>Deuss Ex Machina # 261 – Thousands Of Thoughts Searching Right Words

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_261_–_ Thousands Of Thoughts Searching Right Words

20 Temmuz 2009 Pazartesi gecesi “banttan” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Brock Van Wey-White Clouds Drift On And On (echospace [detroit])
>1<-Tomasz Bednarczyk-Little Spring (12k)
>2<-Brock Van Wey-White Clouds Drift On And On (echospace [detroit])
>3<-EOC-Linkage (Ai Records)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>4<-Clubroot-Nexus (Lo Dubs)
>5<-2000F-Summer Rain (Kraken Recordings)
>6<-Ill Boding-Unkut (Bass Punch Records)
>7<-Brackles-Get A Job (Apple Pips)
>8<-Joker And Ginz-Purple City (Kapsize)

>9<-Mahanee vs. Von D-S.A.G.E. (Destpub)
>10<-Skepta-Are You Ready? (Feat. Wiley) (Boy Better Know)
>11<-Richie August-Ba Boh (Savory Audio)
>12<-AC Slater-Calm Down (URB Magazine's Scion Sampler)
>13<-Dub Crookz-Boot Camp (Stupid Fly Records)
>14<-Rob Sparx-Sludge (Audio Freaks)

Thousands Of Thoughts Searching Right Words (261) – Resim Çok Parçalı Önümüzde Duruveriyor. Kesitler Karmaşıklaştırılmış Düşünceleri Bir Hizaya Sokabilir İse, Kaçırdığımız Nice Trenlerin Arka Arkaya Biriktirdiği Lâkinlerin Çözümüne De Vakıf Olacağız. Kısmetten Uzakta, Haktan Bahsedilecek Nihayetinde, Sorumluluk İlgilileri Danışmaya Bekliyor. [Kulağı Dört Beş Açık Aşırtması-%3otuz]

>>>>>Bildirgeç
Sessizlik. Tüm bezirganlıklar ve kakafonik yankılanmaların bir anlığına da olsa gizlendiği, uzaklarda bırakıldığı bir vakit. Gerisin geriye tekrarlardan medet umanların, ne denildiğini değil ne kadar fazlaca gürültü çıkartıldığına dikkat kesiliverenlerin nezdinde, lazımgelen hadisenin tanımı. Kıstas ve kıssaslar ile beraber topluca içinden çıkılamazı tanımlandıran hayat gailesinde oldu bittilerin, farkındalılığına da ulaştırmayı kolaycıl kılan, ta kendisi. Yanlışların doğru olarak sınıflandırılması bir yana, her ses vereni aniden düşmanca yaklaşımla, kendi çöplüğü içerisinde ötmesi başka alanlara hele hele muktedirlere ve yetkiyi ellerinde tutanlara bulaşılmaması konusunda ikaz edicilerin etkin kalabalıklığında hakkın kendi kendiliğinde alınamayacağını idrak ettirendir sessizlik. Kolaylaştırılacağına giderek daha fazla zorluğa, engellere açık kapı bıraktırılan düşünsel sahanın, varlığı kabul edilmiş doğruların, mücadelesi verilmiş, hakkı görünürde kazanılmış pek çok konunun merkezinde de derinden yayılan bir durum sessizlik. Biri veyahutta ötekisinin değil sadece, herkesin taraf olduğu, taraftar olduğu konuların ortak çıkarsamalarla beraber şekillendirilmesi ve çözümlenmesi için gerekli olan çabadan uzaklaşıldıkça daha makul seviye ve derecede kabul görülen bir görmedim, duymadım, bilmiyorumculuğun vesikasını belirginleştirendir sessizlik. Azaltılmış duyarlılıklardan medet umulamayacağının dosdoğru dışavurumudur. Kabul edilip her daim sineye çekilmeye devam edilenlerin gün gelecek farklılıkların bahsini bile açamayacağımızın da işaret fişeğini sağlayandır. Ne de olsa yolumuz ve rotamızın durmak olmadan ilerlemek olduğundan dem vurulan bir yönetişmin içerisindeyiz.İlerleyebilmek için önce elimizdekileri ne kadar uygunca, ne kadar orantılayarak ve ne kadar içimize sine sine kabul ettiğimiz, uyguladığımız gerçeğiyle yüzleşmeli, karşıtlaşmaya alışkın olduğumuz kadar, ortak izana ve yola ulaşmaya çaba sarf etmemiz gerekliliğinde uzlaşmalıyız. Uzlaşıp, kaf dağının ardındakine ulaşmak değil burada bahsettiğimiz genel geçerliliğinde süreklilik arz etmekte olanı, görünür kılınan sorunlara dair gerekli çözümleme çabasına olan itikati ve inancı paylaşmak. Fikri paylaşım noktasından, ilk başlangıcından itibaren destekleyebilme sessizliğin ardına saklanmadan, ferahfeza bir biçimde endişeleri ve yorumları sakınmadan çabalanmaların kendisi bu uzlaşımı beraberinde getirecektir. Makul sanılanın, aslında hiç de öyle kolay olmadığının bilincinin de aşılanmasına vesile teşkil eder sessizlik. Kör bir kuyuda çığlıkların duyulmaz kılınmasının, insanları birbirlerine daha fazla cepheleştirilmesinin ardılında yatanı, geçerlilik nedenlerinin ne olabileceğini ve dahası nasıl bu kadar kötücül olunabildiğinin, yaftalara sahip çıkıldığının karşılığını sunumlandırılması , vakıf olunmasıdır sessizlik. (Deja Vû-Sanrısız Düzenleme)

Seyretmeye vakıf olduğumuz, ekranlardan gözümüze değil zihnimize empoze edilmeye çalışanların da kötürüm bırakılmışlığını algılayabilmeyi de sessizliğe bağlı olarak irdeleyebilmek mümkün. Hasıl olan kısacık zamanlarda unutmaya yüz tutacağımız, bela okumaya devam ettirileceğimiz, kim olduğumuzun değil ne cins insanlar olduğumuzun, nasıl muazzam ötesi varlıklar olarak biraz daha belanın uzaklarına kalmaya devam ettiğimize şükreder hale gelmemizden dem vurulabilir. Gördüğümüzü sandıklarımızın nasıl ambalajlandırılarak, cicili bicili paketlerde tam bir vurgun hamlesi olduğunu görmezlerden gelip, teğet geçen her tehlikeden sonra, vur patlasın çal düşmanlar çatlasın sahteciliğine kasıtlı olarak katılım gösterdiğimizin, kayıtlı olduğumuzun, zorunlu kılındığımızın yansımasıdır. Velev ki, doğru olduğunda kani olduğumuz bir konuda dahil türlü çeşit yönlendirmelerin, sağından solunda çekiştirmelerin, esası ne konuşuyorduk biz kısmının bir türlü reklam aralarından gelmediği, getirilmediği bir sirk dünyasında ,’sessizlik’ bir başına pek çok şeyin kapsandığı dar alanlar hakkında bilgiyi sağlayacaktir. Olduğundan farklısına yaklaşımın konu ne olursa olsun değişmediğinin bilinciyle karşılaşılmasıdır. Kargaşanın ve kuru gürültünün altında saman altında yürütülen suların seslerinin işitilebilirliğidir. Dosdoğru sonuçlar kısmına geçmeden makbul olanın ne tarz standartlara bağlandığının ifşaatıdır, bu eşikte vuku bulmakta olan. Kuvvetle muhtemellerin ve salt düşmanların boyunduruğunda bir adım atamıyor olmamıza karşı kendi içimizde bile tereddütten, endişeden elimizi eteğimizi çekemiyor olduğumuzu, düşmanımızın ta dibimizde bitmiş örneklerini tasavvur etmeye, işaretlemeye gayret edildiğinin sunumudur. Yitirilenleri ne uğruna yitirdiğimizin tam manası ile anlamlandırılamadığı, üstünkörü bir taziyenin verilmiş onore edici bir unvan olduğu sanrısında resmiyete kavuşturduğumuz bölük börçüklüğün şekilsizliğinin ve de şemalsizliğinin görünür kılınmasıdır. Sessizlik, muvazzaf asker oğlunun, babasının rütbesinden dolayı orduevinden alınmamasından dolayı kaçak girmek istemesinin bedelini canıyla ödemesinin karşılığıdır . İnsan canının bu kadar kolay harcatılabileceği, duvarlara, hiziplere, rütbelere bu kadar bağımlı kalma konusunda ısrarcılığın neticesinin yitirilmiş gencecik bir beden karşısında ıssızlaşılmasıdır. Kuvvetleri ve erkleri, sıraya dizmenin geçerliliğinden hala medet umulması, tenezzül etmeseydilerin kolaycılığına kendilerini kaptıranların lafazanlıklarının duyulması da cabası. Öte yandan da pek muhteşem sivillikle ördüğümüz demokratik hayatlarımız dahilinde de bu örneğe benzer şekilde kuralların işlediğinden dem vurulasıdır. Neredeyse Allah’ın her günü didik didik edilip, orasından burasından çekiştirilip, sündürüp gerekirse ısrarla çiğneyip takdim edilen, bayağılaştırılmaya çaba sarf edilen elim bir cinayetin faillerini bulabilmek konusunda yetersizlikten dem vurulmasının karşılığında, büyüğümüzün buyurdukları gibi “kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” sığlığında yanıtların karşılık olarak takdim edilesi hale getirilmesi, sessizliğin içerisinde kopan fırtınaları umarız fark edebilmemize vesile teşkil edecek bir bağlacı sağlayacaktır.

Yaşamların basitleştirilip, birer ekran yanılsamasında, feleğin çemberinden geçenler garabetliğine mıh gibi tutturulmaya çalışılan, üzerinden rant elde edilmeye, seçmen kazanmaya, reyting kepazeliğini tam tavan noktasına kadar zorlamaya uğraşılan bir alan olmasından uzaklaşmadıkça sessizlik içerisinde bir o yana bir bu yana devrilmeye, sıraya çekilmeye devam edeceğiz. 7.4’lerin yetmediğinden dem vurulup usturup nedir bilmez bir söylemle uygar olmayı bırakın, insan olmanın bile hiçe sayılmasından, dahası kendi torunu yaşındaki insan evlatlarına sahip çıkanların çevirdikleri mendeburlukların izansızlığından yarım ağızla geçiştirilmesi konusuna, insanlık onurunun alınabilecek ayak kalmadığından kameraların önünden başlayıp hapishanelerin yüksek duvarlarının korunaklılığıyla gizli alanlarında kasıtlı ölümlere yol açan işkencelere ulaşmasına kadar birbirleriyle endirekt bağlantısı olmasa da vicdanların çürümesi söz konusu olduğunda geldiğimiz noktaları hatırlatması açısından bahsinin unutulmaması gerekli olanı tanımlandırır, şu içerisinde dört döndüğümüz kakafoniden de iyice sağırlaştığımız sessizlik çemberinin hatları. Belirginleşmiş olan kanıksanması bir an evvelinden haberlerin tüketilip, fırıldaklıkların pardon eğlence namzeti altında bayağılıkların deryalarına umarsızca yelken açılmasıdır. Ne gerek var sözlere, ne gerek var çarpıklıkların kolaylıkla sahnelendiğinden dem vurmaya. Tekmili birden uyuklamaya da, yaz mahmurluğunda yapış yapış devam. Kesif kokuların yayıldığı meselelerde yazdıklarıyla, yanlışları anlayabilmek için onlarca yönden hareket eden çözümlemelere girişen, tümcelerini kurarak izahatlara girişen Yıldırım Türker’in Radikal Gazetesi’nde yayınlanmış olan İdam Cezası Kalkmadı Mı? Başlıklı yazısından bir bölümü sizlerle paylaşalım:

İşkencecilerle işbirliği sabit görüldüğü için meslekten men edilmiş olan Dr. Nur Birgen, savcı ve hâkimlere verilecek olan işkence konusundaki eğitimin başına getiriliyor. Burada mizahi bir yaklaşım varsa, bu toplumun gülecek hali kalmamıştır. Birgen’in koordinatör olarak atanması üzerine Türk Tabipler Birliği, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı, çalışmadan çekildi. Yaptıkları açıklamada Nur Birgen’in, Uluslar arası Af Örgütü, Human Rights Watch ve Birleşmiş Milletler raporlarında işkence karşısında kötü hekim tutumlarına örnek olarak gösterildiğini belirttiler. Dünyanın gözünde ibretlik olmuş bir hekim bir kez daha, burada, aramızdan birileri tarafından baştacı edildi.

Evet, Güler Zere için İstanbul Adli Tıp Kurumu, ‘infaza devam’ raporu verdi. Nur Birgen’in imzasıyla. Avukat Engin Cinmen diyor ki: “Böylesi bir insanın cezaevi koşullarında bulunmasını uygun görmüyorum.

Bunun uygun görülecek bir tarafı da yok. Kanuna bakıldığında cezaevinde kalır ise, cezaevi açısından yaşamını tehlikeye sokacak bir durum var ise, hüküm tatil edilir, iyileştikten sonra yeniden devam etmek üzere diye… Kanun böyle der. Böylesi bir durumdaki bir insanın halen cezaevinde kalmasını vicdanen kabul etmek mümkün değil. Adli Tıp gibi kurumların raporlarının daha dikkatli ve kendilerine olan güvenilirliği sarsmayacak şekilde kaleme almaları gerekir. ‘Sağlık’, ‘ceza’nın önünde olan bir kavram. Kanun bunu böyle koymuş. Sonunda iş Cumhurbaşkanı’na kalmış. Bence Cumhurbaşkanı’nın buna el koyması gerekir.”

Yaşama hakkı tartışılmaz
Kimi uyanık okur, Zere hakkındaki yazımı okuyup Kuddusi Okkır’ın ölümünü neden tepkisiz geçiştirdiğimizi soruyor. Oysa zamanında, “ Paşa eskilerinin F tipine konması ve Kuddusi Okkır’ın gözlerimizin önünde ölümü cezaevleri konusunda çoğu boşa giden çabalarımıza ağırlık vermenin zamanı geldiğini söylüyor.

Basınımızı bu konudaki geleneksel umursamazlıktan çıkardığı için Kuddusi Okkır’ın tükenmiş gözleriyle bize bakışının, boşa gitmemiş bir ölüme işaret olduğuna inanıyorum.
Kuddusi Okkır’ı kurtaramadık. Ama henüz fırsatımız varken, kalanları kurtarmaya çalışmalıyız.” demiştik.

Ey külyutmaz okur, söz konusu yaşama hakkıysa, asgari insanlık borcuysa, taraf olunmaz.
Kuddusi Okkır da, Güler Zere de, nekahetine duacı olduğumuz paşa eskileri de bu durumda gözümüzde sadece hayatta kalması için gereken çaba gösterilmesi lazım gelen hastalardır.
Ama memleketimizde, yargı-devlet-tıp kolkolalığı içinde kimi insanların hayatı kurtarılmaya değer bulunuyor, kimilerininki bulunmuyorsa, vahşet hüküm sürüyor demektir.

Darbeci, andıççı, mühimmat depocusu kimi askerler kendilerine özel hastanelerden aldıkları raporlarla bir çırpıda tahliye olabiliyorsa, Güler Zere’nin tahliyesini sağlamak insan kalmaya niyeti olanların boynunun borcudur.

Hepimize yıllar boyu kök söktüren, astığı astık kestiği kestik, tehditleriyle hepimizi titrek eden askerlerin hepsi pek çürük çıktı. Yakındır, doğunun kanlı namlı Temizöz’ü de gidip GATA’ya çatlamış damarlarından birini gösterip tahliye edilir.

Pekiyi Güler ve hapishanelerde ölümcül hastalıklarıyla boğuşan diğerlerinin karşısına hep Nur Birgen mi çıkarılacak?
Cellatınız hep bu ibretlik hekim mi olacak?
Askerlerin tutuklanmasını rövanşist bulup ağlayanlar devletin bu korkunç rövanşı hakkında ne düşünüyor?
Cumhurbaşkanı; sizi insan biliriz. Konu gelip kapınıza dayandı. Güler’e yaşama hakkını geri verin. Yoksa onun bu fotoğrafı hepimizin sonsuza dek kâbusu olacak.” (20 Temmuz 2009)

Gözün gördüğü, kulağın işittiği ve dilin söze kattığı, tüm bu yeknesak edilmiş halleri manalandırmaya çalışmalar, olması gerektiği kadarının alt seviyesine bile, ne kadar uzaktan katılımcılık gösterdiğimizi ifadelendirmekte. Belirli olansa çabanın saklanılacak sessizlik duvarlarının arasında izole edilmeye de devam edilemeye uğraşılacağı, bu uğurda şevkle uğraş gösterilmeye devam edileceği. Duraksız, essiz ve amâsız bir ifadelendirmeye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu artık kanıksanmış klişelerle ifadelendirip tekrardan sunmak derdine değiliz. Kelimelere sığınıp ilintilendiklerimiz, paylaşmaya açmış olduğumuz her bir şarkının, bahsini etmeye uğraştığımız her bir ses örnekleminin vesair üretimin yolunda dizmeye çalıştığımız, neyi ne kadarına kadar idrak edebilmişiz sorusunun yanıtını bulabilmek? İletilmiş olanları bir anlık vakit öldürücü olduğu yanılgısından dinlendikçe, o tıkılı kaldığımız soluksuz hayat akışı dahil ve harici öğelerinde ne kadar ötesini görmeye meyilli olup olmadığımızı anlamlandırabilmek. Yoksun, elindeki ve avucundaki tek avuntunun müziğin sağladıkları, yazınsal metinlerin içerdikleri, görselliğini son raddesine kadar takipçisine armağan etmiş, yol gösterici olmuş sinemasalların sınırlı ulaşılabilirliği dahilinde edinimlerinden ötesine ortak çabalanımlarla ne kadar yaklaşabileceğimizi düşündürmek. Sık ve kendini aynı noktanın başına yürümek konusunda hedeflerinden sapmayan emin adımlıların dışında biraz daha farklı olana dair yorumlamalara girişebilmek, söz katabilmek en büyük gailemiz. Herkesleri tek rotada, ana akım avucutucularıyla idare ettirmeye, iki kelam fazla edilirse günaha girileceğini iyice düşünenlerin sinsice ortaladıkları, normalleştirmeye gayret ettikleri hilkat garibeliklerinin, mesnetsizlik diz boyu yakıştırmalarının bolluğunun dışında Deuss Ex Machina güncesi, radyo programı aracılığıyla alanın en dış kenarından bildirimleri gerçekleştirmeye, çabalanmaya ve çarklarını döndürmeye devam etmekte. Gündelik yaşanmışlıkların yıpratıcılığı ve düşündücü örneklerinin çokluğunun yanında müzik dinlenildikçe, dahil olundukça kendi ekseni içerisinde dinleyicisine yeterince verimli yollar sunmaktan kaçınmayan bir sanat disiplini, üst çatı. Gerçeklik ne kadar zorlayıcı olursa tüketilen kültürel metaların, ürünlerin de niteliklerinde değişkenlik o anki ruh halinize göre size uyum sağlayabilecek bir bütünlüğü sunmakta. Meraklısına kabilinden en umulmadıkkeşifleri, düşüncelerin kapısının çalınmasına yardımcı olunmakta. Bu bağlamda da bilindik çözümlemelere bağlı kalmadan rotasının dahiline eklediği her bir yeni tınısal bağlaçıyla alternatif bir müzikal izleği ortaya çıkartmaya çalışan Brock Van Wey’i tınısında , hayatı işlediği kurgulamalarının en son örneği White Clouds Drift On And On albümünün refakatinde sizlerle paylaşıyoruz. Techno, bir süreç dahilinde tanımının sürekli olarak geliştirildiği, yeni yorumlarla beraber değişkenlik kazandırılmış bir müzikal disiplin halinde dönüştürülmeye devam etmekte. İlkin çıkış noktasını tanıma kavuşturan düz elektronik seslerin üzerinden alınan yolların bugünün bir hat üzerinde onlarcasının pek çok farklı katmanda kurgulanarak zenginleştirildiği müzikal izleklere ulaştırıldığını belirtmeliyiz. Tekil partisyonların giderek daha karmaşıklaştırıldığı eklentiler, techno’nun salt bir makina müziği olmasının da ötesine ulaştırılmasında katkısı olduğunda da dem vurulabilir. Alameti farikasını da oluşturan güçlü endüstriyel seslerin dans edilebilir kurgularla paydalanmasının yanı sıra gerek son yirmi yıldır dinlence listesine dahil olmuş minimalist elektronik bakışımla gerekse de akustik öğelerden de ilham edinilerek kotarılan geleceğe yönelik atılımcı önermelere ulaşmak söz konusu. Teknolojik gelişime paralellik de taşıyan bir biçimde giderek daha derli toplu seslerin çıkması da techno’yu zamanın gerisinde bırakılmış bir müzik türü olmasının önünü aldığından bahsedebiliriz. Yönelişimler ve geliştirmelerin hasıl olduğu odaklarda can alıcı, etkileyici kurgular daim olduğu üzere kalıpların dışını zorlayan prodüktörlerin tüm çabalarının karşılığında oluştuğunu da eklemeliyiz. Varedilmiş sesler ve müzikal notaların sınırlılığını, tam tersine çevirebilenlerin bugünün elektronik formuna yakın duran müzikal yönelişimleri de ısrarcıl bir biçimde ilerlettiklerini söyleyebiliriz. En kestirme tahlilinden. Minimalist elektronik müziğin kendi dinamiklerinde pek çok ayrışıma maruz kaldığı örneklerle bir yerden sonra kendini tekrar etmekte olan histerik tekdüzeliğe teslim olmasının ardından, gerek Dub Techno gerekse de Ambient’a dayandırılarak bina edilen yönelimler Techno’nun muhteviyatını da güçlendiren birer alt tür olarak dinlenceliğe dahil edilir. Bu zincirleme ilerleyiş ve minimalist elektroniklerin duraksamasına dair Sühan Gürer’in yeniden faaliyete geçmiş Basatap dergisinde yayınlanmış ‘Veni, Vidi, Yallah’ ikili makalesini de dipnot olarak okumanızı bu dizinde salık veririz. Cephelere ayrışmış olan technoesk sesleri, gerek modernize ederek gerekse de alan / saha kayıtlarından derlenmiş örneklemlerle beraber kurgulama yolunda önemli albüm ve kırkbeşliklerin altına imzasını atmış San Francisco, Livermore’lu Brock Van Wey ya da Bvdub türü sınırlarının yeniden okunabilmesine vesile eden çoğaltımlarının da müsebibi olarak değerlendirebiliriz. 90’lı yılların hemen başında dans müziğinin henüz yeraltının ritmini tuttuğu, gelişim gösterdiği sürecin dahilinde bir dinleyici olarak farklı mekanlarda düzenlenmiş etkinliklerin katılımcısı olarak elektronik seslerle tanışıklığını gerçekleştirir, sanatçı. Gridface dergisinde yayınlanmış röportajında da bahsettiği üzere sabahın kör vakitlerinde dinlenilmiş, keşfedilmiş olan müziğin yansıttıklarının ve hissettirdikleri üzerine detaylı birikimlerin önce dj’liğinin daha sonra da prodüktörlüğünün temellerini yapılandırması ve yol almasını sağladığından bahseder. 1993 yılında henüz emekelemekte olduğu dj’liğinin ilk ürünü olan “mixtape”i piyasaya sürer. Ambient ve Deep Trance disiplinlerinin kesişimlerinden kurgulanmış bir seçki ihtiva eden bu kayıt Bvdub’ın mahlasının şekillendireceği tüm müzikal kolajların da ilhamını ve başlangıcını merak edenlere yeterince kuvvetli önermeleri ihtiva eden bir bileşkeyi sağlar. Uzunca sayılabilecek bir dönem yaklaşık 2001 yılı ortalarına kadar süren bu deneyimin ardından ise bir kararı vermenin eşiğine gelecektir Brock Van Wey. Yer altı sesçiliğinin ve salt müzikal keşiflerle mutuluğun paylaşıldığı günlerin nihayetinde birer para kazanma aracına evriminden, etkinliklerin giderek piyasayı takip eden bir çizgiye çekilmesinden duyduğu rahatsızlıklar yüzünden, 2004 yılına kadar sürecek Çin’e seyahatini gerçekleştirir. Araya bıraktığı okyanus mesafesinin dışında, müziklerinden, kitaplardan ve tüm yaşadıklarından da arınma adına bir nekahet dönemi olarak kayıtlara geçer. Seyrüseferi süresince biriktirdiklerinin kendi ses erimini kotarmasında yadsınamaz bir donanımı sağladığında da sıklıkla söz eder. Farkındalılığını arttırmış bir birey olarak geri döndüğü San Francisco’da arkadaşlarının teşvikleri ile beraber kısa sürede prodüksiyon yönünde müziğin devamlılığını sağlayacak “bvdub”ın hamurunu karmaya başlayacaktır.

Birkaç küçük denemenin ardından da 18 yıl boyunca dinlemiş olduğu elektronik müziklerin rehberliği ile çocukluğunda almış olduğu piyano ve kemandan müteşekkil klasik müzik eğitiminden arta kalanlar birleştirildiğinde türetilebilecek bir ses şematiğini oluşturur. Ritimsiz Ambient, Deep Techno ve Akıllı Dans Müziklerinin şimdiki tanımlamalarıyla Deneysel, Çişeltili Ortam Müziği ve Elektro Akustik’lere uzanan bir kolajlama yetisinin ulaşılabilir ilk örneği Night Drive Music etiketinden yayınlanan I Never Cried A Tear EP’si olur. Somut bir biçimde yaşanmışlıkların yedirildiği, sesin de kimi zaman kuvvetli dans öğelerine ulaştığı kimi zaman da tanımsızlığın sınırlarına sırt sırta verdiği melodramatiklikle hem hal edildiği yapılandırma dinleyicilere ulaştırılır. Bvdub’ın asıl ismini duyurmasını sağlayan kayıt ise, hemen herşeyi kendi başına tamamladığı bir sınırlı sayıda müzik yayımcısı olarak faaliyete geçireceği, ‘Quietus Recordings’den 100 adet CD-R tirajıyla yayınlanan Daydreams Of Exhile albümünden sonra gerçekleşecektir. Ortam müziği’nin sınırlarının yeniden tanımlanmasında üretmiş oldukları kayıtlarla fazlaca söz sahibi olmuş Wolfgang Voigt, Moritz Von Oswald, Thomas Brinkmann gibi Alman ekolü prodüktörlerden, Echospace Detroit etiketinde kümelenmiş olan Stephen Hitchell ve Rod Modell ikilisi tarafından yaratılmış olan Ortam Müziği dozu yükseltilmiş Dub Techno çıkarsamalarının yaratıcılarına kadar genişçe bir alandan müzikal kapsamsallığı barındıran bir türetimi ortaya çıkartır. Yaratılan kurgu bir işten ve tüketim metasından çok, dinleyicinin kendi güzergahını belirleyebileceği, doğaçlamalardan yön tayinine imkan sağlayacağı, genişçe sinematografik unsurlardan mürekkep bir fikriyat derleyişidir. Puslu bir saha kaydının dönüşlerinde akustik piyano ile girizgahını tanımlandırdığı, Akufen’in minimal yorum kabiliyetinin son derece düşükçe tempoda yeniden kotarıldığı bir kompozisyon açılımına zemin teşkil eden “Winter 1974” ile kayıt açılır. Eksantrik ses deneyimlemesinin tam karşılığında duran doğu tandanslı mistik bir aforizmanın girizgahında ilerleyen her bir saniyede Detroit Techno’sunun münzevi karaşınlığından, braindance’e yollandığı, yorum açısından da uzunca bir süre dinlenmiş olan technoesk ortam müziği’nin nadide bir bileşimi “Nothing You Can Say” gibi kesin ve net tarzlara ilintilenemeyen sürprizler kulaklara çalınır. Daha çok Drone-Ortam Müziği kayıtlarından aşina olduğumuz bir sessizlik yerleştirmesine kapıyı aralatan, derinlemesine solk alıp veren, soğuk tasvirinin canlandırıldığı “Dreams Of Reykjavik” ile finale ulaşılır. Modern Klasik müziği’nin minimalist, elektro akustik kanadına uygun bir yorumun dallanıp budaklandırıldığı, mahzun bir yalnızlığın ve beraberindeki kederin alıntılanan ses yüzeylerindeki raksının/ağıdının imgeleştirildiği “Somewhere Far Away” parçasıyla kayıt nihayetlenir. Bdvub kurgusal olan ile gerçekliliğin karşılaştırıldığı bir projedir aynı zamanda. Dönüşümleriyle günü, yaşananları zihinde sorgulatan birer bilmece kıvamında süregiden bi’dinleceliktir, ha keza. Night Drive Music’in alt etiketlerinden olan 2600 Records’dan sunulmuş olan Strength In Solitude dijital albümü de bu bağlamda geçmişin eklektik dans müziği bakışımının ortam müziği disiplininde aynaladığı, soruları daha kuvvetlice, melodik öğelerle dinleyene aktarıldığı bir kayıt timsali olarak kısaca tanımlayabiliriz. Her biri değişik aksamlarda ilerletilen yoğun melodik kolajlamalar dub techno estetiği ile minimalizmi , ortam müziği ile de saha kayıtlarının derlenmiş toparlanmış tarihe not düşülmüş kısa kompozisyonları belirli bir düzenek dahilinde tasniflendiği bir belge / dinleti olacaktır, kısa zamanda. Mille Plateaux’den 1997’de yayınlanmış olan Zauberberg albümünde Wolfgang Voigt / GAS’in kurgulamış olduğu zamanı ilerleten bir durum tespit çalışmasının 2000’lerin ilk on senesindeki yorumudur. Southern Outpost’dan 2008 ortalarında yayılanan Monuments To Oblivion çalışmasını da bu hizalamadan payını almış diğer bir örnek olarak anmak mümkün. Sınırlı sayıda basılan çalışmanın kaset versiyonu Dubtechno’yu sisli ve duraksanmadan genişletilmiş bir yapıt halinde sunumunu ihtiva eder. Techno’nun minimal akımının düşmüş olduğu yanılgının ve tekdüzeliğin br sonraki evresini oluşturan tek bir ritmin defaatle tekrar ile sonuçsuz parça yapısının, Dubtechno’ya da sirayet etmeye başladığı günlerde zihne kazınan, düşünerek kotarılmış incelikli bir güzelleme haline dönüşen Panopticon ve ortam müziği’nin nadide yapısına ekli halde çıkagelen, Detroit Techno’nun özgün endüstriyel tınısının bir hatta derlendiği Tears For A Fallen Empire gibi parçalar Brock Van Wey’in müzikal damıtının kesinliklerin uzağında geliştirilmeye müsait ve yönleri aramaya, yeniden kurgulamaya her an hazır ve nazır olduğu bir mekanizmayı çağrıştırır. Quietus Recordings etiketiyle yayınlanan Return To Tonglu CD-R kısa çaları bu çok katmanlı, yüzeyli atmosferik öğelerle çerçevelenmiş Dubtechno tınısına rahatlıkla ilintilenebilecek bir devamlılığı sağlar. Kasveti sessizliğin içerisinde duyurmayı başaran, örneklemeye çalıştığı her müzikal disiplin dahilinde katmış olduklarını daha rahat çözümlemeye imkan sağlayan bir dinlenceliği beraberinde getirir, Return To Tonglu. Kişisel detaylarıyla bir şairin kısa dörtlüklerinde paylaştıklarının sesli yorumu gibi, acıdan beslenerek canlandırılmış kelimeler karşımıza çıkartır, Van Wey. Buradaki acının tasviri melodramatik ve hüzünlendiren bir yoğunluğun yanında ümiti de barındıran bir metafor. Kayıt boyunca dinlenildikçe şarkıların arasında belirli belirsiz ortaya çıkan ses kesitlerinin, dikkat kesildiğinde akış dahilindeki ses yoğunluğunun ulaştırdığı zeminlerle beraber süreklilik arz ettiği bir karşılaşma, yüzleşmeden de bahis açmak mümkün. Birbirlerine bağlı dört bölüm toplamda 46 dakikalık epik kayıt, zil sesinin doğaçlama ortam müziği partisyonuna geçişi sağladığı köprülemeler ile ilerletildiği technoesk vuruşlarla son şekli tanımlandırılan, albümle aynı adı taşıyan Return To Tonglu ile kısa çalar açılır. Girizgahtaki parçanın, düşük yoğunluktaki dub ritmlerinde yeniden tasarlanmış hali Always On The Outside, Engima’nın The Return To Innocence’de kulak aşinalığı sağladığımız vokallerle taçlandırıldığı benzeş bir formun ilerisi olarak karşımıza çıkan bir önermeyi sağlar. Sessiz ve derinden ilerleyen yorumlar, dinleyicide eğlence ile dinlence arasındaki farkları daha rahat çözümleyebilmesine yardımcı olur. Akıllı Dans Müziği’nden ve tavrından hareketle ilerletilmiş olan elektronik seslerin resmi geçidi kimlikli The Road Home sesler, uygun bir biçimde kullanıldığında prodüksiyonda ortaya çıkan eksantrik büyüleyiciliği hakkını vererek yansıtan bir melodik yapıya dönüştürülür, Brock Van Wey’in ellerinde. Çalışmanın kapanışındaki It’s Too Late bütün bu döngüsel yerleştirme, düzenleme kaydının finalinde, zihni berraklaştıran bir ortam müziği manifestosuyla, tıpkı Tim Hecker’in pek çok projesinde dinlediğimiz bütüncül yorumlamalarla aynı kulvarda ses veren bir içe dönüş kaydı, mutlak sondan evvelki mesudeliği neşreden bir finali, son kavisi notalarla resmeder. Büyüleyici olduğu kadar da, karanlığın sınırlarını rahatça algılayabilmemizi sağlayacak kadar çokça detaydan beslenen, gelişip ilerleyen bir kurgumasaldır, tam 21.yüzyıla yakışır bir biçimde, kendinden emin tasvirleri ve iç dinamikleriyle, sözcükleri berraklaştırır sadeliğiyle.Derinlerde keşfedip yüzeye ulaştırdığı her deneysel bazlı ses hüzmesiyle beraber enstürmantal çeşitlendirmelerde bir dönüşüm noktasını oluşturmayı başaran prodüktörün son çalışması olan “White Clouds Drift On And On”, echospace [detroit] etiketiyle dinleyicilere geçtiğimiz günlerde paylaşılır. Gelişiminin devamlılığını da sağladığı eklekik yapılandırmalarının dans edilir özelliklerinden arındırılmış hallerinde dolaşıma çıkan pasajlar albümün de genel yapısını oluşturur. 8yüzyılda yaşamış önemli bir şair olan Wang Wei’nin bir yapıtından alıntılanan dörtlüğün hizasından yola çıkan ve neredeyse her bir mısrasına ithaf edilmiş kısa sinematografik çıkarsamaların albümün genel müzikal konseptini oluşturduğunu belirtmeliyiz. Yukarı bölümlerde saymaya gayret ettiğimiz keşfetme noktasında da artık bir ustayla karşı karşıya olduğumuz konusunun açıklığa kavuştuğunu iletebiliriz. Zamanın ötesini arşınlayan kayıtlarıyla her daim dinlence listelerinde kendine has özel bir alanı edinmiş Fax projesinin yaratıcısı Peter Kuhlmann, minimalizmin isim babaları arasında sayılmaları elzem büyük üstatlar Philip Glass ve Steve Reich, ortam müziğinden feyz alınası noktaların atası kabilinden çalışmaların sahibi olmuş Brian Eno gibi öncüllerin referansları sizlere yeterli veriyi sağlayacaktır. Hiç kuşkusuz albümün yöneldiği, elden geçirmeye çalıştığı veya bir sınırdan ötesine taşımaya çalıştığı her ses diziliminin belirli bir rastlantıyla değil, incelikli bir işçiliğin vasıflarıyla beraber bu raddeye ulaştığının da altını kalınca çizmeliyiz. Öte yandan Dubtechno’yu imdi takip edilebilir örneklerini dinleyicilere, ulaştırmayı başarmış kayıtların çatısı olan echospace [detroit] dehasının ardılındaki isimlerden birisi olan Stephen Hitchell’ın Intrusion namıyla düzenlediği, tersyüz ettiği, okumalara giriştiği 2.diskin varlığının da “White Clouds Drift On And On”u 2009 yılının başat albüm kayıtları arasında anılabilirliğini sağlamakta. Max Richter, Tim Hecker gibi elektronik ile klasik müzik cenahlarını birbirlerine yakınlaştırmayı başarmış üreticilerin kayıtlarında dinlediklerimizle paralellikler ihtiva eden Too Little Too Late ile kayıt açılır. Piyano kompozisyonunun, acının tam merkezine kanat çırpmakta olan bir ortam müziği resitalinin odağında seyrüsefer eylediği bir güzelleme. Gürültü kavisi giderek şiddetlenir iken eklenmiş Afrika saha kayıtlarının anlık görünürlüklerine sevinçlerin sadece bir kez yaşanabileceğinden dem vurulan drone seslerle akustiğin bileşimi I Knew Happiness Once, kırıntı raddesinde toparlanmış küçük küçük seslerin mikro yansımalarının tahayyül edilebilir deneyselliğin en uç noktalarında dolaştırıldığı Forever A Stranger, Christian Fennesz’in drone-rüyalarının rafine edilip, inceltilerek kotarıldığı minimal spacepop A Gentle Hand To Hold ile albümün orjinal yüzünün kapanış kısmına ulaşırız. Pop Ambient toplama albümlerinin b-yüzü kıvamında Markus Güntner, Klimek, All (bir başka Wolfgang Voigt projesi), Gustavo Lamas’ların o konsept dahilinde şekillendirdikleri canlı melodramların bir başka yüzeyini oluşturan ve alıntılanan şiirin de en can alıcı noktasını tanımlandıran sese büründüren White Clouds Drift On And On ile Brock Van Wey’in dünyasının sınırlarından Intrusion’ın yorumlarına açılan gedikten dahil oluruz. Öncelikle Stephen Hitchell’ın ağıtsal yapıt dizinine yaptığını salt bir yeni düzenlemeden ziyade, sertleştirilmiş ortam müziği kavislerinin nahifleştirilmiş örneklerini barındıran özgün yorumlar olduğunu ifade edebiliriz. Bu yönden de albümün ortaya çıkarttığı müzikal yelpazede bir tamamlayıcı vazife gösterdiğinden de dem vurulabilir. Sözün özü, dinlenildikçe genişçe bir mizansen ortaya çıkan sessizliklerin dahilinde nice duyulamayanı ifşaa eden, kulaklara buyur ettirip düşlere daldıran bir müzikal konumlandırma, White Clouds Drift On And On. Brock Van Wey müziklerin etrafını alabildiğince zenginleştirmeye ve manalar yüklemeye olanca hızıyla devam ediyor. İtinayla ve zevkle tüketilebilecek kayıtları, her tutturulanın elektronik müziğin yeni kurtarıcısı gözüyle bakılmakta olduğu dejenere kritiklerin seçtiklerinden çok çok çok daha fazlasını sağladığını ve üstelik bütün bunu da bir albüm parasına tedarik ettiğini unutmamanızı salık veririz. İyi Dinlenceler…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
İdam Cezası Kalkmadı Mı? – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Güler Zere’yle Birkaç Dakika – Oya ASLAN – Bianet.org
Arman’ın Türbanı Mı, Emrah’ın Cesedi Mi? – Ersin TOKGÖZ – Radikal
Başbakan’ın Zurnası – Özgür MUMCU – Birgün
İnanılmaz “Karabulut” Cinayeti Yorumu – Sol.org
Kızını Başıboş Bırakırsan… – Orkun SEVİNÇ – Serbest Yazarlar
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Black Motor – Mersenne – Undomondo
The Dead Weather – Horehound – Album Review – Albümatine
Beatnik – Sayı #8 – Monomundo
Digitalis Preview 2009 Podcast – Brad Rose – Foxy Digitalis
Goldie Interview – Lynn BARBER – The Guardian

Brock Van Wey / Bvdub Official
Brock Van Wey / Bvdub At Myspace
Brock Van Wey / Bvdub White Clouds Drift On And On Album Review – Jacob ARNOLD – Gridface
Brock Van Wey / Bvdub Interview – Chris MANN – Resident Advisor
Tomasz Bednarczyk Official / At Myspace

EOC / Enormous O’Clock At Ai Records
EOC / Enormous O’Clock Information Warfare Album Review – Mondo Urbano
Clubroot At Myspace
Clubroot At Electronic Explorations # 076
Lo Dubs At Myspace
2000F Official
2000F At Myspace
2000F January 2009 Mix At GetDarker.com
Ill Boding At Myspace
Ill Boding & Klassic – Dubstep Promo Mix
Brackles At Myspace
Brackles Interview At Sonic Router
Joker At Myspace
Kapsize At Myspace
Mahanee At Myspace
Von D At Myspace
Skepta At Myspace
Skepta At Grimepedia
Skepta Freestyle On 1Xtra
Richie August At Myspace
Savory Audio At Myspace
AC Slater At Myspace
AC Slater Interview At I Heart Comix
Dub Crookz At Myspace
Dub Crookz At ReverbNation
Rob Sparx At Myspace
Rob Sparx Trooper Album Review At In Your Bass

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
“Massimo Silenzio”, Lato Viale Aventino By Duegnazio
© Duegnazio’s Flickr Page
Brock Van Wey / bvdub Photos Courtesy From Discogs.com Artist Page
>>>>>Poemé
İlk – Sezai KARAKOÇ

Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler
Sana baktım yıllarca hep ayni özlem penceresinden
Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden
Denize karşı küçüle küçüle giden evleri
İnce ince karşılardın olağan karşılardın
Şen dünya içinde şen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen

Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen
Seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bâkireler içinden
Kadınlar taş heykeller gibi gelip geçer sarı kayalardan
Hangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerden
Çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlüğü diyorum
Körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen

Sen bir el uzanışıyla aydınlanan yeni ay mısın
Geyik resimleriyle kabarık her köşen
Geyik derisinde akan ilk nehir
Bir el uzanışıyla
İlk sokağın ağzında kaybolursan ağlıyacağım
Leylâklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa
Çocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir Suna
Parlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar sana gök taşlarını getiriyorlar

Seni sayıklıyor
Denemesi yanlış yapılmış ilk ok

>Deuss Ex Machina # 260 – River Was Filled With Stories

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_260_–_River Was Filled With Stories

13 Temmuz 2009 Pazartesi gecesi “banttan” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Album Of The Week: Sinner DC – Crytsallized (Ai Records)
>1<-Sinner DC-Digital Dust (Ai Records)
>2<-The Black Ghosts-Full Moon (Marlow Remix) (Southern Fried Records)
>3<-Clubroot-Lucid Dream (Lo Dubs)
>4<-Scuba-Twitch (Jamie Vex'd Remix) (Hotflush Recordings)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>5<-Simon Slum-I'm A Screw Up (Savory Audio)
>6<-HD4000-South Street (HD4000's VIP Remix) (W.E. Recordings)
>7<-Orbital Feat. Lisa Gerrard-One Perfect Sunrise (Radio Edit) (Orbital Music)
>8<-DJ Madd-Better With You (Boka Records)
>9<-Moderat-Rusty Nails (TRG's Peaktime Remix) (BPitch Control)
>10<-Simon Slum-Living Dead (Savory Audio)
>11<-Benga-On The Edge (Sin City Recordings)
>12<-Kutz-Spaceman VIP (Sin City Recordings)
>13<-Youthman-Requiem (Heavy Load)
>14<-Taz Buckfaster-Kingston Bridge (Rwina Records)

River Was Filled With Stories (260) – Değerler Korunaklı Cümlelerin Belirli Belirsiz Hallerinden Tanımlandırılmaya Çalışılmakta. Herkes Ötekisi Olmadan Bir Eksik Olduğunun Farkına Varasıya Kadar Sürecek Karşılaşmalarla Bu Nehrin Kıyısında Kalmakta. Irakta Kalmış Sözlerin Seslerini De [Güncel/Yazgılardan/Belleksiz/Yarınlardan Uzat/Durun]

>>>>>Bildirgeç
Yaşam, başlangıç noktasından sonu tam olarak, ne zaman gelecek olduğu bilinmeyene kadar geçecek süresinin dahilinde bir hat üzerinde değişikliklerin vukû bulduğu bir çizgiyi çağrıştırır. Maruz kalınan, öğrenilen, edinilen, damıtılan, sırasıyla karşılanan vesair çeşit durumla beraber yükseltiler ve alçaltılar meydana getiren bir grafik betimlemesi ortaya çıkar. Sade suya tirit, bir değişkene maruz kalmadan bu grafiği (yaşamı) ister dümdüz yaşarız, istersek de gelişimimize paralel olarak farklı argümanların katkı ve etkileşimleriyle beraber yoğunluğu arttırılabilen bir serüvenin akışı içerisinde bulunuruz. Farklılığı ile deneyimlenmesi gerekli olanı zamanı geldiğinde şüphesiz, kuşku götürmez bir biçimde kullanabilir, yararlanabilir kılmak ise, yolun daha en başından bu yana önümüze taşıdığı seçenekler arasında öncül saflarda yerini belirginleştirir. Tercihlere bağlı olarak kararını birey kendisi verecektir. Deneyimleme, deneyerek öğrenebilme ve idrak edilenin salt bir ezberden çok daha işlevsel bir odağı kapsayabilmesi için de çabalamanın karşılığında bekleyebilenlerdir, bu azalıp çoğalan çizgilerin müsebbibi. Yeknesak bir devinimdense kendi rotasını belirleyebilen, eklediklerinden feyz alarak ilerleyebilenlerin yaşamları, oluşturdukları ‘çizgi’ tassavurunun daha geliştirici olduğunu, hayata anlam katabilmenin karşılığını da tanımlandırdığını belirtmeliyiz. Akış olanca hızıyla beraber günlerimizi alıp götürse de aslolanın her bir seferinde ne kadar fazla kendimizi geliştirebildiğimiz, neleri yaşamlarımıza katabildiğimiz, akılda yer etmiş sorunlarımıza, sorularımıza ne kadar fazlaca yaklaşıp, çözümleyebildiğimiz ile bağdaşık bir biçimde ilerletilen bir seyrüsefer haline dönüşür. Sadece kederle karşılaşanların bile olabildiğince daha iyisine odaklanmış oldukları örneklerden dem vurabilmek mümkün. Yaşam her daim beklentilerimizin tam karşılığını bulabildiğimiz, her söylediğimizin olumlu karşılanmasına vesile teşkil eden avuntularla dolu bir sürecin tanımı değildir. Makul olana ulaşabilmek, belirli doğruların herkesleri kapsayabilmesi için çaba sarf ederek, sana, bana, ona değil hepimize faydası dokunacak doğruların izlerini sürebilerek, çıkarsamalara girişebilmek ile mümkün olacak bir kapsamanın üst başlığıdır. Çatısıdır. Karşılığı nadir bulunsa da denilegelenin doğruluğunu zamanın tescil edebildiği bir sahnelemedir. Sahnenin görünmesi icab edenlere sonuna kadar aralık, açık tutulduğu bir açık nümayiştir, hayat. Düşgörünün hakikatliliğe, iddia edilip tez olanların kaçınılmaz olarak bu çizgisel akışın yükselen odakları haline dönüştürüldüğü bir tanımlandırmayı kapsar, hayatın eğrisiyle doğrusuyla çizilmekte olan betimlemesinin hemen tümü, tamamına yakınında. Şeritler uzayıp gider bir aşağı iki üç yukarı, bir iki dikey bir kaç tane yatay, pek çok da durağan düz hatlar.

İmlemeye çabaladığımız bu çizgilerin zamanla durağanlaşıp, tekil bir hattan yavaşlatılmış örneklerini de gözlemleyebilmek mümkün. Sabit bi’düz çizgiye dönüşmüş hayat akışında. Toplumsal dinamiklerin ilerletilebilirliği, geliştirilebilirliği, yorumlanabilirliği gibi konularda sıklıkla hasıl olduğu üzere, oluşan ayrıştırmalar ve farklılıklar bi’noktadan sonra karşıtlılığı, kutuplaşmayı tanımlandırmakta. Doğruluğun sadece denenerek kazanılabileceği bir bakışımdan da giderek imtina ederek, çoğu zaman bile isteyerek keskin ayrımların varlığının taçlandırıldığını hissedebilmek mümkün. Kendisinden olmayan ötekilerin hakkını, hukukunu hiçe saymaktan tutun da, yazılı metinlerin varlığında ortaya çıkan gerçekliğin hem görmezden, hem anlamazdan gelmenin olur addedildiği bir karaşınlık hasıl olmakta. Sözün kıymetinin geçersiz kılındığı, doğru bilinen yanlışlara daha fazla itimat gösterildiği, ehemmiyetle ilgilenildiği, söz hakkı tanındığı durumlarla karşılaşmak artık olağanın sınırları olarak işaretleniyor. Nispeten sesi daha fazla çıkanın önermesi makbul kılınıyor. Sorgusuz sualsiz biçimde teslimiyet gerçek kılınıyor. Çizgiyi taşıyan, hayatın yönlendirme ve müdahaleler ile beraber daha fazla içinden çıkılamaz bir girdap haline dönüşümü sağlanıyor. Örneklendirilebilecek pek çok detay ve yaşanmışlık ile bunu imgeleyebilmek de pek ala mümkün. Sorunun esasından nasıl başka eşiklere doğru savrulduğumuzun, esasa bir türlü yakın durup çözümlemelere girişemediğimizin yansımaları olarak da değerlendirilebilecek detaylara ulaşmak da söz konusu. Gelecek yıl Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edilmiş bir kentte düzenlenen bir resital daha bir hafta öncesinden mimlenmiş bir yayın organı tarafından tehditvari yayınlarla alaşağı edilmeye , tefrikalarının şiddetinin giderek sertleştiği yayınlarla çabalanır. Cumartesi akşamı Topkapı Sarayı’nda düzenlenen resitalin daha en başından itibaren kendilerine görev! olarak bellemiş elli kişilik bir güruhu kültür lincini temellendirmek için çabalar iken ekranlarımızdan seyrederiz. Yukarıdaki paragraf dahili, iletmeye çabaldığımız hayat akışının sınavlarından birisine dahil oluruz. Çelişkileriyle, şartlanmışlıkla örülmüş istemezükcülüğün bariz kindarlık ile birleştiğinde ortaya çıkardığı o kutuplaşmaya dair önem arz eden bir örneklemdir, bu cereyan eden eylem. Tasvirlerin giderek sertleştiği, ayrışımın konser afişi yakılmasından itibaren, şiddeti makul kıldığına dair inanmamızı salık veren bir özgüvenin kendisine de yer bulduğu bir nümayiş. Tabii ki devamlılığında da ortaya çıkan açıklamalar ve öncesinde tehditin ilk hedefi haline dönüştürülmüş sanatçının kendisine daha sonra usul yerini bulsun kabilinde özürlerin de bildirilmesi gibi güdüklükler ile ilerleyen zincirleme bir münazaranın karşısında kelimeler manasızlığı imliyor. Nasıl bu kadar fevri biçimlerde insanın değişebileceği, katıcıllaşacağı ötekisinden nefretini bir hışımdan fazlasına, yağmaya kadar vardırabileceğini düşündürüyor. Yıllar yılı ulaşmak için çokça çaba sarf edilen muasır medeniyetin sınırlarına, seviyesine bu tarz yekününde bitemeyen kindarlıklar ile mi ulaşacağız? Çabalanmaların kendisine bir türlü yaşantımıza uymuyor ! diyerek elimizin tersiyle itmeye devam edeceğiz. Kimsenin sözcüsü olmalarına gereksinim duyulmamasına karşın her toplumsal olayın bir yerinde pıtırcık gibi bitivermelerinin, müdahil olmalarının, genellendirmelere girişmelerinin sonuna ,bu kadar yeterine ulaşabilecek miyiz? Menfii hareket ve kısıtlama çabalarının bir noktadan sonrasında da, sesi çok daha fazla çıkanın elinde bir koz olarak kullanılmayacağına, hakkın gaspına iznin verilerek müsammaha gösterilerek, afferinlenmeyeceği günleri görebilecek miyiz? Sonuç kabilinden de, Murat Belge’nin Taraf gazetesinde yayınlanmış olan Şarap Provakasyonu makalesinden yaptığımız alıntıyı iliştirelim. :

Memlekete ve normal, günlük hayata dönünce, dönmüş olduğumu, Topkapı’da İdil Biret konseri dolayısıyla idrak ettim. Hayatımızda bundan normal bir şey olabilir mi? Böyle bir konser olacak da Vakit mi bunu o ince üslûbuyla yazmayacak? Vakit yazacak da, Alperenler mi kayıtsız kalacak? Onlar bu eylemi yapacak da, BBP mi “Yanlış oldu, kınıyoruz” diyecek? Hayır, tabii bu “soru işaretli” şeyler olmayacak, olmuş olanlar olacak. Yanlarında başka, “garnitür” mahiyetinde başka tavırlar, demeçlerle, bunların medyaya yansıma biçimiyle.

Bu münasebetle Topkapı’nın birinci avlusunun “kutsal mekân” olduğunu öğrendik. Buranın herkese açık bir kamusal alan olduğunu Topkapı üstüne her elkitabında okuyabilirsiniz. “Kutsal”la hiçbir ilgisi yoktur. Günde 24 saat Kuran okunan “Kutsal Emanetler” dairesine yakınlığı kastediliyorsa, siyasetiniz gereği saygı duyma pozu yaptığınız Osmanlı padişahları kendi şaraplarını onun ta dibinde içiyorlardı. Bugünkü, gereğinde içki veren Konyalı lokantası da, o daireye birinci avlunun olduğundan daha yakındır.

Düzenleyicilerden Erdoğan’ın tepkisi de hoş; İdil Biret için “Dünyada bilinen üç Türk’ten biridir” diyor. Ee? Biri de Orhan Pamuk. Onu hiç yaşatmazlardı. Merkez medyamız da, “Vah vah! Ama hak etmişti” derdi.

Dünya bir Türk’ü Alperen Ocakları Başkanı olduğu zaman bilmez. İdil Biret, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet olduğu zaman bilir. Bu eylemi yapanların bu gibi insanlara derin düşmanlığının nedeni de kısmen budur zaten. “Biz bize benzeriz”ciliğin dinî versiyonu, milliyetçi versiyonu, aslında fark etmiyor; ama Türkiye’nin şu ortamında işe yarıyor: Danıştay cinayetinde olduğu ve birilerinin kullanabilmek için hâlâ debelendiği, ama Dink, Santoro, Malatya cinayetlerinde de görüldüğü gibi, milliyetçi kuklacılar dinci katilleri harekete geçiriyor ve bunu AKP’ye karşı kullanıyor. BBP ve Alperenler de bu yolçatının tam ortasında durdukları için, ilk onların kapısı çalınıyor.

Buradan “tatil”e döneyim. Alanlarda THY’nin “Business”, “CIP” vb. salonları var. Dünyanın her yerinde, buralarda, bedava içki içilir. Bizim memlekette içilmiyor. İç hat seferlerinde, uzun boylu yemek verilmiyor, ama içki hiç verilmiyor. Bu olabilir mi? Olabilir. Son analizde bir ekonomik politika da sayılabilir. Ama sen ikram etmiyorsan, isteyen parasını ödeyerek içebilmeli (asıl o zaman “ekonomik politika” olur). Böyle değil! İçki yok!

Ne demek bu? Niçin böyle?

İç hat seferlerinde, “business” kısmında oturuyorsanız, içki geliyor. Dış seferlerde nerede oturursanız oturun, parayla filan da değil, “ikram” olarak, içkiniz veriliyor.

Bugünün dünyasında iş yapmak istiyorsanız, başka türlüsü zaten mümkün değil. Arap ülkelerinin başları stilize biçimde bağlı hostesleri de istediğimiz içkiyi getiriyor. O halde nedir bu bizdeki eklektisizm? “Koşullar böyle olduğuna göre ne kurtarırsak kârdır” diye mi bakılıyor; ya da, “Şöyle bir ucundan başlayım, inşallah arkasını getirir, her yerde keseriz” mi deniyor?

Hava Yolları’ndan söz ediyorum. Ama konu onunla sınırlı değil. İslâmcı kesimin denetim altında tutabildiği bir ton yerde buna benzer uygulamaların arkası kesilmiyor. Bunların çoğu, kendini birilerine göstermek isteyen küçük yerel yöneticilerin icraatı olabilir. Ama birbirlerine eklenerek “yekûn” tutuyor ve “trend” yaratıyor. “Takiye yapıyorlar” propagandasının hâlâ etkili olabilmesinde bunların payı elbette var.

Sonunda ilkesel bir tutarlılığı da olmayan bu gibi basit taktiklerde siz ısrar eder ve kendinizi bu garip atmosferin dışına çıkarmak üzere ciddi adım atmazsanız, faşistlerin adam vurmasının ya da konser basmasının sorumluluğundan da kolay kolay kurtulamazsınız.” (14 Temmuz 2009)

Güncelin önümüze serdiği bilgi akışı dahilinde kasvetin kendisine ne kadar da yakın durduğumuzu da, nasıl ayrışmaya ve kendimizden olmayanlara karşı ötekilik hissini yaratmaya ısrarla devam ettiğimizin de idrakına ulaşıyoruz. Hayata karşı kötümser olmanın, yaşanılan bu kıstırılmışlık duygusunun eskiden olduğundan daha fazla kuvvet kazandığı bir dairenin içerisinde dört bir yana dönüp, aynı noktaya yine, yeniden dönüyoruz. Sözcükleri ilintilemeye çabalar iken bir yandan tekrara düşmemeye çabalanıyoruz. Tekrara düşmekten alamadığımız yolların etkilerinin içinde dahil olduğumuz avamın tüm katmanlarına olan etkilerine dikkat ettirmeye gayret ediyoruz. Alınması gerekli olan yolun bu kadar uzun, aşılmasını temenni ettiğimiz sorunların giderek bir yığın haline dönüştüğü günümüzde konuşulabilirliğin arttırımı , yazınsallığın çoğaltımı ve örneklendirmelerine eskisinden de çok daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Söz kısa ve net bir biçimde düşünselliğin gelişimine imkan sağlayan bir düzeneği içermekte. Kıymet verip karşılığını almamak ise imkansız. Bizim bu satırlar ve sayfanın dahilinde paylaşmaya odaklandığımız, üst başlığı müzik olan yansıtmaların ve derlemelerin hemen tümünde de bu izleğin takipçiliğini yapma konusunda biz beşerilere yardımcı olabilecek alıntıları sunmaya gayret ettik, ediyoruz. Pazartesi günü yayınlanmış olan Deuss Ex Machina’nın 260. bölümü dahilinde de bu disturdan hareketle tümlenen bir setimizi sizlerle paylaştık. Elektronik bağlaçların salt bir dans müziği retoriği, makinelerin müziğinin hissiyatsız sunumcusu olduğu önyargılarına karşın alabildiğince detaylandırmaya emek verdiğimiz ses yüzeyleri arasında bir dinlencelik gerçekleştirdik. Bağ kurulan her sesin hayatın kendisinde açtığı yolu ve çağrışımları merkeze taşıyan bir dolaşımda müziği duyumsatmaya çalıştık. Sessizliğin, ses çıkartma konusunda bile endişelerin alengirli sözlerle ambalajlandığı ahir zamanın çarkında bir nefeslik de olsa alternatif / elektronik tanımlamaların çoğaltımlarını misafir ettik. Fikri geliştirmeleriyle beraber model edindikleri Krautrock’dan günümüze uzanan elektronik seslerle ferahfeza müziklerin altına imzalarını atmış Sinner DC üçlüsünü, bir başka sevip saydığımız elektronika etiketi olan Ai Records çatısı altında sunulmuş olan yeni uzun çalarları olan “Crystallized”ın başatlığında sizlerin beğenisine sunuyoruz. İyi Dinlenceler.Yorumların çeşitlendirilebildiği kayıtlar bir şekilde müzik dinleyicisinin ilgisine mazhar olmakta. Aksi bir sedanın içeriğine eklenmiş vokal kesitleri, veyahutta son derece kendinden emin bir vokalin üzerine eklemlenmiş tını dokunuşlarıyla beraber bütünlük oluşturan, düşündüren çalışmalar bahsini etmekte bi an bile tereddüt etmediğimiz. Kenarından kıyısından kotarılan her bir müzikal tını, vokal o anki yaşamı , yaşanmışlıkları, sirayet ettiğimiz hayatın çizelgesinde içinde bulunduğumuz hali dolduran, derinliğini arttıran bir unsur haline dönüşür. Dinlendikçe kayıtların içerisinden, kulağa aşina gelen melodikalar bir resmi geçit halinde zihinlerimizde yer edinir. Farkına varalım veya umursamayalım ama bir sürenin de sonunda artık karşı konulmaz bi’biçimde kendimizle özdeşleştirdiğimiz, tınısına, sözüne eşlik ettiğimiz şarkıların hemen tümünde bu ritüelin uygulandığından dem vurmak mümkün. Çünkü müzik atfedildiği , birilerince ısrar ve defaatle yamanmaya çalışıldığı gibi, zihin boşaltımı aracısından çok daha fazlasını barındıran bir muhteviyata sahiptir. Dinlemesini bilen için yeni soruların kapısını açan bir geçiş kapısı, seviye atlatıcısıdır. Yanıtı belirginleştirendir. Doksanlı yılların ortalarında, Julien Amy (Bass Gitar, Piyano ve Tüm Ses Örneklemleri), Manuel Bravo (Piyano, Gitar ve Vokal) ve Michel Blanc (Davul, Piyano ve Geri Vokal) üçlüsü tarafından temellendirilen Cenevre’li Sinner DC grubunun müziğinin de bu istikamette şeklinin verildiğini söylemeliyiz. Ani gelişmelere ve deneyselliğin sağladığı doğaçlama eksenine yakın duran bir müzikal yapılandırma grubun ilk günlerinden bu yana oluşturduğu ses iklimi konusunda dinleyiciye yeterince geniş bir müzikal seçeneği sunar. Uzunca sayılabilecek bir süre kendi özgün çalışmalarının izlerini tanımlayabilmek için deneysel demo kayıtları gerçekleştirirler. Süreklilik çabalanımının ardından ilk kayıtları 2001 yılında Fransız alternatif plak şirketlerinden Spirit Of Jungle etiketiyle yayınlanan Ursa Major albümü olur. Gitar nağmelerinin ve rock müziğinin albümün merkezi olarak konumlandırıldığı, paralelinde biriktirilen, eklenen her bir elektronik tını kümesiyle beraberinde de yoğunluğu ve dinlenebilirliği daha da arttırılan bir deneysellik kulaklara ulaştırılır. Gerek vokallerin kullanımı, gerekse de bazı enstrümanların yer verildiği partisyonlarda Psychedelic Rock’tan Shoegaze akımına kadar ses değişimleri arz eden bir yapılandırma ilk elden ileri sürülebilecek ayrıntılar arasında bahsedilebilir. Endüstriyel elektronik döngüsünün üzerine bina edilmiş, Dave Gahan tarzında vokallere ev sahipliği yapan, yaşananlarla hesaplaşma parçası Yeah I Know ile kayıt açılır. Deneyselliğin öte uc noktasını da tanımlandıran modern caz doğaçlamasına haiz olan Piano J gibi parçayı da bu kayıt içinde dinlemek mümkün. Shoegaze’in uzlaşılmaz ama duygu yoğunluğuna kaptırıldığı andan itibaren kişinin müzikal beğenilerinde önemli ilerlemelere imkan sağladığı örneklem, enstrümantal 23 Rock Guitar’da bu kasveti / metaneti / sorgulamayı beraberinde getiren önemli bir odak olarak kayıtta yerini alır. Keza aynı rotayı takip ederek ilerleyen bir diğer örneği oluşturan, Piano Magic dinleyenlerin seveceği kadar memnuniyet verici bir güzelleme halinde ilerleyen Porcelain’i de unutmamak lazım gelir. Melodikasını düşük yoğunluklu bir ambient parçasının gitarla kurulanmış hali olarak derleyip, toparlayabileceğimiz Slow Pace Corp., Julien Grandjean ve Arnaud Sponar’dan müteşekkil Opak projesinin konukluklarında karaşın bir deneyselliğin, sinematik efektlerle beraber kurgulandığı saydamlaşan post rock ağıtı Dinner City ve henüz dönem içerisinde sınırlı bir kesime hitap eden drone müziğinin pop skalasında yansıması olmuş Believe II gibi açmazların ve yaşanmışlıkların sindirildiği, eşleştirildiği, eleştiriyle harmanlanıp yeniden betimlendiği bir bütünlük kurgulaması debut kayıt ile dinleyicilere sunumlandırılır.

Duyusal bir deneyimlemeye zemin teşkil eden ikinci uzun çalarları olan Arkle Parkle Avenue 2005’de Tritone çatısından yayınlanır. Gerek sinematografik yansımaları gerekse de enstrümantal zenginliğiyle beraber elektronika ile rock’un birbirlerine karıştırıldığı bir zengin müzikal anlayış karşımıza çıkartılır. Ambient seslerinin akış içerisinde new wave’in sınırlarında tanımlandırıldığı, vokoder desteğini alarak kimliksizleştirilen bir bireyin mutedilleşmesinin çözüme kavuşturulduğu epik-rock Born To Be Mild’le albüm başlangıcı verilir. Akustik öğelerin çoğaltımı ile akıllı dans müziği’nin bileşkesine dayandırılmış , gecenin türküsü Nothing Cares In The Middle Of The Night gibi örnekler Sinner DC üçlüsünün tonlu , ekolu sınırsız müzikal çeşitlendirmelerinden bir diğerini oluşturur. Yaptıkları her parçadan büyük bir keyif aldığımız Massive Attack’in müziğe kattıkları uhreviliğin, bütünleştirici kavislerinin izlerini kara bir tonda sergiledikleri, hüzünlü dans ritmlerinin sahneyi doldurduğu Alice kişisel bir defterin sayfaları arasında dolaşırmışçasına etkin bir hikayelendirmeyi betimler. City Centre Offices ve Morr Music gibi Alman deneysel-elektronik-rock serbestlemelerinin günyüzü bulduğu kayıtların içerisinde dinlediğimiz müziklerin hattında dolaşan türetimler de sınırsız, birbirlerinden bağımsız olsa da bütüne baktığımızda karşımıza çıkarttığı resim ile kelimeleri kifayetsiz bırakan bir seyyahlığın izdüşümü olan In The Back Of My Mind, Odd Nosdam, cLOUDDEAD, Flying Lotus, Samiyam gibi klasik folk / film müziği ses ve kesitlerinden ilham alarak kayıtlar yapmış sanatçılar / gruplar gibi abstrakt hip-hop’un sınırlarını da yokladıkları Romy Schnedier gibi nev-i şahsına münhasır tınısal kurgulamalar da albümün içeriğini de kuvvetlendiren bir tamamlayıcı öğeyi oluşturur. Sinner DC, kemikleşmiş tekdüzeliği, aynı nakarattan, bir örnek melodik döngülerden uzakta ferahfezalığı ortalığa çıkartmakta olan deneysel bi’ekip formuna büyükçe bir adım daha yaklaşır. Minimalist elektroniklerin hep dans edilir özelliklerinden dem vurmuş olsak da, yaratıcılığın sınır tanımadığı değişkenliklere kapısını daima aralık tutan bir form olduğunu en azından ortaya çıkartmış pek çok eseri sıralayabiliriz. Bu minvalde tek tonlu minimal ritmlerinin aksak endüstriyel hüzmelere evrilmesini işleyen, derinlik bakımında Depeche Mode külliyatının gizli cevheri olarak sınıflandırabileceğimiz bileşim Awotws ile albümün finaline ulaşılır. Canlı doğaçlama izlenimi uyandıran, geliştiği her saniye boyunca gürültü ekseninde ses yığıntılarını kulağa misafir eden, zaman zaman hınzırca şiddetlenen bir serbest stil Win The Sun… dönemeç ve evreleriyle müziğin etiket veya disiplin takıntısı olmadan da dinlenilebileceğine pek nadide bir örneklemi gerçekleştir. Sesin kulaktan uzunca bir süre gitmediği, yer ettiği doygun bir paylaşıma vesile olunur. Bu çoklu türetim, tasvirler zincirinin bir sonraki halkası ise İngiliz elektronik ve ötesi müziklerinin tüm yönlerinden Claro Intelecto, Normal, Montag, Yunx ve Jason Solo gibi isimleri keşfetmemize aracılık yapmış olan Ai Records’dan yayınlanan Mount Age uzun çaları olur. Daha önceki iki albümün içinde denenmiş, yeniden şekillendirilmiş seslerin elektronik alaşımlarla daha yakınlaştığı bir değişim vukuu bulur. Sinner DC’nin kuralcı bir üretim şemasından ise çokça, gizemli tınılardan yol aldığının idrakını da, doğaçlama yeteneklerinin ne gibi kesişimlere imkan tanıyabildiğini de keşfedebilmeyi kolaylaştırıp bir play tuşuna basmalık mesafede dileyenin katılımına şans verdikleri bir çalışmadır, Mount Age. Pus kendi ekseni etrafını kapsamaya başlamışken, belirsiz dönüşlerin ani gidişlerin, durmaksızın çekincesiz sorgulamaların olduğu gece tasvirlerine bir yenisini ekledikleri yoğunluğu kudretle artan Ambient tonu ile Rock’ı birbirlerine kaynaştıran Everything Is Sand albümün geçmişle bağlantısının korunduğunu da müzikal bir yanıtıdır. Techno’nun belli belirsiz kıvrımlarından esintiler barındıran parçaların ardından, kuvvetli ritmlerin parçanın ana yapısını oluşturduğu bir çeşit siber düşün tasvirine dönüşmüş On & On, Köln teknosuna ve Kompakt ses eriminin yapılandırmalarına yakın duran enerjik pop melodikası They Never Stay gibi bir anda Superpitcher’ı akıllara düşüren parçalarla karşılaşmak bu çalışmada mümkün kılınır. Marc Leclair gibi mikroskobik ses kesitlerinden elde edilmiş örneklemlerle inceden inceye bir yol çizmeye başlamış olan mikrotechno’yu Sinner DC yorumlar ise nasıl olurdu sorusunun da cevabını ihtiva eden Ladymarch, Barcodezine’de yayınlanan albüm eleştirisinden de alıntı yaparsak Boards Of Canada ile Slowdive’ın bir parçalığına buluşmasına benzeştirildiği On The Ocean gibi öznel ve öznel olduğu kadar da zihin açıcı korunaklı, derinlikli parçalar albümün tam isabetliğini dengeli bir biçimde kanıtlar. Albümün kapanışında bir devamlılık halet-i ruhiyesi içerisinde döngülerin nakş edildiği, çiğ elektronik elementlerin saha kayıtlarından alıntılanan gerçek seslere katıldığı, hakikatin müziği dersek yakınında durabileceğimiz bir tespiti ihtiva eden sersemletici Wintertown ve arkasından tamamlayıcısı olmuş Eternally ile Sinner DC’nin yeni yuvasında meziyetlerini geliştirmiş bir ekip görüntüsü çizdiğini ve artık bir üst seviyeyi rahatlıkla hak ettiğini ifade edebiliriz. Bu tutarlıklı yol, deneysellik ile bağların belirli bir biçimde her kayıtta devam ettirilmesinin ve tüm yukarıda atfettiğimiz, adlarını andığımız ses türetici isim ve projelerin müziklerinden damıtılanların, Hideaki Takahashi, Water Lilly, Sonic Boom ve Piano Magic’in ellerinde yeniden düzenlendiği Montage kısa çalarında da grubun dışına taşındığın altını çizelim. Özellikle Piano Magic kollektifinin elinden çıkma Wintertown yorumu benzeşsiz müzik yorumu ve yeniden biçimlendirilmesi konusunda ender iyi örneklerden birisini oluşturur. Yaklaşık üç senelik aranın ardından Nisan ayı içinde Ai Records’dan yayınlanan Crystallized albümü de 42 dakikaya sığdırılan ve ancak onlarca cümlede ifade edilebilecek bir akışın belgelendiği çalışma olarak dinleyicilerle paylaşılır. Elektronik seslerin iyi bir biçimde kotarıldığında ortaya çıkan parçalar herhangi bir başka müzikal izlekten seçilmiş, dinlenilen kayıdın etkisi kadar sağlamca tasvirlerin keşf edilebileceği bir çözümlemeyi beraberinde getirir. Müzik gelişimini gösterirken teknolojik yönleriyle modern yaşamların sorunlarına, endişelerine de daha fazla yüz veren, ifadelendirmeye çalışan çözüme dair fikri takip gerçekleştiren bir yapılandırmayı barındırır. Sinner DC’nin yeni çalışmalarını sunduklar Crystallized albümünde de bu detaycıl yoldan hareketle oluşturdukları, türettikleri zamansız melodileri duyumsayabilmek mümkün. Referans edindikleri tüm müzik odaklarından beslenerek geliştirdiklerinin artık tam manasında kıvam tutmaya başladığının da ifşaatıdır Crystallized. Durağan bir Ambient kolajı kümelemesinin boşluğun içerisinde adımlamasını tahayyül ettiren Go For The Stream ile albüm açılışı gerçekleştirilir. Indielektro, Disco Rock, Trash Pop gibi değişik adlarla arz edilen, hazmı kolay unutma kısmı çok çok çok daha kolay sahte aranjmanların göklere çıkartıldığı alternatif dans-rock bileşkesinde yorumlamanın nasıl olması gerektiğini mahir bir biçimde kanıtlayan Anyway, 70’lerin disko müziğinin de topyekün 2000’lere taşındığı bir kurguyu kulaklara ulaştırır. Golden Horses, technoesk dinamiklerin Lawrence, Efdemin ve Carsten Jost gibi Hamburg’lu Dial Records etiketinin mihmandarlarının masalsı ses kompozitörlerinin tasvirlerine ulaştığı bir mizansen. Minimalist elektroniklerin iyice düşüğe çekilip , gitardan yayılan nağmelerin manipüle edilerek, drone hassasiyetine indirgendiği, sinematek bir düşün yansıması halinde bir kaç dinleyişin ardından tekrara doyulmayan bir seyyahlığa ev sahipliği yapar tek harf: V. Endüstriyel seslerle elektro-pop’un yeniden yollarının kesiştirildiği düzeneğin bu kadar itinalı etkileşimini sağlayan unsurlardan Manuel Bravo’nun vokallerine ayrıca dikkat çektiğimiz Glass Alley gibi ani dönüşümlerin de, sürprizlerin de kulaklara ulaştığı bir çatı, Crystallized. Deuss Ex Machina’yı açtığımız Digital Dust’ı da gözden kaçırmamalıyız. Elektronik sekanslar ile melodik baladların çağdaş yorumlaması noktasından hareketle temellendirilen parça süresi boyunca çağrışımlarıyle beraber farklı bir tını kümesini konumlandırmakta. Hissiyat derseniz onu da kuvvetle işleyen, dinleyiciye yansıtmak konusunda başarılı bir çalışma. Final albümün de en uzun parçası olan Coast ile gerçekleştirilir. Yoğun Ambient tınılarının; yer yer dub techno’ya, yer yer minimalist modern kompozisyonlara ulaştığı, derin olduğu kadar da sakinleştirici bir geçişler serisi halinde ilerletilen bir son nokta olur. Sinner DC grubu müzikten alınabilecekler konusunda, düz hatlarla ve fazla komplike olmayan detaylarıyla dinleyenlerin zihinlerinde yer edecek bir kolajlar bütünlemesine ev sahipliği yapmakta. Kurdukları her bir tınının izi, sizi başka başka deryalara taşıyacağı ise afaki bir gerçek. Gerek düşünsel gerekse de müzikal anlamda, yılın özgün, yaratıcı kayıtlarından…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
“Şarap” Provakasyonu – Türkiye’nin Halleri – Murat BELGE – Taraf
Konserden Kansere – Umur TALU – Sabah
Umberto Eco, Aziz Nesin ve Siyasi Dangalaklık – Enver AYSEVER – Birgün
Kolay Değil Eren Keskin Olmak – Yıldırım TÜRKER – Radikal
“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım” – Didem AYDIN – Serbest Yazarlar
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
Biosphere – Wireless: Live at the Arnolfini, Bristol Album Review By P. Somniferum At Foxy Digitalis
V/A Open Strings:Early Virtuoso Recordings From The Middle East & New Responses Compilation Review By Matthew Wuethrich At Dusted Magazine
“Küba’da Müzik Her Evin Bir Parçası” – Zülal Kalkandelen – Zülal Müzik
RIP Dani Of Celer – Mersenne – Undomondo

Sinner DC Official
Sinner DC At Myspace
Sinner Dc Videos At Vimeo
Sinner DC Crystallized Review At Cyclic Defrost
Sinner DC Crystallized Review At Half Stereo
The Black Ghosts Official
The Black Ghosts At Myspace
The Black Ghosts Interview At I Heart Comix
Marlow At Myspace
Clubroot At Myspace
Clubroot At Electronic Explorations
Clubroot Self Titled Debut At Boomkat
Scuba At Myspace
Scuba’s A Very Old Mix Of Proto Dubstep Stuff (99-03)
Jamie Vex’d At Myspace
Vex’d At Myspace
Simon Slum At Myspace
Simon Slum At ReverbNation
HD4000 At Myspace
HD4000 Renegade From The Hard Drive Mix At W.E. Recordings
Orbital Official
Orbital At Myspace
Orbital Concert Review By Dave Simpson At Guardian
DJ Madd At Myspace
Boka Records At Myspace
Moderat Official
Moderat At Myspace
Moderat Albüm Eleştirisi Dinleme Parkı
Moderat Albüm Eleştirisi Basatap
Benga At Myspace
Benga Interview By Samuel Strang At Resident Advisor
Kutz At Myspace
Youthman At Myspace
Taz Buckfaster At Myspace
Rwina Records At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>Info Go-R-Sel Moleskine Sketch 004 By Mike Thomas
© Mike Thomas’ Flickr Page

Sinner DC’s Photos Courtesy From Below Listed Sites
Sinner DC Website & Imperial Productions

>>>>>Poemé
Öyle Günler Gördüm Ki – Sabahattin ALİ

Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.

Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.

Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
Gözyaşları içinde seneler yürür gider.

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,

Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

PS: Yoğunluk Nedeniyle Tam Vaktinde Yazıları Paylaşamıyoruz. Takip Etmekte Olduğunuz Deuss Ex Machina’da Bu Tip Veri Aktarımında Yaşadığımız Problemleri Anlayışla Karşılamanızı Temenni Ediyoruz. Desteğinizle Daha İyilerini Oluşturabilmek Ümidimizle…

>Deuss Ex Machina # 259 – Pour En Finir Avec Le Jugement De Public

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_259_–_Pour En Finir Avec Le Jugement De Public

06 Temmuz 2009 Pazartesi gecesi “banttan” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Falty DL-Winter Sole (Planet µ)
>2<-Falty DL-To New York (Planet µ)
>3<-Maniac-Oxygen (GPP Records)
>4<-Maniac-Thug (GPP Records)
>5<-Virus Syndicate-Bitch (Contagious Recordings)
>6<-MRK1-Magnetic Device (Earwax)
>7<-Caspa-For The Kids (Dub Police)
>8<-6Blocc-Burm Dem (Instrumental) (Scale Step Productions)
>9<-Tes La Rok & Desto-Low (Argon)
>10<-Sub Swara-Koli Stance (Low Motion Records)
>11<-Ramadanman-Revenue (Untold Remix) (2nd Drop Records)
>>>>>Myspace Keşifleri / Talents From Myspace<<<<<
>12<-Trillbass & Symbl-Kush (Trill Bass Records)
>13<-High Grade-Don't Really Snare (Self Released)

Pour En Finir Avec Le Jugement De Public (259) – Yalnız Konulmak, İmkanları Kısılmak, Sözleri Kırpılmak, Susmak ve Susturulmak. Asri Zamanlarda Vicdanlarını Belirgileştirebilen Halklar, Haklarına Kavuşuyor. Kesintiyle Uğratılan Zaman, Yitirilip, Tüketilenler Birer Birer Hafızada Canlı Tutularak, İnatla Güneşin Bambaşka Doğacağına Sebat Ederek… [KaotikAçı-90-Dar Pası]
>>>>>Bildirgeç
Vicdanımız Yanılmaz Bir Yargıçtır, Biz Onu Öldürmedikçe – Honoré de Balzac

Hayata dair engin çıkarımların, peşisıra yenilikçi söylemlerin an gelip de duraksadığı, rutinin içerisini daha fazla ıssızlaştırdığı, kimliksizleştirdiği, sessizleştirdiği bir evre hasıl olur. Söylenecek ne sözcük, ne ifade, ne bir dışavurum elde kalmıştır. Varla yok arasının belirginleştiği, gerçek manasıyla zamanla olan koşuşturmacanın da kesintiye uğradığı bir aşamadır. Ortalığa dökülüverenlerin yoğunluğunda bir durum değerlendirmesine vesile teşkil edendir, aynı zamanda. Modern yaşamların hızlıca akıp gitmek üzerine kurulu olduğu bu dönencenin içerisinde belli ki, insanlığımızın da zorlandığı, sınamalara tabii tutulduğu, kesinliği olan ayrıştırmaların nasıl da bireyi körleştirdiğinin gün yüzü bulabilmesidir. Ortak çabanın, biriktirilenlerin, sözcüklerin, akitlerin, geçmişin ve geleceğin birbirilerine yakındurduğu daha da başka bir plan söz konusu da olmayabilecektir, o evreye dahil olunduktan sonrasında yaşananlarda, öğrenilenlerde, karşılaşılanlarda. Teşebbüs edebilmek için, hatalardan dersler alınması gerekliliğinden de dem vurulasıdır. Hiç çekinmeden, payımıza düşmüş olanları şapkamızı da önümüze alarak görmek, anlamak, kulak kabartabilmek, duyarsız kalmamak için gerekli olandır. Nasıl değiştiğimizin, nasıl bu raddelere bu kadar anlamadan geldiğimizin, belki itildiğimizin de çözümlemesinde cevabını içerendir. Sesin nasıl kısık tek bir tondan ibaret kakafoniye dönüştüğünün, ayrışımların nasıl kolaylıkla duvarlar, setler halinde yaşayanların arasında yükseldiğinin bariz açılımıdır. Olumlu manasında değişimlerin de kaidelerle beraber, varolan düzensizliğin, düşünceyi tümden susturabilmenin korunmasına pay edilmiş yeknesaklığı, çetinliğini de idrak ettirendir. Sınırlı dağarcığımızla, sınırlı yaşayışlarımızla, sınırı çoktan belli tanımlarımızla çevreli yaşamlarımızda vicdan meselini huzurlarınızda irdelemek istiyoruz. Kendi vurgularımızın ötesinde, hepimizi bağlayabilecek sorunlara karşın bir türlü geliştiremediğimiz istemin, insiyatifin vücut bulduğu, hissedilir kılındığı bir alanı simgeleyen vicdan. Makul sanılanın ne kadar da kolay bir biçimde, yargıya dönüştürüldüğünü, verilmiş hükmü boyunlarımıza astırdığını anlayabilmeye vesile teşkil eden, vicdan. Söze ve fikre kavuşturmaya her teşebbüste karşımıza çıkartılan, değişmezlik vurgusunu, tehditini daha da rahat bir biçimde anlayabilmemizi sağlayan vicdan. Saptamaya çalışılanın doğruluğuna kani olabilmemizi de sağlamlaştıran vicdan. Yetkisi bol olanların, rica minnetine terkedili hale getirilmiş olan çözümsüzlüklerinin kapılarını aralamak için ısrarla beklememizi sağlayan vicdan.

Zihne düşenin imgelemlere dönüşümünün, kelimelerle tanımlandırılabilmesinin üstesinden kolaylıkla gelinemeyecek kadar derin bir vicdan yarası, yaşamsalından dem vurmalı bu noktada. Yaklaşık olarak iki buçuk sene öncesinde, salt fikirlerini sonuna kadar savunma inancını gösterdiği için, kimselerden de, artık çekinmeden bu topraklarda kimi zaman küfür olarak addedilmiş olan bir halkın, yaşamsallığın izlerini sürmeye çaba sarf ettiği, çarpıtmaların uzağında gerçek fikir teatrilerine, konuşmalara zeminin sağlanması gerektiğine inancını saklamadığı için hedef gösterilip, karanlığa teslim edilen Hrant Dink’i ve onun ardından şimdiye kadar yaşananların hemen tümünde vicdan meselini farklı biçimlerde, fakat değişmez bir olgu olarak yaşamımıza dahil ediyoruz. Hissedip, varlığına şahitlik ediyoruz. Kötücüllük nasıl kendine yeni eşikler oluşturabiliyor ise o kadar farklı olandan imtina edenlerin arasında paylaşımı ve yaşamı düşünmeye devam ediyoruz. Fikri sabitlerin dünyasında, daraltılmışlığı alt edebilmek, kara çalan, karanlığı göstere göstere hayata bahşeden durumdan payımıza düşenleri almamız elzemliliğinin de hatları ortaya çıkmakta birer ikişer. Basite indirgenemeyecek kadar hata zincirlerinin, görmezden ve bilmezden gelmelerin, sözlü tacizlerin ortasında ayakta tutulmaya çabalanmış ülke bağlılığının, yurttaş tanımının kimleri de kapsayabileceği gerçeğinin ortaya çıkattığı için Hrant Dink’in ardından hatrımızda tutumalıyız. Bilmeliyiz, korkularla yaşamaktan imtina etmeden, yüzyüze gelmeden, konuşup acının ne menem biçimlerde halkları ayrıştırdığından dem vurmadan, en önemlisi; söze sahip çıkmadan ülkemiz daha demokratik, daha insancıl, daha yaşanabilir bir kara parçası olmayacak. Farkına varmadan sürüp gittiğimiz, arşınlayıp durduğumuz kaotik çemberin içerisinde seslerimizi birbirimize duyuramayacağız. Neden sorusuna yanıt bulamayacağız. Kimliklerin bir şekilde insanı vurulabilir kılmasının önünü alma çabasında hep bir eksik kalacağız. Berhava edip zamanı belleksizliğimize yeni düşeceğiz belki, şenlik kutlaması gibi tertip edilen zanlıların ele geçirilişi ve onca mahkemeye karşın istiflerini bozmazcasına tutturdukları en doğrucu onlar olduklarına, iyi bir şey yaptıklarına dair sebatlarının da katman katman büyütülmesi ve serpilmesini seyretmeye devam edeceğiz. Kendi eğlencelerine! hala tehditler savurarak devam edebildiklerinin farkını da algılayacağız, onlar mı içeride, yoksa bizler mi topluca kafesteyiz? diyerek dile getirmeye çaba sarf ederek. Münazara edilenin bir insan canı olduğu gerçeğinden çok bir geberesice! Ermeni olduğunun yüzümüze birkaç kere daha ifşaasını duymak mecburiyetinde olacağız. Hayatın kutsallığının nasıl ayaklar altına alınabildiğinin, hesap sorulma sırasının da bir türlü esas adam veyahutta emri verenlere gelemediğinin, bilakis neredeyse getirilmediğinin çelişkisinde vicdanlarımız ile başbaşa kalacağız. Döngü içerisinde yerimizde saymaya mecbur bırakılacağız.

İyi ve kötü birbirlerinin peşisıra hayatta yerlerini almakta. Bir görünüp bir kayıplara karışmakta. Tekil bir hayattan herkesi ilgilendirebilecek nice detaylara ulaşabilmek mümkün. Sadece üstünkörü bir karar mekanizması, yargı tertibatı içerisinde öğrenilenler değil belki bugünden sonra daha öğreneceklerimiz ile beraber nice kahırları tecrübe etmeyi sürdüreceğiz. Karşılaşmaya devam edeceğiz, tıpkı Hrant Dink yazılarında ve söylemlerinin hemen tümünde bahsini açtığı üzere yüzleşmeye, göğüs germeye ve ortak bir geleceğe ulaşabilmek için konuşmaya itimat ve özen göstereceğiz. Lafı cımbızla ayırmaktan uzakta fasılanın sonunda nelerin söylendiğini çözümlemeye çalışacağız. Lakin, ama ve fakatlara bağlar kurup temcit pilavına evrilen aynı teranelere kulaklarımızı kapatacağız. Hiç değilse bunu yapacağız. Bu kısa notun finalinde sözü Birgün Gazetesi yazalarından Enis Rıza’nın Patika köşesinde yayınlanmış olan O Umarsız Sırıtış başlıklı makalesinden alıntıyı iliştirelim:

O sırıtış…
adaletsizliğin suratı gibi.
Adaletsizliğin ve hayata düşman her şeyin suratı gibi.
Dava sürecinde yaşananların suratı gibi.
*
Ve bu çirkinliğe, karanlığa karşı koymak için her duruşma günü birkaç yüz kişi mahkeme önünde bekliyor. Birkaç yüz kişi… Cenaze törenine katılan on binlerce kişiyi hatırlayınca insan, ister istemez ardından sorular sormak da kaçınılmaz oluyor. Eğer o, on binlerce kişinin büyük çoğunluğunun sisteme, ayrımcılıklara, şiddete olan tepkilerini Hrant’ın öldürülmesinde somutlaştırdıklarını ve bu insanların kendilerini ifade edecekleri siyasal alanlardan yoksun olduklarını öngörmek mümkünse, bugün örgütlenen tepkinin tarzında eksiklik ya da yanlışlık var demektir.
O suratla ve o suratın temsil ettiği her şeyle karşı karşıya gelmek istemeyen herkesin sorumluluğu bu. Bütün sol-un sorumluluğu. Çünkü Hrantlar’ına sahip çıkmayana sırıtırlar.
Her şeyden önce birey yurttaş-lar kendilerini ifade etmek ya da kendi ifadelerini amaçlı bir topluluk içinde bulmak isterler. Bu bağlamda çağırmak gerekir elbette…
Bu yaygın ama-sız ve şart-sız bir arada temsiliyetlere, eylemde birliğe-eylemde birliğin özgün dil birliğine ve çok renkliliğine dönüşmez ise birkaç yüz kişinin buluşma günü olarak sürecek demektir. Hele daha etkili bir muhalefetin ve kamusal tepkinin arayışı tartışılamıyorsa. Ama iki yüz kişi çok değerli. Önemli olan bu bir avuç insanın hangi hayalin ve tasarımın ruhunu oluşturacağı.
Ve de…
Piyonlar, onlara yardım edenler, göz yumanlar, soruşturma ve yargı süreçlerini saptıranlar, görevlerini yapmayanlar ve hükümet orada duruyorken… bir askı gibi ergenekona davayı asmakla yetinmekten de vazgeçmeli.
Yoksa o suratın sırıtışı geleceği kaplayacak.
” (09 Temmuz 2009)

Geçtiğimiz Cumartesi İstiklal Caddesi’nden Tünel’e kadar uzanan insan zincirinin hatırlattıklarına dair kısa bir not…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
O Umarsız Sırıtış – Patika – Enis RIZA – Birgün
Gülüyorlardı, Tanık “Gülmeyin Lan” Dedi – Oral ÇALIŞLAR – Radikal
Cinayeti Herkes Gördü – Ragıp ZARAKOLU – Evrensel
Dink Cinayeti: 2 Defa Yerin Dibine Giriyoruz! – Necati DOĞRU – Vatan
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

Müzik Önermesiz Haftamızda Değerlendirilesi Güncel Makale ve Yazılar
The Climb ve Tırnak İçlerinin Dışındakiler – Limbo Pillow
Elegi – Varde (Miasmah) Albüm Kritiği – Fasitdaire / Nota Bene
Bill Laswell – Invisible Design II (Tzadik) Albüm Kritiği – Sühan Gürer – Dinleme Parkı
Yaşama Uğraşı – 1939 – 13Melek
Brian Eno: Explains Apollo: Atmospheres & Soundtracks – Guaridan

FaltyDL Official
FaltyDL At Myspace
FaltyDL At Planet µ
Maniac At Myspace
Maniac New Age Grime At Boomkat
Maniac At Fact Magazine
Virus Syndicate At Myspace
Virus Syndicate At Facebook
Virus Syndicate Radio1 Promo Mix
Virus Syndicate Sick Pay Album Review At Makina
MRK1 At Myspace
MRK1 At Planet µ
MRK1 At Wikipedia
Caspa At Myspace
Caspa Review At Makina
Is Caspa The Guy Ritchie Of Dubstep ? – Simon Reynolds – The Guardian
6Blocc Official
6Blocc At Myspace
Tes La Rok At Myspace
Tes La Rok At Last.FM
Tes La Rok At Fact Magazine Mix 32
Desto At Myspace
Sub Swara Official
Sub Swara At Myspace
Sub Swara Coup d’Yah Review At Etnotechno
Ramadanman At Myspace
Ramadanman At Resident Advisor
Ramadanman At Twitter
Trillbass Official
Trillbass At Myspace
Symbl At Myspace
High Grade At Myspace

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>Info Go-R-Sel Tomorrow By Mert Şahbaz
© Mert Şahbaz’s Thank You Blog
Vicdan Notunda Kullanılan Fotoğraf – Radikal Gazetesi

>>>>>Poemé
Rüzgârı Acıtan Doğu – Bejan MATUR

Geldim
Suskun ve kederli
Bıraktım kendimi toprağına
Kalbim bekle diyordu
Bir tapınak bu geç olmadan.
Ama geciktim
Gölgesi kalmış duvarların
Kendileri gitmiş uzaklara

Doğu diyorum bazan
Rüzgârı acıtan doğu
Yeter mi anlamama.
Avunmak için
Dörtlükler ve haritalar
Topladım çantama
Taşlar biriktirdim
Saçlarımı uzattım kahırla.

Senden konuşan
O tuhaf kalabalığın ortasında
Baktım dağ göllerinin derin uykusuna
Görünen tüm yollara baktım
Gücüm yok
Acıyan yaralarını sormaya

Orada
Tanrının biliniyor kuşlar
Kadınlar tanrının biliyor kuşları
Ve soruyorlar ona
Tanrım ne yaptık sana
Kuşlarının kanatlarını mı kırdık
Ne yaptık sana

Tanrı sessiz
Annem kadar sessiz
Bakarak
Neden bekliyorsunuz burada
Diyordu kalanlara

Ah sevgili ten
Neden bekliyorsun burada
Alıp kokunu git
Git O acı rüzgârın ardından.

>Deuss Ex Machina # 258 – While My Voices Violently Bleeds

Leave a comment

>

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_258_–_While My Voices Violently Bleeds

29 Haziran 2009 Pazartesi gecesi “banttan” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
>1<-Susumu Yokota-A Ray Of Light (Oen Sujet Remix) (Lo Recordings)
>2<-James Blackshaw-Key (Young God Records)
>3<-James Blackshaw-Fix (Young God Records)
>4<-Kronos Quartet-Wa Habibi (Nonesuch)
>5<-Kronos Quartet-Kara Kemir (Nonesuch)
>6<-Micah Blue Smaldone-Mortissa (Honest Jon's Records)
>7<-Rick Tomlinson-Surfin' UAE (Honest Jon's Records)
>8<-A Hawk And A Hackshaw-Türkiye (Leaf)
>9<-A Hawk And A Hackshaw-The Man Who Sold His Beard (Leaf)
>10<-Sir Richard Bishop-Solenzara (Drag City)
>11<-Sir Richard Bishop-The Pillars Of Baalbek (Drag City)
>12<-Fairuz Derin Bulut-Benim İçin Üzülme (Doublemoon)

While My Voices Violently Bleeds (258) – Mütereddit Bilinç Genelin De Sus Pusa Kavuşmasını Sağlamakta. En Düşük Tını Değişikliğine, Yorum Farkına İzinin Olmadığı Bir Dünya’da Yitirdik, Yenildik Derken Sonunda Tükeniyoruz Da…(Boşlukta Çığlıklar / Karadul)

>>>>>Bildirgeç
Resmedilmiş olan gerçeklik tüm yönleriyle beraber farkına varamadığımız özneleri, zihinlere düşürüp, sorular sordurmakta. Akış eskisinden de hızlı bir biçimde gelişip ilerler iken, giderek katıcıllaşan, sert ve seri bir biçimde önyargı duvarlarıyla şekillendirilmesine karşın hala ve henüz sorular sordurabiliyor olması en azından önemli ayrıntıları da keşfedebilmemizi kolayladığından bahsetmeliyiz öncelikle. Bir biçimde bilgiye ulaşılmakta yanılsamasına karşın, edindiğimiz, belleğimize kattığımız nice küçük bilgi kırıntılarının da nasıl birer, ön tanımlandırmanın ötesini sunmadığının, aksine tekil düşünce, tekçe yön hizasına çekildiğimizin gerçekliğini de hatırlardan çıkartmadan. Ballandıra ballandıra anlatılan küresel köy hikayelerinde ise sadece sıramızın ne zaman bizlere geleceğini bilmediğimiz bir kurgunun seyirci / oyuncu / takipçileri olarak iz üzerinde ilerlemekteyiz. Yönlendirmelerin takdirlerine bırakılmış olduğu büyüklerimizin uygun gördükleri kırmızı hatların dahilinde olagelmiş olanları çözümleyebilmek, idrak edebilmek ve gerektiği anlarda müdahalede bulunabilmek bu bağlamda kazanımları da mümkün olanın en asgarisi seviyesine indirmekte. İndirgemekte. Kabul edilebilir buyurulanların ardından ortaya çıkan, öne sürülen fikirlerin hemen tümünde, biz sizden evlâyız, denedik budur kolaylamasının, kurcalamayın sözün gerisini sonrası çok fena olur levhalarının gölgesinde fikirler münazara alanına iliştiriliyor. Kısa, kısıtlı eklentiler, tüm sözümona doğruculuğu imdinin lügatına dahil etmekte. Teşebbüs edilmeye, çaba sarf edilmeye, bir adım daha ilerisine odaklanmış olmaya olan inancın kırılmasını müteakiben, gereği düşünülüp altına iki satır karar yazılmadan infaz edilen bir özgürlük daraltımından da dem vurulabilir. Görmekte olduğumuz veya gördüğümüz sanrısına kapıldığımız görünenlerin pek şenliksiz geçişlerinde , resmi geçitlerinde. Yaralayıcı olan giderek daha fazla bir biçimde, özgürlüklerin kısıtlanması bir türlü sözün dönüp dolaşıp mevuzunun hasbıhal edilmesi gerekli olana, esasa gelmemesi olduğunun da altını çizebiliriz. Kesinlikler, aşırılıklar, fazlasına tahammül edemeden sınırlandırmalar, gelişigüzel tanımlar ve tanımlandırmalar, normal olarak addedilmeye başlanan yanlış genellendirmeler hep bu izlek içinde zihinde yeni çoğaltımlar ortaya çıkartır. Neredeyse eksiksiz bir kurgunun ortaya çıktığı, herkesin kendi sahnesini ezbere bildiği bir mizansen sunulur. Vuslata beş kala kaba saba gülücüklerle, yitirilenleri yâd edemeden, yitirilenlerin değeri anlaşılamadan süreç geçip gider taa ki kısa bir mola sesi işitilene kadar. Vardiyanın tamamlandığı duyurusuna kadar. Ne kadar yalın bir biçimde sunulmuş olsa da yazınsal ve veya kurmacalı metinlerin satır aralarında karşımıza çıkan durumların sahiciliğinin, zamanımızda ispat edilip kanıtlanabilirliğinin ortaya çıkaması sözü daha fazla uzatmaya da gerek bıraktırmıyor. İfşaatların tümü sonunda gerçeklerle buluşuyor.

Özgürlük tanımının nerelere kadar darlaştırılabileceği, hangi kıstaslara göre uygun olup olamayacağını veyahutta kimlere nasip olmasının gerektiği gibi ayrışımları da çözümlemek mümkün. Ekranlardan 7 / 24 yayınlanan görüntülerin de yardımlarıyla beraber. Farkına varmaktan çekindiğimiz, dile getirsek de bir türlü sonunu getiremediğimiz konulardan birisi olagelmiş olan özgürlük kavramının zümreler arası bir mücadelenin el altında tutulan kozları gibi gösterildiğini, zamanı gelince kullanılabilirliğinin akılda tutulduğunu bildiğimiz karaşınlık ortaoyunu, ortalaması, orta malı iş bu görüntülerin içerisinden duhul olmakta, yaşantılarımıza.İran’da seçim sürecinin ardından ortaya sürülmüş olan demokratik! sonuçların eleştirilebilirliğinden dem vurmanın bile ne kadar zor ve katı bir tepkime ile karşılandığını ilk elden bu duruma örnekleyebiliriz. İnsanların bilinçlerinde oluşturulan demokrasi açılımlarının henüz nasıl da ip incecik sicimlere bağlı ve bağımlı bırakıldığının, fikirleri savunabilmenin bile oluşturulan sistemsizliği alt üst edebileceği korkusuna neden olduğunu idrak edebilmek açısından önem arz eden bir bütünlüğü ortaya çıkartır. Kıstırılmışlığın, yok sayılmanın, kuralların ağırlaştırdıklarının artık insanların gırtlağına kadar geldiği gerçeğini ortaya çıkartan bir düzine detayı önümüze serilmesine vesile teşkil etmişti, son birkaç haftadır yaşananlar. Ve vesair namlara sahip ‘sosyal paylaşım’ siteleri aracılığıyla, kimseciklerin müdahalelerine, gözetimlerine, sopalarına, sözlü ikazlar ve uyarılarıyla karşı karşıya kalmadan kendine yetebilenleri seslerinin daha gür çıkabildiği özgür toplumlar olabilmenin çabasını görmek bu kadar zor mudur? Neda’nın özgürlük yazısını elinde taşıdığı için yaşadığı ülkede kim vurduya gitmesinin hesabı sorulmamalı mıdır? Demokrasinin gerçekten tam anlamıyla, tüm anlamları ile karşılığını bulabileceği hak arama mücadelesinin nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, şu vakitte ortaya çıkan direnişle sonuna kadar arayabilenlerin, ısrarlı varlıkları bu espirisi çoktan kaçmış dünyada hala bir umudun yeşertilebileceğini hatırlatıyor. Herşeye rağmen, her körlüğe, her bağnazlığa, her aymazlığa rağmen. Toplumsal dinamiği, tüm bu gözetilmiş ayrımcılıkların insanlara neler ettiğini açıklaması da o görüntülerde mevcut. Olması gerektiği kadar demokratik olabilmenin, bağlı bulundukları şartların altında dahi bir nebze değişkenlik barındırabilen, sözün geçerlilik sağlanabileceği, nihayetinde de halk denen kavmin de yöneticilere hiza gösterip, sorular sorabilecekleri bir eşiğin varlığı ispatlanmasıdır, insanı düşündüren akışkan kayıtların ortaya çıkarttıkları.

Özgürlüğü ve buna bağlı olarak özgünlüğün bireylerin taleplerinin, karanlıkta bırakılan tüm sorunların çözümlenebilmesinin anahtarını barındıran sorgulanabilirliğin ve talepkâr olabilmenin bir diğer örneği olarak da Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi çatısı altında uzunca tartışmalar kopartan, Askeri Darbenin mimarlarının yargılanabilirliğine imkan sağlayacak geçici maddenin düzenlemesinden dem vurabiliriz. 12 Eylül 1980’den bu yana varlığını sürdüregiden, her daim oldurulamazcılığın kabulünün zorlatıldığı, dayatmaların deyim uygunsa tekmili birden halkın hizaya çekilerek, esas duruşta ezberlere taşındığı, kazındığı bir dönemin üzerinden 29 sene geçtikten sonra bir karara varabilme olgunluğundan nihayetinde bahsedebilmek bu çıkarsamaya eklemlenebilmesini sağlamakta. Bir koruma kalkanı olarak tanımlandırılmış olan, askeri kurulun dokunul(a)mazlığı, insan haklarının hâlâ tam düzenlemeyen ayrı ayrı sorunlarının temelinde o günlerden bu yana süren derme çatmalılığı, asayiş sağlayacağız denilerek daha farklı oluşumların zeminin sağlamlaştırıldığı veya temellendirildiği durumun, geleceğimizden de neleri alıp götürdüğünün, demokrasi deneyiminin nasıl halktan uzaklaştırıldığının bariz tanımlamaları ve evrelerini ortaya çıkartıyor olması bile bu konuyu ön plana getirmekte, nihayetinde birşeyler oluru neyse o duruma istisnasız bir biçimde bırakılmadan sonuca taşınabilir mi sualini de akla getirmekte ? 12 Eylül 1980’in yaşadığımız toplum üzerinde yaratmış olduğu ayrışımların hemen tümünde fitilin en baş ateşleyicisi olduğu gerçeğini de ha keza. Kazanımların ve hakkın üzerlerinin nasıl birer ikişer, ses çıkartılmadan saman altına sürüldüğünün, insanların birbirlerine olan itimatlarının, beyan ettiklerinin, görüşlerinin de nasıl birer, sistemin köstebekliğine dönüştürüldüğünün, fikriyatın bileşkesinde her ne durumda olursa olsun özgünlüğünün korunması gerekliliği, fikrin savunulması gerekliliğinin üzerinde derin izler bırakmış olan engellemelerin ortaya çıkartıldığının kanıtlanabilmesi için yüzleşmek gerekir. Gerekendir. Zamansal bir duraksamanın, biteviye aynı hatalara ısrarlı düşmelerin neticesinde sonuçsuz bırakılmış olan hemen tüm soruların yanıtlarının günyüzü bulabileceği, konuşulmaktan ötesinde türlü çeşit bahanelerle yola koyulamayan sivil anayasa girişimlerinin de başlayabilmesi için yüzleşme gerek, yüzleşebilmek tüm saklı bırakılmış, unutturulmuşlarla. Resmedilmiş olanın bir masaldan fazlasını artık ortaya çıkarttığının bilincine vakıf olabilmek için. Siyasetin ısrarcıl aymazlıklarına artık daha çok izin, tahammül gösterilmemesinin birilerine ispatlanması için. Hangi şartların ısrarla aynı noktalara gerisin geriye dönmemize vesile teşkil ettiğinin seceresini çıkartabilmek için. Pek çok farklı mecrada bu konu ve izleri üzerinde yorumlamalar, gereksinimler ve bir türlü bitmeyen tereddütlerin işlendiğinin altını da çizmek mümkün. Son söz kabilinden, Şermin Topçu’nun Gazeteport sitesinde yayınlanmış Hadi Aklan Netekim! Başlıklı yazısından bir bölümü paylaşalım:

Darbe çığırtkanlığı yaparken darbeden ümidini kesip aniden darbe sorgulayıcı rolüne soyunan Deniz Baykal, biraz da ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizlikle 12 Eylül darbecilerinin yargılanması gerektiğini söylemiş. Memleket bu öneriyle çalkım çalkım çalkalanıyor.

Ertuğrul Özkök başrol oyuncusu olmaktan geri kalmak istememiş, dün bir yazı yazdı: Yoksa bunlar 92 yaşındaki Kenan Evren’i hapse mi tıkmak istiyorlardı? Bir de üstüne üstlük hızını alamayıp bugün de Kenan Evren’le yaptığı telefon konuşmasını yazmış. Tam da beklendiği gibi konuya Kenan Evren’in zatürree’sinden girmiş. Diyor ki “O yaşlarda zatürreenin ne kadar tehlikeli olduğunu bilenlerdenim” Bizlere de bu muhteşem tespit üzerine “bravo” demekten başka yapacak bir şey kalmıyor!

Ne diyor Kenan Evren: “Referandum yapın. Eğer halk evet yargılansın derse bu işi yargıya bırakmam intihar ederim. Çünkü bu kara lekeyle yaşayamam”.

29 yıldır sadece Erdal Eren’in idamı kara lekesiyle bile yaşamını sürdürebilen Kenan Evren bu kadar da iddialı konuşabiliyordu. Bizim kuşağın katlinin kara lekesiyle 29 yıldır lafta değil gerçekten “paşalar” gibi yaşamını sürdüren Kenan Evren bu yaşında bu kadar iddialı konuşabiliyordu. İşkence görmüş on binlerce insanın alnındaki kara lekesiyle yaşayabilen Kenan Evren bu lafları edebiliyordu. O zaman intihar etmeyi aklanmak sayıyorsan Kenan Evren, gel kendini aklayacak bir harekette bulun. 17 yaşında idam edilmesini sağladığın Erdal Eren’in hatırına akla kendini. İşkencede öldürülenlerin, sakat kalanların onuru için akla kendini. Ama bunu referanduma sığınarak falan yapmaya kalkışma!

Hatırla ki bu milletin yüzde 92’si elleri titreyerek korku bokuna senin anayasana “evet” dediler. O yüzden sakın referanduma sığınma. Gel akla kendini! Gel vazgeç madem öyle bu lekeyle yaşamaktan! ” (27 Haziran 2009)

Detaylar, güncele dair bilip kendimize sakladığımız şeyleri daha farklı bir biçimde irdeleyebilmemizi, gerçeğin ta kendisini bulabilmemize vesile teşkil eder. Yüzeysel, üstünkörü bir çabalanmanın, kulaktan dolmalığın ötesinde bilgiye vâkıf olabilmenin açılımlarından birisi olan detaylar üzerinden ilerlemenin salt yazılanların birer bilgi topaçlamasından, edinimiden daha fazlasını sağladığı ise aşikar. Bildiğimizi sandığımız bölümlerin tekrardan gözden geçirilmesine neden olan detaycıllık, aslolanın “ansiklopedik” bir metin biriktirmesinden çok, içselleştirebileceğimiz hatrımıza baki kalacak örneklemleri içerdiğinin, vurgulamalar ve bulgular doğrultusunda yeni önermelere girişebilmemizi kolaylaştırır. Ayrıştırılmış ve birbirlerinden farklı odakları imgeleyen yazınsallığın, görselliğin ve işitselliğin bütünlendiğinde aynen diğer sanatsal / gündelik tasavvurlarda olduğu gibi hayata dair bir tık fazlasına zemin oluşturduğundan, eklenenler ile yeni bir derlemeye imkan sağladığını belirtebiliriz. Temcit pilavı gibi aynı noktalamalara ,vurgulamalara haiz olarak bırakılmış sözcüklerin ardılından bahsini açmaya sıklıkla başvurduğumuz, diğer yanlarında olan biteni anlayabilmek için detaylar bizlere yol gösterir. Farkına varalım veya önem göstermeyelim ama bir boy aynasında kendini sürekli seyretmekten, iltifatlar ve ithamlar ile dolu dolu mono kanallı / monolog bir yaşamdan da ötesini işleyebilmek, hayatın kendimize bıraktırdığı sorunlara ve sorularla nihayetinde yüzleşebilmek bu eşiklerde ne kadar birikim sağlayabildiğimizle orantılanarak , orantılı olarak gelişim gösterir. Hatalardan, doğrulardan, eksiklerden ve fazlalardan bahis açılacak ise önceliği içimizde ne kadar tamam olduğumuz sorusunun yanıtını arayarak başlayabiliriz. Detaylamaya başladıkça, sözcüklerin izlerini sürdükçe, vurgulanmaya başlanalardaki hataların neler olduğuna dikkat kesilebildikçe, hayatta kendimizi yeniden konumlandırabilmeyi de sağlamamız mümkün olacaktır. Bir tespit düzeneğinden, nükteli eleştirilerden, imalı sözlerden öte bu sayfa aracılığıyla paylaşmaya gayret ettiklerimizin hemen tümü, amatörce bir müzik tanıtma çabasından ötesi değildir. Deuss Ex Machina’yı bu minvalde profesyonel site / ürün olgusundan da ayıran budur. Hatası ve sevabıyla sözcüklerin bize sağladıklarının dahilinde, detaylara başvurmaktan çekinmeyen bir bütünleştirme ve keşfetme çalışması , çabalanması bu sayfayı ve radyo programının düşe kalka sürekliliğini sağlamakta. Koşul ve şartlar ne kadar zorlayıcı olursa olsun (Radyo’nun teknik anlamda son bir aydır yaşadığı problemler, yazılanların vakitlice tamamlanaması ve sair problemlerin giderek ivme kazanması) müziğin detaylarında ilerlemek bir kaç satır da olsa kelam ekleyebilmek hâlâ en büyük gailemiz. Geçtiğimiz Pazartesi akşamı ‘banttan’ yayınlanan 258. bölüm dahilinde de kapsamı giderek genişleyen bir müzikal sunumu ortaya çıkarmaya çalıştık. Ambient kulvarında açtığı gedikler ile nam salmış Susumu Yokota’dan, modern klasik müziği söz konusu olduğunda adı anılası, gitarist James Blackshaw’a, Mısır’lı gitarist Omar Khorsid’e ithafen giriştiği Kaddak el Mayass (The Freak of Araby) güzellemesiyle Sir Richard Bishop’a ve ülkemizden Arabesk parçalarına iliştirdikleri seslerle alternatif bir okuma gerçekleştirmiş Fairuz Derin Bulut gibi ekip ve sanatçılar aramakta olduğumuz detaylara dair birer vesika teşkil ettiler. Haftalık olarak sizlere sunduğumuz albüm seçkisinde rotamızı Neutral Milk Hotel eskisi davulcu Jeremy Barnes’ın kurucusu olduğu, Heather Trost’un katılmasıyla, zamanla doğu/batı harmanlamasına evrilen projesi A Hawk and A Hacksaw’ı son uzunçalarları olan Délivrance’ın rehberliğinde sizlerle paylaşıyoruz. İyi Okumalar…İtinalı bir biçimde tersyüz edilen sesler zaman(ma)sal bir müzikal devinimi ve dinlenceliği beraberinde ulaştırmakta. Kurmacanın sağlamlaştırdığı, harmanlamaya eklenen her bir sesin varlığıyla beraber de müzikal sunumun çeşitlendirilebilirliği ortaya çıkar. Vurguların kimi zaman kakafonik yansımalardan kimi zaman da alelade dizilmiş izlenimi uyandıran kısa ses pasajlarının birbirlerine iyice lehimleyerek kotarıldığı bir devinim hasıl olur. Geçişlerde geçmişin izleri üzerinde yukarıdaki not boyunca iletmeye gayret ettiğimiz detaylardan yeni yollar bulunmasına benzeş çıkarsamaya imkan sağlayan bir düzenek tercih edilir. Müzik, akışın dahilinde değişiyor olsa da aslolanın betimlenen her bir kavisin içerisinde mümkün mertebe zamanın getirdiklerine dair birer çözümlemeyi de ihtiva ediyor olduğu gerçeğidir. Uygulamalı tatbik edilmesidir. Ayrıntılanan melodilerin, zamansızlaştırılan seslerin, çağrılarının bir yerlerden de tanıdık gelen vokal kesitlerinin bütünleştirildiği, kendiliğinden gelişim gösterdiği bir form olarak ‘disiplin’ soy ağacında yerini alan deneysel-folk-eklektizminin de bu minvalde benzeşen bir yapıda muhteviyatının kotarıldığından bahsedebiliriz. Çok bilindik formüllere bağlanmadan, aynı enstrümanlarla nasıl farklı yorumlamalara girişilebileceğine dair önemli bir örnekleme A Hawk And A Hackshaw. Dönemi içinde başlı başına bağımsız bir müzik düzeneğini oluşturmuş Neutral Milk Hotel’in kimi nağmelerini dolgun bir kıvama ulaştıran sesler ile benzerlikler barındırabilen yönleriyle A Hawk and A Hackshaw farklılığı sentezlerde arayan, deneysellik öğesini de müziğin merkezine konumlandıran bir proje / grup / çatı. Jeremy Barnes tarafından 2004’den bu yana sürdürülen müzikal çeşitlilik tüm ifade etmeye çalıştığımız, bütüncül katmanlarıyla birleştirilebilen, sözcüklerin tamamlayıcılıklarına ihtiyaç duymadan da enstrümantal yüzeylerinde tamama erebilen bir çeşitlendirmeyi sağlamakta. Kat’a gidilememiş yerlerin müziğinin yansıtılmasını da başarmakta tıpkı kendisine isim olarak alıntı yaptığı Cervantes’in Don Quixote başyaptının benzeşsizliğinde olduğu gibi iddiasını dinledikçe dinleyiciye taşıyan bir yapılandırmanın da altından başarıyla kalkar. Leaf Records etiketiyle yayınlanan “debut” çalışmadan itibaren bu süreçi irdeleyebilmek mümkün. Fransa’nın bir sayfiye yöresi olan Saumur’da derlenerek, birleştirilerek kotarılan bu ilk kayıtta, müzikal eşiklerin ham hallerinin kurgunun merkezine konumlandırıldığı bir dinlencelik ulaştırılır, tek kişilik Jeremy Barnes orkestrası tarafından. Kurguda muhtelif ayrıştırmalardan, aykırılıklardan beslenilerek sayfiyenin kakafonisi bir ezgi haline dönüştürülür incelikli bir ses ustalığıyla. Değişken saha kayıtlarından tutun da gövdeye eklenmiş olan her bir akustik öğenin kıvamı son derece iyi kotarılmış bütünlüğe ulaşabilmiş olması da bu ilk kaydı önemli kılmaya yeterlidir. Laternadan esinlenilerek yapılandırılmış bir ses kesidinin modern minimalist kompozitörler kuşağının ses yerleştirmelerine yakın duran, izini bu tarifi dinleyene göre değişebilen müziğe montesi ve halet-i ruhiyesini imgeleyen Maremaillette albümün müzikal iklimine dair bir fikri de verecektir. Hüznü yerle yeksan eden, doğaçlama bir doğu (çingene müziği) – batı (kabare müziği) buluşmasına ev sahipliği yapmış Romceasca, Black Firs, Cotton Woods, At Dusk üçlemesinde olduğu tamamen kurgulamanın bir doğaçlama ekseninde yorumlandığı kısa pasajlara uzanan, albüm boyunca süren müzikal hengamenin de içinden çıkabilmeyi sağlamlaştıran bir kayıt süregider.

İsimsiz debut kaydı müteakiben yayınlanan Darkness At Noon albümü, Jeremy Barnes’ın ileri sürmeye çaba sarf ettiği müzikal kesişimlerin yavaş yavaş yerine oturmaya başladığı bir geçiş kaydına dönüşür. Tek kişiye bağlı olan bir üretim aşamasından, Dan Clucas (Trompet ve Kornet), Mark Weaver (Tuba) Jospeh Garcia (Ud) ve ilerleyen dönemde grubun daimi üyesi olacak Heather Trost (Keman) gibi isimler projeye dahil olmalarıyla bu çözümlemede ilk önemli safha aşılır. Melodik öğelerin yanında deneysellik dozu kuvvetli bir biçimde muhafaza edilmeye devam edilen Darkness At Noon’da bu sefer müzikal rota Transilvanya bölgesi olacaktır. Etnik-folk müziğinin seceresi dahilinden alıntılanmış yerel tınılara bağlar bulundurulan bir modern zaman melodikası ortaya çıkartılır. Zamanı durağanlaştıran, hayret verici biçim ve tavırlarla aklın bir köşesinde devamlı çalmaya devam eden bir ayin-i ruhani havası kaydın dahilinden dinleyiciye takdim edilir. Bir metafor halinde karanlığın sınırlarında kopan kahkahaları, aynen yaşamları boyunca sürekli bir o yana bir bu yana sürülüp duran çingenelerin durumuna işaret fişekleri yollayan bir başlangıç olan dikkat çekici Laughter In The Dark ile çalışma açılır. Enstrümantal yoğunluğuyla beraber Klezmer kültürünü modernize etme gayesinde olan ‘Tzadik’ kataloğuyla aynı hattan ilerleyen The Moon Under The Water ve A Black And White Rainbow parçaları gibi örneklerle A Hawk And A Hacksaw’un ses kapsayıcılığı, türetilen geçmiş gelecek birlikteliğine dair önemli açılımları temsil eder. Bir konseptin sınırlandırmasından öte eklentilenenlerin detaylarındaki değişkenlikler ile bir yanı daima canlı bırakılan ses erimi kotarılır. Albümün kapanışında yer edinen Amerika’lı folk sanatçısı / zanaatkarı Derroll Lewis Thompson’ın Portland Town parçasına yapılan düzenleme gibi hayat ile müziği buluşturan, duvarların da alaşağı edildiği gerçek bir gözlem sunumu gerçekleştirilir. Yaşayışın kendisinin nasıl hızlıca geçip gittiği elden avuçtan kaydığı konusunda derslik bir dinlencelik sağlanır parçanın özerk yapısı dahilinde. Seslere verilen önem ve bileşeyi oluşturan sentezlemenin kalıpların dışında tutulmasına uygulanan imtinalı kayıt dizilimi, dönemdaşları olmuş Beirut, Gogol Bordello, Amsterdam Klezmer Band vd. namzet batılı grup ve üretimlerden bir nebze olsun orjinaline daha yakın duran, daha can yakıcı, daha şenlikli bir tasvirler bütününe ev sahipliği yapmasına imkan tanır, A Hawk And A Hacksaw projesinin.Türetilen her bir kayıt aynı zamanda tarihe düşülen de birer nottur, A Hawk And A Hacksaw külliyatı kapsamında. Kimi zaman unutulanların hatırlatılması işlevini gösterir. Kimi zaman hüznün duygu dolu yansılarını ihtiva eder. Düzenek ve çark işletilir iken durağanlaştırılmış imgeler paylaşılır. Veryansın edebilmenin, hakka sahip çıkabilmenin, sevdanın ve acının nasıl birbirlerine bağlı kapı komşuluğunu gerçekleştirdiklerini ortaya çıkartan önermeler, dışavurumlar belirginleştirilir. Müziğin kökleri boyunca tüm Doğu Avrupa müziği semalarında seyrüseferine devam eden grubun 2006 tarihli Fanfare Ciocărlia grubu ile ortaklaşa kaydedilen The Way The Wind Blows albümü de bu bağlamda yenilikçiliğini eldeki tınıları manipüle etmeden olduğu hallerine en yakın bir biçimde duyumsayabileceğiniz bir denklem ve deneyimleme olarak tıpkı diğer çalışmalar gibi Leaf Records etiketinden yayınlanır. Detaycıl tasvirlere ihtiyaç bıraktırmayacak kadar hızlı bir biçimde, birbirlerinden ayrıştırılamayacak kadar bütünleşik bir tek parça hakimiyeti, bütünlüğü albümde dinleyicileri bekler. Müzikal hissiyatı en doğal şekliyle kayda ekleyen ekip çalışması boyunca bizlerin de aşina olduğu Çingene Müziği’nin kökenleri hakkında farklı okumalara da imkan sağlayan bir devinim gerçekleştirilir. Calexico’nun Amerikan kıtası folklorik öğe ve tavırlarının Balkanlardaki esintisi olan In The River güzellemesi ile beraber bu evrene dahil olunur. Ağıt formuna yakınduran meşakkatli, hızlıca akıp giden dünyayla hesaplaşmanın ezgisi The Way The Wind Blows, serbest cazın Osmanlı müzikal renklerinden yeniden konumlandırılmasına zemin sağlayan God Bless The Ottoman Empire, ilk albümde yer edinen tumturaklı, kallavi deneysel pozisyonun değişiklik geçirmiş hali; yaylıların baskınlığında The Sparrow, laternanın içine hapsedilmiş melodikanın, tıpkı o topraklarda yaşayanların hemen tümünün gönlünde yer edinecek kadar şeffaflaştırıldığı, yaşamlarının gelgitlerine değişimlerine içeriden, bir yorumun getirilmeye çalışıldığı Salt Water gibi kademe kademe arttırılmakta bir beis görülmeyen müzikalitesiyle mihenk taşı bir yapıt kotarılır. Keza buna benzeşen bir diğer kayıt olan ve aşağıda ağ bağlantılarımız üzerinden Undomondo sitesinden yorumları okuyabilecek olduğunuz Macaristan’lı The Hun Hangár Ensemble kollektifi ile kaydedilmiş kısa çalarıda bu bağlamda (DVD görsel desteğiyle beraber) diskoteğinizde uzunca bir süre dinleyebileceğiniz bir diğer seçki olarak dip not olarak iletelim.Mayıs ayının ortalarında yayınlanan Délivrance albümü gerek bu biriktirilenlerin, gerekse de The Hun Hangár Ensemble kollektifi ile adımlanan yeni eşiklerin birleştirildiği, yorumların daha Doğu’ya hatta sınırlarımıza kadar ulaştırıldığı derinlemesine müzikal kronolojiyi sağlamlaştırdığını belirtmeliyiz. Bir akademik tanım taşımamasına karşın, akla Kalan Müzik çatısı altında sunulmuş olan değerini bilemeyip de yıllar sonra keşfettiğimizde nerelerde imiş bu müzikler sorusunu getiren nadide örneklerle beraber rahatlıkla dinlenilebilecek bir albüm ortaya çıkartılır. Herşeyden önce hayat ritüelinde yerini almış, sese bürünmüş yaşamların, medeniyetlerin ve etnik toplulukların şimdilerdeki küresel köy olduk biz geçelim hemen Dünya vatandaşlığına, tek kimlikliliğine çıkarsamasına biraz yavaş olun uyarısını taşıyan, kendi has vurgularıyla oldukları gibi kültürel kimliklere hala ihtiyaç duyulduğunu ortaya çıkartan bir düzeneği hissettirir, ilk birkaç dinleyişin hemen ardından. Sorunların çözümü görmezden gelinerek, varlıklarının yok sayılarak, üstlerine baskı kurularak sağlanamayacağı aşikar olan genel anlamda Çingenelerin, özel anlamıyla da Balkan etnisitesine dahil olan herkeslerin dikkatle kulak kabartmasını gerektirecek kadar kendinden emin vurgular, önermeler barındır, sadece notaların bahşettiği tılsımlı seslerin yankılarıyla beraber. Rembetika: Aşk, Gurbet, Hapis ve Tekke Şarkıları (Kalan Müzik, 2007) toplama albümünde de yer edinmiş olan Foni Tu Argile (Nargilenin Sesi-Yedikule) parçasının A Hawk And A Hacksaw’a özgü yorumlaması ile çalışma açılır. The Hun Hangár Ensemble üyesi Balázs Unger’in virtüözitesini Kálmán Balogh ile beraber çaldıkları cimbalom enstrümanının performansına sahne olan Kertész gibi örneği de albümlerin oluşturmaya çabaladığı ortak dili pekiştiren bir doğu-batı harmanı olarak değerlendirebilmek mümkün. Bu yönde devamlılığı sağlayan, The Man Who Sold His Beard D.Avrupa Klezmer müziğinin kendine has yoğunluğunun kuvvetli bir yorumla canlandırıldığı, Heather Trost’un kemanı ile kollektif üyelerinin karşılıklı olarak atışmaları şeklinde süregiden parça finaline kadar temposu düşmeyen bir kompozisyonu kulaklara ulaştırır. Daha sonrasında yer bulan hayat imgelemini ortaya çıkartabilecek kadar kuvvetli bağlaçlara sahip, kemanı parçanın en başından sonuna kadar taşıyan deyim uygun ise enstrümanın konuşturulduğu, hüzünlere yol açıp ışığın yakalanmasını simgeleyen nefes kesici bir finale imza atılan, Raggle Taggle gibi geleneksel parçaların zamanımıza taşınmasına vesile teşkil edilir. Kendi dilini oluşturmuş bir yapını üzerine eklenmiş olan her yeni partisyonun nazar-ı dikkati cezbeder biçimde geleneksel ile modern arasına köprülenmesine örnek olabilecek Turkiye, hem müzikal yetkinliğiyle hem de güçlü dans ettirir öğeleriyle beraber Délivrance’ın ses kesişiminin doruğa ulaştığı bir odağı oluşturur. Mutluluğun olduğu kadar da acının, dünyadan öte tarafa göçmenin, final anının resmedildiği, folklorik yansının kasveti de irdeleyebileceği özgün bir tonlama Vasalisa Carries A Flaming Skull Through The Forest parçasıyla çalışmanın finaline ulaşılır. Anonim bir ezgi olan Lassú doygun bir dinlenceliğin de tamamlanması için nihai, vakur bir sonu gerçekleştirir. A Hawk And A Hacksaw’un, Jeremy Barnes ve Heather Trost ikilisinin bir müzikal keşif projesinin yanısıra, kültürlerin uygun bir potada birleştirildiği evrede ne kadar çok şeyi hatırlatabildiğinin kanıtını ortaya çıkartır Délivrance albümü. Son kertede bu çalışma kuralların, müziklerin disipline edilebilirliği gibi ön şartları, iyice meta haline indirgenmiş olan Dünya Müziği kavramının da hakkını fazlasıyla veren bir önerme olduğunu belirtmeliyiz. Esef miktar ile gündelik olarak tüketilesi, zihinlere ilaç niyetine takviye kabilinden… Takdimimizdir…

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina / Dea Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Hadi Aklan Netekim! – Şermin TOPÇU – Gazeteport
12 Eylül’ü Unutmamak – Fikret İLKİZ – Bianet
12 Eylül’ün Yardım ve Yatakçıları da Yargılansın! – Melih PEKDEMİR – Birgün
Madımak’ta 2 Gün – Serdar DOĞAN – Devrim SEVİMAY – Milliyet
Biz ‘Öteki’ Olduğumuz İçin O Günü Yaşadık – Serdar DOĞAN – Devrim SEVİMAY – Milliyet
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri

A Hawk And A Hacksaw Official
A Hawk And A Hacksaw At Myspace
A Hawk And A Hacksaw At Leaf
A Hawk And A Hacksaw / Jeremy Barnes Interview At The Quietus
A Hawk And A Hacksaw / Heather Trost Interview At Layabozi
A Hawk And A Hacksaw & The Hun Hun Hangár Ensemble Review At Undomondo
Susumu Yokota Official
Susumu Yokota At Myspace
Susumu Yokota At Lo Recordings
James Blackshaw At Myspace
James Blackshaw Interview At Pitchforkmedia
James Blackshaw A One Man Orchestra At NPR Radio
Kronos Quartet Official
Kronos Quartet At Myspace
Kronos Quartet Floodplain Album Review At BBC Music
Micah Blue Smaldone Official
Micah Blue Smaldone At Myspace
Rick Tomlinson At Last.FM
Open Strings Early Virtuoso Recordings From The Middle East, And New Responses At Honest Jon’s Records
Sir Richard Bishop Official
Sir Richard Bishop At Myspace
Sir Richard Bishop The Freak Of Araby Review At Pitchforkmedia
Fairuz Derin Bulut At Myspace
Fairuz Derin Bulut Arabesk Albüm Eleştirisi Limbo Pillow

Enternasyonel Gürül/(tü)Gürül Çağlama Clicks,Cuts,Micro,Id,Neo Galactica,Space Tunes, Indie,Mini-m@l,Textart,64 Bit Konvasiyonel Techno Musikileri-Esenlikle Dinleyiniz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – makina10.45[nospam]gmail[dot]com – Makina
Her Pazartesi Gecesi 22:00 -23:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————

>>>>>Poemé
Yürek Çağrısı – Adnan YÜCEL

Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere
Tatlı su göllerine akamıyorum
Yüzüm yüreğim deprem dalgası
Bu gül kıyımlarına bakamıyorum
Her sevi bir türküdür bağrımda
Her öfke bir ağıt
Ağıtlar kuşatmış dört yanımı
Kendi türkülerimi haykıramıyorum

Şarkılarla bezeniyor ufuklar
Yüreğim patlıyor dağbaşlarında
Yüreğim
Sancımı duyar mısın yaralarında
Kuş seslerinde yas nağmeleri
Şarkılar sabır ve çile makamında

Mendilimde öfke çıkınımda bilinç
Uykusuz kalır mısın kitaplarıma
Dudaklarımda hüzün
Avuçlarımda sevinç
Kulak verir misin çığlıklarıma
Dağları aşarak gelmişim sana
Demir kapıları kırarak
Işık olur musun karanlıklarıma

İsterim ki senden
Yaylalarda otlak olasın
Ovalarda ırmak olasın
Yayılasın göğsümün kırlarına
Sarasın beni sarasın

Dalların sevdası düşmüş toprağa
Olgun meyvelere hasret gençliğimiz
Zamanın billur çağlayanı
Gürül gürül akarken avuçlarımızda
Bir damla yağmur adına
Yakarmış dağbaşlarında yüreğimiz
Gökyüzünde sanılmış bütün yaşam
Gökyüzüne çivilenmiş ellerimiz

Ateşler yine parlıyor dağlarda
Dolular yine kırıyor çiçekleri
Gecenin karnına inerken şafağın tekmeleri
Bulutları delen ışıklar
Ezik ve kinli
Aydınlık iri
Sanki kocaları işkencede kadın gözleri

Nasıl kapanır bu kanayan yara
Nasıl anlatılır ki sana bu hal
Terimde tuz gözyaşımda bal
Bağdaş kurar mısın soframa
Gözlerimde umut yüreğimde aşk
Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama

İsterim ki senden
İnancıma aşık olasın
Zindanıma ışık olasın
Yürüyesin gönlümün yollarına
Sorasın beni sorasın

İnce kabukları zorlanıyor zamanın
Gelecek damlıyor yorgun havuzlara
Damlalarla yılların gelin yüzü
Suların üstünde koskoca bir çağ
Umutlar sığmaz oluyor alanlara

Baharda gazel dökme bahçelerime
Ben yaşamayı bilmez miyim
Çocuklarım okul yollarında
Okullarım sabah kollarında
Sanki güzellikleri görmez miyim
Papatya beyazlığında ölüm sarısı
Karanfil kıvrımlarında kan
Bu çiçekler uğruna ölmez miyim
De gülüm ben seni sevmez miyim

Bahar değil acı yükleniyor dallarıma
Yapraklarımda ayrılık
Meyvelerimde gurbet
Vuslat olup gelir misin kollarıma
Ellerimde kış saçlarımda kar
Cemre olup düşer misin toprağıma

İsterim ki senden
Yılgınlıkta inanç olasın
Zulme karşı direnç olasın
Gömülesin aşkımın sularına
Göresin beni göresin

Göresin ki destan edesin
Söyleyesin dillerden dillere
Bir türkünün dizelerinde
Bir kavalın nağmelerinde
Alıp başını gidesin
Bağrı yanık yeller üstünde
Güneşin rengiyle düşesin ufuklarıma
Kırasın karanlıklarımı kırasın

(2 Temmuz 1993’de göz göre göre öldürülen 37 cana ithafen…)