Deuss Ex Machina # 377 – mae llyfr du cyfalafiaeth

Leave a comment

Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_377_–_mae llyfr du cyfalafiaeth

28 Kasım 2011 Pazartesi gecesi “canlı” yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak: 13Melek vs. Deuss Ex Machina
Konuk: Yiğit ATAK – Basatap / Post Express – 13Melek
>1<-Erkin Koray-Meçhul (Diskotür / Sublime Frequencies)
>2<-Kurt Vile-Baby's Arms (Matador)
>3<-Lambchop-Steve McQueen (City Slang)
>4<-Sylvain Chauveau-Et Peu À Peu Les Flots Respiraient Comme On Pleure (Noise Museum / Type)
>5<-Dustin O'Halloran-We Move Lightly (130701 / FatCat Records)
>6<-Beck-Lost Cause (Geffen Records)
>7<-Thurston Moore-Benediction (Matador)
>8<-Dakota Suite & Emanuele Errante-A Worn Out Life (With Cello) (Lidar)
>9<-Julia Kent-Overlook (Important Records)
>10<-Yo La Tengo-The Weakest Part (Matador)
>11<-Low-Tonight (Kranky)
>12<-Vic Chesnutt & A Silver Mt. Zion-Coward (Constellation)

                                         Mae Llyfr Du Cyfalafiaeth
                                                        (377)

Kısacık bir meram sınırlarında günün bunca yüküne, yüklenişine dair bir kelam daha eklemleyebilmek kolay mıdır? Sabahın kör vaktinde başlayıp akşamın pusunda tükeniveren günün koşturmacasından hemen sonra ne kalır ki akılda bu kadar henagemin ortasında. Ne kaldırılır ki insan dediğimiz varlığın, sade vatandaş olarak belletileninin usunda. Neye müsammaha gösterilmiş ki usda biriktirilenin yankısına dair çokça kelam eklentilenebilsin o garip dünyanın sınırlarında. Her şey iyidir hoştur da hala garip olarak tanımlandırılır. Yiyip içmek için emek sarf eder, karşılığında bir ayı bırakınız bir haftayı geçirmesinin, mümkünatların sınırlarında bile kayda geçirilmediği, tespit edilmediği bir kazanımla beraber tüket, tüket son kuruşuna kadar tüket dünyasında elindeki avucundakinden de bir an evvel olabilsin diye ekranın karşısında zihni iyice körleştiren bir dünyanın sınırlarına terki diyar eylenir. O küçücük kutuya göstereceği itimat ve özenle sanki daha güzel bir dünyada yaşadığını sanmasının zemini yoklanır, daimi olduğu üzere. Alışılageldikliği hep bilindiği şekliyle. Kendisinden, yaşadıklarından bir haber kıldırılınca, oralarda gördüklerinden her şeyde bir hayır vardır çıkarsamasına daha mı yakın durması beklentilenir yoksa böyle gelmiş böyle giderciliği bir gelenek olarak devam ettiren erkin bitmek tükenmek bilmeyen buyruklarına olur vermesinin yolları mı arşınlanır. Karar sizin, bizim; hepimizin.

Neticenin bulanıklığı, neticenin okunamazlığı bir yana bu kadar ağır gıybetin pat oradan küt buradan derlenip toparlanıp, ambalajlanıp, taksitlendirilip sunumlandırıldığı bir satıhda düşünmek, ama nasıl? Düşünmek bütün ön yargıları bir kenara bırakıp tamamen sorunun mabadını, merkezini göz önünde bulundururarak, eğmeden, bükmeden, lakinlerle, fakatlarla bölmeden, bölmeksizin tek bir şey için sadece ve sadece doğrunun kendisine vakıf olabilmek için. Bütünleşmiş, bütünleştirilmiş olanın nasıl da kolaylıkla tek bir bakış açısında damıtılmış olan, başka sese bırakınız tahammülü nefes almasını bile istem dışı belleyen bir sistem cangılında neye ne kadar, neye nereye kadar anlam atfederekten bir yol oluşturulabilir. Hap kıvamında haber demeye bin şahit ister şeylerin mevzu büyükmüş gibi sunumlandırıldığı, olması gerekenin değil olmaması gerekenin ekranı, sayfaları, sokakları işgal ettiği, yer yer daha doğru ifadesiyle iğfal ettiği güncellik içerisinde lazımımız gelen basitliğini korudukça meramı daha kolay anlamlandırabilir kılacak aynalamalardır. Meramı daha net bir şekilde çözümleyici kılacak kelamlardır öyle veya böyle. Bu kadar hızlıca ilerleyen bir katarın orta yerinde, kaçırmaya çoktan namzet olduğumuz seferlerin ardından da ahlanıp vahlanmamak için elimizde başkaca bir şansımız kalmış mıdır?

Belleksizliğimizi sağlamlaştırmak adına kurgunun her yerinde ortalığa salınıveren günün en anlamsız lakırdısının saatlerce tartışıldığı, bilmem ne dizisinde cereyan etmiş olay örgüsünün hikayesinden, bağlamından kopartılarak tam bugünün şartlarında neye ikbal ettiğini düşümleyebilmek çabası boşluğun ta kendisi değil midir? Boş zihinleri üretme sistematiğinin pratiği değil midir? Akrep ve yelkovan durmaksızın yer değiştirirken, hareketini sürdürürken griliğin üzerini böylesi hafifletilmiş konularla saklayabilmek hala söz konusu olması bile düşündürücüdür. Hala böyle bahislerin ekranları, hala böylesi çıkarsamaların yazılı metinleri işitsel algıyı “şekil” kazandırır kılması dertlenilesidir. Dert küpünün tam karşılığına yerleştirilebilecek bir konu yığını arasında bu ülkenin önceliklerinin hala neler olabileceğini kesitremeyenlerin, kestirip de işlerine gelmeyenlerin ennn olmadık çıkarsamalara olur vermelerinin, onların peşinde durarak, yollarını gözleyerek hiçbir şey söylemelerinin yegane bedbinliği bizleri yeterince kederlendirmektedir. Ya sizleri? Makus kaderimiz olarak tasnif buyurulanların nasıl apaçık bir biçimde belirli kasıtlar ve kazanımlar çerçevesinde şekillendirildiğini gözlemleyebilmek mümkünken üstelik. Bütün hinlik ortalıktayken üstelik. Bütün aymazlıklar zincirleme bir şekil içerisinde dolaşıma çıkartılırken üstelik. Ciddi ciddi sormak lazım gelmektedir halimiz gerçekten nicedir?

Nereye elini atsan orasında bir mahrumiyet bir can sıkıcı tevatür bir dert çoğaltıcı soruna ulaşılırken, hala bu mümkünken nereye kadar bu ali harikalar diyarında parodisi, trajedisi. Toz kondurmama, toz konduracak olanı işin ehillerine hedef gösterme çabalanışı, didişi. Korkunun yükseltildiği aslolanın anlamlandırılıp detaylandırılmadığı bu güzergahı betimlenebilecek şeyleri bile özenle seçmek, yazmak için oturduğunuz klavyenin, kalemin, defterin başında bile saatlerce tartıp biçerek, ölçüp hatmederek bir şeylere çabalanma bile hala mimlenebilmek için geçerli bir neden olarak sayılıyorsa neyimiz iyiye gidiyordur. Konuşamadıkça, talim ettikçe aynı teranelere bir bakmışsınız ki sesinizi bile işitemez olursunuz. Sesinizden yankılanmaya çalışan doğruların izini süremez olursunuz. Bugün gazetecisinden, emekçisine, öğrencisinden, vekiline, siyasetçisinden sade vatandaşına kadar mahrumiyetleri mütemadiyen güncelleyen, derdest etmek adına her durumu değerlendiren, değerlendirebilen bir ülkenin gerçekliğinde sessizliğin yükselmesinden daha korkunç ne olabilir. Üstten özürlerin, yahu etmeyin biz değil onlar yapmış bu teraneleri sahteciliğinin varlığını bu kadar yıldır sürdüren devlet denilen aygıtın tüm yapıtaşlarının bildiğiniz zehirli şarmaşıklarla donatıldığını öngörebilmek söz konusudur. Gerçekliği bir başka bahara terk ettikçe, önceden kestirilip biçimlendirilmiş mutlak doğruların hakimiyetine olur verdikçe daha farklı bir iklime ulaşamayacağımız artık kesindir.

Çokça hasbıhal eylememize rağmen nasıl da pundu bulundu mu aynı teranelerden yeni yalanlar üretilebildiğinin afaki yansıları istenci örselemeye devam ediyor. Yalanlarla donatılan güncellik, yalandan özürler, yalandan demokrasi söylemleri, yalandan hakikat peşinde koşturmacalar kısacası sahneyi komple unutup her ne varsa sadece kazanım, her şekilde kazanım prensibiyle dönüştüren muktedirlik kelime oyunlarına gerek bıraktırmaksızın karanlığın sınırlarını genişletip, nefes almayı mümkünsüz kılmaktadır. Böyledir. Tahammül eşiğini çoktan aşağılara çekmiş olan algının karşısında betimlenenler birer uyarıdır görmesini bilenler için. Afaki nefretin, boyuna vicdan mahlası! üzerinden enikonu daha fazla giyindirmenin, adaletsizliğin tesisinin, hakkaniyetin ılgasının, sıfır sorunun ne demek olduğunu belleğe hatmettirendir bunca yaşanmışlıklar. Halen yaşatılmaya devam edenler, az aşağıda, az beride, sağda solda çıkıvermeyi hala başaranların, seslerini ve imlerini kaybetmemeye gayret edenlerin dolaşıma çıkarttıkları tümcelerden de teyit edilebileceği yaşanmışlıklar. Yaşatılanlar. Gelip vardığımız nokta başkasının, erkin kazanımlarının yanında sanki ‘dertsizmiş’ gibi gösterilmeye devam edilenlerin nasıl önceliklerinin bulunduğunu da hakkaniyetle anlaşılır kılmaya yetecektir bir kere daha. Bugünümüz bu kadar griyken yarına ulaşabilmenin, yalanlardan kurtulmayı istemek ile sağlanabileceği uzun yolun ilk aşılası engelidir.

Saflığını enikonu yitirmiş, duyarlılığını daimi taca çıkartmış, vicdanının yükünü makus kaderimiz n’apalım diye bellemiş, bu uğurda didinmiş cenahın sunageldikleri ve yapabildikleri şeyleri toplayıp çıkarttığımızda karşımızda dimdik konumlandırılmış bir duvar gibidir yalanlar. Sarılıp, sarmalanıp, her aralıkta olup biteni anlamlandırmak adına kullanageldikleri dilden, kendileri gibi olmayanlara reva gördükleri hiddetten, eşiği aşındıran, başkalaştıran, dönüştüren uygulamalarına, üniformalı vesayetin can yakıcı örneklerinden az çekilmiş gibi yenilerini kervana düzme konusunda yine yeni yeniden çabalanımlara girişenlerin sığınağı haline dönüşen yalanlar. Toptan tahakkümün, iş bu statükonun merkezinde durmaksızın ileri demokrasinin perakende uygulamalarını hayata geçiren!, vitrine yerleştiren, dönüp dolaşıp aynı terabeleri janjanlı ambalajlarla süsleyip yerseniz yapanların fırsat bu fırsattır diyerek hegemonyaları altında unutturabildiklerini bu aralıkta çoğaltabilmek adına el altında tuttukları yalanlar. Dört başı virane, dört başı derbeder, dört başı bunca dert nedir sonu getirilir mi belli olmaz bir akışta, mütemadiyen yinelenen yalanlar. Magazinleştikçe ana akımındaki rotası şaşkın medyasından, şirazesinin, ayarının esas olarak kaçtığı adaletine, gündelik önceliğin değil çok sınırlı sayıdaki mutlu azınlığın çoğunluk karşısındaki kazanımlarını, yaşayışlarını! toz pembelik bir memleket masalı olarak nakletmeye devam edilen, her daim ettirilmeye gayret gösterilmesine aracılık eden yalanlar.

Handiyse ayrılmaz bir parçamız olarak George Orwell’in 1984 yazınının, genişletilmiş versiyonuna zemin sağlayan yalanlar. Kestirilip alıntılanan, her yapının romandakinden daha fazla yıkımı beraberinde getirmesini mümkün kılan yalanlar. Süreklilik, süreklilik adına hangi aymazlıkların önünün açıldığını muştulayan yalanlar. Konuşmanın, fikrine sahip çıkmanın namümkün kılındığı bir zamanın payandası olan yalanlar. Vavelyalarla, gümbürtüye getirilen şeylerin enikonu hepimizin geleceğini şimdiden ipotekleyen, bir yapıya dönüştürüldüğü bu kadar aleniyken, demokrasi tabelasının o da yavaştan, çaktırmadan vidalarının gevşetilmeye çalışıldığı bir süreçtir hasılı kelam, bir sürecin daimi üyesidir yalanlar. Hakkaniyetin unutuşlara, adaletin zaman aşımına, temel hak ve özgürlüklerin bir başka bahara, internet filtresinden tutunuz gerçek sansürün gizlenmesi mümkün olmayan nice örneklemlerine kadar çeşitlendirildiği, sığlaştırılıp, tektipleştirildiği bir ortamda aleni doğruların vakti gelecek midir Doğrunun, yüzleşmenin, köşeleri kırılmamış sipsivri yanıtların yerine başkalarının ikame ettirilebileceği, ayrımcı bakışımların-ben erkim, ben muktedirim ötesi lafı güzaftır çok bilmişliğinin sonunun getirilebilirliği de söz konusu mudur? Bu kadar grinin tonlarının hakimiyetini ilan ettiği bir sahada, bunca tersine işletilmiş algıyı dönüştürebilecek dermanımız, birbirimizi susturmaksızın dinleyebilecek sabrımız, her şeye ve her duruma karşı önce “insan” tavrını kollayacak, koruyacak amasız, fakatsız niyetimiz kalmış mıdır?

Düşüne düşüne ulaşabildiğimiz karşılığını hep muallak menfii bakiyeler olarak edindiğimiz, bunca yaşanmışlıktan sonra bunlar bir kere daha düşünülesidir! Bir kez daha hayatın tüm yalanlarına karşı doğruları savunabilmenin zamanının söz konusu olmadığını her an ve her şart altında gereklilik olduğu belirgindir. nettir. İş bu aralıkta yansıyan mütedeyyin tasvirlerin, yaptırım ve tahakkümlerin hep bir tornadan, salt suskunlaştırabilmek amacı taşıdığı okunabilecektir. Salt, benzerlerini hiç de arattırmayan, düşünsel soluğu, işitsel algıyı ve görsel hafsalayı müdanasız bir yaftalayış silsilesi ile çizgi dışı ilan etmenin karşılığıdır içinde yaşadığımız günlerin tortusu. Sorunları yok sayarak, önemsemeyerek bazı eşikleri çoktan aştık diye buyururken erk aba altından sopa sallamaya devam etmektedir. Yasal zemini, konuşabilirliği engellemeye doymadıkça, her ses çıkartanı muhalif olarak tanımlandırıp, operasyon çatısı altında mahpsulukla buluşturması doğru düzgün iddianamesi olmaksızın yargı önüne iteklemesi, masumiyet karinesini çiğnemek adına ucu boş, çoğu kof binlerce tevatürün yaygınlaştırıldığı, dedikodunun olağanlaştırıldığı b’iklim olağandışılığın normalleştirilmesi sürecinde neleri geride bıraktığımızı, damıtılan olay örgüsü içerisinde her birimizin başına gelebilecekler, fişlemeler, fişteklemeler, el oğlu belletmeler, hain muştulamalar, bu yalanlarla donatılmış en başından bu yana değinmeye gayretkeş olduğumuz demokrasinin yaşatılabilirliğini de tehlikeli bir evreye taşımaktadır:

Yetersizliğin kafi cehaletin ehil, şiddetin müsbet, sorgulamaya gayretkeşliğin kuraldışılık olarak sunulduğu bu satıhda “yüzleşmek” de gösterişli, bol mübalağalı bir piyesten farksız olacaktır. Hakkaniyetin, gerçekliğin önüne çekilen her bir yalan setiyle ne bugünümüz düzgün, ne yarınımız daha iyi olacaktır!…….

İstediğince yalın görünsün göze,
Kuşkuyla bakın
En küçük bir olaya bile!
Sınayın gerekli olup olmadığını,
Hele “alışılagelmiş” türden ise!
Açıkça istiyoruz şunu sizden:
Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni!
Çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli;
Şu kanlı kargaşanın, şu düzenli geçinen düzensizliğin,
Serserice başına buyrukluğun,
Ve insanlarla ilintisini yitirmiş insanlığın
Egemen olduğu dönemlerde kimse demesin:
Doğaldır bu olup bitenler; böyle denmesin ki,
İnanılsın her şeyin değişebileceğine.

Bertolt BRECHT

>>>>>Bildirgeç
Mis gibi sonbahar… İstanbul’un ağaçları güzellikte birbiriyle yarışıyor. Rüzgâr estikçe, bir sokak arasında başımızdan aşağı alev renginde yapraklar yağıyor. O an her ne için koşturmakta isek, bundan çok daha hayati bir şeyler olduğunu anımsatmak ister gibi.

Yaşarken hayatı unutmak, insan denen varlığın tuhaf çelişkilerinden biri. Bir de tabii, kimi zaman hayatı hatırlamamıza izin vermezler çünkü o zaman otomatik pilota bağlanmış rutinimizi sürdüremez, kısa devre yaparız. Misal, o yaprakları fark etmiş ve gülümsemişsek, anılar eşliğinde zamanın içinde ileri geri sürüklenir, o günün sıradan akışıyla hiç ilgisi olmayan şeyler yapmaya kalkabiliriz. Ve düzen, sıradışılıktan nefret eder.

Oysa dünyanın en akla ziyan şeyleri sıradan gerçekliklermişçesine dayatılırken, en çok da bu sıradışı, öznel sığınaklarımıza, bize aslından kim olduğumuzu hatırlatan, kendimizi unutmamıza engel olan boyutlara ihtiyacımız var. Cesaret dediğin de zaten var olana katlanamamaktan başka ne ki?

Operasyonlar sürüyor… Eski milletvekilleri, akademisyenler, gazeteciler, parti mensupları, belediye başkanları, avukatlar içeride. Şafak vaktinde ya da gece karanlığında kırılan kapılar var. Tecavüz edilen mahremler… Sözün tutsaklığında silahlar konuşuyor ve silahların konuşmasını meşru kılan zemin sanki itinayla korunuyor. Oysa ateşkesin barış anlamına gelmediği tecrübeyle sabit. Öfkenin sağaltılması, kinin anlayışa akıtılması hep söze, konuşmaya, birbirini işitmeye ve nihayetinde güvenmeye muhtaç edimler. Bunlar olmadan daha kaçıncı kuşağın hayatını da ipotek altında tutacağız? İşkencede, sürgünde yılları heba edilen koca bir kuşaktan bir özrü, adalet hesaplaşmasını esirgeyerek demokrasiyi hangi yamasından tutturacağız?

Şehrin uzak çocukları

Çocuklar hâlâ daha antlarla güne başlayıp aynı içi boşalmış kalıpları tekrarlıyor. Hâlâ daha düşmanlık dolu satırları tarih bilgisi diye okuyor. Sınavlar yüzünden arkadaş değil, rakip edinip iflah olmaz bir bencilliğin pençesinde kıvranıyor o çocuklar. Şehrin bir yanı koca koca sitelerin steril yalnızlığıyla çevrili. Girişte güvenlik birimleri… Yani, dışarısı, o sınırın ötesi tehlikeli. Böyle yaşanıyor işte. Çocuklar o sitelerin geniş alanlarından okullara ışınlanıyor servis araçlarıyla. Beri tarafta duran İstanbul’u hiç bilmeden İstanbul’da yaşıyor.

Enine boyuna genleşen şehrin uçlarında yokluğa doğan çocuklar da, kondukları alan kadarını tanıyor hayat diye. Eğitim yıllarında başlayan eşitsizlik, kader adı altında doğal bir hale bürünüyor. O doğallığa karşı ya büyük bir öfke ya da kişisel mucizeyle direniyor şehrin uzak çocukları. Ama büyüdüklerinde de içlerinde hep bir rüzgâr esiyor.

Zamanın her şeyi zalimce değiştirdiği bu şehirde hâlâ sürekliliği sağlayansa çarşı pazarlar, küçük dükkânlar ve Arnavut kaldırımı yokuşlar. Oralarda koşturmacalarımızı gülünçleştiren, bizi azıcık soluklanmaya sevk eden sağduyulu bir sükûnet var. Kimsenin acelesi olmayan bir düzlemde, “Nasılsın?” sorusunun karşılığını retorik niyetine değil, gerçek anlamda bir hal hatır sorma olarak yanıtlayabiliyor insan. Kaldırım taşları kim bilir kaçıncı kez ve hangi müteahhidi zengin etmek üzere kırılıp yeniden döşenirken o yamru yumru yokuşlarda tarihin tanığı taşların arasında ot bitmiş. Taşın arasında ot bitebilen bir dünyada insan umuttan vazgeçer mi?

Ama umut dediğin de tutarlılık ister. Bir yanda tarihin acıları gündeme gelmişse ve paylaşılmaya başlanmışsa, o paylaşım her şeye terör gözüyle bakılan, tanımların muğlaklaştığı ve korkunun, tekinsizliğin hava niyetine solunduğu bir ortamda inandırıcılığını yitirir.

Yaşamanın politikası

Hayatın nasıl da küçük ve görece önemsiz ayrıntılarda gizli olduğunu bilen şairler, yaşamanın politikasını sunar aslında. Bu küçük ölçekten yola çıkmadan girişilen büyük dönüşüm projeleri havada kalacaktır nasılsa.

Üzerine titrediği özgürlüğü kerelerce elinden alınan ama kapalı kapılara inat, kalbini başka türlü bir hayat ihtimaline açan Nazım Hikmet, yaşamaya dair öğütlerini yaşanmışlıktan damıttığı için bu denli etkili bu denli unutulmaz.

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.

Kaçak bir güneşin altında elinde çayın sokakta otururken, karşı kıyıları seyrederken bu insani keyfin zûl gelmemesi için aynı anda birilerine hayatın sebepsizce zindan edilmediğini bilmen gerek. Sen görmüyorsun diye, kötülük yok olmaz. Geçmişin acısı, bugün için ders alınmamışsa, gelecekte daha farklı yaşanmayacaksa, sağalmaz. Birbirine uzak kıtalar gibi bakan insanların toplamından halk olmaz. Sevinçte, kederde ayrılanların yaşadığı ortak topraktan da memleket olmaz. Zaman bizi bir bebeğin gevrek kahkahasıyla sınar, onun koca gözleriyle izler. Bir hayatı nasıl yaşadığımız, atalardan miras, çocuklara emanet umutla sınanır en çok. Sabah işe koştururken arabanın motoru üzerinde bıyıklarını titrete titrete uyuyan bir kedi, şahit olur verdiğimiz söze. Yaşamın hakkını verelim her şeyiyle, inat diye…

* Akla düşenler, yola çıkıldıkça derinleşen açmazlar ve sorun yumaklarının bu kadar nefessiz bırakışı karşısında hala akil olanı aramaya devam ediyoruz. Akil olanın belirli kural v kıstaslarla belirlenmiş zümreler için özel bir armağan!!! olmadığına inatla inanmak istiyoruz. Derdimiz meramın görünür kılınması. Bahis açtıklarımız anaakımın yüz göz olmaya tenezzül etmedikleri. Etmekten bir özenle! kaçındığı şeyler olmaya devam ediyor. Karin KARAKAŞLI’nın “Yaşamak Dediğin” başlıklı makalesi bu meram sathının tüm kapsayışına bir ek okuma parçası olarak değerlendirilebilir. Yazarın ve Kronik Muhalif sitesinin anlayışlarına sığınarak metni sizlerle paylaşıyoruz…

 …Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina  ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Titreşim / Deuss Ex Machina #371 (17.10.2011)  
Titreşim / Deuss Ex Machina #372 (24.10.2011)
Titreşim / Deuss Ex Machina #374 (07.11.2011)
Özgürlük ve Demokrasi Adayları Seçim Beyannamesi – Sol Defter
#DokunanYanar – İmamın Ordusu – Ahmet ŞIK via Scribd
Yansak Da Dokunacağız – Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları – Özgür Basın
Yaşamak Dediğin – Karin KARAKAŞLI – Kronik Muhalif
Büşra ERSANLI: Düşüncelerimizden Dolayı Rehin Alındık – Evrensel
“Rastlardım Avluda Hep Volta Atarken…” – Cnn Türk
Umutsuzlar… – Berrin KARAKAŞ – Radikal
Gündem – Murat YAYKIN – Birgün
Adil Yargı, Acil Sonuç! – Umur TALU – Habertürk
Bunlar Tanınmamak İçin Kestirmiştir Saçlarını – Pınar ÖĞÜNÇ – Radikal
Tarihçilere Bırakamayacağımız Şeyler Listesi – Yücel SARPDERE – Evrensel
Bir Kez Daha – Aslı ERDOĞAN – Özgür Gündem
Taksim’den Tek Ses; TMY Kaldırılsın – Etkin Haber Ajansı
Selahattin DEMİRTAŞ: Çocuklara El Konulmasına İzin Vermeyiz – ANF
“Tutuklamaları Normalleştirmeye Çalışıyorlar” – Ayça SÖYLEMEZ – Bianet
Tutukluları Da Tutuklayın… – Özgür AMED – Yeni Özgür Politika
Sabahat AKKİRAZ: Siz Maraş’la Sivas’la Yüzleştiniz Mi? – Bianet
1915: Katiller ve Kahramanlar – Orhan Kemal CENGİZ – Radikal
Vedat TÜRKALİ: Kemalist Rejim Çok Zalimdi – Demokrat Haber
Komutan: Kürtleri Stadyuma Toplayıp İmha Edeceksin – Zeynep KURAY – Birgün
Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz? – Mithat SANCAR Söyleşisi – Arife KÖSE – Altüst Dergisi
Kürtler ve Demokrasi: Bir Kurt Masalı – Nuray MERT – Milliyet
Barış Sürecinin Aktörleri – Mithat SANCAR – Taraf-Düzce Yerel Haber
Hastalıklı Görünümler – Hakan TUNÇ – Jiyan
Erdemli Özür, Kibir Özrü – Selçuk CANDANSAYAR – Birgün
Devlet, Kürtleri Türk Olarak Doğurmak İstiyor – Özgür Gündem
11.018 Gündür Onu Bekliyorlar – Işıl CİNMEN – BiaMag
Çevik ve Zabıta Bir Oldu, 11 Liseliye Saldırdı – Sol.org.tr
İran’ın ‘Vururuz’ Açıklaması, Malatya’yı Tedirgin Etti – ANF
Hayata Dönüş’te Süpriz Tanıklar – Yeşil Gazete
Niye Hâlâ Sosyalistim – Roni MARGULIES – Taraf-Düzce Yerel Haber
Olmazsa Olmaz – İlhan Kamil TURAN – Muhalefet.org
İleri Engizisyon – Kadir CANGIZBAY – Birgün
“Tayyip Erdoğan’a Biat Etmemiş Bir Adamım” – Cumhuriyet
Dersim 1938 ve Bugün! – A.Cihan SOYLU – Evrensel
Dersim’in Gözyaşı Halen Nemlidir – Hüseyin ÇELİK – Muhalefet.org
Bekaroğlu’ndan Dersim Katliamı Bombası! – Cnn Türk
Keşke – Mesut ODMAN – Sol.org.tr
Vicdanın Kabulu Mü, Reddi Mi? – A. Hicri İZGÖREN – Özgür Gündem
Doğayı Koruyanlar Vatan Hainiymiş! – Yeşil Gazete
DİSK: Asgari Ücret Açlık Sınırının Altında – Bianet
Ülker Sendikalı İşçi İstemiyor – Emek Dünyası
John Bellamy FOSTER: Küresel Yedek Emek Ordusu ve Yeni Emperyalizm – Gerçeğin Günlüğü
Wall Street İşgali, Sınıf Mücadelesidir – Zülal KALKANDELEN – Cumhuriyet Pazar Dergi
ay abla – Cüneyt UZUNLAR – açık koyu

Erkin Koray via Anatolian Rock
Erkin Koray – Meçhul: Singles & Rarities Album Critic By Joe Tangari via Pitchfork
Kurt Vile Official
Kurt Vile – Smoke Ring For My Halo Album Critic By Maura MCANDREW via CokeMachineGlow
Lambchop Official
Lambchop Informative via Wikipedia
Sylvain Chauveau Official
Sylvain Chauveau via Café De Pass
Dustin O’Halloran Official
Dustin O’Halloran – Vorleben Compilation Sampler via FatCat
Beck Official
Beck – Sea Change Informative via Wikipedia
Thurston Moore Official
Thurston Moore – Demolished Thoughts Stream via NPR
Emanuele Errante Official
Dakota Suite & Emanuele Errante – The North Green Down Album Critic via The Ambient Blog
Julia Kent Official
Julia Kent via Son Yudum
Yo La Tengo
Yo La Tengo At Brooklyn Bowl – Yiğit Atak – 13Melek
Low Official
Low – Live On KEXP
Vic Chesnutt via Wikipedia
Vic Chesnutt: A Tragedy Foretold In Song – Louis PATTISON via The Guardian

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
DinamoPromo InquiriesMakina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
In Cold Blood By SonOfJordan
SonOfJordan’s Flickr Page

>>>>>Poemé
Yirminci Yüzyılın Portresi – Czeslaw  MILOSZ

Kardeşçe bir özen dolu, gülümsemenin ardında,
Nefret eder, iktidar diyalektiğinin kurbanı gazete okurundan.

“Demokrasi”ye çağırır hep göz kırparaktan.
Yalnızca nefret eder insanın bedensel zevklerinden,
Hiç unutmaz yiyip yiyip çiftleşenleri,
Tümünün boğazını kesivermektir derdi.
Genel öfkeyi durdurmak için önerisi: dans ve garden-parti.

“Kültür!” der  “Sanat!” der, ama bunlarda gördüğü
Bir sirktir, ne fazlası ne eksiği.

Tamamen tükenmiştir, bitmiştir.

Uykusunda ya da ameliyat masasında, “Tanrım, ah Tanrım!” der
Kendisini Mithra ile İsa’ya tapınmayı birleştiren Romalı gibi görür.
Eski inançlara bağlıdır hâlâ bağlıdır, bazen de kendini şeytanın elinde sanır.
Geçmişe saldırırsa da istemez tümden yıkılmasını,
Korkar kafasına başka dayanak bulamamaktan.
İskambili, satrancı, en çok da kendiyle tartışmayı sever.

Bir eli Marx’ın yazılarının üstündedir, ama gizlice İncil okur.
Tükenmiş kilise ayinlerini alaycı gözle izler.
Dekoru: At eti rengi yıkılmış bir kent.
Elinde: Ayaklanmada öldürülmüş bir “faşist” oğlanın not defteri.

Çeviri: Okay GÖNENSİN
Kaynakça: Şiir

>Deuss Ex Machina # 328 – Dduw Bendithia Ein Democratiaeth Peryg Bywyd

Leave a comment

>Kay(ıp)bedenler K/lan+-Dereasonable (VV)arp Presents
Deuss_Ex_Machina_328_–_Dduw Bendithia Ein Democratiaeth Peryg Bywyd

06 Aralık 2010 Pazartesi gecesi “canlı” olarak yayınlanmış programın parça dizinidir.

>>>>>Musique
Dolaşıma Çıkartılmayan Seslerle Yeni Tümceler Oluşturmak:
13Melek (Ses) vs. Deuss Ex Machina (Zikir)
Konuk: Yiğit A. – 13Melek
>1<-A Silver Mt. Zion-Sit In The Middle Of Three Galloping Dogs (Constellation)
>2<-Rachel's-Water From Same Source (Quarterstick Records)
>3<-Balmorhea-Remembrance (Western Vinyl)
>4<-Max Richter-On The Nature Of Daylight (130701 / FatCat)
>5<-Ólafur Arnalds-Til Enda (Erased Tapes Records)
>6<-Rökkurró-Skuggamyndir (12 Tónar)
>7<-Victoire-A Door In The Dark (New Amsterdam Records)
>8<-On Your Horizon-Isolation (Bağımsız Müzik / MP3)
>9<-Oracles Always Lie-At Least I Have Tried (Bağımsız Müzik / MP3)
>10<-Slint-Good Morning Captain (Touch And Go Records)

Dduw Bendithia Ein Democratiaeth Peryg Bywyd
(328)
Tezahür eden orantısızlıklarla taltif edilmiş beher durum şimdi önü alınmaz bir biçimde dünden teşne olduğumuz, içinde bata kaldığımız, nefessizleştiğimiz balık hafızalılığımız üzerinde sarsıntılar gerçekleştiriyor. Silkinebilmek için ayağımızın, burnumuzun dibine kadar yakınlaşmış olan problemlerin görünürlüklerini arttırıyor. Kaçış iş bu raddede yok! bilmiyordum diyerek sıra savmaların da. Önemi yok onların adamı bu sözcükleri söyledi, berikininki şunları seslendirdi diğerlerinin fırsat bu fırsat diyerek neler neler karıştırdıklarının. Muktedirlik karşısında her seslendirmenin, karşıt duruşun tam da bittiş noktasından, hemen ardından sıkış tıkış kalakaldığımız heyhulanın ötesine ulaşabilmek için daha fazla çalışmamız gerektiği ortalığa saçılıyor. İmler çoğunluğun anlayabileceği bir şekilde birer birer sunulup copa, gözyaşartıcı bombaya, sindirmeyle sivrileştirilirken, ipuçları alenen dolaşıma çıkartılmışken, ellerini ivedilikle yaftalamalara çekinmeden uzatabilenlerin, öç alma disturuyla beraber durmaksızın cephelerini geliştirdiklerini hafızaya işletiyor. Hala bilmezden gelmelere inatla, körolası ısrarcıl bir damarla sahip çıkılsa da hatırlatılanlar esasında kaybetmekten heder olduğumuz demokrasi mücadelesinin muasır devletler seviyesine ulaşmasında daha ne kadar çok yolumuz olduğu okumasını manidar kılıyor. Tahlilere düşülecek vakitlerden ise eylemlerle daha fazla belirginleştirilecek, ‘iğneyi de çuvaldızı da’ beraberimizde taşıyacağımız günlerin ortasından ilerliyoruz. Hiç olmadığımız kadar vicdan sorgulamalarına yakın, içinde bulunduğumuz keşmekeşlik düzeninin orta yerinde kendimize yakın bulduğumuz yönleri tayin edebilmeye vesile olmasını temenni ettiğimiz günleri arşınlıyoruz. Hak olarak reva görülmeyenleri seslendirenlerin “hala mı ses çıkartıyorsunuz” dan “beyinsizler”e uzandığı bir yarılmanın tarafgirliğini hissediyoruz. Dalavereden başkasına hizmet etmeyen sözcüklerin bol nihilizm soslu göndermelerin ortasında hangisinin daha patolojik olduğunu anlaşılır kılma mücadelesinde düzlükleri koşaradım geçiyoruz. Herkesin birbirini tehdit olarak gördüğü zamanda yaşadığı sıkıntıları duyumsatmak için daha ne yapması gerekiyorsa onu da tereddütsüz bir biçimde yapabilecek insanların varlıklarını bir kere daha hissediyoruz. Eğitim alanında bile fırsatçılığın topyekün gemiyi azıya aldığı, elinde avucunda yoksa ne gereği var eğitimin denilerek akıl verenlerin bol olduğu, imkanları yıkıntılar altına terk etme tahrip etmenin ötesinde neredeyse lütuf gibi sunulmuş her şeyin sadece nizami olarak taraftarlara nasip olduğu bir zamanda kimseciklerin epeydir anlamlandırmadığı bir gerçeği hatırlatıyor öğrenciler. Bugün onlara ne kadar uzaktan bakıyor görünsek de, hak aramanın adının karşılığına sistemin devamlılığını sağlayanların sunabildikleri tek yanıt hakaret olduğu gerçeği. İstisna olarak değerlendirilemeyecek kadar acıtıcı olansa, hamile bir kızın hayatının nasıl dar edilebileceğinin bir lince dönüştürülmesi için nasıl da kocaman kocaman puntolarla belirli yerlerden güdümlü güdümlü laf salataları yapıldığının açmakta olduğu onulmaz yaralarıdır, payımıza düşürülenler. Dedik ya kimilerinin dediği değil nasıl bu kadar bağnazlığa, vicdanları açıktan satılmışlığa dünden razı gelenlerimiz olabileceği noktasıdır bünyeyi tereddüte koyan. Değiştirmek istenen topyekün bu ülkenin yarası bir türlü kapatılamayan herhangi bir sorununa karşı elimizde avucumuza bırakılanların istisnasız bir biçimde kinlerin toplamıyla çözümsüzlük üretmekten başkası olamayacağı gerçeğinin hüzünbazlığıdır. Payımıza düşürülenler ne gerek var ki elini taşın altına koymanın ger(ç)ekliliğinde işaret fişeği olarak muştulanan yapmayının, aba altından sallanan sopaların birgün hepimizin payına düşürüleceğinin dehşetengizliğdir. Ha keza millet(in) meclisi işlevselliğini, seçilmiş insanların bizleri temsil ettiğine inandırıldığımız bir çatı altında bilinmeyen dilde zikredilen cümlelere tahammül gösterilmeyeceğinin belagatli halleridir o kıssada okumakta olduğumuz. Yıllardır yok saymak dışında başkaca bir ilerlemenin sağlanamadığı bir konuda resmi söylem kendi kanalını kurarken öte yandan oradan yükselen muhalifliği hakir görmek için nasıl bir sebebi olabilir? Ya da aylar, yıllardır işitilmekte olan e(k)meğin sorununda, sağır duymaz uydururlarla hemhal olunmasındaki tezcanlılığı sezinleyebilmek de mümkündür. Mümkündür kıstasları içerisinde, dayatılanlara karşı ses çıkartmak zorunda hissedenlerin sınırlandırılmış özgürlüklerinden daha fazla feragat etmelerinin istendiği bir ileri demokrasiyi yaşaya duruyoruz. Ezilenlerin ezenlere mücadelesinde bir kere daha ezilmişlerin haklarına karşı muhalifliğin yumurtalar ile canlandırıldığını, yok edilmesini, “bırakınız birbirlerine düşsünler bizler de işimize bakalım diyenlerin” ekmeklerine yağ sürüldüğünün farkındalılığını yaşıyoruz. Benim solcum senin solcun ötekisinin beklentisini yarıda bırakan solcularlarlar silsilesi içerisinde asıl zarar gören birleştirilmesi için çaba sarf edilmesi gereken konularda, mücadeleyi temellendirmeden önce hemen koruma kalkanlarının devreye giriyor olmasıdır. Öznel korunaklılık gibi bir şeyin olmadığı şimdilerde istem dışı bir biçimde ayrımcılık isteyeceğimize hiç değilse fikir münazalarında birbirimizi daha yakından işitsek olmaz mıydı diye bir şerh de koymamız lazım gelmektedir, ileri demokrasinin çuvaldızı kabilinden kendimiz , bulunduğumuz noktalar söz konusu olduğunda. Bu çok katmanlı güllük gülistanlığı yaşadığımızı varsayıyoruz. Görüyoruz, biliyoruz ama temelinden farklılaşmaya başlayan, keşke oralarda dediklerinizi bizimkiler de deseydi dediğimiz dünyadaki diğer örneklerden, hallerden içimizde yarım bıraktırılmış ‘demokratlığı’ avutmaya zorlanıyoruz. Evet uzak diyarlar, mekanlarda, bir yerlerde, yerkürenin herhangi bir köşesinde bir şekilde adı konumamış veya konulmuş adaletsizliklere karşı ses çıkartmak, elini taşına altına koyanların varlığı bir nebze yalnız olmadığımızı ifşaa edebilir. Pekiyi bu satıhda birbirimizin gırtlağına çökmek için sistem içinde sinsice fırsat kollayanlarımızın bolluğu, sistemsiz, geçimsiz, sağırlaşmış, öfkesi burunundan taşarken bile isteye vurdumduymazlığı azıya almışların çoğunluğunda, o hiçbir türlü laftan anlamayan sistemin muktedirlerinin sol gösterip her defasında sağ vurmaları içerisinde nereye kadar suskunluğu muhafaza edeceğiz? Another Brick In The Wall’dan yansıyanların geçerliliğini koruduğunu bir kere daha hatırlatarak sözü tamamlayalım: Hey Öğretmen! Rahat bırak biz çocukları, hepsi hepsi, yalnızca duvardaki birbaşka tuğla, hepsi hepsi, yalnizca duvardaki bir başka tuğlasın sen.

>>>>>Bildirgeç
Satılık Demokrasi – Kristin ROSS*

Bugün, gezegenin neredeyse bütün liderlerinin sloganı demokrasi (geriye kalanlar da er geç zorla hizaya getirilecek). Çağımızı Rimbaud’un yaşadığı olağandışı andan ayıran ise, soğuk savaş denen şey ve onun sona ermesidir. “Demokrasi”nin gelişimi bakımından, batılı yönetimlerin “komünizm”in karşısındaki kefeye “demokrasi”yi başarıyla koyarak sağlama aldıkları büyük kazanç için ne söylesek az kalır. İşin aslına bakılırsa, kelimenin kontrolünü tamamen ellerine geçirdiler; önceki özgürleştirici tınısından eser bırakmadılar. Aslında çok az insanın yönetmesine ve deyim yerindeyse, halk olmadan yinetmesine izin veren sistemleri, yani kendi işleyişinin sonsuz yeniden üretiminden başka her olasılığı safdışı bırakmayı meşrulaştıran bir sınıf ideolojisi olmuştur demokrasi. Denetlenmeyen ve devlet düzenlemelerinden kurtulmuş bir serbest piyasa ekonomisine, komünizme karşı amansız bir muhalefete, sayısız egemen ülkeye ve onların içişlerine askeri yollarla veya başka türlü müdahale etme hakkına, bütün bunlara “demokrasi” adını verebilmek gerçekten inanılmaz bir marifet. Piyasayı demokrasinin bariz bir koşulu haline getirebilmek ve demokrasinin kaçınılmaz olarak piyasayı gerektirdiğini düşündürmek, çok büyük başarı. Buna en azından Fransa’da, 68’e gösterilen tepkiyle beraber, François Furet’nin büyük ölçüde antidemokratik himayesi altında Fransız devriminin sabırlı bir şekilde gözden düşürme çabasına maruz kalması, 1776’nın makbul devrimiyle karşılaştırılarak karalanması ve en nihayetinde Stalinizm ve Pol Pot cinayetleriyle ilişkilendirilmesi de epey katkıda bulundu. “Reel sosyalizm”in son bulmasıyla birlikte, bizim de artık, görünüşe bakılırsa, kopuş veya çatışma anlarıyla işimiz kalmdaı; öyle ya, toplum artık kesintisiz “demokratik” karar, diyalog, tartışma ve toplumsal ilişkilerin sürekli düzenlenmesine uygun bir konumda olabilirdi. Rimbaud’nun ait olduğu an, “demokrasi” şiirinde gördüğümüz üzere, “demokrasi iparatorluk” çağını başlatmıştı: Geliştirilen halklar veya kurumlar için önceden yazılmış bir geleceği getirmek üzere tasarlanmış doğal, kaçınılmaz bir proje. Fakat “demokrasi”, “Satılık” şiirinde gördüğümüz üzere, iç cephede de iş başındadır: İç cephede bir toplumda başlıca sistem ekonomidir, yani insan gücünün çok ötesinde olan devasa bir tarihsel güçtür, ve sessiz bir mutabakat, mümkün olan dünyalar içinde en iyisini ekonominin ürettiği dengenin tanımladığını bildirmektedir bize.

Siyasetin dilinin sürekli bulaşmasından mıdır bu? Demokratım diyebilir miyim ben?

Şu veya bu yasanın, parti veya devletin “başarısız” veya “yetersiz” demokrasisini aşamacı bir düşünceyle eleştirmeye yetmez bu şüphesiz. Böyle bir şey yapmak, sözgelimi Robert Mugabe’nin Zimbabwe’de seçim sürecini göz göre göre ele geçirmesinin, eleştirilmesinden son derece memnun olan bir sisteme tıkılıp kalmak, ama demokratik ritüellere saygı gösteren ekonomik olayların -IMF’nin dayatmaları gibi örneğin- aynı süreci hayata geçirmesi karşısında sessiz kalmak demektir. Aslında, seçimlerle veya çoğunluğun iradesiyle bağlantılı demokrasi anlayışı tarihsel olarak çok yeni bir anlayıştır. “Temsili demokrasi” denen şey -bugün için seçimler, serbest siyasal partiler, serbest bir basın ve elbette serbest piyasadan oluştuğu söylenir- aslında oligarşik bir biçimdir: Ortak işlerle ilgilenmesi için kâhya veya yeddiemin yetkisi verilmiş bir azınlığın temsili. Günümüzün bütün “gelişmiş endüstriyel demokrasileri” aslında oligarşik demokrasilerdir: Dinamik bir oligarşinin zaferini, büyük servete ve servete tapınmaya odaklanmış, ama seçenekleri sınırlayarak orta ve üst sınıfların soyunun devam etmesini sağlayan seçimleri kullanıp mutabakat ve meşruiyet inşa eden bir dünya yönetimini temsil ediyorlar.

Bana kalırsa, bir yandan kelimenin, özgün, geniş anlamını korumanın nasıl hayati bir zorunlulu olduğunu da vurgulayarak, durumun böyle olduğunu itiraf etmeli, yani demokrasi diye bir şeyim olmadığını veya daha doğrusu demokrasinin başaşağı çevrildiğini kabul etmeliyiz hepimiz. Yönetim biçimi anlamındaki demokrais anlayışına hapsolup kalırsak, kelimeyi çoktan sahiplenmiş bir dünşamana bırakmaktan başka seçeneğimiz kalmaz. Fakat tam da demokrasi bir yönetim biçimi olmadığı için, bir tür yapı veya kurum olmadığı içindir ki, herhangi bir kimsenin veya herkesin ortak meselelerle ilgilenebilmesi anlamındaki demokrasi bizzat siyasetin öbür adı haline gelmektedir. Bu anlamdaki demokrasi var olabilir de olmayabilir de, kendisini alabildiğine çeşitli biçimlerde yeniden gösterebilir. Bir biçimden ziyade bir an, en iyi ihtimalle bir projedir. Kamusal hayatın sürekli özelleştirilmesine karşı verilen mücadelenin adı olarak demokrasi, tıpkı Rimbaud’nun pek çok sloganındaki aşk gibi, yeniden icat edilmeyi beklemektedir.

* Kısa meramımızın tamamlayıcısı kabilinden Metis Yayınları tarafından yayınlanmış; Metis Defterleri dizisinin ilk derlemesi olan “Demokrasi Ne Âlemde?”den Kristin ROSS’un Satılık Demokrasi makalesinin sonuç kısmı, yayınevinin anlayışlarına sığınılarak sayfamıza alıntılanmıştır. (Sayfalar 101-103)

…Fark edilebilir ayrıntılar ile dönüştürücü, ayrıksı duruşların sebeplerini irdeleyerek endişe giderici, tanımlanmamış olanı arz etmeye çabalayarak yardımcı olmaya Deuss Ex Machina ile devam…İyi Haftalar…

Allame-i Ulul Arz’dan Ara Nağmeler
Okuma Parçası
Özgürlük İstiyoruz!
Savaşma Konuş! – 500binradikal.com
Aman Amirim!.. – Alınteri.net
Çığlığı Duyuyor Musunuz? – Mustafa SÜTLAŞ – BiaMag
Orantısız Liberallik ve Bir Bebeğin Başlatılmayan Hayatı – Süreyyya EVREN – Birgün Pazar
Hangi Faşizm? – Erdal GÜVEN – Radikal
Men Dakka Dukka – Okay GÖNENSİN – Vatan
Sepet Sepet Yumurta… – Ertuğrul KÜRKÇÜ – Radikal 2 / Bianet
Cennet Polislerin Ayakları Altındadır – Onur CAYMAZ – Birgün Pazar
Şımartırsan Tepene Çıkar – Mehveş EVİN – Milliyet
Yumurtanın Ak’ı, Demokratın Sarısı – Umur TALU – Habertürk
Sayın Başbakan Gençlere Karşı Yanlış Yoldasınız! – Hasan CEMAL – Milliyet
SBF Öğrencileri Yapmaları Gerekeni Yaptılar – Cengiz ÇANDAR – Radikal
Cürmünüz Ne? – Cenk YİĞİTER – Sendika.org
“Öğrencileri Tel’in”de Liderliği Türköne, Aköz ve Beki Üstlendi – Erhan ÜSTÜNDAĞ – Bianet
İçiniz Acımaz Mı Sizin – Ferhat KENTEL – Taraf
Öğrenci Protestoları ve Demokratikleşme Menüsü – Meryem KORAY – Birgün
Karar Verildi: Çocukları Ezecekler! – Ece TEMELKURAN – Habertürk
Beki ve Sağlık’tan “Orantılı Protesto” Tarifleri – Esra KOÇAK – Jiyan
Kadınlar Polisten, Medyadan, Siyasetçilerden Özür Bekliyor – Burçin BELGE – Bianet
Yumurta Kolesterol Açısından Masummuş. Afiyetle Efendim! – İç Mihrak
Sokak Kemalistler ve Neoliberaller’e Bırakılamayacak Kadar Mühimdir – Sarphan UZUNOĞLU – Jiyan
Yumurta ve ‘Başbelası 68 Kuşağı’ – Şerafettin HALİS – TBMM Tutanakları – Sendika.org
Roni Marguiles – Ged – Ekşi Sözlük
Kollektif Bir Faşizm – Cahit YILMAZ – Taraf
Korku – Rıdvan AKAR – Cnn Türk
Yüksekova’daki Olay İnfaz Girişimi Mi? – Evrensel
Günay’a Plastik Kelepçe Fırlattı – İsmail AKTAŞ – Serdar BENLİ – Hürriyet
Gülten Kaya: Artık Üzülmeyin Olur Mu – Radikal
Hayata Dönüşe Kamuflaj: Kanı Helal Yurttaşlar! – Murat UTKUCU – Birikim
Hacer ARIKAN: Adalet İstiyorum, Hakkım Değil Mi? – Esra AÇIKGÖZ – Cumhuriyet
Ergin’den Mektup Var! – Yıldırım TÜRKER – Radikal
Acıyı Soğuran Kalkanlarımız: Kimliklerimiz – Ramazan KAYA – Köxüz.org
Oğlumuz Erdal’a… – Evrensel
Dün Ağladılar, Bugün Yok Saydılar! – Kronik Muhalif
Dink Davası, Utanma ve Rehine Layık Görülen Adalet – Talin SUCİYAN – BiaMag
Dink Davası Tanığı “Bile Bile” Kaybedildi – Birgün
İyi Milliyetçilik-Kötü Milliyetçilik – Anıl ÖZTÜRK – Jiyan
İnsanoğlu İnsanın Kutsal ‘Küfrü’: Ermeni Köpekler! – Emre DURSUN – Kronik Muhalif
UPS Direnişi Soğuk Dinlemedi – Alınteri.net
Amed-İstanbul TEKEL İşçisi Omuz Omuza – Sol Defter
Grev Güncesi – İkinci Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Ankara Tekel Direnişi
Grev Güncesi – Sabah / ATV Emekçileri
Kişisel Hafızalarımıza Darbe! – Birgün
Devlete Karşı Bir Demokrasi… – Tayfun ŞEN – Köxüz.org
“CHP Tabanı Solcu” Mu? – Cemil AKSU – Birikim
Güncel Bir Yazı – Mesut ODMAN – Sol.org.tr

Three (A) Silver Mt. Zion Official
Three (A) Silver Mt. Zion At Constellation
Three (A) Silver Mt. Zion On Protest Music, Montreal & Being The Only Jew In The Room – Matthue ROTH – Jewcy.com
Rachel’s Official
Rachel’s – Systems/Layers Album Review – Joe TANGARI – Pitchfork
Rachel’s / Odd Ambient Post-Rock On WNYC
Balmorhea Official
Balmorhea At Myspace
Balmorhea – Remembrance (The Blantom Museum) Video On Vimeo
Balmorhea Üzerine Notlar – Yiğit A. – 13Melek
Max Richter Official
Max Richter At Soundcloud
Max Richter Üzerine Notlar – dRWarp – Deuss Ex Machina
Max Richter – 24 Postcards In Full Colour – Albüm Değerlendirmesi – Yiğit A. – 13Melek
Ólafur Arnalds Official
Ólafur Arnalds At Myspace
Ólafur Arnalds – Til Enda via Erased Tapes’ Soundcloud Page
Rökkurró Tumblr Page BağlantıRökkurró At Myspace
Rökkurró Interview On Clash Magazine
Victoire Official
Victoire At Myspace
Victoire – Cathedral City Album Review – Brian HOWE – Pitchfork
On Your Horizon Myspace Sayfası
On Your Horizon Bandcamp Sayfası
GSMH: On Your Horizon Üzerine Notlar – Yiğit A. – 13Melek
On Your Horizon – John F. Kennedy Has Never Forgotten Laika Video On Youtube
Oracles Always Die Myspace Sayfası
Oracles Always Die Facebook Sayfası
GSMH: Oracles Always Die – Yiğit A. – 13Melek
Slint Informative At Wikipedia
An Essay About A Song: Slint’s ‘Good Morning, Captain’ By Nick Sylvester – Presentzine
Slint – Good Morning, Captain Live At Koko On Vimeo

Deuss Ex Machina genelgeçer disiplinlerden uzakta kalarak, deneysel öğeler ihtiva eden tüm müzik turlerine sonuna kadar kapısı açık bir yapılandırmayı sunmaya gayret eder. Bu bağlamda Ambient’dan – Weird Folk’a uzanan ses seceresinden alıntıları her Pazartesi akşamı 21.00-22.00 saatleri (GMT +2) arasında canli olarak Dinamo FM’den iliştirmeye devam ediyoruz.

Her Türlü Eleştiri,Öneri vs .İçin İletişim Kanallarımız;
Dinamo – misak[nospam]dinamo[dot]fm – Makina
Her Pazartesi Gecesi 21:00 -22:00 (GMT +2) arası Dinamo 103.8
———————————————————
>>>>>Info Go-R-Sel
Ideology Of Dialogue-Shapoor Shakhdar
Shapoor Shakhdar Flickr Page

>>>>>Poemé
Kim Susturabilir Bizim Türkümüzü – Yusuf HAYALOĞLU

Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki bu hasreti,
Semahların seyrinden alıp gelmişiz,
Biz ki onu sitemkar anaların
Kirpiğinden derlemişiz;
Süzülsün de acının derin izler bıraktığı
Gül yanaklardan,
Yere dökülsün istememişiz!

Bizim türkümüzü rüzgâr söyler her gece
Ay vurdukça parıldar,
Gün doğdukça hız alır.
Nevruz ateşleriyle sağaltarak
Çırpınan yarasını,
Can havliyle, kardaş,
Kan içinde bir kartal gibi,
Vadilere saldırır!

Türkülere ilişmeyin!
Türküler nehirdir, gecenin bağrına akar.
Fazla eşelemeyin kardaş,
Taşınca ne siperler kalır,
Ne dev barikatlar.
Deşmeyin diyorum… deşmeyin!..

Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki nice amansız badirelerde,
Serden geçmişiz.
Biz ki, ilmikler boynumuza takılıyken bile
Türkü söylemişiz.
Sonra ırmak boylarında gövertip,
Körpe otların serinliğinde,
Dağlara emanet etmişiz!

Biz ki her yangının külünden,
Diri canlar yaratmışız.
Biz ki mazlumların defterine
Kanlı resimlerle sıralanmışız.
Banaz yaylasından Kerbela’ya
Kar götürsün turnalar!
Ölürüz sanma kardaş,
Dostun attığı gülden yaralanmışız…

Türküleri dövmeyin!..
Türküler gökyüzüdür, karanlığa yıldızlar çakar..
Üstümüze gelmeyin kardaş,
Namuslu bir delikanlının
Alnında kavga ışıldar!
İncitmeyin diyorum… incitmeyin!..

Kim susturabilir bizim türkümüzü, kim?
Biz ki Karacaoğlan’ı aşkla,
Veysel’i toprakla yüceltmişiz…
Biz ki Köroğlu’nun narasıyla nice beyleri
Yere çökertmişiz!
Yine de masum bir bebek gibi,
Avuç-avuç sevdamızı,
Kalanlara vasiyet etmişiz…

Adam dediğin, sapına kadar yiğit olmalı,
Ne karıncayı incitmeli,
Ne de ozanları yakmalı…
Öyle sansar gibi pusu kurup
Punduna getirmek de neymiş?
Adam dediğin, kardaş,
Yüreği varsa eğer,
Getirip ortaya koymalı!..

Türküleri yakmayın!..
Türküler çiçektir, en umutsuz zamanlarda açar.
Kavgayı uzatmayın kardaş,
Yüzyıllardır tuz döke-döke
Çürüdü bu yaralar,
Kanatmayın diyorum… kanatmayın!..

Kaynakça: Şiir Perisi