Deuss Ex Machina # 425 – 2012_326_34-68_4k0/000_l00p

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_425_–_2012_326_68_4k0/000_l00p

12 Kasım 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>sesli meram muhteviyatı<<<<<

a-Paul Corley – She Is In The Ground (Bedroom Community)
o-Paul Corley – Narrow (Bedroom Community)
z-Spectral Being – Ancient Memory (Already Dead Tapes)
n-Spectral Being – Upon A Circular Dawn (Already Dead Tapes)
x-Mogwai – Rano Pano (Tim Hecker Remix) (Rock Action Records)
y-Mogwai – Too Raging To Cheers (Umberto Remix) (Rock Action Records)
g-Emeralds – Search For Me In The Wasteland (Editions Mego)
gx-Emeralds – Through & Through (Editions Mego)
f-Efterklang – The Living Layer (4AD)
k-Efterklang – Between The Walls (4AD)

2012_326_68_4k0/000_l00p
(425)

söylevler boca edilip duruluyor. bütün bildiklerimiz sanki birer ikişer üçer beşer tekrarlardan ibaretmiş gibi dönüp dolaşılıp birbirinden farklı olmayan teranelerin emir erliğine teslim ediliyor yeknesak makamdan seslenişler hep aynı denilegelenin sıradanlaştırılması, bağışıklık kazandırılması süreci olabildiğince hızlılıkla ilerletiliyor. menfii olanın müspettir müspet diye yutturulmasının bağrında olan biten insana oluyor. her ne oluyorsa ona ısrar edene oluyor. haddizatında düşünselliği unutmak koşuluyla devreye sokabileceğimizi söyleyip duranların muktedirliğinde ancak etliye, sütlüye dokunulmayacak şeyler için aklımızı, zihnimizi her ne ise meramın kendisini temellendiren yapılandırma merkezi onun adına yormamız örnekleniyor. örneklendiriliyor. derin uykunun kendisi kabuslara kapıyı aralatmaktayken, buyur etmekteyken hala naçarlık her duruma karşı söylevi geliştirmek değil günün getirdiklerinde eldekini de yitirmenin başka safhaları önümüze çıkartılıp durulurken olan biten yine insana oluyor. düşünmek unutturulanların bunca çokluğunda günün getirdiklerinde yüklenişlerimizi sayabilmek, dökebilmek için bir vesile. en azından öyle belledik bugünlere kadar. nereden başladık nereye doğru ilerliyoruz sorgusunda hep o başlangıç çizgisinin gerisine doğrusu uzağına doğru yönlendirildiğimiz meydandayken, demokrasi oyunu bir müsamereden başkacasına evrilmiyor.

halkın fikriyatı değil, seçilmişin tahakkümü ve olur verdiklerinin, kani olduklarından ortaya çıkartılma şartı koşulmuş olan bir mizansenin kendisi haline indirgeniveren bir demokrasi trajikliğinde düşünmek de marjinal bir eylem haline dönüştürülüyor. zaten ne biliniyorsa tersinden onların hemen pek çoğunda arada sıkıştırılıp durulan bir simgeleştirici yafta marjinal bizim güncelliğimizin gerçekliğini de tanımlandırmaya devam ediyor. yoksunlaşıyoruz. aklın getirdiklerini değil başvezirden başlayarak esip gürleyenlerin, birliği ve beraberliği zihinlerinde nasıl öngörüyorlarsa öylesini, gerisi mühim değildir kestirip atmalarıyla bezeli olan bir mizansenden bir diğerine koşuyoruz. neticesi hep yara, hep derinlemesine bir iz, kıyam olsa da varsın olsun durmak yok yola devam şıkkında ensede pişirilen bozanın kıvamı arttırılmaya devam ediliyor. müdanasız bir biçimde sessizlik mevhumu yaygınlaştırılırken ona buna akıl gani gani dağıtılırken buraların tümü birbirinden ayrıştırılmayacak anlamda öznel, özgün sorunlarının hepsine karşı bir vurdumduymazlık, iki sessizlik muştulanıp duruluyor. sorun mu ne sorunu altı üstü milyonlarca insanın akıllarının ucunda bile yerini muhafaza etmeyen, umursanmayan gelgelelim bakıp görelim epey hallice bir nüfusun başında bir giyotin edasıyla kah gaz bombası, kah bildiğiniz füzeler, top mermileri en olmadı mermiler ile simgeleştirilen hakiki bir sonuca dönüştürülen sorunlara karşı umursamazlık sergileniyor.

büyük devlet takıntısı, bozuk koster, durmaksızın fişteklenen hiddet tanecikleri, şiddet söylemleri, bedeviler, ayılar ve ağza alınmayacak belaltı vuruşlarla harı, ateşi hiç tükenmemecesine sürdürülüyor. enikonu bulunduğumuz yerler birer hücre haline dönüştürülüyor. bildiğimiz, bildiğiniz hücre. içerisi dışarı fark ettirmeyen her alanında büyük biraderin gözünün kulağının varlığı tesis edilmiş, dokunma yanarsın işaretleriyle bezeli bir mabadda yaşama tutunmaya çalışıyoruz. böyleyken böyle. kolay değil, kelama dönüştürebilmek yıllar yılıdır sürüp gideni hatim ettirecek anlaşılır kılabilecek olanı bulup denkleştirmek bir satırlık menzilde. bir sayfalık mesafede. onun içindir ki parçaları ayrışık yerlere konuşlandırılmış olan bu mizansenler ülkesinde, her dem yeniden yola çıkmak lazım geliyor. anlamak anlamlandırmak ve yaşatılanların sürekliliğinin sadece ve sadece baskıcı olan o bilindik zümrelerin varlığını koruyan, umursayan gerisini koyverip unutuş tarlasına sallayıp duran bir bileşke halinin bu ülkenin hasılı kelam gerçekliği olarak resmedildiğini anlamlandırabiliyor. böyle bir tanımın etrafında ağar gibi kirlenmişlerin, türksolu gibi neşriyatların, özdil gibi kalemlerin, haberden gayrı herşeyi sunan sitelerin varlığını, kinin ötesini tasavvur dahi etmeye gerek duymadan ağzına geleni söyleyenlerin bir yerlerde halen fişteklemekte oldukları nifak tohumlamasının nelerden mürekkep olduğunu anlamlandırır kılıyor.

ayrışıyoruz. kırılmalar v dökülmeler yaralarımızı onarılmaz hallere sürüklüyor. yaramızdan kan oluk oluk akarken de, kah kabuk bağladığına kendimizi avuttuğumuz zamanlarda da bir şekilde rotaya dahil edilen böylesi bir yığın elinde derlenip toparlanan, güne dahil edilenlerin peyderpey sunduğu yegane şey acıların sürekliliğidir. aritmetik oyunu değil ki bir sen bir ben kazanalım bu oyunda. bunca kirli harala gürelede. ne kelama odaklanılıyor ne sözün kendisine kıymet biçiliyor. varsın olsun ölen ölsün ben dönmem yolumdan tutturmasıyla beraber bütün birikim, bunca hınç hemen hiç eksik edilmiyor. dünün şartlanmışlıklarını alaşağı etmeye teşne olup bugün aynı fenalıkların altına imzalarını atmaktan kaçınmayanların sahnelemelerinde, dillendirdiklerinin kıyasıya eleştirdikleri o devlet geleneğinin devamlılığı olduğu bu kadar afakiyken, hesap kitap ortadayken halen güllük gülistanlık bir yerde yaşadığımız savlaması biraz fazlaca kadük kaçmıyor mu. hala mı eyyamcılık, rıza göstermek ve ötesi. kendiliğinden sorunların çözümlenebilirliği gibi bir durum söz konusu edilme şartları ortada bile değilken nasıl bunca rahat bir biçimde paldır küldür bazı şeylerin ömrü bunca kısaltılabiliyor. böylesi bir rahatlığa erilebiliyor. sorun mu sorun morun yoktur. işaretlemeler mi kantır strayk oyun bildiğin oyundan etkilenmiş çocuklar, açlık grevi mi konuştuk halloldu, çözüm mü yok o bildiğiniz muamma!, hayat mı bu sathı mahalde hep cehennem be arkadaşım diye lafı bağlayası geliyor insanın.

çekimserliğini çoktan kenara terk etmiş olanların dillendirmeye doyamadıkları fecaatlerin etrafında gözümüzün önüne, aklımızın kenarına terk edilen oyalanasınlar bunlar bu mevzularla biz de işimize, azarilliğimize, derdest edebilmeye, hınç almaya, kitleleri gaza getirmeye, dünyanın efendisi falanı filanı olma çabalanımına devam ededuralım diyenlerin mabadında insana sıra ne ara gelecek! düşündünüz mü? yok saymak, baştan savmak, önemini değerlendirmek bir yana yerin dibine sokabilmek için şans olarak değerlendirilegelen kimi şeylere sahip çıkmak, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için elini oğuşturmaya devam edenlerin kirli savaşın taa kendisini sürdürün ne olursa olsun yollu göndermelerine aynen riayet ederek nereye evrildiğimiz meydanda değil midir? nereye koştuğumuz, halimizin has resim altı hala mı okunamamaktadır. yok oluyor çürüyor ve nihayetinde kıyamet kıyamet diye bekleşiledurulanın bizahati kendisini yaşıyoruz. her an ve her dakika. mebzul miktarda bir tahayyül değil bu yahut betimleme. neye karşılık geliyorsa bizahati onun kendisidir şu iki satırda anlatmaya çablandığımız. bir yerlerde silinip üzeri çizilenlerden olabileceğimiz vakti zamanında tecrübeyle sabitlenmişken halen geçer akçe oldurulmasına karşı bir endişenin kendisindendir bu kadar   dillendirmeye uğraş didiş olduğumuz. bir şekilde yazmaya teşne olduğumuz, çalıştığımız. çabalandığımız.

altmış sekiz günün arından bitirilerek yarın bir gün unutulacak olan tutsakların hangilerinin derdine kaniyiz, hangilerinin neyden tutulup da içeriye mahpus edildiğini bilmediğimizi yineleyebilmek için tüm bu meram. üzerinden on yedi yıl geçtikten sonra hala net bir yanıt bulunamayan, niceleri gibi münferittir münferit diye diye unutturulmaya, geride kalanları avutulmaya devam edilenler kervanına katılan fehim tosun gibi kayıp edilenlerin akıbetlerine zihin yorabilmek içindir bu meram. bir gün bizler de ansızın yok olmayalım diye!. bir tespit, bir ahkam kesilmesi karşısında bariz hinliklerin sergilendiği nice basın emekçisinin tutsaklıklarının sene-i devriyesini, özgür basının ne demek olduğunu, hangi bedeller ödetilerek nasıl algıların karşısında ses edildiğini yineleyebilme çabasına eklenme çabasıdır bu meram. anca beraber kanca beraber. unutuşun tarlasına çoktan terk edilmeye hazırlanmış olan üzerinden tam iki yüz seksen altı gün geçmesine rağmen hala kimin elleriyle, hangi amaç doğrutusunda vatandaşına bomba yağdırılabildiğinin hesabının sorulamadığı roboski kıyımını unutmadığımızı yineleyebilme kısmına ihtfanedir bu meram. sorumlular sorumsuzluklar sergilemeye devam ederlerken kah bomba, kah biber gazı, kah cop, kah dokuz sütuna manşetlerle bu halkın ötekisi diye sunulanlarına bu hayatı nasıl dar ettiklerini artık isteseler de saklayamadıklarınızı ikrardır meram.

görünen imgelemin nelerden mürekkep olduğu artık belirginleşmişken hala yok o öyle sandığınız gibi değil, böyledir ve şöyledir diye argümanlarını sergilemeye doyamayanlara illallah demek edi bese, yeter artık imidir şu gördüğünüz kelimelerden mülhem bulmaca. unuttukça, unutmaya nail oldunukça daha başımızdan ne eksik edilmeyeceğini tam kesitremediğimiz bir modern zaman tasavvuruna karşı uyanmanın zamanı henüz gelmemiş midir? seslenip durduğumuz kendi sıkış tıkışlığımız, bunca nefessiz konuluşumuza rağmen hala yola koyulmak için hangi emarelere bekleyedurmak lazım olandır. hiç düşündünüz mü. yarın geçmiş olmadan! bir türlü düze çıkmayan, elbirliğiyle çıkartılmayan, derdest edilebilmesinin bunca kolaylıkla sağlanmasının önü alınmayan her durumda şartlanmışlıkların, önyargıların paralelinde el altında tutulan değişim ve dönüşümün empatiyle değil tahakkümlere dört elle sarılmasından halen geçtiğini cismanileştiren bütün bütün bu hayat denilen akışın dinamiklerini perişan ederken hala herşey güllük gülistanlık bahsine sıkı fıkı tutunanların, aradan kelama karışılan, meramı anlamlandırılmaz belleten bir yargının kendisidir yalanlar. bu belleyiş çabalarının sacayaklarından birisi ayrıştırılmak istenmeyen öğesi olan yalanlar. bir iki sonra ipin ucu koyverilen hangi durumlarda nasıl bir tepkime verilmesi gerektiğinin epey hallicedir birbirine karıştırıldığı tam anlamıyla derinlemesine yol aldığımız bataklığı anlamlandıran bir edimdir yalanlar.

hakikat ve tam manasıyla hakkaniyet mevzubahis ise bunun gibi önceliklerimizden olanların manipüle edilip kırmızı çizgilerin ardına taşındığını gösteren, haddizatında hır gürün bütün anlama çabalarının önüne hiddetle budur suru duvarını ördüğünü irdeleyebilmemize olanak sağlayandır yalanlar. bıkılıp, usanılmayan el yordamıyla bile bunca bilginin ortalıklarda olduğu bir zamanda halen büyük birader mitinin korunaklılığını tabu kıldırılması vesair anlamlarını dökümlendiren bir ağın kendisidir yalanlar. topumuzu bir günde alaşağı, ideyi çürüğe, aklı unutuşa terk etmemizi salık verdiren, bunu dikte ettiren bir yapının bizzat kendisidir. zehri halen içimize çekmeye devam ettirildiğimiz. kahrını, ızdırabını bir ömür çekmeye mecbur kılındığımız, buradan öte köy yok şuradan öte yol yok denilerke başka seçeneklerin daha en başında devredışı bıraktırılmasına şahittir yazıldığımız masalların beşiği yalanlar. sürümcemesiz bir şekilde, kesintisiz olarak insani olanı ayaklar altına alınırken vicdan muhasebesini bir vitrin düzenlemesinin parçası olarak değerlendiren, şartlar bunları ve daha fazlasını gerektiriyordu diye üzeri çizilen doğruların katili olan yalanlar. bu şekilde gerçeklik dönüştürülürken bu menzilde hiddetin kendisiyle mesaiye zorlatandır yalanlar.durmaksızın, akış devam ettirilirken hangi konularda sınıfta kalmayı sürdürdüğümüzü zihine kazıtmakta olandır yalanlar.

bugün bu şartlar bu iklim böylesine sert ve aşılmaz kılınmışsa, böylesine bağnazlıkla hemhal aşılmazlıklarla kolkola biraradalığı, hamuru sağlam karılmışsa ne yapılması gerektiği konusunu diri tutan, nesneleştiren zihine düşünmeyi, aksinin sonu olacağını personaya bildiren bir vesikalayıcıdır yalanlar. görmekten çekinmeyene. karaşınlık her dem kuşkuları öne sürerek, şüpheleri ortaya taşıyıp kaybolarak, mütemadiyen biz biliyoruz ne naneler çevriliyor bahsinin kıvılcımı yakılarak, bundan işkillendirerek devamlılığı sağlanan bir edim. dün nasıl hayatın merkezine konumlandırıldıysa bugünlerde de bunca yalanla kolkola güncelliği kapsayan bir eylemin kendisi. muktedirliğin görmeyi unutturup duymayı hafızdan defettirip bilmenin tamamen devredışı bırakmasının akıbeti çok belirgin olan unutturma vurgusunun bir başka öğesi olan karaşınlık. günümüz bunca yıkımla hemhal tecrübeden düşe kalka ilerleyememe, olduğumuz yerde sabitlenme ile ilişkilendirilmiş bir neticeden ibaret ve ilişkiliyken hala durmadan ilerlediğimizin yansıtılması, hakir görüyorlardı zamanında çok şükür bugün o ah aldıklarından, ettiklerinden hemen hiç geri kalmayan bir dönüşümü tamamladıklarını avaz avaz duyurmaktadır. usulüne uygun yansıtmaktadır. mesel ortada dağ gibi yükselirken, blöf, şov ve benzerleri ile donatılmış cümleler lacivert takımların, vatan elden mi gidiyor (bu kaçıncı kez!) şiarında yol katedenler içinse birer linç pratiğinin halen temellendirilebiliyor olması düşündürücüdür.

kapsayıcılık çoktan bir kenara atılmışken iddianamelerin fantazileri kıskandıran coşkunluğunda çarmıha gerilenlerin, yaftalanarak suçlu ilan edilenlerinn birer insan değil suç objesi, üreteni, vicdansızlar olarak resmedilmesi, terör örgütü yapılarından birisi ya birimi olarak gösterilmeye ve anılmaya çalışılması bu düşündürücülüğü derinini bildiğimiz o gayya kuyusunu resmiyete dökmektedir. hiçbir şart ve koşul altında muhalif söyleme, bunca eğreltiliğe karşı tepkimeye ve kelama geçit bırakılmaması, bilakis tüm düşünüp harekete geçenleri hah işte şüpheliler, içimizdeki hainler, ekmeğimize ortak olan, yiyip içip arkamızdan hançerleyenler bahsinin gösteregeldiği düpedüz, kapkaranlık bir kuyunun kendisidir ötesi değil. manidar çözümlemelere gerek bıraktırmayan bir biçimde her neyle karşılaşıyorsak onun tam dengidir. bu dipsiz kuyu. iyi polisliğin, kötü polisliğin pay edildiği, ahkam kesmelerin had bildirirken kutsiyet atfedilmiş olanların hınçla yolunu kesiştirenlerin eriyip de giden bedenlere bir gıdım tuz, bir gıdım şekeri bile çok görenlerin, olmadığına kendilerini kandırmaya devam ettikleri bu savaş ikliminin sahadan evlerimizin içlerine kadar nüfus ettiğini görebilmek için alim olmak gerekliliği yoktur sanırız. olmayacaktır. bir yapılandırma, kurgusal bir izleğin içerisinde yönetmenin algısına, empatisine ve tahayyülüne göre tam vaktinde devreye girecek kurtarıcı, kahraman veya adlandırılışının her ne olduğuna sizin karar verebileceğiniz karakter yok yanıbaşımızda.

olup biterken bunca şiddet , şirazesinden de zıvanasından da çıkmış hiddet bir gösteri öğesi değildir. tam aksine düşünülmesi gereken bir gerçeklik trajedisidir. günler günleri kovalarken suskunlaşmaya biat  arttıkça pusun yeri göğü kapladığı bir cehennem tasviri gerçekçil kılınmaktadır. yaşadıkça, nefes aldıkça derinden yaralayan cinsinden bir yer altı aylık ve iki yaşında bebeklerin babalarına sarılmalarına müsammaha gösterilmeyen tam aksine dört bir yandan mukavemet ile aşılmaz duvarların örüldüğü bir cehennemdir burası. ömrü hayatını bundan sonra ve ötesini hesaba kitaba çok da katmadan, hayatlarını ortaya koyan açlık grevini gerçekleştirmiş tutsakların b1 vitamini ihtiyaçlarını, eylem bittikten sonra tedavilerini bile aksatmaktan geri kalmayanların nefesler tükettikleri bir cehennemin bizahati kendisidir burası. sempatik görünme maksadını geçtik empati denilen edimin nasıl çift taraflı çalıştırıldığını, seçimlere göre muamelelerin düzenlendiğini ve halen bunun geçer akçe olduğunu belleten hareketlere imza atılandır bu cehennem. emeğin karşısına emek örgütü, hakkın karşısına hak örgütlerinin konuşlandırılabildiği, aman sus yerin kulağı vardır efendimiz bize çok çoook kızar korkusuna sıkı sıkıya tutunanların hamlelerini doğrudan yana değil eğriden, mazlumdan yana değil muktedirden taraf seçtiklerini tazeleten bir cehennemdir burası.

kıyamların, tehcirlerin, tecritlerin vakıa, nümayiş eden bulmuştur, bulacaktır. sorun mu ne sorunu o sizlerin hüsnü kuruntusu. vicdan dediğinizi hangi terör yardakçılarının, uzantılarının hangi amaçlar doğrultusunda kullandıklarını çok iyi biliyoruz. biber gazı diye ortalığı velveleye verdiğiniz öldürmez bilakis hizaya getirir. bunlar ve dahası gibi nice laf salatasının dengi haline dönüşen karanlık kararlılığın!, eylem ve pratiklerinin paralelinde yaşamak zorunluluğudur bizleri halen karalamalara yönlendiren. ses çıkartmak konusunda uğraştıran. çatlak ses edenler olmayaydı nasıl da güzelce idare edildirdi bu gözel yurt psikolojisinden illallah demenin ivedilikliğini meydana serilmektedir. cehennem laf ola beri gele diyerekten değil tamamen bu ülkenin her anındaki her olumsuzluğu, vakayı tanımlandırmaya hali hazırda tek başına yeterliyken, “el aman” feryadı artık işitilesidir. el aman, yeterliliği, kaniliğiyle başlı başına bu resmin karşılaştığımız görünümü, kadrajı dahilinde ortak temennimiz olması gerekendir. birbirinden ayrışık değil de tekmilini birden bir arada görebildiğimiz vakit bu cehennemi yapılandıranların bunca yaşatmama çabalarının karşısında halen yaşamı savunmak için elimizde başkaca bir şansımız olmayacak. bir daha böylesi bir dönemeç, yoldan dönmek şansımız, ihtimalimiz olmayacak!. bilelim…  

>>>>>Bildirgeç

Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. –  Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem*

Sonbaharın en dingin en durgun demlerini yaşıyoruz. Sarmaşığımızın sararan yaprakları kendini usul usul boşluğa bırakmakta… Doğa huzurlu bir sesizliğe hazırlanmakta… Oysa cehennemin yüreğinde yaşıyor gibi bir hisle kavruluyoruz. Hergün başka bir söylemle irkiliyor, dehşet verici sözlerle sarsılıyoruz. Körleşen vicdanları insanlığımız acıyarak izliyoruz.

12 Eylül tarihinden beridir devam eden açlık grevleri en kritik sürecini çoktan geride bıraktı. Günlerdir adeta kızdırılmış bir sacın üzerinde yürüyor, bir ateş hattından geçiyoruz. Hükümetin başı tarafından fütursuzca sarfedilen sözler, bu ateşe benzin dökmekte, harlanmaktadır. Adalet Bakanı ‘ya hayırlı bir söz söyleyin ya da susun, söz orucuna girin’ demişti. Bunu en çok başbakana söylemek gerekiyor sanırım. Başbakan söylemleriyle, kutuplaştıranı ayrıştıran bir tutum sergiliyor. Çözüm değil, ölümü davet ediyor. Açlık grevlerini değerledirme biçimi vicdansızlık sınırlarını çoktan aşmış durumda. Her durumdan kendine pay çıkaran, politik bir çıkar elde etme gayretinde olan Başbakanın bir zamanlar bir ‘dava’ insanı olduğu, zalime karşı mazlumun yanında yer almayı emreden idealin sahibi bir insan olduğuna kim inanır? Sık sık andığı Şeyh Edebali’nin sözlerini düstur edinmesi şöyle dursun, kemiklerini sızlatan pratikleri hangi ruh haliyle açıklanabilir?

İdrak etmekte zorlananlar için şunu söyleyelim: ‘İnsan iradesi her şeyin üstündedir!’ Tıbbın da, ilmin de açıklamaya gücünün yetmediği yerde insanın iradi duruş gerçekliği vardır. Bir öğün yemeği dahi atlamayanlar elbette iki ayı geçen bir açlık grevinin sürdürülemeyeceğini sanır. İmkansızın mümkün olduğunun en açık ispatı, işte eylemimizdir!… Bu eylemde yer alan her bir arkadaşımız yaşamla yaman bir mücadele vermiş, iradesi suyla sertleşen çelik gibi güçlenmiş insalardır. Yaşam algısı kısa bir ömür, konforlu, rahat bir hayat biçiminde değildir. Evveli ve ahiri birlikte yaşayan, geçmişi bugünle harmanlayan, yarının mayasını kurma üzerine tasarlanmış bir yaşam algısı vardır. Politik ve varoluşu öncelemiş, baştan ayağa vicdan olan insanlardır. Eylemdeki bir arkadaşımızın, Başbakan’ın “bir yerlerden talimat alıyorlar” sözü üzerine, “evet, talimat alıyoruz, vicdanımız bize talimat veriyor” sözü bence her şeyi açıklamaya yeter de artar bile. Elbette böyle bir yaşam felsefesini algılamak her beynin kaldırabileceği, muhakame edebileceği bir gerçeklik değildir. Başbakan bu nedenle bir kuzuyu arkasına alarak açıklamalar yapmakta inciler dizmektedir.

Yapılan açıklamalar, fütursuzca sarfedilen sözler eylemin gücünü ve anlamını düşürme amaçlıdır. Küçümseme, hafife alma, yiyip, içiyorlar türünden beyanlar itibarsızlaştırma denemeleridir. Türkiye kamuoyu ve devrimcileri bu türden ithamlara yabancı değildir. Bu tutum aslında devletlerin tipik savunma refleksleridir. Devlet güvenliğini sağlama almak için oluşturduğu koskoca bir sistemle yetinmez bir de böylesi taktikleri devreye koyar. Zaten işkence yöntemlerinden biri psikolojik şiddet değil midir? Esasen işkencenin temelinde psikolojiyi çökertme, ruhu ele geçirme, kişiliği parçalamaya, yaralamaya dönüktür. Küfürler, taciz, tecavüzler itibarsızlaştırarak teslim alma, direnişten düşürmeyi hedefler.

Bir süredir açlık grevi eylemine dönük yürütülen psikolojik savaş, tam da bu türden bir işkence yöntemiyle yürütülüyor.

Manüpülatif bu yöntemin bir diğer amacı da kamuoyunu yanıltmadır. Dikkat edilirse kamuoyu bir süredir eylemin taleplerini, eylemcilerin kamuoyuna söylemek istediklerini değil, Başbakan’ın şahsında hükümetin ithamlarına verilen cevapları konuştu, tartıştı. Bir tür savunma psikolojisi geliştirmek durumunda kalındı. “Vardı, yoktu, şöyle değil, böyleydi” tarzı açıklama yapma zorunluluğu bile, hükümete manevra yapma, gündem saptırma olanağı yarattı.

Yürütülen psikolojik savaş ya da propagandanın yöntem olarak ABD patentli olabileceği konusunda kuşkularım var. Amerikan yöntemi çokça örneklerine tanık olduğumuz kadarıyla, hep şöyle seyretmiştir; “Yalan-dolan, iftira, önemli değil, yığınların hassasiyet göstereceği bir söylemi ortaya at. Karşı taraf kendini aklamaya çalışırken sen amacına ulaşmış olursun zaten! Rakibini hep savunma pozisyonunda tut ki psikolojik üstünlük sende olsun. “Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da savaşlar hep böyle çıkarılmadı mı? Başbakan’ın akıl doneleri de bu yöntemi deniyorlar. Ama kötü bir taklit biçiminde tabi… Mesela Almanya’da Merkel’le yaptığı basın açıklamasında cebinden çıkarıp gazetecilere gösterdiği aylar öncesine ait yemek fotoğraflarıyla Başbakan biraz ters köşe oldu kanımca. Merkel gözleri fal taşı gibi açılarak bu tutuma pes! demiştir herhalde. Çünkü hayretle, tahmin ederim biraz da kıskançlıkla bakıyordu Başbakan’a. “Ben bile bu kadarını yapamazdım!” diye aklından geçirdiğini düşünüyorum.

Ama korkunun ecele bir faydası yok. Tüm bu beyhude çabalar bu haklı ve anlamlı eylemin gücünü gölgelemeye yetmedi, yetmeyecek. Psikolojik savaş yöntemleri, işkencevari taktikler de eylemlerin moral ve heyecanından bir gıdım eksiltmedi. Ama sarfedilen sözler gökkubbe altında nahoş sedalar olarak kaldı. Günü geldiğinde o sözler sahibini rahatsız eder elbette. Çünkü, el eli yıkar, el döner yüzü yıkar.

İnsan şuna hayıflanıyor; hani şair diyor ya, dostluk da düşmanlık da mertçe olsun! Her savaşın kendine göre etik-ahlak kuralları vardır. Başbakanın kimi zaman öykündüğü Selahattin Eyyübi’nin savaş meydanında sergilediği incelikli, ağır başlı, kendini bilen, düşmanında saygı uyandıran tutumunun yanından geçen bir davranışı var mı?

Esamesi bile okunmuyor. Kaldı ki biz düşman değiliz. Ortak vatanda birlikte ama eşit ve özgür yaşamak isteyen kardeş iki halkız…

Cezaevlerinde bedenlerini açlığa yatıranlar da bu gerçekliğe işaret ediyor. Yaşamın doğal akışının sağlanması için böylesi bir eyleme başvuruyor. İki halk arasında göçen köprüleri onarmak, kopan bağları doğru temelde yeniden inşa etmek için çırpınıyorlar…

O nedenle kamuoyuna sözümüz, şimdi ölüm değil, çözümleri konuşmanın zamanı. Eylemlcilerin talepleri etrafında kilitlenmek, taleplerin hayat bulması için daha ciddi ve sonuç alıcı bir gayretin içinde olmak gerekiyor.Toplumda duygusal bir atmosferin olması çok olağan ve insanidir. Ne varki salt duygulanım sorunların çözümüne yetmiyor. Yüreğin sesini dinlemek kadar gereğini yapmak duygularımızı anlamlandırır. Anadilde savunma talebi eğer toplumsallaşırsa, kamusal alanda kaullanım ısrarı genelleşir, kitleselleşirse de sonuç alıcı olur. Bu talep tutuklular ve cezaevindekilerle sınırlı kalırsa ne kadar sonuç alıcı olur? Öte yandan anadilde eğitim talebi en doğal hak iken, devlet, uyguladığı asimilasyon politikalarının gücüne güvenip, bu hakkı bir lüks, olmasa da olur, pozisyonunda tutmasında biraz da bizim yaklaşımlarımız etkili değil mi? Keza Kürt sorununun çözüm anahtarı İmralı’da ise Sayın Öcalan’ın sözünü ettiği sağlık, güvenlik, serbestlik koşullarının sağlanması için daha sonuç alıcı bir yürüyüş ve çaba gereklidir. Hiçbir mücadele kolay koşullarda seyretmemiştir. Çok ağır bedeller karşılığında haklar elde edilmiştir. Mahatma Gandi bedenini açlığa yatırırken Hindistan halkından açlık grevine girmesini değil, İngiltere sömürgeciliğine karşı mücadele etmesini istemiştir. Örneğin pazarlarda İngiliz askerlere mal satmama, ısrarla ve inatla İngiliz kumaşı yerine Hint kumaşını salık vermiştir. Dünyanın jandarması İngiltere, Hint fakirinin önünde böyle yenilgiye uğramış tasını,tarağını toplayıp gitmiştir.

Ezcümle, kimse ölümü ağzına almasın. Ölüm bizden uzak olsun. Daha yaşayacak çok baharlarımız var bizim. Ölümü değil çözümü konuşalım, çözüm için çareler arayalım, çabalayalım. Unutmayalım, barış için ter dökmezsek, gözyaşı dökmeye devam edeceğiz…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Bu savaş ikliminde bile olsa gerekliliktir. Gerekliliğimizdir. Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlanmış olan Selma IRMAK’ın “Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım” başlıklı makalesi hemen bu minvalde okunması, bilinmesi elzem olan tespitleriyle gündelikliğin tatavlasında kaynayıp giden pek çok şeyin farkına varabilmek için yardımcı bir metindir. Selma IRMAK ve Özgür Gündem  Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza alıntılıyoruz. Okudukça ötekisi sandığınıza vakıf olabilmek, anlayabilmek beklentimizi yineleyerek…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Avrupa Birliği – 2012 İlerleme Raporu – European Commission Document Stuff
İşkence ve İnsanlık Dışı Aşağılayıcı Muamelenin ve Cezanlandırmanın Önlenmesi ve Tutuklu Hakları – 21. Rapor – CPT
Turkey: Respect The Rights Of Hunger Strikers – Amnesty International – Af Örgütü
Ölümü Değil, Çözümü Konuşalım!.. – Selma IRMAK / Diyarbakır E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Jîyan Xweşe – Pervin BULDAN – Yüksekova Haber
Anaların Ahı – Erdoğan ZAMUR – Ajans Amed
Neden Vicdan? – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
Faysal Sarıyıldız’dan Mektup Var! – Sarphanuzunoglu.net
Abdullah Öcalan: Açlık Grevlerine Son Verilsin – ANF
Jailed Leader Calls For End Of Kurdish Hunger Strike – Ivan WATSON & Gül TÜYSÜZ – CNN
B 1’in Tutuklanmasına, Urfamisin’in ve Antepsin’in… – Ahmet NESİN – AN’s Blog
Erdoğan’ın Sinirleri ve Açlık Grevi – Foti BENLİSOY – FB’s Tumblr
‘Meram’ınız Hakkı Öldürüp Vermek Mi? – Ali TOPUZ – Utay
Chomsky: Açlık Grevinin Talepleri Makul – BBC Türkçe
Günler Geçiyor… Gel De Yaşa… – Kollektif Meram – Futuristika.org
Zalimler, Mazlumlar ve Yok Hükmünde Olanlar – M. Ender ÖNDEŞ – Özgür Gündem
Polis, Kolçak’ı Hedef Alarak Saldırdı – ETHA
Demirtaş: ‘Başbakan Tehdidi ve Şantajı Görmek İstiyorsa Türkiye’nin Tarihine Bakmalıdır’ – İMC
Modern Zaman Diktatörleri – Özgür EYLEMCİ – Ajans Amed
Açlık Grevi Yazıları – Kollektif – Özgür Gündem
Baba, Onlar İnsanmış Ama! – Demiray ORAL – DYH
Le Monde: Çıkmazı Aşmak İçin Öcalan’la Müzakere Yapılmalı – ANF
Haklılığın İnadı / Erdoğan’ın İnadı – Ragıp DURAN – Bir + Bir
Baş Harfi R… – Özgür Gündem
34 Yalnız Bir Sayı Değildir – Açık Radyo
Elindeki İp Erdoğan’ın Boynuna Dolanacak! – Gülseren YOLERİ – Yeni Özgür Politika
Tehlikenin Farkında Mısınız? – Rober KOPTAŞ – Agos
Bu Davayı Kaçırmamalısınız! – Nebahat Kübra AKALIN – Başka Haber
‘Davaların Hepsi Demokrasi, Hukuk ve Adil Yargılama Hakkına Aykırı’ – Pressout
Mahkeme, Sıcak Suyu Çok Gördü – Elçin YILDIRAL – Sevgim DENİZALTI – Birgün
‘Akif Beki ve CPJ’ – Kenan KIRIKAYA – Pressout
Türkiye’de Hapishanenin Tarihi ve Estetize Edilen Ölüm – Mustafa EREN – BiaMag
2023 Vizyonuna İdam Cezası Yakışır – Hıdır TOK – Başka Haber
Okul Formasıyla Kemik Testi, Sonra Cezaevi – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
14 Yaşındaki Çocuğu Tutuklamak İçin Yaşını Büyüttüler – Medyanın Günlüğü
Zulüm Olağanlaştıkça Zalim Sıradanlaşır! – Amed DİCLE – Ajans Amed
Anadili Temelli Çokdilli ve Çokdiyalektli Dinamik Eğitim – M. Şerif DERİNCE – DİSA
ÇHD: Hayata Dönüş’ün Failleri Hesap Verecek – ETHA
1920’lerden 1984’e Dek Armut Toplayan Bir Halk: Kürtler – Mahmut KAPTAN – Zeki ve Samimi
İsveçli Vekillerden Erdoğan’a Sert Eleştiriler – Murat KUSEYRI – ANF
Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu… – H. EYLÜL – Kızıl Bayrak
Pespayeler Zinciri – Kadir CANGIZBAY – Birgün
301 Hâkimi Ombudsman Adayı – Agos
Bakan Şahin, Alevi Evlerinin Counter Strike’dan Etkilenen Çocuklarca İşaretlendiğini Söyledi – İMC
Halka Gözdağı Verilmek İsteniyor – Vural NASUHBEYOĞLU – Evrensel
Bütün Şehri Fişliyorlar – Ahmet ALTAN – DYH
75 Yıldır Dua Edecek Bir Mezarları Çıralarını Yakacak Bir Taşları Yoktur – Ferhat TUNÇ – Yeni Özgür Politika
Ne Mutlu Türküm Diyene! – Erkan Tufan AYTAV – Haber 7 / Agos
Her Şey Olur #529, Draft-Progress-Original – Cem DİNLENMİŞ – CD’s Tumblr
Tanrıkulu: Mayınlar Ne Zaman Temizlenecek – ETHA
Kürt Meselesini Filmlerle Konuşmak – Ayça ÇİFTÇİ – BiaMag
Ana Dilinde Eğitim – Zana FARQÎNÎ – Özgür Gündem
O Darağaçlarını Kuranlar, Hayırla Yadedilmedi Pek.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Renault İşçileri Fabrikayı Terk Etmedi! DİSK’e Geçmek İstiyorlar! – Sol Defter
Taban Örgütleri-TİS Komiteleri Kuralım, Mücadeleyi Kucaklayalım – Bursalı Bir Sınıf Devrimcisi – Kızıl Bayrak
Arçelik İşçisi De Ayağa Kalktı – Evrensel
Çatışmaların Şiddetsiz Çözümünde Bir Duayen Johan Galtung’la Söyleşi – Açık Radyo
Değerlerimiz – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Donkişotlar ve Yel Değirmenleri… – Xwe Metin AYÇİÇEK – Yeni Özgür Politika
Ankara’da Devlet Terörü – Kızıl Bayrak
Vatansever! – Lütfi Doğan TILIÇ – Birgün
ABD İsrail Saldırılarını Desteklediğini Açıkladı – Korsan Dergi
Ortadoğu’nun Üvey Evladı: Filistin! – Cengiz GÜNAY- Akademik Perspektif – Medyanın Günlüğü
“Sizinle Konuşurken Bombalar Düşüyor” – Rusya’nın Sesi
#opIsrael – Anonymous Stands By Palestine In This Time Of War And Grief – AnonRelations
Anonymous Takes Down Over 650 Israeli Sites, Wipes Databases, Leaks Email Addresses And Passwords via TNW
İzlanda: Eylem Halindeki Doğrudan Demokrasi – Thorvaldur GYLFASON – Halit YERLİKHAN – Agos Şapgir
‘Kadrolu Yalancılar ve Kirlenmiş Vicdanlar’ – Ayhan BİLGEN – Evrensel
Hiçliğin/Boşluğun Örgütlenmesi – Rahmi ÖĞDÜL – Birgün
Maraton, Weber, Marx – Ferhat KENTEL – DYH
Yıkılsın Bu Sistem – Hakan TUNÇ – Korsan Dergi
Cumhuriyet’in ‘Pathos’u – Sibel KARADAĞ – Başka Haber
Aşağıdan Bir Meram! – Aşağıdan.org

Paul Corley Official via Bedroom Community
Paul Corley Official via Twitter
Paul Corley On About Disquet via Resident Advisor
Spectral Being Official via Facebook
Spectral Being Section via Microphones In The Trees
Spectral Being Live At No Fun House In Kalamazoo, MI. 15.03.2012
Mogwai Official
Mogwai – A Wrenched Virile Lore Review By Darren CARLE via The Skinny
Mogwai – Rock Action Podcast Series 12 Episodes
Emeralds Official via Editions Mego
Emeralds – Just To Feel Anything Album Review By Mike DIVER via BBC Music
Emeralds’ Steve Hauschildt Plugs In On The Twinkling ‘Interconnected’ via Fact Magazine
Efterklang Official
Efterklang Official via 4AD
Efterklang – Piramida Albüm İncelemesi – Zülâl KALKANDELEN – Zülal Müzik / Cumhuriyet

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Jon Eswards via Flickr

>>>>>Poemé
Devran Ters Yöne Dönüyor – Bülent ÖZCAN

Dönüyor devran dönüyor,
Devran ters yöne dönüyor…
İşkence, açlık, kıyım var;
Devran ters yöne dönüyor…

Zindan içinde zindanlar,
Kurşuna dizilir canlar,
Ölür nice genç insanlar,
Devran ters yöne dönüyor…

Hiroşima, Halepçeler
Zincirler ve kelepçeler,
Ana babasız bebeler,
Devran ters yöne dönüyor…

Tarih kör topal ve sağır,
Duymaz seni bağır bağır;
Gözyaşı, zulüm ve kahır,
Devran ters yöne dönüyor…

Kaynakça: Şiir

>>>>>Podcast Ünitesi
Deuss Ex Machina # 422 (22.10.2012)
Deuss Ex Machina # 423 (29.10.2012)
Deuss Ex Machina # 424 (05.11.2012)

Deuss Ex Machina # 406 – miste min subjektivitet

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_406_–_miste min subjektivitet

25 Haziran 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-BADBADNOTGOOD-Uwm (Feat. Leland Whitty) (Self Released)
>2<-BADBADNOTGOOD-Rotten Decay (Self Released)
>3<-Michael Wollny's [EM]-Symphony No. V, Mov 1: Trauermarsch (The ACT Company)
>4<-Michael Wollny's [EM]-Blank (The ACT Company)
>5<-Ceylân Ertem-Şenay (Pi Müzik)
>6<-Ceylân Ertem-Torun (Pi Müzik)
>7<-Sigur Rós-Ég Anda (Krúnk)
>8<-Sigur Rós-Ekki Múkk (Krúnk)
>9<-Drowner-Wildflowers (Saint Marie Records)
>10<-Drowner-Never Go Away (Saint Marie Records)

miste min subjektivitet – ugyldig
(406)

cismanileştirilen, görünür kıldırılan, zihne belletilen, akla yatırılan tapulanan pek çok şeyin nereden hareketle v hangi çıkarsamalara dayandırılarak, o dayanaklara yaslanarak nihai şeklinin kazandırıldığını sonucun v ezcümlesinin nasıl ortaya çıkartıldığını tahlile giriştiğimizde neden ediminin, neden sorgusunun gerekliliği bir kere daha anlamını bulacaktır. anlamca pekişecektir. ayrışımın, tahakküm v ötesinin bir domino taşı etkisi gösterdiği hemen hemen her konuda ortalığa kesilecek, efelenilecek bir vavelyanın temellerinin atılabildiği, halen gelişim gösterebildiği bir satıhda aleni olan yaraların nasıl kanırtılmaya, doğru bellenmiş olanı ise ne kadar da kör kör parmağım gözüne bir tasavvurdan ibaret olduğunu duyumsatacak, kanıtlayacak bir seviyeyi karşımıza çıkartır. bu işler nasıl işler v bu gelişim treninde nasıl aymazlıklardan yola çıkılarak mesafe kat edilmeye çalışıldığını çözümleyebilmek neden sorgusunu beraberinde güncelliğin kıyısında önemli bir konuma taşıyacaktır, taşımaktadır. neden sorgusunun gerekliliği başımıza getirilenlerin hiç de öyle şapkadan çıkan tavşan numarasındaki gibi sevimli v sineye çekilir bir tavır olmadığı meydana çıkacaktır.

kolayca, kolaylıkla atılıp tutulan vecizlerin, veçhe v lafazanlıkların nerelerden hangi filtrelerden geçirildiğini , kotarıldığını sonuç kabilinin ilk hamlesi, başlangıcı olarak tasvir edildiğini anlamlandıracaktır. bu v benzeri yorumlamaların yanlış olan şeyleri doğru algılatma gayretinin neticede bir kazanımı, bir devinimi yahutta bir ilerlemeyi değil tam aksine bulunduğumuz yere sabitlenmeyi sabitlendiğimiz yerde de içten içe çürümeyi beraberinde getirdiğini aynalayacaktır. ulaşılabilen kayıtların hemen tümünde görünürlüğünü korumakta olan sorgulanamazlığın, çekincesiz bir dayatım izleğinin gerçek kıldırılabilmesi için ister adına yeni dünya düzeni, ister adına neo liberal politikalar veya hak mı ne hakkı bir seçeneğiniz var ölümün görüp sıtmanın ne kadar da çekinilesi bir sonuç olduğuna itimat göstererek, kandırılmayı her durumda otoriterleşen, dikleşen sertliğini koruyan devlet yapısına karşın mübalağasız bir eyvallahın devamlılığından başka bir yol öte bir köy yok seçeneği ile başbaşa kalmayı, başbaşa kalmanın ne menem sonuçları iliştirdiği, önümüze getirdiğini özetleyecektir.

özetlenen şeyler bir devamlılık halindeki baskıcılıktır. özetlenen şeyler doğru, görüp bildiğini seslendirmekten kendini alıkoymanın başına iş açmaktan reva olduğunun dillendirilmesidir. hakkaniyet ile kelamın göstere geldiği, işaret ettiklerinden halen çekinildiğinin, çekimser görünümün yanında da olağanın tersi her ne varsa bunun normalleştirilmesi sürecinin vesaikleri ortaya çıkartılır. neden sorgusuna vurgu, ima yahutta seslendiriş çabalanımında bulunanların bilinmeyen kriterlere göre torbalardan birisine dahil edilmesi, ardından her yeni günün içimizden birisini, bizlerden bir diğerini bir ağın üyesi, bir örgütün sempatizanı, bir henüz çerçevesi toparlanamamış gelgelim kanıtlananamış suçların ortaklığına dair çıkarım v çıkarsamaların bir iki değil her defasında başka bi’yerden insanı hedeflediği anlamını bulunacaktır. erk-muktedir-iktidarın tersine bir şeyler söylemenin tam karşılığı şimdilerde hiç bitmeyen bölümlerinin devreye sokulduğu bir zapturapt, mahpusluk v suskunlaştırma operasyonlarının, propagandalar ile hedefi on ikiden vurmayı düşüneduran bir korku simyasının cismanileştirilmesidir.

düşünmekten idesini ileriye sürmekten oncu buncu olmaksızın da fikir teatrisine girişmenin menfii bir çabalanım toplamı olduğunun zerk ettirilmesidir (kime göre neye göre sorusunun hakkı mahfuzdur). toplumsal dinamiklere, olana bitene duyarlılık sahibi olmanın bir şekilde marjinalize, çizginin dışını tam da vurguladıkları birlik v beraberlik duygusu denilegelen şizofrenik yapının katmanlarının nasıl ağır bir balçık haline dönüştürüldüğünü, o deryanın hepimizi istisnasız içine çekmeye hazır olduğu ortada, ortalıklardadır. içine çekilirken nefessizliğimizin daimliğinden başkacasına çabalanılmayan her seslenişi höt zöt deyine susturabileceğini varsayan buna göre hareketler ortaya koyan bir yapı karşılaştığımız. her seslenişi zaruri bir biçimde devletin bekaası v daimiliği için susturulması elzem bir bileşen haline indirgenmesidir muktedir nezdinde, usunda şimdi. hepiniz piçsiniz, hepiniz ermenisiniz disküründe ortalanan, söylene gelen dile yapışan ırkçılık değil de fikir teatrisi olarak ele alınıyorsa, ermeni vurgusu bir biçimde hala ama hala hıyanet, küfür v daha fazlasının temsilcisi olarak görülüyor ise buna mukabil ayrışımın değil ortak aklı tahayyül etmek, tasvirine girişmek nedendir, nasıl suç istinat edilebilir.

hangi mantıklı gerekçeyle böyle bir çıkarsayış denk tutulabilir, denkleştirilebilir. eğitim hakkından, dolambaçsız yalansız bir hakkaniyet v eşitlik istemenin neresi aylar yıllar boyu tahkikat v tecrit sonrası bitmeyen bir ızdırap haline dönüştürülen mahpus edilmektir bunca rahatça gıybetin, tıynetsizliğin işlenebildiği bir coğrafyada. kimliğini, varlığını, insan olduğunu unutmaksızın bir şeylere endişe etmenin, yolun sonu yar olduğunu dibe gitmeden durabilmenin önünü alabilmenin çabalanımı hep mi yıkımdır hep mi parça parça paramparça olmaktır. altı koca aydır bir fiil tek bir doğrunun duyumsatılmadığı, kendi halkına zulümün en acılı deneyimlerinden birisi olan roboski kıyımı sonrasında takınılan elbirliğiyle olan bitenleri ‘örtbas’ etme gayretinin, fitili çoktan ateşlenmiş terörist onlar garabetinin bunca ayan beyan kadüklüğüne karşın toplumun belirli bir kısmında hainlere ölümden başlayıp insanım diyeni hala düşüneni utandıracak nice tasvirlerin yarenliğinde duyumsatılması, seslendirilmesi zulmün nadıl da su kaldırır olduğunu deneyimletmek isteyenlerin kirli, arsız yüzlerini ortaya çıkartmaktadır. bunca vehamete karşın utanmak ne zaman sorusu sorulası, sorgulanasıdır.

geride kalanlara çektirilenlerin, acılara ortak olmaktansa vurun abalıya, basın gazı yaslıya çabasının, sonucunun ta kendisi utanç verici değil midir? hala değil midir? kolay yol olarak görülen kindar olmayı tavsiye etmek, bunu kışkırtmak, yarayı her daim kanırtmak ota boka, dünyanın dört bir yanına akıl fikir verirken kullanılagelen duyarlılık bu memlekete ne zaman uğrayacak, ne zaman karşılığını bulacak, ne zaman kuru bir özür yanında, bolca akıl veren, atıp tutan, hizaya çekmenin ayrıştırılmaz bir bileşkesi v öğesi olmaktan alıkonacaktır, n’zaman?. bütün parçalar birbirinden ayrışık. bütün parçalar birbirinin tam zıttı istikamette. bütün parçalar önemsenmenin değil hakir görebilmenin yıpratıcılığıyla baş başa bir yanları harap. bütün parçalar sözün n’olduğunu hayal meyal hatırlarında barındıran nereden v nasıl başlamalıyız sorusuna kilitli, prangalı kalakalmış. bütün parçalar bunca parçalanmışlığın el yordamıyla değil bile isteye ayrıştırılmanın huzursuzluğu ile baş başa yan yana ama darmadağınık. beklentinin her dem en alt seviyede tutulduğu, beklenti potansiyelinin hep kaderle ilintilendiği, sığlaştırıldığı bir sahanlıkta yola koyulmanın şartlı, şurtlu bir evre olduğu kanısı huzursuzluğunda ön tanımlayıcısı olmayı başartır.

öyle ya baş-öncü-ata parçaların kararsızlıkları yüzünden ayrı gayrı düşülmemiş midir? boş yere heder edilen daha çok zamanımız var bakışımının sağladıkları, sağlamlaştırdığı bu bölük pörçüklüğün perçinleyicisi değil midir? beklenti dediğinizin dünyanın hemen tüm parçalarını, birbirinden ayrı duranlar v ayrıştırılanlarından tek bir bütünleşik yapı ortaya çıkartmak gibi ütopik bir tasavvur olmamasına karşın şuncacık bir yerde, bir şeylere teşne olup önemsemek, dirayet göstermek, mücadele verip çabalamak, aklın yolunu akil olanı aramaktan geçtiğini fark etmek, ona göre hareket etmek, yola koyulmak hala düşünülemez bir seçenek midir? nicedir. defaatle yinelenenin tekrara doyulmayan, ket vurucu olduğu bilinen sesleniş v tavırların bir işe yaramadığı v bundan sonra da yaramayacağının bilindikliği , aşinalığıdır ortada olan, bunca yıldan sonra ilave tek bir sunuşa gereksinim duyurmayacak çözümleme. ta kendisidir kararsızlığı normal bir savunuş olarak ele alıp her defasında; yahu bizler böyle alıştık her hak diyene yol verseydik sonumuz nice olurdu, ön yargısının, korkusunun dimdik halen hayatta varlığını koruduğunu varolduğunu birbirilerini bulmak, birbirlerine kavuşmak isteyen tüm parçalara karşı en olmadık, en huzursuz, en düzenbaz senaryoların devreye sokulduğu, icra-i sanat eylendiğini faş eyleyendir.

bütün bu özetleyiş gayesinin, çerçevesinin sırrı. yok etmek, silmek, unutturmak v daha fazlasına bel bağlayan kendilerince öcünü alabilmek, yapısına karşı olan taaruzları def edebilmek için sıraya koyulanları bir araya getirdiğimizde, bir kere denk getirdiğimizde o çabalanımların tümünde karşılaşılanların nasıl hamleler bütününden mürekkep olduğunu idrak ettirecektir, az meraklısına. korku dağları yükseltilirken her el aman yakarışına, her yeter artık seslenişine karşın durmayı değil yola devam seçeneğini tecrübe eden, tahakkümün eyleyebileceklerinin yeni sınırlarını arşınlayan örneklemeler v teşebbüsler güne dahil edilirken bir kere daha seslendirilesidir yol nereye? korkunun sıradanlaştırılması, huzursuzluğun müspet bir durumla eşdeğerliliğinden bahis açılması, ötekisi ötekisi diye tutturularak gidilen hamlelerin sonucunun daha ağır vehametleri güne dahil etmesi v ötesiyle beraber detaylıca bir tahlile girişmeden de zaman mevhumunda nasıl korunaksız, demetimsiz bir biçimde muktedir eliyle “denekler” haline dönüştürüldüğümüzü özetleyecektir.

her yanımız terörist, her yanımız mihrak dört yanımız haddizatında komşumuz ajan, işbirlikçi, üç kuruşa tamah etmeyip yediği kaba pisleyen hain, patronaj, tıpkısı devleti gibi hatta ondan aşağı kalmaz bir biçimde üç kağıtçılık sergilemeye doymazken- para yok bununla seve seve idare edeceksin, geçim sıkıntısı mı ben aldığım telefona, yata, kata vd. bakarım sen işinle gücünle uğraşıp dur köle, zavallı olarak görüldüğü, sadece işini yapabilmeye gösterdiği özen yüzünden gazeteci, akademisyen ya da haklarını savunduğu v ses verdiği için öğrenci, memur, işçi veya aktivistlerin tümü ya da belirli belirsiz bir kısmı bu sathın kümenin daimi elemanları bu denekliğin bir parçasıdır. bir parçası olarak okunabilir. kesişimin tam merkezinde sirayet etmiş, vuku bulmuş bunca felakete karşın zihin yürütmek hala suç fikir beyan etmek hala mekruh algısı net bir biçimde karşılaşacaklarımızdır o özetlenenler dahilinde. gün kapkaraya bağlarken, bağlatılırken bütün bu benzeştirmeler v dolaylı imalar ile sunageldiğimiz veya tahlil etmeye çabaladıklarımız birer hakikat tasviri olarak sınıflandırılmaya, atfedilmeye devam etmektedir.

gerçeklik dediğimiz dönüştürülürken doğrunun önüne set, hayati olanın önüne ket, istisnai değil özellikle yan çizmeksizin vurgulanması gerekli olanların işittirilmemesi için bir vesile teşkil etmektedir. yalnızlaştırılıp, ayrıştırılan, ötekisi diye atfedilip canından bezdirilen, dokuz sütuna manşet çekilip hain belletilen, izleri yolları simaları v hatta bu tarihteki yerleri bile neredeyse bir dozerin asfaltı sıkıştırıp dümdüz etmesi gibi, o raddede bir kararlılıkla kesintisiz olarak sürdürülerek yok edilen bir cenahın üyeleri, yaşayanları olarak yolculuğun nereye götüreceğinin tahlillerine girişilmesi bu gayya kuyusunda hayatlarımızı manidar, anlamlı kılabilmek için bir vesile teşkil edecektir. sorgusuzluğun getirmiş olduğu rehavetin, bilinmezliğin beraberinde taşımış olduğu sorumlu ben değilim ki işi olan düşünsün, yarası olan gocunsun, derdi olan tasalansın vd. ne kadar kadük, ne kadar yabanıl v hakikatten uzak olduğu bilinesidir, duyurulasıdır bu mabette.

seslendirilmesi şart olan şeylerden bahis açarken bile birilerinin diline pelesenk olan sıkıkla tekrar ettikleri çıkar peşinde koşuyorlar yae, sorgusunun üzerini kalınca çizip, ne olacak sorgusunu ortaklaştırabildiğimiz vakit, nasıl olacak bu gidişattan sonrası kısmını kekremsi, iki arada bir derede v çalakalem, kendini tekrar edip bir öncekinin “turnusolu” olan belagatten, tahakkümden v bu doğrudur gerisi varsa yoksa yalan propagandasına bir dur artık imini güçlendirdiğimiz  vakit söz konusu olacaktır. ölümlerden medet umup, kanı yüceltip, ayrıştırmayı derinleştirip hayatın kutsiyetini lağvedip, ayaklar altında per per tepip, her çabalanımı daha en başında saf dışı bırakılma çabası bütün bunları üst üste koyduğumuzda, toplamın getirdiklerini düşündüğümüzde vardığımız noktanın acıdan mürekkep bir bileşen olduğu da ortaya çıkacaktır. nasıl acılardan işlenerek bir mozaik olduğumuz ciddi ciddi meydana çıkacaktır. benzeştirmeye, örnekleştirmeye gayret ettiğimiz vicdanlara düşürülen şüphelerin, yüreklere salınan elemlerin, akla zerk ettirilen korkuların hamle etmeyi istisna barındırmaksızın, mübalağasız bir biçimde engellenmesidir.

bu güncellik dahilinde görüp geçirdiklerimiz ne ilk ne de sonuncudur, gelgelelim ki eylenenlerin akil olmaya, akil olana, akla mukvemetinin şeklinin nasıl v hangi çabalarla bir üst seviyeye taşındığını da göstermektedir. muktedir v payandalarının ileri demokrasi çehresi, edimini nasıl algıladıkları v ne yöne çekiştirdikleri meydandadır. her taaruz başkaca bir yıkımı v felaketi beraberinde getirmekteyken, her kapanmamış yara bir başka unutuşumuzu, unutturulduğumuz şeyleri simgeleştirirken, her tahakküm bu huzursuz bu hınç dolu bu öçten gayrısını önermeyen bir iklimin olumlanmasına hemen hiç çekince barındırmaksızın girişilirken adalet ne zaman sorusu tüm geniş okumalarıyla beraberce cevabını bekleye durduğumuzdur. bir yerinden başlanacaksa insan olduğumuz vurgusunu değinilerinde sürekli olarak yapının özü olarak, ana omurgası olarak belleyenlerin buradan yola çıkanların nasıl yabanileştiklerinin, nasıl vicdansızlaştıklarının, nasıl çekincesiz yaftalamalara girişebildiklerinin soru v sorgusuyla başlayabiliriz. mekanikleşen, duyarsızlaşan sözlerim bir kesime onlar kendilerini biliyorlar bahsiyle başlayıp haşlamaya, hor görmeye, ötekisi belletip linç ettirmeye ortak arayanların otuz yılı aşkınca bir süredir devam eden bu savaş karabasanını nihai bir barışa ulaştırmayacakları, bunu dillendirirken konjüktür, simge, demokrasi, misyon, özgürlükler bahislerinin bolca geçtiği cümlelerinin arasında, esas metin v meselin kandan medet ummak, genç insanların yaşamlarına azraillik edip, onların üzerinden kurulan bir acı deryasının, bir sinizm bataklığını sürdürmek, o batağı kurutmak bir yana daha da derinleştirip hepimizi hapsetmek şiarını diri tutmaya çalıştıkları yinelenesidir.

katli vaciplerden yola çıkılıp, toplumun dışına itilecek, sürülecek, yok edilecek, silinip izleri yok edilecekler koskocaman bir acı hatıratı oluştururken işte bu memlekette, koskocaman bir yarayken daha hangi açmazlarla gün geçirmek söz konusu edilebilir ki? duyarsızlaştırılan, unutturulmaya gayret edilen altı aydır, altı koca ayın her gününde bir kamera kaydının ahali ile buluşmasına mani olunan, kayıtların dip köşe saklandığı, her defasında yukarıda kısaca değindiğimiz gibi bir kulbun yakıştırılmasına çalışıldığı otuz dört cana yapılanlar bir kıyamın ta kendisi değil midir? sözün bittiği yer diye kestirseniz olmayacak, içinden çıkılamayacak bir kıyamın karşısında onlarda silah vardı yollu denkleştirmeler, hain belletmeler hiç mi vicdanları sızlatmamaktadır. acının hesabını hiçbir zaman, asla vermeyecek olduktan sonra yatıp kalkıp, kucaklaşsak, helalleşsek neye yarayacaktır. insanları bir toplama kampı düzeninden de beter bir biçimde, yaşayan ölüler karşılığına denk düşen bir biçimde mahrumiyet secresiyle baş başa bırakıp, kayıtsız kalınıp on üç canın yakıldığı riha cezaevinde sergilenenler devletualinin hayatı algılayış biçimi v dönüştürmesinin ne kadar da sağlıksız bir toplamdan ibaret olduğunu önümüze sermemekte midir?

pozantı tutukevi yahutta bakırköy kadın cezaevinde yaşatılanlar dahası bilmediğimiz yerlerde, bilmediğimiz mahpusluklara reva görülenler tam da yıllar yılıdır hesaplaşılacak denilen darbe zihniyeti takipçiliği değil midir? muktedirce diri tutulan öfkenin, kendi halkına doğrultulan bir silah, bir cop, bir biber gazı ya da kemer veya sözlü tacizler v hiddet turnusolünün bir başka tamamlayıcısı olduğunu imgeleyebilmek için alim olmaya gerek yoktur sanırız. yol, gidiş v ötesi, kararlar v şekillendirmeler v tavırlar bütünü ne bu meram sınırlarında duyumsatılanlardan ibarettir ne de sanıldığı kadar kolaydadır anlatmak tek bir güncenin sınırı ile beraber. az biraz etrafınıza baktığınızda, hemen her şeyin daha fazlasını görebilmeniz söz konusudur. az biraz yerden kafanızı kaldırdığınız vakit bir şeylerin ne kadar da anlatılanlardan ayrışık olup, o anlatılan masallardan vahim olduğu meydana çıkacaktır. farkına erebiliyor musunuz, ayırdına varabiliyor musunuz?

>>>>>Bildirgeç
“Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri – Ali TOPUZ*

Tepemde şu dolanan atmaca mı, tavus mu?
(Metin Eloğlu)

Siyaset yer tutma kavgası. Su başını, değirmen yolunu ve buğday kilerinin kapısını tutma kavgası. Rahim, mide ve mezar etrafındaki ezeli kavga: Kim doğacak, kim ölecek, kim doyacak. Kimileri ebedidir de deyip değirmenini yürütmeye bakar: En son KESK kısmına şahit olduğumuz kitlesel operasyonların yerleştiği yer burası. Kimileri böyle gelmişse de böyle gitmesin diye yol yordam arar: Bütün tutuklamalara, gaza, copa rağmen hâlâ ses edenlerin yerleştiği yer de burası.
Sadece su, yol ve köprü başlarına dikeceğiniz kolluk güçleriyle, kelepçe, mermi ve F16’larla yürümez iş; söze de hükmetmeniz gerekir. Söz çünkü, Yunus Emre’nin 800 yıl önce bulguladığı gibi, baş da kestirir, savaş da durdurur. İkisini yapamıyorsa akıl karıştırır, ruh avlar; malûm, iletişim çağı. O zaman tekrar edebiliriz: Siyaset sözü tutma kavgası da.

KONUŞULAN YER: VAN
AK Parti söz savaşını özel özen ve taktiklerle yürütüyor: Karşıya ait, kendisine en zıt sözü, kendisine en has sözmüş gibi yaparak konuşuyor. Gemi de gemicik de böyle yürüyor; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik konuşuyor:
“Bu memlekette ne zaman güzel bir şey olsa, Türkçü ve Kürtçü ırkçılar rahatsız oldu. Ama biz bu iki ırkçı grubu da kendi ırkçılıklarıyla baş başa bırakıp yolumuza devam edeceğiz. Kürtçe seçmeli dersi koyduk. Türkçü ırkçılar da Kürtçü ırkçılar da rahatsız oldu. Niye çünkü huzur gelirse beylere ekmek kalmayacak. İstismar kapısı kapanacak. Ama onlar rahatsız olsa da sağduyu aklıselim bu ülkede hâkimdir, hâkim olacak. Eski devlet aklı, yerini yeni devlet aklına bırakmıştır.”
Bu sözler Van’da ediliyor. Hani seçilmiş belediye başkanlarının, 1994’te dört Kürt milletvekilinin Meclis’ten yaka paça çıkarılıp hapse yollandığı gibi hapse yollandığı yerde. Hani şu depremden sonra kendilerine yapılacak iç ve dış yardımların pervasız sözler eşliğinde engellendiği Van’da.  Eklemek şart: Bu sözler, cezaevinde on bini çoktan aşmış politik tutuklunun yanına yenilerinin yollandığı KESK operasyonu sürerken söyleniyor. “Bu memlekette ne zaman güzel bir şey olsa…” Evet, bunlar iktidara güzel şeyler. Mutlak olmak isteyen, tutmak istediği su başına kimseyi yanaştırmayan iktidara. Cümlenin ikinci kısmı, yüklemin de geleceği kısımdan önceki ibare de iktidar ihtişamı içeriyor: “Türkçü ve Kürtçü ırkçılar…”

BİR CUMHURİYET MİRASI
Irkçılık, cumhuriyetin kurucu ideolojisinin Türk-olmayanlara (Hiç unutmamalı, Türk-olmayanlar, sadece Türkçe konuşmayanlar değildi. Sünni-Müslüman olmayanlardı da) ayırdığı paydı, malûm. Hani AK Parti’nin “statüko” derken kast ettiği yönetsel teşkilatta işleyen aklın parametrelerinden. Elbette cumhuriyet hiçbir zaman ırkçı olduğunu kabul etmedi, çeşit çeşit tarif hileleriyle cevap verdi ithamlara. Şu anda “yenilenmiş devlet aklı”nda ırkçılık olduğunu öne sürebilir miyiz? (“Dindarlıkla ırkçılığın bir arada olamayacağı” itirazı gelir hemen; evet, olmaması gerekir. İslam, ırkçılığı reddeder, açık hükümlerle; çünkü ayrım ilkelerini “inanç” eksenine oturtur, dil veya renk değil. Hatırlatalım: Cumhuriyet kadroları, “dinsiz” olduklarını söylemedi hiç, “asıl din bizim dediğimiz gibi bir şey” dedi veya demeye getirdi. )
“Devlet aklı”nın ırkçılığı dışlayacak kadar yenilendiğini öne süreceksek, “eski” aklın bu elemanının temizlendiğini görmek gerekir. Hüseyin Çelik’in bu sözüyse, Kürtlere cumhuriyetin tebliğ ettiği yol haritasını koruyan biri itiraf olmaktan başka işe yaramıyor. Harita gizli değil: Er ya da geç Türk olacaksınız. Er ya da geç Kürtçe konuşmayı bırakacaksınız. Cumhuriyetin ilk dönem zulmünü acelesi görünür kılıyordu, katliam ve soykırım teknikleriyle yürüdü yolunu. Şimdi “statüko”yu kırdığını, “devlet aklını değiştirdiğini” söyleyen parti, Kürtçenin seçmeli ders olmasına gelen her türlü itirazı “ırkçılık” başlığı altında toplayıp çöpe atarken, aynı yolu ağır ağır yürüdüğünden başkasını söylemiş olmuyor. Seçmeli derse Kürt hakları açısından gelen itiraz çünkü basit: Anaokulundan başlayarak Türkçeyle kuşatılan çocuklara, ilkokul beşten sonra haftada birkaç saat verilecek dersler, Kürtçenin korunmasına yetmez. Türkiye’nin desteğine ihtiyacı yoksa da, senelerdir mecburi tutulup çokça para harcanan İngilizce kimseye öğretilemedi böyle, örneğin.

ANLAMI YOK, HEDEFİ VAR
Son derece yerinde itirazların (ki demokrasi varsa, itirazlar yersiz de olabilirdi) milliyetçi bile değil de “ırkçı” olarak tanımlanmasının anlamı ne? Bir anlamı yok, yeni “statüko”, tasfiye ettiğini öne sürdüğü eskiden kendine mülk yazdıklarını gizlemek için, söz savaşı yürütüyor. Hedefi, oyunu aldığı yüzde 50’lik nüfus üzerindeki etkinliğini sürdürmek. Çünkü bu eşi benzeri olmayan ve her iktidara güzel gelen demokraside, yüzde 50 milli iradenin tamamı demek. Hedef bu, ama bu sözün işaret ettiği bir şey daha var: AK Parti, klasik devlet partisine dönüştü; yeni statükonun ta kendisi. Hüseyin Çelik, devletin 88 yıllık inkârını bugüne uyarlıyor sadece. O zaman Kürtçe konuşmak isteyenler “Ekrad-ı Vahş”tan ibaretti; şimdi “ırkçı” ilan ediliyor.
“Devlet aklı” iyi bir akıl değil, yenisi de eskisi de; çünkü daima toplumun aklının aleyhine işler. Çelik’in “yeni devlet aklı” dediği şey, kadroların el değiştirmesinden ibaret: Yüzde 50’yi al, yüzde 100’ü değiştir. Sonra aynı parametreleri az elden geçir, aynı yol haritalarına küçük eklemeler, çıkarmalar yap, aynı armadayla, aynı kutup yıldızlarına bak, seyrüsefere devam. Sıradan partizanlığı ve sonuçlarını, köklü reform ve demokratikleşme olarak yemek isteyenler, önden buyursun.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir, öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Ali Duran TOPUZ’un, Radikal Gazetesi’nde yayınlananmış “Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri başlıklı makalesi bu yapının devamlılığında önemli bir okunsaldır. Hem bildiklerimizi, hem de bildiğimizi sandıklarımız için tecrübe edilesi bir sesleniştir. Ali Duran TOPUZ’un v Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfalarımıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
“Ekrad-ı Vahş”tan “Kürt Irkçısı”na Statükonun Sözleri – Ali TOPUZ – Radikal – Utay
Uçak Düştü Kel Göründü!… – Veli BAYRAK – Jiyan
Keskin Sirke – Ragıp DURAN – Birdirbir
Bilmek Anlamak Mıdır? – Nesimi KALKAN – Antep H Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Erdoğan, Davutoğlu ve Sünnet Çocuğu – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Ortaçağın Karanlığında Kürtler! – Hakan TUNÇ – PolitikART
Cumartesi Anneleri: Zulme Rıza Zulümdür – ANF
‘Vatandaş Hassasiyeti’yle Halkı Ezmek – M. Ender ÖNDEŞ – Özgür Gündem
Lacan’ın Gerçek Kavramı ve Özneyi Tahrip Eden Tecrit – Mustafa EREN – BiaMag
Kanayan…- Aslı Öktener KÖSE – T24
12 Eylül Ebedileşirken Darbelerle Hesaplaşma – Stefo BENLİSOY – SDYeniyol
El Meselesi – Eren Ali GÜL – Jiyan
771 Öğrenci Tutuklu! – Nilay VARDAR – Bianet
‘İnsanların Dişleri Erimiş, Nasıl Bir Yanmaktır Bu?’ – Uzay BULUT – Demokrat Haber
Vatandaşını Yakan, Yananları Seyreden Devlet! – Yeşim ERGÜN – Sosyalist Demokrasi Gazetesi
Tuğluk: Devlet Müzakerelere Başlamalıdır – Evrensel
Toprak Üzerine – Yasin CEYLAN – Radikal 2
Roboskili Anneler: Alın Kimliğinizi Başınıza Çalın! – ANF – Emek Dünyası
Roboski ile Düşen Maskeler – Refik BAYAV – Hatay E Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Aldar XELİL: Türkiye Suriye’de Savaş İstiyor – ANF
Aynştayn KCK Savcısı… – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Zira Ayran, KCK İçeceğidir! – Serkan BESİ – Yüksekova Haber
Hükümete Muhalefet Terör Suçu Mudur? – Ahmet İNSEL – Açık Radyo
İHD: Darbe Dönemi Yargı Anlayışı Sürüyor – ETHA
Hepimizi Tutuklasanız Da Sağlık Hakkını Gasp Ettiğiniz Halkın Öfkesinden Kaçamayacaksınız – Sevinç HOCAOĞULLARI – Sendika.org
G-20 Ülkesinde Sendikal Temizlik Vakti!.. – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Lemi ÖZGEN: ”Yaptıklarımız Terör Eylemi Olarak Görülmüş” – Birgün
Baskın Mesajları – Erkan AYDOĞANOĞLU – Evrensel
Baskını Gazete Satarak Protesto Ettiler – Rana ENÇOL – Bianet
‘Kürt Olunca Toplantı Yapmak Da Yasak’ – Emek Dünyası
Gündemi Değiştirmeyelim Baylar – Tuncay YILMAZ – Jiyan
Dış Borç Kamburu 318 Milyar Doları Aştı – Mustafa SÖNMEZ – Sol Defter
Kürt Hareketi Ayrışıyor Mu? – İrfan AKTAN – Birdirbir
Siyasal İktidarın Meşruiyet Krizi – Sebatullah TEKİN – Özgür Gündem
Seçmeli Dil, Seçmece Gerçek – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
Medusa’nın Salı – Halil TURHANLI – Birgün
AKP û Cunta Leşkerî Ew Û Aşitî? – Fêrgin Mêlîk AYKOÇ – Yeni Özgür Politika
Murat KARAYILAN Röportajı Tam Metin – Avni ÖZGÜREL – Jiyan
Sevag Balıkçı Davasında Önemli Gelişme – Demokrat Haber
Sivas Katliamında Medyanın Halleri – Onur AKSOY – Sendika.org
Medyada Nefret Söylemi İnceleme Raporu Yayımlandı  – Hrant Dink Vakfı
Habervaktim Nefret Etme, Ettirme! – Emel GÜLCAN – Bianet
Yurttaş Gazeteciliği Üzerine Birkaç Not – Erkan SAKA – T24
‘Zindanlar Boşalsın, Gazetecilere Özgürlük’ – ETHA
Sivil Anayasa Sürecinde İki Önemli Risk – Açık Radyo
İçsel Göç – Bülent USTA – Birgün
87 Yıl Hıristiyan Yaşadı, Müslüman Gibi Gömüldü – Bülent GÜNAL – Habertürk
Xwezî Tû Li Viraba! – İrfan AKTAN – Birdirbir
Tabii Ki Bedenlerimiz Bizimdir – Fadile YILDIRIM – PolitikART
Nestle’ye Yine Çocuk İşçi Suçlaması – Humphrey HAWKSLEY – BBC Sol Defter
Togo Direnişi 2 Ayı Geride Bıraktı – Emek Dünyası
Bir Direniş Abidesi Olarak Agirî ya da Gelidağ – Mehmet Nuri EKİNCİ – ANF
Joseph Stiglitz Sees Terrifying Future For America If We Don’t Reverse Inequality – Lynn PARRAMORE via AlterNET
My Life As A Bibliophile – Julian BARNES – The Guardian

BADBADNOTGOOD Official
BADBADNOTGOOD Official Account via Twitter
BADBADNOTGOOD – BBNG2 Albüm Kritiği – Doğan YILMAZ – Biletsiz
Michael Wollny’s [EM] Official
Michael Wollny’s [EM] Official Informative via The ACT Company
Berlin’den Yükselen Bir Caz Yıldızı; Michael Wollny – Sami KISAOĞLU – Cazkolik
Ceylân Ertem Resmi Facebook Sayfası
Ceylân Ertem Resmi Twitter Hesabı
Ceylân Ertem Albüm Tanıtımı EMI Kent
Sigur Rós Official
Sigur Rós Official Artist Page via Facebook
Sigur Rós – Valtari – Yiğit A. – Featmag. / 13Melek
Drowner Official Artist Page via Facebook
Drowner Official Informative via Saint Marie Records
Drowner – Drowner Album Review By Mark S. TUCKER via Fame Review

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Untitled By Kristen DROZDOWSKI via Flickr
Kristen DROZDOWSKI’s Flickr Profile

>>>>>Poemé
Yürüdükçe Öğrenmenin Şarkısı – Kemal ÖZER

Yürüdükçe öğreniyorum ayaklarımızın da konuştuğunu
yürüdükçe sorular sorduğunu, yankılar bıraktığını ardında
öğreniyorum gök ne uçsuz bucaksız,
                                                 ne göründüğü kadar mavi
bulut değil rüzgârın taşıdığı bir tek,
                                                vakti gösteren saat değil
yürüdükçe öğreniyorum, kendiliğinden ışımıyor sabah bile

Söylendiği yerde kalmıyor söz, durmadan ilerliyor alevi
– içinde bir yürek varsa bir sözün,
                                             içinde bir alev varsa yüreğin –
bir alan bir başka alanın, bir kent bir başka kentin
yürüdükçe katıyor sınırlarına kendi sabırsız genişliğini

Yürüdükçe öğreniyorum, elimize neyi alırsak alalım
– bir somun parçası, aşınmış bir çift ayakkabı, bir bayrak –
yeni bir dili konuşuyor tutup kaldırdıkça havaya
öğreniyorum bir kıvılcıma yol verdiğini parmaklarımızın
neyi tutarsak tutalım ellerimizin her biri bir şalter

Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 404 – la vie â noir transposed

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_404_–_la vie â noir transposed

11 Haziran 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Klive-Wailing Corpuscles (Mille Plateaux)
>2<-Klive-Swoon (Mille Plateaux)
>3<-Lutris-If Destruction (AY)
>4<-Lutris-Luminous Flux (AY)
>5<-Mohn-Mohn (Kompakt)
>6<-Mohn-Ebertplatz 2020 (Kompakt)
>7<-Claro Intelecto-Second Blood (Delsin)
>8<-Claro Intelecto-Night Of The Maniac (Delsin)
>9<-Walls-Raw Umber /  Twilight (Voigt & Voigt Mix) (Kompakt)
>10<-Walls-Drunken Galleon (John Tejada Mix) (Kompakt)

la vie â noir transposed
(404)

bir had bildirmektir, yola v hizaya çekmek için olmadık sözleri seslendirmektir, altında kalınacağı altından kalkınılamayacağı biline biline, handiyse bile isteye hep lades yine lades diyebilmek adına ipin ucunu hep aynı noktalara değdirmek, iliştirmek adına akla gelmeyenin başa getirilmesinin anahtarlarından birisidir, gündelikliğimizin ayrıştırılmaz bir parçası haline dönüştürülen korkularımız. had bildirirken durmaksızın aynı pespaye tonlamalarla yaptık ettik sonuç budur diye efelenmelerin ne kadar da kadük, ne kadar da insana yabanıl kaçacak bir tavır olduğunu bir kere daha perçinleyendir. kendisi gibi olmayanın, kendisine zerre miskal benzemeyenin başına getirilenler, başına getirilecekler için kestirilip, biçimlendirilen sözler, ifşaatlar v uygulamalar silsilesinin her durumda erk-muktedir v iktidarın başat, tahakkümperver vesikalarıyla tam tamına birleşen, örtüşen bir mizansenin maalesef bu seferinde kurgu olmayacak kadar hakikiliğini tescilleyen korkular. dünümüz, bugünümüz v yarınımız için hep bir istim üzerinde, hep bir ama ya sonrası diskürü ile birleşen çıkarsamalarla yüzyüze kalmaktayken onların karalarını uygulamaya geçmeleri, sözlerini birer gerçeğe dönüştürmelerinin açmış oldukları hezimet geçitleri, korkunun içimize bunca ağırlıklı bir biçim ile sirayet etmesini sağlamaktadır. olağanlaştırmaktadır.

her olmaz dediğinizin bir şekilde olurunun aranması çabasında ilk elden korkulara başvurulması şöyle yaparsak böyle olur, bunu yaparsanız bu olur, ötekisini çok kurcalarsanız felan filan olur yollu değinilerle birleştirilerek, dokunursan yanarsın yollu göndermelerin canlı tutulmasını, dayatılanın olağanlaştırılmasının önündeki engelleri aşabilmek için bir ana unsur halini de beraberinde getirmektedir. yol v yordam aramaya çıkmaya tenezzül etmişken bir kereliğine dahil olsa bu kıssanın vakfettiklerini dimağa kazıdık mı gerisi nasıl olsa çorap söküğü gibi gelecektir beklentisinin tümü bütünleşik bir ülke mozaiğinden arta kalanlarda yaşatılanları göz önünde tuttuğunuzda nasıl bir sonucu önümüze serdiğini anlamlandırabilecektir. sonuç kabilinden duyumsatılanlar, yaşatılanlar peyperdey üst üste eklendiğinde aslında nasıl gayya kuyusunun diplerine itildiğimizi vesikalayacaktır. her defasında bir örnekleştirilen hiddetimizden, gazabımızdan paylarına düşenleri er ya da geç alacaklardır savlamasının bir ayağı korkunun simyasına yapılan müdahalelerle, değişikliklerle sağlanırken bir yandan da erk-muktedir-iktidarın vitrini olanların, vitrininde bulunanların dillerinden yansıyanların çözümlemelerinde bütün bu pürüzlü anı çekilmez kılan, düşündürücü haleti ruhiye toplamını çözümleyebilmek mümkündür. görebilene.

korkuyu olağanlaştırdık mı ne gidenin yasını tutabilirsiniz, ne duranın çektiklerini anlamlandırabilir. korkuyu özünüze yerleştirdik mi ne gününüzün nasıl bu kadar cehenneme döndürüldüğünden dem vurabilir, ne de yarınlarınızdan neleri el çabukluğuyla beraber aldığımızı anlayabilirsiniz. korkuyu göstere göstere, uygun adımlarla hamlelerle beraber kotardık mı bir sonraki evrenin ne olduğunun sorgusunu bile yapmaktan imtina edeceksiniz. bütün bu çıkarsamalar v daha fazlası için sadece bir kaç gün içerisinde gündelik sınırlarda ortalığa salınan, uygulananlara dikkat kesilmeniz yeterlidir. düşündüğünü kendine saklayıp, bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varmış olsanız bile bunu ancak kendi zihninizdeki iç sesinizle paylaşabileceğiniz tam da aksini söylemek istediğinizde, buna teşebbüs ettiğinizde seslendirmeye çabaladığınızda durun o kadar uzun boylu değil yollu engellemelerin dahil edildiği bir güncellik ile baş başa kalırsınız. eliniz ayağınız olan bir bilgisayarın kendiliğinden bir zombi sunucusu haline dönüştürülmesi, sağı solu spamlerken, bilgisayarınızın içeriğine yönetimine şusuna busuna müdahil olunmasından mütevellit acaba bir yerlerde bir hata mı ettim ben derken, tam da akıllara anında pat diye düşüveren gazetecilere yollanan virüsler, virüslerle bulaştırılan programlar, “trojan” diye atfedilen içeriyi fethedip ne var ne yoksa dökümleyen, gizlinizi saklınızı!! sanki varmış gibi ortaya çıkartmayı amaç edinen, bu pratikle de bir şekilde kendilerinin işlerine gelebilecek delilleri sizlere uygun yoldan sokuşturmalarının yolunu açan sistematiğin sistem bu buyur buradan yakınız çıkarımıyla baş başa kalırsınız.

ortalıkta olanın korkunçluğunu bildiğinizden çekinceniz olmasa da ürkmek serbesttir, ürkeklik normal. korku diye bahsettiğimizin biraz da bu v bunun gibi ortalıkta olan onlarca örnek ile delil olarak el altında tutulabilecek, bundan iddianame kotarılabilecek bir yapının artık orwell mi dersiniz, yahut gilliam gibilerinin hayal mahsüllerinden kotardıklarının sınırlarından çok daha sahici, çok daha yıkımlara zemin sağlayan bir gerçeklik tasviri olduğunu da iliştirmeliyiz. sadece kurgumasal olarak bellenmişlerin birer ikişer, az veya çok gerçekliğe kavuşturulmasının yanı başında tam da durduğumuz noktanın ne kadar da toplumsal hafızamızın gelip geçiciliğinden dem vurulsa da asla silinemeyecek olduğunu ikrar ettirendir. kimisi küçük ayrıntılardan ibarettir, kimisi küçük tefek görünmektedir. kimisi uzaktadır, aklımızın aldığını fikrimizin erdiğinin ötesinde, ırağında tutulandır. amma velakin sahicidir. gerçektir. bunca yaşanmışlığa paralel bir biçimde artık bu kadarı da fazla dediğimiz şeylerin olur adledilmesinin, tekrardan rutine eklenme gayretkeşliğinin açık seçik olarak sundukları bu kısacık meram sahasında denkleştirmeye çalıştıklarımızdan daha farklı perspektifleri de anlaşılır kılacaktır. anlamlandıracaktır. her yanımız yarım yamalak, her yan bir ömür törpüsü, her yanda bir el insaf seslenişi, her yanda bir acı feryat bunca kolaylıkla göğe salınırken imdi yaşadığımız kubbenin, ne kadar da sağaltıcı, sağlıklı olduğunun okumasını hepimiz kendi şapkamızı önümüze alarak yapabiliriz.

cana verilen kıymetin, hayata gösterilen özenin, asgarinin en altında tutulduğu bir yerinden yakanıldı mı sonuna kadar limitleri zorlarlarcasına daha ağırlarına karşı nasıl olsa ‘bağışıklık’ kazanıldı bahsiyle hareket edilen her hamlede bu anlamlandırmak istediklerimiz aracısız önümüze çıkacaktır. bizler artık utanç vesikalarının hangisine yanmalıyız sorularını sormaktan imtina etmeyenler olarak; ne v hangi hamlelerle bu korku dağlarını aşabileceğimizin sorgusuna girişmeliyiz diye düşünmekteyiz. her yanımız bunca çok v ağır gıybetin vesikalarıyla sarılmışken hala mübalağaya yer bıraktırmayacak bi’ biçimde ama, fakat v ötesiyle rol çalmaya, vakti heder etmeye ant içmişlerin ileri demokrasi memleketinde vaktimizin sandıkları boldan az olduğunu idrak etmeliyiz. idrak ettirmeliyiz. kaybettirdikleriniz, kayıp ettiklerinin, kaybına göz yumduklarının, her pundunu buldu mu karar hükmünde kararnamelerle kılıfını uydurdukları, bir gece dersine çalışıp ertesi gün tın tın boş teneke olmaya devam eden kararsız karar mekanizmalarının icrasının hiçbirimizin evet hiçbirimiz için bir karşılığının olmayacağının, hayrının dokunmayacağının bilindikliği elzemdir. iş bu raddede dola boşuya laf salatalarıyla denklik yarıştırmak adına, dillendirilmeye hemen hiç doyulmayan demokrasi nutuklarının altından çıkan çapanoğullarından, sendeletici, sarsaklayıcı gelgelelim oldukça düşündürücü harelerin, karelerin ortaya çıkarttığı esas resimin kendisine baktığımızda bunun ötesini görebilmek söz konusu olacaktır, yalnız v güzel yurdumda!.

yalnız v güzel ama bir o kadar da muhalifine, kendisine benzemeyene, kendisi gibi olmayana, seslenişiyle, duruşuyla, yaşamıyla farklısını ortaya koyana, koymaya bunca ağır yüklenişe rağmen v karşı hep bir hinlik besleyeduranların yurdunda, yurdumuzda! bir makamın ya da bir vurgunun, bir edimin ya da çıkarsamanın müdanasız bir biçimde yok sayılıp hakir görülerek, biteviye tekrara bağlı v bağımlı bırakılmış, sınırlandırılmış perspektif dahilinden şekillendirilmesi, bu tahayyülün nihai bir sonucu olarak önümüze sunulması dün nasılsa bugün de o kadar ince ince düşündürücüdür. düşündürücülüğünü korumaktadır. korku tasvirlerinden nefret turnusollerine, hiddet algısının olağanlaştırılmasından şiddeti makul bir çözümleyici olarak savlayanlara kadar birbirlerinden farklı pek çok katman v konuda ortaya çıkartılan, sonuç merhalesinde duyumsatılanlar vehamet vesikalarının neden hiç eksik olmadığını, bunca ağır yükün nasıl usul usul sırtımıza bina edildiğini, taşır bu taşır öyle ya da böyle diyerek istiflenildiğini belirginleştirmektedir. olağanlaştırma gayretinin yamacında hemen herşeyle yüzleşmek, helalleşmek hesaplaşmak konusunda arşıalaya olmadık vecizleri sıralayanların bu tahakküm düzeninin, bizahati kendi elleri, insiyatifleriyle kotardıklarına karşı olan duruşlarındaki ikiliğin, üzerini örtelim konuşacak konu mu kalmadı seslendirmelerinin, yaptık oldu bir de hesap mı vereceğiz? diklenmesinin bütünlüğü o utanç vesikalarının nasıl da güncellik dahilinde tutulduğunu, bir şekilde koz olarak saklandığını, istikrar istikrar diye söylenegelenin hemen hemen tüm sosyopolitik evrelerde, olay akışlarında istisnaya yer bıraktırmaksızın takdisinden mürekkep olduğunu fark ettirmektedir.

akıl nadasa terk edilmiş fikir tatile çıkartılmış, duyumsatılması beklenenler muhafaza altına alınıp izole edilmiş yok sayılmasının artık açıkça mümkün olmadığı sorunlara karşı ya başka bir adlandırma çabası uğraşı vs. yahutta ne sorun mu var düzeyinde ironik bile olmayacak tetkiklerin, vecizlerle dökümlendirildiği, üzerinden atlanıldığı bir evre bir araf v aralıktır içinde kalakaldığımız. bir yerlerde durmaksızın kumpaslar çevrilmekteyken, onun konuşması bunun görüşmesi, şunun giydiği, bunun taktığı ötekinin kalemi v kelamının sıklıkla atfedilen bu milletin tahtet şuuruna eylediklerinden dolayı çekinilesi, dokunulmaması gerekli, bahsinin açılmasının dahi yasak olduğunun bilinesi bir otokrasi vesikasını oluşturduğu ayan beyan ortadadır. bilinçaltına zerk edilmiş korku öğesi ne dünden farklı ne bugünden, bu gündem tortusu dahilinde sunduklarının değişik ne de yarınlarda musallat edeceklerinin tüm bu zaman çizelgesinin pay ettiklerinden aşağıda kalmayacağını cismanileştiren, belirli v belirgin kılan bir okumayı beraberinde iliştirir. korkmaktan gayrısını bu halka reva görmeyenlerin, her işitmezden geldiği konuyu duyarlılık gösteriyormuşçasına diline doladığında yeni bir pejmürdeliği, yeni bir hiddetin hamuruyla karılmış önermelerin duyumsatıldığı, yaşatıldığı bir evre daha önümüze açılır.

ayrım, ayrılık gayrılık söz konusu edilemez derken afedersinizden, at bir takla da görelim ne kadar sevindiğini gibi düzeyinde buralarda artık sıralamaktan hicap duyacağımız tahlillerle, bir yandan tenkitlerle, uyarılarla donatılmış bir seremoni arz olunur. müsamaere kıvamını bile yerin dibine sokacak kadar utanılası, nasıl bu kadar eroltaş kalpli olunulabileceği konusunda örneklemlerin canlandırıldığı bir melodram icra olunur. durum budur. melodram belki işin düz ayağıdır elbette. trajedi bu kadar derinleştirilmiş, tahakküm handiyse bu kadar serpilmiş, tehditlerin havada uçuşması bir yana zaman mevhumunda geriye dönüşleri belirsiz bir zaman dilimine ilhak, irtica olarak değil, onu tekrarlamak değil neredeyse daha beterlerine ulaşmak bunu v ötekilerini acı birer hakikat kıldırmak, canlandırmak üzere teşebbüse vesile kılınan, araç bellenen bir bileşke ortaya çıkmaktadır. karanlık varlığını duyumsatmayı, suskunluk kendini hatırlatmayı, muhaliflik hala dikenli bir gül bahçesi olmaya v tanımlandırılmaya muktedir elinde sürdürüldükçe, buna devam edilebildikçe karşılaşacaklarımızın tanımının ön deyişi, çağrısı v çağrışımları melodramdan emin olunuz daha ağırları daha fenalarını iliştirir. sürdürmeye çabaladığımız hayat akışında hep bir ötekisi olduğumuzun duyumsatılmasından, diz çöktürülecek, sebat ettirilecek herşeye sessiz kalmaya tüm kayıtsızlığıyla devam edebilecek sineye çektirdikleri yetmez oyunun kurallarını bir daha, bir daha boza yapa yeniden tanımlandırırken nesillerin geleceğinin, halkların birlikteliğinin en önemlisi düşünselliğin v özgürlüklerin sınırlandırılmasında akla gelmeyecek düzlemlerin gerçeğe dönüştürülmesi uğraşı bu yapısal kısanın vehamet düzeyini az biraz tanımlandıracaktır.

12 eylül darbesinin yol verdiklerinin, temellerini attıklarının bugün birer ikişer hasatına girişildiğini imlemek yabanıl kaçmayacaktır. hala biteviye düşman klişelerinin tüm aşınmasına karşın sahip çıkılmasından, özgürlükler derken bile kendi önermesini anında taça çıkartıp çürütecek bu kadar hakikat varken hala v hala üç maymunluğa devam edilmesinden, yalanlara sahip çıkılmasından bu meselin konumlandırılması bir kere daha okunabilir. tahrifatın boyutu gözlemlenebilir. anadilin seçmeli ders, siyaset alanı, sahnesinde varlığını korumanın muktedir lügatında hemen herşeyi birbirine karıştırıp çorba haline dönüştürmekten geçtiğini bir kere daha anlamlandırmaktadır. zaruri olarak görülmüş, tehdit unsuru olarak ele alınmış, bu hakkı verirsek mazallah daha nicelerinin sonu gelmez, getirilmez diye düşünüledurulan, bu vurguya istisnasız sahip çıkılan bir yapının dahilinde, şartlanmışlıkları, kaygıları bir kenara koyup da nihai bir çözümlemeye girişilecek midir? her yere bolca dağıtılan sulh, özgürlük, demokrasi tahayyüllerinin savunularının bu topraklarda nihayetinde bir karşılığı olabilecek midir? yoksa herşey aynı tas aynı hamam dönüp dolaşıp fasit dairenin en başına geri mi dönülecektir? konuşmaktan, yüzleşmekten, fikrini savunmaktan, değerlerini korumaktan, adalet istemekten, yargısızlığın değil bizahati hukukun üstünlüğünden, herkesin bir herkesin eşit ilkesinden öte köy öte yol yokken hala dolambaçlı yanıtların, çekimser sunuşların, yalancı dolmaların vadesi tükenmemiş midir?

politik tasvirlerin, hakikar bildirimlerinin, meşrebine uygun gördükleri v işittiklerini dile getirmenin, endişelerini dillendirmenin karşılığı ondört koca yıl mıdır? milletin vekaletliği, verilmiş emanete sahip çıkılıp duyumsatmak, anlamazdan gelenlere çözüm yolları göstermek, didinmek v daha fazlası, halkın hakkını savunmak zor engebeli, sonucunda tutsak olunabilecek bir hal midir? bir bütünlük müdür, orwell’in yazınında bile kaydına rastlanmayan, irade olarak seçilmişleri salt bir şekilde doğru olanı tanımlandırıyor, bir şekilde oyunu bozuyor diye uydur kaydır iddianamelerle belediye başkanlıklarından, mahpusa yollamak, isimlerini hedef haline dönüştürmek bundan da öyle ya da böyle medet ummak, öyle alt edilmez böyle alt edilir diye göz dağı vermek utanılası değil midir? hala değil midir? parsız v eşit eğitim hakkını dillendirip bunu pankarta dökmenin, yasal çerçevede son derece normal olan gösteriler icra etmenin, derdini belirgin kılmanın bir ucu bitmeyen mahkemeler, bir ucu sonu gelmeyen biber gazlarına, dayağa maruz kalmak mıdır? sokağa çıkıp tepkisini kotarmanın, bütün bu adaletsizlik düzeninde en önemli paylardan birisine sahip olan eşitliksiz eğitim sisteminden, lego parçaları gibi sökülüp sonra toparlanamayan, 4+ sistemindeki gibi yarım ağız, çalakalem bir çıkarsamaya karşıt durmanın, ideyi öne sürüp, duyurmanın neresi bol keseden dağıtılan demokrasi, özgürlükler bağlamından zerre uzakta, uzağındadır. uzağına konumlandırılabilir.

dahası düşündüğünü ifade edebilmek ne zamandan bu yana suçtur. suçun kendisidir. ne zamandan beridir bu grinin en grisinde yaşamakla özdeşik olan hayatlarımıza ilintilenmiştir, yamanmıştır. wan depreminin yaraların henüz tam olarak sarılamamışken fethiye v şırnak’ta meydana gelen depremlerin ardınan ortaya dökülüveren inci gibi faşizan tespitlerin, ayrıştırıcı, ayrımcı had bildirmelerin, had bildirmeye hazır v nazır teşne olanların oraya buraya yazabildikleri beddua v ötesi şeyler utanılası değildir de, halkına sahip çıkmak için yola koyulup da ses etmek midir suç? açıktan veya kapalıdan gösterilmiş tahakküm sunuşlarının, öfkesini başka bir şeye kanalize etmeden kendi canından olanlara reva görebilenlerin yurdunda, muktedirin eylediklerinin tastamam bir okumasının denkliğini bulabilmek söz konusu olabilecek midir? hakkaniyet kaf dağının ardına saklanmışken böylesine, milimi milimine bu topraklarda saracak, hain bellenecek öteki ilan v ikrar edilecek kimseler kalmayınca sıra kime gelecektir? yaşanmayan, esasen yaşatmayan baharın ardından gelen bu yaz günlerinde düşünülesi önemli sorulardan birisidir. sıra kimde, sıra hangimizde? mübalağaya, lafı evirmeye gerek bıraktırmayan açıklıkta hemen hemen her günü yeniden bir savaşım, taşların yerinden oynatılması v düzen tahsisi için yola çıktık onun için durmak yok yola devam diye buyuranların taahütleri, yıkılıp yerle yeksan edilen, istimlak edildikten sonra modern yapı-kondularla donatılan sulukule sathı gibi eğreti, tüh kentsel dönüşüm de palavraymış. yıkıldı iş bitti aman kanunsuzmuş, şuymuş, halk yerinden edilmiş falan fişmekan, fasarya olarak ele alınıp değerlendirilen hakkın, yaşam hakkının bile isteye heder edilmesi, bir hak tanımazlık çerçevesinin asli bileşeni değil midir? ta kendisi değil midir? bilginize…

>>>>>Bildirgeç
Akıl Tutulması – Sebatullah TEKİN*

Zygmunt Bauman günümüz toplumları özerk bir toplum modelinden ne kadar uzaksa, reel siyaset ve demokrasinin de ideal tiplerinden o kadar uzak olduğunu belirtir (Bauman, 2000: 94). Reel siyaset ve demokrasinin ideal tiplerinden uzak olması aklın refleksif özelliğini yitirmesiyle ya da aklın tek boyutlu araçsal bir rasyonaliteye indirgenmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Aklın refleksif özelliğe sahip olması demek aklın kendisini eleştiriye tabi tutması, kendi üzerine düşünmesi, olay ve olguları tek boyutlu olarak değil de çok boyutlu ve eleştirel bir formatta ele alması durumudur. En önemlisi de aklın özerk olma potansiyeline sahip olmasıdır. Ancak kendisini sorgulamayı bırakmış olan aklın toplumsal sorunlara eleştirel yaklaşması ve özerkliğini koruması mümkün değildir.

Dolayısıyla özerkliği kalmayan akıl bir araç haline gelmiştir. Akıl bütünüyle toplumsal sürece boyun eğmiştir (Horkheimer, 2005: 67). Daha önce aklın en büyük düşmanı dogmatizm olarak görülürken, bugün aklın en büyük düşmanı eleştiri ve sorgulama olarak görülmektedir. Tüm bunlar bir akıl tutulmasıdır. Aklın kendi akılsızlığına boyun eğmesidir.

Akıl tutulmasının toplumsal yansımaları

Hobbes çok zaman önce etkili tahakküm için “Üzerinde düşünülmesi gereken tutku Korku’dur” demişti. Hobbes açısından, korku toplumsal düzeni bir arada tutan ve güvenceye alan şeydir ve bugün bile korku gösteri toplumunun önde gelen kontrol mekanizmasıdır (Hart & Negri, 2008: 335). Belirsizliğin artması, insanların gelecek konusunda kaygılar yaşaması, aklın özerkliğini yitirmesi ve buna bağlı olarak da yetenek ve öngörü kaybının meydana gelmesi insanların iktidarların kontrol mekanizmalarını sorgusuz olumlamasına yol açmaktadır. Böylece toplumsal alanda belirsizlik üretenler kontrolü daha fazla ellerinde bulundurabiliyorlar. AKP’nin “istikrar sürsün” söylemi ve politikalarının arkasında yatan bu korku mekanizmasıdır. Bu korku mekanizması Türkiye’de adeta zihinlerin önüne bir set çekmiştir. İzlenen politikalara karşı akademik, toplumsal ve siyasal alanlarda verilen tepkiler bir akıl tutulmasının yansımalarını ortaya koymaktadır.

İnsanlığın ve aklın kırılma noktası: Uludere

Cezaevlerinde çocukların taciz ve tecavüze uğraması büyük bir duyarsızlık ve sessizlikle karşılandı. Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül puşi takmasından dolayı şüpheli bulunup tutuklanırken sanat, siyaset ve sivil toplum aktörleri veya kurumları tarafından dikkate alınmadı. Yine öğrenciler parasız eğitim istedikleri için cezaevine konuldular ama AKP tabanından herhangi bir itiraz gelmedi. Son zamanlarda her gün Kürt siyasetçi, öğrenci, seçilmiş ve parti aktivistleri tutuklanmaktadır. Ne muhalefet kanadından ne de iktidar kanadından ve özellikle de genel olarak halk tabanından herhangi bir tepki gelmemektedir. İnsanlığın ve aklın kırılma noktası Uludere’dir. Devlet tarafından 34 sivil insan katledildi ama ne “dindar gençlik”ten, ne camilerden, ne “muhafazakar demokratlar”dan ne de genel olarak Türkiye kamuoyundan önemli bir tepki geldi. Bu durum Türkiye kamuoyunun büyük bir duyarsızlaşma ve akıl tutulmasının içinde olduğunu göstermektedir. Akıl tutulması araçsal aklın önplana çıkması ve insanlığın insani duygusunu yitirmesi durumuna işaret etmektedir. Son olaylara yönelik tavır göstermektedir ki Türkiye’deki insani durum çıkarsal parti hesaplarına feda edilmiştir.

Horkheimer’ın dediği gibi bugün düşünce kendini doğruluğuyla değil, belli bir kurumlaşmış gruba yararlı oluşuyla meşrulaştırmak zorunda kalmaktadır (Horkheimer, 2005: 114).  Doğrunun ne olduğu değil kimin söylediği daha önemli olmaktadır. Dolayısıyla AKP tabanının Uludere, tacizler, tutuklama ve hak ihlalleri karşısında sessiz hatta bu gelişmelere olumlayıcı yaklaşmaları bu durumun bir göstergesidir.

Zulme ahlaki kılıf

Cezaevlerinde çocuklara yapılan taciz ve tecavüzler, bu kadar tutuklama furyası, öğrencilerin okullardan uzaklaştırılmaları, mühalif düşünceye tahamülsüzlük, gazeteci ve milletvekillerinin tutuklu kalması ve son olarak Uludere katliamı Türkiye’de önemli bir gündem oluşturmazken, kürtaj ve sezaryen sürekli gündemleştirilmektedir. Hatta Başbakan istese bir sene bile konuşulmaya devam edilebilir. Ne de olsa “bekaretin azizliği.” Ceninin yaşam hakkından bahsedilirken toplum alkış tutabilmekte, “dindar kesim” ya da “dindar gençlik” bunu indirilen bir ayet olarak sahiplenebilmekte ama son 10 yılda 10 bin 804 işçinin ölmesi, küçük çocukların polis kurşunuyla katledilmesi, faili meçhul cinayetler ve Cumartesi Anneleri’nin feryatları, 34 sivil insanın uçaklarla bombalanması bunların hiçbirisi bu kesimler tarafından sahiplenip gündemleştirilmemiştir. En son Diyanet İşleri Başkanı da bekaretin azizliği konusunda birkaç kelam etti. Tavrını koydu. İktidar kesimi bunu din kurumunun doğal tepkisi ve olması gereken bir tavır olarak gördü. Oysa aynı din kurumu yukarıda saydığımız gelişmeler hakkında tek bir kelam dahi etmedi. Türkiye’de din devletin ideolojik bir aygıtıdır. İktidarın söylemlerini ve yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışan bir kurum olarak işlev görmektedir. Din adamları geçmişte olduğu gibi bugün de ehlileştirilmişlerdir (Samir Amin, 2006: 71). Dolayısıyla da ehlileştirilen din adamları kapitalist sermaye politikalarını dini söylemlerle ahlakileştirmeye çalışmaktadırlar. Ancak kapitalizm ne kadar ahlaklıysa ehlileştirilmiş bu din adamları ve bu politikaların onaylayıcıları da o kadar ahlaklıdır. AKP içindeki holding ve kapitalist sermaye sahiplerinin hırsızlık ve kaçakçılıkları doğal kaarşılanırken Uludere’de yapılan ‘kaçakçılı’ğın bedeli ağır bir ölüm olabilmektedir. Bunun yanında Başbakan’ın her açıdan izah ve mantıktan yoksun “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasını “dindar gençlik” takdirle karşılarken, toplumsal, siyasal, sanat ve akademik çevrelerden önemli bir tepki gelmemiştir. İşte bu toplumsal akıl tutulmasının bir yansımasıdır.

İktidarın uyuşturması

Marx, zamanında din için kalpsiz dünyanın kalbidir ve kitlelerin afyonudur demişti. Türkiye’de iktidarın milliyetçi ve ideolojik bir karakter kazandırıp inşa ettiği din başta “dindar kesim”i veya “dindar gençlik”i genel olarak da onun politikaları içinde olan insanları öyle bir uyuşturmuş ki artık bedenleri acı çekmemekte ve toplumsal-siyasal olaylar karşısında tepkisiz kalabilmektedirler. İktidar onlar yerine üretebilmekte ve onlar yerine düşünebilmektedir. İktidarın istediği onların fikri değil, bedenleridir. Dolayısıyla ruh afyonla bol bol uyuşturulduğu için bedeni yönlendirmek kolaylaşmaktadır.

Diğer önemli bir akıl tutulması da entelektüeller çevresinde yaşanmaktadır. Entelektüeller adeta kısırlaştırılmıştır. Artık proje ve siyaset üretememektedirler. İktidarın hegemonik söyleminin birer parçası haline gelmişlerdir. Farkında olmadan iktidarın belirlediği sınır ve formlar içerisinde konuşmaktadırlar. İktidar geliştirdiği hegemonik tavır ve söylem ile aydınların ve entelektüellerin düşünsel sınırlarını belirleyip bu sınırlar içerisinde kendi ideolojisini konuşturmaktadır. Dolayısıyla aydınlar ve entelektüeller gündem belirleyenler veya gündem üzerinde söz sahibi olanlar değil, daha çok belirlenen gündemler doğrultusunda kısır bir tartışma ortamı yaratmakta ve sadece bir görüntü oluşturmaktadırlar. Giderek iktidarın hegemonik politikasının birer aktörü olmaya başlayan aydın ve entelektüel kesimi farklı düşünceleri sentezleme veya bunları buluşturmak yerine farklı fikirleri dışlayan ırkçı bir politika izlemeye başlamışlardır. Ayrıca refleksif akıl özelliklerini yitiren bu kesimler iktidardan insaf ve özgürlük bekleme eğilimindedirler.

Oysa Bauman’ın belirttiği gibi totaliter rejimlerin entelektüellere ve sanatçılara sunabileceği tek özgürlük, dinleme, not alma ve itaat etme özgürlüğüdür. İtaat et ya da yok ol; gerçekliği yaratma ve neyin temsil edilecek kadar gerçek olduğuna karar verme hakkı, sadece yöneticilere ait bir ayrıcalık olarak kalacaktı (Bauman, 2000: 105).

AKP’nin aydın kesimi ve sanatçıları etrafına toplayıp toplumsal bir özgürlükten bahsetmesi Bauman’ın belirttiği totaliter rejimlerin aydınlara verdiği “özgürlük”ten hiçbir farkı yoktur. “Yetmez ama evet” diyenlerin özgürlüğü gibi… İktidarın politikalarını övebildiğin kadar değerli ve özgürsün ama eleştirip sorguladığın kadar da “teröristsin” ve tutsaksın.

Oysa Edward Said’in belirttiği gibi, entellektüel, “diyalektik bakımdan muhalif olması itibariyle toplumda var olan her türlü yozlaşmayı, çekişmeyi ve tahakkümü ifşa edip aydınlığa kavuşturan, hem topluma dayatılmış suskunluğa hem de göze görünmeyen gücün normalleştirilmiş sükûnetine mümkün olan, her yer ve zamanda meydan okuyup bu eğilimleri kırmaya çalışmakla sorumlu olan kişidir.” Ancak topluma bir akıl tutulmasının hakim olduğu görülmektedir. İktidarın şefkatli kollarına ihtiyaç duyan aydın ve entelektüeller ile iktidarın şefkatli ellerine muhtaç olan insanların yaşadığı bir akıl tutulması.

Kaynakça:

    Max Horkheimer (2005), Akıl Tutulması, 6.Baskı, (Çev. Orhan Koçak), Metis Yayınları, İstanbul
    Samir Amin (2006), Modernite, Demokrasi ve Din Kültüralizmlerin Eleştirisi, (Çev. F. Başkaya, U. Günsür, G. Öztürk), Maki Yayınları, 1.Basım, Ankara
    Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışı (2000), Metis Yayınları (Çev. Tuncay Birkan), 1. Basım, İstanbul

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Sebatullah TEKİN’in kaleminden çıkan Akıl Tutulması başlıklı makale zamane erkin, iktidarın elinden kotarılanları irdeleyebilmek, tahlil edebilmek için önemli bir okuma parçasını oluşturmaktadır. Özgür Gündem v Sebatullah TEKİN’in anlayışlarına binaen dikkatle okunası bu metni sayfalarımıza iliştiriyoruz.

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Akıl Tutulması – Sebatullah TEKİN – Özgür Gündem
Önce Bir Gönül Bağı – Kadir CANGIZBAY – Birgün
siz hiç ölmezmişsiniz…öyle söylediler… – Kemal BOZKURT – Jiyan
Kürtlerin Arş-ı Alaya Çağrısı – Faysal SARIYILDIZ – Radikal 2
İyi Uykular Türkiye… Burnunda Yanık Bedenlerin Kokusu Olsa Da… – M. Serdar KORUCU – Demokrat Haber
Acımıza Saygı Gösterin – Yeni Özgür Politika
Atalay: Gündemimizde ‘Ev Hapsi’ Yok – ANF
Aysel Tuğluk’a 17 Yıl Hapis Cezası – Habertürk
7 Çocuğa ‘Facebook’dan Delil 240 Yıl Hapis! – Emek Dünyası
F Tipinde Babalar Günü – Bişar Abdi ALINAK – Radikal
Adaletin Ortaçağ Karanlığı – Maya ARAKON – T24
‘Urfa Cezaevi’nde Hayvan Bile Yaşamaz’ – DİHA – Birgün
Neo Faşizm! – Hülya YALÇINDAĞ – Yeni Özgür Politika
Ağırlaştırılmış İleri Demokratik Eza – Büşra ERSANLI – Radikal 2
“Delil Yok, İddianeme Boş” – Ece KOÇAK – Bianet
Gül Bahçesinin Tutsaklığı, Gülistan’ın Yeni Yaşı… – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Ortaçağın Karanlığında Kürtler! – Hakan TUNÇ – PolitikART
Ahmet Şık: Başbakanın Talimatıyla Serbest Bırakıldım – Birgün
Şafak’ın Haklılığı – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Ana Dilinde Susmanın Bedeli – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Kürt Çocukları ve Kürtaj – İshak KARAKAŞ – Jiyan
“kürtaj hakkı ya da ölüme davetiye çıkarmak!” – Mustafa SÜTLAŞ – Bianet
Sulukule Projesi İptal Kararı – Açık Dergi – Açık Radyo
Fetih, Makyavel ve Üçüncü Köprü – Gökhan BİLGİHAN – İmece / Birdirbir
Küresel Barış Vizyonu – Metin YEĞİN – Özgür Gündem
Zîlan’da Bir Eşkıya Fotoğrafı ve Tarihin Tekerrürü – Selaheddîn BIYANÎ – PolitikART
42 Yıldır Emekçilere Sömürü ve Baskı Yasaları Dayatılıyor – Birgün
Memleket Hikâyeleri: Tıpkı Bizim Gibi – Emel GÜLCAN – BiaMag
Sözüm Meclisten İçeri – Hasan KIYAFET – Özgür Gündem
İhsan Eliaçık: Patron İşçilerin Değil, İşçiler Patronun Rızkını Verir – Selma KARA – Demokrat Haber
Bu Vatanın Ekmeğini Yemek…  Bu Vatanın Emeğini Yemek! – Umur TALU – Habertürk
Güvencesiz Kürt, Güvencesiz Emektir – Murat IŞIK – Emek Dünyası
Katırlaşmış Bir Devlet – Özgür AMED – Yüksekova Haber
Diyarbakır Tarihinde Taşımacılık; Develer, Faytonlar, Eşekler.. – Nudem ATEŞ – ANF
Özel Yetkili Mahkemeler Tartışılırken, O Esnada Başka Bir Yerde.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
ÖYM Sınavından Çakanlar – Oya BAYDAR – T24
Türkiye AİHM’de Vicdani Red’den Mahkum – Yeni Özgür Politika
Dr. ITAMISH: ‘Medeniyetler Çatışması’ Büyük Bir Yalandı – Perwer YAŞ – ANF
Yâd Ellerin Yarenleri – Derya BENGİ – Post Express / Birdirbir,
İdeolojik Yalıtım – Bülent USTA – Birgün
Büyük Dönüşüm Yakın! – Aziz KONUKMAN – Muhalefet
“Sermayeye Karşı Gelmek, Marx’ı Anlamaktan Geçer” – Ece KOÇAK – BiaMag
Bahar Bitmeden – Hüsnü MAHALLİ – Akşam
Evlatlarımız Ölmesin – Gündüz VASSAF – Radikal
Guardian: Özgürlükler Aşınıyor – Mehdi HASAN – Açık Radyo
Geçmiş Ne Kadar Geçmiş: Sosyalizm ve LGBT Hareketi – Fırat GENÇ – SDYeniyol
Blowback ya da Gerilemekte Olan Güçlerin Dramı – Immanuel WALLERSTEIN – Demokrat Haber
Banê Kurdên Dîndar “Înisiyatîfa Azadî” – Ömer DİLSÖZ – Yüksekova Haber

Klive Official Artist Page via Myspace
Klive – Sweaty Psalms Album Informative via Vertical.FM
Klive – Sweaty Psalms Album Review By Sean KEENAN via Trebuchet
Lutris Official
Lutris Official Artist Page via Facebook
Lutris Artist Page via Soundcloud
Mohn / Wolfgang Voigt Official
Mohn / Jörg Burger Official
Mohn – Mohn Official Album Informative via Kompakt
Mohn – Mohn Album Review By Simon Jay CATLING via The Quietus
Claro Intelecto Official
Claro Intelecto – Reform Club Official Site via Delsin Records
Claro Intelecto – Reform Club Album Review By Jonny MUGWUMP – Fact Magazine
Walls Official Informative via Kompakt
Walls Special Show via Red Bull Music Academy Radio

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
DSC_0034 By Ben JEFFERSON via Flickr
Ben JEFFERSON’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Yaşam  – Pär LAGERKVİST

Ey yaşam, seni unutmayacağım ömrüm oldukça
Boğazıma sarıldığın o geceden beri.
Gençtim, körpeydim.
Gövdem sivilceli ve mosmor
Ellerim boğazımda zincirlenmişti.

Her gece yatağımın köşesinde
Dalıyorum o ıssız karanlıklara,
İnsanlar arasında yürüyorum korkuyla
Ellerin hep boğazımda.

Bir aralık boğulmam işten bile değildi.
Kesik kesik sözcükler geldi kulaklarıma
Karışırken kara toprak kanıma.

N’olduysa işte o anda oldu,
Duydum birdenbire yaşadığımı,
Tüm ağırlığımca, tüm boyutumla,
İlk kez kuşkulandım o suskun boşluktan
Akarken taze kanım karanlıklar içine.

Ey yaşam, ömrüm oldukça seni unutmayacağım.
Boğazıma sarıldığın o geceden beri
Gençtim, körpeydim
Sivilceli ve mosmordu gövdem
Ellerim boğazımda zincirlenmişti.

Çeviri: Ata KARATAY
Kaynakça: Şiir

Deuss Ex Machina # 402 – who doesn’t listen to the song, will hear the storm

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_402_–_who doesn’t listen to the song, will hear the storm

28 Mayıs 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Passarani-No Hope (Ambivalence / Hymen Records)
>2<-Passarani-A-Tek (Ambivalence / Hymen Records)
>3<-Lazer Sword-Better From U (Monkeytown Records)
>4<-Lazer Sword-Sounds Sane (Monkeytown Records)
>5<-Phon.o-Hopelight (50Weapons)
>6<-Phon.o-Die Maschinistin (50Weapons)
>7<-Fau & Deam-Blank Faces (Dubporn Records)
>8<-Fau & Deam-Long Trip Around You (Dubporn Records)
>9<-Jimmy Edgar-Let Yrself Be (Hotflush Recordings)
>10<-Jimmy Edgar-In Deep (Hotflush Recordings)
>11<-Joaan-Out Of Slang (7even Recordings)
>12<-Joaan-Nocturnality (7even Recordings)

who doesn’t listen to the song, will hear the storm
(402)

demeçler silsilesi içerisinde olağanlaştırılmış, handiyse elimizle koymuşuz gibi bulduğumuz, yüzyüze bırakıldığımız, seceresini sormaksızın biat etmek mecburiyetine tıkış tepiş ötelendiğimiz bir görüngü hasıl oluyor bütün bütün yekpare. bütün anlamların eğilip bükülmekten, çevrilip dönüştürülmekten öte net bir biçimde ayrıştırıcı olmayı sürdürdüğünü ilan eden pis kokuların yayılmasındaki bunca artışa rağmen ne var hiç ne yok hiç kıs(t)asına bağlı v bağımlı kalınan bir muktedir algısının, höt zötünün, hır gürünün asılı kaldığı bir görüngü, birbirine lehimlendiği bir resmediş tastamam yanımızda. dimağın alabileceğinden fenalarının aralık vermeden sürekli olarak günceye dahil edildiği bir sunumlandırma karşımıza çıkmaktadır. derdimizin ne olduğunun anlamlandırılma çabası bir yana neyin derdimiz olmadığının bunca afaki çözümlemesi diğer yana bu toprakların griliğinin noksansızlığı, garabetliğinin eksiksizliği, gayya kuyusu halinin sürekliliği düşündürücü değilse neyle tanımlandırılabilir. düşündükçe içinde kalakaldığımız, bir hiddet eşiğinden diğerine; koşar adım ilerleyen bir bakışım sahipliliğinin sunageldiğinin ne kadar dişe dokunur, ne kadar çözüme odaklı olabileceğinin yanıtı kendi tahlillerinin içerisinde belirginleşmemekte midir?

her durumda bir hakikattan bahis açılacaksa eğer bu kadar gıybeti peyderpey sahiplenip herhangi bir muamma, muallak, mübalağaya yer yok her şey yolunda savına tutunmak nereye kadar bu cehenneme çevrilmesinin belirli bir zaman aralığının ötesinde bir gerçek haline dönüştürüldüğünü çıkarsamasını unutturabilir ki. bir doğrudan fazlasının olabileceği, bir hatadan çoğunun söz konusu edilebileceği bir ülkede görüngünün sunmaya gayret ettiklerinin bir şekilde olur beklentisinin böylesi bir daraltılmış bir bakışım olduğu, onu da çekincesiz bir biçimde sorgulamaksızın kabul etmenin gereklilik olduğunu ikrar ettiren bir toplam karşımıza çıkmaktadır. duyarsızlaşma, sessizleşme, sorgulamama birbirini takip eden bir denklik düzlemi içerisinde devinimini tamamlayan bir fasit daire. her yeni günde olumlama ihtimalini daha yekten, siftah noktasında kenara öteleten, devre dışına attıran, soluk alıp vermeyi bile bir ‘kazanım’ olarak tanımlandıran gelgelelim çok demokratiğiz, öyle böyle özgürüz, şu kadar bu kadar geçmişin korkularını aşmışız bahsinin arkasından yeni tahakkümlerin sunulup pekiştirildiği bir görüngü  meramımızda anlatmak istediğimiz. meramımız dahilinde sunmaya teşne olduğumuz.

hiyerarşik bir sıraya lüzüm olmaksızın başvezirin dilinden ne dökülüyorsa ne diyorsa o’dur, tamamdır kıstasının devreye konulduğu her durum v şartta peki ya sonrası kısmının önemsenmediği bir güncellik içerisinde bu vicdansızlığın muhasebesine, neresinden başlanmasını salık vermeliyiz. hangi uçtan tutmalıyız ki görüngünün toplamında bütünleştirdiklerinin bir masalın dolgusu yalandan bir atfediş değil tamamen bir yük, ağırca bir yük haline dönüştürüldüğünü, nefessiz konulduğumuzu anlaşılır kılabilelim. olmayan sorunlar, varlığı bir türlü kanıtlanmayan diller, yaşamlar, insanlar, mekanlar, sualler kısmında kendini tekrara alıştırmış olan ısıtılıp ısıtılıp servis edilen pespaye terennümler, tahliller tahliller dizgisi içerisinde anlamlandırmaya çalışılana ulaşabilelim. anlamlandırmaya çalıştığımızın idrakına erdirebilelim. bir çılgınlık zamanının içerisinden geçirilip gidiyoruz her n’yapılıyorsa hep bizlerin iyiliğine diye yiyip yutmamızı salık veren bir sistematik sunuş, üç kuruşluk niyetlerden çıkanlardan meramlardan daha solgun, daha silik, ama daha zorlayıcı, daha yıpratıcı şeyler olduğunun karşılığını bulabilelim.

benzeşen sözcük dizilimleriyle beraber yeknesak bakış birer ikişer değil topluca bir tahakküm skalasının, seceresinin meydana çıkarttığını söz konusu edebilelim. bir kere daha yineleyebilelim. bu toprağın bileşenleri olarak kendinizi adletseniz bile, kendinizi biçimlerin dışından o yurda ait olduğunuzu beyan etseniz dahi hep ikircikli, hem muammalı, hep ama hep arkadan hançerleyecek bakışımına sabık, sabit bir çıkarsamanın karşısında insanım ben vurgusunu seslendirebilelim bunca tatavlanın ortasında, ortalık yerinde insanlığı unutanların, unutturmaya namzet olanların, konuşmak bir yana didişmek çok güzel buyrun buradan yakın diye atarlarını eksiltmeksizin muktedirliklerinin getisini sonuna kadar kullanmaya tenezzül edişlerinin karşılığını bulabilelim. buldurabilelim.bu görünüm dahilinden karşılaştıklarımız acının eksilmezliğini onayan kanıtlayan bir sonucu beraberinde getirir. her ne yapılmışsa hepimizin iyiliği için yapılmış şiarına tutuna tutuna dünün de, günün de v olası geleceğin de beklentisini, hayatını şimdiden onarılamaz hale dönüştürmek, sonuçsuz kıldıkça sorun dağlarının çevrelediği, basbayağısı neticesiz kılındıkça yaparız ortaya karışık bir özür, bir tazminat, bir hadi git işine demek, bir yandan tecrit öte yandan taciz ile muğlaklığını koruyan ama adı hala demokrasi kalabilen bir yurdun neticesinin hiç te iç açıcı olamayacağını betimleyebilelim.

durduğumuz v vardığımız nokta pejmürdeliğin sınırlarını aşabilmek konusunda cevvaliyetini sakınmayanların dün ermeni, rum v süryani veya yahudi bugün alevi, kürt veya zerdüşt ekseni üzerinden hiç de hesapsız kitapsız durmayan tahakküm öğelerinin ardından yeni hamlelerini gerçekleştirmeye çalıştıklarının kanıtlayıcısıdır. insanından korkan, düşüncesinden ırayan, bir irade kısmı ile bütün bir milletin tahayyülünün ortaya konulabileceğini, ötesinin zaruri olmadıkça bir teferruat halini koruduğundan çıkarsamalar gerçekleştiren bu rezil, bu rüsva düzenin karşısında bir tek sözcüğün bile anlam v bağlamını koruyacağını bildirebilelim. insan olmak, ikircikli, ikilemi bol bir kazanım için değil sadece varlığını kanıtlayan, yaşadığını anlamlandıran, kendini göstermeye bu kadar uğraş didiş çabalayanların kendi  varlıklarını önemsemeyen muktedirin hükümaranlıklarının, buyruklarının, ket vurmalarının yanında hala buradayız dediklerini, hala burada yaşama tutunduklarını çekincesiz dillendirelim. örnekleyebilelim. bir yerin yaşanabilir kılınması için önce insanına ne kadar değer verildiğinden, önce düşüncesine ne kadar önemsediğinden yola çıkarız.

tutturulup gittiğimiz, ha’bire çekiştirildiğimiz, boyuna iteklendiğimiz muasırlaşan dünya söylemi içerisinde galiba esas atlanıp, üzeri çizilen hep bir pundu bulununcaya kadar savsaklanan işin özü o kısacık tümcenin değerlendirmesinde yatmaktadır. istatistik haline dönüştürülen ölümler, can kayıplarına karşı takınılan “adet”li, pek güzel ölümler! gibi ucube sözler, sahiplenişler, hah bu seferinde uyandılar artık bu kara gidişe dediğinizde yeniden bozuk plak gibi ileri sürülen mihrak, mihrak hepsi şu ne idüğü belirsiz dış mihrakların ayak oyunları, şunlarının v bunlarının tezgahına ilişmeler, yandan çarklamalar. halk yoksunlaştırıldıkça daha azına tamah ettirmeyi dirayetle sürdürdükçe bunun bir kazanım bir istikrar vurgusu olabileceğini hala savlayan yüksek düşünceler. keşmekeşliğin mabadında oyunlar değil hakikatler, yalan değil esastan yüzleşmek,fikrin kırıntısına tahammülsüzlüğün değil tastamam ümidi pekiştirecek olan seslendirmelere kulak veriş elbirliğiyle unutturulanların unutulmadığını kanıtlamak için durmadan çabalanımlara karşı tekdüze nakaratlara dur diyebilmenin hala bu ahval içerisinde zor olduğunu yineleyen görünümler, atfedişler v daha neler neler.

dur’un bir karşılığı bir sonucu olacaksa neden hala bekleme seçeneğinin, havanda su dövmenin, sus gerisine karışmam diye diye sonunda bedenlere, hayatlarımızın mahremine kadar elini uzatmaktan çekinmeyen bir algının karşısında daha başkaca bir seçenek var mıdır? izahata gereksinim olmadan dur artık anla artık, yeter artık, elleşme artık, illallah artık, gölge etme başka ihsan istemez artık. tastamam noksansız bir meram hasbıhali budur. gösterilen duyumsatılan, anımsatılan neredeyse iki arada bir derede durmadan kafamıza kafamıza kakılan, allem edip kallem edip hakkaniyeti tahrif, doğruyu eğri yanlışı düzgün diye atfederek, tanımlandırarak ortaya sürülen, bilahare bahis açıldıkça hiddetin, asabiyetin çıtasını daha yukarılara çeken, önemseme edimini bir kenarda tutup hakir görme kısmında müdanasız cevvalliklerin, inci gibi dökümlemelerin vecizlerin bütünleştirildiği ikircikli bir hal toplamı hasıl olur. ikilemlerle hareket edilip ona öyle buna böyle, oraya şöyle buraya böyle, bu bu, şu şu diyerek sündürülen uzayıp giden, sündürüldükçe, çekiştirildikçe ne ilk halin başlangıçların olumlamasından eser, ne de sonunda karşılaştığımız karşılaşacağımız kast edilip durulan muasırlığı garanti edecek, beklentiyi, sabretmeyi olumlu bir çaba kıldıracak bir tahayyül elde kalır. ellerimize bırakılır.

ikilemli bir politika sahnesinde güncenin taşıdıklarının, önümüze serdiklerinin değil, her durum v şart altında konuşulmasına önayak olunmuş, vakti heder ettirici, sorun çözmeyi öteleyici insanı kapsamayı dışlayıcı, hakkaniyetin getireceği çözümlemeleri toptan yok sayıcı bir düzlem, düzenek tesis olunur. bizlere bırakılan küçük sahaların, küçük dünyaların kendi konforlarını, kendi bakışımları, sınırlandırmışlıklarını aşıp rahatsız edebileceği iktibas olunur. arsızca. her defasında aynı söylem yığıntılaması, aynı bodoslama lafazanlıklarla konuların yarın öbür güne ötelenmesi mümkün kılınır. sorun varlığını korumaktayken, kah – ne yapalım elimizden gelen budur ile yanıt, kah olmaması gereken vahim bir hata işlenmişse de, tazminat denilen sus payının diğer tüm sorguları geçersiz kıldıracak bir hamle olduğundan yola çıkılıp, dış mihraklar tezgahlamasına göndermelerde bulunulur. bütün bütün olup bitenleri önemsiz birer detay olarak algılayıp hayat dediğimiz, ömür törpüsünden hallice bir sonuca ulaştırılan bu uzun, yorucu maratona devamlılık arz olunur.

her defasında bu sefer son, bu hatalar artık tekrarlanmayacak bahsi açıldığında hemen yanına iliştirilenlerin ötesine denk getirilenlerin tahayyül sınırlarını zorlatıcı, vicdan erimini tahrif edici, yoksaymanın, kelamı v canı atfedişini, önemseyişini müdanasız hakir görücü vurgu ete kemiğe büründürülür. acı ortadayken düğün bayrama teşrif etmemiz zikredilir. bunca pespayelik görünürlüğünü bunca engelleme, manidar bir biçimde suskunlaştırma çabasına karşın sürdürürken kayıtsız kalınmasının, dokunup yanmaktan ehven olacağından, maşa diye kestirilip atılan muhalif olmanın, muhalefet etmenin hep bi’beklentinin paralelinde v belirli bir kazanım neticesinde olabileceğinden anlamlandırmaya girişip tektipleştirilmiş, hakara makarasına bakaduran yığınlar olmamız, sıranın dışındaki, sıranın kenarına birikmiş olan yığınlara kayıtsız kalmak ikrar edilir. ikilemlerle, iklimin bunca tersi rotayı göstermesine farklı bir anlam yüklenmemesi tavsiye olunur. hemen hiç hicap duymaksızın, ardan v edepten yoksun bu trajedyanın ta kendisinin bir millet tahayülü olduğuna ikna olmamız muştulanır. resmedilir.

telafisi olmayan şeylerin üzerinde ahkam keserken kırk kere düşünüp hamle edilmesi, söz söylenmesi tavsiye olunmuşken, sade suya bol kepçe lafazanlığın değişik görüngü öğe v biçimleri zamanın merkezinden günceye lehimlenir. bir acı mı yaşanıyormuş, bir yas mı tutuluyormuş, bir hak mı talep ediliyormuş, bir el aman mı deniliyormuş, bir yanlış yapılıyor v buna diretiliyor bin vebal yükleniyorsunuz mu deniliyormuş bütün bu katmerlenerek çoğalan griliğin, olumsuzluğun ardılındaki ellere vız gelir, tırıs gider. bütün bu utanç vesikaları. bir sinematografik kurgu değil, yıllardır süren bir devinimle üzerimize biçimlendirilmeye çalışılan muasırlık, özgürlük, demokrasi v adalet bileşenlerinden oluşan yapının nasıl kadük bir terzi işçiliğiyle yarım yamalak konulduğunu, atılan teğellerin, dikişlerin üç-beşi birden pat pat patladığını gökkubbeye sığdıran bir sonuç dizgesi karşımıza çıkartılır. sorun yoktur, acı yoktur, hak yoktur, adalet yok eşitlik yoktur. boyuna yeni yaftalar vardır ama hakikati işittirecek bir “adet” vicdanlı muktedir yoktur. böyle gelmiş böyle gidecek sınırlandırması içerisinde ne felaketler tebelleş edilir de, bunlara hep yanıp kavrulacaklar bir avuç, dış mihrak taşeronu olur.

üzerlerinden daha fazla tecrit v hiddet uygulanabilecek, konu kapatılacak yol tesis olunur. güncellik dahilinden yansıyan budur. güncelliğe eklentilenen bir turnusol vazifesi gösteren devletualinin ötekisine duyduğu, nefretin, anlamazlığının, işine yaramıyorsa teferruat bellemesinin, kazara değil bilakis göstere göstere hizaya çekmesinin hala olağan bir seçenek olarak varlığını muhafaza ettiğini pekiştirmektedir. ikircikli hallerin, daimi ikilemlerin sözünü hiç sakınmadan şakıyan muktedirin başvezirinden en alt kademesindeki bürokratına kadar bu dilin, tahakkümperver yapının daimiliği için çabalandığını söylemek abes kaçmayacaktır. hiddetin demirbaş ilan edildiği söylemde kör bir bağlılıkla ne bu gürültü, bunca tantana diye bahis açılanların kah alaycıl, kah trajik yansıların eder tutar toplamında ortaya çıkan şey meymenetsizce, mesnetsizce vicdanın tahrif ediliip, popülist milliyetçi, şiddeti olumlayan çıkarsamalar vd ile sağlanan otokrasinin devamlılığıdır, son kertede, son düzlükte okunabilecek. baskıcılığın, siyasal v toplumsal soykırımın, halkının başına bomba yağdırabilmenin, emeğin karşılığını talep edip yola çıkanlara kurulan sonumuz x, y’ye benzer mazallah tiradına, bir örnekleştikçe daha vahimleşen edimlerin, hamlelerin bir arada daha yoğun sunulabildiği, ses eden yok nasıl olsa, olsa da nekorfil, kalleş, tasmalı, pazarlıklı, terereist yardakçısı, oyunbozan, gammaz aklınıza düşebilecek tüm olumsuzluk tanımlarıyla yaftalanan, yaftalamaya müsade edilen bir esas resim tesis olunur.

gak guk denilmezse kafasına örülen, sarılan ağın bunca sicimin ağırlığı, nefesini kesmesini önemsemezse biat ederse aksini düşünmezse bu halk ne güzel idrae edilir bakışımının ön tahliline denk düşen bir resim. vehamet v utanç vesikaları ile durmaksızın gelişimden dem vurulan ama olduğumuz yere sabitlenmemizi sağlayan bir kara parçası tahayyül olunur, bir kara parçasında tutsaklık arz olunur. pay edilir. gündelikliğin tortusu içerisinde karşı karşıya kaldıklarımız bu minvalde, o kesitten yola çıkartılan, günün getirdiği bu onu da afiyetle tüketin diye sunumlandırılan bir bileşkedir. dünümüzde yaşadıklarımız yetmezmiş gibi, dünümüzün hesabı bir türlü sorulmaksızın, sordurulmaksızın yeni pejmürdeliklerin dahil edilmesi, meydana getirilmesi buraların vesayetle olan imtihanının bitmediğini, devlet olarak tabir edilen mekanizmanın insanı değil sistemin çarkı, dişlileri arasında öğütülüp, harcanacak neferlere ihtiyacını duyumsatan örnekleyen bir denkliğe kavuşturulmasını özetleyen bir görüngüyü önümüze serer. tahakkümün dozu arttıkça yaşanan esrik gücü çoğaldıkça zembereğinden boşalırcasına bunu dedim, bunu da diyeyim, potu kırdım ama fena mı bir daha ilişmezler yollu tahayyüler dizgisi gerçek birer sicim olarak, gerçek bir ket olarak varlığını korur. varlığı korunur.

akıla kilit, dile ket, ayağa pranga, boyuna sicim yer yer tasma, olumsuzluk ibaresini netleştiren, cismanileştiren hamleler bütünlüğünde çıkan manzara bir tekrar edişten, basbayağı sözcük dizimlerinden daha da anlamlı bir sonucu çıkartmaktadır. velev ki, tahayyül edilip gösterilenlerin milim dışındasınız, dışına çıkarak ne oluyor yahu demektesiniz. velev ki bunca gıybeti paylaşmaktan, sessizce kabul etmekten artık illalah etmektesiniz, buna tövbelisiniz. velev ki, ona bu buna şu muamele diye ikircikli, ikilemi gani gani söylemlere dur demeye meyilli, bir yeter artık nidasından daha ilerisinin tahayyülündesiniz. velev ki demokrasinin ilerisi diye atfedilenin bunca ucubeliği barındırmasına karşı ne muğlaksınız ne de muallak.  velev ki kıyameti bunca ağır tonlarla yaşarken son yazısı belirmeden bir şeyleri düzeltebilmek, hakkaniyeti işittirebilmek, dolambaçlı değil yalın bir biçimde, sözcüklerle, seslerle, arda kalanlarla yaşama tutunmak aralığında niyetindesiniz. işte o kesitlerin tümünün, bir kısmının peşinde ilerleyenler için bu sathın dahilinde her yeni gün hep yeniden mücadele etmektir.

ucuz niyetlerle aranje edilen kakafonik, tek ses, tek nefes mihmandarlıklara kanmıyoruz artık diyebilmektir. gündemin akışını, konuşulması elzem olanları değil düne kadar önemi olmayan, önemsiz olarak bellenenleri el altında tutanların, bir kenarda unutanların ahanda gündem budur, çevir çevir dur denekliğine isitsanız kışt diyebilmektir. teferruatı bir kenara attığınızda muktedir dilinden yansıyanların nasıl da tek bir amaç doğrultusunda, baskınlığa sessiz, tahakküme vurdumduymaz, her türlü örtbas edişe ama kalınmasını salık verdiği tastamam meydandayken bir kere daha düşünülesidir. bütüne hepimize lazım olanın bir düş görü, bir mizansen yahutta kurgu olmadığına sebat ederek tanımsızlaştırılana, o raddeye savuşturulmaya gayret edilene karşı bir tutumdur. tavır almadır lazımgelen. yekün, öz budur. bugünümüz şekillenmeye devam ederken doğanların, kaçmazların, lokumcuların, birbenlerin, encülerin isimleri hafzalamızda yer etmiş, edinmiş isimli isimsizlerin teferruatların, öyle tanımlandırılmışların, hemen hepsinden devraldığımız vicdani sorumluluktur. bizi bu gayya kuyusunda bu ikili oyuna karşı tepkimeyi sağlatacak, kalk borusu vazifesi gösterecek, silkeleyip kendimize getirecek. denemeye değmez mi? çok geç olmadan…

>>>>>Bildirgeç
‘Özür Açıklanmaz, Özür Dilenir!’ – Delil KARAKOÇAN*

“Durmak Yok Yola Devam” diyen Erdoğan; gerçekten de durmadı! Yakın çevresini bile şok edercesine Kürt siyasal muhaliflere, aydınlara, yazarlara, gazetecilere yöneldi.

“Tasmalı yazarlar”, “Bunlar aydın değil, bunlar yarım porsiyon aydın” diye aşağıladı.

Son kurbanı Yeni Şafak Gazetesi’nden Ali Akel oldu. Akel, AKP’nin Uludere yaklaşımını eleştirdiği için “kovuldu…”

Bu baskıcı kıyımcı zihniyete karşı dayanışmak tek çıkar yol. Bu amaçla bugünkü köşemi Akel’in kovulmasına neden olan yazısına ayırıyorum.

“Özür açıklanmaz, özür dilenir!”

Başbakan Erdoğan, astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş’in Umut Kitabevi’ni bombalamalarından sonra Şemdinli’de gösterdiği duruşu Uludere’de de gösterseydi, bugün kelimelerin etrafında dolaşmak zorunda kalmazdı.

Önceki yazıyı okumayanlar için kısa bir hatırlatma yapmalıyım. Şemdinli’de Umut Kitabevi bombalandıktan sonra 20 Kasım sabahı ansızın Şemdinli’de ortaya çıkan Erdoğan, oradan Yüksekova ve Hakkari’ye uzanmış, bu olayı çözmek için “el ele vermeliyiz” demişti.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, “Tanırım, iyi çocuklardır” dediği, çocukların yanında durmamıştı.

Şemdinli sanıklarının Ocak 2012’de 39 yıl 10’ar ay hapis cezasına çarptırılmalarında siyasi iktidarın “doğru yerde” durmasının etkisi yadsınamaz.

28 Aralık 2011 gecesi kaçağa çıkan, çoğu yaşları 20’nin altında olan 40 Kürt gencin tepesine ölüm yağdırdı iki Türk F-16 savaş uçağı. 34 tanesinin bedeni atılan bu bombalarla paramparça oldu…

Başbakan Erdoğan olaydan iki gün sonra 31 Aralık’ta, cuma namazı çıkışı uzatılan mikrofonlara, “İncelemeler neticesinde gerekli olan neyse bütün bunlar da yapılacaktır” şeklinde cılız bir açıklama yerine, 3 Ocak’ta ise AKP grup toplantısında, Genelkurmay ve komuta kademesine “medyaya rağmen teşekkür ediyorum” demek yerine, bundan yedi yıl önce Şemdinli’de durduğu yerde dursaydı, bugün, “Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık” demek zorunda kalmazdı.

Tamam, kimse kendisinden Şemdinli olayında yaptığı gibi Uludere’ye gitmesini beklemedi. Ama hata da olsa, kasıtlı da olsa, tuzak da olsa ilk gün vuranın değil, vurulanın yanında dursaydı, bugün özür dilermiş gibi yapmak zorunda kalmazdı.

Kelimelerle oynamayalım, eğri oturup doğru konuşalım.

Hata yaptığınızda, “Evet, hata yaptım” dersiniz. Özür dilenmesi gereken bir durum varsa da, “özür dilerim” dersiniz.

34 gencecik bedenin savaş uçaklarıyla bedenlerinin lime lime yapılmasına kazara da olsa, hatayı itiraf edip özür dilemek ile kurtulamazsınız ama.

Özür dileyerek giderebileceğiniz hatalar vardır. Öyle hatalar vardır ki, özür dilemeniz yetmez. Bedel ödemeniz, bedel ödetmeniz gerekir.

Erdoğan’ın Pakistan’da yaptığı açıklama, hatanın açıklanması ve yapılan hata için özür dilenmesi mi, orası da pek belli değil.

Biliyorum, günlerdir okuyorsunuz ve belki de bıktınız. Ne diyordu Erdoğan Pakistan’da?.. Şöyle diyordu:

“Ben izlediğim CD’de bir hareket gördüm. Bizzat izledim. Bir konvoy gidiyor. 30-40 kişi var. O yüksekten görebilmek mümkün değil. Gözcülerimizin, (Heronlar) vermiş olduğu CD. Silahlı Kuvvetlerimiz de gerekli adımları atmıştır. Bu bölge terör bölgesidir. Halkın, sivilin oturduğu bölge değildir. Böyle bir bölgede Silahlı Kuvvetler bu Ahmet mi Mehmet mi bilemez ki?

Bizim silahlı kuvvetlerimiz görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da açıkladılar. Ama birileri istismar ediyor. Bir hatanın olduğunu, hatamız olduğunu söyledik. Allah aşkına tazminatsa tazminat. Resmi tazminatımızın ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar. (22 Mayıs, Yeni Şafak.)”

Roboski (Uludere) Katliamı’nın ardından altı aydır süren bir soruşturma var. Faciaya giden yolda yetkilendirmenin, yetki kullanımının, ilgili kurumlar ve sorumlulukları belli olduğu halde, Allah aşkına sayın Başbakan, söyler misiniz ne koydunuz yüreği kanayan annelerin önüne!

“Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık” diyorsunuz.

Allah aşkına, söyler misiniz hangi hatayı açıkladınız!..

Allah aşkına, açıklar mısınız? “Özrü de açıkladık” derken, ne demek istiyorsunuz…

Özür diliyorsanız, Kasımpaşalı gibi ortaya çıkın ve deyin ki:

“Evet, bir hata yaptık. Hem de öyle bir hata yaptık ki, bu hatamız bizi mezarımızda bile rahat bırakmayacak!..”

“Özür dilerim, ama yetmez. Vicdanlarınızda açtığımız yarayı bir kuru özür dindirmez.”

“Önce sizlerden hakkınızı helal etmenizi sonra Allah’tan bizi affetmesini dileriz.”

Diyemiyorsunuz, çünkü ilk günden itibaren yanlış yerde durdunuz.

Roboski görüntülerini izleyen Uludere Komisyonu milletvekilleri, “Terörist olmadıkları her hallerinden belli” diyorlar. Milletvekilinin gördüğünü, alanında uzman askerler (veya her kimlerse) nasıl görmez?

Diyorsunuz ki, “Silahlı Kuvvetlerimiz bu Ahmet mi Mehmet mi bilmez ki.”

Öyle bir silahlı kuvvetleriniz var işte… Uzaktan baktığında “katırı insan, teröristi çoban, kaçakçıyı terörist” zanneden silahlı kuvvetleriniz. İdris Naim Şahin adını taşıyan bir İçişleri Bakanınız var ki, mümkün olsa mezarlardaki parçalanmış çocukların cesetlerini çıkartıp kodese yollayacak.

İlk gün “doğru yerde” durmamanın sonuçları bunlar.

Aynı gün İçişleri ile ilgili komuta kademesindekilerin kellelerini alsaydınız, “Evet, bir hata var. O hatayı yapanlar bunun bedelini en ağır şekliyle ödeyecek” deseydiniz, -mış gibi yapıyor, -mış gibi söylüyor, -mış gibi davranıyor zorunda kalmazdınız. Pakistan’da konuşana kadar hâlâ bir şeyleri düzeltme şansı vardı. O şans var mı emin değilim artık. Sizler konuştukça vicdanlarımız kanıyor. Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın. Ya da ebediyete kadar susun.

Allah aşkına, susun!

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… ‘Özür Açıklanmaz, Özür Dilenir!’ Delil KARAKOÇAN’ın Özgür Gündem’in 03 Haziran 2012 tarihli nüshasında yayınlanan makalesi böylesi bir çıkarsamanın paralelinde okunası yazınsallardandır. İşittirmek, duyumsatabilmek, örnekleyebilmenin yanında hakikatleri aslen ne olduğundan dem vurmak, denkleştirmek için yazarın ve Özgür Gündem Gazetesi’nin anlayışlarına binaen makaleyi sayfamıza alıntılıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
‘Özür Açıklanmaz, Özür Dilenir!’ – Delil KARAKOÇAN – Özgür Gündem
Ar Damarı Meselesi – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Erdoğan’a Göre Roboski Katliamı ‘Terörle Mücadele’ – Mehdi ATAY – ANF
Yatıp Kalkıp Uludere Diyorsak, Sizin Yüzünüzden.. – Yetvart DANZİKYAN – Radikal
Yaşayan Bebekler ve Ölü Askerler… – Halil SAVDA – Yeni Özgür Politika
Uludere Halkı ‘Kürtaj’ Kıyaslamasına Tepkili – ETHA
SDP Genel Başkanı Uludere’yi Anlattı – Özgür Kocaeli
Sırrı Süreyya Önder’den İnsanlık Dersi – Yüksekova Haber
Biz De Halkız – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Roboskî’den ‘Tasmalı’ Basına, Aziz Thomas’tan Türk Basınına… – Özgur AMED – ANF
Cinayet, Kürtaj, Ücret – Hasanali BACIOĞLU – KESK Meclis Üyesi – Özgür Gündem
Rahatsız Erkeklere Çağrı: Kürtaj Yasağına Karşı Meydanlara! – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Zeynep, ‘Kör’ ve ‘Dilsiz’ Kalemlere Hatırlatıyor – Zeynep KURAY – Birgün
Gerçekler Nasıl Örtülür? – Serdar AKİNAN – Akşam
Korku, Emir ve İnsan Bedeni – Ali GÜL – Jiyan
Ataerkil, Muhafazakar Toplum ve Kürtaj – A. Murat EREN – Bianet
Ey Türk Rahimi! – Hiçişleri
Kürtaj Zamanı – Osman ÖZTÜRK – Sol Defter
Türkiye’ye Diktatörlük Sezaryen İle Mi Geldi? – Koray Doğan URBARLI – Yeşil Gazete
Patriyarka, Kapitalizm ve Doğurganlığın Kontrolü – Ayşe TOKSÖZ – Sosyalist Feminist Kollektif
Elini Koyduğun Yer – Karin KARAKAŞLI – Radikal 2
‘Eşkıya’lar Sokağa İndi – ANF
Avrupa’da Yükselen Yabancı Düşmanlığı’nın Arkasındaki Dinamikler – Ahmet İNSEL – Açık Radyo
Firavunlar Coğrafyası – Cüneyt UZUNLAR – Açık Koyu
Yuhlayanların Sayısı Alkışlayanlardan Çok – Aktüel Gündem – Sendika.org
Çayan Birben Biber Gazından Öldü – Bianet
Kün Fe Yakun! – İbrahim GENÇ – Yüksekova Haber
Nokta – Gözde BEDELOĞLU – Birgün
Uludere Katliamını Saldırı ile Savunmak – M. Serdar KORUCU – Demokrathaber
Cumartesi Anneleri: ‘Bizden Korkun Çünkü Peşinizdeyiz’ – Fatma KELLECİ – Emek Dünyası
‘Görevimiz Faşizme Karşı Direnmek’ – ETHA
‘Esra Arsan’sız Bilgi Olmaz’ – Zeynep SARSILMAZ – Habervesaire
Türkiye Uçuyor, Ya Kemerleri Bağlayın Ya Kaybolun! – Ali TOPUZ – Radikal
17 Yaşında 10 Yıl Hapis, 12 Bin TL Para Cezası – Selma BİNGÖL – ANF
Başbakan’ın Karpuzu – Başyazı – Agos
Sorunlar ve Olanaklar – Ender İMREK – Evrensel
Recep Tayyip Erdoğan: Öz ve Görüngü – Akif ROJ – Özgür Gündem
Ve Erdoğan Gerçeği Kendi Yüzünde Görür…… – Amed DİCLE – Ajans Amed
Erdoğan 1 – İdris Naim 0‏ – Özgür AMED – Bijwenist
Yeni “Pınar Selek Davası” – Ahmet SAYMADİ – Bianet
Kürtlerin Son İsyanı Çözümle Sonuçlanacak – Zeynep KURAY – ANF
Konuşmayı Unutuyorum! – Tuğçe TATARİ – Akşam
Dink Ailesi Avukatları İtiraz Dilekçelerini Sundu – Evrensel
Güneş Herkesi Isıtır: Kayseri – Kemal BOZKURT – Jiyan
HES Terörü: Solaklı’da Evler Basıldı, Köylüler Gözaltında – soL
İslamo-Faşist Söylem ya da “Millet”in Düşmanı Olarak “İşçiler” – Sol Defter
HDK: Togo İşçisi Yalnız Değildir – Jiyan
9 Yılda 735 Bin İş Kazası 11 Bin Ölüm – Emek Dünyası
Boynumuzdaki Görünmeyen İlmik – Bülent USTA – Birgün
Havalar Köpek Gibi – Ragıp DURAN – Birdirbir
‘Hem Eylem Yapıyor, Hem De Polisi Arıyorduk’ – İMC
1930’lardan 2012’ye Nüfus Mühendisliği – Ferhunde ÖZBAY – Bianet
Kaybetme Politikası 1915’den Beri Sürüyor – ETHA
Fethiye Çetin: Keşke İçişleri Bakanı Habap Çeşmelerinin Suyundan İçse – Demokrathaber
Çocukluk Coğrafyası -5 – Hakan TUNÇ – Ajans Amed
33 Kurşun’dan Roboskî’ye Ahmed ARİF – Şerif KARATAŞ – Evrensel
Bir İbret Belgesi – Nagihan AKARSEL – Diha – Yeni Özgür Politika
Beklemekten Öte Galata’da – Lora BAYTAR – Agos
Daha Neler Göreceğiz… – Aslı AYDIN – Muhalefet
Ulus-Devletlerin Ahlâksız Kardeşliği – Ferhat KENTEL – Taraf – DYH
“Liberal” Tezler ve Yeni Uluslararası Tutum  – Özgür ERZİNCAN – Bijwenist
Protestonun Coğrafyası – Immanuel WALLERSTEIN – Sendika.org
Duygularımız Polimer Klişe – Kristensenn – K’s Blog

Passarani Official
Passarani Artist Page via Facebook
Passarani – Unspeakable Future Outbreaks Album Review By Slide via Sound Protector
Lazer Sword Official
Lazer Sword Artist Page via Twitter
Lazer Sword – Memory Album Critic By Nate PATRIN via Pitchfork
Phon.o Official
Phon.o – Black Boulder Albüm Değerlendirmesi Sedat BEKTAŞ via Wearethebeat
Phon.o “Leave A Light On” Feat. Tunde Olaniran via Youtube
Fau Official Artist Page via Soundcloud
Deam Official Artist Page via Facebook
Dubporn Records Official
Jimmy Edgar Official
Jimmy Edgar – Majenta Album Review By Rich HANSCOMB via BBC Music
Jimmy Edgar via Juno Podcast #28
Joaan Official
Joaan Artist Page via Soundcloud
Joaan / 7even Recordings Official

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
49/366 Hear No, See No, Speak No By Jenna Taryn Photography and Design via Flickr
Jenna Taryn Photography and Design’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Kurbati – Didem MADAK*

Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor.
Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf!
Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak.
Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah
Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi,
Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak.
Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma
Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam…

Martılardan duygulanmadım hiç, ne tuhaf!
Ben belki denizden bile eski biriyim.
Başka isimler bulmak isterdim martılara
Kirloş mesela kirloş desem artık onlara.
Kasapların perdeleri boncuktan
Et. Kan. Ve o boncuklu şıkırtılar
Ne tezatlı bir şey, ne tuhaf
Ne tuhaf acıyla hiç konuşmamak.

Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni
Herşey şimdi itiraf edilmeli:
Kocam bir çingeneydi.
Eşiniz bir çingene mi hanfendi? diye sorarlardı.
Hayır efendim derdim, hayır eşim bir sanatkardır.
Eski yırtık gecelikler, eski yırtık çarşaflar
Eski, yırtık bir sızıyla sevişirdik.
Herşey şimdi itiraf edilmeli:

Bir picaması bile yoktu benim kocamın baylar.
İnsan çingeneyse, yani ruhu çizgiliyse
İnsan acıyla yalnızca sevişebilir baylar!
Soruyorlar. Soruyorlar:
“Ellerin neden titriyor sevgilim”
Bilmiyorlar doğmadan öldürdüğümü üç-beş çingeneyi.
Üç-beş dünya kaldı artık aramda dünyayla
Artık açıklayamam bir türlü.
Ne tuhaf geçmişim kırmızı bir kadın yapıyor beni.
Herşey şimdi itiraf…

Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak
Açıklayamazlar artık beni bin türlü.
Bilmeyecekler, bilmeyecekler bir çingenenin
İsmini vererek kendime öldüğümü.
İsmim…İsmim…İsmim Kurbati.

Kaynakça: Şiir Tutkusu

Deuss Ex Machina # 401 – mwen gen plent

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_401_–_mwen gen plent

21 Mayıs 2012 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Christian Naujoks-Diver (Dial)
>2<-Christian Naujoks-True Life , In Flames (Dial)
>3<-Asa & With Joyful Lips-Forgotten (Fent Plates)
>4<-Asa & With Joyful Lips-Francoise (Fent Plates)
>5<-Darkside-A1 (Clown And Sunset)
>6<-Darkside-A2 (Clown And Sunset)
>7<-Skyge-Sarah (Self Released)
>8<-Skyge-Goodbye, Operator (Self Released)
>9<-Clubroot-Hellion (Solace Records)
>10<-Clubroot-Scars (Solace Records)
>11<-Dark Sky-F Technology (Black Acre)
>12<-Dark Sky-Zoom (Black Acre)

mwen gen plent
(401)

dirayetli bir savunuş olan bitene karşı tek bir anlamlı cümle kurarak belki tek bir yorumu öne çıkartarak, bir şeyleri saklamaya gerek duymadan olup biteni mazur görmeden, yok saymadan, anlamazdan gelmeyi zul adlederek, doğrunun peşinde koşup, bir çıkarsama yoluna girişerek söz konusu edilebilir bir ihtimal. ihtimallerin tüketilip, laçkalaştırıldığı, içeriğin küflendirilip enikonu pis kokuların yayılmasına karşın hala bir gülme efektinin zaruri yamalarının nakşettirildiği, ilintilendiği bir sahanlıkta insanlığımızın bekasını göz önünde bulundurduğunuzda böylesi bir edimdir, hamledir belki yolun, gidişatın nasıl meymenetsiz bir rotalama ile yönlendirme ile şekillendirilmesinin gerçekleştirildiğini açık edecek. kelamlar hep yarım yamalak kalıyor. kelimeler hep cılız. gerçek olan biten yürek dağlayıcı olsa da her defasında bir kere daha anlamlandırır kılacak şeyleri iliştirmek giderek daha zor bir merhaleye taşınıyor. tüketilmesinde aceleci davranılan şeylerin arasına vicdanın da eklentilenmesiyle beraber bütün bu cümbür cinnet halin kıyısında dönüp durup ne olması gerektiğine dair çıkarsamalar, tahayyüller v daha fazlasına çabalanmak zaruri bir tekrar edişten daha farklı anlamları olan bir karşılaşmayı beraberinde getiriyor. ne karşımızda yer edinenler derdimizin asıl ne olduğundan haberdar, ne söylemek istediklerimiz hep sandıkları gibi bölücü, ideolojik, mesnetsiz vesaire vesaire çıkarsamalar.

ne bu yolda anlatmak için didişip durduklarımız hayatın anlamına dair çıkarımlar büyük büyük tahayyüller, ne de hor görülesi, kulak arkası edilesi tespitler, vızıldamalar. ne işitiyorsak, ne görüyorsak ona dair bir cümledir hepitopu. ne görüyorsak ne biliyorsak ona dair bir sesleniştir enikonu. kalburüstü, üstünkörü, vızıldaması bol çıkarsaması az bir seslendiriş değildir hiçbir zaman. hemen hiç öyle bir tahayyülün sınırlarına saplanış sözkonusu değildir çabalandığımız. anlamlandırmaya tebelleş olup bir kereliğine yad ediş değildir, adını anıp unutuş hiç değildir. onun içindir ki yarım yamalak da olsa, yarısı havada da kalsa, anlamsal bağlantılamalar, sözel birikitirmeler dahilinde günü, her güne sığdırılan bu kadar yoğun tahakkümün, pejmürdeliğin yarattığı hale dair birer tespit tanesidir. tespit ediştir bir meram kıvamına ulaşmazdan evvel, öncesinde bu sathın dahilinden paylaşılanlar. dedest edilmişliğin, hal v tavrın bozuş, yıkışa getirişin müdanasız olurunun tesis edildiğinin, her pundu bulunduğunda gündemin asıl konuları dururken kıyıdan, kenardan iliştirilen başka başka şeylerin konuşulmasına, günü işgal etmesine “müsammaha” gösterildiği bir satıha bir cümle ile bir şeyler bırakabilmektir belki elzem olan. bunca çabalanımın esasında nedenini oluşturan.

modernleştiğimizi varsayarken giderek yabanileştirildiğimizi, muasırlaştığımızı sözlere katarken bir yandan olabildiğince hızlı bir biçimde ilkelleştiğimizi, sapla samanı ayırmak dururken hala çerçöp ile beslenen hiddet söyleminin arkasına sığınmaktan gocunmayan başımıza dikilmişlerin vavelyalarını işitmeye, taaruzlarına maruz kaldığımız bir güncelliktir enikonu denkleştirmek istediğimiz görüntü. görünenler, yandıklarımızdır. görünenler, içimizi kıyanlardır. görünenler bir çıkarsama hesap kitap olmaksızın ne ile neyi birbirine yakın tuttmaya devam ettiklerini ortaya çıkartan mendeburluğun pek semirmiş olan ibret vesikalarına karşı bir duruş sunabilmektir. bir alternatif. kelimeler yanyana dizilirken hep olduğumuzu her an varsaydığımız o yüksek makamlarımızı, korunaklı dört duvarlarımızı, onore edilmişliğimizi veya yerin dibine sokuluşumuzu bi’arada, kimliklerimizin getirdiklerini bir diğer yana terk ederek sade v sadece insan gözlüğüyle bakabildiğimizde halimizin nice olduğunun aynalanması girişimidir ezcümlesi tüm bu dönüp dolaşıp, denkleştirmek istediğimiz meram kapsamının dahilinde sunmaya çalıştıklarımız… yoksunlaştırıldıkça, sağırlaştıkça, giderek daha fazla muktedirin bezirganlığına kayıtsız kalındıkça dile pelesenk edilmiş tasvirlerin yoğunlukla bir ötekileştirme v hakir görmeler bütününden mürekkep olduğunun, kılındığının tespitidir.

günler devinirken zamanla yalnızlaştırılıp izole edilenin bireysel bir düşün yerine toplumun tüm katmanları üzerinde oluşturulan baskıcı bir tahakkümün vesikalarıyla beraber sonucunda düşünmeme olduğunun, bir başka deyişle malumun ikrarının yol verdiklerinin tasviridir. yerle yeksan edilen, yüz üstü bırakılan, arkası getirilmeyen, sorgusu gerçekleştirilmeyen, tahlili çoktandır unutulan, unutturulmaya namzet olunan şeyleri bir yığın haline getirdiğimizde nasıl bir dar alana kıstırıldığımız enikonu meydana çıkacaktır. çıkmaktadır. bunca yaraya rağmen halen bir şeylerin yolunda gittiği masalının su kaldırabileceğine olan biatın gelişigüzel taşıdığı nokta yarın başıdır. uçurumdur. hepimizi aşağısında tasvirlerine girişildikçe yüreği daha fazla kasvete buladığı resmedilen o cehennemin ta’kendisi olan, tabelası eksik kalmış yar. kendilikliğinden düze hiiç çıkmayacak olan şeylerin nasıl elbirliği, gönül birliğiyle beraber üzerinin örtülmesinin söz konusu edilebildiğini sadece bir kereliğinde düşündüğünüzde manası daha ehemmiyetle vuruculuğunu hissetiren bir bileşen bütünü oldurulan yar. kesinlik v keskinlik ile muğlaklığı değiştirilmez olarak perçinleme gayretkeşliği içerisinde bizler yüzde elliyiz şuyuz buyuz gazının vermiş olduğu, hemen diğerlerinin söyleminden yansıyanların bir şekilde sunularına karşı tecridin, işittirilmezliğin mümkünatına çabalanıldığı bir kara parçasında, karanlığı tesis edenlerin kimler olduğunun intibasıdır belki bir ne oluyor yahu dedirtmeyi başaracak.

bu kadarını hiç tahayyül etmemiştik vay başımıza gelenleri! çat kapı dimağa dank ettirecek. kederli olmayı, kaderle bağlantılamayı istisnasız bir şık olarak sunanların, savlayanların şarlamalarından gizliden açıktan belirgin bir doğrultuya ulaştırdıkları aşılmaz duvarlarımızla, daimi kayıtsızlığımızla, iyi çocuklarımızın yaptıklarını örtebilmek konusunda sonsuz çabalanımımızla hakikatlerinizi duyuramayacaksınız tahayyülünün basbayağı bu sathı etkisi altına almasıdır dem durmak istediğimiz. değme saçmalıkların has müsebbibi olup hırı gürü bol her durum karşısında kinini kusmayı görev belleyen mussolininin takla attıran takipçilerinden nayimşahin beyler gibi donanımlı yerli sürüm vezirlerin boşa doluya aynı nefretten bilenmiş, aynı hiddetten şekillenmiş sözlü taaruzlarının karşısında, biber gazından tutun da copla, dayakla eksiksiz gediksiz polisiyle sunduğu sunabildiği tahakküm zincirlemesinin, edep yoksunluğundan, arsızlık çıtasını kırıp yeni eşikler arşınlayanların sunduklarıdır dikkatinize sunmaya çalıştığımız. bir olacağız derken hep ayrıştırmanın yeni tonlamalarını her durumda bir öteki yaratabilmenin altına imzasını atarak, eskinin eksik gediğini yeni yapacağımız yarım yamalak anayasa çalışmalarının neticesinde yine kadük, yine yeniden işlevsiz bir sonuca ulaştıracak olan çaba v didişiyoruz yahu biz okumasının garabetliğidir belli etmeye çalıştığımız.

topyekün bir değişim, bir sonuç için balkon konuşmalarında sallanıp durulan veciz sözlerin, büyük vaatlerin nasıl dönüp dolaşıp aynı temcit pilavından başka bir kaşıklama, bir zaman öldürücü haline dönüştürüldüğünü meydana çıkartan neticelerdir bu meram sahasında denklemeye çalıştığımız. zehir zemberek sözleri dizip durarak akılara ziyan çıkarsamaları duyumsatarak, biteviye tekrar ederek ensemizde pişirilen bozaların pek de hayırlı olmadığı anlaşılır kılacaktır. gidişatımız hamdolsun cehennemden halliceyken esef duyup utanmayı kendilerine reva görmeyenlerin, işlerine gelmediğinden akıllarına getirmeyenlerin hiddetle ama dikenli, sinkaflı sonu gelmeyen bir öc alma çıkarsamasının lafazanlıklarının tortusu ileri demokrasi vesikamızın ne kadar yalan nasıl da kof olduğunu özetleyecektir. bir taraf olmaya gerek olmaksızın, bir şeyleri görmek için sadece vicdanından geçenleri önemseyenler için. şartlanmışlıklara göre değil, aslının o olduğunu bilenler için durum budur!! olağan hayat akışında, rutinin dehlizlerinde karşı karşıya kalınanların, yüzyüze bıraktırılıp hadi çöz bakalım bu kördüğümü diye tahayyül edilenlerin, o yolla kesiştirilenlerin daha siz söze başkarken devreye girip, necefli marşapadan hallice bir görünümle araya sıkıştırılan, tahakkümlerin çoğulculuğunda bu kadar çokluğunda muktedirce sahiplenilen uyaranlar edimi bir görünüm tamamlayıcısı olmasının yanında kimi neyi ön planda tuttuğunu, dolambaçsız yalın bir biçimde sunumlandıran bir sahanlığı meydana çıkartır.

hiddetin atbaşı gittiğini, şiddetin övüle övüle bitirilmediğini, baskıcı olmanın büyük bir hakediş, derdestliğin münferit, soykırma teşebbüslerinin kaza, lafazanlığın istisnasız bir politik duruş gereği olarak tanımlandırıldığı güncellikte uyaranların, uyarıcıların açtığı perspektif, sundukları özetleyiş, hangi arada hangi derede neler başa musallat edildiğini, bizler ancak birisine yanarken, birisine yoğunlaşırken sahnenin nasıl başkalarıyla donatılabildiğini netleştiren bir görüngü hasıl olur. sistemin getirdikleri sistem diye belletilenin açıklarının kapatılması bir yana, artık yama tutmayacak müdahalelerle nasıl da korunaksız, tel tel dökülen bugünü kurtardık yarın da bir yol bulunur elbette, nasılolsa beklentisinin açıverdiği, vurdumduymazlık bahsinin, çözümsüzlük kararlılığının, tıkır tıkır işleyen demokrasinin bu taraf, bu cephede hemen hiç de öyle olmadığını afişe eden durum v olguların birlikteliğini yalın bir biçimde anlaşılır adleden, çıkarsamayı mümkünatlar dahiline sokandır uyaran silsilesi. cenahın dönüşümünün, gelişiminin bir hakkaniyet uzamındansa, uzlaşı bulunmasındansa hala öcü gelecek hepinizi ham yapacak kurgumasalının absürtlüğüne sırtını dayayan, kısıtlı o aralıktan hareketle iliştirilen, ilişmeye gayret edilen sorunlara karşı dokunursan yanarsın! bahsini diri tutulduğu bir korku tasvirciliği atbaşı gitmektedir.

uyarı olarak betimlenenlerin dünün vesayetinin, bugünün dünyasında yeniden biçimlendirilmiş hallerinin toplamıdır budur. bir ikirciklik türküsü tutturulmasına karşın iki adım ileri apar topar dört adım geri sonra her şey bir daha, bir kere daha yinelendiği, tekrar edildiği kararsız kazımlığın dört nala boyuna servis edildiği bir ülke resmi karşımıza çıkmaktadır. bir fabldan daha fazla hayallerle durumu idare etmeye hazırlıklı ama bir gerçeklik bahsi söz konusu edilebilmesinin hemen hemen çok uzağına tekabül eden hareketlere, çıkarsamalara, yönlendirmelere peyderpey ev sahipliği yapılan bir cenahtır burası uyaranlar kasabası. korkunun olağan, suskunluğun elzem, muhalifliğin dış mihrakın kuklası, endişe etmenin ideolojik, tahlillere girişmenin, teşebbüs etmenin vatan hainliği, bir şeyleri dönüştürmenin ütopya her yeni gün için umut barındırmanın, yük edinmenin fasarya, boş boş laf salatalarına karın tokluğunu ikrarın, örneklerle belleğe kaydetmenin işittirmenin kısacası hayatın yalın gerçeklerini sunma gayretinin provokatörlükten teröristliğe kadar uzanan bir secerede yaftalandığı bir cenahtır burası uyaranlar kasabası. akil olanı değil hep tek bir seçeneğimiz, tek bir çıkışımız varmış gibi gösterilerek  muktedirliğin her olur dediğine, her hedefleyişine, her teşebbüsüne kayıtsız şartsız biatın adının konulduğu yerdir burası uyarmayı, daha iyisi için değil esas resmin sunageldiklerinin önüne kurulmuş karton, kagir, beton duvarların önümüzde sunumlandırıldığı, plastik hayatların kullan at pratiğine teslim olup hemen hiç sorgulamayan, düşünmeyen, durup da neler oluyor bahsini bire türlü açmayan bir ahval, bir sahanlık olarak neticenin bağlaçlarından değerlendirmek mümkündür.

bugünümüz dünümüzden sırtlandıklarımız, ağır yüklerimiz ile yaşam mücadelesinde yeni evrelerin arşınlandığı bir sathtır. kolaylıkla sindirilmeyecek nice tahakkümün, dayatımın pattadanak olurunun, fermanının imzalandığı bir yurttur burası. hizanı bozma, yoldan kazara da olsa çıkma, karşı gelme, direnç gösterme, ses etme, bunca mesnetsizliğe karşı kılını kıpırdatma, ucu sana dokunmuyor fasılasına kan, sürüden ayrılma, niyet et, aklından yürüt ama dillendirme, niyet et, sebat et ama asla delirtici olana karşı vicdani olanı seslendirme, teşebbüs dahi etme, afedersin kardeşim dediğimiz zaman matah bir şeye değiniyormuşuz gibi sevin. bunca yoksayışa, bunca kindarlığa karşın her akşam senin için revize ettiğimiz, haberlere bitmeyecekmiş gibi ekranı zapt ettirdiğimiz salla pati dizilere, sonu gelmeyen yarışmalara takıl seyret v unut gitsin. unut gitsin bütün hüsnü kuruntularını vs. şekillendirilen bir özetin özeti ilave edilebilir sanırız bu bahiste. bahsedişte. görevini layığıyla yerine getirirken ahmet’i mehmet’i birbirinden ayırmadan vuranlara, parçalarına ayrıştıranlara sahip çıkıp sorumluları bulmaktansa tanzim ettik, özür diledik – sormayı terererelerin ekmeğine yağ sürmeyin münasebetsizliklerinin bir şekilde arkasına saklanarak uyarılarını yineleyen haksızlık karşısında susmanın dilsiz şeytanlık olduğundan bahisler açıp dururken kendi tezini ivedilikle çürütmeye böyle amade olanların yurt bildikleri kara parçasıdır. kara parçası diye kakaladıkları yeryüzündeki cehennemimizdir. [sıfır ideolojik tespit]

hakkaniyetin değil yok sayıp tefe koymanın, yaftalamanın, adaletin değil çalakalem bir tasvirin karşılığın, demokrasinin değil handiyse içi boşaltılmış ibret vesikalarına zemin edilen bir yer burası. topyekün tekil bir cümleyle özetlenecekse bu yer, derdin tükenmez, acının sonu gelmez ama muhalif olmanın hala boynunun devrilmesine çabalanılan, tezatlıklarını sergileyenlere dokunursan muhakkak yanarsın yollu bahislerin açılabildiği bir sahanlıktır bu uyaranlar kasabası. sözümona uyarılarını kendilerince yineledikçe daha fazla cana kastın zuhur olduğu bir cinnet ül arzdır burası. eveleyip, geveleyip, lafı döndürüp habire dolaştırıp sonunda kördüğüm kılarak biz başta kime çemkiriyorduk yahu diye ikilemlere düşülen, pespayeliğin, körlüğün dozu arttıkça barışın, adaletin, özgürlük v bilmukabil edimlerin koşaradım boşa çıkartıldığı içeriğinin yok edildiği anlamından uzaklaştırıldığı bir cenahtır burası. cerahat durmadan yaygınlaşmasını sürdürürken hala takıntılı, hala tekçe takıntılıklarla, tanıklık ettirilen zamanın ruhuna bunca iğfal söz konusu edilirken her şey yolunda, her şey rutininde v kararlılıkla ilerliyoruz biz türküsüne sahip çıkıldığı bir ülkede utanç vesikalarından kurtulmaya daha kaç vardır, kaç zaman? komplo teorilerinin, bakınız biz olmazsak takla da da atamazsınız, zararsız gazımızdan da yiyemezsiniz, deprem olduğunda evsiz kaldığınızda saray gibi çadırlarda, konteynırlarda unutulsanız da kalırsınız gibi bir devamlılık silsilesi içerisinde olup bitenin hep o kırmızı çizgilerin dışını arşınlayanlardan kaynaklanıyor okumasının başımızdan eksik etmezliği artık tescilli bitleri görmüyor musunuz?

bunca viranlığın vuku bulabiliyor olması, birer vakia haline dönüştürülebilmesindeki bu yetkinlik gerçekten olup biten karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır veczini doğru çıkartmıyor mu? neresinden başlayıp, nasıl ilerleyesiniz ki utancu çoğaltan hiddeti yücelten, öç almayı hala kan üzerinden söylemlerin haklı bir savaşım, uğraş olmayacağı olsa olsa yaşadığımız yerde azrail temsilciliği olduğunun altını kalınca çizebilelim. ilaveten bir şey yazmaya gerek olmaksızın işittirebilelim. bunca acı bir toprağa yetmezmiş gibi daha kötüleri için kararlılıkla mücadele, bir şekilde taviz vermeden sindirme, dirayet için linç ettirme, yaşatmak için değil öldürmek için çana, ilerletildiği varsayılıp durulan demokrasi olgusunun bunca kadükleştirilmesi hayatın toz pembelikten zifir karanlıpa doğru meyil ettirilmesi kutsanması hiç öi canınızı yakmamaktadır. hiç mi canınızı acıtmamaktadır? gelip vardığımız noktanın ehven bir örnek olmadığı bir çaba neticesinde takdirlik bir seviye olmadığı apaçık ortadayken cana değer vermek, oncu buncu, ötekici berikici diye ayrıştırmadan, buna tenezzül edenlere yüz vermeden, bir aralıkta mümkün olabilecek midir? ceylan önkol, uğur kaymaz, serap eser, orhan, karker, bedran encü, salik ürek vd. turan dursun, uğur mumcu, rahip santoro, hrant dink vd. dağlarda ölen askerler v gerillalar vd. bitmeyen ikilemler hesaplarla kitaplarla hedef göstermelerle ötekileştirilenler her an dış kapının mandalı bellenen, bellenecekler v bu toprağın has bileşenleri olarak yaşam süren sessiz kitlelerin arda kalanları için düşünmek, harekete geçmek, böylesine arsız uyarmalardan gına geldiğini artık duyumsatmanın vakti henüz gelmemiş midir?

edi bese, artık yeter, it is enough, aylevis kı pave. bildiğmiz, unuttuğumuz nice dil ile dur! imine sahip çıkıp söze katmanın, tiradlarını oynayanlara karşı sağlam bir duruş sergileyebilmenin, hayata sadece hayata sahip çıkmanın vakti bu cehenneme döndürülüp her defasında cennet olarak tasvirine girişilen bu yurtta henüz gelmemiş midir…. hala gelmemiş midir?…   

>>>>>Bildirgeç
Neden Kültürel Çatışma? – Erdem İLTER*

Samuel P. Huntington, “Medeniyetler Çatışması” makalesinde Soğuk Savaş sonrası süreçte çatışmaların ideolojik veya ekonomik temelde değil, “kültürel” temelde olacağını belirterek, “Doğu” ve “Batı” medeniyetlerinin kültürel farklılıklarının potansiyel çatışma kaynağı olduğu tezini işliyordu. Buradaki problem, Doğu ve Batı toplumlarının kendi içlerinde yeknesak ve çelişkisiz olmaları gibi bütüncül ve sorunlu bir analizin yanı sıra ayrıştırmayı kültürel kodlara indirgemenin kolaycılığı ve faydacılığında da yatıyor kuşkusuz. (Kültür Savaşı’nın merkezinde dinin olduğunu akılda tutarak devam edelim.) Amerika ’da, 2008 seçimleri öncesinde Cumhuriyetçilerin eski kongre üyesi Robin Hayes, Obama’nın “gerçek Amerikalı” (bkz. Türk Sağı’nın “millet” tanımı/vurgusu) olmadığını, liberallerin çalışan, kazanan ve Tanrı’ya inanan Amerikalılardan nefret ettiğini söyleyerek tartışmayı kültürel alana çekmeye çalışmıştı. Ama Amerikalıların oy tercihini “guns and butters” (ekonomi) ve Irak Savaşı belirlemişti. Obama propagandasını ekonomi, özgürlükler ve Irak Savaşı çerçevesinde yürüterek seçimden galip ayrılan taraf olmuştu.
Türkiye ’de de benzer türden kolaycı, faydacı ve toptancı bir analizin bugün AK Parti tarafından yapılarak, çatışma alanlarının değiştirildiğini ve siyasal mücadelenin sınıflar arası çelişkilerden, ekonomik ve demokratik boyutlarından kopartılarak, ısrarla geleneksel aidiyetler ve kültürel kodlar üzerinden yürütülmeye çalışıldığını düşünüyorum.
Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu ile benzer kültürel kodlara, düşünce sistemine sahip olan ve kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan Erdoğan’ın önünde iki seçenek duruyor. Birincisi güçlü karizmasını ve güvenilirliğini kullanarak toplumu dönüştürmek, ikincisi Türkiye toplumunun mevcut yapısını muhafaza ederek kültürel kodları belirginleştirmek. İkinci seçenek, hep yedekte tutularak, ekonomik ve sosyal ilerlemenin durduğu noktalarda piyasaya sürüldü.
Erdoğan, Türkiye toplumu ve dünyadaki aktörler nezdinde muktedir olarak görüldüğünün ve bunun getirdiği olağanüstü sorumluluğun farkında. En ufak bir zafiyet ve başarısızlık görüntüsünün karizmasını “çizeceğinin” idrakinde (Gülen Cemaati’ne, “hizmet”, bu kadar sert çıkmasının nedeni de burada aranmalı). Erdoğan bu noktada “ustalığını” devreye sokuyor ve kendisini zor durumda bırakacak konuların (özellikle ekonomi ve dış politika) üstünü ülkenin kadim tartışma ve çatışma konularıyla örterek gündem dışı bırakıyor. Bu sayede ana tartışma konularımız kendi tabanı dahil diğer bütün alt sınıfları dezavantajlı konuma düşüren sorunların üzerinden değil, “kültürel çatışmalar” ve modernler-gelenekçiler kamplaşması ekseninde yürütülüyor. Tartışmalar bu minvalde yürütüldüğü ölçüde kendisini geleneksel cenahta konumlandıran büyük kitleye ulaşmak, muhalefet için neredeyse olanaksızlaşıyor. Güncelden örnek vermek gerekirse, geçen haftanın iki önemli meselesinden biri “devlet tiyatrolarının kapatılması” iken diğeri “özelleştirme yasası” idi. Toplumun çok küçük bir azınlığının gündelik hayatının parçası olan tiyatro haftanın ana tartışma konusu olurken özelleştirme yasası gibi bütün toplumu birinci dereceden etkileyen bir konu doğru düzgün gündemde yer almadı bile. Oysa yeni kabul edilen yasayla, özelleştirmeyi Anayasa Mahkemesi bile durduramayacak artık. Bundan en çok patronların ve hükümetin elit kanadının memnun olduğu ve “kamu yararı”nın artık nostaljik bir kelime olarak kalacağı malumunuz. Tiyatro önemsiz bir konu değil fakat bu kavgada muhaliflerin, muhafazakâr milliyetçi cenahta ulaşabileceği, etkileyebileceği bir kitle mevcut değil. Oysa muhalifler, özelleştirme yasasını gündemleştirerek, bütün tabanı iş insanlarından oluşmayan ve toplumun alt katmanlarında geniş bir kitleyi oluşturan AK Parti seçmenine de hitap edebilirlerdi.

Dinsel, kültürel
Erdoğan, kültürel zeminde, “Anadolu’nun bağrı yanık bir çocuğu” olarak eline kimsenin su dökemeyeceğini çok iyi biliyor. Çünkü halkın yüzde 80-85’inin muhafazakâr, milliyetçi ve dindar kodlara sahip olduğu bir toplumda, siyasal gündemi kültürel yapı üzerinden oluşturduğu sürece kaybeden taraf olmayacaktır. Bütün bu dinsel vurgularının, imam hatip meselesini kör göze parmak sokar mahiyette ele alarak rakiplerinin sinir uçlarına, taraftarlarının bam tellerine dokunmasının en önemli sebebi, kültürel alandaki kavgayı sıcak tutmak istemesinin sonucu.
Kültürel çatışma şu ana kadar ufak tefek aksaklıklar dışında gayet başarılı bir şekilde yürütülüyor. Bu başarıda rakiplerinin kendilerini her irrite eden konuda tam da Erdoğan’ın istediği türden tepkiler vermesinin etkisi yadsınamaz. Neoliberal politikaları katıksız yürüttüğü bir dönemde, TÜSİAD ve DİSK’i aynı zeminde buluşturabilen usta bir kabiliyet var önümüzde. Hatırlayacağınız üzere, DİSK 4+4+4 tartışmasında laik prensipler adına sokağa dökülmüş ve ertesi gün gelen yüzde 18’lik doğalgaz zamlarına karşı koymaya mecali kalmamıştı.
Bu dönemin en çok parlayan bakanının Ekonomi, Sanayi veya AB Bakanı değil de, İçişleri Bakan’ı İdris Naim Şahin olmasının bir tesadüf olmadığı böylece açığa çıkıyor. Erdoğan, “endişeli modernlerin” sinir uçlarına dokunan çıkışlarıyla, Şahin ise milliyetçilerin içinin yağlarını eriten ve Kürtleri, solcuları, liberalleri adeta tahrik eden “gaflarıyla”, AK Parti’nin kültürel hegemonyasını geniş sağcı kitle üzerinde sağlamlaştırıyor.
Suriye meselesini Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği üzerinden, bertaraf ederken benzer şekilde Kürt meselesini artık bir hak ve özgürlükler meselesi olarak değil domuz yiyip yememe meselesi, Zerdüşt veya Müslüman olup olmama meselesi olarak tartışmaya açarak bağlamından kopartıyor.

Tarafların keskinleşmesi
Sonuç olarak, hükümet önümüzdeki seçimlerde ve Anayasa yapım sürecinde tartışmaları olabildiğince kültürel kodlar üzerinden yürütecek ve her iki cenahta da safların sıklaşması, tarafların keskinleşmesi için mücadele edecektir. Kültürel reformların sadece örtü amaçlı kullanıldığı tezi tabii eksiktir fakat Erdoğan’ın buradaki mücadeleyi bu kadar sertleştirmesinin ve uzlaşmaz, otoriter bir tavırla yürütmesinin sebebinin pragmatik ve kolaycılığa kaçan yönü kesinlikle gözardı edilmemeli.

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bireyi neredeyse dakika sekmeksizin nefessiz bırakışı karşısında hala “akil” olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural ve kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınabilmesi. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle, koşar adım kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor günahıyla sevabıyla. Kelam sıklıkla dile getirilenlerin kuru kuruya çalakalem tekrarından ibaret değildir öyle değildir. Meram sahanlığın yanıbaşında her durumda ilave edilebilecek sözler vardır. Anlatılası, iliştirilesi, kelamlar birbirine denk getirilip bilindikliği sağlanası anlamlar… Erdem İLTER’in Radikal 2’de yayınlanmış olan Neden Kültürel Çatışma? başlıklı yazını meram sahanlığında seslendirmeye gayret ettiklerimizin tamamlayıcı öğeleriyle dikkatle okunası bir metni oluşturuyor. Fikriyatın derinleştirilmesi, sadece tekil bir doğrudan daha fazlasının varlığına şahitlik v daha fazlası için Erdem İLTER’in v Radikal Gazetesi’nin anlayışlarına binaen metni sayfamıza iliştiyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmalarıyla İlgili Uluslararası Sözleşme – İnsan Hakları Derneği
Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Dünya Çapında Gazetecilere Yönelik Saldırılar – Uluslararası Af Örgütü – Amnesty International
Uludere’yi Unutma! – Emrah DÖNMEZ – Youtube
Neden Kültürel Çatışma? – Erdem İLTER – Radikal 2
Kahrolsun Sınır Kaçakçıları – Kadir CANGIZBAY – Birgün
Yatıyoruz, Kalkıyoruz, Uludere Diyoruz! Ya Siz? – EKolektif
Ayna Ayna Söyle Bana – Işıl CİNMEN – Bianet
Otuz Üç Kurşundan Otuz Dört Bombaya – Doğan DURGUN – Özgür Gündem
Silahlı İktidarla İktidar Sinizminin Buluşması – Mithat SANCAR – Açık Radyo
Öldürürüz, Zorda Kalırsak Parasını Veririz – Yücel SARPDERE – Evrensel
Hayvanî Üslup – Roni MARGULIES – Taraf – DYH
Uludere ve Kürtaj – Köksal AYDIN – Muhalefet
AKP’li Vekiller: İçişleri Bakanı Görevden Alınsın – Emek Dünyası
Kutsal İttifak – Yıldırım TÜRKER – Radikal
İdris Naim Şahin: Karikatürleştirilmiş Otoriterizmin Karanlık Öznesiyle Mücadele – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Murathan Mungan: Keşke İdris Naim Şahin Yalnızca Bir Şaka Olsaydı – Sibel ORAL – Taraf – T24
Bir Katliamın Getirdikleri – Eleştirel Abi – Eleştirel Medya Günlüğü
Müslümanlar İçin Çağrı – Uludere İçin Adalet
‘Roboski Dosyası Kapanmayacacak’ – İMC
Komutanını Savundu – Birgün
Anayasa Yalanı ve Roboskî Gerçeği – Ayhan BİLGEN – Yeni Özgür Politika
ICAD, Avrupa’da Kayıpları Andı – ETHA
Bir Ülkenin Nurettinleri… – Nuri FIRAT – Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Hades’in Tulgası Ya Da Poşu – Ayşe FIRAT – Bijwenist
Medya Klara’yı Neden Çok Sevdi? – Yetvart DANZİKYAN – Agos
‘AKP Kürde, Kadına, Bilime Düşman’ – ETHA
‘Dink Cinayetindeki Kamu Görevlileri Neden Korunuyor?’ – ANF
‘Yargısız İnfaz Ettiler’ – Agos
Bu İkinci Sürgün – Selçuk ASLAN – Bianet – Yüksekova Haber
Kum, Çakıl Örgüt Şifresi Oldu! – Hişyar Barzan ŞEREFHANOĞLU – ANF
Hoşgörü… İnadına.. – Ferhat KENTEL – Taraf – DYH
Malumun İlamı Meselesi – Mıgırdiç MARGOSYAN – Evrensel
Faşizm Gerçekleşirken… – Gün ZİLELİ – Jiyan
Yaşasın Halkların Kardeşliği – Birgün
Leyla Zana’ya 10 Yıl Hapis – ETHA
Deniz Türkali: ‘Öcalan’a Özgürlük Kürtlere ve Türklere Özgürlüktür’ – Köxüz
Yolcu Otobüsüne Irkçı Saldırı – Emek Dünyası
Anarşi Tutsak Alınamaz – Devrimci Anarşist Faaliyet – Internationala Forum
“Operasyonun Sorumlusu Hükümet” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Yandaş Sermaye Hep Bir Ağızdan ‘Milli Derecelendirme’ Diyor – soL
Ekonominin Suçluları… – Nihal KEMALOĞLU – Akşam
Başkanlık Sisteminin Riskleri  – Sivil Anayasa, Riskler ve Olasılıklar – Açık Radyo
Savaş İkliminde Kokan ‘Adalet’! – İbrahim AÇIKYER – ANF
Genel Af Gene Laf Mı? – İrfan AKTAN – Birdirbir
Cezaevi Önünde Eylem – Yeni Özgür Politika
‘Grev Yasak’ Mı Demiştin Başbakan? – Evrensel
Bir Fikri Egzersiz: “Hava Döndü” Mü? – Foti BENLİSOY – Jiyan
Krizde Sol, Solda Kriz – Murat ÇAKIR – Emek Dünyası
Terör û Rerörürü û Jaleciğim – Özgür AMED – Bijwenist
“Durduğumuz Kabahat!” – Hakan TUNÇ – Ajans Amed
Kıvılcım – Sezin ÖNEY – Taraf – DYH
Hâkim Gülünce Sıkıntı Olmaz Sandım – Özgür MUMCU – Radikal
Dersim’de 3 Öğrenci Tutuklandı – İMC
Ülkemin Hakikati – Özgür OKTAN – Şakran 1 Nolu T Tipi Cezaevi – Özgür Gündem
Demokrasi Mücadelesi – Mesut ODMAN – soL
Sísyphos’tan Beter Olmak – Ahmet A. SABANCI – Jiyan
Acının Dibinden – Bülent USTA – Birgün
Suskunlar… – Berxwedan YARUK – PolitikART
“zamansız”ın zamanı mı? – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Omurga Bozukluğu – İlhan Kamil TURAN – Muhalefet

Christian Naujoks’ Official Artist Page via Facebook
Christian Naujoks: “It’s A Very Transparent Approach” – Walter W. WACHT – Electronic Beats
Christian Naujoks Presents “True Life / In Flames” via PlayGround
Asa Official Artist Page via MySpace
With Joyful Lips Official
Asa & With Joyful Lips – FPL003 Preview via Fent Plates’ Soundcloud
Darkside / Clown And Sunset Official
Nicolas Jaar’s Darkside via Gorilla vs. Bear
Darkside – Darkside EP Review By Brian HOWE via Pitchfork
Skyge Official Artist Page via Soundcloud
Skyge via Bandcamp
Skyge & Horcrux – Cabal EP via Horcrux’s Bandcamp
Clubroot Official Artist Page via MySpace
Clubroot / LoDubs Records
Clubroot – Scars/Hellion – Review via MJBlount
Dark Sky Official Artist Page via Facebook
Dark Sky via Twitter
Dark Sky – Black Rainbows EP Review By Shawn REYNALDO via XLR8R

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromosMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Lost Looks / Bora ALDEMİR / Flickr
Bora ALDEMİR Flickr Sayfası

>>>>>Poemé
    Cıgarayı Attım Denize – Cemal SÜREYA

    Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüyoruz
    Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
    Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
    Bir akdeniz şehri çıkabilir içinde
    Alıp yaracak olsa yüreğini
    Şimdi bir güvercinin

    Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
    Önünde durulacak tam elinden tutulacak
    Hangi bir elinden güzelim hangi bir
    Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
    Öbür elinde yetişkin bir günışığı
    Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
    Çalışan insanlar için akşamlara kadar
    Toz duman içinde
    Bir elinde de boyuna ekmek kesiyorsun

    Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
    Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
    Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
    Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
    Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
    Bir cıgara atmışsak denize
    Sabaha kadar yandı durdu

    1954
    Cemal SÜREYA
    (Üvercinka)
Kaynakça: Şiir

Older Entries