>Deuss Ex Machina # 324 – If Not Us… Who? If Not Now… When?

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_324_–_If Not Us… Who? If Not Now… When?

08 Kasım 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Guest: Kerim YÜZER a.k.a. Kabus Kerim
>1<-Ersen Ve Dadaşlar-Dostlar Merhaba (Şahinler)
>2<-Henry Mancini-Police Woman (RCA / Victor)
>3<-Kabus Kerim vs. Selda Bağcan-Utan Utan Utan (Bağımsız Yayın / MP3)
>4<-Ananda Shankar-Sa-Re-Ga Machan (Edit) (Shiva Sounds)
>5<-Littles-Fatemah Sultan (Raks)
>6<-Koroush Yaghmei-Rayhan (Caltex Records)
>7<-Ersen Ve Dadaşlar-Güzele Bak (Şahinler)
>8<-Kabus Kerim-Hele Hele Kabus (Bağımsız Yayın / MP3)
>9<-Harout Pamboukjian-Khayripar (Parseghian Records)

Download #324 İndir

If Not Us… Who? If Not Now… When?
(Meram #324)
Mahirlikmiş gibi bir krizin üzerine toz konmadan bir diğerini bina etmeye kalkışıyoruz. Derecelendirmeler ve tahrifat oranları ne kadar etkin olursa olsun durmaksızın girdap halini almaya başlayan çelişki yüklemli, bol hüzünlü, kimseler anlamaz, kimsecikler dinlemez, kimselerin tavuklarına kışt denilmesine gereksinim duyulmadan yeni etiketli kerizlenmeler başımıza musallat ediliyor. Yoksunluk dizboyu seviyeleri üzerine seyrüsefer eylerken kulaklarımıza fısıldanan avuntular arasında yeni patlamalar, zamanda kırılmalar tebelleş oluyor. Hayata bağlantılanan her kriz olgusu durmaksızın tekrarlardan illallah dediğimiz kuytu sahalarda yine yeniden yakınsamaları beraberinde getiriyor. Bütünleştirip kördüğüm haline eviriyor. Nereye kadar mı yaşayacağımız süreci fişimiz çekilinceye kadar! Büyük biraderin seyirliği dahilinde tarafımıza lütfettiği, buyruğunun altında yaşadığımızı bir anlık bile olsa layıkıyla yanılsamamıza, unutmalarımıza müsammaha gösterecek olan avuntularımızın arasında bariz bir şekilde yükseltilmeye devam ettirilen ‘sorunlar’ gözlerimizin önüne seriliyor. Engellenen her dar bakışımın ötesine geçilebilen dirençli odaklarımız, kaybolmaya yüz tuttuğuna inandırıldığımız mücadele etmeninin varlığını keşfedebilmemizi mümkünatlar dahilinde çoğaltıyor. Yükseltilenlerin her nüshasında, ezberlerin direktifler doğrultusunda birbirinden beter tümcelerle kolajlanmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Yok artık bu seferinde de bir oyun söz konusu değildir dediğinizde bile, farkında olmadan alttan alta görünmeye can atan yalanların, akpak saklama boyasının altından ince ince göründüğünü sezebilmemiz bile bir karaşınlık noktasını, değersizleştirilen mücadeleler konusunu krize dönüştürme konusunda cevval olan atılımcıların, şahinlerin, koltuk sevdalılarının, paha biçilemez hayat sürdürücülerinin sığlık menzillerini daha rahat anlamlandırmayı, çözümlemeyi beraberinde getiriyor. Onların habire bileylenip durdukları krizlerden nemalanmaların dayanılmaz hafifliği ilkesinin üzerine adımlanılabilecek her teşebbüs bir yerlerde çakılı kalmamıza neden olan korkularımızı da yıkabilmemizi sağlayacaktır. Sağlayabilecektir ki artık her defasında benim de x arkadaşlarım var klişesinden daha güzel cümleler kurabilelim. İlla ki birilerinin güdümünde olmadan, bir dış kapının mandalı olunmadan da sıkıntılarımızın nasıl da sizli bizli ayrıştırması olmadan her birimizi etkilediğini nihayetinde bir öteki haline dönüştürüldüğümüzün, elele kazanın içerisinde ateşimizin harlandığının altını daha kararlılıkla çizebilelim. Çizebilelim ki, derdini, meramını anlatabilmek için cezaevinde görüş gününe kadar öğrenebildiği üç beş kelime Türkçe ile hasbıhal eylemeye devam edenlerin sıkıntılarını vicdanlarımızda duyumsayabilelim. Duyumsayabilelim ki, günleri geldiğinde elimizi kolumuzu bağlamalarının yanı sıra zihinlerimizi de köreltebilmek için kör yeminler eylemişlerin mübalağa dolu söylemlerinin çalakalem olduğunu hissettirebilelim. Attıkları her adımlamanın ışıktan biraz daha, az biraz daha derken karanlığa doğru hallice bir seyirlik olduğunun idrakına vardığımızı duyumsatabilelim. Her bir kör noktada bitiveren katilleri onore etme hastalığının, ‘baştacı’ edilecek kelamlarına başvurulacak kimseler kalmamış gibi ısıtılıp, pişirilip, janjanlı paketlerde devletlümüzün ekranlarından vaazlarını çekmelerinin, müsammaha göstermelerinin önüne geçebilelim. Fikrimizde canlanıp duranın bir ütopya düzenini değil tam aksine sonuca ulaştırılmayan krizler diyarı canım memleketimde olurun adının konulabilirliği üzerine kelamlar olduğunun anlamını pekiştirebilelim. Yoksulluğun, e(k)mek mücadelesinin politika sahnesinin dolgu malzemelerinden olmadığını tam aksine politik olanın şekillendiricisi, yönlendiricisi, gerektiğinde de kurulmuş düzen diye dayatılanların nasıl koskocaman yalanlardan ibaret olduğunu, aynı çarkın boyalarını değiştirince hiç birimize faydası dokunmayan yılanı besleyip büyütmeye devam ettiğimizi ve bu kısır döngüyü istemediğimiz konusunu netleştirebilelim. Netlik kazandırabilelim ki, “benim dediğim olur”un, “emir demiri keser”in, “hizaya geç hazrolda bekle”nin, “dün dündür bugün bugündür”ün, “asmayalım da besleyelim mi” kerkenezliklerinin karşısında insanlığın yok oldurulamayacağının farkına varabilelim. Usumuzda birikmeye yüz tutan şeylerin nasıl da doğrudan yüzleşmeleri gerektirdiği bu kadar açıkken hala üç maymunu oynayacak kuklalarla sürdürülemeyeceğini anlaşılır kılalım. Kılalım ki, kendimizde gayrısını değil hepimizi dosdoğru burası böyle yok öyle kolaycılığına kolay yem olmadığımız daha bir anlaşılır kılınsın. Ne ki kaybedecek süreçlerimiz, yitirecek canlarımız, heba edecek emeğimiz, yedirilmediğimiz lokmalarımız daha da fazlalaştırılmasın birilerine peşkeş çektirilmesin. Kriz sahnelemekte konuk oyuncu statüsünden daha fazlasına ulaşıp, başrole göz kıpranların yalanlarına daha fazla “idoolocik” yaklaşımlar sergilemelerine tamah, eyvallah etmeyelim. Akan nehri seyretmek güzeldir ama insan arada bir suya elini sokup onu daha yakında hissetmeli.

>>>>>Bildirgeç
İtki Ve Tepkime – Jean BAUDRILLARD*

İdeal bir sentez ve protez evreni içinde devrelerin homojenleştirilmesi, olumlu, uzlaşımsal, eşzamanlı ve edimsel bir evren; tüm bunlar kabul edilemez bir dünya oluşturmaktadır. Her tür nakil organ ve yapay ikame biçimine yalnızca beden isyan etmez, yalnızca hayvani zihinler başkaldırmaz, zihnin kendisi de kendine dayatılan organlararası işbirliğine sayısız (synergie) alerji türleriyle başkaldırır. Ani tepki, ret, ve alerji özel bir enerji biçimidir. Olumsuzluğun ve eleştirel başkaldırının yerini almış olan bu bilinçdışı enerjiden zamanımızın en benzersiz olayları doğruruyor: Virüs patolojileri, terörizm, uyuşturucu, suç hatta olumlu diye kabul edilen bazı etkinlikler; herhangi bir şey yaratma itkisinden ziyade bir şeyden kurtulma atılımıyla ilişkili olan performans kültü ve toplu üretim histerisi gibi… Bugün gerçek anlamda itkiye değil, daha ziyade dışarı atma ve tepkimeye doğru ilerliyoruz. Doğal felaketler de bir alerjiye, insanın işlemsel nüfuzunun doğa tarafından reddi biçimine benziyor. Nerede olumsuzluk can çekişiyorsa orada doğal felaketler altedilemez bir şiddet göstergesi, değerli ve doğaüstü bir yadsıma göstergesi oluşturur. Zehirlilikleri de zaten genellikle bulaşma yoluyla toplumsal düzensizliği de beraberinde getirir.

Olumlu, seçmeli, ve çekici büyük itki ya da dürtüler yok oldu. Artık yalnızca belli belirsiz aruzluyoruz, beğenilerimiz giderek daha az belirli. Beğeni ve istek öbekleri de iradeninki gibi dağılmaya uğratıldı; ama hangi gizemli etkiyle, meçhul. Buna karşın, kötü niyet, tepkime ve tiksinmeninkiler güçlendi. Yeni bir enerji, ters bir enerji, isteğimizin yerine geçen bir güç, dünyamızın, bedenimizin, ve cinselliğimizin yerine geçen şeye dair yaşamsal ve ani tepki buradan geliyor sanki. Günümüzde yalnızca tiksinti belirli, beğeniler değil. Yalnızca reddedişler şiddetli, tasarılar değil. Eylemlerimizde, girşimlerimizde, hastalıklarımızda giderek daha az “nesnel” güdümler var; bunlar çoğunlukla kendimize duyduğumuz gizli bir tiksintiden, bizi enerjimizden herhangi bir biçimde kurtulmaya iten gizli bir sahipsiz kalma halinden, yani istençli bir eylem biçiminden ziyade bir cinleri kovma biçiminden kaynaklanıyorlar. Burada Kötülük ilkesinin, bilindiği gibi hareket merkezi tam da cin kovmak olan büyüye yakın yeni bir biçimi mi söz konusu yoksa?

Simmel, “Olumsuzlama dünyanın en basit şeyidir. Bu yüzden kişileri bir hedefte anlaşamayan büyük kitleler burada buluşurlar.” diyordu. Kitleleleri olumsuz görüş ya da eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ya da niyetleri yoktur: ayrışmamış bir güçleri vardır yalnızca, bir reddetme güçleri. Yalnızca dışladıklarıyla, yadısıdıklarıyla güçlüdürler, ve öncelikle kendilerini aşan her tür tasarıyı, kendilerinden üstün olan her tür sınıf ya da zekâyı dışlayarak güçlü olurlar. Burada, en yırtıcı deneyimden , hayvanların ve köylülerin deneyiminden çıkma kurnaz bir felsefeden bir şeyler vardır: “Bunu bir daha bize yapamayacaklar, bize ne özveri ne de güzel yarınlar yutturulacak bir daha”. Politik düzenden aşırı tiksinme, filanca politik görüşle rahatlıkla bir arada bulunabilir. İktidarın iddialı bir şekilde ortaya çıkmasından ve aşkınlığından, politikanın kaçınılmazlığından ve iğrençliğinden tiksinme. Geçmişte politik tutkular vardı, günümüzde her tür politikadan tamamen tiksinmeye özgü bir şiddet vardır.

İktidar da büyük ölçüde tiksinti üzerine kuruludur. Tüm reklamlar ve politik söylem, akla ve mantığa açıkça hakarettir, ama bu hakaretten kazançlı çıkan biziz; iğrenç bir sessiz etkileşim girişimdir bu hakaret: Örtbas etme teknikleri sona erdi, günümüzde açık şantajlarla yönetiliyoruz. Bunun prototipi, “beni paranız ilgilendirmiyor,” diyen vampir suratlı ünlü bankacıdır. On yıl oldu bile: Müstehcenlik, yönetim stratejisi olarak geleneklere girdi. Şöyle dendi: İşte, saldırgan boşboğazlığıyla oldukça kötü bir reklam. Ama tersine, tam da tiksintiye, dünyevi isteklere ve tecavüze yöneldiği için toplumsal ilişkilerin tüm geleceğini üstlenmiş, kâhince bir reklamdı bu. Pornografik reklamlar ya da yiyecek reklamları da böyledir: Bir tecavüz ve huzursuzluk stratejisi uyarınca utanmazlığa ve şehvetperestliğe yönelirler. Günümüzde bir kadına, “amınız ilgimi çekiyor” diyerek onu baştan çıkartabilirsiniz. Bu iffetsiz biçim sanatta da galip geliyor: Sanatta karşılaşılan kabalıklar yığını şu tip bir açıklamayla aynı değerdedir: “Geri zekâlılığınız, zevksizliğiniz ilgimi çekiyor.” Ve bu toplu şantaja, bu kurnazca kötü niyet şırıngalanmasına teslim oluyoruz.

Artık hiçbir şeyin bizi hakikaten tiksindirmediği de doğru. Tüm diğer kültürlerin bozulmasıyla ve iç içe girmesiyle örtüşen eklektik kültürümüzde kabul edilemeyecek hiçbir şey yok, tiksinti bunun için büyüyor; bu izdihamı, en berbat şey karşısındaki bu umursamazlığı, karşıtların bu yapışkanlığını kusma arzusu bu yüzden var. Her şeyi toptan reddetmenin alerjik çekiciliği, yavaşça zehirlenme, yavaşça aşırı beslenme, hoşgörü, güçbirliği ve uzlaşma şantajı.

Bağışıklık, antikor, nakil organ ve reddin bu kadar söz konusu olması bir rastlantı değildir. Kıtlık evresinde yutma ve sindirmeyle uğraşılır. Bolluk evresinde sorun, atmak ve kovmaktır. Genelleşmiş iletişim ve enformasyon fazlası insanın tüm savunmalarını tehdit ediyor. Simgesel alanı, zihnin muhakeme alanının koruyan hiçbir şey yok artık. Neyin güzel neyin çirkin olduğuna, neyin orjinal neyinse orjinal olmadığına ben karar veremediğim gibi biyolojik organizma da kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremiyor artık. Bu durumda her şey kötü nesne olur ve yegâne savunma, ani tepki veya reddetmedir.

Gülmek de sıklıkla, bir iç içe girme ya da korkunç izdiham durumunun bizde uyandırdığı tiksintiye yönelik yaşamsal ve ani tepkidir. Farksızlığı kusuyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi büyülüyor. Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda farksızlık bizi büyülüyor. Her şeyi birbirine katmayı seviyoruz, ama aynı zamanda da bizi iğrendiriyor bu. Organizmanın, yaşamı pahasına da olsa simgesel bütünlüğünü koruduğu yaşamsal tepki (kalp naklinin reddi). Bedenler, organların ve hücrelerin rasgele değiş tokuşuna neden direnmesin? Peki bu organ ve hücreler kanserde kendilerine yüklenen işlevi neden reddediyorlar?

* Bir paragraflık meram kısmımızın tamlayıcı bir öğesi olarak Jean Baudrillard’ın Kötülüğün Şeffaflığı – Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme (Çeviri: Işık ERGÜDEN / Ayrıntı Yayınları) eserinden İtki Ve Tepkime başlıklı bölüm alıntılanmıştır (Sayfalar 70-73)

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
‘Savaşma Ve Sadece Konuşma’! – Vedat İLBEYOĞLU – Evrensel
Kürt Sorununda Barış İçin Ümitsizlik – Süreyyya EVREN – Birgün
Ömer LAÇİNER: Kürt Sorunu’nda Çözüm, Türkiye’yi Ortadoğu’da Güçlendirir – Bahar TOPÇU – Kronik Muhalif
Beşikçi Davası Savcı İçin ‘Q’ Harfi Suç Unsuru – Yeşil Gazete
Kürt Gençleri Müzakerede – Nazan ÜSTÜNDAĞ – Radikal 2
Küresel BAK: KCK Tutukluları Bırakılsın, Diyalog Sürdürülsün – Bianet
Çocukluk Bir Din Olsa Bu Ülke Cehennemi Olurdu… – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan / Ertesi
Bunca Ölüm Rastlantı Olamaz – Markar ESAYAN – Taraf
Çocuğun Anadilini Öğrenmeme Hakkı Yok; Öğrenmek Bir Zorunluluk – Cumhur BAL – BiaMag
Çelik’ten Mahkemeye ‘Bilinmeyen Dil’ Tepkisi – Sol.org.tr
Cumhuriyet’in Riya Albümünden – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Devlet Bölüyor: Ya Türkçe, Ya Kürtçe – Erhan ÜSTÜNDAĞ – Bianet
Toplum Yapma Yönetimi Olarak Şiddet – Ferhat KENTEL – Taraf
İnan Süver’den Mesaj Var – Jiyan
Arınç’tan ‘Anarşi Edebiyatı’ – Sendika.org
Yıldıray Oğur: Yazı: İyi, Çiğlik: Pekiyi – Onur CAYMAZ – Birgün
Türkiye’nin Yeni ‘Fetret’ Dönemi Bitti-1 – Merdan YANARDAĞ – Sol.org.tr
Bıktık Yani! Kapatalım Bu Bahsi! – Emre DAŞAR – Kronik Muhalif
Oğuz IŞIK: “Yoksulluk Artık Geçici Değil Kalıcı” – Burcu BULUT – Akşam
Ezilen Sınıfı “Öteki”ne Karşı Kışkırt: Kütahya’da Öteki Olmak – Hasan D. – Sendika.org
Toplumsal Bellek Platformu Öldürülen Erdost İçin Mamak’ta – Bianet
Polis, Metal Sanayicilerine Biber Gazı Sıktı! – Sırrı Süreyya ÖNDER – Radikal
Arçelik İşçileri Talepleri İçin Mücadeleye Hazır – Evrensel
Meryem Koray: Sözümüz Yerde Kalmasın – Sol Defter
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Gazeteci Ayıpları Üzerine Bir Yazı… – Hasan CEMAL – Milliyet
Medya Ve Demokrasi! – L. Doğan TILIÇ – Birgün
Türkiye’nin Vicdan Eksikliği – E. Fuat KEYMEN – Radikal 2
Ertuğrul KÜRKÇÜ: ‘Kılıçdaroğlu Değil, “Dansöz” Dokunulmazdır’ – Burak COP – Ntvmsnbc
Alain TOURAINE: “Batı’da Toplum Öldü, Tam Bir Boşluk İçindeyiz” – Kürşad OĞUZ – Habertürk

Kabus Kerim Twitter Sayfası
Kabus Kerim Myspace Sayfası
Kabus Kerim Soundcloud Sayfası
Kabus Kerim Tumblr
Kabus Kerim Röportajı – Hiphoplife.com.tr
Kabus Kerim / Anneme Funk via Mixcloud
Ersen Dinleten Resmi Sayfası
Ersen Ve Dadaşlar Vikipedi Sayfası
Ersen Ve Dadaşlar Diskografisi / Diskotek
Ersen Ve Dadaşlar via Psychemusic.org
Henry Mancini Official
Henry Mancini via Space Age Pop Music
Mancini’s Peter Gunn Score Launched Dozens Of Careers, Page One – Mornings On Maple Street
Selda Bağcan Resmi Sayfası
Ananda Shankar Official
Ananda Shankar Informative via Real World Records
Ananda Shankar via Exp Etc.
Littles / Raks! Raks! Raks! Persia’s 60’s via Psychemusic.org
Kourosh Yaghmaei Official
Kourosh Yaghmaei Fan Page via Facebook
Kourosh Yaghmaei On FarsiJam
Harout Pamboukjian Official
Harout Pamboukjian At Myspace
Harout Pamboukjian At Yerkaran.org

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Racism Sexism And Homophobia Are Not Permitted In This Area – By jerm IX
jerm IX’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Yirminci Yüzyılda – Samih EL KASIM

Öğrendiydim nefret etmemeyi
yüzyıllar boyunca,
beni zorla yoldan çıkardılar:
Fırlattım oku suratına koca yılanın,
çarptım ateşten kılıcı canavar tanrının suratına.
İlyas Peygamber yaptılar zorla beni
yirminci yüzyılda.

Öğrendiydim ağıza almamayı
sapık düşünceleri
yüzyıllar boyunca.
Bugün yapıştırıyorum kamçıları tanrılara,
o tanrılar ki gönlümdeydiler, kutsaldılar,
sattılar benim halkımı iki pula
o tanrılar
yirminci yüzyılda.

Öğrendiydim kapalı tutmamayı
konuklara kapımı
yüzyıllar boyunca.
Ama bir gün açtım
gözlerimi ve gördüm ki
neyim var neyim yok yağma Hasan’ın böreği.
Ve gördüm ki asmışlar karımı,
ve yavrumun sırtında
na şöyle şöyle
yara izleri.
Konuk değilmiş onlar, anladım, düşmanmışlar.
Mayınlar, bıçaklar topladım eşiğimden.
Sonra ant içtim bütün yaralarım adına:
Atmayacak eşiğimden adımını, dedim,
bir tek konuk
yirminci yüzyılda.
Bir şairden başka bir şey değildim
yüzyıllar boyunca
tanrıdan medet uman.

Oysa şimdi ben
bir volkanım,
yirminci yüzyılda.

Patlayan bir volkan!

Kaynakça: Şiir.gen.tr
Çevirenler : A.KADİR – Afşar TİMUÇİN

>Deuss Ex Machina # 223 – Un Nuovo Senso Dell’udienza

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_223_–_Un Nuovo Senso Dell’udienza

25 Ağustos 2008 Pazartesi gecesi “canlı” olarak gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Sian Alice Group-59:59 (The Social Registry)
>1<-James Blackshaw-Gate Of Ivory (Tompkins Square)
>2<-James Blackshaw-Infinite Circle (Tompkins Square)
>3<-The Boats-The Boats Can’t Save You Now (Flaü)
>4<-The Boats-The Melody Mosquito (Flaü)
>5<-Ilya E. Monosov-Tricycle (Language Of Stone)
>6<-Ilya E. Monosov-I’ll Live My Life Without Pain (Language Of Stone)
>7<-2sleepy-The Fog (ЯОК Music)
>8<-2sleepy-Turn Back (ЯОК Music)
>9<-Sian Alice Group-Days Of Grace III (The Social Registry)
>10<-Sian Alice Group-Kirilov (The Social Registry)
>11<-Anathema-Angelica (Kscope Music)
>12<-Anathema-Unchained (Tales Of The Unexpected) (Kscope Music)

Un Nuovo Senso Dell’udienza Bölüm (223) – Kulaklara Yansıyan Seslerin Sıhhatli Açılımları Muğlaklığı Yerle Yeksan Etti. Somutlaşan Görüngüler, Yanılsama Sıfır nm.

>>>>>Bildirgeç
Oyunun sonuna gelinmişti. Tüm birbirleriyle kesişen, çatışan, çözümsüzlük vaaz eden yapısıyla enikonu posası çıkartılmış basitliğiyle, ön yargı kalıplarından mülhem, sonuç olarak da klişelerle betimlenen bir oyunun sonuna gelmiş, gelinmişti. Sahneye zuhur eden her oyuncunun da tereddütlerinden de beslenerek mühimleştirilmiş bir oyun idi geride bırakılan, yazılanlardan giderek bağımsız bir iç hesaplaşmanın kurguya dahil edilmiş olması ise oyunun bu kadar çok tutturan. Derdest edilen hayatların geçidinde aman! iyi ki bu hallere düşmedik sesinin de yankı yankı yankılanmasıydı son kertede olağanlığın sınırlarını zorlayan. İlgiyi oyunun üzerinde hala ilk günkü gibi sıcak tutan. Biteviye tekrarlara sevk eden. Evet, ismi üzerinde oyun, temsil, gösteri olsa da hayatın gerçekliği asla peşlerini bırakmayacaktı. Oyuncular da neticede insandı, temsil ettikleri karakterlerin birer birer canlanmış örneklerinde kendi içselleştirdikleri problemlerin de çözüm yollarını analiz ediyorlardı. Takılı kaldıkları maskelerinin ardında gerçek yüzler aslına rücu ediyor, birer birer klişelerden örnekler çoğaltılıyordu. Yüzlerde somut bir ifade, sokakta her an karşılaştığımız ötekinin tasvirini gerçekleştiriliyordu. Korkularla sarıp sarmalanmış olan beşeriye yönelik mesajlar aks ettiriliyordu. Finalde ise tüm bu beklentilerden tamamıyla arınmış bir oyuncu kalmıştı sahnede, ne öncesi ne sonrası meçhulde bırakılan. Karanlık ve kasvetin egemenliğinde sonsuz geceye intikal eden bir bireyin ağlayışıyla yüklü mutsuzluğu yansımıştı. Seyre kendini kaptırıveren modern beşeriler bir vah, bin tüh sesleri ile hem acımasızlığın sonuçlarını, hem de edinilen onca tecrübeye karşın ısrarla insanların takındığı maskelerin ceberrutluğuna uzanan seyrüseferi takip ediyorlardı, tek bir nefes alış verişine dahil tenezzül etmeden. Birkaç değişkenin yerini dahi oynattığınızda dikkatinizi cezbedecek hatalardan dem vurmak, tepkiyi ortaya koymak bile bu kadar zorlayıcı mıydı? Yüzlerde dehşet ifadesi, belirsiz bir sonuçlardan sonuç beğen seremonisi.

Mutlu sona bir türlü kavuşturulamayan dertlerimizin de yansıtıcısı haline dönüşegelen bir bağlaca odaklanmak istiyoruz. Tıpkı “oyun” içerisinde de kendine yer bulan, ve her seferinde başka başka maskeler ile desteklemeye çabaladığımız iletkene. Hatalarımızın üzerini biraz daha örtbas edebilmek, halının altına süpürdüklerimizin de bir süre daha fark edilememesini sağlayabilmek için çabamıza eklemlediğimize. Değişkenlik ve ahir zamanın hızla dönen çarkları bu problemleri aşabilmemizi kolaylıyormuş gibi görünse de aslında yerinde saymaya devam ettiğimizin belgesini imleyen “yüzümüz”den dem vuruyoruz. Mizacımızı da tamamlayan, yaşadıklarımızın “heyhûla” içerisinde dikkatle bakıldığında fark edilebilmesini sağlayan, güngörmüşlüğümüzü veya tersini, yaşanmış anıların tortusuyla son şeklini kazandırdığımız yüzümüze. Fark edemediğimiz ise oyun artık sınırları belirlenmiş bir sahanın dahilinde değil, tüm yaşayışımızı kaplayan hayat güncesinin hemen tamamında kendi devamlılığını sağlayan bir kurgu haline dönüşmüş olması gerçeği. Kesif bir tonlamadan ilerleyen, kendini zorla tekrara düşüren klişeler artık çok bariz bir biçimde hayat standartlarımızı da belirliyor. İçimize işlediği kadardan yüzümüze de yansıyan çekimserlik, tevekkülden çok evhamlanma, dinlemekten çoktan vazgeçip iğneleyici yargılamalara kucak açılması da bu minvalde irdelenebilecek diğer alt okumaları bütünlemekte hiç şüphesiz. Artık olmayan vakitlerimizi harcama çağında bulunuyor olmamız da bu düşüncenin geniş bir perspektiften irdelenebilmesini olası kılan diğer bir etmen. Yüzleşmekten çekindiklerimiz için daima acil durum koduyla el altında tutulan maskelerimizden birisini kullanıma hazır ve nâzır olmamız da o kadar düşündürücü. Hazır kalıplarla aynı tepkimeleri veren yüzlere dönüşüyoruz birer, ikişer. Yarım yamalak, sansürlerle boğdurulmaya çalışılan internet’den edinebildildiklerimizle de bu değişkenliği devamlılığında sanallığa taşıyoruz. Fiberkoptik kablolar vasıtasıyla.

Alman feylezof Ludwig Wittgenstein’ın “Yüz bedenin ruhudur” sözünü bir kere daha hatırlatmakta fayda var. Her bir açılımın kıyısından ucundan beslenerek kendi form ve formülünü ortaya çıkartmaya çalışan modern beşerinin, çıkmaz yollara girmeye meyil ettiği her yol ayrımında hatrında tutması gereken bir cümle. Basit kurgusuna nazaran anlamamız için, bazı şeylerin o kadar da fevkaladenin fevkinde olmadığını idrak edip gerçeklikte düştüğümüz hatalardan dönebilmemiz için dolu dolu bir cümle. Çelişkiler yumağı haline dönüştürdüğümüz, izah edilebilir bir geçerlilik kazanamamış olsa da mutsuzluğa teslim olmuş bedenlerimizin kara kutusunu oluşturan yüzümüze karşı hiç değilse biraz insaflı olmamız temenni ediliyor olabilir mi? Yoksa şu reklamlarda çıkan ve her seferinde biraz daha sentetik hale dönüşen şuh kahkahaların arasında çağlayan umutsuzluk çığlıklarının kapımızı çalması mı gerekiyor? birdenbire paldır küldür. Tepki verme sürecinde yaşadığımız kararsızlıklar, deveran olduğumuz, içine deyim uygunsa tıkılı kaldığımız modernizm çağının kalburüstü kurallar yığını, muhteviyattan çok daha fazla vitrine odaklı kalmak gibi ardılı sıra detaylandırılabilecek örnekler ile yüzümüze yansıyan acıyı nereye kadar saklayacağız. Birgün gazetesinde 2004 yılında Muhsin Kızılkaya tarafından kaleme alınan “Yüzde 100” makalesinden alıntılayalım; “Yüzümüz hem saklı yanımız, hem de en aleni yanımızdır. Yüzümüz hem korku salar, hem sevgi dağıtır. Yazının tam burasında sözü şair İlhan Berk alır:”Yüzün ki korkular verir bana, ne zaman yüzümü tutsam yüzüne.” Yüzde yüz haklıdır!”

Deuss Ex Machina’nın geçtiğimiz Pazartesi akşamı canlı olarak gerçekleştirdiğimiz 223 numaralı bölümü dahilinde de yukarıda bir parça da olsa irdelemeye çalıştığımız “yüz” imgeleminden çoğaltımları barındıran bir kurguyu yapılandırmaya çalıştık. Müziğin salt bir eğlendirici olmasından öte anlamlar taşıyabildiğine dair açılımlarımıza, ürettikleri kayıt, ses düzenekleri ile manidar açılımlar gerçekleştiren prodüktörlerden bir derleme gerçekleştirdik. İçinde bulunduğumuz 2008 yılı içerisinde gitarı ile nev-i şahsına öznel kayıtların altına imzasını atan James Blackshaw’un Ambient seslerden beslenerek evrilen “Litany Of Echoes” kaydından iki kesit sunduk. Clickits, con_cetta, aus gibi deneysellikle minimalizmi harman eden “Moteer” etiketinin kurucularının projesi olan The Boats’un Japonya çıkartması olan “Faulty Toned Radio” albümünden mekanik olduğu kadar melankoliyi en üst seviyede tutan kurguları paylaştık. Serge Gainsbourg ile Leonard Cohen’e vokalleriyle fazlasıyla benzetilen, pek çok eleştirmence haşince eleştirilen Ilya E. Monosov’un kişisel yüzleşme anları için elinizin altındaki koruma amaçlı! maskelerden daha fazla yardımcı olacağına kani olduğumuz “I’ll Live My Life Without Pain” parçasında çözümlemeler gerçekleştirdik. Bütün bu kayıtların yanı sıra haftalık albüm önerimiz olarak da sizlere, eklektik kurgularını belli başlı kılavuz çizgi ve yol haritalarına bağlantılamadan, ilham aldıkları noktaların belirsiz kalmasından, sisler ardında kalmasından yana ısrarcı olan “avant garde soul” kumpanyası Londra’lı “Sian Alice Group”u debut kayıt “59:59”un aracılığıyla sizlerin beğenilerine sunuyoruz.Saf, alabildiğince kendi haline bırakılmış seslerin izinden hareket ederek türetilen müzikal simyanın mütercimlerini 2008 yılı içerisinde artan bir ivmeyle dinlediğimiz albüm, konser vd. bütünlüğünde keşfediyoruz. Eskilerin olması gerektiği gibi kıvamın tam yakalandığı anda havaya karışan, heveskârı “müteellim” kılan unsurların üzerinde teknolojinin de yardımını alarak kotarılan müzikal çıkarımlar, günceyi daha manidar kılacak, belki bir parça da olsa nefes aldıracak alanlar kazanmamızı sağlayan betiklere dönüştürülüyor. 2006 yılı sonlarında enstrümantalist ikili Rupert Clervaux ve Ben Crook’un vokallerde Galli sanatçı Sian (okunuşu shawn) Alice Ahern’i de dahil etmeleri ile şekillendirdikleri “Sian Alice Group”da bu minvalde çoğaltımlarıyla alternatif sesleri yaşayışlarla bütünledikleri bir türetim odağının temelleri olarak atılır. Kendi deyişleri ile süresi kestirilemeyen bir deneysellik ekibi bir araya getirmiştir. Grubun sözlerinde ve prodüksiyonun hemen hemen tamamında imzası bulunan Rupert Clervaux, Jason “Spaceman” Pierce (Spiritualized), Spring Heel Jack gibi müzikte alternatif bağlaçlar ortaya çıkartan ekiplerin teknisyenliğini, prodüktörlüğünü yapmış bir sanatçı. Ben Crook’da neredeyse tamamına yakını ev-kayıtlarından oluşan 40.000 Ghosts projesinin ardındaki isim. Vokallerindeki performansı ile yaşanmışlığı son derece iyi bir biçimde dinleyiciye yansıtmayı başaran Sian Alice Ahern’da grubun hem vitrinini oluşturuyor hem de alamet-i farikası ile unutmaya başladığımız 90’lı yılların kadın vokallerine yeni müdahalelerle melankolinin en özgül yanlarını günümüze taşıyan önemli bir aracıyı temsil ediyor. Akıllarında tasarladıkları geniş ses yelpazesini tamamlayıcısı Keman ve Piyano icrası ile 59:59’ın yapım sürecinde gruba dahil olan Sasha Vine’ın katılımıyla grup bugünkü şeklini alır. Belirli bir ön tanımla giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşamayacak kadar derinleşen bir müzikal mihmandarlığın da seyrüseferi başlamış olur. “Anthem” dergisine Ben Crook’un vermiş olduğu röportajdan alıntılayalım: “Stüdyo’ya girmeden önce nasıl bir kayıt ortaya çıkartabileceğimiz, grubun nasıl bir ses elde edebileceğine dair tasamız hiç olmadı. Böyle bir endişe içerisinde de olmadık. Rupert Clervaux’un stüdyosundaki çalışma süresince, serbest vezin takılmayı, serbest caz, deneysel kurgular ile sürekli bir devinim haline girişebilecek alternatif türetimleri oluşturmaya çabaladık. Bunun yanında da itiraf etmeliyim; Hiçbir zaman “rock” veya “indie” disiplinlerine bağlantılanabilecek bir şeyler ortaya çıkartmayacağımız kesindi. Diğer pek çok grupta olduğu üzere sadece belirli bir müzikle kendimizi sınırlandırmak için bir sebep görmüyordum da zaten. Sonuçta tüm kayıt silsilesinin ardından ortaya çıkarttığımız içimize sinen, insansı endişeleri de barındıran bir müzikal kolaj oldu”.

Benzeş müzikal izdüşümler ile alternatif külliyatçılar için önemli bir besleme noktasını oluşturan “The Social Registry” etiketinden yayınlanan “59:59” adlı debut kayıt ile ilgili notlarımızı aktaralım. “59:59” handiyse tüm 80’li yıllar ile 90’lı yılların ortalarına kadar süregitmiş olan eklektik kurgudan ilham alarak gelişen bir müzikal sentezleme çabası olduğunu ilk elden iletebiliriz. Kullanılan dil, kurguda yerleşik hale getirilmiş sinematik kesitler ile var edilmemiş bir zaman diliminde, kendi ergenliğiyle yüzleşen insanların hikayelerini barındıran bir harman kulaklarımıza çalınıyor bir saatlik kayıt süresince. Ağıdı çağrıştıran bir melodika ile gitarın solo performans gösterdiği düşler bahçesinin de açılışını imgeleyen, Sian’ın vokalleriyle mahmur bir girişi imleyen “As The Morning Light” ile çalışma başlıyor. Daha çok “country” müziklerinde kulaklarımızda yer edinen gitar kurgusunda, eklektist bir çağıldamayı sentezleyen finaline doğru “rock” özüne de geri dönüşü betimleyen “Way Down To Heaven”, albümün içerisindeki deneysel ses kesitlerini fazlasıyla duyumsayabileceğiniz “Interlude” pasajlarından ilki olan ve The Dusk Line EP’sinin de öncüllüğünü sağlayan “7.35” kaydı ile temassız suretler arası bir müzik seremonisinin ortasına dahil olunuyor. Deuss Ex Machina içerisinde de sizlerle paylaştığımız, Sian Alice Group’unun da temel olarak pek çok eleştirmence üzerlerine yaftaladığı “shoegaze” tamlamasını nedenlerinden birisini oluşturan epik “Kirilov” gibi serbest vezine de uydurulmuş bir melankolik düzlemi ortaya çıkarılıyor. Yorumlanma telaşesinde aynı mı olur, farklı mı tınlar sendelemesine düşülmeden.Portishead’in “Third” albümünde de kendisine yer edinmiş bulunan alttan alta yumuşak bir girizgahı takip eden boşlukları dolduran space-pop kırıntılarından kuvvet alan niş, dinledikçe güzelleşen doğaçlama “Contours” kaydı ile ekip olarak müzikleriyle de farklı odakları keşfetmek isteyenler için hazır bir sunumu gerçekleştiriyorlar. New Age müziğinin feylezofik senfonilerinde kendine yer bulan piyanonun sadeleştirilmiş bir kaydından yol alan enstürmantal “Days Of Grace III”, Laika, Dubstar, Pram gibi pop müziğin sınırlarında elektronik denemeleri gerçekleştirmiş bulunan grupların izlerini takip eden, kendi içerisinde bir caz seansından kotarılmış izlenimini uyandıran kurgu bütünüyle “Sleep”, ismiyle müsemma bir şekilde müzikal disiplinler arası seyyahlık ettiği süre dahilinde anlık geçişlerle afallatan “Murder” kaydı ile Sian Alice Group’un yer altının geri dönüşüne aracılık etmeye devam ediyor. Albümde yer bulan en farklı parçadan da bahsedelim. Resmi albüm tanıtımında da bahseldiği üzere, Detroit techno’ sunun efsanevi prodüktörlerinden Jeff Mills’in “Solid Sleep” parçasına ithaf edilerek kotarılan “Motionless” egzantrik davul partisyonları, glockenspiel gibi melodikası oyuncağı çağrıştıran ses üreteçlerinden beslenerek kotarılmış bir deneysellik olarak albümdeki en rahat dinleyiciyi kavrayabilecek çıkışlardan birisini oluşturuyor. Finalde ise grubun canlı performansları sırasında ekibe de dahil olan Spiritualized / Spring Heel Jack gruplarından John Coxon’un gitarda, Gang Gang Dance’den Brian DeGraw’ un da piyanoda eşlik ettikleri “Complete Affection” ile albüm nihayetleniyor. Seslerin en çiğ biçimleriyle korunduğu, kimbilir ilerleyen kayıtlarda karşımıza çıkacak deneysel açılımların da küçük küçük de olsa ipuçlarını barındıran bir temsilci olarak da kulak kabartılabilecek bir kurgu kulaklarda iz bırakıyor. Uzunca bir süre işin sadece mutfak kısmında yer almış isimlerden, 2008 senesi içerisinde heyecan uyandıran bir müzikal çeşitlendirme “59:59” da dinleyicilerle buluşuyor. Zamansız kolajları ile tereddüte gerek bıraktırmadan yüzünüze yüzünüze en doğru tılsımları ulaştırıyorlar. Ruhunuzu da ehlileştirerek. Peter Muprhy’nin Roll dergisine verdiği mülakattan altı çizilesi bir vecizi ile sözü bağlayalım : “Müzik, biçimi aşan bir hadisedir. Müzik, insan bedeninde rezonans yapar ve bedeni ruhanileştirir, ona makam kazandırır. Bu söylediğim mistik bir ahmaklık değil, fiziksel bir hakikat. Bütün müzisyenler bilir, performans esnasında bir an gelir, o anda seni bir şey teslim alır, sana işler, sen onun iletkeni olursun.” (Roll.132 / Ağustos 2008-Yücel Göktürk’ün söyleşisinden)

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Anathema Review At Punkreas

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;

Dinamo -makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
>>>>>Poemé
Güneşi Yakanların Selâmı – İlhan BERK

Bir zevk duyulmaz oldu, buranın rüzgârlarından
Hayat soldu bir günün enginlerinde yine.
Selâm! Sonsuzların yorgun gönüllerine
Selâm: Güneşi içeren çocukların diyarından!…

Bir ateş yakalım ki geçmesin hatta bir an
Ve sussun kurtlar, kuşlar bir gök gürültüsüyle;
Bir ateş yakalım ki, tutuşsun gökler bile
Ve Güneş içilsin o gün, kızıl çanaklardan!…

Varsın eskisin sesim kaybetsin ahengini
Geceler kıskanmasın aydınlığa süsünü.
Donatsın sonsuzluklar gibi gurubun rengini
Söylesin ve uzaklar baharın türküsünü…

Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden
Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden.
Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden,
Selâm, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde!…

güneşi yakanların selamı

>Deuss Ex Machina # 193 – 180 Sek. Fyrir Sólarupprás

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_193_–_180 Sek. Fyrir Sólarupprás

10 Aralık 2007 Pazartesi gecesi “canlı” olarak gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-PJ Harvey-Dear Darkness (Island Records)
>2<-PJ Harvey-Silence (Island Records)
>3<-PJ Harvey-The Devil (Island Records)
>4<-Sigur Rós-Salka (XL Recordings)
>5<-Sigur Rós-Hljómalind (XL Recordings)
>6<-Battles-Tonto (Live At FRF 2007) (Warp Records)
>7<-Odd Nosdam-Freakout 3 (Anticon)
>8<-Odd Nosdam-Kill Tone (Anticon)
>9<-MRK 1-Slope (Planet µ)
>10<-MRK 1-Trip Down The Nile (Planet µ)
>11<-Pole-Sylenstein (Deadbeat Remix) (~scape)
>12<-Shantel-Koupes I’ll Smash Glasses (Essay Recordings)

180 Sek. Fyrir Sólarupprás Bölüm (193) – Dimağ Bölünmüş, Ayırdına Varılamayan Gerçeklik Sonsuz Uykuya Gerisin Geriye Çekiyor. Acıya Dayanamayan Bünyeyi (PrTN)

>>>>>Bildirgeç
Müstakil bir devinim içerisinde kendi yolunu bulabilmek en büyük kazanım, kitleler ve çağların hızlılığında vesair muğlaklığında. Gün dediğimiz kavramın artık uzatılabilecek bir yanı olmamasına karşın kimilerimiz için vakit yetişmez, yetişmiyor. (24/7 Offline) Dakikaların birbirini kovalaması bir buhranın bir telâşesinin, ardı arkası gelmeyecek bir zil sesinin sonsuzluğuna ulaşacağımız gün dönümlerine yaklaşmaması için kasım kasım kasılınıyor. Hızı son derece iyi bir biçimde ayarlanmış bir koşu bandında geri geri gitmeye çalışmak gibi, olanaksız ve yorucu bir biçimde. İleri hameleler her halûkarda kaç saniye kaybederim diye tartılıp düşünüldükten, belki iyice emin olunduktan sonra atılıyor. Cömertçe harcayabileceğimiz, hovardalık zamanlarımız geçmişte kaldı. Son tren de hareket etmek üzere. « Acele » gişelere yöneliniz.

İvedi hareket etmek ile giderek robotlaşan, yalnızlaşan ve ötekine tahammül etmek yerine boyunduruğu altında ezmeye meyillenen insanoğlu için zaman kavramı her daim can alıcılığını koruyor. Düşünmelerimiz bile şehr-i Stanbul’un trafik akışı gibi bir anda karmaşıklaşıp kaotik bir görüngü sergileyebiliyor. İçerisine düşmüş olduğumuz ağ içerisinde bir hamster, bir deney zımbırtısı olmak belki heveskar ve maceraperver yaşayışları mutlu ve mesut kılabilir, ama ya ötesi. Korunaklı kıldığımız ve kendimizce açığımızı barındırmayan, kem gözlerden gizleyen ; koruma kalkanlarımız maalesef bu aralıklarda görünmez kalıyor. Etkisi geçici olarak servis dışını işaret ediyor. Süremiz yeterli olmadığından kendimiz için önemli bulunan bu unsurda bile şarjımızı (pardon uykumuzu düzenli alamadığımızdan, dedikodu yapmak için resmi geçit ünlülerini ekran karşısında yakalamya çalışıp debelenmekten, günlük hareketliliğin kendisi politikken ısrarla ve değişmez bir özgüvenle onu gözardı etmekten, kimliğimizi bile tam tanımlayamıyorken, öteki hakkında ahkam kesmekten, ele avuca sığdırıp hiddetli hiddetli eleştirmekten) tam olarak yapamıyoruz.

Güzellik dediğimiz kavramın bile sırf içerisinde müdahil olamadığımız anlarda karşıt bir biçimde kınıyoruz. Yontuyor, kaotik bir biçem ile kötülüyoruz. Tıpkı bir buton varmışcasına veya ulaşacakmışcasına. « Hepimiz Kınamacıyız ». Kendimiz ile ilgili bilgileri xyz sitesinde afişe etmekten çekinmezken (üstelik kayıp ettiğimiz süreyi göz önünde bulundurduğunuzda ekonomistleri ve yüce yüce değerlendirmecileri çıldırtan bir süre kaybı, onlar için en en önemlisi olarak lanse edilen maddi kayıp söz konusu – alın size bir patlak nokta vakit kaybına ithafen) verilerimizin anlık akış içerisinde gerçekten çözümlülüğe yardımcı olabilecek konularda kullanmamayı « Sarı Çizmeli Mehmet Ağa » formülü ile idare etmeyi tercih ediyoruz. Tenkitleriniz için 8’i tuşlayınız. İyi Günler.

Zamanda bu arada önlenemez bir biçimde su gibi akıp gidiyor değerli okur. Şimdiden bir onbeş dakikanızı heba ettirmeyi başardık. Koskoca bir üçyüzaltmışbeşgün ve altı saatlik blok içerisinde yitirilen küçük bir dilim de olsa, iş görüşleri paydalamak, yönelişimleri aktarmak olunca umarız ki bir süreliğine kayıp zaman önemini yitiriyor ve nötrleşiyordur. Kalıplara bağlı ve yaygın olanın aksine yavaşlamaya meyil edenlerin bir durağından seslenmeye çabalayoruz sizlere. Önemli gelebilecek ayrıntıların, akışın hızı içerisinde göz ucuyla bile yakalanabilmesi için bir yerde tüm bu çaba. Öylesine değil, keşfedebilmenin getirmiş olduğu artılar, gidilen yolda ilave edilen her bir yeni araç ile yaşam öğretileri bizleri müziğin içerisinde de farkı temas noktalarını yakalayabilmesini olanaklı kılıyor.

Müzik de kendini bu soyutlanmış düzlemler yumağı içerisinde çoğu zaman, zamansız, mekansız bir formüle ile dinleyicilerle buluşur. Kâti olanın değil, süreklilik arz eden, ipuçlarını vermesine karşın, dinleyicinin bilincinde oluşturulmasına izin verilen muğlak bir coğrafik açılımlar bütünü olarak da değerlendirilebilir – müzik. Dinlenilen her tınıda, her bir kompozisyonda bu farklı tartımlar, damakta ve bellekte ayrı izler bırakan açılımlar, genel geçerliliğin karşısında durağan ama gelişmeye de çokça elverişli bir zihin jimnastiğini imdinin beşerine sunar. Tavizsiz ve olduğu gibi. Tek yapılması gereken kulaklarımızı dört açarak, seslerin arasında bizlere bahşedilmiş olan ayrıntıları yakalamak, kendi yorumlamalarımız ile farklı okumaların tadına varabilmek. Zamanın hoyrat bir biçimde tüketilmesine karşın işe yarar bir biçimle, bilerek ve isteyerek. Değerli olana ciddi anlamda vakit ayırarak. Müziğin ayırdına varmak isteyenleri çift kulaklıklarımızla baş başa bırakıyoruz.

Bu tümleşik yapı ile giderek mekanikleşen insani yapıyı da hiç olmazsa bir süreliğine daha olduğu gibi, hatasıyla sevabıyla, bunların getirisi/götürüsü olabilecek değişkenler ile açılımlayabilmek için ihtiyacımız olan bir durum müzik. Keskin köşeleri ile bi’örnek değiştirilemez olan yargıları aşmaktan tutun da, zihinde hiç vakıf olamadığımız yönelişimlerin ve anıların izlerini süremeye hep bu tını dehlizleri vasıta ve aracı oldu, yıllar yılı. Söz konusu müzikse detaylandırmak ve istediğimizi alabileceğimiz onlarca çeşit olunca, metropol insanları olarak kaçış noktalarımızın sayısı da alabildiğince çoğalıyor. Geçtiğimiz günlerde kaybetmiş olduğumuz ve detaylandırdığı müzikal komponentler ile kurulmuş düzeneğe karşıt bir manifesto’yu oluşturmuş, bizhati kendisi bir alamet-i farika olan Karl-Heinz Stockhausen’de bu minvalde incelip, kalınlaşan ses formları ile muğlak bir bileşkeden daha fazlasını dinleyenlere ulaştırdı. Tıpkı yukarıdaki satır ve paragraflar içerisinde değinmeye çabaladığımız gibi zaman ve süreklilik kavimlerini zorlayarak, bilerek ve isteyerek.

Deuss Ex Machina’nın Dinamo FM’de serüveninin 193. durağı olan programı içerisinde de bu çağrışımlara denk düşen, metafor olarak da kullanılabilecek parçalar ile bir izlek ortaya çıkartmaya çalıştık. Ümitsizliğin tavan yaptığı, görece anlamlı bir çıkışa hasret kaldığımız anların kurgularından, mutlak olmasa bile en azından bir süreliğine yüzümüzde gülümseme bıraktırmayı başaran deneyselliklere kulak kabartma imkanımız oldu. Süre baki kalmakla birlikte tını bereketinden iyi bir seçki daha ortaya çıkartabilmek için çabalamaya devam ettik. Bu birbirleriyle alaşım halini alan, belki nefes alan sözlerin ve müziklerin içerisinde bir tanışı sizlerle yeniden bir araya getirmek istiyoruz. Soğuk bir iklimin içerisinde, bemebeyaz sessizliği yıllardır işleyen bir ekip olan İzlanda’lı Sigur Ros bu haftaki önerimiz olarak sizlerin beğenisine sunuyoruz.

Doğanın bemebeyaz bir örtüye bürünmesi neticesinde ortaya çıkan sonsuzluk vaatli bir manzara. Issızlığın ortasına düşmüşcesine, yalın ve tedbirsiz ama içerisinde oldukça alışılan bir muğlak durum. Ortaya çıkan bir simya tüm bu sinematografik suretin üzerinde kendini evririp çevirerek yankılanmaya devam ediyor. Giderek yükselen bir akustik seremoniden neredeyse fısıltıya dönüşen bir masalsı niniye uzanan bir dönüşüm. Çağrışımın zamanı da yok üstelik, bembeyaz olan platomuz gibi bir görünüp bir yok olan bir tını sağanağı. Sigur Ros’un üretmiş olduğu müziği de tanımlayan yegane çıkarım da bu sanırız. Yıllardır üretmiş oldukları sesleri açmaya kalktığınızda hatra düşen ilk tümceler. Soğuk bir mevsimin yalapalayan yalnızlığı içerisinde dolu dolu hayat dersleri barındıran, keşmekeşi içte yaşanılan tedirginliğin yansıması olan bir proje. Bir yaşam öznesi. Üstünkörü bir bakışım yerine yürek dağlayıcı bir imgeleme yöntemi ile dolu dolu, gözyaşı terbiyecileri.

Reykjavik’de 1994 yılında Jonsi Birgission (gitar ve vokal), Georg Holm (bas), August Ævar Gunnarsson (davul)’un Jonsi’nin kız kardeşi olan Sigurros’ün doğduğu yıl kurdukları projenin temeline indiğimizde bu cümleler bizi karşlılıyor. Yıllanmış bir şarap gibi tüketildikçe, zevk alınan, incelikli bir ses oratoryosu onların müziği. Kakafoninin baskınlığında şehre teslim olmuş modern yaşam formlarına karşı hala sessizliğin seslerini sunma çabası. Bir delilik iki Don Quixote’luk.1997 yılında yayınlamış oldukları « debut » albümleri « Von »da olduğu üzere ümidi hiç yitirmeden. Uluslararası başarıyı beraberinde getiren bugün bahsettiğimiz modern rock müzik külliyatının temel taşlarından birisi olan « yeni bir adım » « Agætis Byrjun » müziğin varsayımsal bir olgudan öte tamamiyle kendi üreticilerinin nezdinde farklı temalara bölümlenebileceğinin bir kayıdı olarak takdis edilmişti. Başta Radiohead olmak üzere etkileşim ve yönlendirmeler ile istisnalarında kaideyi bozabileceği gerçeği ortaya çıkmaktaydı. Geçmiş zaman, geçişli zaman…

Yada dinleyicilerin kendi sözlerini yazabilmeleri için bomboş bir kartonetle çıkmış olan ( ) albümü gibi, İzlandaca’nın bir kolu olan « Hopelandik » dilinde söyleyişler ile temcit pilavı gibi sunulan örnekleşmiş ve kalıplaşmış müzik algılarının da ötesine geçip duyduğunuzu değil, yüreğinizde şekillenmiş olan sözleri yazamanıza cesaret veren bir çıkış Sigur Ros’ü mihenk taşı yapan.Tabii ki sadece bunlar değil Jonsi, Georg, Kjartan Sveinsson ve Agust’un yerine 99’da gruba dahil olan Orri Pall Dyrason’dan oluşan Sigur Ros’u önemli kılan, müzikal formasyonlarının doyuruculuğu, yüreğe gerçekten işleyen tını yumaklarının yoğunluğu ve galiba en önemlisi böylesi bir müziği sahne üzerinde de aynı etkiyle paylaşmaya devam etmeleri onları çağımızın öncül topluluklarından birisi olarak anmamızı olası kılıyor.

Geçtiğimiz günlerde ikili disk formatında yayınlanmış olan « Hvarf-Heim » albümü de 2005 yılında yayınlamış oldukları « Takk » albümünün devamlılığını oluşturuyor. Birbirini takip eden ama asla birbirini tekrar etmeyen bu müzikal ses işçilerinin son kayıtlarının üzerinden bir geri çekilme dönemleri olmuştu. Bunu albümün kritiğini yapan pek çok eleştirmenin de yazısında irdelemek mümkün. Artık iyice tanınan bir grup olan Sigur Ros için de bir ırama noktası gerekliliği bizahati grup üyelerince seslendirilmesi her güzel şey gibi bu topluluğun da sonuna mı ulaşılıyor. Sesler yarım mı kalacak sorularını beraberinde getiriyordu. İkili albümün ilk yüzü olan Hvarf « Gözden Kaybolma » bu dönemi simgeliyor. Yalın ve yalpalamadan bir ses duvarı örererek, içinde bulunulan duruma da atıflar gerçekleştiren bir kayıt timsali. Üçü daha önce gün yüzü görmemiş grupça yeniden yorumlanmış ikisi de grubun çıkış yaptığı 2000’lerden seçilmiş parçalardan oluşan bir bölüm « Hvarf ». 2002 tarihli bir kayıt olan, tümleşik armoni içerisinde buz kırılması gibi bir çağrışım ortaya çıkartan, Jonsi’nin orman cini kostümü içerisinde ses verdiği Salka, bir rock şarkısının sadece gitar riffleri ile örülmediğine şahitlik edebileceğiniz, eski kayıtları dinlemiş dinleyiciler için çokta tanıdık gelebilecek « Hljomalind » turnayı hala onikiden vurduklarını beyan ediyor. Yüksek perdeden, gümbür gümbür deneysellik ile beraber…serince…

Programımız içerisinde paylaştığımız bu iki parçadan gayrı, hatıra kutularında dönen balerinleri aklınıza düşüren bir melodika ile seyrüsefer eden, birden bire kendini dönüştürüp müzikal kökleri bağlamında ataları olan Pink Floyd’un saykodelik köklerine uzanan, grubun değişmeye başlayan müzikal yönlerinden birini irdeleyen « I Gær », on yıl önceki versiyonundan farklı bir potansa erişmiş bulunan, dinginliğin açılımına, kasvetin doruğunda dahi ümidi yitirmemeyi salık veren, Apparat’ın kayıtlarında duyumsadığımız Compelxachord’dan bu yana en iyi yaylı düzenlemeyi barındıran « Von » ve bu parça gibi on dakikaya yaklaşan süresi ile İzlanda’yı gözlerinizi kapattığınızda zihninizde canlandırmayı olası kılan, sonuna doğru delişmen bir « noize » yumağına dönüşen « Hafsol »un yeni düzenlemesi ile ilk yarıyı tamamlıyoruz. Bellekte birikmiş olan tüm düşüncelerin sağladığı yeni önermelerin huşusu içerisinde…

Çalışmanın ikinci diski olan « Heim » ise adının karşılığı sözlük karşılığı üzerine ‘ev’i temsil ediyor. Sigur Ros topluluğunun 2006-2007 içerisinde izlanda’da vermiş oldukları konser performanslarından derlenmiş kayıtlar ile hem daha dinginleşen, hem de sorgulatan bir müzik dinleyicilerle buluşturuluyor. Keskin hatlara sahip olmadıklarını belirtmiştik, bu altı şarkılık dizilim içerisinde de giderek muğlaklaşan, naif ama taviz vermemeyi tercih eden bir müzikal portre karşımıza çıkıyor. Piyano’nuun genel akışı belrilediği Samskeyti, bir diğer İzlanda’lı topluluk olan müm’dan aşina olduğumuz sakin havanın yansıması olan Staralfur, enstümantal yönelişimi iyice ortaya çıkartan ve fişsiz performanslar içerisinde ayrı bir yere şimdiden yerleştirebileceğimiz Vaka finaline doğru giderek yükselen vokal performansı ile dinleyiciyi mest etmeyi başarıyor. Aynı durumu pekiştiren diğer bir örnek parça da « Agætis Byrjun ». İş bu sefer caz doğaçlama ile folk çizelgesi arasında gelip giden bir melankoli düzlemine yönelmekte. Finalde yer alan « Von » ise İzlanda’nın derinlerine doğru teklifsiz bir davet. Giderek içeriye doğru, çekincesiz ve zamansız bir düzleme gözü kapalı olarak gitmek artık pek bir olası. Hatta gerçek.

Deneyimlemenin nicesini, yıllardır yayınlamış oldukları kayıtlar ile durup nefes almadan ispat eden « Sigur Ros » bu olgunluk dönemi çalışı içerisinde de önermelerini sorgusuz sualsiz beher albüm bedeline sunmaya devam ediyor. Zaman akışının tedirgin edici unsurlarına karşın halen celallenerek, sözlerin bağlayıcılığını bu sefer çokta önemsemeden, enstürmantal nitelikleri ile dört başı mamur bir tüketimlik. Ama bir sefer ama çokça dinleyişte ve her seferinde farklı bir okumaya, hayale, soyutlanmaya yolunu bağlayarak, gözyaşlarını biriktiren bünyelerde boşaltım sağlatarak. Hayat gibi acısını, idrak noktalarını, kederin vermiş olduğu yıkıma karşın dayanma gücü bahşeden olgulara ithafen sekiz notadan mükellef bir kılavuz…

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Sigur Rós
Sigur Rós At Myspace
Sigur Rós Heima
Sigur Rós Heima Trailer
PJ Harvey
PJ Harvey At Myspace
Battles
Battles At Myspace
Odd Nosdam
Odd Nosdam At Myspace
MRK 1
At Planet Mu
MRK 1 At Myspace
Pole
Pole At Myspace
Shantel

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
info[at]dinamo.fm – www.dinamo.fm – misak[at]dinamo.fm
http://deuss-makina.blogspot.com

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel-
Children Of Iceland By Tom Craggs
http://www.flickr.com/photo_zoom.gne?id=1337019480&size=l

© Tom Craggs http://www.flickr.com/photos/tomcraggs/

>>>>>Poemé
Işığın Örümcek Ağı – Osip MANDELSTAM

Işığın örümcek ağı içindeyim şimdi.
İnsanlar saçlarının bütün gölgeleriyle
ışığa, soluk mavi havaya, ekmeğe
ve Elbruz’un doruğundaki kara hasretler.

Ve kimseler yok bana yol gösterecek.
Tek başıma neyi arayabilirim?
Gözyaşı döken bu parlak taşlar
bizim dağlardan değil.

İnsanlar kendi gizleri olacak
ve onları sonsuza dek uyanık tutup
soluğunun parlak saçlı dalgasında yıkayacak
şiire hasretler.

Çeviri: Cevat ÇAPAN


>Deuss Ex Machina – Deneme Sürüm –

Leave a comment

>

Dinamo FM 103.8’den Pazartesi akşamları sizlerle buluşturmaya gayret ettiğimiz Deuss Ex Machina canlı gerçekleştirilmiş bir kaç programı sizlerle paylaşmak arzusundayız. Elimizden geldiğince çoklu ve alternatifi bol bir müzikal izlek ortaya çıkartmaya çabalayan, bunu her daim zikretmekten çekinmeyen programcınız olarak sizlerin eleştiri ve önerilerinizi bekliyorum.

Program bilgilerini blog içerisindeki girilerden takip edebilirsiniz.

Öyleyse Podcast deneme sürümlerimizi sizlerle buluşturma zamanı, İyi dinlenceler.

Deuss Ex Machina # 166 Back 2 Mine V.1 Fattish (09.04.07)

>Deuss Ex Machina # 166 – As You Chains, Sleepy By Coins

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_166_–_As You Chains, Sleepy Coins By Drones

Back 2 Mine # 1 – Fattish aka Emrah Arslan

09 Nisan 2007 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.
>>>>>Musique
>1<-Alice In Chains-Nutshell (Columbia Records)
>2<-Nirvana-Polly (Live At Mtv Unplugged) (Geffen Records)
>3<-Soundgarden-Fell On Black Days (A&M Records)
>4<-Pearl Jam-Black (Live At Mtv Unplugged) (Epic Records)
>5<-Mad Season-Long Gone Day (Columbia Records)
>6<-AC/DC-Hell’s Bells (Atlantic Records)
>7<-Pearl Jam-Rockin’ In The Free World (Epic Records)
>8<-Audioslave-Like A Stone (Live) (Epic Records)
>9<-The Tea Party-The Bazaar (EMI)
>10<-Alice In Chains-Love, Hate, Love (Columbia Records)
As You Chains, Sleepy Coins By Drones-Bölüm(166)-Değil miydik farkında, dımdızlak kalakaldık bir zamanın ortasında, Sessizliğimi sesssizlik böldü gür karanlığımda…
>>>>>Bildirgeç
Düzenin yeknesaklığına, alabildiğine aksaklığına inat edercesine ortaya çıkan formülasyonlar, müzikal çeşitlilikler Deuss Ex Machina’nın ana çatısını oluşturuyor. Alabildiğince ya da elden geldiğince farklı melodik aksamlar, müzik neşriyatı muhvetiyatımızda kodlu olarak sırası geldiğinde sizlerle buluşuyor 103.8’den.

Deuss Ex Machina’nın yaratılımı ve gelişimi boyunca ortaya koymak istediğimiz tek şey bu var edebilme arzusu. Tekil hanelerde de olsa kısıtlanmamış dinleyicilere alternatiflerden bir demet sunabilmek. Asl’olan da bu değil midir, müziğin görece beğenilisini bir kenara bırakırsak. Amaç ortaya dinlenebilir merak uyandırılabilir şeyler ortaya koymak.

Serüven deyip durduğumuz üç buçuk senelik çizelgemiz içerisinde yeni bir bölüm daha hayata geçiyor. Var etmeye, tanıtmaya en azından bir parça ile meraklandırmaya odaklandığımız müzikleri, bu sefer köklerinden alaşımın merkezi noktalarından; yanisi en başından ele almak için “Back 2 Mine”.

Nerelerde gelip nerelere yönelmişiz. Müzikal izleğimiz bellek kartlarımızın ölçüsünde, ya da günün hızından ırak kalabildiği anlarda dönüp dinlediklerimizi anlamaya kulak kabartmak için “Back 2 Mine” diyoruz. Özel ve öznel tüm kalıplaşmanın dışarısında ender olana, asl’olana odaklanma programı.

Serinin ilk bölümünde house tanımlı müzikal kolajları ile Cumartesi öğleden sonralarını şenlendiren House Side Of The Moon’un yapımcısı Fattish aka Emrah Arslan konuğumuz oldu. Külliyatından önemli müzikal tınıları programımız içerisinde dinleyicilerle paylaşma, anektodlar ile desteklenmiş bilgi notları ile “Seattle” ve kuşağımızın ergenliğinden dem vurmaya çalıştık.

Müzik neticede bu satırların arasında sizlere ulaşan tümce yığınından daha fazlasını bahş ediyor. Emrah’ta tüm birikimi ile dos doğru müziğin çarpıcılığına işaret eden aksamları betimledi. “Seattle”ın sersemletici, düşündürten, afallatan buğulu gri atmosferini grupların müzikleri ile birbirine bağlantılayarak ana fikir olan müziğe odaklanmamızı sağladı.

Bellek çabuk unutsa da dinledikçe, üretilmiş olan müziğin kıymeti harbiyesini ortaya çıkaran bir seçkiydi Back 2 Mine # 1. Seattle’ın kilomete taşlarından birisi olmuş Alice In Chains’in vokalisti Layne Staley’nin sesi ile bir kuşağın içselliğini paylaşmış lirik zenginliğini, yol rehberliğini, sessiz çığlıklarını ve daha fazlası olarak her ne kadar yayın sırasında iletememiş olsak da Kurt Cobain’i de yad etmiş olduk. Müzik var edildikçe, dinlenilenin sözlerine vakıf oldundukça daha anlamlı.

Sözel külliyatlar ile notaların neşriyatına ilerleyen günlerde “Back 2 Mine” çatısı altında farklı isimler ile yol kat etmeye, kah yad etmeye kah ilerlemeye devam edeceğiz. Son söz Müzik sadece Play, Pause ve Stop değildir. Müziğinize sahip çıkın…

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
info[at]dinamo.fm – http://www.dinamo.fm/ – misak[at]dinamo.fm
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel Sonsuz Düşler (R.I.P.)
>>>>>Poemé
Black – Pearl Jam

Hey… oooh…
Sheets of empty canvas, untouched sheets of clay
Were laid spread out before me as her body once did.
All five horizons revolved around her soul
As the earth to the sun
Now the air I tasted and breathed has taken a turn

Ooh, and all I taught her was everything
Ooh, I know she gave me all that she wore
And now my bitter hands chafe beneath the clouds
Of what was everything.
Oh, the pictures have all been washed in black, tattooed everything…

I take a walk outside
I’m surrounded by some kids at play
I can feel their laughter, so why do I sear?
Oh, and twisted thoughts that spin round my head
I’m spinning, oh, I’m spinning
How quick the sun can drop away

And now my bitter hands cradle broken glass
Of what was everything?
All the pictures have all been washed in black, tattooed everything…

All the love gone bad turned my world to black
Tattooed all I see, all that I am, all I’ll be… yeah…
Uh huh… uh huh… ooh…

I know someday you’ll have a beautiful life,
I know you’ll be a sun in somebody else’s sky, but why
Why, why can’t it be, why can’t it be mine

Aah… uuh..

Too doo doo too, too doo doo