>Deuss Ex Machina # 241 – Like The Noise Of Great Silenced Population

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_241_–_Like The Noise Of Great Silenced Population

02 Şubat 2009 Pazartesi gecesi ‘canlı’ gerçekleştirilen programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Yagya-Rigning (Sending Orbs)
>1<-Shoosh-Strange Tides (Herb Recordings)
>2<-Shoosh-Return Of The Silver Surfer (Herb Recordings)
>3<-Carbon Based Lifeforms-Irdial (Soundmute Recordings)
>4<-Carbon Based Lifeforms-Pou (Soundmate Recordings)
>5<-Yagya-Rigning Níu (Sending Orbs)
>6<-Yagya-Rigning Átta (Sending Orbs)
>7<-Aoki Takamasa-Stay On The Light (Commmons)
>8<-Aoki Takamasa-Decent Frequency (Commmons)
>9<-Ekin Fil-No.44 (Self Released)
>10<-Ekin Fil-To It’s Head (Self Released)
In Memoriam – Charles Wesley Cooper, III (’77-’09)
>11<-Telefon Tel Aviv-I Made a Tree On The Wold (BPitch Control)
>12<-Telefon Tel Aviv-You Are The Worst Thing In The World (BPitch Control)

Like The Noise Of Great Silenced Population (241) – “- Küçümsemeyelim Bunu: Biz bile, biz özgür tinliler bile “değerlerin yeniden değerlendirilmesi”yiz, bütün eski “doğru” – “doğru olmayan” kavramlarına karşı cisim bulmuş bir savaş ilanıyız, zafer ilanıyız. “
Friedrich Wilhelm Nietzsche

>>>>>Bildirgeç
Düşünsel birikimlerimiz kendi rotasında ilerlerken, dur durak bilmeden kendi çabalarımızla ortaklık kurduğumuz değişkenlikler yeni görüngüler ortaya çıkartıyor. Serin kanlı, olaylara itinayla bakmak deyimi birden kendini unutturarak, giderek bir irin halini almış, bahsini sıklıkla ettiğimiz o hoşgörü tanımının anlamını da unutturan kindarlığımız ile karşılaşmamıza neden oluyor. Kıymeti bilinen söz ve biriktirmelerin bir sonraki kademesi olan hayata uygulanabilirliği konusundaki çekincelerimizi de bir kenara bırakarak, topyekün usulca bir yön değişimine tabii oluyoruz. Şeritler birbirileri içerisinde yön değişimini belirli istikametlerde zorunlu kılar iken, biz bütün bu yönlendirmelerin dışında kendi halimizde ters yönü işgal ediyoruz, ilerleyebilmeye çalışıyoruz. Varlığımızın neden olan tüm kudretli düşünselliğimizi de heba etmeye deyim uygunsa ant içerek, gözümüzü karartarak. Olabildiğimizden farklısına karşı olan tahakkümlerimizin dozunu daha çok arttırarak. Gittiğimiz yolun ne getireceğini, neyle karşılaşabileceğimizi de hiç kestirmeden hızlıca ilerleyen bir karar mekanizmasının ortasında kalıyoruz. Yeküne vurduğumuzda ortaya çıkan karaşınlık gölgemizden korkmamıza benzeşen bir/1/ hezeyana dönüşmekte. Yeni güzergahları tam kestirmeden attığımız her yeni adımın önünde çelimsiz bekleyişimizin nedenlerinden birisi olup çıkan da biraz bu değil midir? Kavramların karmaşıklaştığı, yolun kullanılamaz duruma getirildiğini fark edebilmek de bu kadar mı zor? Değerli okur. Kırk kere düşünüp bir adım atmanın evlâ olduğu dünden, şimdi herşeyin özüne saniyeler içerisinde vakıf olup karar vermemiz gereken bir sınav formuna evriliyor ise insanlığımız ve ona bağlıca çıkarımlarımız, sorgulamadan eyvallah çekmeye devam mı edeceğiz ortalığı toza dumana boğan karmaşıklığı? Nice girizgahlara sebep olmuş dert küpümüzde, gün yüzü göremeyecek miyiz? Nedir nicedir? Van Minüt.

Düşüncenin önüne çekmeye çabaladığımız her yeni set ile beraber daha gözü kara, daha teslimiyetçi, baskınlığa dahi sesini çıkartmayan, çelimsiz manalandırmalarla ördüğümüz yapılandırmalara doğru evriliyoruz, buyur ediliyoruz. Ait olduğumuzu sandığımız medeniyet şemasının dışında belirsizliğini koruyan bir muamma kümesine dahil edilmeye, ha gayret öteleniyoruz. Birimizin değerlendirmesini ötekimiz beğenmediğinde, bel altı vurmaktan çekinmiyoruz. Yüce amaçlarımız doğrultusunda özün kaybolmaya, birliğin yok olmaya yüz tuttuğu, handiyse ana resmin üçe dörde bölündüğü bir paylaşı hak etmeye zorlanıyoruz. Bölündüğümüz kadarıyla, birbirlerinin sınırlarına dokunamayan, birbirleri ile olan problemlerinin çözümünü ortak akıl ile varılabileceğinin farkına bile varmak istemeyenlerin yönettiği dünyada üzerimize biçilen koyunluk vazifesini yerine getirmeye çalışıyoruz. Araştırılabilir iz sürmenin ırağında, ne kadar günü geçirmeyi kolaylayan, hafıza-ı beşerin nisyan ile malul olduğu gerçeğine ışık tutan, avucutularımızla yaşamımızı idame ettirmeye çalılşıyoruz. ‘İnsani eylemliliğin’ ne demek olduğunun anlamından bir haber, koşar adım bir o yana bir bu yana sürüklenip duruyoruz. Fikri münazaralar ile sağlanan dirliğin yerinin çoktan ağzının payını en önce ben vereceğim yarışına dönüştürüldüğü, bilincin hükümsüz kılınmaya çalışıldığı, anlamlandırma çabasına ucundan kıyısında ortak olmak isteyenlere de esaslı bir sus’un çakıldığı bir düzlemde, nelerin bizleri bu hallere evirdiği nasıl kendimizi içinden çıkılamaz levhalarına alıştırdığımızın idrakına varmamız kolaylaşıyor. Dün bahsini açmaya çekindiğimiz konuları, tam şimdi vakti geldi konuşabileceğiz diye düşünür iken de, aniden reklamlara giriveriyoruz. Yemeğin altını yakmaktan, ne yediğimizi unuttuğumuz manasızlığı yücelttiğimiz bir popüler kültür afyonlamasına maruz bırakılıyoruz. Tuu Minüt.

Biçimsiz yaftalamalar ile tarumar ettiğimiz zaman sonucunda elde avuçta kalanlarımızı da zayi edip rahatlayacağız Üzerine eğilmekten imtina ettikçe yaşamsal konularımızda, ektiklerimizi de biçecek, karşılığını da zamanı gelince alacağız gerçeğine koşaradım yaklaşmamız da sanırız hayal değil. Tekil manalandırmaların da dışında kalmaya mecbur bırakıldıkça, verimliliğimizi de yitiriyoruz. ‘Barış’ın egemen kılınmasına hizmet ediyoruz diye düşünürken, hiç ummadığımız bir yerden ateşin harını da yükselmesine neden oluyoruz. Kendi içimizde çelişmekten kaçınmayarak, görmezden gelmeye ısrar ve itinayla devam ettiğimiz problemlerimizi genellendirme gayreti içerisinde olanlara alkışlar tutup, yollarını gözlüyoruz, aynaya bakmadan karşımızdakilerden hesap sormaya yelteleniyoruz. Gerçeğin peşinde koşadurmak yerine olabildiğince popülizme sırtını dayamak dedikleri cinsinden ortaoyunları sergileniyor. Zaman akıp gitse de, içimizde biriktirdiğimiz kinin, bünyeyi ele geçirmesine şahitlik de cabası. Düzen olarak addedilenin karşısında manidar bir biçimde tavır alabilmek gerçekten onurlu bir davranış biçimi olarak anlamlandırılabilir. Gerisin geriye bir önyargı zincirlemesine tabii olmadığını idrak ettirebilmek için, lafı gediğine koyabilmek de gereklidir kimi zaman, zamane. Körler sağırlar birbirlerini ağırlar toplantılarına evrilen bir zamanların düşünsel toplanışının şimdiki zamanda karşı karşıya bıraktırdıklarının gerçekliğinde ise denilecekler hep yarıda kalır. Sözün gerisini getirebilmek, anlaşılabilir bir endişeyi, gamı paylaşabilmek de aynı zamanda, taraf olurmuyum endişesi olmaksızın mümkünatı yokmuş gibi gösteriliyor. Teyit ettiriliyor. İmdimizde ayrıştırmaların varedilmesine dair mümkünse özenle kurallarımıza uyunuza kapı açık bıraktırılıyor! Düşünsel manada ilerleyebilmeye tenezzül etmişler içinse çoktan yaftalar hazır ve nazır. Nasıl olsa kimseciklere karşı bir hesap verme durumumuz söz konusu bile olmadığından gönülden geçenlerin boyunduruğuna, zamanın çarklarına, uçurumların taa diplerine yol almaktan bir beis görmüyoruz, alkışlarıyla beraber. Entelektüel varlık içi boşaltılmış bir müsamereler zincirinde telef olmaya yüz tutuyor. Herkesin bilirkişi olarak tanıma kavuşturuluduğu “ağ”da baskın olmanın ne muktedir, ne de hakir görülmek için tekbaşına yeter bir kıstas oluşturmadığı faş ediliyor. Flaş flaş flaş. Avunmak için teraneler, sığınılacak yeni açıklamalar, öz çemberin dışında olan biteni taraflı bir gözle kayıt altına alıp, tepkisiz kalmak olurundan sayılıyor. Ne de olsa geçer akçeler masaya yumruğu indirmekten geçiyor. İnsan, hiç değilse düşüncelerin ardı sıra dizildiği bir toplanışta daha mantıklı bir çıkarsama bekliyor. Kendini avutmak zorunda olanları daha manidar işlere kafa yordukları, gerçekten üzerine eğildikleri konuların takipçisi olacak avamın da kederinden dem vurulacak bir bütünlük bekliyor. Şimdi tam da burada. Kitlesel bir acının üzerine oynanan halaybaşılığın değil. Sözün özünü aşağıdaki okuma parçası dizininde sizlerle paylaştığımız Noam Chomsky’nin röportajından yaptığımız alıntı ile tamamlayalım müsadenizle: “Entellektüeller bir avuç konformizm uğruna iktidarlara teslim oluyor. İktidarları destekliyor. Tarih yazacak olanlar entellektüellerdir ama onlar çoğunlukla yanlış yolu tercih ediyor. Söylem ve uygulamalar birbilerini tutmuyor. Hans Morgenthau bu nedenle haklı olarak entellektüelleri iktidar gücünün sözcüleri olarak isimlendiriyor.”

Güncelin bilinmezliği karşısında korkularımız giderek çoğalıyor. Ekalliyet, kalıplaşmışlığın giderek daha da fazla cephe bulmasına, kendi içerisinde ikilemlere düşmesine tanıklık ediyor. Zaman su gibi akıp gidiyor klişesi de, herhangi bir şeyi rayından alıkoymadan sürüklemeye devam ediyor, günceyi. Referans aldığımız noktalar ile müziği birbirlerine paralel bir kurgu tümleyişinde sunabilme çabasına vesile teşkil eden bir program ‘Deuss Ex Machina’. Bağımsız ve bağlantısız müzikal türetimlerin alt okumalarına, anlamlandırılmasına yardımcı olmaya çaba sarf eden bir deneyselliği sizlerle paylaşma gayreti içerisindeyiz. Mümkünatların, oldurulabilirliliğin çok sınırlı kaldığı günümüzde, belki ütopik, belki gerçeğin ta kendisinde olan ciddiyete bağımlı kılınmış, ama her vesilesiyle seslerle gündelikliği birbirilerine harman etmeye gayret eden bir çaba. Bize bilmemiz gerektiği kadarının tasvir edildiğini daha ötesine kafa yormamamızın, düşündüklerimizi de kendimize saklamamız gerektiğini ikaz eden uyaranlara karşın, müzik alabildiğince yalın bir biçimde soruların yanıtlarına dair göndermeleri sesle sözle dinleyiciye ulaştırır. Deneysellik açmazlarla sabitlenmiş bir yaklaşımdan ziyade, bize bugünün dünyasını manalandırmada geniş bir referans noktası sağlar. Tolere edilenin, duyumsadıklarımızın da detayındaki bağlaçları ile ana resim dediğimizin varlığını idrak edebilmemizi kolaylaştırır. Deuss Ex Machina’nın pazartesi akşamı yayınlanan bölümü dahilinde de bu bağlantılamaların izlerini sürmeye devam ettik. Ana akımın seyreltilmiş tekdüzeliğine, bir örnekliğinden rahatlıkla ayrıştırılabilecek bir kolajı ortaya çıkartmaya çalıştık. Elektronik müziğin sacayaklarından birisini oluşturan, türetimlerin çeşitlenmesinin de temellerindeki akımlardan techno’nun zamansızlığına göndermelerde bulunan bir disiplinde işler ortaya çıkartan Aðalsteinn Guðmundsson a.k.a. Yagya’yı üç senenin ardından dönüşü imgeleyen Rigning albümünün başatlığında sizlerle paylaşıyoruz.

Elektronik müzik en basit tanımıyla makinede türetilmiş bir bileşenler bütünü. Melodik kurgulamayı sınırsız bir ses seçeneğiyle beraber yeniden yeniden tanımlayabilmeye imkan sağlayan bir bütünlük. Dosdoğru bir hat yerine, eklenip, elenip, çıkartıldıkça ortaya farklı müzikal izlekler çıkartılabilecek geniş bir ses sahası sunan bir müzikal vaha aynı zamanda. Sentetik seslerin, gerçek seslerle harmanı ile deneyselliği kaçınılmaz bir biçimde dinleyicinin kulaklarına da aşina kılan bir form. Türetilebilir olması aynı zamanda, dinleyicinin kendi rotasını da belirleyebilme özgürlüğünü beraberinde getirip kullanıma sunmakta. Dirençli bir dans kompozisyonunun aniden durağanlaşan bir melodrama, girift bir hatta ilerleyişi, düşünceleri beraberinde taşıması ile elektronik müzik gerçekliğin de aynalamasını barındıran bir müzikal tür haline evriliyor. Üzerine yaftalanmış tektipleştirilmiş tüketilebilir halinden ayrıştırılmış olan elektronik müzik kulvarında Aðalsteinn Guðmundsson’un ürettiği yapılandırmalar alabildiğince gerçekçiliği eşeleyip, kulaklarda farklı tatlar bırakan bir dinlenceliği sağlıyor. Kurguda kendine yer bulan her bir ayrıntı, müziğinin tamamlayıcısı haline dönüşüyor çalışmalarında. 90’ların başında Moritz Von Oswald ve Mark Ernestus’un temellerini attıkları, minimalist anlayışın techno’da kendine yer bulan sert ritmleri mercek altına aldıkları Basic Channel güzellemelerinin takipçisi olan Dub Techno’nun müstehzi yaklaşımlarla teknik olarak aynılaştırılmasına karşıt bir duruş da sanatçıyı müzikal anlamda belirli bir hatta ilintileyebilmemizi kolaylaştırıyor. Kurgu devinimi içerisinde yeni çıkışlara meyil ettirilir iken Aðalsteinn Guðmundsson, doğal seslerden faydalanarak ya da bir başlık altında toparladığı karakteristik hikayelendirmelere dayandırarak, Dub Techno’yu modernize etmeye devam ediyor. İzlanda Üniversitesinde, Bilgisayar Mühendisliği okuduğu günlerde başlamış bir çaba bugünlerin elektronik müziğini de daha iyi anlamlandırabilmemizi sağlayan bir çeşitlendirmenin de temelini oluşturuyor.Basic Channel’ın yanısıra, Ambient’ın isim babalığını yapmış Brian Eno, modern minimalist akımın öncüllerinden Philip Glass ve Dub Techno’nun köklerine zerk ettiği denysel karaşınlık projesi Gas ile nam salmış Alman techno’sunun duayenlerinden Wolfgang Voigt’in çalışmalarının sanatçının ilham odaklarını tanımlandırdığını iletebiliriz. Zamanın techno müziğinde hatrı sayılır bir dinleyici kitlesi edinmiş olan İzlanda’lı Thule Musik kollektifinden “Thorhallur Skulason” ile beraber Sanasol adıyla çalışmaları yayınlanır. 1997’de “Deep Thoughts” kaydını mütakiben gerçekleştirilen bu EP dizininde alabildiğince derinleşen bir perpsektifte teknoya dair çıkarımlar gerçekleştirilir. Henüz dönem içinde çok yeni addedilmiş olan Dub Techno’nun öncül kayıtları arasında rahatlıkla anabileceğimiz Seven eleven A.M.E.P. , The Normal Spot kayıtları bu minvalde bugün rotası şaşmış bir biçimde tüketilme gayreti içerisinde olan minimal techno’nun orijinalitesine de bağlılık gösteren bir anlayışın mamülleri olarak anılabilir. Sanasol projesinin yanı sıra, Plastic ismiyle de özellike River Electric gibi teknoesk yapılandırmaların da altından başarıyla kalkar sanatçı. Aðalsteinn Guðmundsson’un “Yagya” olarak ilk kaydı ise 2002’de Force Inc. Music Works etiketiyle yayınlanan “Rhythm Of Snow” olur.

Durağanlaşmış bir platonun ses tasvirlerine girişen detaylarında şekillenerek evrilen bir kayıt bütünü Rhythm Of Snow’u oluşturur. Elektronik dans öğeleri ile süslenmiş kayıt dizilerinin sonrası duru bir ses kolajına ev sahipliği yapan çalışma, deneyselliğin kıvamında kullanıldığı bir işitsel doygunluğu da beraberinde getirir. Kar tanelerinin imgeleminde doğal hayatın seslerini de duyumsatmayı başarır. Guðmundsson’un oluşturduğu atmosfer kendi döngüsü içerisinde sürekli olarak farklılaştırılan, tınılar bütününde minimalist yaklaşıma ev sahipliği yapan bir destanı da çağrıştırır. İzlanda gibi hemen her müzik türünde kendi başlarına nitelikli işler ortaya çıkartan bir coğrafyaya da hakkını teslim etmenin bir yoludur da Rhythm Of Snow. Elektronik elektronik. Çiğ ‘su’ birikintisini anımsatan ses kesitinin derinleştikçe yüzeye gönderdiği sesin yankısından beslenen dub techno Snowflake #2, Kompakt’ın Pop Ambient serilerinin başlangıcında tanışık olduğumuz düşük ritmli yoğunlaştırılmış alaşımdaki minimal techno ile benzer özellikler taşıyan Snowflake #4, albümün doruk noktalarından bir diğerini oluşturan “epik” tasvirlerin de ilk örnekleri arasında anabileceğimiz Ambient kolajı Snowflake #6, technonun tabanını oluşturan kuvvetli beat’lerin deyim uygunsa ağır çekimde prodüksiyona dahil edildiği ve ses dehlizlerinde yankılanmasını betimleyen Snowflake #8 parçasıyla elektronik müzikte bitmek tükenmek bilmeyen bir hissiyat var mıdır? iki yok mudur? sorularına da “açıklık” getirecek kayıtlardan birisi olarak yayınlandığı dönemden bugüne kadar etkisini sürdürmeyi başaran çalışmalar arasındadır, Rhythm Of Snow.

Bu çalışmayı takip eden Will I Dream During The Process? 2006 yılında Hollanda’lı “Sending Orbs” etiketiyle yayınlanır. Önceki kaydın içeriğinde kendine yer bulmuş deneysel kurgudan, bir sonraki adım olarak da değerlendirilebilecek, Yunan Mitolojisinden ve efsanelerden beslenen bir dinlencelik rotası çizilir Guðmundsson tarafından. Techno’nun köklerinden derlenerek yapılandırılan bir müzikal secere ortaya çıkar. Gördüklerimiz, duyduklarımız beraberinde hissettiklerimiz, uzun bir macerayı da simgeleyen, hayat akışını düzenleyen bir anektot vazifesi göstermesi açısından da albümün istekleri karşılıksız koymadığının kanıtlarına haiz bir bütünlük arz eder. Albümün açılışında yer alan karaltılı sesler bütünü Wind And Thunder Peter Namlook gibi üreteçlerin de izlerini taşıyan bir melodramatik tümleyişe ev sahipliği yapar. Minimalist techno’nun deneysel kanadındaki parçalarla aynı düzlemde ilerleyen, ambient girişinin ardından nüktelerle büyülenmiş bir atmosfere dahil olunan Choose süresi dahilinde düşüncelere daldırmaya başaran bir müzikaliteyi sağlar. Giderek yükselen melodikası ile beraber minimal house’un sınırlarından ses veren As It Is gibi parçalar ile deneysel kurguya da sahip olan bir parçayla da pek ala dans edilebileceğini ortaya çıkar. Enstrümantal doygunluğu ile belirli bir kıstasın ötesinde bir ambient klasiği haline dönüşen We Lose Ourselves, dub ile drone erimlerinin bir potada bütünlendiği tam anlamıyla gerçek kesite dönüştüğü Their Blood Is Black And Yellow içsel donanımıyla beraber dinleyeni sarsacak kadar etkin bir bütünlüğe sahip olduğunu belirtmekte fayda var. Basic Channel’ın türettiği müzik ile aynı damara sahip bulunan yer yer detroit techno’suna meyil ettiği ara bölümleriyle farklı bir mizanseni ortaya çıkartan Change’de albümün cevherleri arasında anabiliriz. Netice itibariyle ikinci albümünde de Guðmundsson yine farklı bir rota içerisinde müziği dinleyiciyle buluşturmayı başarır. Beyhude bir çaba ile anlatabilmenin ötesinde dinlendikçe aşinalık sağlanan uzun dönem etkisini koruyan kayıtlarından birisinin altına imzasını atar sanatçı.

Ocak ayı içerisinde yayınlanan üçüncü albüm olan Rigning kısaca bahsetmeye çalıştığımız iki kaydı tamamlayan bir yapılar bütününü barındırır. Kayıtların kendi içlerindeki organik yapılarının deneysel elektronik aksamlarla hemhal olduğunda ortaya çıkan bileşkenin Guðmundsson tarafından incelikle işlenmesine dayanan bir geçişler bütünlüğünden menkul olduğunu ilk elden iletebiliriz. İlk kayıtlarda kendini gösteren minimal varyasyonlarının yerini dub techno’nun kuvvetli pasajlarına terk ettiğini de ilk bir kaç dinleyişin ardından sizde gözlemleyebilirsiniz. Rigning aynı zamanda bir “konsept albüm” İzlanda’ca yağmur kelimesinin karşılığına denk gelen ‘rigning’ doğal seslerin izlerinde belirginleşen çiseltileri duyumsayabileceğiniz kadar gerçekçiliğini koruyan, ses denemelerinin çokluğu ile farklı haleti ruhiyelerde bünyenin gereksinim duyduğu enerji veya melankoliyi bahşeden bir yapılandırma içermekte. Tabii ki bunda önemli bir payı da Sylvain Chauveau’nun Nuage ve The Black Book Of Capitalism, Goldmund’un The Malady Of Elegance gibi önemli kayıtların miksajını gerçekleştirmiş olan Andreas Lubich aka Lupo’nun katkısını da yadsımamak lazım. Kısa bir süre içerisinde genişçe bir dinleyici kitlesi edinmiş olan dub techno’nun da Intrusion, Deep Chord, Stephen Hitchell & Rod Modell’in gerek solo gerekse de Echospace ve cv313 projelerinin müzikleri ile de farklı bir yakınlık kurduğunu söylemeliyiz. Geleneksel Berlin minimal ses örgüsünün içerisine de işlenmiş olan sesleri duyumsatan, geleneksel dans melodilerine de kapısını aralık bırakan bir yapı, Rigning’de kulaklara çalınmakta.Tutarlı bir yol izleyen kayıt bütününde parçalar sadece sıralama numaralarıyla adlandırılarak eskinin kollektifliğine selam gönderilmekte. Albümün açılışında saha kayıtlarında rastladığımız doğal yaşam seslerinin izlerinde şekillenip dub ritmleriyle kendi yolunu çizen, finaline doğru seslerin minimuma indirgendiği Rigning Einn yer alıyor. Wolfgang Voigt’ün projeleri içerisinde en önemlilerinden birisi olan GAS’in müzikal sentezine yakın duran, doğaçlama ses öğeleriyle beraber farklı bir dans müziği deneyimine imkan sağlayan, mat dokulu “groovy” Rigning Tvö ile albümün içlerine doğru seyrimiz devam eder. Ambient’ın ağıtımsı havasını yansıtan melodik bileşkesiyle dinleyeni kendine hapseden döngüler bütünü Rigning Şrjü, albümün en durağan temposuna sahip olan kısa süreli Rigning Fjórir, yağmurun başatlığında new age ile techno’yu buluşturan Rigning Sex parçası albümün bütünlüğünü sağlamlaştırmaya, bir kademe daha yaklaştırıyor. İzlanda coğrafyasını oluşturan ‘beyaz’ soğukluğun vücut bulduğu, tıpkı bir önceki kayıt Will I Dream During Process?’in müzikal renklerini barındıran aynalama Rigning Sjö’nün ardından programımız içerisinde de paylaştığımız iki parçaya ulaşıyoruz. Duru bir ritm hüzmesinin, yağmur sesleriyle resm edildiği dub techno’nun hakkaniyetle işlendiği bir dışavuruma sahip Rigning Átta ve tıpkı onun refere ettiği noktaların üzerinde şekillendirilen kuvvetli bas öğeleriyle tamamlanan, dans ettirir Rigning Níu ile finale ulaşıyoruz. Bütün gerçek-hayal bileşiği albümün de finalinde sunulmuş olan Rigning Tíu parçasıyla döngüsünü tamamlıyor. Yagya veyahut Aðalsteinn Guðmundsson, dinleyici tarafından çoğaltılabilecek anlamlar barındıran bir dinlenceliği sunuyor. Dönüşümleriyle, modern elektronik müziğin önemli kayıtlarından birisinin altına imzasını atıyor, son tahlilde. Ezcümle gündemin yoğunluğunda bir nebze sıhhati sağlıyor. Kulağını açmasını bilene, deneysellikte yeni eşikler açılıyor. Guðmundsson makineler aracılığıyla müziğe ruh katmaya, anlamlandırılabilir kaygıları iletmeye devam ediyor. 2009’un hemen başlarında çokça anılacak bir ses deneyimi…İtinayla dinleyiniz.

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçaları
Peres’e Neden Kart Gösterilmedi? – Erkan Goloğlu – Radikal
Taraftar Uyuma Şministim’e Sahip Çık – İbrahim Altınsay – Radikal
İkiyüzlülüğün Dobralığı Dobralığın İkiyüzlülüğü – Umur Talu – Sabah
Monşerlikten Vazgeçmenin Bedeli – Gökhan Özgün – Taraf
Kıskananlar Çatlasın Makamında R.Tayyip Erdoğan – Kaçakkova – Mutlak Töz
6-7 Eylül Olayları Bir MİT Organizasyonu – Dilek Güven Röportajı – Ecevit Kılıç – Sabah
Obama İle Değişim Olmaz – Noam Chomsky Röportajı – İbrahim Varlı Çevirisiyle (Birgün)
Orijinal Metin – Noam Chomsky Röportajı – Merkur

Yagya Official Page At Sending Orbs
Yagya At Myspace
Yagya At Last.FM
Yagya Rigning Review At Igloo Magazine
Yagya Rigning Tvö Video At LiveVideo
Underground Resistors – Biba Kopf – The Wire Issue #150 (Aug-96)
Shoosh At Myspace
Shoosh At Last.FM
Shoosh At Herb Recordings
Shoosh Orpehum Circuit At Boomkat
Carbon Based Lifeforms Official
Carbon Based Lifeforms At Myspace
Carbon Based Lifeforms At Soundmute Recordings
Aoki Takamasa Official
Aoki Takamasa At Myspace
Aoki Takamasa Live In Osaka 30.11.2007 At Sync Podcast
Ekin Fil Official
Ekin Fil At Myspace
Ekin Fil At Myspace II
Ekin Fil At Bozuk Kaset
Telefon Tel Aviv Official
Telefon Tel Aviv At Myspace
Telefon Tel Aviv At BPitch Control

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel

>>>>>Poemé
Yalnız İnsan – Louis ARAGON

Yalnız insan merdivendir
Hiçbiryere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan

Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir

Yalnız insan yokki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan

Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır

Kimbilir kim tarafından

>Deuss Ex Machina # 240 – Eu Prendo-O Sempre E Para Sempre Em Minha Mente

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_240_–_Eu Prendo-O Sempre E Para Sempre Em Minha Mente

26 Ocak 2009 Pazartesi gecesi ‘canlı’ gerçekleştirilen programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Kira Kira-Our Maps To The Monster Olympics (Smekkleysa)
>1<-Popnoname-Nightliner (Kompakt)
>2<-Andrew Thomas-A Dream Of A Spider (Kompakt)
>3<-Flica-Spec (Self Released)
>4<-Flica-Awake (Self Released)
>5<-Kira Kira-One Eyed Waltz (Smekkleysa)
>6<-Kira Kira-Langt I Burtu Bua Vinir (Smekkleysa)
>7<-Lukid-Chord (Werk Discs)
>8<-Lukid-Fall Apart (Werk Discs)
>9<-Wireman-Perspex (Prime Numbers)
>10<-Wireman-Axiom (Prime Numbers)
>11<-Krystian Shek-Nuh In The Ark (Fax +49-69/450464)
>12<-Krystian Shek-From Russia With Love (Fax +49-69/450464)

Eu Prendo-O Sempre E Para Sempre Em Minha Mente (240) – Dünümüzde Biriktirdiklerimiz Bugünümüzü Yönlendiriyor, Aşınan Vicdanlarımızda Son Cebelleşmeler Vukû Buluyor.

>>>>>Bildirgeç
İzlekler, birbiri içerisinde çelişen tamlamalarıyla, birbirlerini tamamlayan yeni dönüşler ortaya çıkarıp yönümüzü daha da fazla kaybetmemize neden oluyor. İçinde sıkışıp kaldığımız handiyse nefes almayı ancak sağlayabildiğimiz güncenin içerisinde, nere bakarsanız yeni bir sorun yumağına vakıf olmamızı bile bunun bir yansıması olarak değerlendirilebiliriz. Söylem, sözcükler aracılığıyla bizlere manalı ve anlamlandırılır cümleler kurmayı öğütlemiş iken, birbirlerinden pek de farklı olmayanların çıkartmış oldukları kakafoninin seyrüseferine dahil oluyoruz. Olduruluyoruz. Kimsenin önemsemediği konuları nasıl uzun uzadıya, eğip bükerek, kendimize yontarak, tartışadurduğumuzu, gelmeye çalıştığımız ana konulara ise bir türlü birbirimizden kötülemekten, bir arpa boyu yaklaşamadığımızı fark ediyoruz. Her birimiz artık ölçümler içerisindeki sayısal haneleriz (reyting), yönlendirildiğimiz, kafa yormadan fikir sahibi olabilmenin promosyon ile takdim edildiği görece şatafatın, sersemleticiliğine kendimizi ellerimizle kaptırıyoruz. Dönemsel ileri geri salınımların bir yana, toplu olarak fikir birliğinden, açılımlardan, memnuniyet verici olacak ortak kararlardan uzaklaşıp, dikte edilmişliğin lütfettikleri ile yetinmeye çalışıyoruz. Tıkır tıkır çalışamayan ekonominin çarkları arasında, ekmeğin ne kadar zor elde tutulabildiğini idrak ediyoruz, gündelik akış içerisinde ekranlara çıkan müsriflik yarışmalarımızda çöp muamelesi yapılanları gördükçe, ihtiyaçları nelerin değiştirdiği, nelerin bizleri bu kadar körleştirip, hırsa teslim ettiğini anlamlandırmak istiyoruz. İmkanlarıyla yetinebilmek bambaşka bir şey iken, olmayan görgüsüzlüğümüzü de yemek sofralarında kinlenip, çemkirerek, yaban ellerde köyümüze dönelim, dön baba dönelim kavramsallığında herhangi bir şey olmamış gibi, kavga gürültünün hemencecik ardına halaya durmakta çözümü arayanların tam da ekranları parselledikleri günlerde, Quo Vadis?

Buna paralel bir başka sahnede, neredeyse cümbür cemaat yetkililerin topyekün bilgisi dahilinde olan ama seslerini çıkartmadıkları için karanlığa teslim edilmiş bir yurttaşımızın duruşmasında meydanın boş, ortamı da kendilerine uygun buldukları anda sahneledikleri, eylemimiz sadece ona değil bakınız nasıl birbirimize de tahammül edemiyoruz yollu, alt okumalı, kinlenmenin babam olsa tanımam şekil ve dönüştürücülüğünü yansıtan kavganın ardından manşetlerde karşılaştıklarımız da bizlerin gidişatın hiçte hayra alamet olmadığını bir kere daha anlamamızı sağlamakta, değerli okurlar. Medyamızın da medari iftiharı olan!, anlı şanlı puntolarla demokrasi, adalet, eşitlik, daha insancıl bir Türkiye özlemi içerisinde oldukları kapmanyaları sırasında bile anti tezini logosunun kenarına iliştirdiği söz öbeği ile belirginleştiren hürriyet namzetli yayının duyurduğu gibi ‘Ağır Abiler Sille Tokat’. Tam da bu manşet düşünemediğimiz, yıllardır da akıl edemediğimiz şeyleri fark edebilmemizi sağlıyor. Sizden, bizden ayrıştırmasının olmadığı bir ülkeyi tasavvur edebilmenin, ona ulaşabilmenin dahası birbirlerini anlayabilmek için çaba sarf edenler içinde bir uyarı levhası değilse nedir? nicedir? bu yüceltilmişlik. Nur Çintay Aköz’ün Radikal gazetesinde yer alan makalesinden alıntılayalım: “Daha onurlandırıcı bir ödül olamazdı herhalde! Bu ikisi, tam da ‘ağır abi’ sıfatının kendileri için kullanılması karşısında zevkten geberecek tipler değil mi? Bu ikisi, tam da ‘ağır abi’ sıfatının kendileri için hem de Türkiye’nin ‘en’ gazetesi tarafından manşette kullanılması karşısında coşkudan coşkuya savrulacak, neşeden, sevinçten, gururdan çatlayacak, ‘Oldum oğlum ben!’ diye zafer nidaları atacak, titreyerek ve sarsılarak hazzın hani var ya doruklarına yükselecek tipler değil mi? Hayal bile edemeyecekleri kıymette bir mükafat. En yüceltici, en taçlandırıcı olanı. Maddi işler yüzünden istedikleri kadar girsinler birbirlerine, işte geldi: Manevi değeri sonsuz ödül.”

Görüntüler birbirleri içerisinde, bir yönetmenin kurgusu gibi sürekli değişip dönüşerek devam ediyor. Her bir ayrıntıda yeniden kendini tanımlandıran konumlandırmalar, ayrıştırmalar, bölük pörçük itham ve değerlendirmeler, bilgi çağında olmamıza karşın kulaktan dolma bilgilere verdiğimiz ehemmiyetin artıyor olması da bu felaket düzeneğinin bizleri daha da fazla zorlayacağının ipuçlarını veriyor. Yıllar içimizden sadece bilgi ile ilerlemenin mümkünatının olacağını öngörenlerin, zorunlu ikilemlerin değil toplumca ilerleyebilmenin şartlarına evrilebilecek önermeler ile bir an evvel oluşturulmasını talep edenlerin, nabza göre şerbetin değil iradeye göre açılımların gerekli olduğunun vurgusunu yapan insanların nasıl teker teker yok edildiğini, sindirildiğini gösterdi. Yok edebilmek için hain pusuların varlığının herkesi birer birer bulabileceğinin kestiremesi oluşturuldu. Sessiz ve derinden ilerleyen bir görünmez korku çemberini yapılandırma çabasının detayı olarak. Çözümsüzlük kendi içerisinde yeni “korku kapıları” ortaya çıkartmaya çalışıyor iken, şimdi bunları da bir kere daha düşünmemiz icap etmekte, ediyor. 16 yıl önce aramızdan çekilip, karanlığa teslim edilen, yazdıklarıyla nasıl evrelerden geçtiğimizi birer birer belgeleri, dökümleriyle günyüzü bulmasını sağlamış olan bilinçlenmenin öncül isimlerinden Uğur Mumcu’nun ardından hiç değilse bunu becerebilmemiz gerekiyor.Sorularımız ile, yüceltilmiş olan dejenereliğin karşısında bana dokunmayan yılan bir yaşasıncılıktan ziyade, kurtuluşu sağlayacak olanın her birey olarak taşın (sorunların) altına elimizi sokabilmemizin gerçekliliği hatr’a düşürmekte. Uğur Mumcu’nun bugünün araştırmacılarına da örnek olmasını dilediğimiz, insanlardan bağımsız bir biçimde sisteme dair problemlere değindiğini, bunları birer birer ifşaa etmeye çalıştığını da yazılarını incelediğinizde bulabilirsiniz. Örneğin, Ağca’yı, Çatlı’yı, Çelik’i ve bilimumlarını aslında genel örgütü ortaya çıkarmak için incelemişti, O örgutun adı da henüz muammaları ile gündemde de kendine ara ara yer bulan kısaca Kontrgerilla idi. Olayların en doğrusunu, sade cümlelerle, en yalın ve en doğrularını iletmekle görevini yerine getirenlerden birisiydi, Uğur Mumcu.

Sessizlik perdesindeki makul olarak addedilmişlerin deyim uygunsa köşeye kıstırıldığı dünyamızda; Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Sebahattin Ali, Metin Göktepe, Çetin Emeç, Hrant Dink, Kemal Türkler, Metin Göktepe, Musa Anter, Engin Çeber vd. gibi insanların ruhlarına karşı olan sorumluluklarımız da taşı ve altını gösteriyor. Hareklenebilmemiz için işaretlerin yeterince açık bir biçimde, yüzümüze ışıdığının altını çiziyor. Bu topraklarda birbirleriyle barışık biçimde yaşamların sürdürülebilirliğini, destur alınmadan evlerimize konuk olmaya devam eden derme çatma, çiğ yaşam sergilemelerinden daha mantıklı işler ortaya çıkartılması gerekiyor. El birliğiyle, zamanın gerektirdiğinden ne eksik ne fazla, onların inançları uğurunda feda ettikleri canlarının bi’şeyleri değiştirebileceği ümidi ile beraber.

Son söz; Manşet Karşıtlığı: “Katilin Sağcısı Solcusu Olmaz. Katil Katildir.” (Uğur Mumcu)

Salt imgelerle, gündeme dair çıkarımlarla şekillendirmeye çalıştığımız güncemize paralel bir biçimde yoluna devam etmekte olan bağımsız müzik programımız Deuss Ex Machina’nın geçtiğimiz Pazartesi akşamı yayınlanan bölümündeki müzikal kolaj biraz da bu değerlendirmelerin izinde hareket eden bir dinlenceliğin ortaya çıkartılmasından ibaretti. Müziğin sadece gönül şenlendirici olmasının yanında alabildiğince gerçekliğimiz olan yaşamsal problemlere de ışık tuttuğunu, o sıkışık kaldığımız anların içeriğini daha verimli bir biçimde doldurabilmemizi sağladığına olan inancımızı pekiştirerek bir sunu yapabilmeye çalıştık. Yazmaya çabaladıklarımızdan daha mandiar olanları kısacık sürelerde bizlerle paylaşan müzisyenlerin dünyasından, ibretlik vesikalıklar edinmeye çalıştık. Dile pelesenk hale gelen kötümserliğin taşıdığı ücra noktalardan bir an evvel geri dönebilmemizin gerekliliğini duyumsamaya çalıştık, sizlerle beraber. Topluca, toplumca gerisin geriye ilerlerken, manidar gelen açılımların sade suya tirit belirli kesimleri kapsamadığının, aslında her birimizi de etkisi altına alıp, nötralize etmeye çalıştığının imgesine vakıf olmaya çalıştık. Melodilerin dünyasından gerçekliğin dünyasına ara bağlar oluşturmaya gayret ettik. Unutulmaya yüz tutan seslerin aslında içinde bulunduğumuzu sandığımızı asri zamanların yitirilmişlikleriyle örtüşmesine dair güzellemeleri elden geçirmeye çalıştık. Bunların deneysel kesitleriyle beraber konumlandırıldığında ortaya çıkartmış oldukları açılımların idrakına da sizlerle beraber bizde vakıf olmaya çalıştık. Zamanımızın müzikleri içerisinde üretmiş oldukları ile resmin genelini de gözlemleyebilmemize ara bir kapı sağlayan, kendimize dair notlar alabilmemizi de sağlayan atmosfer yüklemli, soyut müzik mihmandarı olan Kristín Björk Kristjánsdóttir’in Kira Kira projesini ikinci uzun çalarları olan Our Maps To The Monster Olympics’a dair notlarımızla beraber sizlerle paylaşıyoruz.Küçük bir ülke olmasına karşın modern müziğin tüm alanlarında ürettiklerinin haklarıyla bir yerlere ulaşmış olan müzisyenlerin yaşadığı bir hayal ülkesi olan İzlanda’lı bir sanatçı / küratör Kristín Björk Kristjánsdóttir. Deneyselliğin bir form olarak hayat bulduğu, sadece dinlencelik için değil, geçişleri ile tiyatro, sinema gibi sanatsal alanlarda da yansımalarını barındıran, türetimler gerçekleştiren toplu kollektivizmin taraftarlarından. Oluşturduğu caz üçlüsü ile karaltılı yapılandırmaların altında imzası bulunan Hilmar Jensson, son yayınladığı Fordlandia kaydı ile elektornik müzik ile klasiği birbirlerine iyice geçiştiren bütünleştiren kaydın altında imzası bulunan Jóhann Jóhannsson’la beraber Kitchen Motors kollektifinin kurucularından aynı zamanda. Biraz önce değindiğimiz türetilebilirlik üzerine de çeşitli varyasyonların göz önünde bulundurulduğu, deyim uygunsa hayatın tam kalbindeki ritmlerden kendi rotasını belirleyen bir melodik akış bütünü müziğinin alt yapısını oluşturmakta. Kendi başına yola çıktığı ilk zamanlardan bu yana alternatif seslerin sınırlarına yeni açılımlar gerçekleştirebilmekte de mahir olan bir yetenek, aynı zamanda Kristjánsdóttir. Keza Kitchen Motors’un da manifestosunda yer bulan kelimelerle ifade edersek, kendine yetebilen bağımsız alternatif bir yapılandırmayı oluşturur iken sanatçıların birbirleriyle iletişimine dayanan, üretilenin türetim biçiminden çok nihayetinde karşı karşıya kaldığımız sonuca odaklanmaya çaba sarf eden bir olumlandırılabilirlik üzerinde hareket eden yapı karşımıza çıkmakta. Tüketim toplumu haline dönüştürülmesinin önünü alabilmelerinin yegane yolu olarak da atayabileceğimiz bu önerme bütünü ile kendi üretimlerini ortaya çıkartan, üreten bir toplum olmanın getirilerini sonuna kadar kullanan bir sanatsal çoğaltıcı.

Bu önermelerden türetilenlerin barındığı ilk kaydı olan Skotta’yı Reykjavik yerleşkeli Smekkleysa etiketinden 2006 yılında yayınlanır. Müzik kutularından, glockenspiel gibi oyuncakların dünyasını duyumsatan mekanik çalgılara dahası oyuncaklara uzanan bir ses türeticilerinden müreffeh bir ses kurgusunu dinleyicilerle paylaşır. Detaylarda bütünleştirilmiş, bilgisayar üzerinden son hallerine evrilmiş olan seslerin, saha kayıtlarının da bütünlendiğinde ortaya çıkardığı, kendinden emin, soluk kesici, düşündürücü bir deneyselliği de bunun üzerine ilave ettiğimizde Skotta’nın müzikal çatısını da tanımlamış olacağız. Çiğ seslerin bir rüzgar geçişini çağrıştırdığı, elektornik dokunuşlar ile beraber duygusal bir sinematografinin yansıdığı “Romantic Accident”, múm’un kayıtlarındaki akustik ses öğeleri ile gitarların paydalamasını, elektronik ses yığınları ile tersyüz edilmesine odaklanmış olan “Drakula Darling”, ismiyle müsemma bir biçimde durağan bir havayı yansıtan, karbeyaz soğukların içinize işlemesine neden olacak kadar rafine bir gözlemle hareket eden “Epitaph”, elekto-akustik ses düzeneği ile de yakınlığının ispatını oluşturabilecek, durağan aksaklıkların ana resmi ortaya çıkardığı “Malfur Skinnytoe Junior” gibi çalışmalar ile Kira Kira türler arası geçişlere kapısı her daim açık olan bir dinlenceliği ulaştırmayı başarır. Modern alternatif müziği belirli sınıflandırmalarla darlaştırmaya çaba sarf edenlere inat, verimli birer örnekleme düzeneğiyle beraber.

İki sene aranın ardından İzlanda’da Smekkleysa, Japonya’da da After Hours etiketiyle gün yüzü bulan kayıt olan Our Maps To The Monster Olympics’da bu minvalde bir devamlılık arz eden, içeriğine ek olarak konumlandırılmış ses pasajları ile daha naif bir kurguyu ortaya çıkartan kayıt silsilesi olarak değerlendirilebilir. The Silent Ballet’dan Richard Allen’ın kaleme aldığı albüm eleştirisinde değindiği üzere, çocukların müzik kutusunun, kırılganlığını barındıran enstrümantal bir bütünlük arz eder. Morr Music etiketiyle geçtiğimiz sene dinlemiş olduğumuz Benni Hemm Hemm, Borko’nun önermelerine de kapı komşusu duran, dinlenmiş olan diğer İzlanda’lı ekiplerle de bir hemhallik barındıran detaylar bu kayıtta da kulaklarımıza ulaşmakta. Mitolojik yaşayışların izlerinden, deyişlerin ve söylencelerin de izlerini aramaya çaba sarf eden, bir yerel folk ağıdı gözüyle de bakılabilecek bir kayıt bütünü Our Maps To The Monster Olympics. Sessizliğin durağanlığını, iklimin paylaşmakta olduğu beyaz kesin ve keskinliği, mekanlardan bağımsız olarak dinlence listenize eklemenizi sağlayacak önermelerden beslenen bir yapılandırmayı da bütün bu çözümlemeye ilave edebiliriz. Albümün açılışında yer alan, yaylıların donuk bir buzdağının içerisinde dolaşmasını, sesin de yankılanmasını irdeleyen Sjarmaland Intro ile seyrüseferimiz başlıyor. Celesta gibi alameti farika olmuş akustik ses enstürmanlarından izler taşıyan, Sigur Rós’un son dönem kayıtlarında duyumsadığımız partisyonlarına selam duran bir kayıt düzeneği Melur Sjamur, seslerin altına gizlenmiş olan sürprizleri keşfedebilmek için bir vesile teşkil ediyor. Bir tavsir öznesi olarak doğanın merkeze konumlandırıldığı, bizahati Kristjánsdóttir tarafından sesi kazandırılmış mitolojik yaşayışların izlerini süren, yeni masallara eşikler açmaya çaba sarf eden bir müzikal değişkenlik Gremlin Holiday gibi parçalarda grup formuna giderek daha fazla yakaşıldığını kanıtlıyor. Gerek ses üreticilerinin çokluğu, gerekse de elden bir türlü bırakılamayan mahmurluğun ortaya çıkartmış olduğu melankolikliği hissettirmesi açısından. 8bit müziklere aşina olacakların da ilgisine mazhar olacak, vurgulamaların yer bulduğu Happahrolfur Salisu, bir sis bulutunun içerisinde kaybedilenleri arayan, Bless epik serüven içerisinde doğallığın korunarak da alternatifler sunmanın yollarını, çözümlemesiyle beraber sunuyor. Albümün en uzun parçası olan ve programımız içinde de sizlerle paylaştığımız Langt I Burtu Bua Vinir’de bütün bu anlattıklarımızın birbirlerine bağlandığı, tekilleştirildiği bir mizansen barındırıyor. Elektronik seslerin gidiş dönüşleri arasına sıkıştırılıp, yüz bulan alan / saha kayıtlarından, teknik olarak bir melodik pop parçasına evrime ışık tutan bir yansı kulaklarımıza çalınıyor, son kertede. Çocukluğun sınırlarından yetişkinliğin zorlu şartlarına geçişi irdeleyen ses karaşınlığı One Eyed Waltz kısacık süresi içerisinde, afallatmayı başarıyor. Albümün finalinde de elektro-akustik müziğin geçen sene yükselttiği deneyselliğin dinlenebilir formlarla da icra edilebileceği tespitini onaylatan Hjartafanturrin Skrajafur ile albüm nihayete eriyor. Kira Kira, bir tadımlık dinlencelikten çok daha fazlasını sunmaya gayret eden özel bir proje. Müziğin merkezinde, ses dünyasından gerçeklere dair göndermelerde bulunuyor. Kaçınılmaz olan yıkımlarımızdan, içimizi kaplayan karamsarlık dalgalarının bunaltıcılığından bir nebze uzakta kalabilmeyi, zihni toparlamayı da sağlıyor. Dinledikçe, kendi sözcüklerinizi bulabileceğiniz bir lügat ortaya çıkartıyor…Keşfedin…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçaları
Uğur Mumcu Işıktır – Geniş Açı – Hikmet Bila – Cumhuriyet
HDF ve Uğur Mumcu – Fikri Sağlar – Birgün
Uğur Öldürüldü. Gün Kanadı. Soğudu Dünya – Mobius – Mobius
Gelmiş Geçmiş En Bencil Kuşağız – Mayer Hillman Röportajı – Ebru Doğan – BBC Türkçe

Kira Kira Official
Kira Kira At Myspace
Kira Kira At Smekkleysa
Kira Kira At 13Melek
Kira Kira Review By Richard Allen At The Silent Ballet
Kira Kira Live At 12 Tónar Concert July 13 2007
Kitchen Motors Official
Popnoname Official
Popnoname At Myspace
Andrew Thomas At Last.FM
Pop Ambient 2009 Stream At Soundcloud
Pop Ambient 2009 Informative At Electronic Beats
Flica At mü-nest
Flica At Myspace
Flica At Norman Records
Lukid At Myspace
Lukid At Werk Discs
Lukid At Undomondo
Lukid – Catalunya Calling At RBMA Radio
Lukid Short Story Mix At We Are…
Wireman At Myspace
Wireman At Boomkat
Krystian Shek Official
Krystian Shek At Myspace
Krystian Shek War One Line Reviews At Musebin

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel The Silence Is My Peace – By Pieroma
© Pieroma
Kira Kira’s Photos Courtesy Official Site

>>>>>Poemé
Oğlum Ölüm – Refik DURBAŞ

Tenim kurudu hasretinden
Sulara adamıştım senin
Sulardan narin bedenini
Gözümde yaş kurudu oğul

Göklerin poyrazına
Bağışlamıştım senin
Ölümünü, benim ecelimi
Bağrımda taş kurudu oğul

Ateşin rahminden çalmıştım
Benim ihtiyarlığımı, senin
Sevdalara kurban ömrünü
Yaşmağımda kan kurudu oğul

Vazgeçtim ben ecelimden
Sen de gel vazgeç bugün olsun
Hayın ölümden, zalım ölümden
Canevimde can kurudu oğul