızı daha rahat gözlemleyebilmemize imkan sağlayacak kadar bütünleşik, hakkaniyetli ve dinlendikçe anlamlar çıkartabilmenin daha rahat olduğu bir belgesel kayıt olan Butterfly Girl, Diamond Daze albümünde yegane parça seçilmesi gerekli ise tek başına bu yükü taşıyabilecek örnek olarak anılabilir. Cocteau Twins’in benzeşsiz ses eriminde Elizabeth Frasier’ın nefes kattığı özgünlük damarından esinlenilmiş olan Sad Saphire, Pantha Du Prince külliyatının nasıl bu kadar çarpıcı olduğunu yeterince kuvvetli bir şekilde kanıtlayan, belki çok dikkatli dinlediğinizde ikinci bir R.V., Dexter hadisesi olarak da değerlendirebileceğiniz dram / sekansı olarak albümün finaline ulaşırız. Sisler altında kalan bir vedianın canlandırıldığı, gidişlerin ne zaman olacağını kesitemesek de kaçınılmaz olanın vakti geldiğinde nasıl tıpış tıpış o kasvet yükünü çekmeye başladığımızı, hemen herşeyi yeniden gözden geçirmeye hazır olduğumuzu kendimize bile hissettirmeden başladığımız yolculuğu simgeleştiren Glycerine’le son nokta konulur. Anlam kazandırıp, kudretli ses erimlerinde yeniden şekillendirdiği müzikler Pantha Du Prince’in bir prodüktör olarak paylaştıklarını manidar bir şekilde gerçekçi kılmaktadır. Hayattaki kırılmaları ve dönüşümleri gözleyebileceğimiz, arada sırada karşılaştığımız çıkmazları, ışıksız, ıssız kalışlarımızı, kimsesizliğimizi, kederlerimizin çoğaltımlarını her defasında anımsatan yetkin bir tasvirci kimliği karşımıza çıkmaktadır. Hemen yer yaptığı kayıtta, imzasını kondurduğu her bir parçada buna dair detayları hissedebilmek mümkündür. Müziğin bu kadar özümsenmesinin yegane yolu ne kadar da kendimizle bütünleştirdiğimizden dolayı değil midir? Bilim Kurgu yazının mihenk taşı olmuş yazarlarından James Graham Ballard’dan alıntılanmış; kırılgan ama derin bir ışık vardı cümlesinin üzerinde bina edilmiş olan 2007 tarihli This Bliss albümünü bu değerlendirmenin ışığında mercek altına almak mümkün olacaktır. İlk albümün tereddütlü, bazı anlarda lo-fi gürültülerden beslenen yapısının daha kararlı, birbirlerine geçiş paylarının bırakıldığı akustik, elektronik dengesinin kararında ayarlandığı bir düzenek ortaya çıkartır Pantha Du Prince. Sanatsal bir kurgulama, yapıt kaygısıyla anlaşılmaz itici bir önerme olmasındansa herşeyin yerli yerine oturtulacağı, dinlendikçe anlamlandırılabilir detaylara, yorumlara ev sahipliği yapan kaydın açılışını ağırdan alınmış techno döngünsünün sarmalayan zil seslerinden berrak bir kompozisyonun derlendiği ambient-dub-techno Asha çalışmasıyla gerçekleştirilir. İngiliz minimalist kompozitörlerden Robert Skempton’ın yazdığı Saturn Strobe, sanatçının yapmaya çalıştığı sentezi netleştiren, çözümlemeleri kesintisiz bir biçimde uygulamaya geçiren bir örnek olarak anmak mümkündür. Yalın olduğu kadar yenilikçi klasik akımı techno gibi uygulaması ve ilintilenmesinin son derece dikkatli bir biçimde yapılması gerekli olan, ki tersi pek çok örneği resmen yüzüne gözüne bulaştırmış projelerin olduğunu çeşitli kaynakçalarda görülen bileşkede Pantha Du Prince iki farklı müziği birbirine lehimlemiştir. Açık bir biçimde ilan edilen zamane bir manifestodur kanımızca Saturn Strobe. Karanlığın kasvetini yükselttiği, ümidi silip süpürmeye çalıştığı şimdilerde gerçekten lazım olanın kısacık da olsa bir önerme, bir el, bir ses olduğu gerçeğini hatıra düşrümeyi başarmaktadır. Yetkin technoesque döngü endüstriyel gelişimin yanında insanlığımızdan da uzaklaşmamızı, akustik yansılar ve Skempton’ın partisyonu ise tüm bu harala gürele içerisinde nasıl bir sağduyuya ihtiyacımız olduğunu artık hicap duymanın bile resmen reklam edildiği şimdilerde hiç değilse oralara kadar düşülmemesi gerektiğini, herşeyin kararında kalması gerektiğinin sinematografik bir kurgusu sunulur. Albümün daha en başında minimal techno ve ötesi için lalettayin kurguları sınıf dışı bırakmayı başaran bir önerme olur. Derinden yükselen techno döngüsünün evreler aşıldıkça bir gece fonu olmasını sağlayan, tek bir döngü ile yarım saati aşan kayıtlar üretip bunu da minimal techno diye lanse etmeye çalışanlara, shoegaze’den, minimal house’a referans noktaları arasında dolaşmakta olan Walden 2 parçasına kulak kabartmalarını salık verebiliriz. Kırılganlaştırılmış techno nağmelerinin birbirleri arasında paslaştırıldıkları gidip geri dönen döngüler dahilinde, değişkenliklerle albümde atfedilmiş ışık hüzmesinin canlandırıldığı Eisbaden, albümün deneysel alaşımları içindeki öncüllüğü olan, Deuss Ex Machina külliyatının da favorilerinden birisi olmuş White Out parçası akademik minimalizmin dans müziği kültüründe nasıl yeniden şekillendirilebileceğini pek çok mahir öncülü gibi başarmaktadır. This Bliss’in kapanışında bütün çalışma boyunca cereyan eden etkileşime göndermelerin çözüme ulaştırıldığı ışığın hissedilir bir şekilde yansımasının duyumsanabileceği, deneysel kesişimler ile Dial’ın başatlığını yaptığı Hamburg minimalizm ekolünüm temsil edebilecek parçalar arasına dahil olmuş Paranoid Writings-Seeds of Sleep güzellemesi ile final gerçekleştirilir.Her bir kayıt ayrı bir basamaktır Pantha Du Prince için. Kimi zaman hayatta karşılaşılanlara karşı yeni yollar keşfetmek için bir arayüz, kimi zaman bir metinden alıntılan cümlenin yansıttıkları ile tanımlandırılmış dünya tasvirine değişik yaklaşımlar, en olmadık anlarda gözyaşlarına boğulmanıza neden olan ezeli yüklerinizin, acılarınızın aynı anda hep beraber görünür kılınmasını sağlayabilecek kadar ustaca kotarılmış ikrar düzeneği sanatçının çalışmalarını daha özgün kılmaya yetecek kadar çeşitliliği aynı anda suna bir bütünlük karşımıza çıkartmaktadır. Topyekün farkındalılık için önce yürekten dinlemenin, anlamanın, ısrarcıl yaftalara ve susturmalara sarılmadan izahatları işitmenin gerekliliğini duyuran önermeler üçüncü uzun çaları olan ve Rough Trade etiketinden yayınlanmış Black Noise çalışmasıyla yolumuzu kesiştirmektedir. Joachim Schütz (Arnold Dreyblatt Trio) ve Stephan Abry (Workshop)’nin Hendrik Weber’e eşlikleriyle derlenen saha kayıtlarından alt yapısı oluşturulan Black Noise albümü günlük kakafoninin duyumsatmadıklarını, izansızlığı, kötü hallerin tümüne dair nitelkli, söz söyleme gereği hissettiren bir belgesel kayıt haline dönüştürülür. Taşlar yerleştirildiğinde ortaya çıkan imge farazi bir kurmacadan çok daha hakiki bir görünüm olarak dinleyicinin beklentilerine yanıt bulabileceği bir kayıt haline evirir Black Noise albümünü. Minimal techno’nun doğal seslerle bütünleştirilerek yeniden tanımlandırıldığı, kullanılan zil seslerinin drone tınılarına dönüştürüldüğü Lay In A Shimmer parçasıyla dinlencelik başlatılır. Elektro-akustik tını hüzmelerinde derlenmiş olan kesitlerin, techno vurgusuna haiz ritmlerle dansının canlandırıldığı Abglanz, Chk Chk Chk’ten Tyler Pope’un bas gitarıyla konuk olduğu ve programımız içerisinde paylaştığımız The Splendour parçası “indielektronika” kırması seslerden mürekkep bir dinlencelik olarak, giderek yükselen bir dans döngüsünün içerisine dinleyiciyi etkileşimli bir biçimde davet eder. Techno’nun değişkenliği üzerine oldukça ilginç bir deneysel kayıt olarak albümde yer edinen ve Panda Bear’den Noah Lennox’un kendi yazdığı vokalleriyle konuk olarak yer aldığı Stick To My Side, doğaçlama havasıyla popüler kültür klişelerini iğneleyen, Pantha Du Prince öncesi Stella günlerine bir selam olarak da düşünülebilecek yapısıyla Black Noise’da ön plana çıkmayı başaran kayıtlar arasındaki yerini alır. Detroit Techno’nun uzun zamandır unuttuğumuz bereketli, emek verilmiş ses kolajına, endüstriyel tınılarla beraber kotarılabilirliğine dair yetkin tasarı Satellite Sniper, albümden hemen önce Dial etiketinden yayınlanmış kısaçalardaki versiyonu 12 dakikayı aşan, krautrock’ın techno ile bileşiminin en ulaşılabilir örneklerinden Behind The Stars’ın yenilenmiş düzenlemesi gibi sadece belirli başlı müziklerle haşır neşir olmayan, kulağı değişik, türetilebilir seslere meraklı olanları yeterince tatmin edecek bir güzelleme olarak Black Noise’da yerini alır. Dünyanın bugünkü haline dair çıkarsamaların canlandırıldığı kullanılan zil seslerinin bir uyarı aracı olarak parçanın merkezine konumlandırıldığı Welt Am Draht parçası, aynı zamanda Rainer Werner Fassbinder’in 1973 yılında Daniel F. Galouye’un ‘Simulacron Three’ romanından yola çıkarak senaryolaştırdığı yapıma ithaf edilmiş film müziği olarak görülebilecek, kuvvetli bir aforizmadır. Black Noise dahilinde drone ağıdına dönüşen Im Bann parçası gibi uzun bir süre etkisinden kolay kolay kurtulamayacağınız yüzeylerle karşılaşabilirsiniz. Albümün kapanışını gerçekleştiren Es Schneit, bütün bu saha kayıtları ile derlenmiş olan, oradaki, ama dikkat edilmedikçe fark edilmeyen kara seslerin belirginlik kazandırıldığı nefesi kuvvetli bir pop ambient kurgusu olarak son dönemeci tamamlar. Pantha Du Prince’in Dial çatısı altında yayınlanan kayıtlarından bu yana gelişimini sürdürdüğü bir müziğin mihmandarlığını yapmaktadır. Gürültünün iyice dibe çekildiği sabah saatlerinde dinlenildiğinde daha fazla manalar yüklenebilecek Black Noise gibi albümler, enikonu sığlaştırılan minimal techno müziği için henüz herşeyin bitmediğini gösteren bir nitelik kazanmaktadır. En zor anlarda bile hayata yeniden tutunabilmek için dirayetli olmanın gerekliliğini çözümleyen sesler muhteviyatının dinlencelik listenize farklı olana dair dönüşümü sağlaması temennisiyle…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Bak, Dövüşenler De Var – Tayfun ER – Birgün
Aman Oyuna Gelmeyin! – İçeriden Kumandan – Erkan GOLOĞLU – Radikal
Tekel Direnişi ve Yetim Hakkı? – Mehmet YUSUFOĞLU – Sendika.org
Tekel İşçileri Bu Ülkenin “Turnusol Kağıdı”dır! – Mustafa SÜTLAŞ – Bianet
Erdoğan’ın Tekel Çıkışı Ya Da AKP’nin ‘Tek’eli – Evrim ALATAŞ – Taraf
Unutarak Uyansam – Süreyyya EVREN – Birgün Pazar
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Şu Anda! Şimdi! – Bandista – Tayfa Bandista
İlmil İlmik Örülen Direniş: Tekel – Süheyla DOĞAN – Bianet
İkiz Cinayetler – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Ölüm Üzerinde Hak ve Yaşam Üzerinde İktidar – Michel Foucault’dan Rollama – Proscenium Arch

Antisemitizle Suçlanan Yahudi – Naomi KLEIN Söyleşisi – Mete ÇUBUKÇU – Radikal 2

Pantha Du Prince Preps Black Noise – Resident Advisor

Markus Guentner Official

Mike Slott At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————

>>>>>Info Go-R-Sel

Humanity In Motion II – Winnie’s Human

Winnie’s Human Flickr Page

Resim – Evren ÖZESEN – Tekel Direnişi

Pantha Du Prince Photos Courtesy From Below Listed Web Site:
Pantha Du Prince Official

>>>>>Poemé
Çadır Kuşağı – Salim JABRAN

İstersem gülümserim,
kolay ne var bundan.
Ama karanlığı kalacak gözlerimde
mezar çiçeklerinin,
bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak,
alt üst olmuş yurdumun köylerinde,
acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde,
yıkıntılar arasında güçbelâ ayakta duran
bir yaşlı selvinin.

Hangi halkı parçalamıştır tarih,
parçaladığı kadar benim halkımı?
Halkım benim oldu toprağımdan,
saçıldı dört bir yana halkım benim.
Daldı yurdum uykuya
iççekişleri arasında ufkun.
Bense burdayım,
gözlerim kapkara, zifir gibi,
çadırların karanlığını taşır gözlerim.
Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık,
analarını çağıran dudaklar değil,
döndüler kuru bir ekmeğe,
çağırmazlar hiç kimseyi.

Siz orda barıştan dem vurun hâlâ,
ben burda durayım köksüz.
Ben burda boşluğa asılmış bir tavan.
Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben,
ben, çadırlarda çoğalan.
Bir daha kulak verin,
bir daha dinleyin beni:
Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım
ben kara çadırlarda.
Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda.
Uyuyayım ben burda aç ve susuz.

Ama tarih dört açsın gözünü
bizim çadır kuşağına.

Çevirenler: A. KADİR – Afşar TİMUÇİN
Kaynakça: Şiir.gen.tr