>Deuss Ex Machina # 237 – Life In A Glasshouse – Report’08

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents

Deuss_Ex_Machina_237_–_Life In A Glasshouse – Report’08
“Sene Devir Oldu, Baki Kaldı Tınılar”

29 Aralık 2008 Pazartesi gecesi ‘canlı’ gerçekleştirilen programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Guest: Sühan Gürer (Proodos / Dinleme Parkı)
>1<-Machinefabriek-Fonograaf (Dekorder)
>2<-Aidan Baker & Tim Hecker-Hymn To The Idea Of Night (Alien8 Recordings)
>3<-Koushik-Out My Window (Stones Throw Records)
>4<-Pivot-In The Blood (Warp Records)
>5<-Benga & Coki-Night (Tempa)
>6<-iTAL tEK-Wind Tunnel (Planet µ)
>7<-Why?-The Hollows (Live At Eli’s Live Room) (Anticon / Tomlab)
>8<-Nine Inch Nails-21 Ghosts III (The Bull Corporation)
>9<-Mogwai-Danphe And The Brain (Matador / PIAS)
>10<-Portishead-Third (Island Records)
Life In A Glasshouse – Report’08 Bölüm (237) – Günler birbirilerini kovalayıp geçiyor, hayat hataya mahal vermeyen bir dakiklikle. Ne çok ümidimiz vardı oysa hayata geçirmekte aceleci davrandığımız, ne çok istek ve temenni, bir cam kubbenin içinde tıkılı kaldık…
>>>>>Bildirgeç
Çark tüm hızıyla dönüyor. Hızı ve rotası kestirilmiş olanın peşi sıra gidip geri gelen bir çemberleme, devamlılığı sağlayan bir yönergeler bütününden mülhem yapısal karşımıza çıkıyor. İçinde geçiniyor, geçinip gidiyormuşçasına kendimizi kaptırıverip gittiğimiz bir yapılandırma. Durağanlaşmadan, sonu ne olur bilinemeden gidilen bir seyahat gibi dönemeçlerin keskinliğinde çokça vakıf olamadığımız bir çark, etrafımızı sarmalamakta. Öngörüler ve beklentilerimiz aksini gösteriyor olsa da, en azı temenni, yokuş yukarı çıkmak için tersinden hareket ettiğimiz bir duruma çıkartıyor, bu çark ve onun getirdiği yaşamsallık. Farkına varmak yerine ısrarcılığımızla dar alanda kıstırılmışlığımızın simgelesi de olan çark. Tükenme deyiminin, sonuna kadar hakkını verdiğimiz bir mücadelenin sahasını oluşturuyor bu çark haddizatında. Bir örnekleşmeye başlayan, farklı seslerin tek bir ses haline indirgenmesini sağlaya duran bir hengamenin de merkezinde konumlandırılan bir evren, aslında. İdeyi oluşturan, zeminlerin artık eskisinden de zor bir biçimde kurgulanabildiği bu evrende, açmazlarımızı da simgeleyen, kimler olduğumuzu da açık seçik beyan eden, günlerin önünü arkasını belirginleştiren, kapsayan bir olgular dizini karşımıza çıkmakta. Sessizliğin içerisinde yol almaya çalışmak kadar ürkütücü, ahalinin gelgiti içerisinde tek başına ayrıştırılmanın eziciliği kadar gerçekçi, hiç gidilemeyen, gidilemediğinde de kanıksanması daha kolay olan acıların, yanı başınızda kopan çığlıklarını duymak kadar sahici bir çark bu devinim. Çarkın dişlileri bir gün sizi de kapabilir!

Asgari müşterekte birleşmeyi unutan bir neslin ahvali olarak daha fazla dibe batmamak içinde farkına varılması gerekenleri işaretleyen bir süreç, bu debelenip durduğumuz. Görülmesi gerekli olanları süs, püs yığınından arınmış bir biçimde idrak edebilmek için faydalanabileceğimiz bir görüngü tümleteci. Pundunu bulduk mu, kulbunu takmaktan geri kalmadığımız, her halukarda kendimizi haklı görmenin dışında da fikirlerin olduğunu anlayabilmemizi sağlayan bir bağlaç. Öyle ki, çoğunlukla geleneksel bir söylem haline getirilen sınırlandırmaların dışına çıkabilmenin bile belirli bir riske bağlantılandığı, bir zaman diliminde çarkın varlığını da kanıtlamış olacağız. İçselleştirmenin getirisi olarak belki daha fazla hataya meyil edeceğiz, ancak sonuç ne olursa olsun kırk kere doğrudur bu denilerek sunulanın da çok da doğruyu belirtmediğinin idrak edeceğiz. Durumun vehameti karşısında, bana dokunmayan yılan bir yaşasın kisvesinden kurtuluşumuzu da sağlayabileceğiz. Dünya denilen şu sahnenin üzerinde figüranlıktan kurtulabilmeyi de deneyebileceğiz belki kimbilir? Sorunun içerisinde bile kendi yönünü tayin eden bir bakışıma sahip bir imge çark. Duraksız bir koşuşturmacayla nihayete ermiş bir senenin ardından ortaya çıkartılabilecek detaylandırmalar bütününü de kavislere girmeden açıklayabilmek için kullanmaya başvurduğumuz bir ‘simge’ olarak betimleyebiliriz. Birbiriyle ilintili olan, her bir adımda, her yaşanan günde karşılaşmak zorunda kaldığımız ‘sorun’ gerçekliğini de ortaya çıkartabilen bir bütüne ulaşıyoruz. Çarkın dişlileri arasında seyrüseferimizi sürdürmeye çabalarken. 365 gün altı saat, ardılımızda kaldı, söyleneceklerin daha en başında olduğumuzun da farkındayız, bu satırların aracılığı ile sizlerle uzunca zamandır konuşup, dertleşmemiz de biraz da bu çarkın devinimine hız katabilme gayesiyle sürüyor. Her bir yeni adımda, her bir tümcede, olabildiğince kartları saklamadan, açık bir biçimde, fikrimizi paylaşma gayesiyle.

2007 yılının değerlendirmesinde kaleme aldığımız üzere, giderek grileşen, hatları keskinleştirilen, biz, siz, onlar ayrıştırmalarına girişilen bir evrenin varlığından dem vurmuştuk. Geçen bir senenin ardında hala aynı noktalardaki eksikliklerin varlığını koruyor olmasını, istisnasız bir biçimde ötekileştirmenin artık çok olağan bir şekilde lince doğru evrilmesinin seceresini ortaya koyan nice hatalarla karşılaştık. İlerletilmeye çalışılan açılımların aslında var edilmeye çaba sarf edileni de zora soktuğunu çeşitli kere çoklu karelerde irdeleme imkanına sahip olduk. 21. yüzyıl içerisinde olmamıza karşın eskilere terk edip, ardımızda bıraktığımızı sandığımız kafatasçılığının yeniden sahnelemesine tanıklık ettik. Sesler ekip, sessizliğin çok daha fazla yaygınlaşmadan durumun fecaatliğine dair çıkarımlar gerçekleştirdik. İşitilmesi bir yana konuşulması üzerinde bile problem bulunan konularda daha söylenecek şeylerimiz olduğunun farkına vardık. Kesintisiz bir biçimde hayatımızı etkisi altına alagelen olguların izlerindeki çoruşmalara, kakafoniye ulaştık. Dipsiz bir kuyu halini alan Avrupa Birliği maceramızın nihayetinde bu senede nadasa bırakıldığını, getirilerinden birisi olan demokratik açılım taleplerinin bile duyulmaz olarak sınıflandırıldığını idrak ettik. Emeğin saygınlığının 2008 ‘de arttırmasını beklerken 1 Mayıs’da yine yeniden Taksim’in kuşatılıp, emekçilere geçilmez kılınmasını gözyaşı bombalarının başrolünde, hazır ve nazır teyit ettik. Ekonomik dengelerin daha fazla rayından çıkmasının ardından, hamdolsun bizi teğet geçen bir krizle burun buruna geldik. Bir tümce öncesinde bahsettiğimiz emeğin ne kadar da kolay gözden düşürüldüğünün, istatistiki bilgiler haline dönüştürüldüğünü de, işten çıkartılmalarla beraber yeniden fark ettik. Fark ettik ki, korumaya çalıştığımız bu çarkın aslında başkalarının oluru olmadan, ne bir adım ileri, ne bir adım geri götürülebildiğini de ha keza. Mecazi olması bir yana fikir denilegelen bütünün sunumlandırılmasında vaha görevi üstlenen, bilgi dediğimiz şeyin en ham halini de, en yoğunlaştırılmış makalelerini de bir arada bulabileceğiniz internette geleceğin ön izlemesini de geride bıraktığımız yılda, yüzlerce yeni sitenin engellenmesi ile beraber yaşadık. Bilgiye ulaşabilmek için tünellerden, geçitlerden, ayarlamalardan geçilebildiği bir bilgi kaynağımız oldu vesselam. Kıstas yerini kıssaslara bıraktı.

Dünyada yankısını kısa sürede bulan “umut” dalgalanmasının ne kadar kısıtlı bir sürede haşat edildiği gerçeğini de idrak ettik. Bir şeylerin değiştirilebilirliğine olan sebatın, gerçekten istenildiğinde başarı olarak geri döneceğine olan tutkunun süresinin, kutsal dengelerle örgülenmiş çarkın, talimatnamesine şartsız uyulmasından geçtiğini öğrendiğimiz ana kadar olduğuna dair çıkarsamaya tosladık. Baştakini, umudun ne kadarının kaldığını ise 20 Ocak 2009’dan sonra görebileceğiz. Popülizmin dümdüz ettiği, başlıklara taşıdığı, dışlaştırdığı, dış kapının mandalı bellediği insanların başlarına gelenlerin günyüzü bulduğu bir 2008’i geride bıraktık. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)Genel Sekreteri, Tayfun Görgün’ün 10 Ekim’de açıkladığı gibi hukuksuz cezalandırma bir devlet politikası halini aldı. Muhalifliğin tamamiyle sindirilmesine çalışıldığı, pek çok konuda olduğu üzere, işkencede de gözleri görmez, kulakların duymaz kılındığı, çalışıldığı, çok sesi çıkanın bir şekilde susturulduğu bir düzenin, cânı nasıl kolay bir biçimde zapt edebildiklerini şahitlik ettik. Türkiye’de Engin Çeber, Yunanistan’da Alexandros Grigoropoulos’un ödedikleri bedelin, gün gelir hepimizin kapısını da çalabileceği gerçeği ise en büyük derslerden birisini uslara düşürdü, ahir zamanımızda. Mahşerin gözlerimizin önündeki canlandırılmasıydı bütün bunlar bildiklerini kendine saklayıp susmanın, sıradanlaştırılan çarkın içinde diğerleriyle herşeye evet diyebilmenin, yaşamak için öncül olduğunun alt yapısıydı. Öyle ya, ses etme konuşabilme ve diyalektik oluşturabilmek uzay çağında daha mümkün değildi, olur alınmadan. Yılın son günlerinde yaşanan Gazze Katliamı da, bu karaşın 2008 tablosunu daha da vahimleştiren bir yönü ortaya çıkarttı. İnsanlığımız, yıllardır süren gücü yetenin güçsüzü ezmeye devam ettiği kanlı bir finale daha imza atılıyordu. Sözün bittiği yer tabirinde bir evre daha açılıyordu, uzunca bir süre daha etkisi yadsınamayacak bir biçimde etkisini an itibariyle daha da korkutucu bir görünüme evrilen.Son sözü, Birgün Gazetesi yazarlarından, NTV Haber Müdürü olan Mete Çubukçu’nun Radikal’e verdiği yeni yıl temennisi tamamlasın: 2008 iyi başlasa da sonu pek iç açıcı geçmedi. Ekonomik kriz keyif kaçırdı, İsrail’in Gazze’deki çocuklar üzerine ‘döktüğü kurşun’ tuz biber ekti. Bu karamsar hava 2008 ’in en iyi haberi olan ‘Obama rüzgârını’ bile durdurdu. 2009’da enseyi karartmayayım ama insanlık alemi olarak vicdanımızı, adalet duygumuzu, ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçireceğimiz bir yıl olsun.

Müzik, bu birbirleriyle en başında bağlantılı görünmeyen, ancak dikkatli bakıldığında çarkın işlevini yitirmesine neden olan durumları irdeleyebilmemize, sağlıklı yorum getirebilmemize, resmin genelini anlayabilmemize yardımcı olan bir bağlantıyı sağlıyor. Değişkenlik arz eden makamların birbirleriyle oluşturdukları ses dehlizleri, yeni rotalar, yeni düşünceleri beraberinde getiriyor. Hiç olmadığı kadar çoğalan bir biçimde muhalifliğin ön plana çıktığı, gündelik dilin içinde kendine yer bulan söylemlerin üzerine giderek alternatifi kotarmaya çabalayanların çoğaldığı bir dinlencelik kulaklarımızda yer etti.Uzun uzun, nağme nağme. Kimi zaman düşündürücü bir egzersizi sundu, kimi zaman zihin dağıtan bi kurguyu, doğaçlamalarla şekillendirilen bir mizansenden, hayatın gerçek kesitlerine uzanan laf ebeliği dolu göndermelere, imtiyasızlığını sonuna kadar kullanan biat etmek yerine alternatifi geliştirebilmek konusunda deneyselliğin kapılarını aşındıranlar 2008’in müzikal izleğini oluşturdu Deuss Ex Machina dizininde. Birazdan göz gezdireceğiniz 45’lik listemizde de bu minvalde, yol gösterici olmuş, çeşitli kereler programımız içerisinde yer vermeye çabaladığımız çalışmalardan bir derlemeyi bulacaksınız. İliştirilen notlar ile beraber, dinlemek için bir öneri bütünü.Çünkü bu satırlardan ne kadar yazılırsa yazılsın, müzik en doğru mesajını dinleyiciye ulaştığında karşılığını bulan bir önerme. Çünkü müzik, yaşamanın daraltılmış sahalarından daha geniş bir perspektifi yakalayabilmemizi kolaylaştırabilecek kadar içselleştirebileceğiniz tınılar bütününden menkul. Deuss Ex Machina’nın da çatısını oluşturan, kaynakça olark faydalandığımız, sizlerle paylaşmaya çabaladığımız müziklerin kulağımızı birazcık da olsa daha farklı olana açabilmesi temennisiyle. İyi Dinlenceler…

01 – Portishead – Third (Island Records)

Kişisel bir not defteri edasıyla kaleme alınmış, nükteli, iğneli ve derinlerimize kadar işlemiş olagelen şiddet sarmalının paralelinde şarkı sözlerinin arzı endam ettiği, kasvetin beraberinde getirdiği acıların anatomisini ortaya çıkartan detaylardan beslenen bir ekol ekip, Portishead. Kurşuni griliğin göğün ve yerin platolarını kapladığı bir zaman diliminde, sözlerini sakınmadan, çıkışlarını sağladıkları trip-hop eksenini riske girip yeni yüzeylere taşımaları bile başlı başına önem teşkil etti üçüncü albümleri olan Third’de. Varolanın dışındakilere kulak kabartmamızı sağladılar. Geoff Barrow, Adrian Utley ve Beth Gibbons, deneysellikte ustalaşmanın getirisini de her bir parçasında ayrı bir zevk alınacak, zamanımız katastrofunu de dillendiren bir masal haleti ruhiyesine büründürerek Third’ü kulaklarımıza ulaştırdılar Bitmeyecek bir kalp çarpıntısında umutsuzluğun çoraklaştırdığı insanlara düşünme imkanı sağladılar. Yılın En İyi Albümü.02 – Mogwai – The Hawk Is Howling (Matador – PIAS)

Stuart Braithwaite ve şürekasından müteşekkil Mogwai topluluğu No Future = No Education (Fuck The Curfew) kısa çalarını da kaydettikleri Chem19 stüdyosuna 10 yılın ardından geri döndüklerinde, çiğ melodilerle beslenen, gürültü hüzmelerinin izdüşümlerine kapısını aralatan The Hawk Is Howling albümüyle geçtiğimiz senenin önemli kayıtlarından birisinin altına imzalarını attılar. Sınırlara bağımlı kalmadan, yenilenme zamanı geldiğinde kabuğunu tereddütsüz biçimde değiştiren, etiketlenemeyen müziklerindeki seyrüseferlerinde, sözü de kararında kullanarak yeniden şaşırtmayı başarırlar. “Lanet olasıca vurdumduymazlığın, neredeyse gerçek amâlardan daha görmez insanların kalp yaralarındaki kabuk bağlanmışlıklarının eziciliğine inat ederek, direniş sözü geçtiğinde o ne ola ki zırvalamasının diyarlarında Mogwai çişeltileriyle, duru bir uyanışı simgeliyor. Teşvik ediyor.Durduk yerde hiçbir değişim olmaz biraz da siz çaba sarf edin demeye getiriyorlar sözü, ki hiç haksız değiller…”03 – Nine Inch Nails – Ghosts I – IV (The Null Corporation)

Ürettiği çalışmalar ile modern müziğin mihenk taşları arasında yer alan Trent Reznor’un, fikir olarak son derece önemli ama değeri maalesef anlaşılamamış “Year Zero” kaydının üzerinden altı ay geçmiş iken, Interscope etiketiyle olan ihtilaflı ayrılığının ardından ekibiyle ortaya çıkarttığı “Ghosts I – IV” enstrümantal detaylandırmaları yeni eşiklerin muştulayıcısı olan bir kayıt olarak dinleyicilere ulaşır. Geçişleriyle tını dehlizlerine açılan, melodik yapıların da çoğu zaman ütopik yansımaları dirilttiği tonlamalardan beslenen bir bütünlük ilk bölümden itibaren kendini gösterir. Albüm kaydı sırasında Reznor’un değindiği gibi, bir parça oluşturma sürecinde, önceliği görsel malzemelerden esinlenmeye, onların çağrıştırdığı yer, imgelem, durumlar üzerine odaklanarak tıpkı bir soundtrack gibi detaylarda büyüyen kompozisyonlar dizisinin yapılandırılmaya gayretlerinin de sağlamasıdır. Kendi müzikal evrenlerine dahil olduğunuz Nine Inch Nails akışlarıyla pek çok şeyi açıklamaya vakıf olan birer methiye haline dönüştürüyor. Her bir hayaletin karakterinde başkalaşmış, mekanikleşmiş insallık hal ve gidişlerine sert eleştirilerde bulunuyor. 04 – WHY? – Alopecia (Anticon – Tomlab)

İçeriğin giderek boşlanması, birbiri ardına benzeşen aynı akorlardan türetilmiş bir müzikal disiplin haline dönüşen ‘indie’nin 2008’de vasatı aşmasını sağlayan önemli kayıtlardan birisine değinmek istiyoruz. Jonathan Wolf, Josiah Wolf, Doug McDiarmid aka Douq ve Austin Brown dörtlüsünden oluşan WHY?, 2005 yılında yayınlanmış olan “Elephant Eyelash” kaydında tertipledikleri Bay Area Rock band formuna yaklaşan bir evrim geçirmelerinin ardından gün yüzü bulan Alopecia ile ne kadar ciddi olduklarını bir kere daha kanıtlamayı başardılar. Sözlerin derinlerinde günyüzü bulan çelişkileri, bunları tamamlayan folk kesitlerinden, rockabillylere, elektronika kümelerden, alaşımın kökünde yer bulan hip-hop’un alameti farikası olan laf ebeliğinin incelikleri ile bütünlemelerinin neticesini de kısa sürede almayı başarırlar. Yaşamın sert duvarlara çarpa çarpa ilerlediği bir zamanda, pusun ardılında ortaya çıkanları fark etmek için kimi zaman uyarıcı, kimi zaman da yönlendirici bir vazife Alopecia’ nın Deuss Ex Machina’nın da başatlarından birisi olmasını sağladı.05 – iTAL tEK – Cyclical (Planet µ)

Dinlemiş olduğunuz müziğin geçmişin önemli çıkışlarına benzeştiği anları teyit ettiğiniz olur mu? Saf formüllerle örgülenmiş, birbiri içerisinde değişkenlik arz eden yapılandırmaların üretim safhalarını da merak ettiğiniz oldu mu? Elektronik müziğin giderek bir popüler meta haline dönüştürülmesinden siz de muzdarip misiniz? Bu soruların bir veya birkaçına yanıtınız evet ise, Alan Myson’ın “iTAL tEK”i Cyclical albümünde derlediği ses öğeleri ile elektronik müzik dinleyicilerini tatmin edecek bir bütünü ortaya çıkartmayı başardığını belirtelim. 90’lı yılların elektronik müzik algısındaki Leftfield seslerini, deneysel bileşkeleri ile akıllı dans müziği sularına dolaştıran, partisyonlar arasına serpiştirdiği “bass” kümeleri, “dub” öğeleri, filmlerden derlenmiş konuşma alıntılarından oluşan katmanlar iTAL tEK’in müziğini daha rahat mercek altına almanızı sağlayacaktır. Mike Paradinas’ın Planet Mu etiketinden yayınlanan Cyclical bu minvalde, değişkenleri süreklilik arz eden bir sentezi barındırır. Ambient’ın ham partikülleri, illbient’ın matematiksel kurgusu, technonun orjinaline bağlı kalınan tezahürleriyle beraber bir başyapıt haline dönüşür. Birbirleriyle geçişlerinden tutun da özenle hazırlanmış kapak çalışmasına kadar tam bir bütünlük ile beraber.06 – Benga – Diary Of An Afro Warrior (Tempa)

Güney Londra’nın Croydon semtinden çıkan Benga (Beni Uthman ya da Benga Adejurno) geçtiğimiz sene içerisinde yayınladığı Diary Of An Afro Warrior albümü ile elektronik müziğin en keşfedilmeye müsait formlarından birisi olan dubstepi daha anlaşılır kılmayı başarır. Kendine referans olarak aldığı James Brown’dan, Michael Jackson’a pop müzik ikonlarından, elektronun ham yansımalarına, aksak ritmlerin müzikal aynalaması olan breakbeat’e, elektronik müzik dinlenceliğinin atalarından “house” müziğe kadar pek çok farklı kaynaktan beslenen bir kolaj müziğinin yapısında kulaklara çalınanların kısa bir özetini sağlayacaktır. Benga aynı zamanda, Dubstep’in salt bir kolaj, bir ardıl, bir dönemeç olmadığını başlı başına farklı bir metodoloji ile kendine sürekli yeni elbiseler biçen bir terzi edasıyla yeniden formüle edilebilen bir ses yelpazesi olduğunun altını kalınca çizer. Sadece albümden Coki ile beraber kotardığı ve François Kevorkian gibi duayenin bile listesine dahil olup, oluru almış Night adlı parça bile, dans müziğinde kurgulama tekniği ile farklılığın peşinde koşmak isteyen elektronik müzik takipçilerine yeterince açık bir şekilde yardımcı olunduğunun kanıtını oluşturur. Sonuca bağlarsak da, dubstep Benga gibi prodüktörlerin çabalarıyla gündemde kalmaya, birilerinin müzikal inatlarını kırma konusunda kulak aşinalığı sağlamaya devam edecek görünüyor. 07 – Pivot – O Soundtrack My Heart (Warp Records)

2007 yılında Battles gibi kendi yolunu çizmeye çaba sarf eden math-rock ekibine benzeşen bir izleğin yolcusu olan Avusturalya’lı Pivot topluluğu O Soundtrack My Heart’da dinlendikçe kuvveti artan bir deneysel enstrümantalizmi dinleyicilerle paylaşmayı başardılar. Ağustos ayı ortalarında yayınlanan O Soundtrack My Heart’da bu minvalde deneysellik ile imtihan etmesi gerekenlerce yakınen mercek altına alınması gerekecek kadar ustaca türeyen seslerden mükellef bir izlek ortaya çıkartırlar. İlham edindikleri ve her fırsatta dile getirdikleri Jean Michael Jarre’ın Oxygene, Les Chants Magnétiques’in kapaklarında kendine yer bulan “Dünya” figüründen, sanatçının new-age disiplinine kattığı orkestral yansılara, bir başka vazgeçilmez grubumuz olarak her fırsatta değinmeye çalıştığımız Autechre gibi soğuk metalik duvarları döven, giderek sertleşen, iznasız ve nedensiz infazlara girişen insanlığımıza dair çıkarsamalarda bulunan endüstriyel-tekno kuşaklarına, yıllardır grupların yerlerini nadiren de müziklerindeki coşkunluk ile yaklaşmaya çalıştığı post punk topluluğu Talking Heads gibi gruplara sırtını dayayan, onların müziklerinden beslenerek farklı deneyimlere girişen bir kolaj kulaklarımıza ulaştı. Başından sonuna kadar bir muhalif manifesto.08 – Koushik – Out My Window (Stones Throw Records)

Birbirine benzeşip neredeyse aynı tornadan üretilmiş bir örnek stereotiplerle, görsellik ile ses arasında uyumsuzlaşan görece zenginlik klişesine takılı kalıp sokağın sesi olmaktan uzaklaşan, toplumsallıktan yüksek sosyeteliğe terfinin farklı bir yönü içinde turnusol kağıdı halini alan hip-hopu, orjinalliğindeki yaratıcılığa da sadık kalarak, gerçek biriktirmelerle örülen bir müziğin mihmandarı Koushik. 1960’lı yılların popüler müziğini referans olarak aldığı ise hemen hemen tüm eleştirilerde karşımıza çıkartılan ilk çözümleme. Popüler müziğin en nahif zamanları, aynı zamanda da en üretken olunduğu, dönemsel bir kurgu yığınından ziyade ikibinlerin ortasında hala tüketilen, üzerine fikir teatrileri gerçekleştirilen mihenk taşı yıllarından beslenmek çok da yanlış bir tercih olmadığının kanıtı olarak Koushik’in Out My Window kaydını gösterebiliriz. Yönlendirmelere gerek duymadan, kartlarını açıkça oynayan bir dinlencelik sahası sağlayan çalışma, gündelik yaşama farklı perspektifler ile bakışıma dair çoğaltımlar barındırması açısından da Deuss Ex Machina’nın paylaşmaya çalıştığı Müzik-Hayat bağlantısını da son derece kıvrak bir biçimde irdelemeyi başaran bir öznellik taşır. 09 – Aidan Baker & Tim Hecker – Fantasma Parastasie (Alien8 Recordings)

Cevapsız kalmış soruların çokluğu bazen ürkütücü boyutlara ulaşıyor. Temas edilen her bir yeni eşiği birbiri ardına tahayyül edilemeyen, kestirilip atılamayan yeni problemlere geçitler vererek güncemizi sürdürüyoruz. Sürünüp duruyoruz. Kuru gürültünün ortaya çıkarttığı toz dumandan gerçekliğin asgari bileşkelerini aramaya çıkıyoruz, tüm o kakafoninin yalıtımına karşın. Kanada’nın deneysel elektronik müzik konusunda öncüllüğüne dair pek çok çıkarımı da Deuss Ex Machina’da sizlerle paylaşmıştık. Geçtiğimiz yılın önemli kayıtları arasında göstereceğimiz Fantasma Parastasie’de tam da yukarıdaki cümleciklerimiz içerisinde cereyan edeni imleyen, gözlemleyen bir bakışımı paylaşıyor. Fennesz’in gitar ile kotardığı emporvize ses dalgalanmalarının izinde ilerleyen, muktedir olan seslerin ayrıntıları üzerinde çalışmalar kayıt eden Tim Hecker ile deneysel ambient üçlüsü Arc ve tanımsız bir üst kimlik halini yavaş yavaş elde etmiş olan ambient-drone-metal harmanının öncüllerinden Nadja grubundan, Aidan Baker’ın işbirliği, deneyselliğin hayat ile ilintisini hipnotize edici bir sunumlandırmaya eviren bu kayıdı ortaya çıkarttı. Sessizliğin hakim sürdüğü gecenin karanlığında, dertleşen, hayat hesabına dair anlamlar çıkartabilmenize olanak sağlayan bir başyapıt olduğu ise su götürmez bir gerçek.10 – Machinefabriek – Dauw (Dekorder)

2008 yılı içerisinde üretkenliği ile deneysel müziğin farklı tezahürlerinde anlam kazandırma çabası içerisinde bulunan Rutger Zuydervelt’in masterclass’lığını tescil ettirdiği Dauw çalışması da geçen yıldan anılmayı hak eden bir başka önemli yapıtı oluşturdu. Minimalizmin çağdaş örneklerine de göz kırparak, ilintili olduğu ve içeriğinin kuvvetlenmesini de sağlayan ambient kıvılcımlarından kotarılan, masallarından oluşur çalışma. İçerisinde Zuydervelt’in enstrümanların rotalarının tıpkı Boomkat’de yer alan yazıda da olduğu üzere Mogwai’nin post-endüstriyel rock’u ile Philip Jeck’in yapılandırdığı, pikaplarla kotardığı “crunchy” deneyselliğinin asgari müşterekte buluşmasının mimarlarından olur. Sözün manasız kaldığı, dinlenip hazım edildikçe derinlerine inilen bir melodik kesit yığınını paylaşır, Zuydervelt. Yaklaşık yarım saat süren Ambient Senfonisi “Singel”in tınılarına kadar ulaşacak bir serüven, zamanın durağanlaştığı bir izlekte.

11-45 In Alphabetical Order

2sleepy-Art Fraud (Esthetic Music)

AGF-Dance Floor Drachen (AGF Produktion)

Autechre-Quaristice (Warp Records)

Autistici-Volume Objects (12K)

Bar Kokhba Sextet-Lucifer: Book Of Angels Volume 10 (Tzadik)

Bella Koshka-Slow Dancing On The Ocean Floor (Bella Koshka Music)

Borko-Celeberating Life (Morr Music)

Burnt Friedman & Jaki Liebezeit-Secret Rhythms 3 (Nonplace)

Claro Intelecto-Metanarrative (Modern Love)

Deadbeat-Roots And Wire (Wagon Repair)

Detektivbyrån-Wermland (Danarkia)

Distance-Repercussions (Planet µ)

Fennesz-Black Sea (Touch)

Flica-Windvane & Window (Mü Nest)

Flying Lotus-Los Angeles (Warp Records)

Gel Sol-IZ (Psychonavigation)

Gnarls Barkley-The Odd Couple (Atlantic)

Grouper-Dragging A Dead Deer Up A Hill (Type Records)

Heaven And-Sweeter As The Years Roll By (Staubgold)

Hercules And Love Affair-Hercules And Love Affair (DFA – EMI Records)

Ilyas Ahmed-The Vertigo Of Down (Time-Lag Records)

Jacaszek-Treny (Miasmah)

James Blackshaw – Litany Of Echoes (Tompkins Square)

John Zorn-Dreamers (Tzadik)

Max Richter-24 Postcards In Full Colour (130701/FatCat)

Neon Neon-Stainless Style (Lex Records)

Nick Cave And The Bad Seeds-Dig!!! Lazarus Dig!!! (Mute Records)

Peter Broderick-Float (Type Records)

Ratatat-LP 3 (XL Recordings)

Renfro-Mathematics (Meltwater Records)

R.E.M.-Accelerate (Warner)

Sian Alice Group-59:59 (The Social Registry)

Sigur Ros-Med Sud í Eyrum Vid Spilum Endalaust (EMI)

Virus Syndicate-Sick Pay (Planet µ)

Yair Etziony-Flawed (Spekk)

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar… (12 Ocak 2009’da görüşebilmek üzere…)

Okuma Parçaları :
Yarısı Dolu Bir Bardak: Türkiye – Can Dündar – BBC Türkçe Servisi
Yeni Yıla Övgü – Yıldırım Türker – Radikal
Filistin! Filistin! – Kacakova – Mutlak Töz

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina

Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8

———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel Banksy: Detail By Eddiedangerous
© Eddiedangerous
All Album Artworks: From Discogs.com Database
>>>>>Poemé
Karşılığını Bulamamış Sorular İçin – Haydar ERGÜLEN

Serin rüzgârlar taşır
Bir dostumun yüzünü yakan mevsim
İncelmiş bir hayatın kederiyle
Sessizce durur anıların yamacında
Renginden su alan resim

Odalara sığmazdık odalar dar
İçinde gizli bir ses ölürken
Dönenip durdu heves
Dağlar dağlar

Saatleri biz sustururduk
Korkusuyla kendi sesimizin
Yokederdik kardeşliğini
Gündüzle gecenin

Karardı baktıkça gözler
Balkon derinliğindeki dağlara
Heves yollara düştü
Tedirginlik korkulara

Yüzün gecikmiş bir mektupta
Anlaşılır dürüst ve ıslak
Yitirilmiş bir anıyla çıkageldi
Güneyin ılık sokaklarından

-Her ses bir renge yakışır
Su kendi bildiğince akar
Hiçbir şeye benzemez içimizdeki uçurum
Ne kadar acemi harcı olsa da
Ölümle karşılanmalı bazı sorular.

1979

>Deuss Ex Machina # 211 – Olhar Para Fora Quer…

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_211_–_Olhar Para Fora Quer Apenas Saber Que Alguém Pôde Se Importar

05 Mayıs 2008 Pazartesi gecesi “canlı” olarak gerçekleştirilmiş programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Portishead-Hunter (Island Records-Universal)
>2<-Portishead-Nylon Smile (Island Records-Universal)
>3<-Windsor For The Derby-Let Go (Secretly Canadian)
>4<-Windsor For The Derby-Forgotten (Secretly Canadian)
>5<-Fikret Kızılok-Anadoluyum (Grafson-Kalan Müzik)
>6<-Fikret Kızılok-Leylim Leylim (Kalan Müzik)
>7<-DDR-Kötülüğe Tapanlar (Radyo Eksen Performans) (Artist’s Own)
>8<-DDR-Tanklar ve Yığınlar (Artist’s Own)
>9<-Yora-Okul Yolu (Artist’s Own/CD-R)
>10<-Sakin-Laleler Beyaz (Rakun Müzik)
>11<-Sakin-Denek Hayatım (Rakun Müzik)
>12<-R.E.M.-Sing For The Submarine (Warner)
>13<-Foma-Her Şey Ortada (Pasaj Müzik)

Olhar Para Fora Quer Apenas Saber Que Alguém Pôde Se Importar Bölüm (211) – Işıklar sönüp yanıyor. Yalnızlığın çetrefilli kollarında bir ışık var mı? ümid hala lafta mı?. (NoiSZ)

>>>>>Bildirgeç
Giderek basiretimizin de bağlanması yanılsamasıyla (kandırmacasıyla) beraber bir şekilde tartışıl(a)mayan kavramlar arasına dahil ettiğimiz, ettirildiğimiz, olağanlaştırılıp, sıradan ön tanımlandırmaları yüklenerek, yüklemin yükünün ve mizacının hafifletildiği kanaatine varmamızın istenildiği bir olgu olan “şiddet”e odaklanmak istiyoruz. Kendimize ait dünyamızın sınırlarından, kamusallığa geçiş yaptığımız eşikten itibaren türlü çeşit formasyonları ile durmaksızın hayatlarımızı işgal / iştigal eden bir kavram olan “şiddet”. Farkına varalım (veya nispeten çoğalan bir yüzdenin sahiplendiği) hiç de oralı olmayalım olasılıklar dahilinde, hayatımız içerisinde karşılaşma ihtimalimizin hiç de yabana atılmayacak kadar çok olduğu bir durum tanımlayıcısı. Malumu ilan gibi değerlendirebileceğiniz, ama üzerinde ısrarla durulması gerekli olan bu kavram dönüşmeye çalıştığımız modernizm eşiği beşiği, dünyası içerisinde ve her bir adım atma, fikir beyan etme teşebbüsümüzde bizleri olduğumuz (sandığımız) güvenli alanlarımızdan dışarı çıkmamamız konusunda bir kere daha ikilemde tutmaya devam ediyor cemil cümlemiz topyekününde. Sessiz ve usulca, belki de usulsüzce (durum ve şartlara göre). Kişisel değerlerimiz ve fikirlerimiz ile değil de daha çok genellendirmelerin peşinde koşagelen/giden bir toplum haline dönüştürülmemize de olası çıkışları bağlantılayan bir ana arter vazifesi göstermesi de bununla ilintilenebilir mi? Artık olduğumuzdan daha çabuk bir biçimde farklılığa tahammül edemediğimizi, en azından hazmedemediğimiz gerçeğini bile şiddetli bir şekilde savunduğumuzun farkına varamamamız da biraz da bu perdelemelerin kanıksanmasından ileri gelebilir mi? Olabilir mi?

Keyfiyetin bir şekilde bütünleştirildiği bu çoktan seçmesiz ve her seferinde daha da sertleşen bir sarmal haline dönüşen(türülen) yapının evreleri arasında tespitler de durumu biraz daha izahatli bir şekilde açıklamaya yardımcı olacaktır. Görselliğin yaygınlaşması neticesinde en hakiki, en öz doğrularımızı bizlere nakış nakış, tevazusuz bir biçimde “kafamıza çaka çaka” gösteregelen sonuçta bu doğrudur tespiti ile beraber bizden sadece kabul etmişliğimizin akti olarak tekdüze diplomalarımızı almamızdan başka bir çaba göstermememiz gerektiğinin de altını kırmızı kalemle çizen bir göstergeç olan “televizyonlarımız”, okuduğunuz editoryal kadromuzun beş on beş çayında değerli patronumuz ve mahdumlarının onaylayan bakışları ile rafine hatta yok edilmiş, yazanın da burunundan fitil fitil getirilmiş dahası yazının değiştirilmesinin ardından sadece tek bir cümlesinden (1) doğruyu bulabilene ödül olarak çeşit çeşit tabak, çanak yok yok daha iyisi bizden biri olmanız için (gülme efekti) ihale vermeyi taahüt ediyoruz ödüllü anlamlandırılmamış masallar dizisi manşetleri ile yekünden daha fazla şiddetin şekilleri konusunda türlü çeşit tezlerin sunulduğu 3. sayfalardan çok ana sayfanın her bir yerinden dikte ettirildiği otokontrolsüz “boyalı basınımız” aracılık konusunda yeterli tüm verileri bünyesinden iletmeye devam etmekte.Şiddet, bu mecralarda alternatif türetmeleri ile beraber gündelikliğin de sınırlarını çevrelemeye, çitlemeye devam ediyor. Kimi örnekte pasif bir çekingenliği sunarak, kiminde ise de kanalize ettiği problemlerde başrolü paydalayarak, ayırdına varılamadan diğer problemlerle bütünleştirilerek. Çekincelerin, pasifize edilmiş bir karaşınlıkla, sus pus edilmesine daha çok çaba sarf ettirilemesi için de örnekleri doyumsuz bir şekilde çoğaltılıyor. Birbirinin foto fotokopisi alıntılamalar ile var edilmiş ön yargıların daha da perçinlenmesi sağlanıyor. Ses ve kelamlar topyekün olumsuzlandırılıyor. Kasti fauller ise görmezden geliniyor. Bir şekilde oluruna bırakıldığında şiddetin kendi kendini yok edeceğine kanaat getirmemiz, düşündüklerimizi kendimize saklamamız gerekliliği her durumda salık veriliyor. Oysa düşüncenin alternatifleri ile birlikte paylaştırıldığında ve kârinin özgürce kendi fikri tayin edebilmesine izin verildiğinde, gerçek sorunların çözümlenebilmesi de daha kolaycıl olması kadar doğal bir yöntem varken bu çaba ne kadar gereklidir ? İşin o kısmı ise toptan meçhul, zâyi.

Düz mantık ile tebaamızın bizden beklediği budur klişesine sığınmadan yeni okumalar için çaba sarf eden, farklılığın yüzeylerinde neler olup bittiğine dair çıkarsamaları açığa çıkartan yayınları ise olabildiğince diğerlerinden ayrıştırmaya devam etmeliyiz, tenzih etmeliyiz. Ne kadar önlenmeye çalışılsa da, yönlendirilse de…aslında gerçek resme odaklanmamamız için, her halükarda rüyalar alemindeymişçesine mutlu mesut yaşayan insanlar olduğumuz konusunda ısrarlarını sürdüren, giderek bir paradoks halini almış olsa da “medyanın” henüz tüm safhaları zapt edilmemiş olduğundan farklılıklarımızı da görebilmemiz için çaba sarf eden, şiddet sarmalının neticesinde yine yeni yeniden halkı/mızı etiklediğinin bilincinde çıkarsamaları paydalayan örneklere de haksızlık etmeden devam edelim. Herşeyden önce belli açılımlar ile aslında ne oldu sualine de el cevap yanıtlara ulaşabilmemiz için ısrarlarını ise takdir etmeliyiz. Demokrasinin işlevsellik kazandırılabilmesi için bu topraklarda en temel problemlerimizi tartışabilmemiz gerekliliği bir kere daha apaçık bir biçimde ortaya çıkıyor, onların vasıtası ve çabalarıyla. Tezahür edilen şiddet portresinin nedeni ve niyesine de ancak böyle böyle çıkışlar ile ulaşabileceğimiz ise gün gibi aşikar.Bir ülkede yaşayan ve o ülkenin anayasası içerisinde de belirtilmiş, tanımlanmış olan en temel haklardan birisi olan toplanış, ortak problemlerin açık edilmesi, fikir teatrisi gibi ‘doğal’ ve demokrasinin gereği bir ses duyurma çabası,‘1 Mayıs’ı kutlamak isteyen emekçilere karşı sergilenmiş « orantılı şiddet !»in ardından bir kere daha « vicdan » nerelerde bırakılmıştı sorusu hatırlara düştü. Şiddetin giderek artan bir biçimde yoğunlaştırılmasına neden olan her bir adımda, seri bir biçimde emeğin hakir görülmesinden, emekçiliğin savunulmasına çaba sarf edenlere, desteğini esirgemeyenlere karşı alınan tedbirlerin caydırıcı olmaktan çok cana kasıt biçiminde işlenmesi gibi, yargıların da daha en başından itibaren « demokrasi sadece bize tek bize » anlayışı ile kesişimi aslında resmin gizlenemeyecek yönlerini ortaya çıkarttığının da bir kere daha farkına varmış olduk. Hak zaten verilmezdi…Geçtiğimiz Pazartesi akşamı canlı olarak yayınlanan Deuss Ex Machina içerisinde de bu minvalde yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız şiddet sarmalının yansımaları, oluşturduğu halet-i ruhiyeye göndermeler ile yapılandırılmış bir seçkiyi sizlerle paylaştık. Müziğin yaygın bir çaba ile bizlere takdim edildiği, salt eğlendirici unsur olmasının dışında da, söylemek istediklerimiz için bir tümletici vazifesi göstermesine dair örnekleri derlemeye çalıştık. Kişisel bir not defteri edasıyla kaleme alınmış, nükteli, iğneli ve bu kadar derinlerimize kadar işlenen şiddet olgusunun paralellerinde mahmur sözleri de arzı endam eden, kasvetin acı gerçekliği ile müziği bütünleştiren bir ekip olarak 14 yıllık dinlenceliği sürdüren “Portishead” topluluğunu 10 yıl aranın ardından yayınladıkları üçüncü stüdyo kayıtları olan “Third” vasıtasıyla sizlerle paylaşıyoruz. 90’lı yılların müzikal çehresinde yaşanan değişimlerin, yeni deneyselliklerin ve dahası aşina olunan ancak yeterli kayıtlara ulaşılamayan müzikal türlerin sıfırdan türetilerek farklı yollara çıkarıldığı bir dönemin yadigâri bir ekip Portishead. Namına trip-hop denilen ve bağlantılı bulunduğu elektronik müzik soyağacının alternatif dallarından birini oluşturacak, disiplin tanımlayıcılarından, tıpkı Massive Attack, tıpkı Tricky, tıpkı Morcheeba vd. gibi…

Massive Attack topluluğu ve Tricky gibi nev-i şahsına münhasır isimler ile çalışmış olan Geoff Barrow’un “insanların plak kolleksiyonlarında yerini alabilecek, adamakıllı sözlerle, ilgi çekici bir müzik” üretmek olarak tanılmadığı “Portishead” bir serüven olarak 1991 yılında temellendirilir. Guaridan gazetesinde Third albümü için vermiş oldukları mülakatta değindiği üzere, aslında bir erkek vokal arayışında ısrarcı olan Barrow, “Beth Gibbons”ın ekibe dahil olması sürecinde nasıl bir kayaya çarptığının farkına varamadığının altını çizer. Vokal ve herşeyden sorumlu prodüktörün yanısıra, melodik aksamlarda akustik çıkarımları daha da seri bir biçimde “örneklemeden” kullanmalarını sağlayan caz gitaristi “Adrian Utley” ile üçlü son şeklini alır. Hip-hop’un Amerika’da endüstriyelleşmiş tüketim çılğınlığı hallerinden uzak eskitilmiş noktalarına sıkı sıkıya tutunan deneyselliği sonuna kadar kullanan, zaman zaman salon müziklerine, zaman zaman da en şuh kahkahaların ardına saklanmış gözyaşlarını ileten ağırlaşmış bir melodramı bütünleyen bir form olan Trip-Hop ve Bristol kültünün şeklen atağa kalktığı dönemde debut çalışmaları olan “Dummy” kaydı yayınlanır.

Mihenk taşı denilegelen müzik dergilerinin kronolojik albüm listeleri arasında bir şeylerin değiştiğine işaret eden müzikler kategorisinde hemen hemen herkesin ortak beğenisine mazhar olmuş bir kayıttır “Dummy”. Yeknesak ritimler ile dahili ve harici ses oyunları, geçişler ile kanalize olduğu, alıtnıladığı hayata dair yaşanmışlıklara göndermeler barındıran bir çalışmadır kendileri. Kurgunun gerçekliği ile hayatın sahte maskelerini alaşağı etmeye çabalayan bir hesaplaşma durumuna değinilir albümün bütününde. Her bir şarkıda birbirlerini delip de geçen ses köprülemeleri ile bunu daha sıkı bir şekilde deneyimleyebilmeniz de olası; naif uzay atmosferi içerisinde hayatı ne için yaşadığını sorgulatan “Mysterons”, kayıpbedenler klanının gizli marşları arasında gösterebileceğimiz, yalnızlık paylaşılmaz vecizli “Numb”, hesaplaşmaların artık cılkının daha henüz çıkartılmadığı “feysibuk”suz günlerde aşk’ın nelere yol açabileceğini imleyen, inleten “Glory Box” ile uzanıp giden dinletiden geriye bambaşka düşüncelere kendini kaptıran insanlar olarak ayrışabilirsiniz. Keskinliği bu kadar sene sonra dahi hala aynı saflıkta olması da ayrıca bahsedilmesi gerekli bir ayrıntı olarak belirtmeliyiz. Bu yakın çevreleri haricinde pek de tanınmayan müzisyenlerin açmış oldukları eşiğin farkına varılması da bir o kadar tez olur. 1995 yılında henüz prestiji sapasağlam olan “Mercury Müzik Ödülleri”nde kazanılan başarı, birbiri ardına gerçekleştirilen performanslar ile yanıstız sorulara yer bırakılmamıştı. Bristol’un grisi tüm Dünya’da yankılanıyordu. 1997 yılında yayınlanan ikinci uzun çalarları olan “Portishead”de önermelerin, verilmiş olan payitahtların doğruluğunu ispat edercesine cesurca müzikal atılımları, bir nebze olsun hafiflemeyen aksine daha da seri bir biçimde “pulp fiction” tadının yakandığı, kurgu zannedilmiş olsa da gerçeği ısrarla gösteren yansıları ile bir başka başyapıt olarak dinleyicilerle buluşur. Rolling Stone dergisinde yer alan makalede James Bond müziğinden etkilenildiği izlenimiden dem vurulan ama bu seferinde rollerin tamamen değiştirildiğine göndermeler yapıldığı belirtilen, kaçacak deliğin kalmadı sen benimsin söz yumaklı “All Mine”, nefes nefes kalmanın eşliğinde sizinle beraber sigara tellendiren Gibbons ile karşılıklı olarak inkar edilmemiş yüzleşmeleri paylaşan “Undenied”, bir bitmemişlik ve sonsuzluk döngüsü içerisinde inkar edilemezliğin ayırdına varan bilinci işleyen, sayıklamalı melodi düzenekli “Over”, havanın kurşun gibi ağırlaştığını orkestrasyon desteği ile taçlandıran “Mourning Air”, plak çizikleri ileri geri yönlendirmeleri arasında çıkan çığlıklarda hayat ikilemlerini göstere göstere gelen “Only You” gibi parçalar ile alternatifi betimlemek konusunda epey yol aldıklarını ispat ederler. Takvim yapraklarının yıpratıcı etkilerine nazire yaparcasına, Gibbons’ın vokallerine “default” olarak yerleşmiş yanık ses formunun daha uzunca bir süre dinleyicilerin başucunda yer alacağını da…

Üstüne üstlük bütün bunların sağlaması olarak yayınlamış oldukları bir buçuk saate yaklaşan süresi ile “Roseland NYC” canlı kaydı ile müreffeh metropol insanlarının kusurlu yanlarında iç sesleriyle yüzleşebilmelerine de yol açtıklarına dair duyumlar hali hazırda dillendirilmekte. Üstünden yıllar geçse de.Dinlendikçe, kendini yeniden şekillendiren şehvetin, aşkın, gizemin, şiddetin farklı tezahürler ile derdest edilmesinde karşılaşılabileceği en doğru tanımlandırmalar ile iliştirilen parçalar birer giz çözümleyici, feylezofik tümleçler olma yolunda ilerledikleri de savunulabilir. Hatta öyledir kim bilebilir? Bu çalışmanın yayınlanmasının ardından ise deyim yerindeyse her bir üye bir yana dağılır. Beth Gibbons gruptan Adrian Utely nin desteği ile Talk Talk’tan Paul Gibbs ile beraber Out Of Season albümünü yayınlar. Geoff Barrow 2002 yılında Ashley Anderson ve Fraser Stuart ile kurmuş olduğu “Invada Records” etiketi ile yakından ilgilenme şansına nail olur. Uncut dergisine vermiş olduğu mülakkatta değindiği üzere koskoca 4 seneyi müzikal tek bir nota çıkartmadan, icra etmeden geçirdiği bir dönemdir de aynı zamanda.
Bu kadar uzun süreli bir aranın ardından geri dönüşlerinin hikayesi de keza mülakat içerisinde değinilen bir anektotu alıntılayıp paylaşalım. “2003 yılında kaydettiğim (albümde yer alan en eski kayıt) “Magic Doors”u Beth’e göndermiştim. Vokal kayıtlarına kadar herşeyi tastamam ve ileride düşündüğümüz albümün için bir temel olması açısından elimizde olan tek kayıttı. Belirli bir baskı altında kalmadığımız için tüm durumlarda bir ileri yedi geri gibi ilk noktadan uzaklaştığımız da çok sık oluyordu. Taa ki, 2006 yılında bağlı olduğumuz plak şirketi içerisinde A&R sorumlumuz başka bir şirkete geçeceğinin haberini alana kadar. Yerini kimin alacağından ve bizleri nelerin beklediğinden emin olmak için bir MD, içinde yedi adet kayıt ile plak şirketine taşındık, dinlettik. Bir senenin ardından geri döndüğümüzde tekrardan kayıtlarımızı dinlettik, arada elediğimiz bir kaç tane yerine yeni bir kaçına bırakmıştı. Emin olduğum bir konu ise bu geliş-gidişler olmasaydı, albümü de yapabilmemiz olanaksızdı.” Kesin ve net olan ise bir şekilde Portishead’in varlığının eskisinden de sağlam bir biçimde kendini gösterdiği bir kayıt haline dönüşecek bir yapıtın ortaya çıkmış olması gerçeğini belirtmeliyiz. “Third” tam da bu minvalde ortaya çımış gündelik şiddetin farklı tezahürlerinde kendini kaptırıp giden metropol insanına yardım eli uzatan bir kayıt haline dönüşüyor.

Sessiz ve derinden beslenen, köprülendiği alıntılandığı, önceki kayıtlarda bir şekilde esinlenip tasvirlere girişilmiş ses örneklerinin ardıllarına doğru bir serüven ortaya çıkartma gayesi olarak tanımlayabiliriz “Third”ü. Biçare bir sürümcemede kalmışlığın üzerinde, kimilerine ruhsuz gelmiş bir melankoliyi daha elle tutulur bir hissiyatla bütünleştirdikleri bir kayıt da keza. Capoera ustası Claudio Campos’un bir öğretisi olarak Portekizce kulağımıza çalınan “Onların koyduğu kuralların farkında olun. Ne verirseniz size geri dönecek. Bu dersi öğrenmeniz gerekiyor. Layık olduğunuzu alacaksınız” öğretisi ile kademe kademe sınırlarımızdan uzaklaşıp,titreşimlerin arasına dahil oluyoruz. Bir şekilde bağlantımız kesiliyor. Farkına varamadığımız değişimlerimizi, birer birer yaşanmışlıklarımızı hatra düşüren bir vakurlukla “sessizliğe” çekiliyoruz. “Silence” bir ayini tanımlarcasına, neleri kaybettim ve ne istediğimi biliyor muydun? soruları ile boş kalplerimizle akıttığımız gerçek gözyaşlarımızdan dem vurup delip geçmekte beis görmeyen bir giriş gerçekleştiriyor. Sıkı sıkıya saklanmış endüstriyellik ile Beth Gibbons’ın vokallerinin yüzeyler arasında geçiştiği, birbirlerine harman edildiği “Hunter”, “Sen herhangi bir şey söylediğinde gülmeyi seviyorum, ama gülüşümü bulamıyorum, bunu değiştirmek için bir şeyler bulmalıyım, aynı zamanda çaba da sarf etmeliyim, niye seni buna layık gördüğümü de bulmalıyım, çünkü sensizlikte ne yapacağımı bilemiyorum.” sözlerine layık bir biçimde, gerilip gerilip geri dönen perküsyon, formülsüz “psychedelic” vuruşlar ile şekillenen programımız içerisinde de paylaştığımız “Nylon Smile” ile albüm sürümcemede bırakmadan yolunu çiziyor.Folk tınısının dehlizlerinde, Adrian Utely’nin ön planda olduğu girişi ile ilerleyen partisyonun hemen akabindeki yüzeyinde ilerledikçe kesiklerin çoğaldığı elektronika ile sarmalanan, albümün de kuvvetle muhtemel Third öncesindeki Portishead’e ışık tutan çalışması “The Rip” , pek çoğumuz için alışık olmadığımız kadar hızlıca ilerleyen bir garage-kraut rock kırması halinin yansıması, Barrow’un da “uzunca bir süredir daha sert müziklerle iştigal ediyorum, örneğin Om gibi, kendi plak şirketimdeki çalışmalarda olduğu gibi.” tümcesini tamamlayan arızası temize çekilmiş bir “Can” kaydı olarak teknik olarak tanımlayabileceğimiz “We Carry On”, Yüreğimdeki zehiri benden alacak, itaat ettiğim o sesin sahibi kurtarıcımı gördüm sözlerinde Beth Gibbons’ın yerini tatminsiz güncelin yaşayan bir mahdumesinin veryansınlarını duyuran, hali hazırda albümden yayınlanmış olan ilk kırkbeşlik de olan “Machine Gun” deneysellik evresindeki eksik halka da tamamlanıyor. Minimalizmin kuvvetli akademik çalışmalarda kulaklarımıza çalınmış emprovize sertliği son derece iyi bir biçimde işlev kazandıran ses döngüsü ile sözler bütünleştiğinde başka bir tanıma ihtiyaç duymadan parçanın içinde kayboluyorsunuz. Sinyal transferini takiben bir eklektik caz seremonisine dönüşen kurgusu ile neye dönüştüğümüzü, nelerden imtina ederek bu hallere büründüğümüzü dert edinen sözleri ile mizansenden ötesine de geçilebileceğine tanıklık edebileceğiniz “Magic Threads” ile albümün sonunda yer alan “Threads” parçasına ulaşıyoruz. “Psychedelic-Rock” kesinlikle böylesi bir tanımla anılması gerekli olduğu kadar aşikar bir biçimde,açık bir şekilde akıp giden bir finale dönüşüyor. Tüm alarm sesleri zembereğinden boşalırcasına uyararak, önlem almamızı salık veriyor. Yıllar öncesinde bıraktığımız acılı nağmelerin sahipleri, trip-hop’un yaygınlaştırıcı isimleri arasından sıyrılarak, arkalarında bırakarak, izleri çok çok sonra da kendini gösterecek bir başyapıtın altına imzalarını atıyorlar. Sarmalın en zor dönemecinde yüksek sesle ağlayarak , ağlatarak, ikrar ettirek tek tek…Portishead…

Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Portishead Official
Portishead At Myspace
Portishead At Last.FM
Portishead Interview At Guardian
Portishead Review At State Of Mind
Portishead Review At Canınızı Sıkmak İstemem
Windsor For The Derby Official
Windsor For The Derby At Myspace
Fikret Kızılok At Vikipedi
Fikret Kızılok At Idefix
DDR Official
DDR At Myspace
Yora At Myspace
Yora Karşılaşma 2 Gökyüzünde Video At Last.FM
Sakin Official
Sakin At Myspace
R.E.M. Accelerate Official
R.E.M. Accelerate Review At Proodos
Foma At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
info[nospam]dinamo[dot]fm – http://www.dinamo.fm/ – misak[nospam]dinamo[dot]fm
Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel Experimenting – By CharlieStyr
© CharlieStyr’s Photos
Portishead Photos Courtesy From Belowed Sites P R TD

>>>>>Poemé
Anadolu – Ahmet ARİF

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu’yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri…
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda…
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?